Back Index Next

Gençlerini öldürdü, kadınlarını cariye olarak esir aldı, onları çobansız bir sürü gibi dört bir yana dağıttı, evlerini yaktı, mallarını yağmaladı. Kısacası elinden gelen hiçbir zulüm ve sitemi onlardan esirgemedi. Muaviye'nin işlediği son suç, hayâ ve haysiyetten yoksun oğlunu Müslümanların sırtına bindirmesi, insanların din ve dünyasıyla oynamakta onu serbest bırakmasıdır. Onun bu alçak ve uğursuz oğlu, Aşura vakıasıyla birlikte Hirre katliamı ve Kâbe'nin taş yağmuruna tutulması gibi cinayetleri de işlemiştir! Muaviye'nin bu taktiği, iktidardayken işlediği diğer suçlarla tamamen bağdaşmakta ve onların tamamlayıcı ve devamı niteliğindeki bir cinayetti. Onun o başlangıçtaki suçları ile bu son suçu arasındaki diğer suçları, cinayetleri ve çirkin hayasızlıkları o kadar fazla ve yoğundu ki, bu birkaç yıllık iktidar döneminde bunca kötülüğü nasıl işledi ve toplum buna nasıl tahammül etti; hayret vericidir. Eğer bu işkenceler dünya durdukça, dünyadaki bütün varlıklar arasında bölüştürülseydi yine de takat kesici olur ve dünyayı bir cehenneme dönüştürürdü. Her hâlükârda, önemli olan sonraki olayların İmam Hasan'ın hareket metodunu izah edici ve açıklığa kavuşturucu nitelikte olmasıdır. İmam Hasan'ın (a.s) önemli hedefi, misyonu dönemin bu tağutlarının yüzündeki maskeyi düşürmek ve dedesi Resulullah'ın risaleti hakkında gördükleri (risaletin etkisiz hâle gelmesi yönündeki niyetlerinin) rüyanın gerçekleşmesini önlemekti... İşte İmam bu amacına ulaştı ve hırsızların yüzündeki maske düştü, Ümeyyeoğulları'nın ipliği pazara çıktı, rezillikleri her tarafa yayıldı. Bu nimetinden dolayı Allah'a şükürler olsun. İşte bu tedbirin bereketiyle kardeşi Seyyid'üş-Şüheda Hüseyin, hakikatleri aydınlatan ve akıl sahiplerine ibret olan o büyük inkılâbı gerçekleştirebildi.

Bu iki kardeş -Allah'ın selâmı onların üzerine olsun- bir risaletin iki yüzüydüler, her birinin vazife ve işi, kendi yerinde, kendine has özel durum ve şartlar da önem bakımından ve yine fedakârlık ve kendini feda etme açısından eşit ve eş değerdedir. İmam Hasan kendi canını feda etmekten çekinmiyordu ve İmam Hüseyin Allah yolunda ondan daha fedakâr değildi. O canını sessiz ve suskun bir cihad için bekletti. Vakti gelince de Kerbelâ şahadeti, Hüseyin'in olmadan önce Hasan'ındı. Görüş sahibi kişiler açısından, İmam Hasan'ın suskunluk günü İmam Hüseyin'in Aşura gününden çok daha karışık bir fedakârlık anlamı taşımaktadır... Çünkü o gün İmam Hasan fedakârlık sahnesinde, mağlup düşerek yerinde oturmuş bir kişinin mazlumane görüntüsü altında güçlü ve dirençli bir kahramanın rolünü ifa etti. İşte bu nedenle Aşura şahadeti birinci derecede Hasan'a ve sonra Hüseyin'e aitti, Hasan onun temelini atmış ve onun için zemin hazırlamıştı. İmam Hasan'ın kesin zaferi, bilgisi, sabrı ve direnciyle gerçekleri apaçık ortaya çıkarmasına bağlıydı. İşte bu aydınlatma sayesinde İmam Hüseyin o yüce ve ebedî zafere ulaşabildi. Sanki o tertemiz iki cevher bu yolun iki kahramanıydılar. Sabır ve direnme rolü Hasan'ın, kahramanca kıyam etme rolü de Hüseyin'indi. Tek hedef ve gayeye ulaşmak uğruna mükemmel bir stratejinin ortaya çıkması için bu iki rolün varlığı kaçınılmazdı. Bu iki olaydan, (Sabat ve Aşura olayından) sonra insanlar gelişmelere bakınca, Emevîler grubunda çirkin ve uğursuz cahiliye asabiyetini, ırkçılığını gördüler.

