İÇİNDEKİLER

 

Back Index Next

 

Yüce Allah, Fatıma'nın (a.s) tertemiz ve dosdoğru kişiliğinin oluşmasına elverişli ortamı hazırlamıştı. Baba, Resul-i Ekrem (s.a.a), anne de Hatice'ydi.

Rivayetlerde, Zehra'nın yaratılması ve var edilmesi ile ilgili rabbanî irade hakkında geniş bilgiler yer alır. Resulullah (s.a.a) birçok kez bu meseleye işaret etmiştir.

Rivayet edilir ki, Resulullah (s.a.a) Ebtah denilen yerde oturuyorken, Cebrail gelir ve ona şöyle seslenir: "Ey Muhammed! Yüceler yücesi Rabbin sana selâm söyler. Kırk sabah boyunca Hatice'den ayrılmanı emreder." Hz. Peygamber (s.a.a) Ammar b. Yasir'i Hatice'ye göndererek ilâhî emri ona bildirdi. Hz. Resulullah (s.a.a) kırk gün boyunca ibadet etti. Gündüzlerini oruçla, gecelerini de namazla geçirdi. Kırk günün sonunda Cebrail geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammed! Yüceler yücesi Rabbin sana selâm söyler. Selâmına ve armağanına hazır olmanı emreder." Peygamber (s.a.a) bu şekilde beklerken, Mikâil adlı melek indi. Elinde bir tabak vardı ve tabağın üzeri ince halis ipekten bir mendille örtülmüştü. Tabağı Hz. Peygamber'in (s.a.a) önüne koydu. Cebrail geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammed! Rabbin, bugünkü iftarını bu yemekle açmanı emrediyor." Peygamberimiz (s.a.a) bu yemeği doyasıya yedi ve kanıncaya kadar suyu içti. Sonra namaz kılmak için ayağa kalktı. Cebrail yanına geldi ve şöyle dedi: "Hatice'nin evine gidinceye kadar şu anda namaz kılman sana haramdır.[90] Çünkü yüce Allah, bu gece senin sulbünden tertemiz bir zürriyet yaratmaya söz vermiştir." Resulullah (s.a.a) derhal yerinden kalkarak Hatice'nin (radıyallahu anha) evine gitti.

Hatice (radıyallahu anha) anlatıyor: "Yalnızlığa alışmıştım. Gece karanlığı çökünce, başımı örter, üzerime geniş giysimi alır, kapımı kilitler ve namazımı kılıp virdimi yerine getirdikten sonra çıramı söndürürdüm. Sonra da yatağıma uzanırdım. O gece yarı uyumuş yarı uyanık bir hâlde iken, birden Peygamber (s.a.a) geldi ve kapıyı çaldı. 'Muhammed'den (s.a.a) başka kimsenin çalmadığı halkadan kapıyı çalan kimdir?' diyr seslendim... Resulullah (s.a.a) tatlı ve yumuşak bir ses tonuyla bana seslendi: 'Kapıyı aç, ey Hatice! Ben Muhammed'im.' Kapıyı açtım ve Hz. Peygamber (s.a.a) eve girdi. Gökleri olduğu gibi tutan ve suyu yerden çıkaran Allah'a yemin ederim ki, daha Peygamber (s.a.a) benden uzaklaşmamıştı ki, Fatıma'nın ağırlığını karnımda hissettim."[91]

4-Hatice'nin (a.s) Fatıma (a.s) ile Kurduğu Ünsiyet

Hatice bint-i Huveylid, Resulullah (s.a.a) ile evlenince Mekke kadınları onu terk ettiler. Onunla konuşmamaya başladılar. Evine gelmez oldular. Daha sonra Hatice, Fatıma'ya hamile kaldı. Resulullah (s.a.a) evinden ayrıldığı zaman, rahmindeki Fatıma kendisiyle konuşur, onunla arkadaşlık ederdi. Bir gün Resulullah (s.a.a) eve geldi ve Fatıma'yla konuşan Hatice'nin sesini duydu. Dedi ki: "Kiminle konuşuyorsun, ey Hatice?" Dedi ki: "Şu anda benim rahmimde bulunan cenin, ben evde yalnız kaldığım zaman, rahmin karanlığından benimle konuşur, sohbet eder." Resulullah (s.a.a) gülümsedi ve şöyle dedi: "Ey Hatice! Şu anda kardeşim Cebrail, seninle bu şekilde konuşanın benim kızım olduğunu ve onun tertemiz kılınmış bir zürriyet olduğunu, yüce Allah'ın, onun adını 'Fatıma' diye koymamı emrettiğini ve yüce Allah'ın onun soyundan, müminleri hidayete ulaştıracak imamlar ortaya çıkaracağını söylüyor."[92]

Rivayet edilir ki, kâfirler Resulullah'tan (s.a.a) ayın yarılması mucizesini kendilerine göstermesini istedikleri zaman, Fatıma'ya hamile olduğunu bilen Hatice şöyle dedi: "Muhammed'i (s.a.a) yalanlayanın ziyanı ne korkunçtur! O resullerin ve nebilerin en hayırlısıdır." O sırada Fatıma karnından şöyle seslendi: "Anneciğim! Üzülme, korkma. Çünkü Allah babamla beraberdir."[93]

Resulullah ile beraber İslâm davetinin ilk günlerinin sıkıntısını yaşayan, bu yüzden Mekkeli müşrik kadınların kendisini terk etmeleriyle yalnız kalan Hatice'ye, bu sabrından, İslâm davetinin yayılması uğruna her türlü fedakârlığı göze alışından dolayı yüce Allah, ona bir müjde verdi. İleride kendisinin ve zürriyetinin dünya tarihinde seçkin ve önemli bir yeri olacak bir kız çocuğuna hamile kalmasını sağladı.

5- Fatıma'nın Doğumu

Hamilelik günleri tamamlandı, doğum zamanı iyice yaklaştı. Hatice karnındaki bebekle arkadaşlık kuruyor ve onun doğacak olmasından dolayı derin bir sevinç yaşıyordu. Doğum vakti gelince, böyle durumlarda kadınların yapacakları işleri yapmak üzere gelmeleri için Kureyş kadınlarına ve Haşimoğulları kadınlarına haber gönderdi. Kadınlar ona şu haberi ilettiler: "Bize isyan ettin. Sözümüzü dinlemedin. Ebu Talib'in yetimi, hiçbir malı olmayan bir yoksulla, Muhammed'le evlendin. Biz gelmeyeceğiz ve yükünü hafifletmek için hiçbir şey yapmayacağız." Hatice buna çok üzüldü. O, bu şekilde derin üzüntüler içindeyken, dört tane uzun boylu kadın yanına geldi. Haşimoğulları kadınlarına benziyorlardı. Hatice, onlardan korktu. Onlardan biri şöyle dedi: "Ey Hatice! Üzülme. Biz Rabbin tarafından sana gönderilmiş elçileriz. Biz senin kardeşleriniz. Ben, Sara, bu da Mezahim kızı Asiye'dir. O senin cennetteki arkadaşındır. Bu da İmran kızı Meryem'dir. Bu ise, Musa b. İmran'ın (a.s) kız kardeşi Gülsüm'dür. Senin doğum esnasında çekeceğin zorlukları hafifletmek için Allah bizi sana gönderdi." Böylece biri Hatice'nin sağında, biri solunda, biri önünde, biri de arkasında oturdu. Derken temiz ve pak olarak Fatıma (a.s) doğdu.

Fatıma doğunca, onun pak bedeninden bir nur yükseldi. Bu nur, bütün Mekke evlerine girdi. Önünde oturan kadın Fatıma'yı aldı ve Kevser suyuyla yıkadı. İki beyaz hırka çıkardı. Birini bedenine sardı, birini de üzerine örttü. Sonra Fatıma'yı konuşturmaya çalıştı. Fatıma (a.s) şehadet getirdi (kelime-i tevhidi söyledi) ve bu kadınlara selâm verdi. Kadınların her birini isim vererek selâmladı. Kadınlar ona gülümsediler. Dediler ki: "Ey Hatice! Temiz, pak, arı ve uğurlu olarak al onu. Ona ve soyuna bereket verilmiştir." Hatice sevinçli ve güler yüzle çocuğunu aldı. Göğsünü verdi. Derhal sütü kaynamaya başladı.[94]

Hatice'nin bir çocuğu dünyaya geldiğinde onu süt anneye verirdi. Fatıma (a.s) doğduğunda ise Hatice'den başka kimse onu emzirmedi.[95]

6- Doğum Tarihi

Tarihçiler, Hz. Fatıma'nın doğum tarihi hakkında ihtilâf etmişlerdir. Fakat İmamiyye mezhebi tarihçileri arasında meşhur olan görüş, Hz. Fatıma'nın (a.s) bisetin beşinci senesinin cemaziyelahir ayının yirminci gününe denk gelen cuma günü dünyaya geldiği yönündedir. Başka tarihçiler ise, bisetten beş yıl önce doğduğunu söylemişlerdir.[96]

Ebu Basir, İmam Ebu Abdullah Cafer b. Muhammed'den (a.s) şöyle rivayet eder: "Fatıma (a.s), Peygamberimizin (s.a.a) doğumunun (milâdının) kırk beşinci senesinin cemaziyelahir ayının yirminci gününde dünyaya geldi. Mekke'de sekiz yıl, Medine'de ise on yıl kaldı. Babasının ölümünden yetmiş beş gün sonra, hicretin on birinci senesinin cemaziyelahir ayının üçüncü gününe denk gelen salı günü vefat etti."[97]

Hz. Fatıma'nın isimleri: Sıddıka; çok tasdik eden (Allah'ın selâmı ona olsun). Hz. Fatıma (a.s) babasının sözlerini tasdik eder, onları davranışlarıyla da doğrulardı. Sözlerini eksiksiz yerine getirirdi. O, es-Sıddıkatu'l-Kübra idi. Torunu Sadık'tan (a.s) da rivayet edildiği gibi, asırlar onun marifeti ekseninde döndüler.[98]

Mübareke: Ondan çok hayır kaynaklandığı için bu ismi almıştır. Kur'ân onu Kevser diye isimlendirir. Bunun nedeni de Hz. Peygamber'in (s.a.a) soyunun onun aracılığıyla devam etmesidir. O, tertemiz imamların anasıdır. O, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) temiz zürriyetinin anasıdır. Soyun çokluğu -ki Muhammedî (s.a.a) risaleti savunmuş, zalimlere ve sapmışlara karşı direnmenin yükünü üstlenmiş bir zürriyettir- çok hayır demektir. Ya da Allah'ın, Resul'üne verdiği çok hayrın en önemli göstergelerinden biridir. Nitekim Kevser Suresi'nde buna değinilir.

İbn Abbas, Peygamberimizin (s.a.a) şöyle dediğini rivayet eder: "Kızım Fatıma beşerî bir huridir. Hayız kanı görmez, Allah onu ve sevenlerini ateşten koruduğu için 'Fatıma' adını almıştır."[99]

Resulullah (s.a.a) bir diğer hadiste de şöyle buyuruyor: "Fatıma, insan hurilerdendir. Cenneti özlediğimde, onu öperdim."[100]

Enes b. Malik'in annesi şöyle der: "Fatıma, on dördünde ay gibiydi. Ya da bulutların altından çıkan güneş gibiydi. Kızıla çalan bir beyazlığı vardı. Saçları simsiyahtı. İnsanlar içinde Resulullah'a (s.a.a) en çok benzeyen oydu."[101]

Her türlü kirden ve pislikten arındığı için Tahire lakabı verilmişti. İmam Bâkır'dan (a.s) da rivayet edildiği gibi, hayatının hiçbir gününde hayız ya da loğusalık kanı görmemiştir.[102] Nitekim Kur'ân-ı Kerim Tathir Ayeti'nde onun her türlü kirden temizlenmiş olduğuna tanıklık etmiştir.

Hz. Fatıma'nın (a.s) bir lakabı da "Raziye", bir diğeri de "Merziyye"dir. Çünkü o, kendisi için takdir edilen dünyanın acılarına, zorluklarına, musibetlerine ve bunlardan dolayı alacağı sevaba razıydı. Kur'ân-ı Kerim'in "İnsân Suresi"nde haber verdiği gibi, Rabbinin katında razı olunmuş biriydi. Rabbi, onun çabasından razı olmuş ve onu en büyük korkudan emin kılmıştı. O, haklarında "Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar."[103] buyurulanlardan biridir. Rabbinden çok korktuğundan kuşku yoktur; onun hayatı bunun tanığıdır.

Muhaddese; meleklerin konuştuğu kimse demektir. Melekler -peygamber olmadıkları hâlde- İmran kızı Meryem, Musa'nın annesi ve İbrahim'in karısı Sara -ki ona İshak'ı, ardından da Yakub'u müjdelemişlerdi- ile konuşmuşlardı.

Resulullah (s.a.a) ona "Ümmü Ebîha" yani "Babasının anası" künyesini takmıştı. Bu, onun değerine, saygınlığına yönelik bir işaretti. Çünkü hiç kimseyi, Peygamberimiz (s.a.a), onu sevdiği kadar sevmiyordu. Hiç kimse Peygamber (s.a.a) yanında onun derecesine ve konumuna yetişememiştir. Hz. Peygamber (s.a.a), ona, evlâdın annesine yaptığı muamelenin aynısını yapıyordu. Nitekim o da, Hz. Peygamber'e (s.a.a) annenin evlâdına davrandığı gibi davranıyordu. Çünkü Peygamber'i (s.a.a) kucaklıyor, yaralarını sarıyor ve acılarını hafifletiyordu.

Onun hakkında, "Ümmü'l-Eimme" (İmamların Anası) künyesi de kullanılmıştır. Çünkü bütün İmamlar onun neslinden gelmiştir ve İmam Mehdi (a.s) de onun soyundandır.[104]


hz. fatıma'nın hayatının aşamaları

Hz. Fatıma (a.s) Rasulullah'ın (s.a.a) ve annesi Hatice'nin (a.s) gölgesinde, himayesinde büyüdü. Sonra, Peygamberimiz (s.a.a) Yesrib'e hicret edinceye kadar onunla yalnız kaldı. Hz. Peygamber (s.a.a) onu gözetiyordu. O da bir anne şefkatiyle Resul-i Ekrem'i gözetiyordu. Sonra amcasının oğlu Ali b. Ebu Talib'le evlendi. Böylece babası Muhammed'in (s.a.a) gölgesinde ve genç İslâm devletinin himayesinde hayatını sürdürdü. Dinî-Risalî misyonu ile ailevî görevini omuz omuza yürütüyordu. Resul-i Ekremin (s.a.a) vefatıyla büyük nübüvvet güneşi batıncaya kadar böyle devam etti. Sonra genç İslâm devletinin siyasal liderliğinin İmam Ali b. Ebu Talib'in elinden çıkmasıyla büyük felâket meydana geldi. Fatıma (a.s), o sırada İmam Ali b. Ebu Talib'in tek destekçisiydi. Ali (a.s), her türlü kabilesel ve duygusal endişeden uzak bir şekilde, baş gösteren bu zor durumu çözümlemek durumundaydı.

