Back Index Next

İmam Cafer Sadık (a.s) böyle bir hatunun dünyaya geleceğini müjdelediği için Ehl-i Beyt hânedanında uzun süredir bir bekleyiş vardı.

Bu yüzden Hz. Mâsume'nin dünyaya geldiği bugün, Necme hatun ve İmam Rıza (a.s) için çok mutlu bir gündü. Çünkü imamet ve velayet evinde bir kız çocuğu dünyaya gelmişti. Parlak simasıyla kalpleri okşuyor, gözleri aydınlatıyordu.

Hz. Mâsume'nin Ölüm Tarihi

Hz. Mâsume'nin Hicrî 201 yılında Kum kentinde vefat ettiğini yazan kaynaklar çoktur.[178] Nitekim, Harem'i çevreleyen duvarlardaki yazıtlardan elde edilen bilgilerden de bu anlaşılmaktadır. Ancak, yine de, vefat ettiği gün ve ay konusunda ihtilaf vardır:

Bazı kaynaklara göre 10 Rebiyülahır,[179] bazılarına göre 12  Rebiyülahır,[180] bazılarına göre de 8 Şaban'da vefat etmiştir.[181]

Ama bir kısım büyükler, birinci ve ikinci görüşü birleştirerek (10,11 ve 12 Rebiyülahır) bu günleri, Hz. Mâsume'nin vefat günü olarak belirlemişlerdir.

Son yıllarda Hz. Mâsume'yi anma günleri olarak taziye merasimleri düzenlenmiş, bu merasimler matem günleri olarak gelenekselleştirilmiştir. Bu üç gün, kısaca "Mâsu-miye Günleri" diye anılır.

Yukarıda belirtilen kaynaklardan da anlaşıldığı üzere Hz. Mâsume (s.a) vefat ettiğinde 28 yaşlarındaydı (173-201). Ancak halk arasında yaygın olarak bilinen 18-23 yaşlarında vefat ettiği haberi, sağlam bir kaynağa dayanmamaktadır.

Hz. Mâsume Niçin Evlenmemiştir?

Hz. Mâsume konusunda kesin olarak bilinen şeylerden biri de o hatunun evlenmemiş olmasıdır. Bu durumda şöyle bir soru akla gelebilir:

Evlilik, İslam'ın önemle üzerinde durduğu sünnetlerden biri olmasına rağmen Hz. Mâsume niçin evlenmemiştir? Nitekim, Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor:

"İslam'da Allah katında evlilik müessesesi kadar daha sevimli ve daha saygın bir müessese yoktur."[182]

Ve yine buyurmuştur ki:

"Evlilik benim sünnetimdendir, sünnetimden yüz çeviren ise benden değildir."[183]

İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) döneminde bir kadın fazilet ve takva elde etmek için evlenmiyordu. İmam (a.s) ona şöyle buyurdu: "Eğer evlenmemekle bir fazilet elde edilseydi Hz. Fatıma senden daha layıktı. Ahlakî faziletleri kazanmak için evlenmezdi. Zira kemal ve üstünlükte hiçbir kadın Hz. Fatıma'dan öne geçmemiştir."[184]

Cevap:

Bu soruya cevap olarak iki konu gösterilir:

1- İmam Musa Kâzım'ın (a.s) kızları, özellikle Hz. Mâsume (s.a), çok yüce bir kemale sahip oldukları için kendilerine uygun bir eş bulamamış ve bu yüzden evlenmemişlerdir. İmam Kâzım (a.s) onlara, kardeşleri İmam Rıza'nın (a.s) görüşünü alarak evlenmelerini tavsiye etmişti.[185] Bu tavsiye ve diğer alametlerden anlaşılan şudur ki, Ehl-i Beyt hânedanına mensup böylesi yüce hanımefendilere uygun eşler bulunması gerekirdi.

Nitekim, Hz. Fatıma Zehra hakkında İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah Ali'yi Fatıma için yaratmasaydı, Hz. Adem ve ondan öteye Hz. Fatıma (a.s) için uygun bir eş bulunmazdı."[186]

2- Harun Reşid'in yoğun baskısı ve şiddet uygulamaları neticesinde kimse İmam Musa Kâzım'ın (a.s) kızlarıyla evlenmeye ve o hazrete damat olmaya cüret edemiyordu. Zira İmam'a damat olmak, o kimse için hayatî bir tehlike sayılırdı. Bu nedenle gerek Hz. Mâsume, gerekse bazı kız kardeşleri evlenmekten kaçınmışlardı.