Dünyanın bütün çirkinlikleri ve bütün zalim ırkçılıkları bir araya gelselerdi İslâm'a ve Müslamanlara tehlike oluşturma açısından bundan daha az zararlı olurlardı. İnsanlar, Emevîlerin, İslâm ümmetine dişlerini gösteren vampirler, pençelerini gösteren kurtlar ve akrepler gibi hain davranışlarıyla Peygamber'in (s.a.a) minberine çıktıklarını gördüler. Babadan oğla miras kalan İslâm anlayışı, içlerindeki kötülüğü bir zerre kadar dahi azaltmadığını, Hz.

Muhammed'in ahlâki faziletlerinin, yüreklerindeki alçaklık ve çirkinliği bir zerre kadar bile temizlemediğini, tiksindirici çehreleriyle ümmete musallat olduklarını gördüler. Aşura günü vahşi bir cellât gibi, İmam Hüseyin'i (a.s) öldürmekle yetinmeyip onun bedenini atların nalları altında çiğneten, bununla da yetinmeyip onun bedenini yakıcı bir çölde, yırtıcı hayvanlara ve vahşi kuşlara terk edip, yarenlerinin ve ehlibeytinin başlarını mızraklara takıp Şam'a kadar götüren... ve yine bununla da kalmayıp vahiy ailesini, yani Resulullah'ın (s.a.a) kızlarını esirler gibi şehir şehir gezdiren şey, Uhud günü Hz.

Hamza'nın ciğerlerini yeme kininin  aynısıdır!!! (Muaviye'nin annesi Hind, Uhut'ta şehit düşen Hz. Hamza'nın ciğerini çıkarıp yemişti.) İnsanlar İmam Hasan'ın barış yaptığını gördüler... Fakat bu barış onu, o uğursuz ve alçak zatın vahşice işlenen zararlarından kurtaramadı ve sonunda Muaviye düşman ve rezil karakterinin gereği olarak onu zehirledi. O dönemde ümmetin özgürlükçü ruhunu uyandırmak ve harekete geçirmek için zeminin hazır olduğunu gören İmam Hüseyin  kıyam etti; fakat onun kıyamı da Emevî vahşiliğini önleyemedi ve bu vahşilik en uzak sınırlara kadar ulaştı. Bu yakıcı ateşin ışığında kamuoyunun tarihin gizli acılarını ve sırlarını açıp şuradan ve buradan sorup soruşturarak, gerçeği arayarak ve tam bir uyanıklıkla Resulullah'ın Ehlibeyti'nden sapmanın nedenlerini bulup gönül gözüyle görmesi, zekâ kulağıyla onun sadr-ı İslâm'daki fısıldayışını duyması ve bu zalim Emevî şeytanının Resulullah'ın Ehlibeyti'nin nurunu söndürmek veya İslâm ümmetinin gözünden saklamak için gizli ve açık faaliyetini tanıması doğal bir durumdur. Evet, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in bereketiyle ve bu iki kardeşin bilgece tedbiriyle, Emevî düzeni ve taraftarlarının bütün gizli ve saklı yönleri kamuoyunun gözleri önüne serilmiş oldu. İnsanlar Emevî örgütüyle İslâm arasındaki ilişkinin uzlaşmasız bir düşmanlık olduğunu anladılar. Çünkü eğer Muaviye'nin tek gayesi İslâm'a düşmanlık etmek değil, iktidara gelmek olsaydı, bu durumda Hasan b. Ali'nin kenara çekilmesiyle hedefine ulaşmış olurdu; öyleyse İmam Hasan'ı zehirlemesinin gerekçesi neydi? Ona, dostlarına ve özgür insanlara çeşitli zulümleri reva görmesinin ve onların kökünü kazımaya kalkışmasının sebebi ne olabilirdi?...

