HADİSLER IŞIĞINDA RESULULLAH'IN ŞEMAİLİ
Muhammed Hüseyin TABATABAİ (r.a)

eKitap: www.islamkutuphanesi.com


HADİSLER IŞIĞINDA RESULULLAH'IN ŞEMAİLİ

 

Peygamber efendimizin (s.a.a) üstün ahlâkı ve güzel edebini

yansıtan Kur'ân ayetlerinin büyük bir kısmı, emir ve yasak şeklinde

sunulmuştur. Bu yüzden bu bölümde, Peygamberimizin (s.a.a)

üstün ahlâkı hakkında bütünsel bir fikir veren, onun güzel edebine

işaret eden, aynı zamanda Kur'ân ayetleriyle desteklenen örnekleri,

onun (s.a.a) sünnetine dayanan rivayetlerden derlemeyi

uygun gördük.

 

1- Meani'l-Ahbar adlı eserde Ebu Hâle Temimî'den, o da İmam

Hasan b. Ali'den (ikisine de selâm olsun), diğer bir kanalda da İmam

Rıza'dan, o da atalarından, onlar Ali b. Hüseyin'den, o Hasan

b. Aliden (hepsine selâm olsun), başka bir rivayet kanalında da

Ebu Hâle-nin çocuklarından birinden, o da Hasan b. Ali'den (her ikisine

selâm olsun) rivayet eder ki:

"Dayım Hind b. Ebu Hâle Peygamber efendimizi (s.a.a) iyi vasfeden

biriydi. Ben de Peygamberin (s.a.a) vasıflarını özümseyip

kalben bağlanırım diye onun bana Peygamberi anlatmasını çok

isterdim. Bu yüzden Peygamberin (s.a.a) nasıl biri olduğunu ona

sordum. Dedi ki:

"Resulullah (s.a.a) iri ve heybetli birisiydi. Yüzü on dördündeki

ay gibi parlardı. Orta boylu birinden daha uzun, ince uzun boylu birinden

daha kısaydı. Başı büyükçeydi. Saçları ne kıvırcık, ne de

düzdü, hafif dalgalıydı. Saçlarını salıverdiği zaman ortadan ayırırdı.

 

................................................ 423

 

Topladığı zaman da kulak memesini geçmezdi. Parlak ve berrak

renkliydi. Alnı genişti. Kaşları ince, uzun ve genişti, bitişik değildi.

İki kaşının arasında sinirlendiğinde belirginleşen bir damar vardı.

Bu damar öyle bir parlaktı ki, dikkat etmeyenler onu burnunun

devamı sanırlardı. Sakalları gürdü. Yanakları düz ve az etliydi. Ağzı

nispeten büyük ve genelde dudakları hafifçe açıktı. Dişleri beyaz

ve seyrekti. Göğsünün ortasından karna uzanan kılları inceydi.

Boynu ceylan boynu gibi güzel, gümüş gibi parlaktı.

 

Dengeli bir vücut yapısı vardı. Cüsseli ve sağlam yapılıydı. Karnı

ve göğsü dümdüzdü. İki omzunun arası genişti. Eklemleri iriydi.

Geniş göğüslüydü. Vücudu oldukça güzel ve uyumluydu. Boyun

çukurundan göbeğine kıldan bir çizgi uzanıyordu. Bunun dışında

memeleri ve karnı kılsızdı. Kolları, omuzları ve göğsünün üst kısmı

daha kıllıydı. Bilekleri uzundu. El ayası genişti. Elleri ve ayakları iriydi.

Dört bir yanı düzgündü. Kemikleri düz ve çıkıntısızdı. Ayaklarının

altı çukurdu (düz taban değildi). Ayakları genişti, suya bassa

altından su kaynıyor gibi olurdu. Yere bastığında tam basardı. Ayağını

kaldırdığında tam kaldırarak yere sürtmezdi. Adımlarını

denk atardı. Teenni ve vakarla yürürdü. Çabuk yol alırdı. Yürüdüğü

zaman yokuş aşağı iniyormuş gibi yürürdü. Bir tarafa baktığında

bütün vücuduyla o tarafa dönerdi. Bakışlarını yere indirirdi. Göğe

baktığından çok yere bakardı. Bakışlarının çoğu anlıktı. Karşılaştığı

kimseye ilk selâm veren o olurdu."

"Ona dedim ki: 'Şimdi de bana Peygamberimizin (s.a.a) konuşma

tarzını anlat.' Dedi ki:

"Sürekli hüzünlüydü. Devamlı düşünceli olurdu. Dinlenmesi ve

rahatı yoktu. Uzun süre sessiz kalırdı ve gerekmedikçe

konuşmazdı. Avurtlarıyla söze başlar ve avurtlarıyla sözü tamamlardı

(açık ve net konuşurdu). En açıklayıcı ve anlamlı sözlerle konuşurdu,

sözünde faz-lalık ve eksiklik bulunmazdı. Yumuşak huyluydu.

Kaba ve aşağılayıcı değildi. Az dahi olsa onun katında nimet

değerliydi. Hiçbir nimeti kötülemezdi. Tattığı yiyecekleri yermediği

gibi övmezdi de."

"Dünya ve dünyalık şeyler onu öfkelendirmezdi. Hak çiğnendiği

zaman da (gazabından) kimse onu tanımazdı ve onu alıncaya

kadar kimse öfkesinin önünde duramazdı. Bir şeyi gösterdiğinde

bütün eliyle işaret ederdi. Bir şeye hayret ettiği zaman elini ters

 

424 .................................... – c.6

 

çevirirdi. Konuştuğu zaman ellerini kavuşturur, sağ elinin ayasını

sol elinin baş parmağının ayasına vururdu. Bir şeye kızdığı zaman

ondan yüz çevirir, gözlerini yumardı. Gülmesi genellikle gülümse

şeklindeydi. Gülümsediği zaman inci dişleri görünürdü."

 

Şeyh Saduk der ki: "Buraya kadar olan kısım, Kasım b. Menî'in

İsmail b. Muhammed b. İshak b. Cafer b. Muhammed'den aktardığı

rivayettir. Sonuna kadar geri kalan kısmı ise Abdurrahman'ın

rivayetidir."

 

İmam Hasan (a.s) der ki: "Bu rivayeti bir süre Hüseyin'e (a.s)

açmadım. Sonra ona anlattım. Baktım ki, o bu rivayeti benden

önce duy-muş. Bunu nereden öğrendiğini sordum. Baktım ki, babasından

(a.s) Peygamberimizin (s.a.a) girişini, çıkışını, oturuşunu,

şeklini sormuş, Peygamberimizle (s.a.a) ilgili olarak öğrenilmesi

gereken hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır."

 

İmam Hüseyin (a.s) dedi ki: "Babama Peygamberimizin (s.a.a)

bir yere nasıl girdiğini sordum. Buyurdu ki: Peygamberin (s.a.a)

eve girmesi kendi elinde olan bir durumdu (dilediği zaman eve girerdi).

Evine girdiği zaman zamanını üç kısma ayırırdı. Bir kısmını

Allah için, bir kısmını ailesi için, bir kısmını da kendisi için ayırırdı.

Sonra kendisi için ayırdığı kısmı kendisi ile insanlar arasında pay

ederdi. Bunu özel dostları aracılığı ile bütün halka teşmil ederdi.

Bu zamandan, onlardan esirgeyip sırf kendine sakladığı zaman

olmazdı."

