Back Index Next

Muaviye tarafından Horasan valiliğine atanan Rebi' b.Ziyad el-Harisî, Hucr'un öldürüldüğünü haber alınca büyük bir üzüntüye kapıldı ve üzüntüsünden can verdi. İbn-i Esir (c.3, s.195) şöyle der: "Onun ölüm nedeni, Hucr'un öldürülmesinden duyduğu büyük üzüntü ve öfke idi. O şöyle diyordu: 'Bundan sonra Araplar savunmasız olarak öldürülecekler.

Eğer Hucr olayında herkes üzerine düşeni yapıp karşı çıksaydı, hiç kimse bu şekilde öldürülemezdi. Ama onlar sustular ve tepki göstermediler. Şüphesiz zillete yakalanacaklar.' Bu sözlerden sonra yalnızca bir cuma yaşayabildi ve cuma günü halkın huzuruna çıkıp şöyle dedi: 'Ey insanlar! Ben bu hayattan, yaşantıdan artık yorgun düştüm. Dua edeceğim ve herkes bu duaya amin desin! Sonra namaz kılıp ellerini göğe doğru açarak şöyle yakardı: Allah'ım! Eğer benim senin yanında hayırlı bir amelim var ise, acil olarak benim canımı al.' Dinleyenler hep bir ağızdan 'Amin' dediler. Camiden çıkıp giderken henüz gözlerden kaybolmamıştı ki cansız yere yıkıldı..."[275] İmam Hüseyin (a.s) Muaviye'ye yazdığı bir mektupta şunları söylüyor: "Hucr ve arkadaşlarını öldüren sen değil misin? Onlar namaz kılıp zulmü kötülemekten, bidati baş tacı yapanları Allah için azarlamaktan başka ne yaptılar? Onlar, bidati büyük bir günah sayıp Allah yolunda, kınayıcıların kınamsına hiçbir zaman aldırış etmezlerdi. Onca yemin ve sağlam ahitten sonra sırf zulüm ve düşmanlıktan dolayı onları öldüren sen değil misin? [Anlaşmanın beşinci maddesinin bölümlerine işarettir.]..."[276] Son olarak sıra tarihçilere geldi; neticede, Nasr b. Mezahim el-Minkarî ve Lut b. Yahya b. Sa'd el-Ezdî[277] gibi tarihçiler, Huc'run öldürülmesi faciası ile ilgili olarak birer kitap yazdılar.

Hişam b. Muhammed Saib ise, Hucr'un öldürülmesi hakkında bir kitap, Rüşeyd, Meysem ve Cüveyriye b. Müshir'in öldürülmesi olayları ile ilgili de bir kitap yazdı.[278] Hucr ve Dostları Hakkında Rivayet Edilen Hadisler İbn-i Asakir şöyle yazmaktadır: "Aişe Muaviye'yi Hucr'u öldürdüğü için ayıplayıp kınadıktan sonra şöyle dedi: Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle duydum: Azra'da (Hucr ve dostlarının şahadet yeri) öyle insanlar öldürülecek ki, bunların öldürülmelerinden dolayı Allah ve gökyüzü ehli gazaplanacaktır." Bu hadis başka bir yoldan da Aişe'den nakledilmiştir... Beyhakî, ed-Delâil adlı kitapta, Yakub b. Süfyan kendi tarihinde Abdullah b. Zerir el-Ğafikî'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ali b. Ebu Talib'in (a.s) şöyle dediğini duydum: "Ey Irak halkı! Sizlerden yedi kişi Azra denilen yerde öldürülecekler, onlar Uhdud Ashabı'na benzerler." Hucr'un Şehit Arkadaşları Daha önceden de bildiğimiz gibi Hucr'un dostları Allah erlerinden en iyileri ve parmakla gösterilen din adamlarından idiler. İmam Hüseyin'in (a.s) de buyurduğu gibi: "Abid, birer namaz ehli, zulmü kötüleyen kimselerdiler. Bidati büyük bir günah sayıp Allah yolunda kınayıcıların kınamasına hiçbir zaman aldırış etmezlerdi..." Aynı şekilde Müslümanların saygıdeğer şahsiyetlerinin, Hucr'den söz ettiklerinde onların adını nasıl andıklarını gördük. Eğer Emevîler çeşitli oyunlarla bu şahısların isimlerini insanların zihinlerinden silmek isteselerdi, hiçbir zaman böyle bir şeyi başaramazlardı. Zira bu şahısların hepsi inanç ve düşünce şehitleri, gasp edilmiş hakikatlerin kurbanlarıydı. Bu da onların tarih boyunca isimlerinin hatırlanması için yeterliydi. Muaviye bu büyük şahsiyetleri ve aziz insanları  öldürdükten sonra "makbul!" bir hac ziyaretinde bulunurken İmam Hüseyin (a.s) ile karşılaştı, kibirli bir edayla şöyle dedi: – Senin babanın dostları olan Hucr ve arkadaşlarına neler yaptığımızı duydun mu? – Ne yaptın? diye sordu İmam. – Onları öldürüp kefenledik. Sonra da Cenaze namazlarını kılıp mezarlara gömdük!!dedi. İmam Hüseyin (a.s) tebessüm edip: – Onlar seni yendiler, dedi.