Hz. Zehra (a.s), babasının (s.a.a) ölümünden sonra, kocası İmam Ali'nin (a.s) himayesinde çok kısa bir süre yaşadı. Bu kısa sürede öyle acılar çekti, öyle sıkıntılara maruz kaldı ki, bunların gerçek boyutlarını ancak nefisleri yaratan ve bütün gaybı bilen Allah bilir.

Bundan dolayı, bu incelememizde, onun hayatını aşağıdaki şekilde aşamalara ayırmayı uygun gördük:

Birinci aşama; Babasının (s.a.a) ve annesinin (a.s) himayesinde geçen çocukluk aşaması.

İkinci aşama; Hatice'nin ölümünden sonra, babasıyla (s.a.a) beraber kaldığı ve evlenmesiyle birlikte sona eren aşama.

Üçüncü aşama; Ali (a.s) ile evlendikten sonraki hayatının, Peygamber'in (s.a.a) vefatına kadar süren dönemi.

Dördüncü aşama; babasının (s.a.a) ölümünden hastalanmasına kadarki dönem.

Beşinci aşama; şehit oluncaya kadar süren hastalık dönemi.

İlk üç aşamayı, üçüncü bölümde ele alacağız.

Üçüncü babın ilk bölümünü, Hz. Fatıma'nın (a.s) hayatının dördüncü aşamasına ayırdık.

Bu arada, ikinci bölümü de, Fatıma'nın (a.s) hayatının beşinci aşamasına ayırdık.


hz. fatıma (a.s), babası resulullah'ın (s.a.a) yanında

Fatıma'nın (a.s) Çocukluk Dönemi

Hz. Fatıma'nın (a.s) doğduğu ortamı incelediğimiz zaman, -o sırada- Arap Yarımadası'nın son derece tehlikeli hadiselere, mücadelelere sahne olduğunu, kritik bir dönemden geçtiğini görürüz. Bu kritik ortamda Hz. Peygamber'in (s.a.a) sunduğu davet, toplumu bir yol ayrımına getirmişti.

Doğası gereği Yarımada, ekonomik açıdan yoksuldu. Sadece Yemen ve Şam bölgeleriyle yapılan ticarete dayanan zayıf bir ekonomik hareket söz konusuydu.

Sosyal açıdan, küfür esaslı dinlerin, çürümüş, kokuşmuş geleneklerin, kabileci ırkçılığın hâkim olduğu bir yapı arz ediyordu. Bir kabilenin başka bir kabileye karşı gerçekleştirdiği saldırılar, savaşlar eksik olmuyordu. Çoğu zaman bunların makul bir sebebi de olmazdı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömme olgusu, toplumsal geri kalmışlığın en acımasız göstergesiydi.

İşte böyle bir ortamda Hz. Muhammed (s.a.a) peygamber olarak gönderildi. O sırada kırk yaşındaydı. Tek başına evrensel inkârın, puta tapıcılığın ve müşrikliğin karşısına dikildi. Çok girift problemi ve tehlikeli zorluğu aştı. İlk başlarda davetini gizli sundu. Daveti düşmanlardan korumak için böyle bir önlem almak zorundaydı. Sonra, daveti açıkça ilân etmesine ve batılın saflarında gedikler açmasına ilişkin ilâhî emir geldi. Bunun üzerine Hz. Resul (s.a.a) davetini ilân etti. İnsanları İslâm'a çağırdı. Günden güne Müslümanların sayısı artmaya başladı.

İslâm düşmanları, yeni akımın oluşturduğu tehlikeyi sezmekte gecikmediler. Her kabile, mensuplarından olup İslâm dinine giren zayıf kimselere eziyetler etmeye başladılar. Onları bir yere hapsediyor, çeşitli işkence yöntemlerine maruz bırakıyor, açlığa terk ediyor, kızgın kumların üzerine yatırıyorlardı. Vücutlarını ateşle dağlıyorlardı. Bütün bunlar, Müslümanları dinlerinden döndürme amacına yönelikti. Resulullah (s.a.a), ashabının bu ağır baskılara maruz kaldığını görünce onlara şöyle dedi: "Allah, bu durumunuzdan bir çıkış yolu gösterinceye kadar Habeşistan'a gitseniz daha iyi olur." Müslümanlar Resulullah'ın emrine icabet ettiler. Yurtlarını ve mallarını geride bırakarak yola koyuldular. Dinden döndürme amaçlı baskılara uğramamak ve dinlerini Allah'ın himayesinde korumak için.[105]

1) Ebu Talib (a.s) Vadisinde Fatıma (a.s)

Kureyşliler, Hz. Resul'ün (s.a.a) ashabının kendilerine direndiklerini, eziyetlerine katlandıklarını ve İslâm'ın gün geçtikçe önem kazandığını, kabileler arasında hızla yayıldığını, dolayısıyla İslâmî hareketi önleme hususunda başarısız olduklarını görünce, aralarında, Hz. Peygamber'i bir suikast sonucu öldürmek için plân hazırladılar. Ebu Talib, bu plânı fark edince, vadisine çekildi. Haşimoğulları ve Abdulmuttalib oğulları da Hz. Peygamber'i (s.a.a) korumak amacıyla vadide toplandılar. Peygamber'in (s.a.a) amcası Hamza sabaha kadar kapısında nöbet tutuyordu. Kureyşliler vadiye çekilenlere karşı şiddetli bir ekonomik boykot uyguladı. Onlara bir şey satmamak ve onlardan bir şey satın almamak hususunda bir sözleşme hazırlayıp imzaladılar. Var güçlerini kullanarak iki ya da üç yıl boyunca bu boykotu sürdürdüler. Müslümanlara ancak gizlice bir şeyler ulaşıyordu. Haşimoğulları için açlık had safhaya ulaşmıştı. Bazen açlıktan ağlayan çocukların feryadı yükseliyordu.

Bu zor ve acılı şartlarda Hz. Zehra (a.s), emzirme döneminin bir dönemini Ebu Talib vadisinde geçirdi. Sonra sütten kesildi. Vadinin kızgın kumlarının üzerinde yürümeye başladı. Aç çocukların iniltileri, yokluktan yükselen feryatları arasında konuşmayı öğrendi. Yokluk ve yoksulluk zamanında yemeye başladı. Gecenin bir yarısında uyandığı zaman, nöbetçilerin, büyük bir dikkatle babasının etrafında döndüklerini, gece karanlığında düşman saldırısından korumaya çalıştıklarını görürdü. Hz. Zehra (a.s) yaklaşık olarak üç yıl boyunca bu zindanda yaşadı. Onu dış dünyaya bağlayan bir bağ yoktu. Bu durum beş yaşına girinceye kadar böyle devam etti.

2) Hz. Hatice'nin Vefatı ve Hüzün Yılı

Zor ve ağır abluka yılları geçiyordu. Resulullah (s.a.a) ve beraberindekiler, artık boykot ve ablukadan çıkıyorlardı. Allah onlara zafer ve üstünlük yazmıştı. Hatice de ablukadan çıkıyordu. Yıllar onu ağırlaştırmış, boykot ve yoksulluğun yükü onu takatsiz bırakmıştı. Cihadın aydınlığıyla parlayan ömrünü sabır ve kararlılıkla geçirmişti. Bir kadın açısından eşsiz ve ideal bir hayat yaşamıştı. Artık Hatice'nin eceli yaklaşmıştı. Allah onu katına almayı dilemişti. Ve Haşimoğulları'nın ablukadan çıkmaya başladıkları bu yılda Hatice vefat ediyordu. Bisetin onuncu yılıydı.

Aynı yıl, Peygamber'in (s.a.a) amcası, İslâm davetinin koruyucusu, İslâm'ın yardımcısı Ebu Talib de öldü. Bu iki ölüm, Resulullah'ı (s.a.a) çok üzdü. Derin bir hüzün ve keder hissediyordu. Ayrılık ve yalnızlık duyguları içindeydi. O, bir sevgiliyi, bir yardımcıyı, bir dert ortağını; eşi, sevgilisi ve yardımcısı Hatice'yi yitirmişti. Bunun yanında koruyucusu ve savunucusu olan amcasını yitirmişti. Bu yüzden bu yıla "Hüzün Yılı" adını verdi.

Bu yıl musibete uğrayan sadece Resulullah (s.a.a) değildi. Anne şefkatine ve sevgisine henüz doymamış küçük Fatıma'nın payına da, acıların bir kısmı düşmüştü. Musibeti yaşayanlardan biri de oydu. Bu hüzünlü yılda, bela dört koldan onu sarmıştı. Yetimlik tertemiz hayatının üzerine çökerken, yüreğinin derinliklerinde hüznün kavurucu elemini hissediyordu.

Baba, Hz. Peygamber (s.a.a) de hüznün Fatıma'nın yüreği üzerindeki ağırlığının farkındaydı. Yanaklarından aşağıya doğru göz yaşlarının süzüldüğünü görüyordu. Merhametli kalbini paramparça ediyordu bu manzara. Gerçek sevgi ve babalık duyguları harekete geçiyordu. Allah Resulü (s.a.a), Fatıma'yı (a.s) kucaklıyor, onu, sevgisi ve şefkatiyle sarıyordu. Annesinin ölümüyle yitirdiğini düşündüğü sevgi, koruma ve şefkat duygularını, babalık sevgisi, şefkati ve koruyuculuğuyla dolduruyordu.

Resulullah (s.a.a) Fatıma'yı seviyordu. Fatıma da onu. Resulullah (s.a.a) derin bir şefkat duygusuyla Fatıma'ya düşkündü, Fatıma da ona. Fatıma'dan daha çok sevdiği veya Fatıma'dan daha çok kalbine yakın olan bir başka insan yoktu. Fatıma'yı seviyordu ve Fatıma'ya karşı beslediği bu ilgiyi gerekli gördüğü her defasında vurguluyordu. Onun işgal ettiği makama ve ümmeti içindeki konumuna işaret ediyordu. O, Fatıma'yla doğrudan bağlantısı bulunan büyük bir olaya, önemli bir olguya hazırlıyordu ümmetini. Bu büyük olayın, Fatıma'dan sonra, zürriyetiyle ilgisi vardı. Neticede tüm İslâm ümmetini ilgilendiren bir olaydı. Peygamberimiz (s.a.a) bunu vurguluyordu ki, Müslümanlar Fatıma'nın, Fatıma'nın soyundan gelen imamların değerini, makamını bilsinler, Fatıma'nın hakkını eksiksiz versinler, onun saygınlığını korusunlar. Sonra, bu tertemiz sülâleyi hakkıyla gözetip korusunlar. Bakınız Hz. Resul (s.a.a), Fatıma'yı nasıl tanıtıyor Müslümanlara: "Fatıma benden bir parçadır. Onu öfkelendiren, beni öfkelendirmiş olur."[106]

Fatıma (a.s) büyüyor, gençlik çağına giriyordu. Onunla beraber babasının sevgisi de gençleşiyordu. Fatıma'ya düşkünlüğü her geçen gün biraz daha artıyordu. Fatıma da bu sevgiye karşılık veriyordu. Bu yüzden Hz. Peygamber'in (s.a.a) kalbi, Fatıma'ya yönelik sevgi ve şefkat duygularıyla doluydu. Ona "babasının anası" diyordu.

Peygamberimizin (s.a.a) bu tavrı, çocuklarının kişiliğinin oluşmasında aktif rol oynayan, hayatlarını ve hayat biçimlerini yönlendiren babalık misyonunun etkili örneklerinden biridir. Peygamber'in (s.a.a) bu tavrı, İslâm dininde kızların gözetilmesine, onlara özen gösterilmesine ve saygın konumlarının belirlenmesine ilişkin prensiplerin ideal bir pratik örneğini oluşturmaktadır.

3) Sınanan Fatıma

Yüce Allah, Fatıma'nın, davetin Mekke sürecinin bir dönemine tanıklık olmasını diledi. Babasının (s.a.a) geçtiği ağır imtihanı görmesini istedi. O, Hz. Peygamber'e (s.a.a) yapılan eziyetleri, ona uygulanan baskıları görüyordu. Mekke atmosferinin, peygamberliğin doğduğu eve, hidayet, iman ve erdem evine düşman olduğunu görüyordu. Babasının ve imanda herkese göre öncelikli olan İslâm davetçisi bir grup müminin destansı bir mücadele ve kahramanca bir direnç gösterdiklerini gözlemliyordu. Bu cihat ağırlıklı atmosferin onun kişiliğinin, nefsinin üzerinde derin etkileri oluyordu. Kişiliğinin oluşmasına yardımcı oluyordu. Onu hayata ve zorluklara katlanmaya hazırlıyordu. Fatıma, henüz çocukluk çağını doldurmamışken bütün bunları yaşamıştı.

Annesinin ölümünden sonra babasıyla (s.a.a) beraber en ağır sıkıntıları yaşadı. Babası, onun dert ortağıydı, arkadaşı ve seveniydi. Hayatın yükünü, acılarını ve baskılarını hafifletiyordu. Peygamberimiz (s.a.a) amcası, davetin hamisi ve Resulullah'ın savunucusu Ebu Talib'i yitirdikten sonra baskılar daha da artmıştı. Kureyşliler, Ebu Talib hayattayken Hz. Peygamber'e (s.a.a) saldırmaya, eziyet etmeye cesaret edemiyorlardı. Ama ona bir zarar vermek için her zaman tetikte bekliyorlardı.[107] Hz. Peygamber (s.a.a), Ebu Talib'in vefatından sonra, onun bu koruyuculuğuna şu sözleriyle işaret etmişti: "Ebu Talib ölünceye kadar, Kureyşliler benim karşımda zayıf ve korkak bir konumdaydılar."[108]

Kureyş kabilesi, bu dönemde Resulullah'a (s.a.a) karşı bütün kinini kusarak, yoğun bir işkence ve eziyet kampanyası yürüttü. İslâm davetinin en zor yıllarıydı. Her türlü işkence yöntemi kullanılıyordu. Hz. Peygamber (s.a.a) alaya alınıyor, onun değerini düşürmeye ve kişiliğini lekelemeye yönelik propagandalar yürütülüyordu.

Resul-i Ekrem (s.a.a), daveti uğruna, ilkeleri ve risaleti yolunda, hiçbir peygamberin çekmediği zorluğa, meşakkate katlandı. Kureyş'in beyinsiz ayak takımından birisi, bir avuç toprak alarak Resulullah'ın (s.a.a) yüzüne ve başına serpti. Resulullah (s.a.a) bu eziyete tahammül etti. Sabrederek, Allah'tan bu sabrının ecrini umarak evine döndü. Yüzü, başı toprak içindeydi. Evine doğru yol alıyorken, Fatıma (a.s) onun bu hâlini, Kureyş'in ona reva gördüğü bu eziyeti gördü. Kureyş'in kibrinin ve gururunun devam ettiğini ibretle seyretti. İçinde yakıcı bir acı hissetti. Beyinsizlerin bu cüretini, cahiliye tağutlarından cesaret alan bu aldanmışların küstahlığı, büyüklük taslayan ceberutların Hz. Resul'e (s.a.a) karşı takındıkları bu korkunç ve iğrenç tavrı ona ağır geliyordu. Bir yandan da babasını karşılıyor, yüzünden gözünden toprakları siliyor, su getirerek mübarek başını ve yüzünü yıkıyordu.