 

"Günlük hayatının ümmete ayırdığı kısmında faziletli kimselere

öncelik vermesi onun (s.a.a) edebinin bir göstergesiydi. Onları

da dindeki değerlerine göre ayırırdı. İçlerinde kimisi bir, kimisi iki

ve kimisi de daha fazla ihtiyaç sahibi olurdu. Durumlarına göre onlarla

ilgilenirdi. Onların durumlarını düzeltecek, kendilerini ıslâh

edecek şeylerle uğraşmaya yöneltirdi. Ümmetinin hâlini sorardı.

Onlar için gerekli olan şeyleri bildirmeye özen gösterirdi ve şöyle

derdi: Burada bulunanlar benim sözlerimi bulunmayanlara bildirsin.

İhtiyacını bana bildirmeye güçleri yetmeyenlerin ihtiyaçlarını

bana bildirin. Çünkü bir yöneticiye, ihtiyacını bildirmeye güç yetirmeyen

birinin ihtiyacını bildiren kimsenin kıyamet günü yüce Allah

ayaklarını sabitleştirir. Onun yanında sadece bunlardan söz edilebilirdi.

Hiç kimsenin bundan başka bir şey söylemesini kabul

 

.............................................. 425

 

etmezdi. İnsanlar ihtiyaçlarını bildirmek için onun yanına girip çıkarlardı.

Bir şey tatmadan evinden çıkan olmazdı. Aydınlanmış,

hayra delâlet edebilecek bir hâlde evinden çıkarlardı."

"Ona, Peygamberimizin (s.a.a) evinden çıkarken nasıl hareket

ettiğini de sordum. Buyurdu ki: Peygamberimiz (s.a.a) kendisini ilgilendirmeyen

meselelerle ilgili olarak konuşmaktan kaçınırdı. İnsanları

kaynaştırırdı, ayırıp dağıtmazdı. Her kavmin saygın kişilerine

saygı gösterir, onları kavimlerine yönetici olarak atardı. İnsanlardan

sakınır, kendisini onlardan korurdu. Ama güler yüzünü ve

üstün ahlâkına uygun davranışını hiç kimseden esirgemezdi. Ashabının

hâl hatırını sorardı. İnsanları başka insanlardan sorardı. İyi

işlerin iyiliğini vurgular ve onu güçlendirirdi. Çirkin işlerin çirkinliğini

söyler ve onu aşağılardı. İşlerinde ılımlıydı ve çelişkiye

düşmezdi."

 

"Halkın gaflet edip batıla eğilim göstermelerinden endişe ettiği

için durumlarından gafil kalmazdı. Haktan hiçbir eksikliğe

gitmez, hakkın sınırlarını da aşmazdı. İnsanlar içinde ona en yakın

ve dost olanlar, insanların en hayırlıları olurdu. Müslümanların en

çok hayrını isteyenler, onun katında en üstün konuma sahip olurdu.

Katında en saygın yere sahip olanlar, yardım ve destek bakımından

en güzel örneği sergileyen kimseler olurdu."

İmam Hüseyin (a.s) der ki: "Ona (babam Hz. Ali'ye -a.s-), Peygamber

efendimizin (s.a.a) oturuşunu da sordum. Buyurdu ki: Allah'ı

anmadan oturmaz ve yerinden kalkmazdı. Bir mecliste kendisine

yer ayırmaz ve başkalarının da yer beğenip ayırmalarına

engel olurdu. Bir kavmin oturduğu yere geldiğinde kimsenin oturmadığı

boş bir yere otururdu ve insanlara da böyle davranmalarını

emrederdi. Yanında oturan herkesle ilgilenirdi. Yanında oturanların

hiçbiri, bir başkasının onun yanında kendisinden daha saygın

ve daha değerli olduğunu düşünmezdi. Onun yanında oturan kimse,

o oradan ayrılmadan yanında kalmaya devam ederdi. Ondan

bir ihtiyacının giderilmesini isteyen kimse, ihtiyacını almadan veya

en azından güzel bir söz duymadan dönüp gitmezdi."

"Güzel ahlâkıyla bütün insanları kuşatmıştı. İnsanlara bir baba

gibi davranırdı. Hak söz konusu olduğunda bütün insanlar onun

yanında eşitti. Onun oturduğu meclis, hilmin, hayânın, doğruluğun

ve güvenilirliğin meclisi olurdu. Meclisinde sesler yükselmez, say

 

426....................................... – c.6

 

gınlıklar çiğnenmezdi. Bir sürçme olduğunda onun tekrarı olmazdı.

Orada oturanlar dengeli davranır ve sürekli olarak takva duygusuna

bağlı kalırlardı. Mütevazı olur, büyüklere saygı gösterir,

küçüklere merhamet ederlerdi. İhtiyaç sahiplerini kendilerine tercih

eder ve yabancıları korurlardı."

 

"Sonra, Peygamberimizin (s.a.a) oturuşlarındaki davranışı nasıldı?

diye sordum. Buyurdu ki: Daima güler yüzlüydü. Yumuşak

huyluydu. Yanındaki insanlara son derece yumuşak davranırdı. Kırıcı,

kaba, gürültücü değildi. Çirkin söz söylemez, kimseyi ne ayıplar,

ne de överdi. Hoşuna gitmeyen, canının çekmediği bir şeyden

hoşlanmadığını belli etmezdi. Dolayısıyla ondan ümit kesilmezdi,

ümit bağlayanlar ümitsizliğe kapılmazdı."

 

"Üç şeyden uzak dururdu. Gösteriş, çok mal biriktirmek, kendisini

ilgilendirmeyen şeylerle ilgilenmek. İnsanlar hakkında da üç

şeyden uzak dururdu: Hiç kimseyi yermez, ayıplamazdı; hiç kimsenin

kusurlarını ve ayıplarını araştırmazdı; ancak sevabını umduğu

şeyler hakkında konuşurdu. Konuşmaya başladığı zaman yanında

oturanlar başlarının üzerinde kuş varmış gibi pür dikkat kesilirlerdi.

Ancak o sustuktan sonra konuşmaya başlarlardı. Onun

yanında laf dalaşına girmez, çekişmezlerdi. Birisi konuşunca diğerleri,

o sözlerini tamamlayıncaya kadar seslerini keserlerdi. Onun

yanında birbirlerinin sırasını gözeterek konuşurlardı. Onların

güldüğü şeye kendisi de gülerdi. Hayret ettikleri şeye o da hayret

ederdi."

 

"Yabancı bir kimsenin istekleri ve konuşması kabaca da olsa

ona karşı sabırlı davranırdı. Öyle ki kimi kaba yabancılara karşı

ashabı harekete geçer, onu Peygamberden uzaklaştırmak isterlerdi.

Ama o, 'Bir ihtiyaç sahibinin bir şey istediğini gördüğünüz

zaman ona yardım edin.' buyururdu. Bir nimetin karşılığında teşekkür

mahiyetinde olmadığı sürece kimsenin övgüsünü kabul

etmezdi. Hiçbir kimsenin konuşmasını kesmezdi. Ancak o kimse

hakkın sınırlarını aştığı zaman ya onu böyle konuşmaktan

nehyeder veya yanından kalkardı."

 

"Ona Peygamberin (s.a.a) sükûtunu da sordum. Buyurdu ki:

Onun sükûtu dört şeyden ileri gelirdi. Hilim, sakınma, değerlendirme,

düşünme. Değerlendirmeye gelince; insanları gözlemleme

 

................................................. 427

 

ve onları dinleme şeklinde olurdu. Düşünmeye gelince; kalıcı ve

yok olup gidici olanın düşünürdü. [Hilme gelince;] hilim ve sabır nitelikleri

onda birleşmişti, hiçbir şey onu öfkelendirmez, metanetini

kırmazdı. Sakınmaya gelince; dört şeyde kendisini gösterirdi: Güzele

uyardı ki, insanlar onu örnek alsınlardı. Çirkini terk ederdi ki,

insanlar ondan kaçınsınlar-dı. Ümmetinin ıslâhı üzerinde düşünürdü.