Ama bizler senin dostlarını öldürürsek, onları ne kefenler, ne onlara cenaze namazı kılar ve ne de onları mezara gömerdik.[279] Şimdi sırayla şehitlerin isimlerini, onlar hakkında bildiklerimiz ile birlikte yazacağız:

1- Şerik b. Şeddad -veya Seddad- el-Hadremî:

Bir görüşe göre adı, Arik b. Şeddad'dir.

2- Seyfi b. Fesîl eş-Şeybanî:

Sağlam bir akideye, doğru ve sert konuşmaya, demir gibi bir kalbe sahipti. Hucr'un dostlarının önde gelenlerindendi. Tutuklanıp Ziyad'ın yanına getirdikleri zaman Ziyad ona doğru dönerek şöyle dedi:

– Ebu Turab (Hz. Ali -a.s-) hakkında görüşün nedir, Ey

Allah'ın düşmanı?!

– Ben Ebu Turab'ı tanımıyorum.

– Sen onu çok iyi tanıyorsun!

– Tanımıyorum.

– Nasıl yani? Sen Ali b. Ebu Talib'i tanımıyor musun?

– Tanıyorum.

– Çok güzel. İşte o, Ebu Turab'ın ta kendisidir.

– Hayır; o Hasan'la Hüseyin'in babasıdır. Ona selâm

olsun.

Bu sırada Ziyad'ın güvenlik görevlilerinin komutanı; "Vali onun Ebu Turab olduğunu söylüyor ve sen o olmadığını mı diyorsun?" dedi. Seyfi şöyle dedi: "Eğer vali yalan söylerse, benim de yalan mı söylemem gerekiyor? Ve eğer o yalan bir şeye şahitlik ederse, benim de ona şahitlik etmem mi gerekiyor?" (Şu Müslümanın sağlamlığına ve kararlılığına bakınız.) Ziyad ona şöyle dedi: "İşte başka bir suç daha! Benim bastonumu getirin!" Bastonunu getirdiler:

– Güzel! Şimdi Ali hakkındaki düşüncelerin nedir, onu söyle bakalım.

– Allah'ın seçkin kullarından birisi hakkında düşünülebilecek en güzel şeyi düşünmekteyim.

Ziyad öfkeyle bağırdı:

– Yere düşene kadar boynuna vurun.

Ona o kadar vurdular ki yerlere yuvarlandı.

Sonra Ziyad:

– Bırakın onu... dedi.

Ardından Seyfi'ye dönerek sordu:

– Şimdi söyle bakalım, onun hakkındaki görüşlerin nelerdir?

– Allah'a andolsun ki, beni kılıçla küçük parçalara ayırsan dahi az önce duydukların dışında hiçbir şey duymayacaksın.

– Onu lânetlemek zorundasın ve eğer bunu yapmazsan boynunu vuracağım.

