Back Index Next

Kays'ındır." Gördüğünüz gibi İmam Hasan bu fermanında Übeydullah'tan çok diğerlerinden bahsetmiştir, onları daha çok nazar-i dikkate almıştır. Hem onları methetmiş, hem cesaret ve yiğitliklerini övmüş, hem de onların babası Emir'ül- Müminin Ali'yle beraberliklerinden söz etmiştir. İmam'ın bütün bunlardan maksadı maneviyatı yükseltmek, insanların heyecanlarını alevlendirmek ve onların duygularını etkilemekti. Dolayısıyla kumandanlarına, onlara karşı yumuşak davranmasını, güler yüzlü ve ılımlı olmasını, onları kendisinden ayırmamasını emrediyor. Bütün bu direktiflerin sebebi komutanla askerler arasında karşılıklı güven duygusu yaratmaktı. Bu güven duygusu, günümüzdeki askerî metotlardan yoksun olan savaşlarda kara günlerin ümidi olan bir ordu yetiştirmek için en önemli etkendir. İmam Hasan'ın, tayin ettiği kumandanına aynı anlama gelen dört cümleyi peş peşe zikrettiğini görmekteyiz. Acaba bu tekrarlanan eş anlamlı cümlelerden İmam'ın, -yeni kumandan- Übeydullah'ın sahip olduğu karakteri bir ölçüde etkisiz hâle getirmek istediği anlaşılmıyor mu? Çünkü orduda Übeydullah'ın yanı başında seçkin, belirgin, parlak geçmişleri ve büyük hatıraları olan birçok kişi vardı ve bunlar -makam, mevki, cihat geçmişi, takva ve yaş[70] bakımından kendilerinden üstünlüğü olmayanbu genç Haşimî kumandanın sertlik ve bencilliğini, yersiz emir ve yasaklarını hazmedebilecek, bunları görmezlikten gelebilecek kimseler değillerdi. İmam Hasan'ın; "Bu ikisiyle müşavere et." Şeklindeki buyruğu, İmam'ın, amcası oğlunda gözlemlediği ve onun başarısına bir engel olabileceğinden endişelendiği kaba ve sert mizacını ıslâh etmek istediğini gösteren başka bir kanıttır. Bilinmesi gerekir ki, Übeydullah'ın bu sert ve kaba mizacı, -şayet doğruysa- bir kumandanda olması gereken çok sayıdaki diğer özelliklere sahip olduğu için kumandalığın kendisine verilmesine bir engel teşkil etmez. Ayrıca "sertlik ve kabalık"la "askerî hayat" arasında yakın ve sağlam bir ilişki vardır. Şimdi şu soruyla karşılaşmaktayız: Acaba İmam Hasan öncü birliğin komutasını askerî liyakati herkesçe bilinen, emin ve Resulullah'ın Ehlibeyti'ne bağlı Kays b.

Sa'd b. Übade gibi bir kişi dururken, neden Übeydullah'a verdi?

Bu soruya şu sevaplar verilebilir:

1- İmam Hasan Übeydullah'a verdiği emirde Kays b. a'd ve Said b. Kays'la müşavere etmenin gereğini vurgulamış, böylece komutanlığı -ki tekel olması maslahata

aykırı olduğu varsayılırsa, İmam Hasan'a itiraz etmek yerinde olurdu- Übeydullah'ın tekelinden çıkarmış ve her biri ordunun en liyakatli kişisi olan üçlü bir şura hâline getirmiş oldu. Eğer komutanlığa yalnız Kays seçilip diğer iki kişiden ve diğer komutanlardan öne geçirilecek olsaydı, ordudaki diğer liyakatli kişilerin kıskanmasına neden olabilirdi. Çünkü bu orduda Ebu Eyyub el-Ensarî, Hucr b.

Adiyy, Adiyy b. Hatem ve ismi yukarıda geçen bunlar gibi savaşçılıkları, komutanlıkları, ihlâs ve fedakârlıkları ve parlak geçmişleri dillere destan olan seçkin kişiler de vardı. İşte bu nedenle İmam Hasan'ın -Resulullah'ın da amcası oğlu olan- amcası oğlunu öne geçirerek görünüşte ve ismen ordunun kumandanlığını ona bırakıp, Kays ve Said'in görüşlerinden yararlanmayı ona tavsiye etmesi, her türlü

ihtilâf ve kıskançlığı engelleyecek akıllıca bir hareketti.