Bu acılı sahne onun ruhu üzerinde derin etkiler bıraktı. Babası, rehber Resul'ün (s.a.a) maruz kaldığı bu durumdan ötürü ağır bir hüzün ve acı yüreğinin üzerine çökmüştü. Ağlıyordu, kendilerini karanlıklardan aydınlığa çıkarmak ve doğru yola, hidayete iletmek isteyen bu adama karşı, cahiliye tağutlarının küstahlığı karşısında onulmaz acılar içinde kıvranıyordu. Fatıma'nın bu hâli, babasını (s.a.a) da etkiliyordu. Kavurucu bir elemin o körpecik yüreğini yaktığını hissediyordu. Bu yüzden, bu acılarını hafifletmeye, onu direnmeye, sabretmeye teşvik ediyordu. Mübarek ellerini uzatıyor, başının üzerine koyuyor, şefkatle, sevgiyle okşuyordu. Bir yandan da şunları söylüyordu: "Ağlama kızım; Allah babanı koruyacaktır. O, dininin ve risaletinin düşmanlarına karşı onun yardımcısıdır."[109]

Hz. Peygamber (s.a.a) bu cihada ilişkin eğitici sözleriyle kızına yüksek bir cihat ruhu aşılamaya, kalbini sabır ve zafere güven duygusuyla doldurmaya çalışıyordu.

Bu dramatik, bu etkileyici sahneler bununla bitmedi. Kureyş'in, Hz. Peygamber'e (s.a.a) yaptığı eziyetler, onu, hak davasını, hidayet ve özgürlük çağrısını küçümsemesi bu kadarıyla kalmadı. Bilâkis sapıklığına devam etti, inatçılığını ısrarla sürdürdü, gittikçe daha derin bir büyüklük kompleksine kapıldı. Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle rivayet edilir: "Hz. Peygamber'in (s.a.a)a) Kureyşlilere beddua ettiğini bir tek gün gördüm. Peygamberimiz (s.a.a) o gün namaz kılıyordu. Bir grup Kureyşli de orada oturuyorlardı. Yeni doğum yapmış bir devenin cenin zarı da oraya atılmıştı. Dediler ki: 'Kim bu zarı alıp onun sırtına koyacak?' İçlerinden biri kalktı -Ukbe b. Ebu Muayt- ve zarı alıp Peygamber'in (s.a.a) sırtının üzerine koydu. Peygamberimiz (s.a.a) öylece secdede kaldı. Sonra Fatıma (a.s) gelip bu zarı sırtının üzerinden attı. Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: Allah'ım! Kureyş'in ileri gelenlerini sana şikâyet ediyorum. Allah'ım! Utbe b. Rabia'yı sana şikâyet ediyorum. Allah'ım! Şeybe b. Rabia'yı sana şikâyet ediyorum. Allah'ım! Ebu Cehil b. Hişam'ı sana şikâyet ediyorum. Allah'ım! Ukbe b. Ebu Muayt'ı sana şikâyet ediyorum. Allah'ım! Ubey b. Halef ve Ümeyye b. Halef'i sana şikâyet ediyorum."

Abdullah b. Mes'ud şöyle der: "Onların hepsinin Bedir günü öldürüldüklerini ve bir kuyuya atıldıklarını gördüm. Fakat Ubey b. Halef veya Ümeyye b. Halef hariç. Çünkü onun gövdesi iriydi. Onu parçalayarak çukura attılar."[110]

Fatıma'nın Kocasının Evine Gidinceye Kadar Babasıyla Beraber Kaldığı Dönem

1) Medine'ye Hicret Etmesi

Hz. Peygamber (s.a.a) bisetin on üçüncü senesinde, canını ve davasını korumak amacıyla Mekke'den Yesrib'e (Medine'ye) hicret etti. Hicret edeceği gece, Ali b. Ebu Talib'ten (a.s) müşrikleri yanıltmak ve oyalamak maksadıyla yatağında gecelemesini istedi. Bu arada ona diğer bazı tavsiyelerde de bulundu. Bu tavsiyelerden biri şudur: Hz. Peygamber (s.a.a) güvenli bir yere ulaşınca, ona birini gönderecek ve o da Hz. Peygamber'in (s.a.a) ailesini, Fatıma'ları ve diğer bazı kadınları alıp Peygamber'in (s.a.a) yanına gelecekti. Hz. Peygamber de bulunan bütün emanetleri sahiplerine iade edecek ve onun borçlarını ödeyecekti.

Hz. Peygamber (s.a.a), Yesrib'e birkaç mil uzaklıktaki Kuba'ya varip oraya yerleşince, Ebu Vakid el-Leysî aracılığıyla Ali'ye (a.s) bir yazı göndererek, emanetleri sahiplerine verdikten sonra Fatıma'ları alıp yanına gelmesini istedi. Emirü'l-Müminin (a.s) derhal harekete geçti, hemen yolculuk için lazım olan binekler satın aldı. Yolculuk ve Mekke'den hicret etme hazırlıklarına başladı. Bu arada kendisiyle beraber olan diğer bazı zayıf müminlere de, karanlık iyice çöküp bütün vadileri kaplayınca yanlarına taşınması zor ağır şeyler almadan gizlice sıvışıp Mekke yakınlarındaki Zîtuva vadisine gelmelerini söyledi.

Ali (a.s) bütün emanetleri sahiplerine ulaştırdı. Sonra Kâbe'de yüksek sesle şöyle dedi: "Ey insanlar! Emanetini almayan biri kaldı mı? Vasiyeti olan biri var mı? Resulullah'ın (s.a.a) kendisine bir hususta söz verdiği kimse var mı?" Kimseden ses çıkmayınca ve kimse kendisine müracaat etmeyince, Mekke'den ayrılıp Resulullah'a (s.a.a) katıldı.[111]

Hz. Ali gün ağarınca Fatıma'larla birlikte (Resulullah'ın kızı Fatıma, Annesi Fatıma bint-i Esed el-Haşimiyye, Fatıma bint-i Zübeyr b. Abdulmuttalib ve Fatıma bint-i Hamza b. Abdulmuttalib) yola çıktı. Onların arkasından Peygamber'in (s.a.a) bakıcısı ve hizmetçisi Burke Ümmü Eymen ve oğlu Eymen (Resulullah'ın azatlısı) de yola çıktılar. Kafileyle birlikte Hz. Peygamber'in (s.a.a) gönderdiği elçi Ebu Vakid el-Leysî de geri döndü. Ebu Vakid binekleri sert bir şekilde sürmeye başladı. İmam Ali (a.s) ona dedi ki: "Ey Ebu Vakid! Kadınlara acı, onlar zayıftırlar." Dedi ki: "Peşimize düşenlerin bizi yakalamalarından korkuyorum." Ali (a.s) şu karşılığı verdi: "Sabredip bekle [rahatla]. Böyle yapmana gerek yok. Çünkü Resulullah (s.a.a) bana şöyle dedi: Ey Ali! Şu andan itibaren sana hoşlanmadığın bir şey yapamazlar." Sonra Ali (a.s) develeri daha yumuşak bir şekilde sürmeye başladı. Bir yandan da şu beyitleri söylüyordu:

"Allah var sadece. Öyleyse zannını yok et

Önemsediğin şeylerde, insanların Rabbi sana yeter."

Hz. Ali (a.s) yola devam etti. "Dacnan" denilen yere vardıklarında, peşlerine düşenler onları yakaladılar. Bunlar, Kureyş'in en cesur atlılarından yedi kişiydiler. Yüzlerini kapatmışlardı. Sekizincileri ise Haris b. Ümeyye'nin azatlısı Cenah adlı biriydi. Cenah cesur ve atılgan biriydi. Atlıları gördükten sonra İmam Ali (a.s) Eymen'e ve Ebu Vakid'e dönüp şöyle dedi: "Develeri yatırın ve ayaklarını bağlayın." Kendisi de öne çıkarak kadınların inmelerine yardımcı oldu. Atlılar iyice yaklaştılar. Ali kılıcını çekerek onları karşıladı. Ona doğru hareket ederek şöyle dediler: "Kadınları alarak kurtulacağını mı sandın? Dön! Seni babası ölesice seni." Ali (a.s), "Peki, dönmezsem?" diye karşılık verdi. Dediler ki: Ya zorla götürürüz ya da kelleni götürürüz."

Atlılar kadınlara ve binek hayvanlarına doğru yaklaştılar. Amaçları kadınları korkutmak ve bu hayvanları ürkütmekti. Ali (a.s) öne geçip onlara engel oldu. Cenah kılıcını çekerek Ali'ye karşı hamle yaptı. Ali (a.s) onun darbesinden yara almadan kurtulmayı başardı. Bu sefer Ali (a.s) ona hamle yaptı, boynunun yukarısından bir kılıç indirdi. Kılıç atın eğerine kadar adamı ikiye biçti. Ali kılıcıyla onları korkuttu. Bunun üzerine şöyle dediler: "Ey Ebu Talib'in oğlu! Bizden vazgeç." Dedi ki: "Ben amcamın oğlu Resulullah'ın (s.a.a) yanına gidiyorum. Etini doğrayıp kanını dökmem kimin hoşuna gidiyorsa, peşimden gelsin." Atlılar eli boş ve hezimete uğramış bir şekilde geri döndüler.

Sonra arkadaşları Eymen ve Ebu Vakid'e döndü ve onlara, "Bineklerinizi çözün." dedi. Sonra kafileyi muzaffer bir şekilde "Dacnan" denilen yere götürüp orada konakladı. Orada bir gün bir gece kaldı. Arkalarından gelen zayıf Müslümanlar da onlara yetiştiler. Gecelerini Allah'ı zikrederek geçirdiler. Ayakta, oturarak ve yanları üzere yatarak Allah'ı anıyorlardı. Şafak atıncaya kadar bu şekilde devam ettiler. İmam Ali (a.s) onlara sabah namazını kıldırdı. Sonra yoluna devam etti. Nihayet Medine yakınlarında "Kuba" denilen yere vardılar. Orada kendilerini bekleyen Resulullah'a (s.a.a) katıldılar.[112]

Daha onlar yetişmeden, onlarla ilgili vahiy geldi Resulullah'a (s.a.a). Allah Kur'ân'da onlar hakkında şöyle buyuruyor: "Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar."[113]

Hz. Peygamber (s.a.a) on beş gün boyunca, Kuba'da bu kafilenin gelmesini bekledi. Bu süre içinde Kuba mescidi kuruldu ve bu mescid hakkında apaçık ayetler nazil oldu. "Daha ilk günden takva temeli üzerinde kurulan mescid, içinde kıyam etmene daha lâyıktır." Nitekim Peygamberimiz (s.a.a) Müslümanları orada namaz kılmaya teşvik etmiş, onun ihya edilmesini istemiş ve orada namaz kılanlara büyük ecirler verileceğinden söz etmiştir.

Sonradan gelen kafilenin de dinlenmesinden sonra, Hz. Peygamber (s.a.a) beraberindeki arkadaşlarının ve ailesinin eşliğinde Yesrib'e doğru yola çıktı. Müslüman kitleler onu şiirler, maniler, hoş geldin sedalarıyla karşıladılar. Yesrib'in ileri gelenleri, Evs ve Hazreç kabilelerinin liderleri onu karşıladılar ve gelişinden duydukları memnuniyeti belirttiler. Bütün malî ve askerî imkânları onun emrine verdiler. Yesrib'in bir mahallesinden geçerken, o mahallenin ileri gelenleri, mahallelerine konuk olsun diye devesinin yularını tutup kendisini konuk etmeye ve korumaya hazır olduklarını belirtirlerdi. Hz. Peygamber (s.a.a) ise onlara hayır duada bulunur ve şöyle derdi: "Deveyi serbest bırakın, istediği gibi yoluna devam etsin. Çünkü bir emre göre hareket ediyor."

Sonra deve, Ebu Eyyub el-Ensarî'nin evinin yakınlarında geniş bir araziye çöktü. Resulullah (s.a.a) oraya indi. Hz. Fatıma (a.s) da diğer Fatıma'larla birlikte orada bineklerin sırtlarından indiler. Fatıma'lar Ümmü Halid'in evine konuk oldular.[114] Hz. Fatıma (a.s) yedi ay boyunca babasıyla beraber kaldı. Nihayet mescidin ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) evinin yapımı tamamlandı. Peygamber'in mütevazı evi, bazısı taştan örülmüş birkaç odadan meydana geliyordu. Diğer bazı odalar ise, hurma çubuğundan yapılmıştı. Odaların yüksekliğine gelince, Resulullah'ın (s.a.a) torunu İmam Hasan'dan (a.s) gelen bir rivayette şöyle deniyor: "Ben buluğ çağına ermiş bir delikanlı iken, Resulullah'ın (s.a.a) evlerine girerdim. Elim tavana yetişirdi."

Hz. Peygamber'in (s.a.a) evi için hazırladığı eşyalar ise, son derece basit, sert ve mütevazıydılar. Hurma lifiyle birbirine bağlanmış tahtalardan yapılmış bir sedir yaptı kendisi için. Hz. Fatıma da hicret yurdunda babasının evine yerleşti. İslâm yurdundaki bu basit ve mütevazı evde kalmaya devam etti. Babasının gözetiminden, sevgisinden ve korumasından sonuna kadar yararlandı. Bu öyle bir gözetim, öyle bir sevgi ve öyle bir korumaydı ki, ondan başka hiçbir kadın ve hiçbir insan böylesini yaşamamıştır.

Fatıma bint-i Muhammed (s.a.a) Mekke'den hicret ederek bu mütevazı eve yerleşti. Uğruna canlarını feda etmeye hazır ensarın ve de onlarla birlikte muhacirlerin arasında babasını görmek için... Artık Evs ve Hazreç kabilelerinden Müslüman olan kardeşlerinin arasında yaşadıkları için kendilerini güvende hissediyorlardı. Hz. Peygamber'le (s.a.a) birlikte İslâm'a davete vermişlerdi kendilerini. Daha iyi yarınlar için plânlar yapıyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.a) muhacirlerle, Medineli Müslümanlar arasında kardeşlik uygulamasını başlatmıştı. Ki muhacirler yabancılık çekmesinler, kendilerini aynı amaç etrafında birleştiren kardeşlik duygularıyla kenetlensinler. Onların ortak paydaları, tek ve ortaksız ilâh olarak Allah'a iman etmekti. Ali'yi ise kendine ayırdı. Muhacir ve ensardan oluşan kalabalık bir grubun içinde Ali'nin elinden tuttu ve şöyle dedi: "Bu benim kardeşimdir, benden sonraki vasim ve vârisimdir."[115] Ali'nin (a.s) eriştiği Peygamber'e (s.a.a) kardeş olma bahtiyarlığının üzerinden uzun bir zaman geçmeden, bu sefer Peygamber'in (s.a.a) dünürü, en sevdiği, kalbinde ve ruhunda en aziz bildiği kızlarından birinin kocası oldu.