Ve eğer Ümeyyeoğulları'nın tek hedefi güç ve saltanat olsaydı, bu hedefin önündeki en büyük engel olan Hüseyin'in bedeni Aşura günü ortadan kaldırılarak Yezid'in arzusuna kavuşması sağlanmış olmasına rağmen neden zulüm ve cinayetler ondan sonra da sürdü, durmak nedir bilmedi? Ondan sonra da savunmasız halka karşı acımasız, tarihin tanık olduğu en vahşi cinayetler neden işlendi? Bunca katliamın sebebi neydi? Bu muhakemenin mantıklı sonuçlarını ve açıklamasını tarihin değerli hazinelerine aşina olanlara, aydınlık ve bilim kaynaklarından haberdar olanlara... bırakıyoruz. Biz de kendi payımızca, "el-Mecalis'ul-Fahire fî Ma'tem'il-İtret'it-Tahire" adlı kitabımızın ön sözünde o sonuçları bütün delil ve şahitleriyle birlikte kaydettik. İsteyenler bu eserimize başvurabilirler. Burada ise İmam Hasan'ın barışı ve İmam Hüseyin'in kıyamı arasındaki uyum ve tutarlılığı ve bu iki olayın, Ümeyyeoğulları'nın çirkin ve iğrenç yüzlerindeki maskeyi düşürmek doğrultusundaki paralelliklerini bir kez daha vurgulamakla yetiniyoruz. Daha önce demiştik... bir kez daha diyoruz: Aşura şahadeti birinci derecede İmam Hasan'a, ikinci derecede ise İmam Hüseyin'e aittir... Derin kavrayış sahibi insaflı kimseler nazarında Aşura gününe göre (Sabat günü) fedakârlık kavramıyla daha yakın ilişkilidir. Bu gerçeği keşfetme ayrıcalığı, efendimiz, önderimiz, ümmetin lideri, Ehlibeyt sırlarını bilen, din temsilcisi ve Müslümanların kılavuzu, Üstad Şeyh Râzî Âl-i Yâsîn'e aittir. Allah makamını, derecesini yüce kılsın. Çünkü ileri gelen din adamlarından hiçbiri, bu önemli mevzu hakkında, onun bu eşsiz ve nefis kitabı hazırlarken çektiği zahmeti çekmemiştir. Şimdi İslâm ümmetinin ihtiyaç duyduğu bu değerli eseri, İslâm kütüphanesindeki boş yerini doldurmaktadır. Allah Tealâ, bu ümmet ve imamları ile ilgili olarak çözdüğü düğümler, açığa çıkardığı gizlilikler ve ortaya koyduğu gerçeklerden dolayı onu en güzel mükâfatlarla mükâfatlandırsın ve kendi nezdinde en yüce makamlara çıkarsın... (O'nun nimetiyle nimetlenen peygamberler, sıddıklar, şehitler ve O'nun liyakatli kullarıyla birlikte... Ne güzel arkadaştır onlar!)

Sûr (Cebel Amil)

15 Recep 1372 Hicrî

Abdulhüseyin Şerefuddin el-Musavî el-Amilî

G İ R İ Ş

Değerli okuyucularımızın elindeki bu kitap konuları şüphe kabul etmeyen, duygusallık, taassup ve tarafgirlikten uzak... tarihî   gerçeklere dayalı konulardan oluşmaktadır. Bu kitabın konusu, bizden önceki tarihçilerin gereği gibi sergileyemediği, son kuşak yazarların ise gerekli titizliği gösteremediği İslâm tarihinin karanlıkta bırakılmış ve haksızlığa uğramış kilometre taşlarından biriyle ilgilidir. Geçmiştekilerin kişisel hedefleri, son kuşak tarihçilerinse gevşeklik ve ihmalkârlığı sonucu aydınlık çehresi belirsiz hâle gelmiş ve tarihin -genellikle kasıtlı olarak- unutulmaya terk edilmiş veya çarpıtılmış diğer dönemlerinin kaderine uğrayan İmam Hasan b. Ali'nin hilâfet dönemidir.

