Back Index Next

Bu büyük insan, Havza'yı yüzeysellikten ve içine kapanık bir gidişattan kurtardı. Siyaset ve irfan sözünden korkuya kapılan Havza'yı siyasetin önderi kıldı. Fıkıh dersleri yanı sıra irfan eğitimi de veren bir Havza yarattı. Talebeleri inziva köşelerinden çıkararak cihat, şehadet, siyaset ve irfan meydanlarına taşıdı. Arap edebiyatı gibi farklı dallarda dahi havzanın değişimini sağladı.

İmam Humeynî (r.a) yenilenen havzanın öğrencilerine hitaben şöyle sesleniyordu:

“Selam olsun ruhaniyetin her zaman yaşayan kahramanlarına! Onlar ilmî ve amelî risalelerini şehadet kanlarıyla yazdılar. Halka hitabelerinde hayat mumlarını yakarak karanlıklara ışık oldular. Ne mutlu havzanın ruhanî (ilim adamı) şehitlerine! Bununla iftihar etseler, yeridir. Onlar savaş zamanında ilgi duydukları derslerini ve medreselerini tatil ettiler; dünya arzularını hakikî ilimden uzaklaştırdılar, (üzerlerindeki yükün) hafifliğiyle arştakilere misafir oldular ve melekût aleminde bulunanlarla birlikte varlık şiiri okudular.

Onlar, ariflerin zikir halkasını, havza ve ruhaniyetin münacat ehillerinin seher dualarını derk edenler olarak şehadetten başka arzu görmediler.”[145]

İmam Humeyni'nin İslamî İlimler Havzası'nın gelişmesine verdiği önem o kadar fazlaydı ki, yazdığı bir şiirde İmam Mehdi’ye (a.f) hitaben şöyle diyor:

Kum İlim Havzasını tanıt bütün aleme

Müslümanların kurtuluş gemisine yelken olsun

Hayrını isteyene bağışta bulun sonsuza dek

Kötülük dileyene de daima göğün belasını ver

Güllerle dönüşsün bu topraklar, gül bahçesine

Dinle feyizlensin âlem, cennete dönsün

Her hazan, dostlarına bahar olsun

Her bahar, düşmanlarına hazan olsun[146]

O büyük insan, Allah’a manevî yönelişin ve irfanın tohumlarını ilahî aşk esasına dayanarak Havza öğrencilerinin kalplerine ekti. Öyle ki, bu tohumlar büyük bir alanda filizlendi ve meyve verdi.

Esfar, Futuhat-ı Mekkiye, Fususu’l-Hikem ve Misba-hu’l-Münîr gibi kitapları bu aşka ulaşmak için vesile kıldı. Bunu yaparken eserlerindeki ıstılahlara takılmadı. Manevîyata kanat açmaktan da geri kalmadı. İmam, bu konuda şöyle der:

"Kıralım felsefe ile irfan aynasını

Bu kafilenin putundan uzaklaşalım

Evden, medreseden kopup da

Elimizle itip varlığı, bilge olalım

Gençlik yıllarında manidar ıstılahların anlamlarıyla uğraşıp durdum. Ne onlardan bir cemiyet hasıl oldu, ne de bütün o derinliğiyle Esfar-ı Erbaa’dan bir hâl edindim; dosta seferden alıkoydu beni. Ne Futuhat'tan bir fetih elde ettim, ne de Fususu’l-Hikem’den bir hikmet alabildim. Nerde kaldı diğer kitaplar!..

Futuhat'tan fetih olmadı, Misbah'tan nur çıkmadı

Onun elbisesinde ne istediysem gönül aldattı"[147]

İmam, kendisine birkaç irfanî kitap tavsiye etmesini isteyen ailesinden bir hanımefendiye şöyle demişti: “Kızım! Perdeleri kaldırmaya çalış, kitapları yığmaya değil.”

İşte bu nedenledir ki irfanî kitapları, insanı Hak Taala'ya ulaştıran bir vesile olarak gören İmam, vesile olarak kullanıldığı takdirde onu bir nur olarak addediyordu. Aksi taktirde onlar, İmam'a göre tekâmül yolunda engel idiler.

Evet, o, bütün araştırmacıları, özellikle de Havza ehlini baştan ayağa değişime çağırdı ve bu alanda büyük bir başarı elde etti. Şems Magribî’nin dediği gibi:

Güzel düşün ki güzel göresin

Kabuğunu değiştir ki akıl göresin.

