Back Index Next

1- "Kum" terimi, aslında "Kûme"den alınmıştır. Bu topraklarda şehir olmadan önce çok sayıda su kuyuları vardı. Çobanlar koyunlarına hem su vermek hem de su kuyularının etrafındaki yeşilliklerde onları otlatmak için buralara gelirlerdi. Uzun süre buralarda kalmak zorunda kaldıklarından, zamanla “Kume” denilen geçici gölgelikler (çardaklar) yaptılar. Bunlar çoğalınca da orada bir köy oluştu. Yavaş yavaş büyüyerek bir şehir hâline geldi ve aynı isimle Kume, Kum olarak sadeleştirildi.

İslam dininin ortaya çıkıp yayılmasından sonra Arap edebiyatının Farsça’ya etkisiyle birçok Farsça kelimenin yazılış şekli değişti. Kirmanşâhân’a “Kırmîsîn”, Kum’a da Gum[37] denildi.[38]

2-Resul-i Ekrem (s.a.a) miraç gecesi İblis'in bu topraklarda oturduğunu görünce “Kum ya melun” (Kalk, ey lânetlenmiş kimse!) diye buyurdu. Bu yüzden buranın ismi “Kum” olarak kaldı.[39]

Şairin biri, bu konuyu şöyle dile getirir:

Buyurdu dinin sözcüsü, "Kalk bu topraklardan ey melun!" diye

Kum denildi bu topraklara peygamberlerin efendisinin bu sözüyle

3- Yine bir başka rivayette şöyle denilir: Allah Resulü (s.a.a) buyurdu ki: "Miraç gecesi Cebel topraklarında bir yer gördüm. Rengi safrandan daha güzel, kokusu miskten daha hoştu. Başına uzun bir şapka giyen ihtiyar birinin orada oturduğunu gördüm. Cebrail'e “Bu topraklar da nedir?” diye sordum. “Ali Şiîleri orada toplanırlar" diye cevap verdi. “Bu şahıs da kim?” dedim. “İblis'tir” dedi. Onlardan ne istediğini sordum. “Onları Ali’nin sevgi ve velayetinden uzaklaştırıp fesat ve pisliğe yönlendirmek istiyor” diye cevap verdi. Bunu işitince “Beni yere indir” dedim. Şimşek hızından daha süratli olarak yere geldik. Şeytana 'Kalk ey Allah’ın rahmetinden kovulan. Kum halkı benim ve benim vasisim Ali b. Ebu Talib’in Şiîleridir' dedim."[40] İşte bu yüzden buraya Kum denildi.

Muhammed’in (s.a.a) nuru miraca yükselince

Ordusuyla gördü, İblis'i Kum’un bir tepesinde

Haykırdı, o Ahmed, 'Uzaklaş ey alçak!' diye

Burası cennettir, senin ve dostlarının yeri değil

Defol ey lanetli, alçak ve kovulmuş!

4- İmam Hâdi (a.s) şöyle buyurmuştur: "Hz. Nuh’un gemisi o meşhur tufanda bu topraklarda karaya indi. Burası, Beytu’l-Mukaddes'ten bir parçadır."[41]

5- İmam Sâdık (a.s) da şöyle buyurmuştur: "Kum halkı Ehl-i Beyt’in Kaim'i İmam Mehdi (a.f) ile beraber kıyam edecekleri ve ona yardımcı olacakları için Kum şehrine 'Kum' adı verilmiştir."[42]

6- Bazılarına göre, bu şehrin etrafında akarsu, göl ve su kuyuları olduğundan Araplar bu gibi yerlere “Kumkuma” derlerdi. Daha sonra kelimenin sonundaki fazlalık kaldırıldı ve buraya “Kum” dendi.

7- Önceden Kum’un köylerine “Komendan” denirdi. Sonra bu kelimenin bazı harfleri atıldı ve zamanla “Kum” oldu.[43]

Şimdiye kadar bu topraklara verilen en meşhur isim, Kum’dur. Bunun dışında bazı isimleri de vardır. Bu isimler, Envaru’l-Muşa'şain adlı eserin müellifi tarafından[44] rivayetlerden istifade edilerek yazılmıştır. Müellif, sözü edilen eserinde “İsmin çokluğu buranın değerini arttırmaktadır” demiştir.