Tarihî gerçekleri çarpıtanlar, İmam Hasan b. Ali'nin (a.s) parlak simasını, yüzeysel düşünen insanların ve -doğulu veya batılı- araştırmaksızın hüküm verenlerin gözünde yetersiz bir kişilik, kadın düşkünü, hilâfeti dünya malına satan bir halife olarak göstermişler; son derece çirkin, haksız, mantıksız ve gerçekten uzak nitelikleri ona yakıştırmışlar. Kitabın bölümleri, -gerek subjektif ve gerek stratejik konumu itibariyle- İslâm Peygamberi'nin irtihalinden günümüze kadar en önemli dönemler arasında olan bu kısa dönemi, önemli tarihî olaylardan biri gözüyle incelemek amacıyla hazırlanmıştır. En önemli dönemlerden biri dememizin sebebi, bu dönemdeki hilâfetin, diğer halifelerin dönemlerine göre eşsiz ve örnek bir mahiyette olmasıdır. Ve yine bu dönemde, manevî ve ruhanî yönetimle çıkar amaçlı yönetimler arasındaki farklılık ve ayrışma iyice belirginleşmiş ve Resul-i Ekrem'in; "Otuz yıl sonra, yönetim çok zararlı (ısırıcı, yırtıcı ve zalim) bir padişahın eline geçecektir." Şeklindeki ngörüsü gerçekleşmiştir... Ve yine bu dönemde, -İslâm tarihinde ilk kez olmak üzere- kabilecilik kinleri alevlenmiştir. Bu eser -bölümlerini düzenlemek için yoğun çaba sarf ettiğimiz, mevcut kaynaklarda çok dağınık, düzensiz ve kopuk bir şekilde kaydedilmiş olan bilgileri belli bir sistem dahilinde irdelediğimiz bu kitap- tarihî gerçekler hakkında okuyucularımıza doğru bir bilgi verip olayları olduğu gibi veya buna yakın bir şekilde algılamalarını sağlayabilirse, misyonunu yerine getirmiş olacaktır.

Ancak bu durumda İmam Hasan b. Ali'nin (a.s) gerçek siması ortaya çıkacaktır: Basiretli, uyanık bir siyasetçi, tedbirli bir halife, Muaviye b. Ebu Süfyan gibi bir adamı -özellikle o ortamdaki bütün hazırlık, uyanıklık ve hilelerine rağmen- aldatan, problemleri çözen zeki bir adam. Çok sayıdaki evlilikleri halkın gözünde manevî makam ve yüceliğinin göstergesi sayılan; Muaviye'yle yaptığı barış hilâfet ve hükümeti para karşılığında satmak değil, objektif koşulların gereği başvurulmuş taktik bir uzlaşma olantarihin yargısında düşmanlarına karşı keskin bir silâh olan bir kahraman... Kısacası; ister zafere ulaşsın, ister yenilgiye uğrasın her siyasî adımı ve müspet veya menfi her siyaseti onun insanların haberdar olmadığı, tarihçilerin bilinçli olarak gizlediği azamet ve gücünün bir göstergesidir. Büyük ve yüce şahsiyetlerin sahip oldukları ilâhî bağış ve faziletleri gizlemenin en çirkin ve en kötü olanı, kötü düşünceli ve kötü üslûplu kişilerin onların tarihini anlatmayı ve kişilikleri hakkında hüküm vermeyi üstlenmeleridir. Bilgiçlik ve bilinçlilik taslayarak ve hoşgörü iddiasıyla gerekli dikkati göstermeden, asgarî inceleme zahmetine katlanmadan, gerekli araştırmayı yapmadan, kişilerin yücelik ve büyüklüklerini ayağa düşüren yetersiz ve art niyetli girişimlerini kendileri için fazilet ve üstünlük kaynağı, övünç vesilesi saymalarıdır. Bu gibi insanların hareket ve davranışları olsa olsa, onların nefislerinin oldukça zayıflığına delâlet eder.

Eğer objektif, insaflı aydın kişiler Hasan b. Ali dönemine el atsalar, kör kalplerin ve sersem beyinlerin ona haksızlık etmiş olmalarının bir zararı olmaz. Şüphesiz bu imamın

hayatının çeşitli sahneleri, Allah'ın ona bahşettiği lütuflar, derin düşüncesi ve uzak görüşlülüğü ve büyük hedefleri, onu dünyanın ileri gelenleri arasında en seçkin, ebedî

simalardan biri kılacak niteliktedir. Bu satırları yazarken amacımız, sahih ve şüphe götürmeyen bir mantıkla, hiçbir ayıp, kusur ve eleştiriye yer bırakmayacak şekilde imamın azamet ve yüceliğini ortaya çıkarmaktır. Kısır düşünceli kişilerin İmam Hasan'ın siyasetine, genellikle onun özel şartlarını bilmeden yönelttikleri yüzeysel ve insafsız eleştiriler, İmam Hasan olayının tarihsel bir problem olarak algılanmasına neden olan tek etkendir. Nitekim, bazılarının grupsal eğilimleri, diğer bazılarının hâkim düzenin siyasetlerine taraftarlık yapmaları ve bazılarının da gerçekleri bilmeyişi tek taraflı görüş belirlemelerde ve alelacele verilen hükümlerde etkili olmuştur.