Havza'nın Toplumsal, Kültürel ve Siyasî Değişimine Bir Bakış

Her ne kadar İlim Havzası'nın asıl işi öğrenip öğretmek ise de asla hedefi bu değildir. Aksine eğitim, yüce hedeflere ve insanî kemale ulaşmak için bir vesile olmuştur. Bu esas üzere Kum İlim Merkezi, tüm imkânları dahilinde kültürel, toplumsal ve siyasal alanlar yanı sıra insanların kemale ermesini sağlayacak her türlü yapılanmaların merkezi ve başlangıç noktası olmuştur.

Bu kitapta, özet olarak bu yapılanmalardan bazılarına değiniyoruz:

Kültürel Değişiklikler

İslam kültürü, her yönüyle ilme önem veren en zengin kültürdür. Derin, anlaşılır ve kapsamlı bir kültür olduğundan, dünyanın çeşitli kültürleri için bir başlangıç olmuştur.

İlim havzaları, özellikle de Kum İlim Havzası, bu kültürün ürünü olmakla beraber, daima İslam kültürünün sunucusu ve koruyucusu olmuş, bu alanda birçok hizmetler sunmuştur. Ebu Ali Sina (İbn-i Sina), Hace Nasîr Tûsî, Allame Hillî, Vahid Behbehanî, Molla Sadrâ Şirazî vb. gibi onlarca ilim adamı edebiyat, mantık, felsefe, irfan, matematik, doğa bilimi ve tıp gibi ilim dallarında ün yapmış ve alanlarında söz sahibi olmuş kimselerdir.

Tüm bunlar, ilmî havzalarda yetişmiştir. Bu havzaların başında yer alan Kum İlim Havzası da, bu alanda çok önemli adımlar atmış ve büyük ilim adamları yetiştirerek fevkalade kültürel hizmetler sunmuştur.

Havza'nın çatısı altında çeşitli dallarda kitap telif edilmiş, zengin içerikli büyük kütüphaneler kurulmuştur. Bu kütüphanelerden bazılarında mevcut kitap sayısı, yüz binlerle ifade edilmektedir.

Bazı araştırmacılar, bu konuda şunları söylemiştir: "Eğer Meşhed'deki Asitane-i Kuds-i Razeviye Kütüphanesi, Tahran'daki Meclis Kütüphanesi ve Kum'daki Ayetullah Uzma Mer'aşî Kütüphanesi raflarından havzalarda yetişen büyük din alimlerinin eserlerini çıkaracak olursak, dağılmış ve toza karışmış birkaç kitap dışında geriye bir şey kalmaz. Bu kütüphaneleri değerli kılan, havzada yetişen şahsiyetlerin sağlam ve kapsamlı eserleridir."[148]

Örnek olarak, IV. yüzyılın büyük alimi Şeyh Saduk [Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Babeveyh (ö. 381 H.)], IV. asırda Kum İlim Havzası'nın yetiştirdiği büyük ilim adamlarından biridir. Hicrî 343 yılında, Kum kentinde hayata veda eden İbn-i Velid Kummî'nin öğrencisi olan Şeyh Saduk, bu dönemde sınırlı olanaklara rağmen fıkıh, hadis, kelam, rical vs. alanlarda yaklaşık üç yüz cilt kitap yazmıştır. Şia'nın en önemli ve temel kaynak kitaplarından biri olan Men Lâ Yehzuruhu'l-Fakih de bu değerli eserlerinden biridir.[149]

İlim havzasındaki kültürel değişiklikler, Ayetullah Uzma Burucerdî döneminden günümüze kadar oldukça hızlı bir ilerleme kaydetti. Bu konu öylesine uzundur ki, müstakil bir kitapta  rahatlıkla incelenebilir.

Sözün kısası, toplumsal ve siyasal değişikliklerin temelinde kültürel devrim yatar, diyebiliriz.

Kum ilim havzası her asırda, özellikle de günümüzde kültürel değişikliklerin öncülüğünü yapmış ve bu doğrultuda çok büyük pay sahibi olmuş bir kuruluştur.

Diğer bir örmek el-Mehasin kitabının yazarı Ahmet b. Muhammed b. Halid Berkî,[150] III. yüzyılda Kum'un önde gelen muhaddis ve ilim adamlarından biri idi. Dönemin Kum İslamî İlimler Havzası'nın öncülerinden fakih Şeyh Celil Ebu Cafer (Ahmed b. Muhammed b. İsa Kummî), Ahmed b. Muhammed Berkî'yi mürsel[151] hadislere dayandığı ve güvenilir olmayan rivayetleri naklettiği için Kum'dan sürdü ve daha sonra tekrar geri çağırdı.[152]