Bu isimler şunlardır:

Zehra, Arz-ı Cebel, Kıt'atun Min Beyti’l-Mukaddes (Beytu'l-Mukaddes'ten Bir Parça), Mutahhara, Mukaddese, Mecma-u Ensari’l-Kaim, Harem-i Ehl-i Beyt, Hüccetun Ala’l-Bilad, Bahr, Me'va li’l-Fatimiyyîn, İstirâhatgâh-ı Mümin, Aşiyane-i Âl-i Muhammed, Mâdenen li’ş-Şia, Kûfetun Sagira (Küçük Kûfe), Me'va li’ş-Şia-i Âl-i Muhammed, Muhtaru’l-Bilad, Mukassimu’l-Cebbarîn, Mezabbu’l-Ceb-barîn, Beledu’l-Eimme (İmamların Şehri), Beled-u Şiati’l-Eimme, Emanun li’l-Haifin, Mefzaun li’l-Müminin, Mefer-run li’l-Haribîn, el-Medfu Anhe’l-Bela, Merfu Anhe’l-Bela, el-Meftuh İleyhi Babu’l-Cennet, Beledu’l-Emin, Merfufu'l-Melâike, Hak-i Ferec, Mahrusu’l-Melâike, Muzeyyen bi’l-Arap.[45]

Kum Kenti'nin Fazileti

Kum şehrinin fazilet ve kutsallığı hakkında birçok rivayet nakledilmiştir.[46] Bunlardan bazıları şöyledir:

1- Bir gün Rey halkından bir grup İmam Sadık’ın (a.s) huzuruna çıktılar. “Biz Rey halkındanız” deyince İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Ne mutlu Kum halkından olan siz kardeşlerimize!” Onlar “Biz Rey halkındanız” deyince İmam yine aynı sözünü tekrar etti. Bu söz birkaç kez tekrarlandı. Bunun üzerine İmam şöyle buyurdu: “Allah’ın bir haremi (hürmet yurdu) vardır, orası Mekke'dir. Medine Peygamber’in (s.a.a) haremi ve Kûfe Müminlerin Emiri (Hz. Ali'nin) haremidir. Bizim haremimiz ise Kum şehridir...”[47]

2- Kadı Nurullah Şuşterî’den de aynı içerikli bir rivayet nakledilmiştir. Şuşterî, rivayetinin devamında yine İmam Sâdık'ın şöyle buyurduğunu nakleder:

"Bilin ki orası küçük Kûfe’dir. Cennetin ise 8 kapısı vardır. Bunlardan üçü Kum’a açılır. Benim evlatlarımdan Musa b. Câfer’in kızı Fatıma orada bulunacaktır. Onun şefaatiyle bizim Şialarımız cennete gireceklerdir."[48]

Bu rivayetten birkaç sonuç çıkarmak mümkündür:

1- Kum, Kûfe gibi Ehl-i Beyt ilminin yayılma yerlerinden biridir.

2- Kum’dan cennete üç kapı açılır.[49]

3- Hz. Mâsume’nin şefaati geniş bir kitleyi kapsar.

Kum'dan cennete üç kapı açılacağı konusunda İmam Rıza’dan (a.s) şu rivayet nakledilmiştir: “Cennetin 8 kapısı vardır. Bunlardan üçü Kum halkına açılır. Ne mutlu onlara, ne mutlu onlara!”[50]

Büyük bir olasılıkla bu üç cennet kapısı, Kum’un üç önemli özelliğinden kaynaklanmaktadır:

1- Hz. Mâsume’nin Harem-i Şerifi ve onun toplum üzerindeki yapıcı etkisi, halkın, hakka ve cennete yönelmelerini sağlamaktadır.

2- Kum İslamî İlimler Havzası insanların hidayet olmasına ve cennete yönelmelerine sebep olmaktadır.

3- Cemkeran Mescidi’nin varlığı yanı sıra Mekke ve Kûfe’den sonra Kum Kenti'nin merkezleşmesi, İmam Mehdi’nin (a.f) büyük bir kalesi olmuştur. İmam, bu mukaddes merkezde halka, insanların saadet gereksinimlerini sağlayacak ve onlara Allah’ın rızası doğrultusunda cenneti elde etme yollarını gösterecektir. Günümüzde bu mescidin manevî etkisi ortadadır.

Yine, İmam Sadık (a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Kum, bizim ve Şialarımızın şehridir. Bu şehir pak ve kutsaldır. Halkı bizim velayetimizi ve sevgimizi kabul etmiştir. Kim onlara karşı kötü niyetli olursa, kendi belasına ulaşır; Allah, zamane zalimlerini onlara musallat eder, ama onlar bizim kıyamcımızın (İmam Mehdi) ve hakkımızın savunucusudurlar.” İmam daha sonra ellerini gökyüzüne kaldırarak “Allah’ım! Onları bütün fitnelerden koru!” buyurdu.[51]

4- Abdulazim Hasanî[52], İshak b. Nasih’ten İmam Kâzım (a.s) Kum hakkında şöyle buyurduğunu nakleder: “Kum Muhammed hânedanının (a.s) ve onların Şiîlerinin sığınağıdır.”[53]

5- İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Zorluk ve belalara duçar olduğunuzda Kum’a gidin. Kum, Fatıma (s.a) evlatlarının evi, sığınağı ve müminlerin huzur yurdudur. Gün gelir ki bizim Şialarımız uzaklara giderler. Bu, onların hayrınadır. Böylece tanınmazlar. Canlarına ve mallarına zarar gelmez. Kim Kum halkı hakkında kötü düşünürse yüce Allah onu zelil ve rüsva eder."[54]

6-Yine, İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Kum toprakları mukaddestir, halkı bizdendir, biz de onlardan.”[55]

7- İmam Rıza (a.s) buyuruyor ki: “Fitne ve bela yayıldığında, Kum ve yakınlarına gidin. Zira, Kum’dan bela kaldırılmıştır.”[56]

8- Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Miraç gecesi 4. gökte inciden bir kubbe gördüm. Dört sütunu ve dört de kapısı vardı. Sanki yeşil renkli ipek bir kumaştı. “Ey Cebrail, 4. gökte bundan daha güzel bir şey görmedim; bu nedir?” diye sorduğumda 'Bu, Kum denilen bir şehrin görünüşüdür. Allah’ın sevgili kulları orada toplanırlar. Hesap gününde Allah Resulü’nün (s.a.a) şefaatine ulaşacaklarını ümit ediyorlar. Onları hüzünlü ve zorlu günler bekliyor' dedi.” [57]

Kum Halkının Fazileti

İlahî önderlerimiz olan mâsum imamların (a.s) Kum halkına özel inayetleri olduğu gözlenmektedir. Sayısız rivayetlerde Kum halkını fevkalade övmüşlerdir. Burada birkaçını aktaracağız:

1- Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın selam ve rahmeti Kum halkına olsun. Yüce Allah onların ekinlerine rahmet yağmuru göndersin. Bereketini onların üzerine nazil etsin; günahları, sevaba dönüşsün. Onlar rükû, secde, huşû, namaz ve oruç ehlidirler. Bilgin alim ve fakih-tirler. Din, velayet ve ibadet ehlidirler. Allah’ın rahmet ve selamı üzerlerine olsun.”[58]

2- İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kum ehli kabirlerinde mahkeme edilirler ve kıyamet günü kabirlerinden cennete gönderilirler. Artık Kum halkı bağışlanmıştır.”[59]

3- Yine İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur: "Yüce Allah Kum’u diğer şehirler için delil olarak gösterir. Kum halkını da doğudan batıya bütün insanlar için delil gösterir. Kum ve halkı dinlerinde zayıf değillerdir. Yüce Allah onlara başarı gücü vermiş ve onları onaylamıştır."[60]

Kum Şiîlerin Merkezi

Allame Kadı Nurullah Şuşterî[61] Mecalisu’l-Müminin[62] adlı eserinde şöyle der: “Kum, büyük ve bereket dolu bir şehirdir. Her zaman için “Müminlerin evi” olmuştur. Şia’nın önde gelen isimleri, değerli şahsiyetleri ve müçtehitleri burada yetişmiştir. Böyle bir yere mensup olmak, insanın inancının doğruluğuna en güçlü delillerden biridir. Şöyle ki, kim “Ben Kumluyum” derse bu, onun Şiî olduğunu gösterir. Nitekim, Şiî muhalifleri, “Kim 'Ben Kumluyum' derse bu, onun Şia ve Rafızî[63] olduğunu gösterir; bu yüzden de ona Kumlu Rafızî denir” demişlerdir.

Kum halkı, İslam'dan önce diğer İran halkı gibi Mecusî idi. Kum’un meşhur ateş tapınağı bunun kanıtıdır.

Saad b. Malik Eş'arî’nin çocukları Kûfe’den Kum’a gelince gitgide Şia inancı burada yayılmaya başladı ve zamanla bütün Kum halkı Şiî oldu.

İran’da Şia inancına yönelen ilk şehir Kum’dur. O dönemlerde halkı henüz Ehl-i Sünnet olan İsfahan ile şehir olarak İsfahan'a bağlı olan Kum arasında ayrılık tohumları atılmıştı.

Ehl-i Sünnet'in Kum’a hakim olduğu dönemlerde taassuplu bir Ehl-i Sünnet mensubu, Kum yönetimine atandı. Bu kişi, Kum halkının ilk üç halifeye sıcak bakmadıklarını ve halk içerisinde bu halifelerin ismini taşıyan kimsenin olmadığını işitince emir gönderip Kum halkını huzuruna çağırdı. Şehrin önde gelenlerine hitap ederek “Sizin ilk üç halifeye sıcak bakmadığınızı duydum. Onların adını çocuklarınıza bırakmıyormuşsunuz. Allah’a yemin ederim ki eğer aranızda Ebu Bekir, Ömer veya Osman adında birini bulup getirmezseniz sizi cezalandıracağım" dedi.