– Öyleyse boynumu vurmalısın ve eğer böyle yaparsan Allah'a andolsun ki ben huzurlu, sen ise bedbaht olacaksın.

Ziyad bağırarak::

– Onu zincirlere vurup hapse atın, dedi.

...Ve sonunda o da Hucr ile birlikte ölüm kervanına katılıp Azra'da katledilen diğer şehitlere katıldı.

3- Abdurrahman b. Hassan el-Anzî:

Hucr'un dostlarından biriydi. Onunla birlikte elleri bağlı ve zincire vurulmuş bir şekilde öldürüleceği yere götürüldü. Azra çimenliğine gelindiği vakit kendisinin Muaviye'nin yanına götürülmesini istedi. -Muaviye'nin, Sümeyye'nin oğlundan (Ziyad'dan) daha iyi biri olabileceğini düşünmüştü belki- Muaviye'nin yanına gittiğinde, Muaviye ona hitaben: – Ali hakkındaki görüşlerin nelerdir? diye sordu.

– Bu konudan vazgeçmen ve bu soruyu bana sormaman senin için daha hayırlıdır, dedi.

– Hayır! Allah'a andolsun ki vazgeçmem, diye ısrar etti.

– Ben şahadet ederim ki o (Hz. Ali) Allah'ı çokça yad eden, insanları hakka çağıran, adaleti hakim kılan ve insanları bağışlayan biriydi.

– Öyleyse Osman hakkındaki görüşlerin nelerdir?

– O (Osman) zulüm kapısını aralayan ve hak kapılarını kapatan ilk kişiydi.

– Bu sözlerinle kendini ölüme attın.

– Hayır! Tam tersine, ben seni öldürdüm ve Rabîa'dan vadide -seni koruyacak, şefaat edecek- kimse de yoktur.

Muaviye onu (Abdurrahman) Kûfe'ye, Ziyad'ın yanına gönderdi ve en kötü bir şekilde öldürülmesini emretti!!! Muaviye'nin gardiyanları Azra yeşilliğinde Abdurrahman'a saldırdıkları zaman, o şöyle dedi: "Allah'ım! Beni yalnız bırakıldıklarına değer verdiğin, makamı yüksek olup, razı olduğun kimselerden kıl. Birçok kez ölümle burun buruna geldim, fakat Allah'ın takdiri dışında hiçbir şey olmadı." Habbe el-Uranî, Kûfe Tarihi adlı kitabın 274. sayfasında ondan bahsederken şöyle der: "Abdurrahman b. Hassan el-Anzî, İmam Ali'nin (a.s) dostlarından idi. Kûfe'de yaşamakta ve halkı Ümeyyeoğulları aleyhine tahrik etmekteydi. Ziyad onu tutuklayıp Şam'a gönderdi. Muaviye onu Ali'yi (a.s) kötülemesi, ondan nefret ettiğini söylemesi için çağırttı. Abdurrahman ise ona (Muaviye'ye) çok sert yanıt verdi. Bunun üzerine Muaviye onu tekrar Ziyad'ın yanına gönderdi ve Ziyad da Abdurrahman'ı

öldürdü." İbn-i Esir (c.3, s.192 de) ve Taberî (c.6, s.155 de) Ziyad'ın onu "Kuss'un-Natıf"[280] denilen yerde diri diri toprağa gömdüğünü yazmışlardır.

Yazar: Eğer Muaviye Kûfe'de Hz. Ali'nin (a.s) taraftarlarının Ziyad tarafından nasıl idam edildiklerini

bilseydi, el ve ayak kesmelerden, dil koparmalardan, göz çıkarmalardan haberdar olsaydı, Abdurrahman b. Hassan'ın en feci şekilde öldürülmesini emretmezdi. Acaba bu tür ölümlerden, bedenlerin diri diri parçalanarak öldürülmekten daha fecisi düşünülebilir mi? [Yani, Muaviye'nin derdi, Abdurrahman'ın en feci şekilde öldürülmesiydi. Oysa böyle bir tavsiyede bulunmasına gerek yoktu. Çünkü Ziyad zaten Şiîleri akla gelebilecek en feci, en korkunç şekilde öldürüyordu. Eğer Muaviye bunları duymuş olsaydı, bu tavsiyede bulunma gereğini duymazdı.] Buna rağmen Ziyad Muaviye'nin bu emrini yerine getirerek, diri diri toprağa gömmeyi de idam çeşitlerinin arasına kattı![281] Acaba herkesin Kahhar olan Allah'ın dergâhında toplandığı zaman Muaviye bu tür emirlerinin, Ziyad ise bu cinayetlerinin cezasını nasıl alacaktır?