Dünya ve ahiret hayrına olacak işleri yapardı."

 

Ben derim ki: Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserin müellifi bu hadisi

Muhammed b. İshak b. İbrahim Taleganî'nin kitabından naklen

aktarmıştır. Taleganî de bu hadisi güvenilir ravileri aracılığıyla Hz.

Hasan (a.s) ve Hüseyin'den (a.s) aktarmıştır. Bihar'ul-Envar adlı

eserde şu açıklamaya yer verilir: "Bu rivayet meşhurdur. Birçok Ehlisünnet

âlimi de bu hadisi eserlerinde rivayet etmişlerdir."

Bu hadisin tümünün anlamını veya bazı bölümlerinin anlamını

içeren başka rivayetler çok sayıdaki sahabîden de aktarılmıştır.

Hadiste geçen "el-Merbû" kelimesi, uzun boylu ile kısa boylu

arasında bir boy uzunluğuna sahip olan kimse (orta boylu) demektir.

el-Müşezzeb, bedeni fazla etli olmayan (ince) uzun boylu demektir.

Rec-l'uş-şa'r, düz ile kıvırcık arası saç (hafif dalgalı) demektir.

el-Akîka, top edilmiş uzun saç demektir. Ezher'ul-levn, parlak

ve berrak renk anlamındadır.

el-Ezc, ince ve uzun kaş demektir. es-Sevabiğ, geniş kaş anlamındadır.

el-Karan, kaşların bitişik olmasıdır. eş-Şemem, güzel

ve düzgün olup ortası kemerli burun anlamındadır. Kess'ül-lihye,

uzun olmayıp gür olan sakal demektir. Sehl'ül-hadd, yanağın düz

olup çok etli, tombul olmaması demektir. Zalî'ul-fem, ağzın büyük

olması anlamındadır. Erkekler için ağzın büyük olması bir güzellik

belirtisi kabul edilir. el-Müfellec, ayakların, ellerin veya dişlerin arasının

açık olması demektir. el-Eşneb, beyaz dişli demektir.

el-Meşrebe, göğsün ortasından karna uzanan kıllar demektir.

ed-Dumye, ceylan demektir. el-Minkeb, baş, omuz ve kasın buluştuğu

yer (omuz) demektir. el-Keradîs, el-kurdus'un çoğuludur ve

bir mafsalda buluşan iki kemiğe denir. Enver'ül-mütecerrid; elmütecerrid,

et-tecerrüd kelimesinin ism-i faili olsa gerek, elbise ve

benzeri şeyleri üstünden çıkarmak, soyunmak demektir. Bununla

 

428 ............................. – c.6

 

Peygamberimizin (s.a.a) elbisesini çıkardığında dış görünüşünün

güzel, bedensel yaratılışının hoş ve çekici olduğu kastedilmiştir.

el-Lübbe, göğüste gerdanlığın yeri anlamındadır. es-Sürre, bildiğimiz

göbektir. ez-Zend, kol ile elin buluştuğu kısım (bilek) demektir.

eş-Şesen, ayakların ve ellerin iri olması anlamına gelir.

Sebît'ül-ka-sab, kemiklerin düzgün olması, çarpık olmaması demektir.

Ahmas'ul-kadam, ayağın altında yere değmeyen çukur anlamındadır.

el-Hum-san, karnı çekik olan demektir. Humsan'ulahmaseyn,

ayakların altının yere değmeyecek şekilde iyice çukur

olması demektir. el-Fusha, genişlik demektir. el-Kal', güçlü yürüme

anlamına gelir.

 

et-Tekeffu, meyilli yürümek demektir. Zerî'ul-meşye, hızlı yürüme

anlamındadır. es-Sabab, yolun veya yerin baş aşağı olması

demektir. Hâfız'ut-tarf ifadesi, sonrasındaki cümlede "yere bakardı"

şeklinde açıklanmıştır.

 

el-Eşdâk, şıdk'ın çoğuludur. Yanakların iç kısmı (avurt) demektir.

Sözün avurtlarla açılıp onlarla son bulması, düzgün ve açık konuşmadan

kinayedir. Araplar, "teşeddeka=tüzgün ve fasih konuşmak

için avurtlarını eğdi." derler. ed-Demes, ed-dimâse kökünden

gelir. Bir sonraki cümle (Kaba ve aşağılayıcı değildi) bunun açıklaması

konumundadır. ez-Zevak, yiyecekten tadılan şey demektir.

İnşahe, en-nuşuh kökünden gelir ve "yüz çevirdi" demektir.

Yefterru misle habb'il-ğe-mam, güzel ve tatlı gülmek anlamını ifade

eder. Habb'ul-ğemam, dolu anlamına gelir. Bu ifade, Peygamberimizin

(s.a.a) güzel ve tatlı güldüğünden ve gülerken dişlerinin

göründüğünden kinayedir.

 

"Sonra kendisi için ayırdığı kısmı kendisi ile insanlar arasında

pay ederdi..." Yani kendine ayırdığı vaktinde yalnız kalırdı, ama bu,

insanlarla bütün irtibatını kestiği anlamına gelmezdi. Bilakis çok

yakınında olanlar aracılığıyla insanlarla ilişkisini sürdürürdü, onların

sorularına cevap verir, ihtiyaçlarını giderirdi. Kendine ayırdığı vaktinden,

insanlardan esirgeyip kendisine sakladığı bir bölüm olmazdı.

er-Ruvvad, er-râid'in çoğuludur. Halka önderlik eden veya kafilenin

önünde gidip onlar için mera veya konaklayacak menzil arayan

kimse demektir.

 

......................................... 429

 

"Bir mecliste kendisine yer ayırmaz ve başkalarının da yer

beğenip ayırmalarına engel olurdu." Burada kastedilen, başta

veya önde olayım diye kendisi için özel bir yer seçmediğidir.

Dolayısıyla hadiste geçen "Bir kavmin oturduğu yere geldiğinde..."

ifadesi, bu cümlenin bir açıklaması gibidir. "Meclisinde...

saygınlıklar çiğnenmezdi." Yani, onun yanında insanların

saygınlıkları ayıplanmazdı. el-Ubne, ayıp de-mektir. el-Hurum ise,

hürmet (saygınlık) kelimesinin çoğuludur.

 

"Bir sürçme olduğunda onun tekrarı olmazdı." el-Feletat, elfelte-

nin çoğuludur; sürçme demektir. Yani yanında oturanlardan

biri bir yanlışlık yapıp sürçtüğü zaman o hatayı onlara açıklar, böylece

dikkat eder, ikinci kez o hataya düşmezlerdi. el-Bişr, güler yüzlülük

demektir. es-Sahhab, çok haykıran, feryat eden, gürültü çıkaran

anlamına gelir.

 

"Onun yanında birbirlerinin sırasını gözeterek konuşurlardı."

el-Evliye, el-velî'nin çoğuludur. Bunun anlamı da ardından gelen,

tâbidir. Kastedilen anlam şudur: Onlar birbirinin ardından sırayla

konuşurlardı, birbirlerinin sözlerine müdahale etmez, birbirlerinin

sözlerini kesmez, biri konuşurken gürültü çıkarmazlardı. "Öyle ki

kimi kaba yabancılara karşı ashabı harekete geçer, onu Peygamberden

uzaklaştırmak isterlerdi." Yani ashabı Peygambere karşı

kaba davranan yabancıyı çekip Peygamberi ondan kurtarmak isterlerdi.