Resulullah efendimiz (s.a.a) Medine'ye yerleştikten kısa bir süre sonra "Sevde" ile evlendi. Hz. Hatice'den (r.a) sonra evlendiği ilk kadındı. Sonra "Ümmü Seleme bint-i Ebu Ümeyye" ile evlendi ve kızı Fatıma'nın (a.s) işlerinin idaresini ona havale etti.

Ümmü Seleme şöyle der: "Resulullah (s.a.a) benimle evlendi ve kızı Fatıma'nın (a.s) işlerinin idaresini bana havale etti. Fatıma'yı seviyordum ve ona birçok konuda rehberlik ediyordum. Fakat, Allah'a yemin ederim ki, Fatıma benden daha edepli ve her şeyi benden daha iyi biliyordu."[116]

2- Fatıma (a.s) İle Evlenmek İsteyenlerin Girişimleri

Fatıma (a.s), soy ve makam itibariyle döneminin kadınlarından çok üstündü. O, Resulullah Muhammed'in (s.a.a) ve Hatice'nin (radıyallahu anha) kızıydı.[117] Erdem, bilgi ve en iyi karakterlerin toplandığı bir sülâleden geliyordu. Ahlâk ve yüz güzelliğinin zirvesindeydi. Manevî ve insanî kemalin son noktasına gelmişti. Yıldızı parlaktı ve aydınlık bir çehresi vardı.

Daha çocuk denilecek bir yaşta iken, fikrî olgunluğu ve aklî isabetliliğiyle belirginleşmişti. Allah ona olgun bir akıl, aydın bir zihin, keskin bir zeka ve bir güzellik vermişti ki, nuranî parlaklığı her tarafı aydınlatıyordu. Doğuştan ne çok yeteneğe, ne büyük erdemlere sahip kılınmıştı. (Allah'ın selâmı üzerine olsun.) O bu meziyetleriyle, Hz. Peygamber'in (s.a.a) kontrolünde günden güne büyüyor, gelişiyordu. Nihayet kadınlık yaşına gelmişti.

Hicretin üzerinden iki sene geçmişti ki, Müslümanlar Medine'de kalıcı bir egemenlik kurduklarını fark etmeye başladılar. O günlerde, Kureyş'in ileri gelenlerinden fazilet sahibi, İslâm'da önceliği bulunan, şeref ve mal sahibi birçok kişi Fatıma'yı Hz. Peygamber'den istemeye başladı. Peygamberimiz (s.a.a) de onları kırmadan hoşlukla reddediyor ve onu istemeye gelen herkese, "Onun hakkında Allah'ın emrini bekliyorum." diyordu. Onlardan mübarek yüzünü çevirirdi. Bu yüzden her biri, Peygamber'in (s.a.a) kendisine kızdığını sanırdı.[118]

Resulullah (s.a.a) onu Ali için tutuyordu ve Ali'nin onu kendisinden istemesini arzu ediyordu.[119]

Bureyde'nin şöyle dediği rivayet edilir: "Ebubekir, Fatıma'yı istedi. Resulullah (s.a.a) dedi ki: 'O henüz küçüktür. Ben onun hakkında ilâhî takdiri bekliyorum.' Ebubekir Ömer'le karşılaştı, olayı anlattı. Ömer, 'Seni reddetmiştir.' dedi. Sonra Ömer gidip istedi. Peygamberimiz (s.a.a) onu da reddetti."[120]

3) Ali (a.s) Fatıma'yı (a.s) İstiyor

İmam Ali (a.s), Hz. Fatıma'yı (a.s) istemeyi düşünüyordu. Ancak hem kendisinin, hem de İslâm toplumunun o sırada yaşadığı yoksulluk, geçim sıkıntısı onu bu isteğini pratikte gerçekleştirmekten alıkoyuyordu. Bu yüzden evlilik fikrini erteliyor, bir aile kurma arzusunu bir süre için unutmaya çalışıyordu. Bu toplumsal durumdu. Fakat kişisel olarak Ali (a.s), yirmi bir yaşını geride bırakmıştı.[121] Fatıma ile evlenmenin de tam zamanıydı. Çünkü Ali'den başka Fatıma'ya denk bir erkek ve Fatıma'dan başka Ali'ye denk bir kadın yoktu. Bunlar, bir tekrarı artık dokunmayacak eşsiz bir kumaştan idiler.

Günlerden bir gün, İmam (a.s) işlerini tamamladı, sulama işinde kullandığı devesini çözdü ve evine doğru yola koyuldu. Deveyi evde bağladıktan sonra, Resulullah'ın (s.a.a) evine doğru yürüdü. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ümmü Seleme'nin evinde bulunuyordu. İmam daha yolda iken, gökten bir melek Peygamberimize (s.a.a) şu ilâhî emri getirdi: "Nuru nur ile, yani Fatıma'yı Ali ile evlendir."[122]

Ali (a.s) kapıyı çaldı. Ümmü Seleme, "Kim o?" dedi. Resulullah (s.a.a) dedi ki: "Kalk, ey Ümmü Seleme! Ona kapıyı aç ve içeri girmesini iste. Çünkü bu, Allah ve Resulü'nün sevdiği, kendisi de Allah ve Resulü'nü seven bir adamdır." Ümmü Seleme dedi ki: "Anam-babam sana kurban olsun, görmediğin hâlde hakkında bu övücü sözleri söylediğin adam kimdir?" Buyurdu ki: "Yavaş ol, ey Ümmü Seleme! Bu adam, ahmak ve sefih birisi değildir. O, benim kardeşim, amcamın oğlu ve yeryüzünde en çok sevdiğim kimsedir." Ümmü Seleme der ki: "Bunun üzerine yerimden fırladım, az kalsın üzerime bağladığım peştamala takılıp düşecektim. Kapıyı açtım. Karşımda Ali b. Ebu Talib'i görmeyeyim mi?!" Ali, Resulullah'ın (s.a.a) yanına girdi ve şöyle dedi: "Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun, ey Resulallah!" Peygamberimiz de ona şu karşılığı verdi: "Ve selâm senin de üzerine olsun, ey Ebu'l-Hasan! Otur."

Ali (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) tam karşısına oturdu. Sürekli olarak yere bakıyordu. Bir şey istemeye gelmiş de utandığından söyleyemiyormuş gibi duruyordu. Resulullah'tan (s.a.a) utandığı için başını yerden kaldırmıyordu. Hz. Peygamber(s.a.a) Ali'nin içinden geçenleri biliyormuş gibi, ona sordu: "Ey Ebu'l-Hasan! Bir ihtiyacın için gelmişsin gibi geliyor bana. İhtiyacın neyse söyle, içinden ne geliyorsa açıkla. Çünkü senin ne ihtiyacın varsa, benim tarafımdan karşılanacaktır." Ali (a.s) şöyle dedi: "Anam-babam sana kurban olsun. Ben daha bir çocukken, beni, amcan Ebu Talip'ten ve Fatıma bint-i Esed'den aldın. Yediğinin aynısını bana da yedirdin, beni kendi edebinle edeplendirdin. İyilik ve şefkat bakımından, benim için Ebu Talip'ten ve Fatıma bint-i Esed'den daha iyiydin. Allah senin aracılığınla ve senin elinle beni doğru yola iletti. Allah'a yemin ederim ki, sen ya Resulallah, dünya ve ahiret hazinem ve zahiremsin. Allah'ın benim pazumu seninle güçlendirmesinin yanında, bir evimin, kendisiyle huzur bulacağım bir eşimin olmasını istedim. Sana kızını istemek için geldim. Kızın Fatıma'yı senden istiyorum. Beni Fatıma'yla evlendirir misin, ya Resulallah?" Resulallah'ın (s.a.a) yüzü sevinçten ve memnuniyetten parladı. Fatıma'nın yanına gitti ve şöyle dedi: "Ali seni istiyor. Sen onu tanıyorsun." Fatıma sustu. Peygamberimiz (s.a.a), "Allahu Ekber! Susması kabul etmesi anlamına gelir." dedi. Dışarı çıktı ve Fatıma'yı Ali ile evlendirdi."[123]

Ümmü Seleme der ki: Resulullah'ın (s.a.a) yüzünün sevinçten ve memnuniyetten parladığını gördüm. Sonra Ali'nin (a.s) yüzüne bakıp gülümsedi ve şöyle dedi: "Ey Ali! karşılığında seni evlendireceğim bir şeyin var mı?" Ali (a.s) şöyle dedi: "Anam-babam sana feda olsun. Allah'a yemin ederim ki, benimle ilgili hiçbir şey sana gizli değildir. Bir kılıcım, bir zırhım, bir de sulama işinde kullandığım bir devem var. Bunların dışında hiçbir şeyim yok." Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Ey Ali! Kılıcına ihtiyacın var; onunla Allah yolunda cihat edersin, onunla Allah düşmanlarıyla savaşırsın. Deveni de hurmalarını sulamak ve ailene su taşımak için kullanırsın, yolculuklarında yükünü onunla taşırsın. Ama zırhın karşılığında seni evlendiriyorum. Onu almayı kabul ediyorum."

"Ey Ebu'l-Hasan! Sana bir müjde vereyim mi?" Ali (a.s) şu cevabı verdiğini söyler: "Evet, anam-babam sana feda olsun. Bana müjdeyi ver. Çünkü uğurlu bir seciyeye, bereketli bir karaktere ve işlerinde hikmete sahipsin. Allah'ın salat ve selâmı üzerine olsun."

Resulullah (s.a.a) şöyle dedi: "Ben seni yeryüzünde Fatıma ile evlendirmeden önce, Allah gökte seni onunla evlendirdi. Sen bana gelmeden önce, gökten bir melek şuracıkta bana geldi ve şöyle dedi: 'Ey Muhammed! Yüce Allah, yeryüzüne nazar etti. Mahlukatı içinde seni seçerek elçi olarak gönderdi. Sonra ikinci kez yeryüzüne nazar etti. Orada senin için bir kardeş, bir vezir, bir arkadaş ve bir damat seçti. Kızın Fatıma'yı (a.s) onunla evlendirdi. Gökteki melekler bu olayı kutladılar. Ey Muhammed! Allah bana, Ali'yi yeryüzünde Fatıma ile evlendirmeni söylememi ve onları, tertemiz, seçkin, arınmış, hayırlı, dünyada ve ahirette erdem sahibi iki oğulla müjdelemeni emretti.' Ey Ali! Allah'a yemin ederim, daha melek göğe yükselmemişti ki, sen kapıyı çaldın."[124]

4- Ali ve Fatıma'nın Evlenmelerinin Gökten Emredilmiş Olması

İbn Ebi'l-Hadid şöyle der: "Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ali'yi Fatıma ile evlendirmesi, Allah'ın gökte meleklerin şahitliğinde Ali'yi Fatıma ile evlendirmesinden sonra gerçekleşmiştir."[125]

Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivayet edilir: "Resulullah (s.a.a) Fatıma'yı Ali (a.s) ile evlendirdiği zaman, Allah onları Arş'ının üzerinde evlendirmişti."[126]

İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ben ancak sizin gibi bir insanım. Sizin aranızda evlenirim ve sizleri evlendiririm. Ama Fatıma (a.s) hariç. Onun evlenmesi gökten gelen vahiyle olmuştur."[127]

5- Nikâh Akdi

Enes anlatıyor: Resulullah'ın (s.a.a) yanında oturduğum bir sırada, vahiy geldiği sıralardaki baygınlık hâli gerçekleşti. Kendine gelince şöyle dedi: "Ey Enes! Cebrail'in, Arş'ın sahibinden bana ne getirdiğini biliyor musun?" Dedim ki: "Allah ve Resulü daha iyi bilir. Anam-babam sana feda olsun. Cebrail ne getirdi?" Buyurdu ki: "Allah bana Fatıma'yı Ali ile evlendirmemi emretti. Git, muhacirleri ve ensarı bana çağır." Gidip muhacirleri ve ensarı çağırdım. Herkes oturduktan sonra Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle dedi: "Nimetlerinden dolayı hamdedilen, kudretinden dolayı ibadet edilen, saltanatından dolayı itaat edilen, katındaki nimetlerden dolayı arzu edilen, azabından dolayı sakınılan, yerinde ve göğünde emirleri yürürlükte olan, mahlukatı kudretiyle yaratan, hükümleriyle onları birbirinden ayrı ve farklı kılan, diniyle onları aziz yapan, peygamberi Muhammed'le onlara lütufta bulunan Allah'a hamdolsun. Hiç şüphesiz Allah, evlilik yoluyla gerçekleşen akrabalığı nesebin devamının vesilesi ve akrabalığın bir çeşidi kılmıştır. Allah'ın emri kazâsına uygun gerçekleşir, kazâsı ise kaderine dayanır. Her takdirin de bir süresi vardır. Ve her süre de yazılmıştır: 'Allah dilediğini siler, dilediğini de yerinde bırakır. Ana kitap O'nun katındadır.' Haberiniz olsun! Allah bana Fatıma'yı Ali ile evlendirmemi emretti. Eğer Ali buna razı olursa, benim onu dört yüz mıskal gümüş karşılığında Fatıma ile evlendirdiğime şahit olun."

Ali orada yoktu. Resulullah (s.a.a) onu bir iş için bir yere göndermişti. Sonra Resulullah (s.a.a) içinde taze hurma bulunan bir tabak getirmelerini emretti. Tabağı önümüze koydu, "Yiyin." dedi. Biz taze hurmaları yerken Ali (a.s) çıkageldi. Resulullah (s.a.a) ona bakıp gülümsedi, sonra şöyle dedi:

"Ey Ali! Allah bana, Fatıma'yı seninle evlendirmemi emretti. Onu, eğer kabul edersen, dört yüz mıskal gümüş karşılığında seninle evlendirdim." Ali şöyle dedi: "Razıyım, ya Resulallah!" Sonra Ali bir kenara çekilip Allah için şükür secdesine kapandı. Ardından şöyle dedi: "Beni, mahlukatın en hayırlısı Resulullah Muhammed'e sevdiren Allah'a hamdolsun." Resulullah (s.a.a) da şöyle buyurdu: "Allah ikinize bereket versin. Sizi bereketli kılsın ve size mutluluk versin. Sizden çok sayıda tertemiz nesiller meydana getirsin."

Enes der ki: "Allah'a yemin ederim ki, Allah, onlardan çok sayıda tertemiz nesiller meydana getirdi."[128]

6- Fatıma'nın (a.s) Mihri ve Çeyizi

Ali, zırhını Osman'a sattıktan sonra mihri alıp getirdi. Mihir dört yüz hecerî siyah dirhemden ibaretti. Resulullah (s.a.a) dirhemleri aldı, yeni ev için eşya alsınlar diye parayı ashabından ve kendi eşlerinden bazılarına teslim etti. Fatıma'nın çeyizi şundan ibaretti:

1) Yedi dirhem değerinde bir gömlek. 2) Dört dirhem değerinde bir baş örtüsü. 3) Hayber malı siyah bir kadife. 4) Üzeri kaytan türü iplerle örtülüp bağlanmış bir divan. 5) Mısır keteninden mamul, birinin içi lifle, öbürünün ise yünle doldurulmuş iki döşek. 6) İçleri izhirden (bir çeşit kokulu bitkiden) doldurulmuş Taif derisinden dört yastık. 7) Yünden yapılmış bir örtü. 8) Hecer yapımı bir hasır. 9) Bir el değirmeni. 10) Deriden yapılmış bir su kabı. 11) [İçinde elbise yıkanılan] bakır bir leğen. 12) Bir süt kasesi. 13) Küçük su kovası. 14) Sızdırmasın diye içi ziftlenmiş leğen. 15) Yeşil bir testi. 16) Kiremitten iki bardak. 17) Bir meşin minder. 18) Katrani aba. 19) Su kovası...