4- Kabisa b. Rabîa el-Absî:

Bazı tarihçiler adını Rabîa yerine Dabia olarak yazmışlardır. Çok cesur biriydi. Kavminin yardımı ile silahlı bir mücadeleye devam etmek istiyordu. Fakat devletin güvenlik görevlilerinin komutanı, ona Araplar arasında yaygın olan can ve mal güvencesi verdi ki, güvence sözü (eman) kendisi Araplar arasında -Müslümanlar bir yana- çok büyük bir saygınlık ve geçerliliğe sahipti. Bu yüzden  savaşı bıraktı.

Fakat İslâm ve Arapların seçkin hasletleri ve davranışları Ümeyyeoğulları'nın lügatlerinde hiçbir mana taşımamaktaydı. Bu tür haslet ve davranışlar, onların zalim ve zelil sistemlerinde yalnızca hakimiyetlerini sürdürmek için kullanılan bir alet olarak kullanılmaktaydı. Kabisa'yı Ziyad'ın huzuruna götürdüler ve Ziyad ona dönerek şöyle dedi: – Allah'a andolsun, öyle bir iş yapacağım ki, artık yöneticilerin aleyhine isyan ve kıyam edecek vaktin olmayacak!! [İktidar sahiplerinin dar görüşlerine bakın!] – Bana verilmiş bir güvence (eman) ile buraya gelmişim!!!

Ziyad bağırarak::

– Onu zindana götürün! dedi.

Ve sonunda o da eli kolu bağlı savunmasız bir şekilde esirler kervanıyla birlikte öldürülecekleri yere doğru yola çıkarıldı... Peygamberimiz (s.a.a) bir hadiste şöyle buyurur: "Ben, birisine güvence verip, sonra onu öldürenden beriîm... Öldürülen kâfir dahi olsa."[282] Esirler kervanı Kûfe'nin dışına doğru giderken, esirleri Kabisa'nın evinin önünden geçirdiler. Kabisa kızlarını ona bakıp hüngür hüngür ağlar durumda olduklarını gördü. Kendisini gözleyen Vail ve Kesir isimli iki bekçiye şöyle dedi: "Aileme vasiyet etmeme izin verin." Onların yanına yaklaştığında biraz sustu ve şöyle dedi: "Susun!" Kızlar sustular.

Sonra şöyle dedi: "Takvayı kendinize ilke edinin. Ben kendi Rabbimden bu yolda beni iki güzellikten birine nasip etmesini ümit ediyorum. Birisi benim için mutluluk olan şehadet; diğeri ise, sizlere sağ salim geri dönmektir.

Yaşadığınız müddetçe Allah yardımcınız olacaktır. O daima diridir ve hiçbir zaman ölmeyecektir. [Bak! beşerin bu küçücük bedeninde nasıl bir melek karakteri ve nasıl gökyüzü ruhlu biri yaşamaktadır.] Ümit ediyorum ki sizi yalnız bırakmasın ve sizinle ilgili duamı kabul etsin." Sonra yoluna devam etti ve ardından yolunu ümitsiz, gözü yaşlı, perişan ve dua ile gözleyen bir aile bıraktı... O kara günlerde nice Kubeyslerin aileleri ve kızları  yaşamaktaydı. Taberî şöyle yazmaktadır: "Kabisa b. Zabia, Ebu Şerifi Bedi'nin eline düştü. Kabisa ona şöyle dedi: 'Benim ve senin kabilen arasında hiçbir münakaşa ve anlaşmazlık bulunmamaktadır.