Bunun üzerine halk, hakimden üç gün izin istedi. Üç gün boyunca şehri didik didik aradılar. Sonunda adı Ebubekir olan üstü başı dökünük, çirkin, yalın ayaklı ve dilenci kılıklı birini buldular. Babası aslen Kumlu değildi. Kum’un civar köylerinde yaşayan bir yabancıydı. Onu alıp hakimin yanına getirdiler.

Hakim bu adamı görünce öfkelendi. Halka küfrederek “Üç gündür bula bula bunu mu buldunuz?” diye çıkıştı. Orada bulunan kurnaz ve hazır cevap Kumlulardan biri ortaya atılarak “Ey Emir! Ne istersen yap. Ama şunu bil ki, Kum’un bu havasında ve suyunda Ebubekir ismi bundan daha iyi yetişmez!” deyince emir gülmeye başladı ve onu bağışladı.[64]

Kum halkının Peygamber hânedanına bu içten bağlılığı İslam'ın birinci asrından günümüze dek devam etmiştir. İslamiyet'in yayılmasının ardından her dönemde Kum halkının Şia ve Ehl-i Beyt mezhebine bağlılıkları meşhurdur.

Hicrî 345 yılında Kum ile İsfahan halkı arasında büyük çatışma ve savaşlar olmuştur. Buna gerekçe olarak ise, şu olay gösterilir:

Bir grup Kumlu, ticaret için İsfahan'a gitmiş, alışveriş sırasında geçen bir sohbette ilk üç halifeye karşı rahatsızlıklarını dile getirmişler; bunun üzerine Sünnî olan İsfahan halkı onlara saldırmış, bir kısmını öldürmüş ve mallarını da talan etmişlerdi.[65]

Bu olaydan sonra Kum halkına devamlı olarak şüpheyle bakıldı. Kum halkı, Taassuplu Ehl-i Sünnet taraftarlarınca devamlı baskı, eziyet ve işkence gördü.

Kum’daki Büyük Şiî Şahsiyetler

Mâsum imamların (a.s) lütfüne mazhar olan ve Şia inançlarına bağlılıklarıyla bilinen büyük ve değerli şahsiyetlerin, Kum halkının Şiîleşmesinde önemli rolleri olmuştur. Hatta bu şahsiyetler, Kum'da Şiîliğin yayılmasında tek sebeptir de denilebilir. Nitekim İmam (a.s), bu konuda şöyle buyurmuştur: “Eğer Kumlular olmasaydı din yok olurdu.”[66]

Mâsum imamların (a.s) mektebinde yetişen bu değerli insanlar, Kum’u kendilerine merkez edinmişlerdi. Bunlardan bazıları, İmam Sâdık (a.s), İmam Kâzım (a.s) ve İmam Rıza’dan (a.s) bizzat faydalanan yüzü aşkın şahsiyetlerden oluşuyordu. Bazıları da İmam (a.s) tarafından Kum’da vekillik eden, fetva yetkisine sahip şahsiyetlerdi.

Örneğin; Adem b. İshak, Zekeriya b. İdris ve Zekeriya b. Adem, İmam Rıza’nın (a.s) övgülerine mazhar olmuş kimselerdir. Bu üç şahsiyetin kabri, Kum'da, Hz. Mâsu-me'nin Harem-i Şerif'inin hemen yanı başındaki Şeyhân Kabristanı'nda bulunmaktadır.

İshak b. Adem ve İshak b. Abdullah, İmam Sâdık ve İmam Kâzım’dan (a.s) bizzat rivayet nakleden iki değerli âlimdir.

Adem b. Abdullah b. Saad Kummî, İmam Sâdık’ın (a.s) ashabındadır.

İbrahim b. Hâşim Ebu İshak Kummî, İmam Rıza’nın (a.s) ashabındandır.