Aynı şekilde Kum muhaddislerinin şeyhi olarak bilinen ve 329 Hicrî'de vefat eden Ali b. Babeveyh (Şeyh Saduk'un babası), Kum'a gelen meşhur sofi Hüseyin b. Mensur Hallac'ı aşağılayarak şehir dışı etti. Böylece onun sapık telkinlerinin halkın düşüncelerinde yer etmesini engelledi ve halkı büyük bir sapıklıktan kurtardı.[153]

Toplumsal Değişiklikler

İslam alimleri, daima halktan yana tavır almışlar, adeta bir baba şefkatiyle kendilerini halka adamışlardı. Peygamber efendimizin (s.a.a) şu meşhur sözü, onların daimî Şiîrleri idi:

"Müslümanların sorunuyla ilgilenmeden sabahlayan kimse Müslüman değildir."[154]

Bu temel üzere Kum İlim Havzası ve burada tahsil gören kimseler, toplumsal olaylarda çok önemli roller almış, toplumun gelişip yücelmesi ve (ahlaksal) çöküntüden uzak durması için sağlam adımlar atmış ve bundan böyle de atmaya devam edecektir.

***

İran tarihinde önemli bir yeri olan toplumsal değişimlerden biri de İranlıların Şiîleşme sürecidir. İranlıların İslam ile tanışması II. halife (Ömer'in) dönemine rastlamakla birlikte, Şiî olma süreçleri II. ve III. yüzyıllarda bu topraklara gelen ve Kum'u İslamî ilimler eğitim ve öğretim havzası hâline getiren raviler vasıtasıyla başlamıştır. Zamanla bu inanç diğer bölgelere de taşmış, Havza'nın da etkisiyle çoğalarak yayılmıştır.

Siyasi Değişimler

Asla siyaset, gerçek anlamda İslam'dan ayrı olmayıp aksine, birbirini tamamlayan iki kavramdır.

Kum ilim havzası kuruluşundan günümüze kadar, asla siyasî olayların dışında kalmadı. Hatta bazen çok ciddi müdahalelerde bulunarak kendi asrının siyasî yönetimini ele aldı.

İlim havzasının siyasetle ilişkisi, zaman içerisinde, şartlar ve imkânlara göre değişmiştir. Burada, birkaç örnekle Havza'nın siyasî geçmişini tanıtmaya çalışacağız:

Kum'un İsfahan'dan Ayrılması

Kum halkı, Kum'da bulunan Şiî alimler ve ravilerin de etkisiyle II. ve III. yüzyıldan itibaren zalim hükümdarlara yardım etmemişlerdir. Zira, onların gözünde bu hükümetler, gaspçı ve tağut hükümetleri idi. Bu yüzden olacak ki, her fırsatta onlara karşı eylemlerde bulunuyorlardı.

Kum kenti H. 189 yılına kadar İsfahan'a bağlıydı. Halk, vergi ve maliye borçlarını İsfahan'a ödüyordu. O dönemde İsfahan halkı ve hükümdarları Şiî olmadığından, Kum halkı kendi alimlerine uyarak bağımsızlık istiyorlar, İsfahan'a vergi vermekten çekiniyorlardı.

Nihayet H. 189 yılında Hamza b. Elyesa Eş'arî'nin çabaları sonucu Kum, İsfahan'dan ayrılarak bağımsız bir vilayet oldu. Hicrî 195 yılında Dezful veya Derpol Camii'ne bir minber bırakıldı. O dönemde bir şehrin minberinin olması, o şehrin bağımsızlığını gösterirdi.[155]

Böylesi bir bağımsızlık, siyasî ve mezhebî olarak Kum halkı için çok önemliydi.

İmam Hasan Askerî'nin (a.s) talebelerinden olan alim ve ravilerin Kum'da oluşu, bu bağımsızlığın en büyük etkeni olmuştu. Zira, onların, halkı bilgilendirip yönlendirmesi, böyle bir ortamın gerçekleşmesine neden olmuştur.

Kum, bu özelliklere sahip olduğundan, halife ve sultanlar şehrin asayişi için buraya özel ilgi gösterirlerdi. Çünkü Kum halkı, her fırsatta onların emirlerine muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle halifeler, Kum halkının rızasını kazanmaz için genelde Şia'nın önde gelen isimlerini veya Şia'ya ılımlı birini Kum'a vali olarak atarlardı.