Bırak beni başka birisi öldürsün.' O da bunu kabul etti ve sonra Kuzaî onu öldürdü." Yazar: Ve yine geniş kalpliliğin ve büyüklüğün azametine bakın! Zira böyle bir durumda bile  endisinden sonra iki kabilenin arasında düşmanlık ve nifak çıkmasını istemiyor, dostluk ve barışın korunmasını sağlıyor!.

5- Kıdam b. Kayyan el-Anzî:

6- Muhriz b. Şehab b. Buceyr b. Süfyan b. Halid b. Mınkar et-Temimî:

Kendisi büyük şahsiyetlerden olup, kabile reisi ve aynı zamanda Şia'nın seçkin simalarından ve Şia taraftarlığı ile meşhur idi. Hicrî 43 yılında Ma'kıl b. Kays Haricîler ile savaşırken, Muhriz ordunun sol kanadında Ma'kıl'ın kumandanlarındandı. Bu savaşta (Taberî'nin c.6, s.108'deki rivayetine göre) Makıl'ın ordusu 3000 savaşçıdan oluşmakta ve her biri Şia'nın seçkin şahsiyetlerindendi.[283]

2- Amr b. Hamık el-Huzaî

Bu şahsiyetin nesep silsilesini şu şekilde kaydetmişler: Amr b. Hamık el-Huzaî b. Kâhin b. Habib b.

Kıyn b. Zerah b. Amr b. Sa'd b. Ka'b b. Amr b. Rabîa el-Huzaî... Kendisi Mekke'nin fethinden önce Müslüman oldu ve Medine'ye hicret etti. O, Resul-i Ekrem'in kendisi hakkında; "Gençliği daim olsun." dediği güzel sıfatlı bir sahabeydi. Ömründen 80 yıl geçmesine rağmen saçında tek bir beyaz saç bulunmamaktaydı. Güzel yüzlü ve yakışıklı olması ve saçlarının rengini koruması onun güzelliğine güzellik katıyordu. Allah Resulü'nün vefatından sonra Hz.

Emir'ül-Müminin Ali (a.s) ile birlikteliği seçti ve onun sadık dostluğu öyle bir hadde ulaşmıştı ki Hz. Ali (a.s) ona şöyle buyurdu: "Keşke benim ordumda senin gibi 100 kişi bulunsaydı..." Cemel, Sıffin ve Nehrevan Savaşları'nda Hz. Ali'nin (a.s) saflarında yer aldı. Hz. Ali (a.s) onun için şöyle dua etmiştir:

"İlâhî! Onun kalbini takva ile ışıklandır ve onu doğru yola hidayet eyle." Ve ona şöyle buyurmuştur: "Ey Amr! Benden sonra sen

öldürüleceksin ve senin başını şehirden şehre dolaştıracaklar ve İslâm'da dolaştırılan ilk kesik baş seninki olacak. Vay seni öldürenin hâline."[284] İbn-i Esir (c.3, s.113) şöyle yazmaktadır: "Ziyad Kûfe'ye geldiği zaman Ammare b. Ukbe b. Ebu Muayt ona şöyle dedi: 'Amr b. Hamık Ebu Turab'ın (Hz. Ali) taraftarlarını etrafında topluyor.' Ziyad yanına birini gönderdi ve şöyle sordu: Senin etrafında toplanan bu gurup nedir? Camide istediğin herkesle konuşmaktasın, amacın nedir?"[285] Amr ondan sonra -Taberî'nin rivayetine göre- endişe ve kaygı ile beklemeye başlamıştı. Derken Hucr b. Adiyy el-Kindî'nin hadisesi meydana geldi. O, bu olayda kendisine yakışır bir şekilde sınavından yüzünün akıyla çıkmıştı. el- Hamrâ'dan (Ziyad'ın askerî birliği) olan Bekir b. Übeyd mızrakla başına vurup onu yere indirdi. Şiîler onu savaş meydanından kaçırıp Ezd kabilesine mensup bir şahsın evinde gizlediler. Birkaç zaman orada saklandıktan sonra gizlice Kûfe'den ayrıldı. Şia'nın önde gelen isimlerinden olan Rufaa b. Şeddad da onunla birlikte Kûfe'den ayrıldı.