"Bir nimetin karşılığında teşekkür mahiyetinde olmadığı sürece

kimsenin övgüsünü kabul etmezdi." Yani bir başkasına verdiği

herhangi bir nimetin karşılığı olarak teşekkürden başka hiçbir

övgüyü kabul etmezdi. Hadiste geçen "mukâfi" kelimesi, "kâfee"

fiilinden gelir, karşılığını verdi demektir. Ya da eşitlik anlamına gelen

el-mukâfee kökünden türemiştir. Bu durumda, verdiği bir nimetin

hakkı olan abartısız ve aşırılığa kaçmayan bir övgünün dışında

hiçbir övgüyü hoş karşılamazdı, anlamı çıkar. "Hiçbir kimsenin

konuşmasını kesmezdi. Ancak o kimsenin hakkın sınırlarını

aştığı..." Yani bir kimse konuşurken hakkın sınırlarını aşsaydı, onu

bu işten sakındırır veya yanından kalkıp giderdi. el-İstifzaz, küçük

düşürmek ve metaneti yitirmek anlamına gelir.

 

2- İhya'ul-Ulûm adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimizin

(s.a.a) konuşmaları son derece fasih ve tatlı idi... Özlü sözlerle

konuşurdu. Konuşmasında eksiklik ve fazlalık olmazdı. Sözleri

 

430 ................ – c.6

 

nuşurdu. Konuşmasında eksiklik ve fazlalık olmazdı. Sözleri birbirine

bağlı idi. Sözleri arasında duraklamalar olurdu. Bu duraklamalarda

dinleyiciler sözlerini algılayıp anlama imkânı bulurlardı.

Sesi gür ve son derece tatlı nağmeli idi." [c.7, s.135)

 

3- et-Tehzib adlı eserde İshak b. Cafer'e, o da kardeşi İmam

Musa Kâzım'a (a.s), o da dedelerine dayanılarak verilen bilgiye göre

Hz. Ali (a.s) şöyle diyor: "Peygamberimizin (s.a.a) şöyle dediğini

duydum: Ben üstün ve güzel ahlâk örnekleri ile gönderildim."

 

4- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre Ebu Said

Hudrî şöyle diyor: "Peygamberimiz (s.a.a) evden dışarı çıkmamış

utangaç bir genç kızdan daha da utangaçtı. Hoşlanmadığı bir şey

olunca, bunu onun yüz ifadesinden anlardık." [s.17]

 

5- el-Kâfi adlı eserde Muhammed b. Müslim'e dayanılarak verilen

bilgiye göre İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor:

"Bir gün bir melek Peygamberimize (s.a.a) gelerek dedi ki: 'Allah

seni mütevazı bir kul peygamber olmak ile padişah peygamber

olmak arasında serbest bırakıyor.' dedi. Peygamber efendimiz

(s.a.a) Cebrail'e baktı. Cebrail de ona eli ile, 'Mütevazı ol.' işaretini

yaptı. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a), 'Mütevazi bir kul peygamber

olmayı tercih ediyorum.' dedi. Yeryüzü hazinelerinin anahtarları

yanında olan o melek de, 'Böyle olman, Allah katındaki derecende

hiçbir noksanlığa yol açmaz.' dedi." [c.2, s.122, h:5]

 

6- Nehc'ül-Belâğa adlı eserde verilen bilgiye göre Hz. Ali (a.s)

şöyle diyor: "Temiz ve pâk Peygamberini (s.a.a) örnek al (ona uy).

Dünyada... ağız dolusu bir lokma yemediği gibi, gözünün ucuyla bile

bakmadı ona. Dünya ehlinin bedeni en zayıf ve karnı en aç olanıydı

(karnı dünyadan yana boştu). Dünya ona olduğu gibi sunuldu,

fakat onu kabul etmedi. Allah'ın bir şeyden nefret ettiğini öğrenince

o da ondan nefret etti, bir şeyi küçümsediğini öğrenince o

da onu küçük gördü. Eğer Allah'ın nefret ettiğini sevmekten ve

küçük gördüğünü yüceltmekten başka kusurumuz olmasa bu kusur,

Allah'a isyan etme, O'nun emrine karşı çıkma bakımından tek

başına yeterli bir kusurdur. Peygamber (s.a.a) yerde yemek yer,

köleler gibi otururdu. Ayakkabısını kendi eli ile tamir ederdi. Çıplak

sırtlı merkebe biner ve birini de arkasına bindirirdi."

 

.............................. 431

 

"Evinin kapısında asılı perdede bir resim görünce, eşlerinden

birine, 'O resmi kaldır. Çünkü ona baktığımda dünya ve onun cazibeleri

aklıma geliyor.' derdi. Kalbi ile dünyadan yüz çevirmişti. Onun

nefsindeki anısını öldürmüştü. Bu yüzden onun süslerinin gözünden

uzak olmasını istiyordu. Böylece dünyanın süslü elbiselerini

heves etmek, dünyada yerleşmeyi düşünmek ve dünyadan

makam ummak istemiyordu. Dünyayı gönlünden çıkarmış, kalbinden

sıyırmış ve gözünden uzaklaştırmıştı. Bu böyledir; insan bir

şeyden nefret edince, ona bakmaktan ve onun yanında anılmasından

da nefret eder."

 

7- el-İhticac adlı eserde Musa b. Cafer'in (a.s) babasından, onun

da dedelerinden, onların da İmam Hasan'dan (a.s) naklederek

verdikleri bilgiye göre İmam Ali (a.s) uzun bir rivayetin bir yerinde

şöyle buyurmuştur: "Peygamberimiz (s.a.a) öyle çok ağlardı

ki, namaz kıldığı yer ıslanırdı. Hiçbir günahı olmadığı hâlde Allah'-

tan korktuğu için ağlardı..." [c.1, s.331, en-Nu'man Yayınevi]

8- el-Menakıb adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz

(s.a.a) baygın düşene kadar ağlardı. Kendisine, 'Senin önceki ve

sonraki bütün günahların affedilmiş değil mi?' diye sorulduğunda,

'Ben şükreden bir kul olmayayım mı?' karşılığını verirdi. Peygamberimizin

(s.a.a) vasîsi olan Hz. Ali (a.s) de ibadetleri sırasında böyle

baygın düşerdi."

 

Ben derim ki: Peygamberimize (s.a.a) bu soruyu soran kimse,

ibadetin amacının azaptan kurtulmak olduğu faraziyesine dayanıyordu.

Rivayetlere göre bu tür ibadet kölelerin ibadetidir. Peygamberimizin

(s.a.a) verdiği cevap ise, ibadetin Allah'a şükretmek

maksadı ile yapılması gerektiği ilkesine dayanıyor ki, bu da seçkinlerin

ibadetidir ve ibadetlerin başka ve farklı bir çeşididir. Ehlibeyt

İmamlarından (Allah'ın selâmı onlara olsun) gelen rivayete

göre, öyle ibadetler var ki, azap korkusu ile yapılır. Bu ibadetler

kölelerin ibadetidir. Öyle ibadetler var ki, sevap arzusu ile yapılır.

Bu ibadetler tacirlerin ibadetidir. Öyle ibadetler de var ki, Allah'a

şükretmek için, bazı rivayetlere göre ise Allah sevgisinin etkisi ile,

diğer bazı rivayetlere göre de Allah buna lâyık olduğu için yapılır.