Nitekim, VII. Abbasî halifesi Memun, Şia'nın önde gelen isimlerinden Herseme'yi Kum'a vali olarak atamıştı. Yine, XVIII. Abbasî halifesi Muktedir, yıllarca Abbasîlerle savaşan Hüseyin b. Hamdan'ı Kum yönetimine getirdi.[156]

Ancak, X. Abbasî halifesi Mütevekkil, zalim ve zorba  biri olan yandaşı Musa b. Boğa b. Kuleyb'i Kum kentine vali olarak atadı. Oldukça küstah, küfürbaz ve Ehl-i Beyt (a.s) düşmanı olan Musa, Kum'a gelerek yönetimi ele aldı. Halkı şiddet uygulayarak korkutmasına ve ölümle tehdit etmesine rağmen kimse ona boyun eğmedi.

Sonunda, bir grup Kumlu, İmam Hasan Askerî'nin (a.s) huzuruna çıkarak Kum'da böylesi zorba bir hakimin varlığından duydukları rahatsızlığı dile getirerek bir çıkış yolu göstermesini istedi.

İmam Hasan Askerî (a.s) onlara "Mazlum Namazı" kılmalarını,[157] namazdan sonra da ona beddua etmelerini istedi. Onlar imamın emrine uydular. Bu bedduadan kısa bir süre sonra Musa b. Boğa helak oldu.[158]

Bu konu, bir başka rivayette şöyle geçer:

XV. Abbasî halifesi Mutemid, H. 256 ila 279 yılları arasında hilafet koltuğuna oturdu. İmam Hasan Askerî'nin (a.s) dört yılı, onun hilafet dönemine rastlar.

Musa b. Boğa, Abbasî halifeleri Muhtedi ve Mutemid dönemlerinde ordu komutanı idi. Yaptığı zulümler tahammül edilemez bir hâle gelince Kum halkı İmam Hasan Askerî'nin (a.s) huzuruna çıktı ve onu şikâyet etti. İmam (a.s), onun şerrinden kurtulmaları için Kum halkına bir dua öğretti ve bu duayı namazda kunut duası olarak okumalarını istedi.

Duanın bir bölümü şöyledir:

Dua metni:

"Allah'ım! Zulmün dayanağını kırmadıkça onu serbest bırakma, kalkanını parçalamadıkça ona kalkan bırakma, sözlerini bölmedikçe konuşmasına fırsat verme... ve yere devirmedikçe ona dalgalandıracağı bir bayrak verme!" [159]

KUMLU BEŞ BÜYÜK ALİMİN TAĞUTA KARŞI MÜCADELESİ

1- Mirza Kummî ve Fethali Şah

Kum İlim Havzası, Kacarlar dönemine kadar bu metotla yüzlerce yıl çeşitli siyasî eserlere kaynak oldu. Büyük taklit mercii Ayetullah Uzma Mirza Ebul Kâsım Kummî[160] (Mirza Kummî), Kacar sultanı Fethali Şah'ın döneminde Kum'da ikâmet eden değerli alimlerdendi.

Bu yüce insan, halka çözüm yolları sunmakla birlikte siyasette de etkin role sahipti. Yerinde ve etkin irşatlarıyla Fethali Şah ve diğerlerinin zulümlerine mani oluyordu. Mirza Kummî ile Fethali Şah arasında geçen bu diyalog, tarih kitaplarında şöyle anlatılır:

1- Fethali Şah bazen Mirza Kummî'nin ziyaretine gelirdi. Görüşmelerin birinde Mirza, Fethali Şah'a şöyle dedi: "Ey padişah! Adaletli ol. Seninle olan ilişkimden dolayı Allah'ın gazabına uğramaktan korkarım. Çünkü Allah, Kurân'da şöyle buyuruyor:

"Zalime yaslanmayın, yoksa cehennem ateşine düşersiniz."[161]

2- Diğer bir ziyarette Mirza Kummî, Fethali Şah'ın huzurunda elini sakallarına çekerek şöyle dedi: Ey Padişah! Kıyamet günü bu sakalları yakacak işlerden sakın."[162]

3- Ziyaretlerden birinde Fethali Şah, Mirza Kummî'ye, "İzin ver de kızımı oğlunla evlendireyim. Bu vesileyle ailelerimiz arasında bir bağ oluşsun" dedi. Görüşmede evlilikle ilgili bir sonuç alınmadı. Mirza, bu tekliften dolayı oldukça endişeliydi. (Çünkü böyle bir bağ, şahın yaptıklarını onaylamak anlamına gelirdi.) Dolayısıyla, bu evliliğe izin veremezdi. Ama diğer taraftan buna mecbur edilebilirdi. Elini duaya kaldırarak şöyle dedi: "Allah'ım! Eğer şahın kızı oğluma eş olacaksa, gencimin ölümünü çabuklaştır." Bir müddet sonra Mirza'nın oğlu evin havuzuna düştü ve boğularak can verdi.[163]

Buna benzer bir olay da İran'ın meşhur alimlerinden Molla Muhsin Yezdî ile Fethali Şah arasında olmuştur. Şah, ısrarla Ziyau's-Saltanat'ın kızını Molla Muhsin Yezdî'nin oğluyla evlendirmek istiyordu. Ancak Molla Muhsin, şiddetle bu evliliğe mani oldu.[164]

2- Ayetullah Hâirî ve Rıza Han

Ayetullah Uzma Hacı Şeyh Abdülkerim Hâirî, Hicrî 1340 yılında Kum'a geldi. İlim Havzası'nı yeniledi ve belirli bir düzene soktu. Böylece ilim havzasının kurucusu unvanını aldı.