Çeyizi düzmekle görevlendirilen sahabeler şöyle demişlerdir: Bu eşyaların tümünü taşıdık, Resulullah'ın (s.a.a) önüne koyduk. Resulullah (s.a.a) çeyize bakınca ağladı ve gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Sonra başını göğe kaldırdı ve şöyle dedi: "Allah'ım! Kaplarının büyük kısmı çanak çömlekten ibaret olan bu topluluğa bereket ver."[129]

Ali (a.s) evini donattı. Evin tabanına yumuşak kum döktü. Bu arada yıkanmış elbise asmak için bir duvardan ötekine uzanan bir tahta koydu. Yere de koç derisi serdi ve hurma lifinden yapılmış yastıklar bıraktı.

Ebu Yezid el-Medinî şöyle der: "Fatıma (a.s) Ali'ye (a.s) verildiği zaman, Ali'nin (a.s) evinin tabanına serdiği kumdan, yastıktan, testiden ve bardaktan başka bir şeyi yoktu."[130]

7- Zifaf Öncesi Hazırlıklar ve Düğün Yemeği (Velîme)

Ali şöyle der: Bundan sonra bir ay bekledim. Fatıma ile ilgili olarak herhangi bir şey söylemedim. Resulullah'tan (s.a.a) utanıyordum. Ancak Resulullah (s.a.a) ile baş başa kaldığım zaman şöyle derdi: "Ey Ali! Ne iyi ve ne de güzel bir eşin var! Müjdeler olsun sana ey Ali! Seni, dünya kadınlarının efendisiyle evlendirdim." Ali (a.s) diyor ki: "Bu olayın üzerinden bir ay geçince, kardeşim Akil yanıma geldi ve bana dedi ki: "Ey Kardeşim! Senin Fatıma bint-i Muhammed'le (s.a.a) evlendiğin kadar başka bir şeye sevinmedim. Ey Kardeşim! Neden Fatıma'yı evine getirmesini Resulullah'tan (s.a.a) istemiyorsun? Çünkü bir araya gelmenizle gözünüz aydın olur."

Ali şöyle cevap verdi: "Ey kardeşim! Allah'a yemin ederim ki, ben bunu çok istiyorum. Ancak böyle bir isteği Resulullah'a (s.a.a) açmamamın tek nedeni ondan utanmamdır." Akil şöyle dedi: "Seni Allah adına yemine veriyorum. Kalk, beraber gidelim." Bunun üzerine Resulullah'a (s.a.a) gitmek üzere yola çıktık. Yolda Peygamberimizin (s.a.a) hizmetçisi Bürke (Ümmü Eymen) ile karşılaştık. Ona bu meseleyi açtık. Dedi ki: "Yapmayın! Bırakın, biz onunla konuşalım. Çünkü bu meselede, kadınların sözleri daha güzel ve erkeklerin kalpleri üzerinde daha çok etkili olurlar."

Sonra geri döndü, Ümmü Seleme'nin evine girdi ve ona olayı anlattı. O da Peygamber'in (s.a.a) diğer eşlerine meseleyi açtı. Peygamber'in eşleri huzurunda toplandılar. Onun etrafını sardılar ve şöyle dediler: (Onlar adına konuşan Ümmü Seleme'dir.) "Analarımız-babalarımız sana kurban olsun, ya Resulallah! Bir mesele için toplandık ki, eğer Hatice sağ olsaydı, bundan dolayı sevinecekti." Ümmü Seleme der ki: "Hatice'den söz ettiğimiz zaman Resulullah (s.a.a) ağladı. Sonra şöyle dedi: Hatice! Nerede Hatice gibisi? İnsanlar beni yalanlarken o beni doğruladı, Allah'ın dini hususunda benim vezirim (destekçim) oldu. Varını yoğunu bana destek olmak için harcadı."

Ümmü Seleme der ki: "Bunun üzerine şöyle dedik: Analarımız babalarımız sana feda olsun, ya Resulallah! Hatice hakkında ne söylediysen, mutlaka öyledir. Ancak o, artık Rabbine gitmiştir. Allah ona katında esenlik versin. Bizi ve onu cennetinin, rızasının ve rahmetinin derecelerinde buluştursun. Ya Resulallah! Bu, Ali b. Ebu Talib dinde kardeşin ve soyda da amcanın oğludur. Eşi Fatıma'nın evine gelmesini ve ailesinin böylece bir araya gelmesini istiyor." Resulullah (s.a.a) dedi ki: "Ey Ümmü Seleme! Ali'nin kendisi niçin bunu söylemiyor?"

Dedim ki: "Senden utandığı için, ya Resulallah, böyle bir talepte bulunamıyor." Ümmü Eymen dedi ki: "Resulullah (s.a.a) bana şöyle dedi: 'Ali'ye git ve onu bana getir.' Resulullah'ın (s.a.a) yanından ayrıldım ve gördüm ki, Ali, bana Resulullah'ın (s.a.a) cevabını sormak üzere bekliyor. Beni görünce, 'Ey Ümmü Eymen! Nasıl bir manzarayla karşılaştın?' dedi."

Dedim ki: "Resulullah (s.a.a) seni çağırıyor." Bundan sonrasını Ali (a.s) anlatıyor: Resulullah'ın (s.a.a) evine girdim, eşleri yanından kalktılar, odalarına girdiler. Resulullah'ın (s.a.a) karşısında oturdum. Ama ondan utandığım için hep yere baktım, başımı hiç kaldırmadım." Resulullah (s.a.a) dedi ki: "Eşinin evine gelmesini istiyor musun?" Başımı öne eğmiş bir hâlde, "Evet, anam-babam sana feda olsun." dedim.

Buyurdu ki: "Evet, çok iyi, ey Ali! Onu bu gece veya yarın gece evine getiririm inşallah." Sonra Resulullah (s.a.a) eşlerinin bulunduğu tarafa bakarak, "Burada kim var?" diye sordu. Ümmü Seleme, "Ben, Ümme Seleme, bu da Zeyneb, şunlar da falan ve falandır." dedi. Resulullah (s.a.a) dedi ki: "Kızım ve amcamın oğlu için benim evimde bir oda hazırlayın." Ümmü Seleme, "Hangi odayı?" diye sordu. Peygamberimiz (s.a.a), "Senin odanı." dedi. Bu arada eşlerine Fatıma'yı süslemelerini ve her şeyine dikkat edip titizlik göstermelerini emretti.

Ümmü Seleme der ki: Fatıma'ya sordum: "Yanında, bir gün lâzım olur diye sakladığın koku var mı?" "Evet." dedi. Bir şişe getirdi. Ondan biraz avucuna döktü. Kokladım. Bundan önce böyle bir koku hiç koklamamıştım. Dedim ki: "Bu nedir?" Dedi ki: "Dihye el-Kelbî, Resulullah'ın (s.a.a) yanına gelirdi. Resulullah bana, 'Ey Fatıma! Bir yastık getir, amcan ona yaslansın.' Ben de ona yastık getirir, o da yastığın üzerinde otururdu. Yine böyle bir gün, ayağa kalktığı zaman, elbisesinden bir şey düştü. [Babam] benden bunu toplamamı istedi." [Ali (a.s) bunu Resulullah'a (s.a.a) sorduğunda, o, Cebrail'in kanatlarından düşen anberdir, diye cevap vermişti.]

Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Bir düğün yemeği vermek şarttır."

Sa'd, "Bende bir koç var." dedi. Bir grup ensar da birkaç ölçek mısır topladı. [Hz. Ali diyor ki:] Resulullah (s.a.a) Ümmü Seleme'ye teslim ettiği paradan on dirhem alarak bana verdi ve dedi ki: "Bununla yağ, taze hurma ve keş yoğurdu al." Bunları satın aldım ve Resulullah'a (s.a.a) götürdüm. Kollarını çemreledi. Deriden yapılmış sofrayı istedi. Sonra hurma ve yağı keş yoğurduna karıştırarak yoğurmaya başladı. Macun hâline getirdikten sonra da, "Ey Ali! Sevdiğin kimseleri davet et." dedi.

Mescide gittim. Mescid sahabelerle hınca hınç doluydu. Bir kısmını davet edip bir kısmını davet etmemekten utandım. Sonra orada bulunan bir tümseğin üzerine çıkarak seslendim: "Fatıma'nın velimesine (düğün yemeğine) gelin." İnsanlar gruplar hâlinde gelmeye başladılar. İnsanların kalabalık, buna karşılık yemeğin az olmasından dolayı mahcup oldum. Resulullah (s.a.a) içimdeki sıkıntıyı fark etti. Dedi ki: "Ey Ali! Ben, Allah'a yemeğine bereket vermesi için dua edeceğim." Daha sonra sofrayı bir mendille örttü. Ardından dedi ki: "İnsanları onar kişilik gruplar hâlinde içeri gönder." Ben de onun dediği gibi yaptım.

Gruplar içeri giriyor, yemeği yiyor ve dışarı çıkıyorlardı. Buna karşın yemekte herhangi bir eksilme olmuyordu. Resulullah (s.a.a) yemeği kendi elleriyle dolduruyordu. Abbas, Hamza, Ali ve Akil de insanları karşılıyorlardı. Ali der ki: "Kalabalığın tamamı, başından sonuna kadar yemeğimi yediler, suyumu içtiler. Benim için Allah'tan bereket dilediler. Sayıları dört bin kişiden fazlaydı."

Sonra Resulullah (s.a.a) kap getirilmesini istedi. Bunları doldurarak eşlerinin odalarına gönderdi. Sonra bir kap aldı ve içine yemek doldurdu, "Bu da Fatıma ve kocası için." Dedi.[131]

8) Zifaf Gecesi Töreni

Güneş batmaya yüz tutunca, Resulullah (s.a.a), "Ey Ümmü Seleme! Bana Fatıma'yı çağır." dedi. Ümmü Seleme gidip Fatıma'yı getirdi. Etekleri yerde sürünüyordu. Resulullah'tan utandığı için yüzünden şapır şapır ter dökülüyordu. Bir ara ayağı takılıp tökezledi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle dedi: "Allah seni dünya ve ahirette tökezlemekten korusun." Fatıma, Resulullah'ın (s.a.a) önüne gelince, Resulullah yüzündeki perdeyi kaldırdı ve Ali yüzünü gördü.

Hz. Peygamber (s.a.a), Abdulmuttalib'in kızlarına ve muhacir ve ensar kadınlarına, Fatıma'ya arkadaşlık etmelerini, sevinmelerini, eğlendirici maniler söylemelerini, tekbir getirip hamdetmelerini ve Allah'ın hoşnut olmayacağı herhangi birşey söylememelerini emretti. Cabir der ki: Resulullah (s.a.a) Fatıma'yı devesine ya da kırçıl katırına bindirdi. Selman bineğin dizginlerini tutarak yola koyuldu. Etrafında yetmiş bin huri vardı. Hz. Peygamber (s.a.a), Hamza, Akil, Cafer ve Haşimoğulları'nın diğer erkekleri de kılıçlarını çekerek arkasında yürüyorlardı. Peygamber'in (s.a.a) eşleri ise Fatıma'nın önünde mâni söylüyorlardı.

Kadınlar, her mâninin ilk beytini tekrarlıyor, sonra tekbir getiriyorlardı. Böylece eve girdiler. Sonra Resulullah (s.a.a) Ali'nin yanına giderek onu çağırdı, ardından Fatıma'yı çağırdı. Fatıma'nın elinden tutup Ali'nin elinin üstüne koydu ve şöyle buyurdu: "Allah, bu evliliği Resulullah'ın kızına mübarek kılsın. Ey Ali! Ne güzel eştir Fatıma! Ve ey Fatıma! Ne güzel eştir Ali!"

Sonra şöyle buyurdu: "Ey Ali! Şu Fatıma, Allah'ın ve Resulullah'ın senin yanındaki emanetidir. Allah'ın ve benim emanetimi koru."[132]

Ardından şöyle dua etti: "Allah'ım! Onların birliğini koru. Kalplerini kaynaştır. Onları ve zürriyetlerini nimetler cennetinin vârislerinden kıl. Onlara temiz, güzel ve mübarek bir zürriyet ver. Onları, senin emrinle insanları sana ibadet etmeye ileten ve senin razı olduğun şeyleri emreden imamlar kıl." Sonra şöyle buyurdu: "Evinize gidin ve ben size gelinceye kadar bir şey yapmayın."

Ali der ki: Fatıma'nın ellerinden tuttum ve onu evin avlusunun bir kenarına oturttum. Ben de onun yanına oturdum. Benden utandığı için başını önüne eğip yere bakıyordu. Ben de ondan utandığım için hep yere bakıyordum.

Çok geçmeden Resulullah (s.a.a) geldi, elinde bir çıra vardı. Çırayı evin bir köşesine koydu. Sonra bana dedi ki: "Ey Ali! Şu bardağı al, şu tulumdan biraz su çıkar." Dediğini yaptım ve suyu ona getirdim... İçine birkaç kez mübarek ağzının suyundan karıştırdı. Sonra bardağı bana verdi ve "İç." dedi. İçtim, ardından bardağı Resulullah'a (s.a.a) verdim. Bardağı Fatıma aldı. Resulullah (s.a.a) dedi ki: "İç, ey sevgili kızım!" Fatıma ondan üç yudum içti. Sonra bardağı Peygamber'e (s.a.a) verdi. Suyun geri kalanını aldı, benim ve Fatıma'nın göğsüne serpti. Ardından şöyle buyurdu: "Allah, en çok sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister ey Ehl-i Beyt!" Sonra ellerini kaldırdı ve şöyle dedi: "Ey Rabbim! Sen gönderdiğin her peygambere bir zürriyet bahşettin. Allah'ım! Benim, yol gösterici zürriyetimi Ali ve Fatıma'dan kıl." Sonra Resulullah (s.a.a) onların yanından ayrıldı. Kapının pervazından tutarak şöyle dedi: "Allah sizi ve neslinizi pak kılmıştır. Sizinle barış yapana ben de barış yaparım. Sizinle savaşana ben de savaş açarım. Sizi Allah'a emanet ediyorum ve sizi O'na bırakıyorum." Kapıyı kapattı ve kadınlara da çıkmalarını emretti.