Bu şahsiyetler hakkında "Kum İslamî İlimler Havzası" başlığı altında daha sonra ayrıntılı bilgi verilecektir.[67]

İmam Rıza'nın (A.S) Kum'a Gelişi

Hicrî 200 yılında Memun, İmam Rıza’yı (a.s) zorunlu bir davetle Medine'den Horasan'a getirtti. Ancak Memun, bu işle görevlendirdiği Reca b. Ebu Zahhak'a İmam Rıza’yı (a.s) Basra, Ahvaz ve Fars yollarından geçerek getirmelerini tembihlemiş, dağlık bölgeler olarak bilinen Kirmanşah, Hemedan vb. yerlerden özellikle gelmemeleri için kesin emir vermişti. Zira Memun, dağlık bölgelerde Ehl-i Beyt taraftarlarının çoğunlukta olduğunu biliyor ve bunların İmam'a katılarak Horasan'a gelmelerini istemiyordu. Bu yüzden İmam Rıza’ya (a.s) bir mektup yazarak dağlık bölgelerden (eski adıyla Bilad-ı Cebel) gelmemesi için uyarıda bulundu.[68] Bir rivayete göre, İmam da bu söz üzerine Kum’a gelmedi.

Ama elimizdeki bazı kesin kaynaklara göre İmam (a.s), Kum’a uğramıştır. Bu kaynaklara göre; İmam Rıza, Kûfe'den Bağdat'a, oradan da dağ yoluyla Kum’a geçti. Kum halkı İmam'ı görkemli bir törenle karşıladı. Tüm halk, onu evinde ağırlamak konusunda ısrarlı olunca İmam “Devem nerede durursa oraya giderim” diyerek sorunu halletti. Deve, takva ve iman sahibi bir yerlinin kapısında durdu ve İmam, orada konakladı.[69]

Bugün Kum’un merkezinde ve Azer Caddesi'nde bulunan "Razaviye İslamî İlimler Medresesi", bu ev üzerine inşa olunmuştur.

Bazıları Şeyh Saduk’un (r.a) Uyun-u Ahbari’r-Rıza kitabına dayanarak İmam Rıza’nın (a.s) Kum’a gelmesini uzak bir ihtimal olarak görmüşlerdir. Ama şunu belirtmek gerekir ki:

Öncelikli olarak, Uyun-u Ahbari’r-Rıza ve Usul-u Kafî’de nakledilen rivayete göre Memun, sadece böyle bir emir vermiştir. Ama İmam’ın (a.s) buna uyup uymadığı belirtilmemiştir.

İkinci olarak: Ali Asgar Fakihî’nin Tarih-i Mezhebi-i Kum adlı kitabında, İmam Rıza’nın (a.s) Kum’a geldiğine dair dört delil sunmuş bunun yanı sıra sözü edilen konuya açıklık getiren diğer deliller konusunda da şöyle demiştir: “Bu delillere dayanarak Ali b. Musa Rıza’nın (a.s) Kum’a gelişi takriben kesinleşmiş oluyor.”[70]

Ali Asgar Fakihî’nin ileri sürdüğü delilerden biri de, İbnu’l-Fakih’ten nakledilen rivayettir. Burada, İmam Rıza’nın (a.s) gusledip abdest aldığı bir sudan da bahsedilmektedir.[71]

Diğer bir delil ise şudur: Tarih-i Kadim-i Kum adlı eserde nakledildiğine göre, İmam Rıza (a.s), sözü edilen sudan içti ve gusül aldı.[72]

Bugün, Kum'da "Şah-ı Horasan" adlı, Azer Caddesi'nin ortalarında yer alan Razaviye İslamî İlimler Medresesi'nin de içinde bulunduğu antik bir mahalle vardır. Bu isimlerden de İmam Rıza’nın (a.s) buraya geldiği anlaşılmaktadır.[73]

Her halükârda, İmam Rıza’nın (a.s) Kum’a verdiği önem ve bu şehre gelmesi, bu toprakların birçok açıdan değerini gözler önüne sermektedir.

Di'bil Olayı ve Kumluların Ehl-i Beyt’e Olan Aşkı

Kum halkının III. yüzyılın başlarında Ehl-i Beyt’e ve Şia mezhebine olan büyük sevgi bağını gösteren tarihî gerçeklerden biri de büyük Şiî şair Di'bil Huzaî’dir.

Di'bil, imamları (a.s) metheden ve onların hüzünlerini anlatan bir kaside yazdı. Horasan’a giderek Âşura günü "Medaris-i Âyât" adıyla meşhur olan bu kasideyi İmam Rıza’nın (a.s) huzurunda okudu. İmam Rıza da (a.s) bunun üzerine ona, 100 dinar (altın para) hediye etti.

Di'bil, bereketli olması için İmam’dan kendisine bir elbise vermesini istedi. İmam da (a.s) ona bir elbise hediye etti. Daha sonra Di'bil, altınları ve elbiseyi alarak vatanına dönmek üzere yola koyuldu. Bu arada yolunun üzerinde kurulu olan Kum şehrine de uğradı. Kum halkı, onu sevgiyle karşıladı ve meşhur şiirini orada da okumasını rica etti. O da, halktan Kum'un merkez camiinde toplanmalarını istedi ve şiirini orada okuyacağını söyledi.