Ayetullah Hâirî'nin liderlik ve mercilik dönemi, Rıza Han'ın saltanatıyla aynı döneme rastlar. Rıza Han, din adamlarına karşı oldukça acımasızdı. Adamları, talebelerin ruhanî giysilerini üzerlerinden alıyor, onlara karşı her türlü edepsizliği ve eziyeti reva görüyorlardı. Böylesi bir baskı döneminde Ayetullah Hâirî asla Rıza Han'a teslim olmadı. Aksine, onun karşısında dimdik durdu.

Çok dikkatli ve dâhiyane tedbirleri ve makul siyasetiyle İlim Havzası'nı Rıza Han'ın ve adamlarının kötülüklerinden korumayı başardı.

Bu yüzden Ayetullah Hâirî, onunla açık bir muhalefete girişmiyordu. Zira o dönemde Havza'nın yeniden yapılanması her şeyden daha önemliydi. Buna rağmen Rıza Han'ın siyasetlerine karşı kayıtsız da kalmıyordu.

Rıza Han'ın çabalarına karşın ona bir itiraz telgrafı çekti. Rıza Han ise öfke dolu, tehditvâri bir cevap gönderdi. Ayetullah Hâirî, tesettür yasağı konusunda Rıza Han'a itiraz amacıyla Havza derslerini tatil etti. Cemaat namazı kıldırmadı.

Ayetullah Hâirî'nin vefatında dahi Rıza Han onu rahat bırakmadı. Vefatının ardından Kum'un İmam Camii'nde terhim meclisi yapıldığı sırada Rıza Han'ın özel timleri camiyi basarak meclisi dağıttılar ve o merhumun vefatından dolayı düzenlenen terhim meclisine dahi izin vermediler. Oysa ki, daha önce Ayetullah Hacı Şeyh Ebul Kâsım Kummî ve Ayetullah Hacı Mirza Cevad Tebrizî'nin vefatlarından dolayı kırk gün terhim meclisi yapılmıştı.[165]

3- Ayetullah Bafikî ve Rıza Han

Hicrî Şemsî 1306 yılında Rıza Han'ın baskıcı hükümeti döneminde Kum kentinde, "Rıza Han'ın ailesinden birkaç kadın (eşi ve iki kızları Şems ile Eşref) tesettürsüz olarak Kum'a gelmişler ve bu halleriyle Hz. Mâsume'nin türbesine girmek istiyorlar" şeklinde bir haber yayıldı. Bu haber, Ayetullah Hâirî'nin yakınlarından ve Kum İlim Havzası'nın büyük üstatlarından biri olan Ayetullah Muhammed Taki Bafikî'ye de iletildi. Ayetullah Bafikî, ilk iş olarak Rıza Han'ın ailesine bir mesaj göndererek şunları söyledi:

"Eğer Müslüman iseniz, tesettürsüz olarak bu kutsal yere (Hz. Mâsume'nin türbesine) girmemelisiniz ve eğer Müslüman değilseniz, buna yine hakkınız yok. Çünkü kâfir, Harem-i Şeri f'e girmemelidir."

Rıza Han'ın ailesi Ayetullah Bafikî'nin uyarısını önemsemedi. Bunun üzerine Ayetullah Bafikî, bizzat Hz. Mâsume'nin türbesine gelerek Rıza Han'ın ailesini şiddetle uyardı. Bu sert uyarı sonucunda neredeyse Kum halkı, Rıza Han'ın hükümetine karşı ayaklanıyordu.

Kum valisi tarafından Rıza Han'a şöyle bir haber gönderildi: "Aileniz, din adamlarının emriyle bir odaya hapsedildi ve onlara tesettürsüz türbeye girmemeleri için uyarıda bulunuldu."

   Rıza Han, bu haberi alır almaz bir tim askerle birlikte bizzat Kum'a gelerek ailesini kurtardı. Botlarıyla makama girerek Ayetullah Bafikî'yi tartakladı. Adamlarına işaret ederek Ayetullah Bafikî'yi yüzüstü yere yatırmalarını emretti. Rıza Han, elindeki kalın bastonuyla Ayetullah Bafikî'nin sırtına vurmaya başladı.