2- O dönemin genel durumunu göz önünde bulunduracak olursak, bunun yerinde bir tedbir olduğunu söyleyebiliriz. Evet İmam Hasan'ın ordusunun komutanlarının sadece Haşimoğulları'ndan seçilmiş olması o koşullarda isabetli bir davranıştı. Şöyle ki: Kûfe halkının, İmam Hasan'ın hilâfete geçmesinin ilk başlarında sergiledikleri gevşeklik ve itaatsizlik bu işin sonucu hakkında karamsar düşünmeye neden oluyordu. Bu yüzden İmam Hasan, gelecekte insanların kınaması ve eleştirileri karşısında kendisinin bir kusurunun olmadığını ispatlayabilmek için gerekli gördüğü her çareye baş vurması kaçınılmazdı. Halkın, meselenin çeşitli boyutlarını göz önünde bulundurmadan olası bir yenilgiden dolayı İmam Hasan'ı itiraz ve eleştiri bombardımanına tutması için en küçük zaaf noktası ve en ehemmiyetsiz bir bahane bulması yeterdi. İmam Hasan'ın Meskin'de yenilgiye uğraması durumunda birilerinin; "Eğer ordunun kumandanı Haşim oğulları’ndan olsaydı, zorluklar karşısında diğerlerinden daha fazla direnç ve sabır gösterir ve iş buraya varmazdı." demesi muhtemeldi. Bu durumda, muhtemel sonuçları önceden önlemek için hazırlık yapması -yani Haşim oğulları’ndan birini komutan seçmesi- çok ince ve yerinde bir tedbirdi.

3- Şüphesiz Übeydullah b. Abbas'tan başka hiç kimse -ne Kays, ne Sa'd ve ne de diğerleri- Muaviye'ye karşı o kadar öfkeli ve uzlaşmaya yanaşmaz bir ruha sahip değildi.

O, iki oğlu, Muaviye'nin Yemen üzerine gönderdiği ordunun komutanı Busr b. Ertad tarafından feci bir şekilde katledilen (bu konu tarihin en meşhur kıssalarından biridir) bir babaydı. Dolayısıyla, bu öfkeli ve bağrı yanık kumandanın, evlâtlarının katiliyle savaşmaya giden bir ordunun başına geçirilmesi gerçekten çok yerinde bir seçimdi.

4- Übeydullah'ın emrine verilen öncü birlikteki savaşçıların büyük bir kesimini, Emir'ül-Müminin Ali'nin (a.s) Şamlılarla savaşmak için hazırladığı ve savaş başlamadan

önce şehit düştüğü büyük ordudan geriye kalanlar teşkil etmekteydiler. Bu ordudaki Kays b. Sa'd Ali'nin döneminde o büyük ordunun en büyük kumandanıydı.[71]

İnsanın böyle bir geçmişe sahip olmasının, komutanla askerler arasında kişisel ilişki oluşturmak konusunda ne kadar etkili olduğu açıktır. Böyle bir komutan istediğinde kendinin fikir ve irade özgürlüğünden yararlanarak komuta merkezinden gelecek olan emirleri beklemeyebilir. Bu ise, o ortamda en önemli mesele olarak dikkate alınması ve ihtiyatla yaklaşılması gereken bir konuydu. Kays'a büyük saygımız olmasına rağmen, onun, kendi başına buyruk olmasına neden olan ruhen etkilenmeye müsait oluşunu görmezlikten gelemeyiz. Kays'ın Meskin komutanı olunca, ordusunun safları arasında durarak halkı, sulh konusunda İmam Hasan'a tâbi olmak veya İmam Hasan olmaksızın Muaviye'yle savaşmak arasında tercih yapmaya çağırdığını unutmadınız herhâlde!! Dolayısıyla, savaş kumandanlığının böyle birisine bırakılmaması, fakat savaş konusunda onun bilgi ve tecrübesinden yararlanmak için askerî danışman olarak seçilmesi de iyi bir tedbir örneğidir.