Halk, adeta bir sel gibi merkez camiine akın etmeye başladı. Di'bil, şiirini bu görkemli kalabalık arasında da okudu ve halktan büyük hediyeler aldı.

Kum halkı, İmam Rıza’nın (a.s) Di'bil’e bir elbise hediye ettiğini duyunca, o elbiseyi 1000 dinara halka satmasını istedi. Ama Di'bil bunu kabul etmedi. Bunun üzerine en azından bin dinar karşılığında bir parçasını satmasını istedilerse de fayda etmedi. Di'bil Kum’dan ayrılarak kendi vatanına hareket etmek isteyince bir grup genç yolunu keserek zorla elbiseyi elinden aldı. Bunun üzerine Di'bil geri döndü ve elbiseyi kendisine iade etmeleri için ricada bulundu. Uzun konuşmalar ve anlaşmalardan sonra bir kısmını vermeye razı oldu. Kum halkı da bunun karşılığı olarak ona bin dinar verdi.[74]

Bu tarihî olay, Kum halkının mâsum Ehl-i Beyt imamlarına olan sarsılmaz aşk ve bağlılıklarını gözler önüne sermekte; Şia inancının gelişip yayılmasında Kum’un önemini ve üstlendiği merkezî görevi göstermektedir.

İmam Rıza (a.s) ile Görüşen Bir Grup Kumlu

Ebu Salt el-Harevî der ki: Horasan’da İmam Rıza’nın (a.s) huzurunda olduğum bir sırada bir grup Kumlu, İmam'ın yanına gelerek selam verdi. İmam da (a.s) onların selamını aldı. Sıcak bir ortam oluştu ve İmam (a.s) onları yanına çağırarak şöyle buyurdu: “Ne mutlu size! Siz, gerçekten de bizim Şialarımızsınız. Yakında sizler Tus’ta kabrimi ziyarete gelirsiniz. Bilin ki; siz Şialarımdan kim gusül alarak beni ziyaret ederse, annesinden yeni doğmuş mâsum bir bebek gibi günahlarından arınır.”[75]

Zalim Halifeler Karşısında Kum Halkının Özgürlük Mücadelesi

Arap asıllı Şiîler, Kûfe’den Kum’a göç ederek buraya yerleştikten sonra yarım asır içerisinde Kum Kenti, çok hızlı bir şekilde büyüdü. İslam dünyasının kalbinde yarı bağımsız küçük bir devlet gibi önem kazandı. Hatta Abbasî hükümetinin ilk dönemlerinden, Hârun Reşit hükümetinin son zamanlarına kadar zamane hükümetlerine vergi vermiyorlardı.

Hârun, H. K. 184 yılında İmam Kâzım’ı (a.s) şehit ettikten sonra, İmam'ın taraftarlarını baskı altına almak ve halifelere muhalefetin merkezi haline gelen Kum şehrini kontrol etmek için Abdullah b. Kûşit Kummî’yi İsfahan valiliğine atadı. Bunu yaparken Kum halkının vermediği elli küsur yıllık vergileri almasını emretti. O da kardeşi Asım b. Kûşid’i Kum yönetimine atadı. Asım halka çok büyük baskılar yapmaya başladı. Halk itaat etmeyince baskı büyüdü. Baskılar yüzünden bir kısım halk şehri terk etmeye başladı. Yaptıkları şikayetler de sonuç vermedi. Sonunda halk, ayaklanarak Asım’a saldırdı ve onu öldürdü.

Asım’ın öldürüldüğünü duyan Hârun Reşit, İsfahan valisi Abdullah b. Kûşid’i görevden aldı. Abdullah, yeniden görevine dönmek için Harun’un huzuruna çıktı. Ancak, valiliğine devam edebilmesi için Kum’un İsfahan’dan ayrılmasını istedi.

Hârun bu teklifi kabul etmedi. Bu arada Kum’un ileri gelenlerinden Hamza b. Yesa Eş'arî, Dâru’l-Hilafe’ye gelerek Kum’un İsfahan’dan ayrılması için Hârun’u ikna etmeye çalıştı. Bu işin gerçekleşmesi hâlinde Kum’un gelirini şahsen kendisinin ödeyeceğine dair söz verdi. Ama önceden ödenmeyen vergiler alınmayacaktı.

Hamza’nın ısrarları ve ileri sürdüğü deliller sonucu Kum, İsfahan'dan ayrıldı. Hamza da Kum’un hakimi ve Cuma imamı oldu. Cuma namazı da merkez camiinde kılınmaya başladı.