Şunu da belirtmek gerekir ki, İmam Musa Kâzım'ın (a.s) hapiste olması ve İmam Rıza'nın (a.s) gelecekten haberdar olması, yani, babasının hapiste şehit edilişini ve kendisinin Horasan'a zorunlu olarak hicret edeceğini bilmesi neticesinde [ve dolayısıyla bu olaylardan haberdar olan Hz. Mâsume'nin, evlendiği takdirde gurbette olacak kardeşinin yanında olamayacağı endişesiyle] evlenmediği düşünülebilir.

Hz. Mâsume'nin Hicaz'dan İran'a Hicreti

Memun, H. 200 yılında gönderdiği sayısız mektuplarla İmam Rıza'yı (a.s) Horasan'a davet etti. İmam da, istemeyerek de olsa bu daveti kabul etmek zorunda kaldı. Memun'un göndermiş olduğu kervanla Horasan'a geldi.

Ertesi yıl (H. 201), Hz. Mâsume, kardeşi İmam Rıza'yı (a.s) ziyaret etme amacıyla Horasan'a hareket etti. Ancak, Hz. Mâsume'nin bu yolculuğu, görünüşte kardeşini ziyaret etmek için olsa da, gerçekte İmam Rıza'nın (a.s) velayetini savunmak ve rehberliğini takviye etmek için yaptığı anlamlı ve büyük bir hicretti.

Hz. Mâsume, Horasan'a doğru ilerlerken Sâve'ye ulaştı. Sâve'den Kum'a gelişi hakkında çeşitli görüşler vardır.

Ancak bu konuda en sağlam ve en iyi kaynak, IV. yüzyılda yazılan ve Merhum Allame Meclisî, Muhaddis Kummî ve diğer bazı büyük alimlerin adından güvenle söz ettikleri Hasan b. Muhammed'in Tarih-i Kadim-i Kum adlı kitabıdır.

Allame Meclisî Biharu'l-Envar'da, Muhaddis Kummî Sefinetu'l-Bihar'da[187] bu konuyla ilgili olarak Hasan b. Muhammed'in görüşünü şöyle açıklarlar:

İmam Rıza (a.s), Memun'un daveti üzerine H. 200 yılında Medine'den Horasan'a gitti. Hz. Mâsume de, kardeşini görmek için H. 201 yılında Medine'den Horasan'a doğru hareket etti. (Bu uzun yolculukta Hz. Mâsume, kardeşlerinden ve hizmetçilerinden bazılarını da yanına almıştı.) Sâve'ye ulaştıklarında Hz. Mâsume hastalandı. Yanındakilere Kum'a ne kadar yol kaldığını sordu. On fersahlık yolları kaldığını söylediler. Bunun üzerine hizmetçisine Kum'a doğru hareket etmelerini emretti. Böylece Kum'a geldiler. İmam Rıza'nın (a.s) ashabından Musa b. Hazrec b. Saad Eş'arî'nin evinde misafir oldular.

Ancak, daha doğru olan rivayet şudur: Hz. Fatıma Mâsume'nin Kum'a geldiği haberi Saad ailesine ulaştığında hep birlikte onu karşılamaya ve Kum'da kalması için davet etmeye gittiler. Musa b. Hazrec, Hz. Mâsume'nin kervanına ulaştı. Yüce hanımefendinin devesinin dizginini tutarak Kum'a getirdi ve Hz. Mâsume'yi kendi evinde ağırladı. Ne var ki, 16 veya 17 gün geçmemişti ki Hz. Mâsume dünyaya gözlerini kapadı ve Saad ailesini yasa boğdu.

Evet, Hz. Mâsume, büyük acılar çekti. Babasını ve kardeşini görmeyi çok arzu etmesine rağmen bu arzusuna ulaşamadı. Hüzünlerle dolu bir hayatın ardından dünyaya veda etti.

Hz. Mâsume, Kum'da bulunduğu müddetçe kardeşinin hicranına duyduğu hüzünle ağlıyordu.

Musa b. Hazrec'in evinde ibadet için ayrılan özel bir bölüm vardı. Bu yer, günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Bugün, üzerine talebelerin kaldığı yurtlar inşa edilen bu binanın hemen yanında görkemli bir mescit vardır.

Burası, günümüzde Kum'un Meydan-ı Mir semtinde yer alan Medrese-i Settiye[188] adıyla bilinir.[189]

Diğer Bir Rivayete Göre Hz. Mâsume'nin Kum'a Gelişi

İmam Musa Kazım (a.s) hapse atıldığında oğlu İmam Rıza'ya (a.s) kızlarının bakıcılığını üzerine almasını, kızlarına da daima kardeşleri İmam Rıza'ya (a.s) itaat etmelerini vasiyet etti.