İmam Hasan aynen öyle yaptı. Yazar: Kays'ın komutan yardımcısı -yani Übeydullah'ın öldürülmesi durumunda ikinci komutan- olarak seçilişi mezkûr siyasetle çelişmemektedir. Çünkü birinci komutanın öldürülmesinden sonra ikinci komutanın iradesi, önceki komutanın savaşın durum ve şartlarını değerlendirmesine bağlıdır ve bu karar ve girişimleri değiştirmek o kadar kolay bir iş değildir. Hatta o zamana kadar işler doğrudan doğruya İmam'ın -yani başkomutanın- kendi iradesi ve kontrolüne geçmiş olması da mümkündür. Daha önce de değindiğimiz gibi, İmam da yakında öncü birliğe yetişeceğini bildirmişti. Bu durumda onun ikinci komutan olarak seçilmesinin

bir sakıncası yoktur.

ORDUNUN SAYISI

İslâm'ın birinci asrının ortalarında Kûfe ordusunun resmî sayısı kırk bin kişiydi.[72] Her yıl bunlardan on bini cihada gitmekteydi. (Bu rakam güvenilir kaynaklarda kaydedilmiştir.) Daha önce de belirttiğimiz gibi, Emir'ül-Müminin Ali'nin (a.s) Şam'a saldırı için hazırladığı ordunun sayısı -iki farklı rivayete göre- kırk veya elli bin kişiyi buluyordu; fakat Hz. Ali (a.s) bu savaş başlamadan önce şehit oldu. Bu ordunun bir bölümünü, Kûfe ordusunun yıllık maaş alan resmî askerlerinin oluşturduğu sanılmaktadır. Ondan sonra cihada davet edilirken bu iki ordunun (Kûfe'nin resmî ordusu ve Hz. Ali'nin (a.s) Şam'a saldırı için hazırladığı ordunun) İmam Hasan'ın bu çağrısına nasıl bir cevap verdiği hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Şu kadarını biliyoruz ki, İmam Hasan'ın Muaviye'ye karşı Meskin'e gönderdiği öncü ordunun sayısı, birçok tarihî kaynaklara göre 12 bin kişiyi bulmaktaydı. Bunların da Hz. Ali'nin (a.s) Muaviye'yle savaşmak için hazırladığı ordunun geri kalanları olduğu sanılmaktadır. Bu grup İmam Hasan'ın davetini kabul etti; diğerleri ise itaat etmediler. Yine diğer tarihî kaynaklardan, Kûfe'nin cihada karşı  gevşek davranmasına rağmen, sonradan hamaset duygusunun kabardığı ve savaş meydanına dört bin kişi daha gönderdiği anlaşılmaktadır.[73] Buraya kadar, inkâr edilmez tarihî metinlere dayanarak İmam Hasan'ın (a.s) ordusunun 16 bin kişiye ulaştığını söyleyebiliriz. Tarih kaynaklarında, tümü tartışılabilecek açık bir şekilde veya işaretle zikredilmek suretiyle başka rakamlar da veriliyor. Burada bu tarihî metinleri aynen aktaracak ve sonra da dakik bir şekilde bunları inceleyeceğiz:

1- Muhammed Bâkır Meclisî:

"...Daha sonra İmam Hasan, emrinde kırk bin  kişilik bir ordu bulunan bir komutanı Muaviye'nin üzerine gönderdi. Kinde kabilesinden olan bu komutana, Enbar şehrinde[74] konuşlanmasını ve merkezden bir emir almadıkça hiçbir şeye girişmemesini emretti. Bu komutan Enbar şehrine ulaşınca, Muaviye bundan haberdar olup ona elçiler gönderdi ve ona; 'Eğer benimle olursan, seni Şam ve Cezire (Irak) bölgelerinden birkaç eyaletin valisi yaparım...' dedi. Ona beş yüz bin dirhem para da

gönderdi. Kindeli komutan bu paraları alarak İmam Hasan'ın plânlarını alt-üst etti, dost ve akrabalarından iki yüz kişiyle birlikte Muaviye'nin ordusuna katıldı. Bu haber İmam Hasan'a ulaşınca bir hutbe okuyarak şöyle dedi: "Bu Kindeli adam Muaviye'ye giderek bana ve size ihanet etti; defalarca sizin vefasız olduğunuzu ve sizin dünya kulları olduğunuzu söylemişimdir. Şimdi onun yerine başkasını gönderiyorum ve onun da bana ve size karşı böyle davranacağını, ben ve sizin hakkınızda Allah'ı göz önünde bulundurmayacağını biliyorum..." "Sonra Murad kabilesinden bir adamı dört bin kişilik bir orduyla gönderdi ve oradakilerin karşısında ona tavsiyelerde bulundu ve onun da Kindeli adam gibi ihanet edeceğini vurguladı. Murad kabilesinden olan bu komutan, karşısında dağın bile sarsılacağı tekitli yeminlerle böyle yapmayacağını vurguladıysa da, İmam Hasan, onun yakında ihanet edeceğini bildirdi. Murad kabilesinden olan bu komutan Enbar şehrine ulaşınca, yine Muaviye elçiler göndererek önceki gibi mektuplar yazdı ve ona beş bin dirhem (beş yüz bin dirhem olsa gerek) göndererek Şam ve Cezire eyaletlerine hâkim olma