Neticede, Rıza Han'ın emriyle Ayetullah Bafikî'yi bir müddet hapse attılar. Bir süre sonra da Rey şehrine sürgün ettiler. Ayetullah Bafikî, ömrünün sonuna kadar gözaltında tutuldu. Hayatının sonuna kadar ibadetle meşgul oldu ve Hicrî Şemsî 1332 yılında sürgün edildiği bu yerde hayata gözlerini kapadı.[166]

Vefatının ardından cenazesi Kum kentine getirildi. Kabr-i şerifi, Hz. Mâsume'nin türbesinin yanı başında bulunan Mescid-i Bâlaser'dedir.

4- Ayetullah Burucerdî ve Rıza Şah

   Hicrî Şemsî 1324 yılında Kum'a gelen Ayetullah Burucerdî, Kum İlim Havzasının önderliğini bu tarihte ele aldı ve bu kutsal görevi, vefat yılı olan H. Ş. 1340 yılına kadar devam ettirdi. Bu zaman içerisinde Kum İlim Havzası tamamen bağımsız idi. Havza, Muhammed Rıza Şah hükümetiyle asla barışık olmadı.

Bu konuda şöyle yazılıdır: "Muhammed Rıza Pehlevî, Hindistan gezisinden döndükten sonra, Ayetullah Buru-cerdî'yi ziyaret etmek amacıyla Kum kentine geldi. Ancak Ayetullah Burucerdî, onunla Hz. Mâsume'nin hareminde görüşmeyi kabul etmedi. Bu konuda diretenler olduysa da Ayetullah Burucerdî hiçbirini kabul etmeyerek şöyle söyledi: Ben, Hindistan'da hanımını çıplak olarak file bindiren, gayrimüslimlerin arasında dolaştırarak Müslümanların onurunu zedeleyen biriyle nasıl görüşebilirim?"

Şah, bazı kanunları kendi arzusuna göre değiştirmek istiyordu. Ancak, bununla birlikte Ayetullah Burucerdî'yi yıkılmaz bir kale olarak görüyordu. Bu yüzden ülkenin başbakanını Ayetullah Burucerdî'yi ikna etmesi için Kum'a gönderdi.

Başbakan, Şah adına Ayetullah Burucerdî'ye bu kanunların komşu ülkelerde uygulandığını, dolayısıyla kendilerinin de bunu uygulamaları gerektiğini söyledi.

Bunun üzerine Ayetullah Burucerdî, başbakana şöyle cevap verdi: "Şah'a söyleyin, sözünü ettiği komşu ülkelerde 'şahlık', cumhuriyete dönüşmüştür." (Yani, kanunları değiştirmek istiyorsan önce cumhuriyeti ilan etmelisin, diyordu.)

Başbakan, Ayetullah Burucerdî'nin bu sözü karşısında konuşacak bir şey bulamadı. Çünkü bu söz, Rıza Şah'ın saltanatını sarsacak nitelikte büyük ve küçümsenmeyecek bir sözdü. Ayetullah Burucerdî yaşadığı sürece Şah, kendi başına kanun koyamadı.[167]

Diğer bir rivayete göre, Ayetullah Burucerdî, Şah'ı ülkeyi terk edeceği konusunda uyarmış ve "Eğer dilediğini yaparsan ülkeyi terk eder, giderim" demişti. Bu haber Şah'a ulaştığında tedirgin oldu. Ayetullah Burucerdî'nin ülkeyi terk etmesi, iç ayaklanma anlamına gelirdi. Bunu çok iyi bildiği için, kadın erkek eşitliğinin istismarı fikrinden vazgeçti.[168]

Ayetullah Burucerdî'nin Şah'a karşı ilgisizliği ve metaneti öyle bir hadde gelmişti ki Şah, Ayetullah Burucer-dî'nin varlığını görmezden gelemiyordu.

Şah, eşi Süreyya ile Huzistan'dan trenle dönerken Kum kentine geldi. Hanımını trende bırakıp kendisi faytonla Kum'un caddelerinden geçerek Hz. Mâsume'nin türbesine vardı. Harem'de Ayetullah Burucerdî'yle görüşmeyi umuyordu. O günlerde üniversite öğrencileri, Şah'ın eşinin Avrupa'da erkeklerle aynı havuzda çektirdiği fotoğrafları Ayetullah Burucerdî'ye göndermişlerdi. Şah, Harem'in görevlilerine "Ayetullah Burucerdî burada mı?" diye sordu. Görevliler de onun Harem'de olmadığını, Kum'un dışına çıktığını söylediler.