Hz. Mâsume, babası şehit edildiğinde (H. 183) henüz on yaşındaydı. Çocukluğunun büyük bir bölümünü (hapiste olan) babasının ayrılık acısıyla geçirdi.

Babası hapiste olduğu için ağabeyi İmam Rıza'nın (a.s) terbiyesi altında büyüdü. Tek dayanağı olan kardeşi zorunlu olarak Horasan'a gittiğinde, Medine'de bir yıl kardeşinden uzak yaşadı. Ama onun bu hicranına dayanamıyordu. Sonunda, Horasan'a gitmeye karar verdi. Bir kısım yakınlarıyla Medine'den ayrılarak Horasan'a doğru hareket etti. Ancak Sâve'ye vardığında hastalandı...

Bazıları, Hz. Mâsume'nin hastalığı konusunda şöyle yazarlar:

Sâve halkı, o dönemlerde Peygamber hânedanına katı düşmanlıklarıyla tanınırlardı. Bu nedenle Hz. Mâsume'nin  kervanı Sâve'ye vardığında Sâveliler kervana hücum etti. Çok şiddetli bir çatışma çıktı. Bu çatışmada Hz. Mâsume-'nin kardeşleri ve yeğenleri şehit oldular. Hz. Mâsume, tıpkı (Kerbela kahramanı) halası Hz. Zeynep gibi, onların paramparça bedenlerini görünce (23 kişiydiler) çok üzüldü ve bu üzüntüyle hastalandı.[190] Daha sonra Kum'a hareket etti. Hastalığı burada da sürdü ve 16-17 gün sonra vefat etti.

Başka bir rivayete göre; Harun b. Musa b. Cafer (a.s), kız kardeşi Hz. Mâsume'nin de içinde bulunduğu 23 kişiyle birlikte kervan hâlinde Sâve'ye girdi. Ehl-i Beyt düşmanları, Harun yemek yediği bir sırada ona saldırdılar ve şehit ettiler. Kervanın diğer fertleri ise olaydan yara alarak kurtuldu.

Bir rivayete göre; Hz. Mâsume'nin yemeğine zehir döktüler.[191] O yüce hâtun bu yemekle zehirlenerek hastalandı. Çok geçmeden Kum'da şehit oldu.

Bazılarının nakline göre ise, Hz. Mâsume Sâveli bir kadın tarafından zehirlemiştir.[192]

Hicran Acısı

Hicrî 201 yılında, İmam Rıza (a.s)'ın şehadetinden yaklaşık iki yıl önce (H. 203) gerçekleşen bu olay, İmam için ikinci bir musibet sayılırdı. Kardeşine kavuşma arzusuyla uzun yollar kat eden ancak, yarı yolda, tüm sevdiklerinden uzakta mazlumca şehit olan kız kardeşinin acısıydı bu.

Hz. Mâsume'nin elim şehadeti, İmam Rıza'nın (a.s) yüreğini derinden yaralamıştı. Öte yandan Hz. Mâsume, ayrılık ateşiyle yanan kalbini vuslata dönüştürememenin verdiği hüzünle, kardeşiyle görüşebilme ümidiyle, göz yaşlarıyla şehit olmuştu.

Asrımız şairlerinden Hisan, bu konuda şöyle der:

Tus beldesine gitmek için gelmişti Medine'den

Yorgun bir yolcuydu Mâsume

Kardeşini görmek için çıkageldi ama

Görünceye dek dili hep duadaydı Mâsume

Gece gündüz aşk ile çöllerde dolaştı

Vefalı bir kız kardeşti Mâsume [193]

İmam Rıza (a.s), şehadetinde, tıpkı yegâne evladı İmam Cevad'ı (a.s) yâd ettiği gibi muhtemelen Hz. Mâsume'yi de yât etmiş olacak ki, şair şöyle der:

Gurbette ölüyorum ama ailem başucumda değil

Yazık ki Mâsume'nin yüzünü göremedim

Yüreğim onun hasretiyle yüz kere parçalandı

Ne var ki mahbubun yüzünü gene göremedim

Merhum Muhakkik Karanî de bu konuda şöyle bir şiir okumuştur:

O kadar bekledim ki saçlarım ağardı

Göz yaşlarım yüzümü yaraladı, ağladıkça

Gece gündüz babamın yolunu bekledim

Ama nasip olmadı gül yüzünü koklamak

Ardından felek, kardeş hicranını reva gördü bana

Bir firakın kapısını daha yüzüme aralayarak

Gülistan hazan oldu; gül, avucumdan koptu, gitti

Gülümü nerde arayayım diye şaşkınım şimdi

Medine'den Horasan'a binlerce yol var

Kardeşime varmak için sevinçle, hızla giderim

Belki gül yüzünü tekrar görür

Yitik Yusuf'umun yanında derdimi dökerim[194]