[bkz. Bihâr'ul-Envâr, c.70, s.255, h:7]

 

Bu rivayetlerin anlamını dördüncü ciltte, "Şükredenleri ise Allah

ödüllendirecektir." (Âl-i İmrân, 144) ayetinin tefsiri sırasında

 

432.......................... – c.6

 

uzun uzun açıkladık. Orada şu gerçeği vurguladık: Allah'a ibadet sırasında

O'na şükretmek, O'na ihlâsla yönelmek demektir. Şükreden

kullar, "Hâşâ Allah, onların taktıkları sıfatlardan münezzehtir.

Fakat Alah'ın halis kulları hariç." (Sâffât, 159-160) gibi ayetlerde

kastedilen halis edilmiş seçkin kullardır.

 

9- İrşad-i Deylemî adlı eserde şöyle yer alır: "İbrahim Peygamber

(a.s) namaz kılarken Allah korkusunun etkisi ile, korkuya kapılmış

kimselerin seslerine benzer bir ses çıkarırdı. Peygamber

(s.a.a) de öyle yapardı."" [c.1, s.105]

 

10- Ebu'l-Futuh tefsirinde Ebu Said Hudri'den şöyle nakledilir:

"Yüce Allah, 'Ey inananlar! Allah'ı çok zikredin.' (Ahzâb, 41) ayetini

indirdiğinde, Peygamberimiz (s.a.a) o kadar çok Allah'ı zikretmeye

daldı ki, kâfirler, 'Bu adamı cinler çarptı' dediler."

 

11- el-Kâfi adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Zeyd

Şeh-ham'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Pey-gamberimiz (s.a.a) her gün yetmiş kere Allah'a tövbe

ederdi." Kendisine, "Peygamberimiz (s.a.a) 'estağfirullahe ve

etûbu ileyhi (Allah'tan af diler, ona tövbe ederim)' diyerek mi tövbe

ederdi?" diye sordum. İmam bana, "Hayır, etûbu ilellah (Allah'a

tövbe ederim) derdi" karşılığını verdi. Kendisine, "O tövbe ettikten

sonra günah işlemezdi. Biz ise tövbe ediyor, fakat arkasından yine

günah işliyoruz" dedim. Buyurdu ki: "Allah yardımcımız olsun." [Usûl-

i Kâfi, c.2, s.432]

 

12- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde Kitab'un-Nübüvvet adlı eserden

aktarılarak verilen bilgiye göre İmam Ali (a.s) Peygamberimizi

(s.a.a) tanıtırken şöyle derdi: "O insanların en cömerdi, en cesuru,

en doğru sözlüsü, en ahdine sadık olanı ve en yumuşak huylusu

idi. Yakınları da en saygın yakınlardı. Onu ilk görenler, ondan korkup

çekinirlerdi. Onunla oturup kalkarak onu tanıyanlar onu severlerdi.

Ben, ne ondan önce ve ne ondan sonra onun gibi birini görmedim.

Allah'ın selâm ve rahmeti onun üzerine olsun." [s.18]

 

13- el-Kâfi adlı eserde Ömer b. Ali'ye dayanılarak verilen bilgiye

göre İmam Ali (a.s) şöyle dedi: "Peygamberimizin (s.a.a) yeminlerinden

biri 'Lâ ve's-teğfirullahe (Hayır, Allah'tan af dilerim.)' şeklinde

idi." [Fürû-i Kâfi, c.7, s.140]

14- İhya'ul-Ulûm adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberi

 

................................ 433

 

miz (s.a.a) şiddetli vecde geldiği zaman sık sık mübarek sakalını

sıvazlardı. [c.7, s.140]

 

15- Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) insanların

en cömerdi idi. Yanında dinar ve dirhem diye hiç para kalmazdı.

Eğer elinde bir şey kalır da onu birine vermeden akşam

olurduysa, onu ihtiyacı olan birine vermeden evine gitmezdi. Allah-

'ın kendisine verdiklerinden sadece yıllık geçimini karşılayacak

kadarını alırdı. Bunlar da en ucuzundan bir miktar arpa ve hurma

olurdu. Diğerlerini Allah yolunda harcardı."

 

"Kendisinden ne istenirse verirdi. Sonra yıllık geçimi için sakladığı

azığa döner, onu da muhtaçlara vererek onları kendinden

öne geçirirdi. Öyle ki, birçok zaman dünya malından kendisine bir

şeyler gelmemiş olurduysa, yıl sonu gelmeden muhtaç duruma

düşerdi. Kendisine ve dostlarına zararı dokunsa da hakkı yerine

getirirdi. Düşmanları arasında korumasız gezerdi. Dünyanın hiçbir

işi onu korkutmazdı."

 

"Fakirlerle oturup kalkar, yoksullarla birlikte yemek yerdi. Faziletli

kimseleri ahlâkları yüzünden üstün tutar, şerefli kimselere

iyilik ederek onlarla yakınlık kurardı. Yakınları ile sık sık görüşür,

fakat onları kendilerinden daha faziletli olan kimselere tercih

etmezdi. Hiç kimseye zulmetmez, hakkını çiğnemezdi. Özür beyan

edenlerin mazeretlerini kabul ederdi."

 

"Köleleri ve cariyeleri vardı. Fakat yemekte ve giyimde kendini

onlardan üstün tutmazdı. Bütün zamanını ya Allah için bir amel işleyerek

veya kendi için faydalı olan bir iş yaparak geçirirdi. Dostlarının

bahçelerinde gezintilere çıkardı. Hiç kimseyi fakir ve hastalıklı

olduğu için küçümsemezdi. Hiçbir padişahtan da padişah olduğu

için korkmazdı. Her ikisini (padişahı da, fakiri de) aynı üslûpla Allah'a

çağırırdı." [c.7, s.120]

 

16- Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) insanların

en zor öfkeleneni ve en çabuk hoşnut olanı idi. İnsanlara

insanlarn en şefkatlisi, insanlar için insanların en hayırlısı ve insanlara

insanların en yararlı olanı idi." [c.7, s.115]

 

17- Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a)

sevinince ve hoşnut olunca, insanların en güzel hoşnut olanı idi. Öğüt

verirken ciddî idi. Öfkelendiğinde -ki yalnız Allah için öfkelenir

 

434...................... – c.6

 

di- öfkesine hiçbir şey karşı koyamazdı. Bütün işlerinde böyle idi.

Başına bir dert geldiğinde, işi Allah'a havale eder, kendinde güçkuvvet

olmadığını belirtir ve Allah'tan kurtuluş yolu göstermesini

isterdi."

 

Ben derim ki: Allah'a tevekkül etmek, işleri O'na havale etmek

ve insanın güç-kuvvetten uzak olduğunu belirterek Allah'tan çıkış

yolu göstermesini istemek, birbirine bağlı ilkelerdir ve hepsi birlikte

aynı temel inançtan kaynaklanırlar. Bu temel inanç, bütün gelişmelerin

Allah'ın yenilmez iradesine, sonsuz ve ezici gücüne dayandığı

gerçeğidir. Kur'ân'da ve sünnette bu gerçeğe yönelik çağrı

sık sık vurgulanmaktadır. Şu ayetlerde olduğu gibi, "Tevekkül edenler

yalnız Allah'a tevekkül etsinler." (İbrahîm, 12) "Ben işimi Allah'a

havale ediyorum." (Mü'min, 44) "Kim Allah'a tevekkül ederse,

O ona yeter." (Talâk, 3) "Biliniz ki, yaratmak da, emretmek de, O'a

mahsustur." (A'râf, 54) "Ve şüphesiz son varış Rabbinedir." (Necm,

42) Kur'ân'da bu anlamda daha birçok ayet olduğu gibi bu konudaki

rivayetler de sayılamayacak kadar çoktur.