Bu durumdan rahatsızlık duyan Şah, ziyaretini yarıda keserek geri döndü. Bu olaydan sonra bir daha asla Ayetullah Burucerdî ile arasında bir görüşme olmadı.[169]

5- İmam Humeynî Siyaset Meydanında

Bir çokları, Ayetullah Uzma Burucerdî'nin vefatının ardından İlim Havzası'nın parlak günlerini kaybedeceğini ve eski veriminin azalacağını sanıyordu. Ancak, Ayetul-lah Uzma Gulpaygânî ve Ayetullah Uzma Necefî Mer'aşî gibi büyük fakihler Havza'nın yönetimini ele alarak bu büyük boşluğu doldurdular.

İmam Humeynî (r.a) da bu dönemde ilim, fıkıh ve siyaset meydanına ayak basmış oluyordu. Başlattığı büyük hareketle İslam dünyasında yeni bir çığır açtı. Bu gelişmelerden Havza da nasibini alarak gerçek hüviyetine kavuştu. İmam Humeynî önderliğinde başlayan bu hareket, Havza'nın da desteğiyle büyüdü ve 2500 yıllık Şahlık rejiminin yıkılmasına ve İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasına neden oldu.

İslam İnkılabı'ndan Sonra İlim Havzasının Genişlemesi

Kum İlim Havzası, İslam inkılabından sonra kültürel, siyasî vb. alanlarda gelişerek güçlendi. Havza'da klasik derslerin yanı sıra uzmanlık dalları da konuldu. Talebeler, sözlü ve yazılı olarak sınavlara tâbi tutuldu. Bu doğrultuda bir çok medrese, yeni ve düzenli programlarıyla iş başı yaptı.

Bu medreselerden biri de Mâsumiye Medresesi'dir. Mâsumiye Medresesi, Şemsî 1360 yılında, Hz. Mâsume'nin Harem-i Şerif'inden elde edilen gelirle 15.000 m2 alan üzerine 2800 m2'lik bir bina olarak kurulmuş ve Şemsî 1368 yılında faaliyete geçmiştir.

Bu medresenin 406 odası, 60 kişilik 12 sınıfı, 1200 kişilik bir talebe yurdu, 1 adet Konferans salonu ve 1 adet de mescidi bulunmaktadır.

II. BÖLÜM

ª Hz. Mâsume'nin (s.a) Hayatı

ª Üstün Nitelikleri

HZ. MÂSUME

Hz. Mâsume'nin Soylu Babası

Hz. Fatıma Mâsume'nin babası, I. Ebul Hasan da denilen Şiîlerin VII. imamı Musa b. Cafer'dir (a.s).

İmam'ın en meşhur lakapları Kâzım, Babu'l-Havaic (dilekler kapısı) ve Salih'tir.

İmam Musa (a.s) Hicrî 128 yılında, 7 Sefer'de, Mekke ile Medine arasında bulunan Ebva köyünde dünyaya geldi. Diğer imamlara nazaran çocukları daha fazladır. Bazıları 30, bazıları da 60 çocuğu olduğunu yazmışlardır.

Şeyh Müfid (ö. 413 H.), İmam'ın eşlerinden otuz yedi çocuğu olduğunu yazmış ve isimlerini şöyle sıralamıştır:

Erkek Çocukları

1- Ali b. Musa Rıza (a.s)

2- İbrahim

3- Abbas

4- Kâsım

5- İsmail

6- Cafer

7- Hârun

8- Hasan

9- Ahmed

10- Muhammed

11- Hamza

12- Abdullah

13- İshak

14- Ubeydullah

15- Zeyd

16- Hasan

17- Fazl

18- Hüseyin

19- Süleyman

Kız Çocukları

1- Fatıma-ı Kübra

2- Fatıma-ı Suğra[170]

3- Rukiye

4- Hekime

5- Ümmü Ebiha

6- Rukiye-i Suğra

7- Ümmü Cafer

8- Lebbâne

9- Zeyneb

10- Hatice

11- Aliyye

12- Âmine

13- Hasene

14- Bureyhe

15- Ayşe

16- Ümm-ü Seleme

17- Meymûne

18- Ümmü Kulsum

İmam Musa (a.s), Mensur'un hilafeti döneminde, Hicrî 148'de imamet görevini üstlendi. Abbasî halifelerinden Mehdi ve Hâdi dönemlerinde de hayattaydı. Harun Reşit'in hilafetinin on beşinci  yılında, Bağdat Cezaevi'nde şehit edildi.