Kum, İsfahan'dan ayrıldıktan sonra Eş'arî Araplar, Kum’un yeniden yapılanması için çalışmaya başladılar. Bu topraklara maddî ve manevî çok şeyler kazandırdılar.[76]

Böylece, tarihin her sayfasında zulüm ve sitemin karşısında özgürlük sembolü olan Şiî Aleviler, bu asırda güçlerini göstermiş oldular. Bir Şia merkezi olan Kum’u zalimlerin, din ve mal hırsızlarının pençesinden kurtardılar.

Kum Halkının Memun’a İtirazı

Kumlular, İmam Rıza’nın (a.s) şehadetini duyunca Memun’un onu şehit ettiğini anladılar. Memun Bağdat'a gidince de tepkilerini dile getirmek için vergi vermemeye başladılar. Yaklaşık olarak yedi yıl kadar (204-211 H. K.) bu durum devam etti. Memun, Ali b. Hişam’ı, ayaklanmayı bastırması için tam takım teçhizatla donatılmış bir orduyla Kum’a gönderdi.

Ali b. Hişam, Kum'un kale surlarına ulaşınca halk kapıları kapadı. İbn-i Hişam, surların gerisinde çadır kurdurarak kaleyi kuşattı. Sonunda gediklerden sızarak kapıları açtılar ve kaleye girmeyi başardılar. Yahya b. İmran Eş'arî'yi başta olmak üzere Kum’un birçok ileri gelenlerini öldürdüler. Kalenin bazı

yerlerini yıktılar ve ödenmeyen vergileri zorla aldılar. Ali b. Hişam, daha sonra Ali b. İsa Talhî’yi Kum’un yönetimine getirerek Bağdat’a geri döndü.

Kum halkı, bir an önce savaşın yaralarını sarmaya başladı. H. K. 215 yılında Memun'a karşı yeniden ayaklandılar. Memun’un atadığı valiyi (Ali b. İsa Talhî'yi) Kum’dan çıkardılar. Talhî, Bağdat’a giderek olayı Memun’a anlattı. Memun da, bir Türk olan Abdurrahman b. Muflic'i beraberinde bir orduyla Kum’a gönderdi. Halk, onun Kum’a girişini engellemeye çalıştıysa da o, geceleyin kaleye girmeyi başardı. Ayaklanmayı başlatanları öldürdü ve bir kısmını da zindana attı. Bu olayda halkın çoğu şehri terk etti.

Kum halkı, Memun’un ardından da birçok Abbasî halifesine karşı isyan etti ve bunun akabinde sayısız şehitler verdi.[77]

Buradan da Kum’un II ve III. asırlardan itibaren kıyam ve kan şehri olduğu anlaşılmaktadır. Zilime karşı kıyam etmek, Kum’un gerçek ruhudur. Bu ruh, o dönemlerden günümüze kadar devam etmiştir.

Kum Halkının Ali (a.s) Evlatlarına Bağlılığı

Kum halkının Nübüvvet hanedanına olan bağlılığı ve sevgisi o kadar fazlaydı ki Memun, İmam Rıza’yı (a.s) veliaht ilan ettiğinde  İmam'a hitaben şöyle dedi: “Bu işte (İmam'ı veliaht etme konusunda) bana yardım edecek birini bulamıyorum. Kum halkını açık ve gizli işlerimde yardımcılarım etmeye karar verdim.”[78]

Daha önce Kum halkının Hârun ile Memun’a karşı yaptıkları ayaklanmalara kısaca değinmiştik. Memun, nihayet Kum’un yönetimini Şia’nın ileri gelenlerinden etkin bir kişiliği olan Harseme’ye bıraktı. Bu yolla Kum halkını kendinden razı etmek istiyordu.

Abbasîlerin 18. halifesi Muktedir, H. K. 296 yılında, yıllarca Abbasoğullarına karşı savaşmasına rağmen Şia'nın önde gelenlerinden güç ve nüfuz sahibi Hüseyin b. Hamdan’ı Kum yönetimine atadı.

Allame Erbilî, Keşfu’l-Gumme adlı eserinde Hasan b. Hamdan'ın şöyle dediğini nakleder: "Halkın bu itaatsizliği halifeye sorun yaratıyordu. Kimi gönderirse halk onunla savaşıyordu. Nihayet halife beni, bir orduyla Kum’a yolladı. Beklenenin aksine halk beni görkemli bir törenle karşıladı. Bana şöyle dediler: “Biz inancımıza muhalif olanlarla savaşırız. Bizimle aynı mezhepten olduğundan (Âl-i Hamdan’ın Şiîliği meşhurdur) seninle bizim aramızda sorun yoktur."[79]

Kısaca, Kum halkı, İslam ile buluştuğundan bu yana Peygamberin pak Ehl-i Beyt’inin (a.s) sarsılmaz gerçek taraftarları olmuştur. O dönemde inançlarına karşı bağlılıklarıyla da meşhur idiler. İmamların (a.s) döneminde ellerinde olan imkânlarını, hatta bazıları kendi oturdukları evleri bile imamların (a.s) hizmetine sunmuşlar ya da onlara vakfetmişlerdir. Her yıl humuslarını imamlara (a.s) göndermekten geri kalmıyorlardı. Bu yüzden olacak ki, Kum’a gelen imamzade sayısı diğer yerlerden fazladır.