Bunlar, Hasan b. Ali'ye yenilgiye uğramış bir önder olarak bakmışlar ve gelişmelerin, aslında İmam Hasan'ın hüküm sürdüğü halkın durumunun yansıması olduğunu

anlamak için bu yenilginin -yani bunların yenilgi olarak nitelendirdikleri bu durumun- etken ve nedenlerini incelemeyi unutmuşlardır... Yeni zafer ve fütuhat şarabının verdiği sarhoşluk, bütün zararlı, yıkıcı belirtileriyle İmam Hasan'ın hüküm sürmek istediği kuşağa egemen olmuş ve onları öyle bir bozmuştu ki artık ıslâh olmaları çok zor görünüyordu... Halkı bozulmuş, orduları hain ve toplumu toplumsal vicdandan yoksun olan bir önderin suçu ne?! Hasan b. Ali'ye; karşı tarafın hâleti ruhiyesini bilen, toplumun eğilim ve amaçlarını ve zamanın gereçlerini tam bir dikkat ve titizlikle inceleyen, bilinçli ve bilgili olarak plânını hazırlayan, bu plânın sonucunu önceden kestirebilen, tedbirli gidişatıyla dinin geleceğini garantiye alan, böyle plânlı ve tedbirli davranmakla aslında düşmanlarının mezarını kazan, girift olayları ustaca çözen ve yıkıcı etkilerini büyük bir maharetle defeden, barış mesajcısı olarak başarıyı garanti eden, yaptığı düzenlemelerden dolayı tarihin önünde alnı açık ve başı dik bir hâlde olayların sisinden sıyrılan... öldüğü zaman da kendisi için bir damla kan dökülmesine razı olmayan uyanık ve zeki bir siyasetçi gözüyle bakmayı unutmuşlardır. Sahi, şu eleştirmenlik taslayıp ona tepeden bakanlar, insafla bakacak olurlarsa, bundan daha üstün bir yücelik görebilecekler midir? Kitabımız bu belirgin hususları gerçekçi, dikkatli incelemelerle, mantık esasına dayanan araştırmaların ürünü kanıtlarla ve tarihin kıyısında köşesinde kalmış gerçek şahitlere dayanarak teker teker ispatlamaktadır. Bu hususlar, bu kitabın konularının  temelini oluşturmaktadır ve bunların ispatlanmasıyla bütün ayrıntı nitelikli konular apaçık ve kolay bir şekilde anlaşılmaktadır.

* * *

Okuyucularımız, kitabımızın, Hasan b. Ali'nin (a.s) hayatını genel olarak ele alan bir kitap olmadığını, sadece imamın siyasî hayatının bazı bölümlerini ele aldığını göreceklerdir. Bununla beraber kitabımızın konusunun daha mükemmel olması için, başlangıçta, bir bölümü onun hayatının kısaca anlatımına ayırdık. Ayrıca kitabın akışı içinde gerektikçe, asıl mevzuları arasında, bazen başka mevzulara da girmek zorunda kaldık. Şüphesiz bunun gibi derin ve zor bir konunun, hakkında yeterli kanıt ve dayanak bulunmayan böylesi bir meselenin -özellikle üzerinden 1328 yıl geçtikten sonra- incelendiği göz önünde bulundurulursa, yazarın, konunun kaynaklarına ulaşıp onları belli bir sistem dahilinde analiz etme, belgeler ve bulgular arasında bütünlük sağlama, gereksiz malumat ve anlamsız iddialardan arındırma hususunda gösterdiği titizlik ve ilgi dikkate alınırsa, bu kitabın verdiğinden daha fazlasının şimdiye kadar aydınlığa kavuşturulmadığı ortaya çıkacaktır. Azlığından ve yetersizliğinden söz ettiğimiz senet ve kaynaktan maksadımız, bu konuyu açıklığa kavuşturmak için yararlanılması mümkün olan genel kaynaklardır. Ne yazık ki, bu kaynaklar ya tahrif edilmişlerdir veya belli bir sisteme ve mantığa dahil olmaksızın dağınık olarak sunulmuşlardır. Ele aldığımız konu hakkında özel olarak yazılmış, eski ulemanın kitaplarının fihristinde geçen çok sayıdaki kitabın hiçbiri şu anda mevcut değildir ve bize miras kalan birçok başka değerler gibi yok edilmiş, ortadan kaldırılmıştır. İslâm tarihinin en önemli olaylarının doğru olarak aktarılmamış olmasının ve bu tarihin hassas dönemlerine dair bilgilerin net olmayışının asıl nedeni de budur. İsimleri fihristlerde geçen ve artık izine rastlanmayan bu kitaplardan bazıları şöyledir:

- Sulh'ul-Hasan ve Muaviye, Ahmed b. Muhammed b.Said b. Abdurrahman es-Sebiî el-Hemedanî. (Hicrî 333 yılında ölmüştür.)