 

Bu ahlâkla ahlâklanmak ve bu edep kurallarını gözetmek, insana

gerçeklerin mecrasını izleme ve realitelerle uyumlu işler

yapma imkânı verir, onu fıtrat dinine bağlı tutar. Çünkü bütün işlerin

Allah'ın iradesine dayandığı ilkesi, kesin bir gerçektir. Nitekim

yüce Allah, "İyi bilin ki, bütün işler Allah'a döner." (Şûrâ, 53) buyuruyor.

Ayrıca bu düşüncenin başka önemli bir faydası da vardır ki,

o da şudur: İnsanın sonsuz bir gücün ve yenilmez bir iradenin sahibi

olduğuna inandığı Rabbine dayanması, onun iradesini güçlendirir

ve azminin dayanaklarını pekiştirir. O zaman, insan önüne

çıkan hiçbir engel yüzünden tökezlemez, hiçbir sıkıntı ve yorgunluk

yüzünden azmi gevşemez, hiçbir nefsanî dürtünün ve hiçbir

şeytanî vesvesenin, içinde uyandırdığı vehimler yüzünden yolundan

dönmez.

 

Hz. Muhammed'in (s.a.a) Gündelik Hayatındaki Bazı

Sünnetler ve Edep Kuralları

 

18- İrşad-i Deylemî adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz

(s.a.a) elbiselerini kendisi yamalar, pabuçlarını kendisi diker, kölelerle

birlikte yemek yer, yerde oturur, eşeğe biner ve arkasına biri

 

...................................... 435

 

ni bindirirdi. Ailesinin ihtiyaçlarını eve taşımaktan utanmazdı.

Zenginlerle de, fakirlerle de el sıkışır, el sıkıştığında karşı taraf elini

bırakmadıkça kendisi karşı tarafın elini bırakmazdı. Zenginfakir,

büyük-küçük karşılaştığı herkese selâm verirdi. Çürük hurma

olsa bile kendisine edilen ikramı küçümsemezdi."

 

"Peygamberimiz (s.a.a) az masraflı geçinir, yüce karekterli,

güzel geçimli ve güler yüzlü idi. Tebessüm eder, fakat gülmezdi.

Mahzun görünüşlü idi, ama asık suratlı değildi. Alçak gönüllü idi,

ama zillet görüntüsü vermezdi. Cömertti; fakat israfa kaçmazdı.

İnce kalpli idi. Bütün Müslümanlara karşı merhametli idi. Çok yemek

yediği için geğirdiği hiç işitilmemiş, hiçbir zaman hiçbir şeye

karşı tamahkârlık göstermemiştir." [c.1, s.115, Beyrut baskısı]

19- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz

(s.a.a) aynaya bakar, saçını ve sakalını tarardı. Kimi zaman

[ayna bulamadığında] suya bakarak saçını düzeltirdi. Aile fertlerine

karşı yaptığından daha çok ashabı için süslenirdi ve 'Allah, kulunun

arkadaşlarının yanına giderken hazırlanıp süslenmesini sever.'

derdi." [s.34]

 

20- İlel'uş-Şerâyi, Uyûn-u Ahbar'ir-Rıza ve el-Mecalis adlı eserlerin

İmam Rıza'ya (a.s), onun da dedelerine (hepsine selâm olsun)

dayanarak verdiği bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) şöyle

dedi: "Şu beş şeyi ölünceye kadar bırakmam: Kölelerle birlikte yer

sofrasında yemek yemek, çıplak sırtlı eşeğe binmek, elimle keçi

sağmak, yünden dokunmuş elbise giymek ve çocuklara selâm

vermek. Bunları, benden sonra sünnetim olsun diye yapıyorum."

[İlel'üş-Şerâyi, s.130, bab:108, h:1]

 

21- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre

İmam Ali (a.s), Benî Sa'd kabilesinden birine şöyle dedi: "Sana

kendim ve eşim Fatıma hakkında bir bilgi vereyim istemez misin?...

Bir sabah biz henüz yataktayken Peygamber (s.a.a) bize

geldi ve 'es-Selâmu aleykum' dedi. Biz içinde bulunduğumuz durumdan

utandığımız için ses çıkarmadık. Arkasından yine, 'es-

Selâmu aleykum' dedi. Biz yine ses çıkarmadık. Arkasından bir

daha 'es-Selâmu aleykum' deyince, eğer cevap vermezsek geri

döner diye korktuk. Çünkü hep böyle yapardı. Bir eve varınca, kapıda

üç kere selâm verir ve eğer girmesine izin verilmezse geri

dönerdi. İşte bu endişe ile, 'Ve aleyk'es-selâm, ey Allah'ın Resulü,

 

436 ................................. – c.6

 

buyur.' dedik. Bunun üzerine içeri girdi." [c.1, s.11, h:32]

 

22- el-Kâfi adlı eserde Rib'î b. Abdullah'a dayanılarak verilen

bilgiye göre İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle dedi: "Peygamberimiz

(s.a.a) kadınlara selâm verir, onlar da onun selâmına cevap verirlerdi.

İmam Ali (a.s) de kadınlara selâm verirdi. Fakat genç kızlara

selâm vermek istemezdi. Bunun sebebini şöyle açıklardı: Seslerinin

hoşuma gideceğinden ve böylece selâm vermekten beklediğim

sevaptan daha büyük zarara uğrayacağımdan korkuyorum."

[Usûl-i Kâfi, c.2, s.148, h:1]

 

Ben derim ki: Bu rivayeti, Şeyh Saduk mürsel olarak [raviler

zincirine yer vermeyerek]1 ve Tabersî'nin torunu, el-Mişkat adlı eserinde

el-Mehasin adlı eserden iktibas ederek nakletmiştir.

 

23- Yine el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdülazim

b. Abdullah el-Hasanî'nin merfu olarak aktardığı bir hadiste

şöyle dediğini nakleder: "Peygamberimizin (s.a.a) üç türlü oturuşu

var-dı: 'Kurfesa' diye adlandırılan birinci şekilde ayak bileklerini

diker ve ayak bileklerinin önünden elleri ile dirseklerini kavrardı.

İkincisinde dizleri üzerine çömelirdi. Üçüncüsünde bir ayağını

büker ve öbür ayağını onun üzerine uzatırdı. Bağdaş kurarak

oturduğu hiç görülmemiştir." [Usûl-i Kâfi, c.2, s.558, h:2]

 

24- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserin Kitab'un-Nübüvvet adlı eserden

iktibas ederek naklettiğine göre İmam Ali (a.s) şöyle diyor:

"Peygamberimizin (s.a.a), el sıkıştığı kişinin elini karşı taraf elini

çekmeden bıraktığı hiç görülmemiştir. Biri ona uzun uzun bir ihtiyacını

arz ettiğinde veya onunla arasında yaptığı konuşmayı uzattığında,

karşı taraf konuşma yerinden ayrılmadan önce onun konuşma

yerinden ayrıldığı hiç görülmemiştir. Biri onunla tartıştığında

susardı (tartışmayı kesen taraf mutlaka o olurdu), karşı taraf

susana kadar onu dinlerdi. Onunla oturana doğru ayaklarını uzattığı

hiç görülmemiştir. "

 

"İki iş arasında tercih yapması istendiğinde, mutlaka zor olanı

seçerdi. Şahsına yapılan hiçbir haksızlığın intikamını almaya

kalkışmazdı. Yalnız Allah'ın yasaklarının çiğnendiği durumlar hariç.