Kum halkının İmam Sadık, İmam Kâzım, İmam Rıza, İmam Cevad, İmam Hâdi ve İmam Hasan Askerî ile (a.s) olan irtibatları II. ve III. yüzyılın tarih sayfalarında büyük bir iftihar olarak parlamaktadır. Burada bunlardan birkaç örnek sunuyoruz:

İmam Cevad’ın Kumlu Bir Şiî'ye Lütfü

Muhammed b. Sehl Kummî şöyle der: “Hac yolculuğunda Medine'ye de uğradım. Orada İmam Cevad’ın (a.s) huzuruna vardım. İmam'dan, teberrük olarak giymek için bir elbise almak istedim, ama buna fırsat olmadı. İzin alarak ayrıldım ve evden çıktım. Bu konuda ona bir mektup yazmaya karar verdim. Mescidü'n-Nebi'ye giderek iki rekât namaz kıldım ve Allah'tan hayırlı olanı bana nasip etmesini diledim. Mektup göndermenin doğru olmadığı hissine kapıldım. Mektubu yırttım ve Medine'den ayrıldım. Kervanla Kum’a hareket ettik. Yolculuk sırasında bir yabancı kervana katıldı. “Muhammed b. Sehl kim?” diye sordu. “Benim” dedim. Bez parçasına sarılı bir elbise bana verdi ve “Efendim İmam Cevad, bu paketi sana gönderdi” dedi. Paketi açarak içindekine baktım. Güzel kumaşlardan yapılmış iki pahalı elbise vardı. Onları beraberimde götürdüm.

Muhammed b. Sehl bu elbiseleri ömrünün sonuna kadar sakladı. Vefat edince oğlu Ahmed, onu bu elbiselerle kefenledi.[80]

Kum Halkının İmam Hâdi (a.s) ile İrtibatı

Kum halkı, baskının doruğa ulaştığı İmam Hâdi (a.s) döneminde, devamlı Samirra’ya giderler, beraberlerinde götürdükleri malları İmam'a takdim ederek onunla olan bağlarını devam ettirirlerdi.

Bu konu 10. Abbasî halifesi Mütevekkil’e iletildiğinde Mütevekkil, veziri Feth b. Hakan’la olayı değerlendirerek olayı gizlice izlemek ve gerçeği öğrenmek üzere Ebu Musa’yı görevlendirdiler.

Ebu Musa, kendisini İmam Hâdi’nin (a.s) taraftarı gibi göstermeye çalışıyor, sürekli İmam'ın yanına gidip geliyordu. Bir gün İmam (a.s) ona şöyle dedi: “Ey Ebu Musa, bu akşam getirecekler!”

Ebu Musa o akşam İmam’ın (a.s) evinde kaldı. Gece yarısı İmam (a.s) Ebu Musa’ya buyurdu ki: “O Kumlu malı getirdi ama, tâguta hizmet eden şahıs, onun bana ulaşmasına mani oldu...”[81]

İmam Hasan Askerî’nin (a.s) Kum ve Âve Halkına Yazdığı Mektup

Eski adıyla Abe, günümüzde ise Âve ismiyle bilinen  bu yer, Sâve şehri yakınlarında bulunan büyük bir köydür. Halkının çoğu, İmam Hasan Askerî (a.s) döneminde Şiî idi. Kum ise, Şiîlerin uğrak yeri hâline gelen bir merkez konumundaydı. İmam (a.s), Kum ve Âve halkıyla devamlı irtibat hâlindeydi. Onlara yazdığı bir mektupta imamları olarak teşekkür ettikten sonra birlik ve beraberlik çağrısında bulunarak şöyle buyurdu:

"Yüce Allah lütuf ve inayetiyle müjdeleyici ve uyarıcı olarak Peygamberini (s.a.a) göndermekle halka minnet bırakmıştır. Dinini kabul etmeniz için size güç verdi ve sizi dinine hidayet etti. Bu topraklarda yaşamış ve yaşayacak olanların kalbine Peygamber hânedanının sevgisini ekti. Aranızdan ayrılanlar (ölenler) saadete erdi. Güzel amellerinin meyvelerini derdiler ve amellerinin karşılığını aldılar.

Back Index Next