Hz. Mâsume'nin Toprağa Verilmesi

Eskiden, Hz. Mâsume'nin türbesinin bulunduğu yere Bablân denirdi. O yüce hâtunun pak bedeni defnedilmeden önce burada hiçbir bina yoktu. Alan, aynı zamanda Hz. Mâsume'ye ev sahipliği de yapmış Musa b. Hazrec'e aitti. Kum'un önde gelen isimlerinden biri olan Musa,  bu toprakları Hz. Mâsume'nin defni için tahsis etti.

Saad ailesi, Hz. Mâsume'nin pak bedenini toprağa vermek üzere bu alanda bir kuyu kazdı. Gusül ve kefen işlemlerinden sonra nâşı buraya getirildi. Ancak, cenazeyi kimin kuyuya yerleştireceği konusunda Saad ailesi arasında görüş ayrılığı çıktı. Sonunda yaşlı, takvalı ve salih biri olan Kadir adlı bir seyidin bu iş için uygun olacağı kararlaştırıldı.

Seyit Kadir'i bulup getirmek için yola koyulduklarında çöl tarafından gelmekte olan yüzleri örtülü iki atlıyla karşılaştılar. Kim oldukları bilinmeyen bu kimseler, atlarından inerek Hz. Mâsume'ye cenaze namazı kıldılar. Daha sonra kuyuya inerek cenazeyi yerleştirdiler. İşlerini tamamladıktan sonra tekrar atlarına binerek oradan ayrıldılar. Yüzleri örtülü olduğu için kimse o iki zâtın kim olduğunu öğrenemedi.

Daha sonra Musa b. Hazrec, mezarın üzerine kamışlardan oluşan bir gölgelik yaptı. IX. imamın [Muhammed Taki (a.s)] kızı Zeyneb, Kum'a geldiğinde bu gölgeliği kaldırtarak yerine bir kubbe yaptırdı.[195]

Bir müddet sonra İmam Cevad'ın (a.s) torunu Ümmü Muhammed vefat ettiğinde cenazesi Hz. Mâsume'nin mezarının kenarına defnedildi. Bir süre sonra da Ümmü Muhammed'in kız kardeşi Meymûne vefat etti. Onun da cenazesi Hz. Mâsume'nin mezarının yanında toprağa verildi.

Bu iki hâtunun mezarlarının üzerine ayrı bir kubbe yapıldı. Daha sonraları İmam Cevad'ın (a.s) oğlu Musa'nın kızı Bureyhiye de vefat ettiğinde onu da aynı yerde toprağa verdiler.[196]

Merhum Muhaddis Kummî, bu hanımların dışında başka hanımların da Hz. Mâsume'nin yanına defnedildiklerini yazar. İmam Cevad'ın (a.s) kızı Zeyneb, Muhammed b. Musa Mubarka'ın (a.s) cariyesi Ümmü İshak ve Muhammed b. Ahmed b. Musa Mubarka'ın (a.s) cariyesi Ümmü Habib, bunlardan bazılarıdır. [197]

Buna göre imamzâdelerden altı kişi, Hz. Mâsume'nin mezarının yanı başında defnedilmişlerdir.[198]

Hz. Mâsume'yi ziyaret edenler, onları da yâd etmek isterlerse kısaca şu cümlelerle ziyaret edebilirler:

"Esselamu aleykunne yâ benâti rasulillah, esselamu aleykunne ve rahmetullahi ve berekâtuh."

"Selam olsun size ey Peygamber kızları! Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi sizlere olsun."

11 Asır Sonra Çürümeyen Bedenler

Nasrettin Şah (ö. 1313 H.) döneminde, mucizevî bazı ilginç olaylar meydana gelmiştir. Bu konuda şöyle anlatılır:

Merhum Ayetullah Hacı Aga Hüseyin Müçtehid[199] der ki: Hz. Mâsume'nin haremi mermer taşlarıyla döşenirken mezarının ayak ucundan kuyuya doğru bir delik açıldı. Kuyunun tamire ihtiyacı olabilir düşüncesiyle, birkaç kişinin kontrol amacıyla kuyuya inmesi kararlaştırıldı. Bu görevi yerine getirmek amacıyla iki salih ve imanlı hanımefendi belirlendi. Hanımlar, yanlarına ışık alarak kuyuya indiler. Hz. Mâsume'nin mezarının o kuyuda olmadığını gördüler. Kuyu, Hz. Mâsume'nin mezarının ayak ucundaydı ve içinde adeta yeni hayata veda etmiş üç pak naaş vardı. Bunlardan biri (beyaz tenli) hanımefendi, diğer ikisi de siyah tenli cariyeler idi.[200]

Tarih kitaplarından elde edilen bilgilere göre, hanımefendinin, İmam Cevad'ın (a.s) oğlu Musa Mubarka'ın kızı Meymûne olduğu; cariyelerin de Ümmü İshak ile Ümmü Habib oldukları anlaşılmaktadır.