arzusunu onun da kalbine düşürdü... Bu komutan da dayanamadı... İşleri alt-üst ederek yaptığı o kadar ahit ve yeminleri unutup Muaviye'nin ordusunun yolunu tuttu..."[75] Bu olayı anlattıktan sonra İmam Hasan'ın Nuhayle'de konuşlandığını ve sonra da oradan hareket ettiğini beyan ediyor.

2- İbn-i Ebi'l-Hadid:

"İnsanlar dışarı çıkarak karargâh oluşturdular ve harekete hazırlandılar. Hasan b. Ali karargâha geldi ve Muğiyre b. Nevfel (b. Hars b. Abdulmuttalib)'i Kûfe'de kendi yerine bıraktı ve ona halkı savaşa teşvik edip karargâha göndermesini emretti.

Muğiyre de halkı teşvik ederek karargâha gönderiyordu. Nihayet ordu savaş düzenine girdi. Sonra Hasan b. Ali büyük bir orduyla tam teçhizatlı olarak hareket etti. Deyr-i Abdurrahman'a ulaşınca halkın toplanması için üç gün bekledi. Sonra Übeydullah b. Abbas'ı çağırarak ona dedi ki: Ey amcamın oğlu! Şimdi Arap atlılarından ve takvalı kişilerden on iki bin kişiyi seninle birlikte gönderiyorum..."[76]

3- Zührî'den İbn-i Cerir et-Taberî'nin Tarihi'nde belirtildiğine göre şöyle rivayet ediliyor:

"Muaviye, Übeydullah b. Abbas ve Hasan'ın (a.s) işinden kurtulunca, tüm çabasını bir kişiyi aldatmaya harcadı; ona göre onu aldatmak diğerlerini aldatmaktan daha önemliydi. Bu komutanın beraberinde kırk bin kişi vardı. Muaviye, Amr ve Şam halkı bu komutanın karşısında mevzi almışlardı."[77]

 4- Barış imzaladığı için İmam Hasan'ı kınayan Müseyyib  b. Neciyye'nin sözleri (tarihçilerden bir grubunun rivayetine göre). İbn-i Ebi'l-Hadid'in Şerh-u Nehc'il-Belâğa'sında naklettiğine uygun olarak Medainî'de şöyle yer alıyor:[78]

"...Müseyyib b. Neciyye, İmam Hasan'a (a.s) dedi ki: Her zaman sana şaşırıyorum! Kırk bin kişilik bir ordun olduğu hâlde Muaviye'yle barış yaptın! (Veya biat ettin -rivayetteki ihtilâfa göre-.)"

5- İbn-i Esir:

"Hz. Ali'nin Şam halkı hakkında vermiş olduğu haberler gerçekleşince, Ali'nin ordusundan kırk bin  kişi ölüm üzerine ona biat ettiler ve Ali savaş içinharekete hazırlandığı sırada öldürüldü; çünkü Allah bir işi dilediğinde ondan kaçmak imkânsızdır. Ali'nin öldürülmesinden sonra halk onun oğlu Hasan'a biat edince, Hasan, Muaviye ve Şam halkının Irak'a doğru hareket ettiğini öğrendi. Bunun üzerine Ali'ye biat eden orduyu seferber etmeye girişti ve Meskin'de konuşlanan Muaviye'yle karşılaşmak için Kûfe'den hareket etti. Medain'e ulaşınca Kays b.

Sa'd b. Übade el-Ensarî'yi 12 bin kişiden oluşan öncü birliğin komutasına geçirdi ve bir rivayete göre de komutayı Abdullah'a verdi[79] ve o da öncü birliğin baş kumandanlığına Kays'ı seçti..."[80]

Yazar: Bu olayın aynısını İbn-i Kesir de nakletmiştir. Anlaşılan bunu aynen olduğu gibi Kâmil'ut-Tevarih kitabından almıştır.