- Sulh'ul-Hasan (a.s), Abdurrahman b. Kesir el-Haşimî. (Bu zat Haşimoğulları'nın kölelerindendir, o soydan değildir.)

- Kıyam'ul-Hasan (a.s), İbrahim b. Muhammed b. Said b. Hilal b. Asım b. Sa'd b. Mes'ud es-Sekafî. (Hicrî 283 yılında ölmüştür.)

- Kıyam'ul-Hasan (a.s), Hişam b. Muhammed b. Saib.

- Abdulaziz b. Yahya Celudî el-Basrî'nin İmam Hasan hakkındaki kitabı.

- Ahbar'ul-Hasan (a.s) ve Vefatuhu, Haysem b. Adiyy es-Sa'lebî. (Hicrî 207 yılında vefat etmiştir.)

- Ahbar'ul-Hasan b. Ali (a.s), Ebu İshak İbrahim b. Muhammed el-İsfahanî es-Sekafî.[5]

Özellikle ele aldığımız konuya kaynaklık ve dayanak oluşturan kitapların -tam da ihtiyaç duyulan yerde-, bir olayı, bir hutbeyi, bir bildiriyi veya bir rakamı aktarmada,

genellikle bir olay veya hutbenin tarihini, ordu komutanının ismini, iki veya üç kişi arasında komutanlık sırasını veya savaş meydanında Hasan b. Ali'ye karşı suikast düzenlenmesini veya barış konusunun gündeme gelişini anlatmaları, İmam Hasan'ın ne şekilde şehit edildiğini ya da o savaşta vuku bulan küçük büyük herhangi bir olayın nasıl vuku buluşunu aktarırken, birbiriyle uyuşmayan, çelişkili, tutarsız aktarmalarda bulunmaları son derece şaşırtıcıdır. Bu kitapların bu şekilde tutarsız ve düzensiz olmasında etkili olan güç, birçok hassas yerde yapacağını yapmış, istediği sonucu elde etmiştir. Tarihî gerçekleri belli bir düzen içinde sunmak , aralarında bütünlük oluşturmak ve tarihî olayların kronolojisini doğru yapmak, bu kitabın hazırlanışının en zor merhalelerinden biri oldu. Ancak karine ve şahitlerden istifade etmek de amacımıza ulaşmanın en kolay ve en doğal aşamasını oluşturdu. Ne mutlu bize ki, olayları belli bir düzen içinde sunmak için dağınık ve düzensiz rivayetler arasında bolca bulunan kesin şahit ve kanıtlardan başkasına ihtiyaç duymadık! Dolayısıyla mevcut kaynaklar -eksikliklerine rağmen- bir araya geldiklerinde bu kitabımızın tahkikli araştırma kaynaklarını oluşturdular. Kitabın belli bir düzen içinde sunulmasını, olayların kronolojik aktarımını ve gelişmeler arasındaki bütünlüğü sağlamayı da bu kaynaklara borçluyuz... Bu ise kıvanç kaynağımız olan en büyük başarımızdır. Tarihî dilim ve sahnelerin felsefesini analiz edip incelerken düşünerek ve aceleye getirmeden, titizlikle hareket edip, her mevzuyla ilgili rivayetlerin hükmüyle aklî hükümden birlikte yararlanmaya özen gösterdik. Çok daha fazla titizlik göstermemiz, daha derin inceleme yapmamız gereken yerlerde, maksadımızı birçok tarihçinin rivayetlerinden daha gerçekçi ve net olan olayın kahramanlarının sözlerinde aradık. Bütün bunlardan sonra, elinizdeki bu kitap, bu olayın tarihte karanlık kalan birçok noktasının açığa çıkması amacına yönelik araştırmalara bir başlangıç ve bir ilk olmak üzere sunduğumuz naçiz ve mütevazı bir çalışmadır. "Bu maksada ulaşmış olduysam, bol bol bereketlere kavuşmuşum demektir." Başarı ancak Allah'tandır. Sadece O'na tevekkül ettim ve dönüşüm O'nadır.

Back Index Next