Tarihçilerin yazdığına göre İmam (a.s) 25 Recep 183'te dünyadan göçtü.[171]

Harun Reşit, İmam'ı (a.s) Hicrî 179 yılında Medine'de tutuklatarak Irak'a getirtti. İmam, bu tarihten şahadetine kadar hapiste kaldı.

Hz. Mâsume'nin Annesi

Bazı rivayetlerden anlaşıldığına göre,[172] Hz. Mâsume'nin annesi, aynı zamanda İmam Rıza'nın da annesidir. İmam Rıza'nın (a.s) annesi, tarihte çeşitli isimlerle anılmıştır. Hazran, Ümmü'l-Benin, Necme ve Tahire, bu yüce hatunun isimlerindendir. Özellikle Tahire isminin, İmam Rıza'nın doğumundan sonra ona verildiği söylenir.[173]

Hz. Fatıma Mâsume'nin Doğum Günü

Bazı kaynaklara göre Hz. Mâsume, Hicrî 1 Zilkade 173 tarihinde Medine'de dünyaya gelmiştir.

Merhum Ayetullah Şeyh Ali Nemazî,[174] Müstedrek-i Sefinetu'l-Bihar adlı değerli eserinin 8. cildinde Fatıma-i Mâsume'nin H.173 yılının Zilkade ayının başında dünyaya geldiğini yazmıştır.[175]

Merhum Feyz, Encum-i Furûzan'da; Gencine-i Âsar-ı Kum, Levakihu'l-Envar fi Tabakati'l-Ahyâr'dan naklen [Abdulvahhab Şa'rânî Şâfiî'nin (ö. 937 H.) eseri] ve Seyit Musa Berzencî Şafiî Medenî, Nezhetu'l-Ebrar fi Neseb-i Evlad-ı Eimmeti'l-Athâr kitabında şöyle naklederler:

"İmam Musa Kâzım'ın (a.s) kızı Hz. Masume, Hicrî 183 yılının Zilkade ayının başında Medine'de dünyaya gelmiş ve Hicrî 201 yılında, Rebiyülahır'nin 10'unda Kum'da vefat etmiştir."[176]

Hz. Mâsume'nin (s.a) Zilkade ayının başında doğduğunu rivayet eden diğer kaynaklar ise şunlardır:

1- Avalimu'l-Ulum, Allame Behranî, c.21, s.328.

2- Hayatu's-Sett, Şeyh Mehdi Mensurî, s.10.

3- Fatıma Bint'i-İmam Musa el-Kâzım, Dr. Muhammed Hâdi Eminî (el-Gadir müellifi Allame Eminî'nin oğlu), s.5, 21.

4- Zindigani-i Hz. Musa b. Cafer, İmad Zâde c.2, s.375.

Küçük Bir Araştırma

Yukarıda adı geçen bazı kaynaklarda Hz. Mâsume'nin doğum yılı Hicrî 183 olarak zikredilmiştir. Ama doğru olan, Müstedrek-i Sefine'de nakledilen 173 yılıdır. Çünkü İmam Kâzım (a.s), 25 Recep 183 tarihinde Harun Reşid-'in Bağdat zindanında şahadete ermiş. Hapiste en az dört yıl kaldığı ve bu süre içerisinde Medine'de bulunan ailesinden uzakta oluşu dikkate alınırsa, Hz. Mâsume'nin 183 yılında doğması imkânsızdır. Görünen o ki, rakamda bir yanlışlık olmuş ve 173 yerine 183 yazılmıştır.

Araştırmacı yazar merhum İmamzâde İsfahanî şöyle yazar: Hz. Mâsume, Hicrî 173 yılının Zilkade ayında, Medine'de dünyaya geldi; 201 yılının Rebiyülahır ayında da Kum kentinde vefat etti."[177]

İmam Rıza'nın (a.s) kutlu doğumu 11 Zilkade 148 Hicrî'de, Medine'de gerçekleşmiştir. Bu vesileyle, İmam Rıza (a.s) ile kardeşi Hz. Mâsume'nin doğum günleri arasındaki on gün "Nurlu On Gün" olarak adlandırılmıştır.

Kutlu Doğum

Zilkade'nin başlangıcı, İmam Rıza (a.s) ve Ehl-i Beyt hânedanı için özel ve mutluluk habercisi bir gündü. Çünkü Necme hatunun İmam Rıza (a.s)'dan başka bir çocuğu yoktu ve İmam'dan sonra, uzun bir süre çocukları olmamıştı. Zira İmam Rıza (a.s) Hicrî 148'de dünyaya gelmişti ve Hz. Mâsume 173 yılında doğacaktı. Yani, arada 25 yıllık bir fasıla vardı.

Back Index Next