Peygamberimiz (s.a.a) çıkacağı sırada bir kadının içeride olduğunu gördü. Dedi ki: "Kimsin?" Dedi ki: "Esma." Dedi ki: "Çıkmanı emretmedim mi?" Esma, "Evet, ya Resulallah." dedi, "Anam-babam sana feda olsun. Benim amacım, senin emrine karşı çıkmak değildir. Fakat ben Hatice'ye bir söz vermiştim. Hatice ölüm döşeğindeyken ağladı. Ona, 'Dünya kadınlarının efendisi ve Peygamber'in (s.a.a) eşi olduğun, Peygamber (s.a.a) tarafından cennetle müjdelendiğin hâlde ağlıyor musun?' dedim."

"Dedi ki: Bunun için ağlamıyorum. Fakat, zifaf gecesi, bir kadın sırlarını açacağı başka bir kadına ihtiyaç duyar. İhtiyaçlarını gidermek için ondan yardımını ister. Fatıma henüz çocuk denecek yaştadır. Zifaf gecesinde ona yardım edecek birinin bulunmamasından korkuyorum."

"Dedim ki: Ey efendim! Sana söz veriyorum. Eğer o zamana kadar yaşarsam, senin yerine bu görevi üstleneceğim." Bu sözleri duyan Resulullah (s.a.a) ağladı ve "Allah aşkına, bunun için mi bekledin?" dedi. "Evet." dedim. Ve Resulullah bana dua etti.[133]

9) Hz. Peygamber'in (s.a.a), Düğün Gecesinin Sabahında Hz. Fatıma'yı (a.s) Ziyaret Etmesi

Hz. Peygamber (s.a.a) düğün sabahı elinde bir kadeh süt olduğu hâlde Fatıma'nın (a.s) yanına gitti. "İç, baban sana kurban olsun." dedi. Sonra Ali'ye, "İç, amcan oğlu feda olsun sana." dedi.[134]

Sonra Ali'ye sordu: "Eşini nasıl buldun?" Ali (a.s), "Allah'a itaat hususunda ne güzel yardımcıdır." dedi. Aynı soruyu Fatıma'ya da sordu, Fatıma şu cevabı verdi: "Hayırlı bir kocadır."[135]

Ali (a.s) der ki: "Resulullah (s.a.a), bundan sonra üç gün boyunca bize hiç uğramadı. Dördüncü günün sabahı yanımıza geldi..." Peygamberimiz (s.a.a) o sabah eve girince, Ali'den dışarı çıkmasını istedi. Fatıma ile yalnız kaldı ve dedi ki: "Nasılsın kızım? Kocanı nasıl buldun?"

Dedi ki: "Babacığım! O çok iyi bir kocadır. Ancak Kureyş'ten bazı kadınlar yanıma geldiler ve 'Resulullah (s.a.a) seni, malı olmayan fakir biriyle evlendirdi.' dediler." Resulullah (s.a.a) ona dedi ki: "Kızım! Ne baban, ne de kocan fakirdir. Bana yeryüzünün hazineleri sunuldu; ama ben, Rabbimin yanındaki nimetleri tercih ettim. Allah'a yemin ederim ki, ey kızım! O kadınlar sana doğru öğüt vermemişler. Ben seni, herkesten önce Müslümanlığı kabul eden, en bilgili ve en ağırbaşlı biriyle evlendirdim."

"Kızım! Yüce Allah, yeryüzüne nazar etti. Yeryüzü halkından iki adam seçti. Biri baban, biri de kocan... Kızım! Çok iyi adamdır kocan. Onun emrine isyan etme."

Sonra Resulullah (s.a.a) Ali'ye seslendi: "Ey Ali!" "Buyur ya Resulallah!" dedi. Buyurdu ki: "Evine gir, karına karşı nazik ol. Ona yumuşak davran. Çünkü Fatıma benden bir parçadır. Onu inciten şey beni de incitir. Onu sevindiren şey beni de sevindirir. Sizi Allah'a emanet ediyorum. Sizi O'na bırakıyorum."[136]

Bir rivayette şöyle deniyor: Resulullah (s.a.a) kızı Fatıma'yı (a.s) evlendirdiği zaman ona şöyle dedi: "Seni, hem dünyada, hem de ahirette efendi olan biriyle evlendirdim. O, ashabım içinde en önce Müslüman olan kimsedir. Ashabımın en bilgilisi, en ağırbaşlısı odur."[137]

10) Evlilik Tarihi

Ehl-i Beyt İmamları'ndan (a.s) gelen rivayetlerin tümünde Hz. Fatıma'nın (a.s) Ali (a.s) ile evlenmesinin tarihi, Müslümanların Bedir Savaşı'ndan zaferle dönmelerinin hemen sonrası gösterilir.

İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Ali (a.s) Fatıma'yı (a.s) ramazan ayında nikâhladı ve aynı senenin zilhicce ayında Bedir Savaşı'ndan hemen sonra zifafa girdi."[138]

Ayrıca, Emirü'l-Müminin (a.s) hicretin ikinci yılında, şevval ayının ilk günlerinde Bedir Savaşı'ndan döndükten birkaç gün sonra Fatıma (a.s) ile gerdeğe girdiği rivayet edilmiştir.[139]

Hz. Peygamber'in (s.a.a) hicretin ikinci senesinin zilhicce ayının başında Fatıma'yı (a.s) Ali (a.s) ile evlendirdiği de rivayet edilmiştir.[140]

Hz. Zehra'nın Ali İle Evlenmesinin Ayrıcalıkları

Hz. Fatıma efendimizin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) evliliği aşağıda belirttiğimiz hususlarda diğer evliliklerden farklılık arz etmektedir:

1- Gökte karar verilen ve Allah'ın emriyle gerçekleşen bir evliliktir. Yerde bir bağ ve duygusal bir ilgi gerçekleşmeden önce bu evliliğe yüceler âleminde karar verilmişti. Ömer b. Hattab'ın şu sözleri bu hususta yeterli bir kanıttır: "Cebrail indi ve dedi ki: Ey Muhammed! Allah sana kızın Fatıma'yı Ali ile evlendirmeni emrediyor."[141]

2- Yüce Allah, Peygamber'inin (s.a.a) tertemiz neslinin sadece bu mübarek evlilikle devam etmesini ön görmüştür. Nebevî zürriyetin bu iki eşin aracılığıyla sürmesini dilemiştir. Ömer b. Hattab bu hususta da şunları söylüyor: "Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum: Benim soyum ve nesebim dışındaki bütün soylar ve nesepler kıyamet günü kesilir. Her kadının çocukları babalarına nispet edilir. Fatıma'nın çocukları hariç. Ben onların babasıyım ve onlar bana nispet edilirler."[142]

3- Hz. Fatıma (a.s) Hz. Muhammed'in tek kızıdır ve başka da kız kardeşi yoktur. Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm'ün Hz. Muhammed'in (s.a.a) kızları oldukları şeklinde yaygın bir kanaat olmakla beraber, bu kanaat doğru değildir. Onlar Hatice'nin kız kardeşi Hale'nin kızlarıdır. Hatice Peygamberimizle evlendiği zaman, onlar Hatice'nin evinde kalıyorlardı. Onların Peygamberimizin (s.a.a) öz kızları oldukları tarihsel olarak kanıtlanmış değildir.[143]

Evlilikten Hz. Peygamber'in (s.a.a) Vefatına Kadar

1- Hz. Zehra (a.s) Koca Evinde

Ali (a.s) Fatıma ile evlenince Hz. Peygamber (s.a.a) Ali'ye (a.s) şöyle dedi: "Kendine bir ev bul." Ali bir ev aradı. Sonunda Hz. Peygamber'in (s.a.a) evinin az gerisinde bir ev buldu ve Fatıma ile o evde dünya evine girdi.

Bir gün Hz. Peygamber (s.a.a) kızının yanına geldi ve dedi ki: "Seni bizim eve taşımak istiyorum." Hz. Fatıma (a.s) şöyle dedi: "Harise b. Nu'man ile konuş, o benim evimin taşınmasını üstlensin." Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Harise b. Nu'man bizim yerimize birçok şeyi üstlendi. Ondan böyle bir şeyi istemekten utanıyorum." Harise bu olayı duydu. Hemen Resulullah'ın (s.a.a) yanına geldi ve dedi ki: "Ya Resullallah! Duyduğuma göre, Fatıma'yı kendi evine taşıyormuşsun. Şunlar benim evlerimdir ve Neccaroğulları'nın evlerinin içinde benim evlerimden daha yakın olanı yoktur. Hiç şüphesiz ben ve malım Allah ve Resulü içiniz. Allah'a yemin ederim ki ya Rasulallah! Benden aldığın mal, geride bıraktığın maldan daha çok sevimli gelir bana." Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Doğru söyledin. Allah sana bereket versin." Böylece Resulullah (s.a.a) Fatıma'yı Harise'nin evine taşıdı.[144]

Böylece Hz. Fatıma (a.s) koca evine taşınmış oldu. Bu, aynı zamanda risalet ve nübüvvet evinden imamet ve velâyet evine taşınması anlamına geliyordu. Her iki durumda da kutsallığın ve temizliğin egemen olduğu bir atmosferde yaşıyordu. Zühd ve sade hayat azameti sarmıştı her yanını. Din ve ahiret işlerinde kocasına yardımcı oluyordu.

Ali (a.s), Fatıma'ya (a.s) yaraşır bir saygı gösteriyordu. Sırf eşi olduğu için değil. Resulullah'ın (s.a.a) en çok sevdiği insan olduğu için. Dünya kadınlarının efendisi olduğu için. Nuru, Resulullah'ın (s.a.a) nurundan olduğu için. Bütün erdemleri ve değerleri şahsında topladığı için.

İmam Ali (a.s) ile Fatıma'nın (a.s) Harise b. Nu'man'ın evinde ne kadar kaldıkları kesin olarak bilinmiyor. Fakat Resulullah'ın (s.a.a), mescidine bitişik bir yerde ona bir ev yaptığını ve eşleri için yaptığı odalarda olduğu gibi bu evin bir kapısının mescide açılmasını sağladığını biliyoruz. Hz. Fatıma (a.s) Allah'ın evine bitişik ve Resulullah'ın (s.a.a) evine komşu bu yeni eve taşındı.

Resulullah efendimiz (s.a.a) bu nebevî fidanı yalnız bırakacak, gözetmeyecek, bağrına basmayacak ve direktifleriyle yönlendirmeyecek değildi. Karı-koca Resulullah'ın (s.a.a) gölgesinde, onun yanı başında yaşamlarını sürdürdüler. Resulullah (s.a.a), Fatıma'nın (a.s) evlenmesinden sonra, hiç kimseye göstermediği sevgiyi ona gösterdi, başka hiç kimseye vermediği öğütleri verdi ve başka hiç kimseye yapmadığı tavsiyeleri yaptı. Babası ona (a.s) hayatın anlamını öğretmişti. Ona, hayatın özünün insanlık olduğunu, mutlu bir evliliğin İslâmî ahlâk ve değerlere dayandığını ve bu mutluluğun maldan, saraylardan, ziynet eşyalarından, mobilya takımlarından, göz alıcı sanat galerilerinden çok daha değerli olduğunu fısıldamıştı.

Fatıma (a.s) kocasının himayesinde göz aydınlığını ve ruh mutluluğunu yaşıyordu. Sadelik ondan hiçbir zaman ayrılmaz, hayatın kaba ve haşin yanları eksik olmazdı. O ideal bir eşti. Müslümanların kahramanı Ali'nin (a.s) eşi. Resulullah'ın (s.a.a) veziri, ilk danışmanı, zafer ve cihat sancağının taşıyıcısı. Bu yüzden Hz. Fatıma'nın (a.s) bu ağır sorumluluk düzeyinde olması bir zorunluluktu. Annesi Hatice Resulullah'ın cihadına, sabrına katıldığı, hayatın acımasızlıklarına ve risaletin meşakkatli davetine katlandığı gibi, o da Ali'nin cihadına, sabrına katılmalı, hayatın acımasızlıklarına katlanmalı ve risaleti tebliğ ederken davetin zorluklarına sabretmeliydi.

Fatıma (a.s), Allah'ın kendisine biçtiği rolü hakkıyla yerine getirdi. O, risalete uygun yaşayan salih Müslümanın, örnek Müslüman kadının bir timsaliydi.

a- Ev İşlerinin ve Meşakkatli Hayatın İdaresi

İçinde masum, tertimiz kılınmış, günah işlemekten ve hata etmekten uzak tutulmuş, her türlü ahlâkî erdemle nitelenmiş ve her türlü insanî değerle bezenmiş bir karı-kocanın yaşadığı tek ev, Ali ve Fatıma'nın eviydi.

Ali (a.s) İslâm'da kâmil, ideal erkeğin örneği, Fatıma da İslâm'da kâmil ve ideal kadının örneğiydi. Her ikisi Resul-i Ekrem'in (s.a.a) gölgesinde büyümüş, serpilmiş, onun ilminden ve diğer erdemlerinden beslenmişlerdi. Duyarlı kulakları ta çocukluktan itibaren Kur'ân-ı Kerim'e aşinaydı. Resulullah'ın (s.a.a) Kur'ân'ı gece-gündüz ve her zaman okuduğunu görüyor, dinliyorlardı. Böylece gaybin kaynaklarına dokunacak kadar yakın oluyor, İslâmî bilgi ve irfanı asıl kaynağından, tatlı membaından alıyorlardı. İslâm'ı Resulullah'ın (s.a.a) şahsında hareket eden canlı bir varlık olarak görüyorlardı. Böyleyken, onların oluşturduğu aile, ideal Müslüman aile olmaz mıydı?

Ali ve Fatıma'nın evi, saflığın, ihlâsın, sevginin ve merhametin en göz kamaştırıcı örneklerinin yaşandığı bir mekândı. Ali ve Fatıma, tam bir uyum ve şefkatle evin idaresi ve ev işlerinin yerine getirilmesi hususunda yardımlaşıyorlardı. Resulullah efendimiz (s.a.a) evin iç idaresini gerçekleştirmeyi ve ev içi işleri görmeyi Fatıma'ya, dış idaresini gerçekleştirmeyi ve ev dışı işleri görmeyi de Ali'ye tevdi etmişti. (Kapının beri tarafı Fatıma'ya, öte tarafı Ali'ye aitti.)

Fatıma (a.s) şöyle der: "Resulullah'ın (s.a.a) beni erkeklere özgü görevleri üstlenmekten muaf tutmasından dolayı ne kadar sevindiğimi ancak Allah bilir."[145]

Fatıma (a.s) vahiy okulundan mezun olmuştu. O, kadın kalesinin İslâm'da en önemli ve stratejik mevkilerden olduğunu biliyordu. Bu kaleyi terk ettiği ve başka meydanlarda yer aldığı zaman, çocukların terbiyesini gereği gibi yerine getiremeyecekti. Bundan dolayı, Resulullah'ın (s.a.a) kendisiyle ilgili görev bölümü, onun sevinmesine ve yüzünün sevinçle parlamasına neden olmuştu.