Önce Medain'e doğru gittiler ve daha sonra Musul'a doğru yol aldılar. Musul şehrinin yakınlarında olan bir dağı kendilerine bir sığınak seçtiler. Köyün hâkimi o dağın yakınlarında onlar hakkında kötü bir zanna kapılarak bir gurup atlıyla birlikte onlara doğru hareket etti. Amr daha Musul'a yetişmeden siroz hastalığına yakalanmıştı ve doğal olarak kendisini savunacak gücünü bu hastalıktan dolayı kaybetmişti. Fakat Rufaa b. Şeddad henüz güçlü ve kuvvetliydi ve hiç vakit kaybetmeden atına binip Amr'a şöyle dedi: "Seni koruyacağım; canını kurtarmaya çalış!" Rufaa onlara hücum etti ve çemberi kırdı. Hızla oradan uzaklaştı. Atlılar onu takibe aldılar ve Rufaa çok iyi bir okçu olduğundan yanına yaklaşan her atlıyı oklarıyla yaralıyor veya öldürüyordu.

Bu yüzden artık onu takip etmekten vazgeçtiler ve tekrar Amr'a doğru yöneldiler. Ona şöyle sordular: "Sen kimsin?" "Serbest bıraktığınızda sizin için kurtuluşunuz yakın olacak, öldürdüğünüz takdirde ise size çok pahalıya mal olacak biriyim!" dedi. Onlar tekrar ismini ve kim olduğunu sordular. Yine sorulan soruyu cevapsız bıraktı. Köyün hâkimi olan İbn-i Ebi Beltea onu Musul'un valisi olan Abdurrahman b. Abdullah b. Osman es-Sekafî'nin yanına götürdü. Vali Amr'ı görür görmez tanıdı ve bu olup bitenleri Muaviye'ye bir mektupla bildirdi. Muaviye ise Amr için, Osman'a vurduğu gibi dokuz mızrak darbesi vurulmasını emretti. Onlar da emre uyup denileni yaptılar ve Amr, birinci veya ikinci darbeyi aldığında vefat etti. İbn-i Kesir'in rivayeti az önce naklettiğimiz Taberî'ye ait olan rivayetle birçok yönden farklılık arz etmektedir. İbn-i Kesir şöyle demektedir: "Muaviye'nin adamları onu bir mağarada ölü olarak buldular ve başını bedeninden ayırıp Muaviye'ye gönderdiler. İşte bu kesik baş, İslâm tarihinde şehirden şehire dolaştırılan ilk kesilmiş baş olarak tarihe geçmiştir. Muaviye, bedeninden ayrılmış olan bu kesik başı, kendi hapishanesinde tutuklu bulunan Amr'ın eşi Amine bint-i Şüreyd'e gönderdi. [Şu insan kılıklı vahşiye bakınız!]

Kesilmiş başı hanımının kucağına attılar. Amine ellerini kesilmiş başın alnına sürdü ve sonra dudaklarından öperek şöyle dedi: Uzun süredir beni ondan ayırdınız. Şimdi de bana onun ölüsünü mü geri getirdiniz. Ne kadar güzel bir hediyedir ki bu, hem seviyor, hem de seviliyor." İmam Hüseyin (a.s) Muaviye'ye bir mektup yazarak dedi ki: "Resulullah'ın ashabından, Amr b. Hamık'ı

öldüren sen değil misin? Allah'a ibadet etmekten bedeni yorgun düşmüş ve rengi sararıp solmuştu. Üstelik sen ona eman vermiştin. Öyle, ki bu güvenceyi uçan kuşa verselerdi, bu emana güvenip bulutların üstünden yere inerdi. Sen onu öldürüp Allah'a karşı küstahlık yaptın. Verdiğin ahdi hafife aldın..."

Yazar: Buradaki ahitten, barış antlaşmasının beşinci maddesi kastedilmektedir.