Evet, ölümlerinin üzerinden 11 asır geçmesine rağmen mübarek bedenleri hiç değişmemişti. Onlar, Peygamber efendimizin (s.a.a) sözünün tecellileri idiler. Zira Resul-i Ekrem (s.a.a) bu konuda şöyle buyurmuştu: "Allah, bizim etimizi yeryüzüne haram kılmıştır. Yer, asla bizim etimizi yemez."[201]

HZ. MÂSUME'NİN FAZİLETİ

Tanımak, dinin temelini oluşturur. İnancı açığa vurmak ve hakkı tanıyarak iyi şeyler yapmak, inanca ve amele daha fazla değer verir.

Nitekim, İmam Ali de (a.s) bu konuda Kumeyl'e şöyle buyurmuştur: "Marifete (hayrını ve şerrini bilmeye) ihtiyaç duymadığın hiçbir hareket yoktur."[202]

İmam Rıza (a.s), kız kardeşi Hz. Mâsume'nin türbesini ziyaret etmenin sevabı hakkında şöyle buyurmuş: "Kim onu hakkıyla (tanıyarak) ziyaret ederse cenneti hak eder."[203]

Yine, İmam Rıza'dan (a.s) nakledilen Hz. Mâsume'nin ziyaret namesindeki şu cümle, dikkat çekicidir:

"Allah'tan dileriz ki, size olan marifetimizi (sizi hakkıyla tanımayı) bizden almasın. Şüphesiz, Allah, güçlü velayet sahibidir."

Tüm bu yazılanlardan şu sonuca varıyoruz ki, her şeyden önce imamları (a.s) ve Hz. Mâsume gibi büyük şahsiyetleri hakkıyla tanımak gerekir. Zira, sevap ve derece elde etmenin özünde de onları tanımak yatar.

Burada, Hz. Mâsume'yi daha iyi tanımamıza yardımcı olacak on örnekle yetineceğiz:

1- Hz. Peygamber'in (s.a.a) Öz ve Manevî Evladı

İmam Rıza (a.s)'dan nakledilen Hz. Mâsume Ziyaret-namesi'nde İmam (a.s), bu yüce bânuyu şu unvanlarla yâd etmiştir:

Allah Resulü'nün (s.a.a) kızı, Fatıma ve Hatice'nin (s.a) kızı, Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin (a.s) kızı, Hasan ve Hüseyin'in (a.s) kızı, Allah'ın velisinin [İmam Kâzım (as.)] kızı, Allah'ın velisinin [İmam Rıza (a.s)] kız kardeşi, Allah'ın velisinin [İmam Cevad (a.s)] halası.

Bu tabirler, sadece nesebî yüceliğini açıklamak için değildir. Aksine, bunun yanı sıra şunu da açıklamaktadır ki, Mâsume (s.a), manevî ve ilahî makamıyla gerçekten Hz. Peygamber'in (s.a.a), Hz. Fatıma Zehra'nın (s.a), Hz. Hatice'nin ve masum imamların hem öz, hem de manevî kızlarıydı.

2- Hz. Mâsume'nin Paklığı

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: "Hz. Mâsume'yi Kum'da ziyaret eden, beni ziyaret etmiş gibidir."[204]

Hz. Mâsume'nin paklığına ve yüce makamına dair bir çok deliller vardır. Ayrıca İmam Rıza'nın (a.s) yukarıdaki sözü, Hz. Mâsume'nin bu makama sahip olduğunu açıkça göstermektedir.

Öte yandan asıl ismi, Fatıma Kübra'dır. "Mâsume" lakabını ona veren İmam Rıza'nın (a.s) kendisidir. Hz. Mâsume'yi ziyaret etmenin sevabı da İmam Rıza'yı (a.s) ziyaret etme sevabıyla aynı  tutulmuştur.