Resul-i Ekrem'in (s.a.a) kızı, ailesinin mutluluğu için gücünün son noktasına kadar harcıyordu. Onca zorluğa ve meşakkate rağmen ev işlerini savsaklamaz, ağırdan almazdı. Hatta Emirü'l-Müminin Ali (a.s), onun bu hâline acımış; bu soylu davranışlarından övgüyle söz etmişti. Benî Sa'd kabilesinden bir adama şunları söylemişti: "Sana, kendimden ve Fatıma'dan söz etmemi ister misin? O, Peygamber'in (s.a.a) ailesinde en çok sevdiği bir kişi olarak benim yanımda ve benim eşimdi. Tulum ile o kadar çok su taşımıştı ki, göğsünde izleri çıkmıştı. El değirmeniyle o kadar çok un öğütmüştü ki, üstü başı toz-duman içinde kalmıştı. Tencerenin altındaki ateşi tutuştururken elbiselerine is-duman bulaşmıştı. Bundan dolayı da çok yıpranmıştı. Ona dedim ki: 'Babana gitsen, sana bir hizmetçi verse ve bu ağır işlerden dolayı yıpranmanı engellese olmaz mı?' Fatıma, Hz. Peygamber'e (s.a.a) gitti. Yanında kendisiyle sohbet eden bir grup insan olduğunu görünce, utandı ve geri döndü."

Ali (a.s) devamla şöyle der: "Hz. Peygamber (s.a.a), onun bir ihtiyacı için geldiğini anlamıştı. Ertesi sabah Resulullah (s.a.a) evimize geldi. Bizler üzerimize bir yorgan çekmiş uzanıyorduk. 'es-Selâmu aleykum.' dedi. 'Ve aleyke's-selâm ya Resulallah, içeri gir!' dedim. Yanımıza oturur oturmaz dedi ki: Ey Fatıma! Dün ne ihtiyacın vardı ki Muhammed'e gelmiştin?" Ali der ki: "Fatıma'nın cevap vermeden Peygamber'in (s.a.a) kalkıp gitmesinden korktum." Ali (a.s) Fatıma'nın ihtiyacını anlattı. Dedim ki: "Ya Resulallah! Onun neye ihtiyacının olduğunu ben sana anlatırım. Tulum ile su taşımaktan göğsünde izi çıktı. El değirmeniyle un öğütmekten elleri nasır bağladı. Ev süpürmekten üstü başı toz-duman içinde kaldı. Tencerenin dibindeki ateşi tutuşturmaktan elbiseleri ise-dumana bulandı. Ben de ona dedim ki: Babana gitsen, ondan bir hizmetçi istesen ve bu işleri yapmaktan dolayı yıpranmanı önlese olmaz mı?" Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Size, hizmetçiden daha iyi olan bir şeyi haber vereyim mi? Uyumak üzere olduğunuz zaman otuz üç kere 'subhanallah', otuz üç kere 'elhamdülillah' ve otuz dört kere 'Allahu ekber' deyin."

Diğer bir rivayette belirtildiğine göre, Fatıma (a.s), Hz. Peygamber'e (s.a.a) hâlini anlatıp ondan bir cariye isteyince, Resulullah (s.a.a) ağladı ve şöyle dedi: "Ey Fatıma! Beni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, şu anda mescitte yiyecek yemekleri ve giyecek elbiseleri olmayan dört yüz tane adam bulunuyor. Eğer bir şeyden endişe etmeseydim, istediğini verirdim. Ey Fatıma! Sevabın senden ayrılıp cariyeye gitmesini istemiyorum. Ali b. Ebu Talib'in kıyamet günü, hakkını senden talep ederek Allah huzurunda senden davacı olmasından korkuyorum." Sonra Peygamberimiz (s.a.a), Fatıma'ya (a.s) tesbih namazını/duasını öğretti.

Emirü'l-Müminin (a.s) şöyle der: "Sen Resulullah'tan (s.a.a) dünya malını istemek için gittin. Allah bize ahiret sevabı verdi."[146]

Bir gün Resulullah (s.a.a), Ali'nin (a.s) evine gider. Onun ve Fatıma'nın el değirmeniyle buğday öğüttüklerini görür. "Hanginiz yoruldunuz?" der. Ali, "Fatıma yoruldu, ya Resulallah!" der. Peygamberimiz (s.a.a): "Kalk kızım." der. Fatıma kalkar ve Peygamberimiz (s.a.a) onun yerine oturur. Ali ile birlikte buğdayı öğütürler.[147]

Cabir el-Ensarî'nin şöyle dediği rivayet edilir: Bir gün Peygamberimiz (s.a.a) Fatıma'yı üzerinde deve derisinden bir giysi olduğu hâlde, bir yandan elleriyle buğday öğütürken, bir yandan da çocuğunu emzirirken gördü. Resulullah'ın (s.a.a) gözleri doldu. Dedi ki: "Kızım! Dünya acılarına karşılık ahiret mutluluğuna kavuşmak için acele et." Fatıma (a.s) dedi ki: "Ya Resulallah! Nimetlerinden dolayı Allah'a hamdolsun. O'nun lütuf ve bağışlarından dolayı şükürler olsun O'na." Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi: "İleride Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın."[148]

İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Emirü'l-Müminin (a.s) eve odun, su getirir ve evi süpürürdü. Fatıma (a.s) da buğday öğütür, hamur yoğurur ve ekmek pişirirdi."[149]

Enes anlatıyor: Bilal sabah namazına geç kaldı. Resulullah (s.a.a) ona dedi ki: "Niçin geç kaldın?" Dedi ki: "Fatıma'ya uğradım. Buğday öğütüyordu, çocuğu da ağlıyordu." Dedim ki: "İstersen ben senin yerine buğday öğüteyim, sen de çocuğu sustur. İstersen ben çocukla ilgileneyim, sen de buğday öğüt." Bana, "Ben sana göre, oğluma daha şefkatli davranırım." dedi.

Bu yüzden geç kaldım. Resulullah (s.a.a) şöyle dedi: "Sen ona acıdın, Allah da sana merhamet etsin."[150]

Esma bint-i Umeys, Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'dan rivayet eder: Hz. Peygamber (s.a.a) bir gün bize geldi, "Nerede oğullarım?" dedi. Hasan ve Hüseyin'i kastediyordu. Fatıma dedi ki: "Yanımızda tadılacak hiçbir yiyecek olmadığı hâlde sabahladık. Ali de, 'Onları falana götürüyorum.' dedi." Resulullah (s.a.a) onların bulunduğu tarafa yöneldi. Onların bir su başında oynadıklarını gördü. Önlerinde de artmış biraz hurma vardı. Peygamberimiz (s.a.a) dedi ki: "Ey Ali! Sıcaklık iyice bastırmadan oğullarımı götürsen olmaz mı?" Ali (a.s) şu karşılığı verdi: "Bu gece evimizde yiyecek hiçbir şey olmadan sabahladık. Biraz otursanız, ben de Fatıma için bir miktar hurma toplasam olmaz mı?" Ali bir miktar hurma topladıktan sonra, onları eteğine koyarak eve döndü."[151]

İmran b. Husayn'in şöyle dediği rivayet edilir: Peygamber'in (s.a.a) yanında oturuyordum. Bir ara Fatıma çıkageldi ve Peygamber'in (s.a.a) önünde durdu. Peygamberimiz (s.a.a) Fatıma'nın (a.s) yüzüne baktı. Yüzünün rengi sararmıştı. Açlığın şiddetinden yüzünde kan kalmamıştı. Dedi ki: "Yaklaş Fatıma!" Fatıma yaklaştı. Bir kere daha, "Yaklaş Fatıma!" dedi. Fatıma, tam önüne gelinceye kadar yaklaştı. Peygamberimiz (s.a.a) ellerini göğsündeki gerdanlık yerinin üzerine koydu, parmaklarının arası açıktı. Dedi ki: "Allah'ım! Ey açları doyuran! Ey düşmüşleri kaldıran! Muhammed kızı Fatıma'yı aç bırakma."[152]

İşte Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'nın gözünde dünya bundan ibaretti: Zorluk çekme... Açlığın acısını duyma... Yorgunluktan bitkin düşme... Ama Fatıma bütün bunlara sabrın tatlı azığını ve başkalarını tercih etmenin tazeliğini katmıştı. Çünkü bunun ötesinde sonsuz nimetler vardı. Sabredenlere ecirlerinin hesapsızca verildiği bir günde elde edilecek pay vardı.

Hz. Zehra'nın (a.s) hayatına irdeleyici bir gözle baktığımız zaman, onun zorluklarla iç içe geçen hayatının, çok mala ve geniş hayat imkânlarına -özellikle Benî Nadır ve Hayber fetihlerinden ve Fedek arazisine sahip olmasından sonra- kavuştuktan sonra da değişmediğini görürüz. Gelirinin yüksek meblağlarda olmasına rağmen Fatıma'nın hayatı değişmeden devam etmiştir. Rivayet edilir ki, Fedek'in yıllık geliri yirmi dört bin, bir diğer rivayete göre yetmiş bin dinar tutuyordu.[153]

Çünkü Fatıma (a.s), bu gelirlerle evler yapmıyor, saraylar, köşkler kurmuyordu. İpek ve atlas elbiseler giymiyor, göz alıcı mücevherler takıp takıştırmıyordu. Bilâkis bu gelirin tümünü yoksullara, miskinlere dağıtıyor, Allah'a davet ve İslâm'ı yayma uğruna harcıyordu... Kocası Ali (a.s) de öyleydi. O da sulak bir yerden yüz pınar çıkararak bunları hacılara vakfetmişti.[154] Ali'nin mallarının bir yıllık sadakasının miktarı kırk bin dinardı.[155] Ali'nin verdiği bu sadakalar, büyük bir topluma yeterdi, demesek bile, bütün Haşimoğulları'na yeterdi. Özellikle, hizmet edecek bir cariye satın almak için otuz dirhemin yettiğini, o dönemde bir dirhemle birçok ihtiyacın karşılanabildiğini göz önünde bulundurduğumuz zaman bu meblağın büyüklüğü kendiliğinden ortaya çıkar.

b- İmam Ali'ye (a.s) İyi Bir Eş Oluşu

Hz. Zehra (a.s), Resulullah'tan (s.a.a) sonra, bu ümmetin istisnasız en büyük şahsiyetinin evinde yaşadı. Tek amacı İslâm sancağını taşımak ve onu savunmak olan adamın...

Siyasal koşulların son derece hassas ve gayet tehlikeli olduğu bir dönemdi. İslâm orduları daima teyakkuz hâlindeydi. Her yıl kanlı savaşlara tutuşmak durumundaydı ve Ali (a.s) de bu savaşların çoğuna katılıyordu.

Hz. Zehra (a.s), bu müşterek hanede gerekli atmosferi, sıcaklığı ve istenen şefkati fazlasıyla oluşturuyordu. O, bu hâliyle Ali'nin (a.s) cihadına da ortak bulunmuş oluyordu. Çünkü bir hadiste de vurguladığı gibi, "Kadının cihadı iyi bir eş olmasıdır."[156]

Hz. Zehra (a.s), eşini yüreklendiriyor, cesaretini ve fedakârlığını övüyordu. Gelmekte olan çatışmalar öncesinde onu güçlendiriyordu, kalbini teskin ediyor, acılarını dindiriyor, yorgunluğunu gideriyordu. İmam Ali (a.s) şöyle der: "Fatıma'ya bakardım. Ona baktığım anda bütün kederler ve hüzünler bir anda beni terk ederdi."[157]

Fatıma (a.s), eş olmanın kendisine yüklediği görevleri eksiksiz yerine getirmeye büyük bir özen gösterirdi. Eşinin izni olmadan bir gün dahi evinden çıkmadı. Bir gün olsun ona kızmadı, evinde yalan söylemedi, ona ihanet etmedi, hiçbir emrine karşı çıkmadı. Hz. Ali (a.s) de ona aynı hürmeti gösterir, sevgisini eksik etmezdi. Ali (a.s), Fatıma'nın (a.s) yüksek makamını ve derecesini bilirdi. Bir keresinde şöyle demişti: "Allah'a yemin ederim ki, Allah onu katına alıncaya kadar, onu hiç kızdırmadım, üzmedim. O da beni hiçbir zaman kızdırmadı, hiçbir emrime karşı çıkmadı."[158]

İmam Ali (a.s), ömrünün son demlerinde kendisine tavsiyelerde bulunmak isteyen Fatıma'ya hatırlatır. Fatıma şöyle der: "Ey amcamın oğlu! Benden yalan bir söz işittin mi? Bir ihanetimi gördün mü? Benimle beraber olduğun günden beri bir kere olsun sana karşı çıktığıma şahit oldun mu?" Ali (a.s) şu karşılığı verir: "Allah'a sığınırım. Sen, Allah'ı en iyi bilenlerden birisin. En çok iyilik eden, en fazla O'ndan korkan ve en çok O'ndan sakınansın. Allah'a yemin ederim ki, Resulullah'ın (s.a.a) vefatıyla başıma gelen musibeti yeniden yaşattın bana. Senin vefatın, benim seni yitirmem, büyük bir musibettir benim için. Biz Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz."[159]

Ebu Said el-Hudrî'den rivayet edilir: Bir gün Ali b. Ebu Talib (a.s) acıkmış bir hâlde sabahladı. Dedi ki: "Ey Fatıma! Bana verebileceğin bir yiyecek var mı?" "Hayır." dedi, "Babama peygamberliği, sana vasiliği bahşeden Allah'a yemin ederim ki, benimle bu sabaha hiçbir yiyecek çıkmadı ve iki günden beri yediğimiz hiçbir şey yoktur. Sadece bir yiyecek vardı. Onu da, kendime ve Hasan ile Hüseyin'e tercih ederek sana vermiştim." Ali (a.s) dedi ki: "Ey Fatıma! Bana söyleseydin ya, sizin için yiyecek bulmaya çıksaydım?" Dedi ki: "Ey Ebu'l-Hasan! Sana, güç yetiremeyeceğin bir şeyi yüklemek hususunda Allah'tan utanırım."[160]

İslâm'ın bu model karı kocası işte böyle yaşadılar. Örnek olmak hususunda üzerlerine düşeni eksiksiz bir şekilde yerine getirdiler. Yüksek İslâm ahlâkına ilişkin birer göz kamaştırıcı örnek olarak parlak simalarıyla tarih sahnesindeki yerlerini aldılar. Nasıl olmasın ki? Resul-i Ekrem (s.a.a), zifaf gecesi Ali'ye, "Ey Ali! Ne güzel eştir şu senin eşin!" Fatıma'ya da, "Ey Fatıma! Ne iyi kocadır şu senin kocan!" demişti.[161]

Bir keresinde de şöyle demişti: "Ali olmasaydı, Fatıma'ya denk bir koca bulunmazdı."[162]

c- Anne Rolünde Fatıma (a.s)

Annelik, Hz. Zehra'nın (a.s) omuzlarındaki görevlerin en hassası ve en ağırı idi. Beş çocuk dünyaya getirmişti. Hasan, Hüseyin, Zeyneb, Ümmü Gülsüm ve bir de düşük yaptığı Muhsin.[163]

Yüce Allah, Resulullah'ın (s.a.a) soyunun, zürriyetinin Fatıma (a.s) kanalıyla devam etmesini takdir etmiştir. Nitekim Resulullah (s.a.a) da bunu şöyle haber vermiştir: "Allah, her peygamberin soyunun kendi sulbünden devam etmesini sağlamış, benim soyumu ise Ali b. Ebu Talib'in sulbünden devam etmesini dilemiştir."[164]

Vahyin ve nübüvvetin eğitiminden geçmiş Hz. Zehra (a.s), İslâm eğitim metodunu, terbiye yöntemini çok iyi biliyordu. Bunu, Hz. Hasan'ın (a.s) şahsında gerçekleştirdiği örnek terbiyede gözlemleyebiliriz. Onu, Müslümanların önderliği sorumluluğunu üstlenecek, risalet tarihinin en zor zamanlarında kederini yutkunacak, İslâm dinini ve mümin toplumu korumak için Muaviye ile, içinde derin acılar hissetmesine rağmen anlaşma imzalayabilecek sağlam karakterli biri olarak yetiştirmişti. Hz. Zehra'nın (a.s) rahle-i tedrisinden geçen İmam Hasan (a.s), bu tavrıyla dünyaya şu mesajı vermişti: İslâm barış dinidir. Düşmanlarına, iç meseleleri; dine darbe vurmak, dini zayıflatmak için kullanma fırsatını vermez... O bu davranışıyla Muaviye'nin tüm kozlarını boşa çıkarmıştı. Plânını geçersiz kılmış, cahiliyeyi yeniden canlandırma amaçlı komploların başına geçirmişti. Bir süre sonra dahi olsa, onun sapıklığını bütün dünyaya göstermişti. Muaviye'nin Müslümanlara oynamak istediği oyunu bozmuştu.