O zaman yüce Allah adına öfkeye kapılırdı. Ölünceye kadar bir

1- [Men La Yahzuruh'ul-Fakih, c.3, s.300, h:19]

 

...................................... 437

 

şeye yaslanarak yemek yediği olmadı. Kendisinden bir şey istenip

'Hayır' dediği hiç olmazdı. Biri ondan bir şey isteyince ya isteğini

karşılar veya güzel sözlerle gönlünü alırdı. Namazı hem hafif, hem

de eksiksiz olurdu. Hutbeleri (konuşmaları) kısa ve özlü olurdu. Bir

yere gelmekte olduğu, yaydığı güzel kokudan bilinirdi."

 

"Bir toplulukta yemek yediğinde yemeğe ilk o başlar ve en son

o sofradan el çekerdi. Yemek yerken önünden yerdi. Sadece meyve

ve hurma yerken elini tabakta gezdirirdi. Suyu üç nefeste içerdi.

Suyu yudum yudum içerdi, bir kere de yutmazdı. Yemek yemesi,

su içmesi, alması ve vermesi sağ eli ile olurdu. Her şeyi sadece

sağ eli ile alır ve mutlaka sağ eli ile verirdi. Sol elini bedeninin diğer

işlerinde kullanırdı. Elbise giymeye, ayakkabı giymeye ve taranmaya

varıncaya kadar bütün işlerini sağ eli ile yapmayı severdi."

 

"Dua ederken duasını üç kere tekrarlar, konuşurken sözlerini

tekrarlamaz, bir defa söylerdi. Bir yere girerken üç kere izin isterdi.

Herkesin anlayacağı açıklıkta konuşurdu. Konuşurken dişlerinin

arasından nur çıkıyor gibi görünürdü. Onu gördüğünde üst dişlerinin

seyrek olduğunu sanırdın, ama öyle değildi."

 

"Bakarken göz ucu ile bakardı. Hiç kimseye hoşuna gitmeyecek

söz söylemezdi. Yürürken yokuş iner gibi heybetli yürürdü. Devamlı,

'En iyileriniz, ahlâkı en güzel olanınızdır' derdi. Hiçbir zevki

yermez ve de övmezdi. Yanında konuşanlar tartışmaya

girmezlerdi. Ondan söz edenler 'Onun gibisini ne ondan önce ve ne

ondan sonra gözlerim görmedi' derlerdi." [s.23]

 

25- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cemil b.

Derrac'tan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Peygamberimiz (s.a.a) bakışlarını ashabı arasında bölüştürür ve

her birine eşit şekilde bakardı. Arkadaşları arasında ayaklarını uzatarak

oturduğu hiç görülmemiştir. Biri ile el sıkıştığında, karşı

taraf elini bırakmadan elini çekmezdi. Herkes bu durumun farkında

olduğu için onunla kim el sıkışsa, elini kendine doğru çekerek,

Peygamberin elini bırakırdı." [Usûl-i Kâfi, c.2, s.671, h:1]

 

26- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle nakledilir: "Resulullah

(s.a.a) her konuşmasında sözlerini gülümseyerek söylerdi." [s.21]

 

27- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Yunus Şeybanî şöyle

 

438 ........................ – c.6

 

diyor: "İmam Cafer Sadık (a.s) bana, 'Birbirinizle şakalaşıyor musunuz?'

diye sordu. Ben, 'Ara sıra.' dedim. İmam bana şöyle dedi:

Şakalaşsanız ya... Çünkü şakalaşmak iyi ahlâkın bir göstergesidir.

İnsan şakalaşınca Müslüman kardeşini sevindirmiş olur. Peygamberimiz

(s.a.a) karşısındakilerle onları sevindirmek maksadı ile

şakalaşır, latife yapardı." [s.21]

 

28- Yine Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserin Ebu'l-Kasım Kufî'nin

Kita-b'ul-Ahlâk adlı eserinden iktibas edip naklettiğine göre İmam

Cafer Sadık (a.s) şöyle diyor: "Her müminin espri konusu olacak

bir özelliği vardır. Peygamberimiz (s.a.a) insanlarla şakalaşır, fakat

(şakasında da) sadece gerçeği söylerdi." [s.21]

 

29- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muammer

b. Hallad'ın şöyle dediğini nakleder: "İmam Ebu'l-Hasan'a

(a.s), 'Canım sana feda olsun, insan öyle bir toplulukta oluyor ki,

insanlar bazı sözler söyleyerek birbirleri ile şakalaşıp gülüşüyorlar,

buna ne dersin?' diye sordum. İmam '...olmadıkça bir sakıncası

yok.' dedi. Öyle zannediyorum ki, İmamın 'olmadıkça' ifadesinden

maksadı, küfür ve çirkin, edep dışı sözlerdir."

"Sonra İmam sözlerine şöyle devam etti: Peygamberimize

(s.a.a) bir bedevî gelir, ona hediye getirirdi. Arkasından da Peygamberimize

(s.a.a), 'Hediyemizin bedelini ver.' diye takılırdı. Peygamberimiz

(s.a.a) de onun bu sözüne gülerdi; öyle ki canı sıkıldığında,

dertli zamanlarında, 'Bizim bedevî ne yapıyor? Keşke bize

gelse!' derdi." [Usûl-i Kâfi, c.2, s.663, h:1]

 

30- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Talha b.

Zeyd'e dayanarak verdiği bilgiye göre İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle

dedi: "Peygamberimiz (s.a.a) çoğunlukla yüzü kıbleye dönük olarak

otururdu."

 

31- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimize

(s.a.a) hayır dua etsin diye getirilen çocukları efendimiz çocukların

ailelerini onurlandırmak için kucağına alırdı. Kimi zaman

küçükler kucağında çiş ederlerdi. Bunu görenler bağırıp çağırınca,

'Çocuğun sidiğini kesmeyin de işini bitirsin.' derdi. Sonra çocuğa

hayır dua eder veya ad takardı. Ailesi bu durumdan son derece

memnun olurdu. Peygamberimizi, çocuklarının kucağında çiş etmiş

olmasından rahatsız olmuş görmezlerdi. Onlar gittikten sonra

 

.......................................... 439

 

Peygamberimiz elbisesini yı-kardı." [s.25]

 

32- Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a)

hayvan sırtındayken hiç kimsenin yanında yaya yürümesine izin

vermezdi. Mutlaka yanındakini de bineğine alırdı. Eğer adam binmeyi

reddederse 'Önümden git ve istediğin yerde buluşalım' derdi."

[s.22]

 

33- Yine aynı eserde Ebu'l-Kasım Kufî'nin, Kitab'ul-Ahlâk adlı

eserde şöyle dediği nakledilir: "Rivayetlerden edindiğimiz bilgiye

göre Peygamberimizin (s.a.a) şahsı için intikam aldığı asla görülmemiştir.

O her zaman affeder, karşı tarafın kusurunu bağışlardı."

 

34- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Peygamberimiz

(s.a.a) arkadaşlarından birini üç gün görmeyince ne olduğunu sorardı.