Hz. Mâsume'nin paklığının bir diğer göstergesi ise rivayetlerde de geçen yüzü örtülü iki meçhul kişinin gaipten gelerek onun cenazesini defnetmeleridir. Zira bize göre, mâsumu ancak mâsum defnetmelidir. Büyük bir ihtimalle bu iki kişi, İmam Rıza (a.s) ile İmam Cevad (a.s) idi.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Peygamberler ve on dört masumun dışında acaba bu yüce makama sahip olan başkaları da var mıdır?

Cevap olarak şunu söylemeliyiz ki; ismet makamı, pak ve temizliğin mânen en üstün makamıdır. Bu makam, iki kısma ayrılır:

1- Hatadan masum.

2- Günahtan masum.

Hz. Mâsume, Hz. Zeyneb gibi, her ne kadar on dört masumun derecesinde olmasa da günahlardan masumdur. Zira on dört mâsum, günahtan masum olduğu gibi, hatadan da masumdur.

Her halükârda nübüvvet ve imamet bahçesinden değerli bir gül olan Hz. Mâsume'nin bereket dolu varlığı, Kum için "bedende bir ruh" gibi olmuş, manevî parlaklığıyla bu diyara ayrı bir değer katmış ve gerek Kum'a gelişi, gerekse buradaki anıları, Kum'un azametini daha da yüceltmiştir.

O, pak bir sülale olan imamet ve velayet hazinesinden ve varlık aleminin sedeflerinden, her geçen gün Kum'un görkemini artıran paha biçilmez bir mücevherdir.

Şeyh Zeki Bağban, meşhur kasidesinde şöyle der:

Kum, Mâsume'nin asaletiyle sefa buldu

Berrîn cennetinin bağı gibi nurla doldu

Padişahlar dahi dergâhına sığındı

Şüphesiz, cennete gidilir bağış yoluyla

Günahkârın naşına Kum tozu konmaz.

Ben de, naçizane, kendi çapımda Hz. Mâsume'ye itha-fen şöyle bir şiir yazdım:

Ey Kum toprağı, sen et artık iftihar

O kutlu cevherden ve o hükümdarın kızından

Bütün topraklara karşı izzet senindir

Her dem, her lahza sürur senindir

Söyle gökyüzüne, çekinme yıldızlardan

Bende şeref yıldızı, parlak güneş var

İmam kızı, İmam kardeşine deri

Hem İmam halası, hem ismet yarısı

Şia daim sıdk ile hitap eder

Mustafa ile Zülfikâr'ın kızına

Ey ismet bağının biricik cevheri, şeref yakutu

Sensin faziletlerin ve mânanın membaı

Kapının toprağı gözbebeği oldu bize ve hep olacak

Yüzündeki şefkat ise yârin aynası, O'nun anısı

Sadakat ve iltica sırrıyla melekler

Sarayında sana saygı ve tevazu gösterirler

Kurbanın olsunlar, dergâhına köle olsunlar ey yüce

Ey dokuz sedefin iffet ve vakârı olan cevher

Senin nurunla ayakta, görkemli İlim Havzası

Ve senin lütfünle nurunu her yana saçmakta

Olaylar, tehlikeler, iniş ve çıkışlar arasında

Şu değerli yârine sen ol sığınak, sen ol yâver

Yarasalar senin nurunla yolunu bulur

Senin varlığınla düşmanın gözü tarumâr olur

Bundan böyle şefaatçimiz ol, mahşer gününde

Ey yüreği burukların şefaatçisi, Allah katında

O'nun lakabı "Şefîa" olduktan bu yana

Ne olursa olsun, ziyaretinde "işfi'î" söyle

Sadakat ve kulluk gizemiyle dolu Muhammedî koku var onda

Sabah akşam, lütfünün gölgesinde bahardayım

Evet, İmam Rıza (a.s), Hz. Mâsume'yi ziyaret ederken ona hitaben şöyle söylememizi bize öğretmiştir:

"Ey Fatıma (Mâsume)! Cennete girebilmem için bana şefaatçi ol. Çünkü senin, Allah katında yüce bir makamın var."[205]

3- İmam Sadık'ın (a.s) Hz. Mâsume Hakkında Sözleri

Hz. Mâsume'nin özel bir makama sahip olduğunu gösteren bariz delillerden biri de, henüz o doğmadan, hatta babası dahi dünyaya gelmeden İmam Cafer Sadık'ın (a.s) onun hakkında buyurduğu sözlerdir.