Zehra (a.s), Hüseyin (a.s) gibi birini yetiştirmişti. Hüseyin ki, canını, bütün ailesini ve en sevdiği arkadaşlarını Allah yolunda zulümle ve zalimlerle vuruşma uğruna feda etti. O, kanıyla, henüz yeşeren İslâm ağacını sulamıştı.

Zehra (a.s), Zeyneb ve Ümmü Gülsüm gibi zirve kadınları yetiştirmişti. Onlara, fedakârlık, serdengeçtilik ve zalimler karşısında direniş derslerini vermişti. Zalime, onun gücüne karşı eğilmesinler, boyun eğmesinler diye. Görkemli bir cesaret ve açıklıkla Ümeyyeoğulları zorbalarına karşı hakkı haykırsınlar diye... Dine ve resuller efendisinin ümmetine karşı kurulan tuzakları ortaya çıkarsınlar diye...

2- Devletin temellerini atan Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanı başında Zehra (a.s)

a- Mekke Fethinden Önce Zehra (a.s)

Resulullah efendimiz (a.s) Medine'ye geldiği andan itibaren, cahiliyenin temellerini yıkma, köklerini kurutma ve mevzilerini darmadağın etme amacına yönelik yoğun bir faaliyet içine girdi. Mekke'de olduğu gibi, onun (s.a.a) Medine'deki hayatı bir cihat ve onarım hayatıydı. Müşriklere, münafıklara, Yahudilere ve haçlılara karşı cihad, beri taraftan büyük İslâm devletini kurmak... Tevhidin sesinin ulaşabildiği her yere davayı yaymak, ilâhî mesajı tebliğ etmek. Bu bağlamda Resulullah (s.a.a) bazen söz ve akideyle, bazen kılıç ve güçle savaşıyordu. Konjonktür ne tür bir yöntemi gerektiriyorsa ve hikmet neyi öngörüyorduysa, ona uygun bir strateji izliyordu.

Böylesine zor ve meşakkatli bir süreçte cihadını, savaşını sürdürdü. Müttefiklerin (ahzab) ordularına, hak ve hidayet davasının karşısına dikilen azgınlık ve sapıklık güçlerine denk ya da yakın olabilecek malı, orduları ve askerî hazırlığı yoktu. Bütün gücünü imanından, Rabbinin yardımından ve etrafında toplanmış bir avuç samimi ashabından alıyordu.

Resulullah'ın (s.a.a) davet ve cihat tarihini, sabır ve dayanıklılık örneklerini inceleyen bir kimse, ilkesel bir insanın büyüklüğünün ne olduğunu görür. Onun kararlılığının gücünü, sabrını, Allah'ın ona yönelik gözetimini ve Allah'ın ona ve onunla birlikte cihat bayrağını yükselten mücahitlere zafer bahşettiğini gözlemler. O zaman hakikî zafer ve gücün kaynağının ne olduğunu anlar.

Hz. Fatıma (a.s), bu zor cihat döneminin bütün koşullarını ve bütün boyutlarını bizzat yaşadı. Eşinin ve babasının himayesinde bu adımları birer birer geçti. Her şeyi ruhuyla ve duygularıyla yaşıyordu. Evinde sürdürdüğü cihadıyla, babasının yanında yer almasıyla, babasının çektiği zorlukları ve sıkıntıları paylaşarak yaşıyordu. Babasının cihadına, sabrına ve direncine tanık olmuştu. Uhud'da yaralandığını, dişinin kırıldığını, bu esnada münafıkların onu yalnız bıraktığını görmüştü. Babasının amcası, Allah'ın arslanı Hamza'nın ve bir grup seçkin müminin şehit düşmelerine tanık olmuştu.

Rivayet edilir ki, Fatıma (a.s) ve Safiye -Uhud Savaşı'ndan sonra- Resulullah'ın (s.a.a) yanına geldiklerinde ona bakarlar. Peygamberimiz (s.a.a) Ali'ye (a.s) der ki: "Halamı benden uzak tut. Ama Fatıma'yı bırak gelsin." Fatıma Resulullah'a (s.a.a) yaklaştığında yüzünün yaralandığını ve ağzının kanadığını görür. Bir yandan kanı siler, bir yandan da çığlık atarak şöyle der: "Resulullah'ın (s.a.a) yüzünü kanatanlara Allah'ın gazabı daha da arttı..." Resulullah'ın (s.a.a) yüzünden akan kanı eliyle alıp havaya savuruyordu. Bir damlası yere düşmüyordu.[165]

Hz. Fatıma (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) yarasını sarmaya, mübarek bedeninden akan kanı durdurmaya çalışıyordu. Kocası Resulullah'ın (s.a.a) yarasına su döküyor, o da yıkıyordu. Kanın bu şekilde durmayacağını anlayınca, bir parça hasır alıp yaktı, küllerini yaranın üzerine dökerek kanı durdurdu.[166]

Tarih bize, Fatıma'nın (a.s), birçok yerde, babasının savaşına, sabrına ve cihadına, ruhuyla ve duygularıyla katıldığını anlatır.

Rivayet edilir ki, Resulullah efendimiz (s.a.a), bir gazveden geri dönmüştü. İlk iş olarak mescide girdi, orada iki rekât namaz kıldı. Sonra her zaman olduğu gibi, eşlerinin evlerinden önce Fatıma'nın evine gitti. Onu ziyaret etmek ve görüp sevinmek için. Fatıma (a.s), Peygamberimizin (s.a.a) yüzünde yorgunluk ve bitkinlik belirtilerini görünce üzüldü ve ağlamaya başladı. Peygamberimiz (s.a.a) sordu: "Niçin ağlıyorsun ey Fatıma?" Şöyle cevap verdi: "Renginin solduğunu gördüğüm için." Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey Fatıma! Yüce Allah babanı öyle bir dinle göndermiştir ki, yeryüzünde kerpiç ya da kıl çadırdan bir tek ev kalmayacaktır ki, bu din sayesinde azizlik ve onurluluk ya da rezillik ve alçaklık o eve girmesin. Karanlığın çöktüğü her yere ulaşacaktır."[167]

Fatıma'nın (a.s), büyük komutan ve son resul babasına (s.a.a) yönelik katkıları sadece bu duygusallıktan ibaret değildi. O, babasını kendisine tercih eder, onu her bakımdan önemser, onun sıkıntılarına ve zorluklarına ortak olurdu. Fatıma (a.s) Medine çevresinde hendek kazıldığı gün oraya gelmiş ve ashabıyla birlikte, Medine'yi ve İslâm'ı korumak maksadıyla toz toprak içinde çalışan babasını (s.a.a) görmüştü. Fatıma'nın elinde bir parça ekmek vardı. Ekmeği babasına (s.a.a) verdi. Peygamberimiz (s.a.a), "Bu nedir Fatıma?" dedi. Dedi ki: "Oğullarım için pişirdiğim ekmeğin bir parçasını sana getirdim." Peygamberimiz (s.a.a) buyurdu ki: "Kızım! Biliyor musun, üç günden beri babanın ağzına girecek ilk yemektir bu!"[168]

Müslüman kadının cihadını yansıtan bu göz kamaştırıcı tabloyu Fatıma (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) gölgesinde çiziyordu. Fatıma (a.s), sahip olduğu her şeyle, Resulullah'ın (s.a.a) cihadına katılarak İslâm'ın temellerinin sağlamlaşması için çaba sarf ediyordu. Aynı meydanda ve aynı hendekte (mevzide) babasıyla, kocasıyla ve oğullarıyla omuz omuza mücadele veriyordu. Bu şekilde o, tarih sayfalarına, Müslüman ümmetin gelecek nesillerine pratik bir ders işliyordu. Malayanilikten, anlamsızlıktan ve gayesizlikten uzak tevhit inancının şekillendirdiği iman hayatını öğretiyordu.

b- Mekke Fethinde Hz. Zehra (a.s)

Kadınların efendisi, büyük bir mutluluk yaşıyordu. Çünkü Arap Yarımadası'nın önemli bir kısmının İslâm'ın egemenliği altına girdiğini, babasının risaletini benimsediğini görüyordu. Kureyş bile, onca inatçılığına, kibrine karşın, liderlerinden birini, İslâm'ın başkenti Yesrib'e, Hz. Peygamber'in (s.a.a) hicretin altıncı senesinde umre yapmaya giderken imzalanan Hudeybiye Antlaşması'yla sağlanan ateşkesin süresini uzatmak amacıyla görüşmelerde bulunmak üzere göndermişti.

Kureyş, daha önce imzalanan antlaşmayı ihlâl ettikten sonra, liderlerinden Ebu Süfyan'ı elçi olarak göndermişti. Ebu Süfyan, Hz. Peygamber'e (s.a.a) Kureyş'in talebini iletmiş, ama olumlu bir cevap almamıştı. Bunun üzerine, bir grup Müslümandan eman ve himaye talebinde bulunmuş, ama kimse bu isteğini kabul etmemişti. Hatta Hz. Peygamber'in (s.a.a) eşi olan kızı Ramle (Ümmü Habibe) dahi ona olumlu bir karşılık vermemişti. Sonunda Resulullah'ın yanında kendisine aracı olmaları için Ali ve Fatıma'nın yanına gitmişti. Ali, Fatıma ve oğulları Hasan ve Hüseyin de bu isteğini geri çevirmişlerdi. Hiçbir Müslümanın bu konuda kendisine yardımcı olmayacağını anlayınca, ümitsizlik içinde, korkarak, yenilmiş, başarısızlığı ve hezimeti ruhunun derinliklerinde hissederek geri dönmüştü.

Hz. Zehra (a.s), babasının, Ebu Süfyan'a karşı takındığı tavırdan, onun Mekke'yi fethedeceğini anlamıştı. Derken günler yaklaştı ve Resulullah (s.a.a), on bin Müslümanla birlikte harekete geçti. Bayrağı, amcasının oğlu ve vasisi Ali b. Ebu Talib'e (a.s) vermişti. Hz. Zehra (a.s) da, orduyla beraber sefere çıkan kadınlar arasındaydı. Zehra (a.s), Allah'ın bahşettiği zaferin mutluluğunu içinde hissederek babasının (s.a.a) yanı başında duruyordu. Putların, babasının ayakları altında olduğunu görüyordu. Kureyşlilerin ona sığındıklarına, ona, "Kerim kardeşin oğlu kerim bir kardeş." dediklerine tanık oluyordu. Babası da Kureyşlilere, "Gidin! Hepiniz serbestsiniz!" diyordu.

Hz. Zehra'nın (a.s), babasıyla (s.a.a) beraber Mekke'de geçirdiği günler anılarla doluydu. Müşriklerin, babasını ve ashabını takibe aldıkları, ona Ebu Talib Vadisi'nde ambargo uyguladıkları günleri, annesi Hatice'nin, babasının amcası Ebu Talib'in zamanını hatırladı.

Bu zafer yolculuğunda, o güne kadar İslâm'a karşı sert tutumlarını sürdüren, en dik başlı argo kabilelerinden Havazin, Sakif gibi kabilelerin ve onların müttefiklerinin dağıldıklarını, kalelerinin birer birer çöktüğünü, mallarının, çocuklarının ve kadınlarının Huneyn Savaşı'nda ganimet olarak Müslümanların eline geçtiğini gördü.

Babası ve eşiyle beraber, çocukluk günlerini geçirdiği, ailesinin ve sevenlerinin anayurdu Mekke'yi arkasında bırakarak ensarın şehrine, Yesrib'e döndü. Bu yolculuktan sonra iki yıl daha yaşadı. Bunlar, hayatının en mutlu yıllarıydı. İslâm, Arap Yarımadası'nın her tarafına yayılmış ve artık bölgenin en çok mensubu bulunan büyük dini hâline gelmişti.[169]

c- Veda Haccı ve Son günler

O günler, acısıyla tatlısıyla geride kaldı. Hicretin onuncu senesinde Hz. Peygamber (s.a.a) bütün Müslümanları hac ibadetini eda etmeye çağırdı. Müslümanlarla birlikte veda haccını yaptı. Müslümanlara haccın hükümlerini ve menasikini (hac zamanı yerine getirilen ibadetleri) öğretti. Dönüş yolunda kafile Gadir-i Hum denilen yerde durdu. Hz. Peygamber (s.a.a) deve mahfesinden oluşturulan bir minberin üzerine çıktı. Bir iki giriş cümlesinden sonra yüksek sesle şöyle dedi: "Ben kimin mevlâsıysam, Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım! Ona dost olana sen de dost ol. Ona düşman olana sen de düşman ol." Böylece Ali'yi kendisinden sonraki halife olarak tayin etti. Sonra Müslümanlara Ali'ye biat etmelerini ve "müminlerin emiri" olarak selâmlamalarını emretti. Derken herkes memleketine, Peygamberimiz (s.a.a) de Medine'ye döndü.

Hicretin on birinci senesinde, safer ayının son günlerinde Hz. Peygamber (s.a.a), büyük acılar hissettiği bir hastalıktan şikâyet etmeye başladı. Roma devletine karşı bir sefer düzenleme kararındaydı. Bir ordu hazırlamış ve henüz genç bir delikanlı olan Usame b. Zeyd'i bu ordunun komutanlığına getirmişti. Bütün muhacir ve ensara bu orduya katılmalarını emretti. Onları sefere çıkmaya, her vesileyle teşvik ediyordu. Bazılarını özellikle ismen zikrediyordu. Muhaliflerin ve karşıtların Medine'den uzaklaşmalarını, İmam Ali'nin (a.s) hilâfetine karşı olanların, problem çıkarma fırsatını bulmamalarını amaçlıyordu.

 

Back Index Next