Sefinet'ül-Bihar adlı kitabın yazarı şöyle der:

"Onun kabri Musul şehrinin yakınlarındadır. Seyf'ud- Devle'nin amcasının oğlu Ebu Abdullah Said b. Hamdan, hicrî 336 yılının şaban ayında mezarını ilk kez inşa eden şahıstır." Usul'ut-Tarih ve'l-Edeb adlı kitapta (c.9, s.2) şöyle deniyor: "Ebu Hasan Ali b. Ebu Bekir el-Hirevî, ez-Ziyarat kitabında şöyle yazmaktadır: Musul şehrinin yukarı semtinde Amr b. Hamık'ın mezarı  bulunmaktadır. Bedenini oraya gömdüler. Başını ise Şam'a götürdüler. İslâm'da şehir şehir dolaştırılan ilk kesik baş olduğu söylenmektedir. Bu ebedî istirahatgâhında İmam Hüseyin'in büyük evlâtlarından bazıları da yatmaktadır."

3- Abdullah b. Yahya el-Hadremî ve Arkadaşları

Muhammed b. Bahr eş-Şeybanî, Kasım b. Muceyme'den naklen el-Furuk Beyn'el-Ebatil ve'l-Hukuk adlı kitapta şöyle der:

"Muaviye verdiği sözlerin hiçbirinde durmadı ve ben Hasan'ın mektubunu Muaviye'ye okudum. Mektupta Muaviye'nin, kendisine ve taraftarlarına karşı işlediği cinayetleri sıralarken, özellikle Abdullah b. Yahya el-Hadremî ve dostlarının öldürülmesinin üzerinde duruyordu..." Yazar: Hadremî ve onunla birlikte öldürülenler hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Fakat Hz. Ali'nin yakın dostlarından ve sahabesinden olduğunu bilmekteyiz. Hz. Ali (a.s) Cemel Savaşı'nda ona şöyle buyurmuştur: "Sana ve babana müjdeler olsun ey Yahya'nın oğlu!"[286] Bazı tarihçiler, İmam Hasan'ın, Muaviye'ye yazdığı mektupta Abdullah b. Yahya'nın ismini diğer dostlarından daha önce zikretmesinin sebebi olarak, onun diğer ashaba nispeten daha takvalı, dünya hayatından daha uzak ve toplumdan kopuk bir şekilde yaşadığını göstermişler. Bir de Muaviye hükümeti için ondan yana herhangi bir tehlike ve tehdit söz konusu olmadığını söylemişlerdir. Bu tarihçiler diyorlar ki: "Muaviye, Ali'nin vefatından sonra Abdullah ve dostlarının üzüldüklerini, Hz. Ali'ye karşı muhabbet beslediklerini, onu övdüklerini ve faziletlerinden bahsettiklerini haber aldı. Bu yüzden onları tutuklatıp el ve ayaklarını bağlayarak başlarını vurdu. Bir rahibi çekildiği inziva köşesinden çıkarıp hiçbir suçu ve günahı yokken öldürmek, bir papazı kiliseden çıkarıp öldürmekten daha korkunç bir cinayettir. Zira papaz faaliyet ve çaba göstermeye, yeryüzü ile gökyüzü arasında inzivaya çekilerek yaşamakta olan rahipten daha yakındır. Dolayısıyla İmam Hasan'ın (a.s) bu abid, zahit ve aydın kişileri diğer insanlardan -ki onlar da bu sıfatlara sahip idiler- daha önce zikretmesinde, öne geçirmesinde, onlar için bir öncelik tanımasında şaşılacak bir şey yoktur..."[287] Abdullah b. Yahya ile Hucr b. Adiyy cinayetleri birçok yönden birbirine benzerlik arz eden olaylardır. Her ikisi de evvela savunmasız bir şekilde öldürüldüler; ikincisi her ikisiyle birlikte diğer arkadaşları da şehit edildi; üçüncüsü her ikisinin suç unsuru olarak tutuklanma sebepleri, şüphesiz onların sahip oldukları üstünlüklerin önemlisi idi.

Back Index Next