Bu sözler, peygamber ailesinden gelen bu hatunun özel ve yüce değerlere sahip olduğunu ve ilahî kişiliği bulunduğunu açıkça göstermektedir. Örnek olarak, şöyle sıralamak mümkündür:

1- Şiîlerden biri İmam Cafer Sadık'ın (a.s) huzuruna çıktı. İmam'ın (a.s) beşikte bir bebekle konuştuğunu gördü. Oldukça şaşırmıştı. İmam'a (a.s) dönerek, "Yeni doğan bir bebekle mi konuşuyorsunuz?" diye sordu. İmam Sadık (a.s), "Eğer istiyorsan gel, sen de konuş" dedi.

Bu Şiî, olayın devamını şöyle anlatır: Beşiğe yaklaşıp selam verdim. Bebek, selamımın cevabını verdi ve bana "Yeni doğan kızına verdiğin ismi değiştir. Zira Allah, o isimden hoşlanmaz" dedi. (Bu kimsenin, olaydan birkaç gün önce bir kız çocuğu olmuş, adını da Humeyra koymuşlardı.) Yeni doğan çocuğun konuşması, gaipten haber vermesi ve hatamı düzeltmeye çalışması beni daha da şaşkına çevirmişti. Bunun üzerine İmam Sadık (a.s), bana şöyle buyurdu: "Şaşırma, bu çocuk oğlum Musa'dır (a.s). Allah, onun neslinden bana bir kız verecek. Adı, Fatıma-'dır. O, Kum toprağında gömülecek. Kim onu Kum'da ziyaret ederse, cennet ona vacip olur."[206]

2- Yine İmam Cafer Sadık (a.s), Hz. Mâsume henüz dünyaya gelmeden onun hakkında şöyle buyurmuştur: "Pek yakında Kum'da benim evlatlarımdan Fatıma isminde bir hâtun defnedilecek. Kim onu ziyaret ederse cennet ona vacip olur.[207]

İmam Musa Kâzım'ın (a.s) Hicrî 128'de dünyaya geldiğini, Hz. Mâsume'nin de 173 yılında doğduğunu göz önünde bulundurursak, İmam Sadık'ın, (a.s) bu sözü Hz. Mâsume'nin doğumundan 45 yıl önce söylemiş olduğu sonucuna varırız.

İmam Sadık (a.s) bir başka rivayette de şöyle buyurmuştur: "Benim kızlarımdan bir hâtun, Kum'da vefat edecek ve onun şefaatiyle tüm Şiîlerim cennete girecektir."[208]

Bu gaybî haberler, aynı zamanda Şiîleri bu yüce hâtunun kutsal hedeflerine davet etmektedir.

4- Baban Sana Feda Olsun!

Hz. Fatıma Zehra’nın (a.s) faziletlerinden biri de, Hz. Peygamberin defalarca onun hakkında söylediği “Babası ona feda olsun”[209] sözüdür.

Peygamberimizin söylediği bu söz, Hz. Fatıma’nın makamının yüceliğini ve saygınlığını beyan etmektedir.

Hz. Mâsume hakkında da buna benzer sözler, babası İmam Kazım (a.s) tarafından söylenmiştir. Bu konuyla ilgili olarak aşağıda yer alan anlamlı olayı naklediyoruz.

Ayetullah Uzma Seyit Ebu’l-Kasım Hoî'nin ilk damadı olan Merhum Ayetullah Müstenbit, IX. yüzyılın alimlerinden Salih b. Arendes’in Keşfu’l-Leali kitabından[210] şöyle nakleder:

İmam Kâzım (a.s) döneminde bir grup Şiî, sorularına cevap almak kastıyla Medine’ye geldi. Ancak İmam (a.s) yolculukta olduğundan geri dönmek zorunda kaldılar. Bir sonraki seferde sorularını bir kâğıda yazarak İmam Kâzım'ın (a.s) ailesine bırakmak istediler. Ancak, İmam’ın kızı Hz. Mâsume, buna fırsat vermeden bütün sorularına cevap verdi. Şiîler, cevapları alınca vatanlarına doğru yola koyuldular. Yolda İmam Musa Kâzım (a.s) ile karşılaşınca konuyu ona da anlattılar. İmam, Hz. Mâsume’nin yazdığı cevapları onlardan alarak gözden geçirdi. Hepsini doğru buldu ve üç defa şu cümleyi tekrar etti: "Babası ona feda olsun!"

O dönemde Hz. Mâsume'nin yaşının küçük olduğunu da göz önüne alırsak, bu olay, onun ilim ve marifet derecesinin büyüklüğünü ve eşsiz makamını gösteren bir kanıt olarak ortaya çıkar.[211]

5- İmamların (a.s) Sağlam Delili

Hz. Mâsume'nin hayatını konu alan bilgiler, büyük ölçüde tarih sayfalarından kaybolmuştur. Bunun sebebi ise, dönemin baskıcı yönetimi ve bu yönetimin Ehl-i Beyt'in hayatını ve faziletini yazan kaynaklardan duyduğu endişeler idi. Bununla birlikte günümüze kadar gelenlerle de bazı gerçekleri açıklamak mümkündür.