6- Medainî'nin rivayetine göre İmam Hasan (a.s) kendisine; "Acaba bu işte insaflı davrandın mı?" diye soran bir adama şu cevabı vermiştir: "Evet! Ancak ben kıyamet günü kana bulanmış yetmiş veya seksen bin insanın Allah Tealâ'nın huzurunda neden kanları döküldü diye şikâyette bulunmalarından korktum..."[81]

7- İbn-i Kuteybe ed-Dineverî: "Diyorlar ki: İmam Hasan (a.s) Muaviye'ye biat ettikten sonra Muaviye Şam'a dönünce, Irak halkının ileri gelenlerinden olan ve barış imzalanırken Kûfe'de olmayan Süleyman b. Surad,  Hasan b. Ali'nin yanına gitti.

İmam Hasan'ın huzuruna girince, 'Selâm olsun sana ey müminleri zelil eden!' dedi. Hasan onun selâmını aldıktan sonra, 'Şimdi otur; Allah babanı affetsin.'[82] dedi. Süleyman oturduktan sonra İmam'a şöyle dedi: "Emrinde, Basralı ve Hicazlı Şiîlerin dışında senden maaş alan Irak halkından yüz bin silâhlı ve bir bu kadar da onların evlâtları ve köleleri bulunmasına rağmen Muaviye'ye biat ettiğine inanamıyoruz!"[83]

Yazar: İmam Hasan'la (a.s) Süleyman b. Surad'ın aralarındaki konuşmaları Seyyid Murtaza Tenzih'ul-Enbiya kitabında ve İbn-i Şehraşub el-Menakıb kitabında ve Allâme Meclisî Bihar'ul-Envar kitabında nakletmişlerdir. Bu rivayetlerden hiçbirisinde, Süleyman b. Surad'ın sözlerindeki ordunun sayısı kırk bin kişiden fazla kaydedilmemiştir. Buna binaen, İbn-i Kuteybe, hem ordunun sayısını yüz bin olarak belirtmesi ve hem "barış" yerine "biat" ifadesini kullanması bakımından diğer tarihçilere ters düşmüştür.

8- Hasan b. Ali'nin Fars'taki memuru olan Ziyad b. Ebih Muaviye'nin tehditlerine cevap verirken şunları söylüyor: "Ciğer yiyen kadının oğlu, nifak ocağı ve Ahzab'ın

(Hendek Savaşı) artığı mektup yazarak beni tehdit ediyor. Oysa benimle onun arasında emirlerinde, şehit oluncaya kadar cihadı bırakmayacak, can-ı gönülden emre amade eli kılıçlı doksan bin (ve bir rivayete göre de yetmiş bin) er bulunan Resulullah'ın evlâtları var. Vallahi eğer Muaviye bana ulaşacak olursa, beni çok sert ve saldırgan bulacaktır."[84]

ARAŞTIRMA VE ANALİZ

Görüldüğü gibi, İmam Hasan'ın ordusunun sayısı konusunda varsayılan tarihî metinler farklıdır ve bu konuda söylenilen en büyük rakam sırasıyla 40 binden 80 bin ve 100 bine kadar değişmektedir. Ancak gerçekte her üç rakam, hatta en küçük rakam bile şüpheli ve tartışma konusudur. Şöyle ki:

1- Ziyad b. Ebih'le (Yakubî'nin rivayetiyle) Süleyman b.Surad'ın (İbn-i Kuteybe ed-Dineverî'nin diğer tarihçilere ters düşerek aktardıkları rivayete göre) sözlerindeki en büyük rakam (yüz bin ve yüz bini aşkın veya 90 bin) şeklindedir; o da birkaç açıdan şüphe uyandırmaktadır. Bunların en önemlisi, her ikisinin (Süleyman ve Ziyad'ın) Hasan b. Ali'nin hilâfeti döneminde Kûfe'de olmayışları, İmam Hasan'a biat olayı ve cihad konusunda orada bulunmayışları, her ikisinin de iki yıl boyunca o bölgeden ve bölge halkından uzakta oluşlarıdır.[85] Öyleyse Kûfe'de olmayan, oranın durumunu yakından görmeyen, halkın gruplaşmalarının zaaf ve kuvvetinden haberdar olmayan ve biat ettikleri İmamlarına karşı gevşekliklerini tanımayan birisinin değerlendirmesinin ne kadar önemi olabilir ki?! İmam Hasan'ın ordusunun sayısı hakkında böyle bir rakam veren Ziyad ve Süleyman, Kûfe'nin o günkü durumunu onun geçmişiyle mukayese etmiş ve hicrî 37 ile 38 yıllarında -yani kendilerinin Kûfe'de ve aynı safta bulundukları dönemde- Emir'ül-Müminin Ali'nin (a.s) emrinde bulunan ordunun tümünün şimdi de oğlu İmam Hasan'ın emrinde olduğunu sanmışlardır. Ayrıca, duygusal bir bunalım geçirdikleri için bu şekilde konuşan bu iki adamın psikolojik durumları bu şekilde abartılı konuşmalarını gerektiriyordu. Hem barışı eleştiren ve hislerinin etkisi altında kalan Süleyman'ın, hem de Muaviye'yi tehdit edip onun vaat ve tehditlerine cevap yetiştirmeye çalışan Ziyad'ın bu tarz bir abartıya yeltenmiş olması pek uzak bir ihtimal değildir. Öte yandan, her iki açıklamada da, ordunun sayısı konusunda güvenilebilecek ve tutarlı bir açıklama yer almıyor. Süleyman'ın Müseyyib b. Neciyye'nin dostu olduğunu ve

bu ikisi arasında dostluk ilişkisinden çok daha sağlam bir ilişkinin bulunduğunu biliyoruz.

Mezkur tarihî metinlerin birinde (4. sıradaki metin) Müseyyib b. Neciyye'nin sulhtan dolayı İmam Hasan'ı; "Sen emrinde kırk bin kişilik bir ordu olmasına rağmen..." kınadığını gördük ve kesinlikle iki yakın arkadaş arasında Resulullah'ın Ehlibeyti'yle ilgili bir konuda böyle bir ihtilâfın olması da makul değildir. Bu durumda, İbn-i Surad'ın sözlerinin tutarsızlığının tek nedeni, ravisinin, İmam Hasan'ın olayıyla ilgili olarak kendisinden başka hiç kimsenin rivayet etmediği birkaç şüpheli olayı rivayet eden İbn-i Kuteybe ed-Dineverî olmasıdır. Takdire bakın ki, bu iki samimî arkadaş, barış konusunda önderleri İmam Hasan'ı kınamalarının amelî cevabını ölmeden önce gördüler: Hicrî 65 yılında Kûfe halkından 18 bin kişi İmam Hüseyin'in intikamını almak için bu ikisine biat etti ve Ayn'ul-Verde bölgesinde zora düştüklerinde beraberlerinde ancak 3100 kişi vardı. İşte burada insanların yüz çevirmesi ve onlara eşlik etmemesi onlara İmam Hasan'ın durumunu hatırlatıyordu. Ve bir süre sonra Tevvabin hareketinin önderleri olan

Süleyman ve Müseyyib, beraberlerindekilerin büyük bir kısmıyla birlikte Ayn'ul-Verde'de şehit düştüler.

2- 80 veya 70 bin sayısı, İmam Hasan'ın; "Acaba sen bu işte insaflı davrandın mı?" şeklindeki soruya verdiği cevapta geçen rakamdır. Gerçekte bu söz 20 binden fazlasına delâlet etmez. Çünkü İmam, "kıyamet günü kana boyanmış olarak Allah'ın huzuruna çıkacak" olanların sayısını kesin rakam belirtmeksizin 70 veya 80 bin kişi olarak zikretmiştir. Burada o hazretin bu sayıdan maksadının sadece kendi ordusu olmadığı, bilakis her iki taraftaki asker sayısını göz önünde bulundurduğu açıktır. Bu savaşta Şamlıların sayısının 60 bin kişi olduğunu bildiğimiz için geri kalanının, yani 20 bin kişinin İmam'ın ordusundaki asker sayısı olduğu sonucuna varıyoruz. İmam'ın rakam belirtirken "70 veya 80 bin kişi" şeklinde kesin bir rakam belirtmeden konuşması, maksadının sadece kendi ordusu değil, her iki ordu olduğunu gösteren bir kanıttır. Çünkü eğer maksadı sadece Kûfe ordusu olsaydı, ordunun sayısını belirtmekte tereddüt etmesi anlamsız olurdu. İmam'ın Kûfe ordusunun sayısını bilmediği düşünülemez.

Back Index Next