Hz. Mâsume'nin özelliklerinden biri de İslamî ilimleri ve Ehl-i Beyt maarifini çok iyi  bilmesi idi. Aynı zamanda bu ilmi insanlara ve gelecek nesillere nakleden eşsiz ravilerindendi.

Nitekim, yukarıdaki rivayetten de bu konu anlaşılmaktadır. Bu yüzden olacak ki, İmam Kâzım (a.s) o eşsiz bânu için, "Babası ona kurban olsun" diyordu. Çünkü onun varlığı, babası İmam Kâzım (a.s) için sağlam/ emin bir dayanaktı. Nitekim Hz. Mâsume’nin ziyaret nâmesinin bir bölümünde şöyle denilmektedir: "Selam olsun sana ey Fatı-ma, ey Musa b. Cafer'in kızı, onun hüccet ve emini!"[212]

Buna göre Hz. Mâsume, babası İmam Musa Kâzım'ın (a.s) insanlık için hücceti ve emanetçisi idi. Dolayısıyla o, Allah'ın hücceti, emini ve ilahî emanetin koruyucusu idi.

Hz. Mâsume'den bize yeteri kadar rivayet ulaşmamıştır. Elimize ulaşan az sayıda rivayetten bazıları şunlardır:

1- el-Gadir'de yazılan bilgilere göre, birçok Ehl-i Sünnet kaynağında, “Gadir” ve “Menzilet” hadisleri, Hz. Mâsume’den nakledilmiştir. Bu hadisler şöyledir:

“İmam Kâzım'ın (a.s) kızları Fatıma (Mâsume), Zey-neb ve Ümmü Kulsûm,  İmam Cafer Sâdık (a.s) kızı Fatı-ma’dan, o da İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) kızı Fatı-ma’dan, o da İmam Zeynelabidin (a.s) kızı Fatıma’dan, o da İmam Hüseyin'in (a.s) kızları Fatıma ve Sakîne’den, onlar da Peygamberimizin (s.a.a) kızı Fatıma'nın kızı Ümmü Kulsûm’dan ve o da annesinden (Allah onlardan razı olsun) şöyle nakleder:

[Hz. Fatıma Zehra, Hz. Ali'nin (a.s) hilafetini gasp edenlere şöyle seslendi:]

“Siz Allah Resulü'nün (s.a.v) Gadir-i Hum'da söylediği ‘Ben kimin Mevla'sı isem Ali de onun Mevla'sıdır’ cümlesini ve ‘Ey Ali, senin bana yakınlığın Hârun'un Musa'ya olan yakınlığı gibidir’ sözlerini duymadınız mı?[213]

2- Yukarıdaki senetle Hz. Mâsume, Hz. Fatıma Zehra'dan şu rivayeti nakleder: Allah Resulü'nün (s.a.v) şöyle buyurduğunu duydum: Miraca gittiğimde cennete girdim. İçinde beyaz benekli yakuttan örülmüş bir saray vardı. Kapısı, inci ve yakutla bezenmiş, üzerine de bir perde asılmıştı. Başımı kaldırdım ve kapıya baktım. Üzerinde şöyle yazıyordu: ‘Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed (s.a.v) Allah’ın elçisidir, Ali insanların velisidir.’ Perdede de bir yazı vardı. Orada da şöyle yazılıydı: ‘Ne mutlu Ali Şiasına! Onun gibisi var mı?’

Saraya girdim. İçerisi, kızıl benekli akiklerle döşenmişti. yeşil yakutla süslenmiş gümüş bir kapısı ve kapının üzerinde bir perde vardı. Başımı kaldırdığımda kapıda şöyle yazdığını gördüm: Muhammed Allah'ın elçisi, Al,i Mustafa'nın vasisidir.

Perdede de şöyle yazılıydı: Ali Şiîlerine asilzade olduklarını müjdele!

Sarayın ortasına kadar ilerlediğimde yeşil benekli zümrütten  örülmüş başka bir saray daha gördüm. Öyle ki, ondan daha güzel bir saray hiç görmemiştim. İncilerle süslenmiş kızıl yakuttan bir kapısı vardı. Üzerinde de bir perde vardı. Başımı kaldırdığımda perdede şöyle yazılı olduğunu gördüm: "Ali'nin Şiası, asıl kurtuluşa erenlerdir."

Back Index Next