Eğer yolculuğa çıkmışsa, ona dua eder; eğer evinde olursa,

onu görmeye gider ve eğer hasta olduğunu öğrenirse, ziyaretine

koşardı." [s.19]

 

35- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Enes b. Malik şöyle

diyor: "Peygamberimize (s.a.a) hizmet ettiğim dokuz yıl boyunca

bana, 'Şu işi şöyle yapsaydın ya.' dediğini veya herhangi bir konuda

beni azarladığını hiç hatırlamıyorum." [s.16]

 

36- İhya'ul-Ulûm'da verilen bilgiye göre Enes b. Malik şöyle diyor:

"Peygamberimizi (s.a.a) hak üzere gönderen Allah adına

yemin ederim ki, hoşuna gitmeyen hiçbir iş için bana, 'Bunu niye

yaptın?' dediği olmadı. Eşleri ne zaman beni azarlamağa kalkışsalardı,

'Bırakın onu, onun yaptığı kitap ve takdir gereğidir' derdi."

[c.7, s.112]

 

37- Yine aynı eserde Enes b. Malik'ten şöyle rivayet eder: "Kim

olursa olsun, ashabından biri veya bir başkası Resulullah'ı (s.a.a)

kendisini çağırdığında ona, "Lebbeyk=buyur" diye karşılık verirdi."1

[c.7, s.145]

 

38- Yine aynı eserde şöyle nakledilir: "Peygamberimiz (s.a.a),

ashabını onurlandırmak ve gönüllerini almak için onları künyeleri

ile çağırırdı. Künyesi olmayanlara ise künye takardı ve o adam artık

Peygamberin kendisine verdiği künye ile çağrılırdı. Çocuklu ka-

 

1- [Bu rivayet, İhya'ul-Ulûm adlı eserde aynı şekilde yer almıştır; ama rivayetin

ravisi Enes değildir.]

 

440 ..................... – c.6

 

dınlara olduğu gibi, çocuksuz kadınlara da künye takardı. Hatta

çocuklara bile künye takarak onların gönüllerini hoş ederdi." [c.7,

s.115]

 

39- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz

(s.a.a) yanına gelenleri kendi minderine oturturdu. Eğer adam oturmak

istemese ısrar ederek ona minderinde oturmayı kabul ettirirdi.

[c.7, s.114]

 

40- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Aclan'ın

şöyle dediğini nakleder: "Bir gün İmam Cafer Sadık'ın (a.s) yanında

idim. O sırada bir dilenci geldi. İmam kalktı ve hurma dolu bir

sepetin yanına gitti ve bir avuç hurma alarak dilenciye verdi. Sonra

bir dilenci daha geldi. İmam yine yerinden kalkarak ona da bir

avuç hurma verdi. Arkasından bir başka dilenci daha geldi. İmam

yine kalktı ve ona da bir avuç hurma verdi. Bir süre sonra yine bir

başka dilenci gelince, 'Bize de, sana da Allah rızk versin.' dedikten

sonra sözlerine şöyle devam etti:

"Peygamberimiz (s.a.a) kendisinden dünya malı bir şey isteyen

herkese istediğini verirdi. Bir gün kadının biri oğlunu Peygambere

gönderdi. Gönderirken oğluna, 'Git ve ona isteyeceğin şeyi

söyle. Eğer 'Verecek bir şeyimiz yok' derse, 'Bana sırtındaki gömleği

ver, de.' diye tembih etti. Çocuk da annesinin dediğini yapınca,

Peygamberimiz (s.a.a) gömleğini çıkararak çocuğun önüne attı.

(Başka bir nüshaya göre çıkarıp çocuğa verdi.)"

"Ama yüce Allah, onu infakta, ne israf, ne de cimrilik etmeyip

mutedil olması yönünde terbiye etmek amacıyla şu eğitici mesajı

indirdi: Elini boynuna bağlanmış yapma (cimri olma), tamamen

de açma. Sonra kınanır, hasret içinde kalırsın." (İsrâ, 29] [Fürû-i Kâfi,

c.4, s.55, h:7]

 

41- Yine aynı eserde Cabir'e dayanılarak verilen bilgiye göre

İmam Bâkır (a.s) şöyle diyor: "Peygamberimiz (s.a.a) hediye olarak

verilen yiyecekten yer, fakat sadakadan yemezdi." [Fürû-i Kâfi, c.5,

s.143, h:7]

 

42- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Musa b. İmrân b. Bezî'

şöyle dedi: "Bir gün İmam Rıza'ya (a.s) 'Canım sana feda olsun,

insanların rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz (s.a.a) bir yere

giderken kullandığı yolu değiştirerek başka bir yoldan dönerdi. Bu

rivayet doğru mu?' diye sordum. İmam bana şu cevabı verdi: 'Evet,

 

......................................... 441

 

doğrudur. Ben de çoğu zaman öyle yaparım. Sen de öyle yap.' Ardından

İmam, 'Bil ki eğer böyle yaparsan, daha çok rızk elde edersin.'

dedi." [Fürû-i Kâfi, c.5, s.314, h:14]

 

43- el-İkbal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam

Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakleder: "Peygamberimiz

(s.a.a) her zaman güneş doğduktan sonra evden çıkardı." [s.281]

 

44- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdullah

b. Muğîre'den, o da adını verdiği bir raviden şöyle nakleder: "Peygamberimiz

(s.a.a) bir eve girince, girdiği zaman topluluğun kapıya

en yakın olan noktasına otururdu." [Usûl-i Kâfi, c.2, s.662, h:6]

Ben derim ki: Bu rivayete, Tabersî'nin torunu da Mişkat'ul-

Envâr adlı eserinde, el-Mehasin ve diğer kaynaklara dayanarak yer

vermiştir. [s.204]

 

45- Peygamberimizin (s.a.a) temizlik ve süslenme ile ilgili sünnetleri

ve edepleri konusunda, Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle

deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) başını ve sakalını sidr ile yıkardı."

 

46- el-Caferiyyat adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cafer

b. Muhammed'den (a.s), o da dedelerinden İmam Ali'nin (a.s)

şöyle buyurduğunu nakleder: "Peygamberimiz (s.a.a) sık sık saçlarını

tarayıp düzeltirdi. Çoğu zaman taranırken su kullanır ve 'Su

mümin için yeterli güzel kokudur' derdi." [s.156]

 

47- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre

Peygamberimiz (s.a.a) şöyle dedi: "Mecusiler sakallarını kısaltıp

bıyıklarını uzatırlar. Biz ise bıyıklarımızı kısaltıp sakallarımızı uzatırız."

[c.1, s.76, h:334]

 

48- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam

Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Tırnakları kesmek Peygamberin

(s.a.a) sünnetidir."

 

49- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde şöyle deniyor: "Rivayete

göre kesilen saçları, tırnakları ve kanı toprağa gömmek sünnettir."

[c.1, s.74, h:94]

 

50- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed

b. Müslim'in şöyle dediğini nakleder: "İmam Muhammed Bâkır'a

(a.s) kına ile saç boyama konusu soruldu. İmam da bu soruya,

'Peygamberimiz (s.a.a) kına ile saçlarını boyardı. İşte onun biz

 

442............................. – c.6

 

de bulunan boyanmış saçı!' diye cevap verdi." [c.1, s.69, h:53]

 

51- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz

(s.a.a) vücuduna yağ sürerdi. Vücudunun entarisi dışında

kalan bölgelerine yağ süren biri yağ sürer, sıra entarisinin

altına gelince yağ sürme işini kendisi yapardı. [s.35]

 

52- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde İmam Ali'den (a.s)

şöyle nakleder: "Koltuk altı tüylerini almak kötü kokuyu giderir.

Bunu yapmak temizliktir ve temizlik Peygamberimizin (s.a.a) emrettiği

bir sünnettir." [c.1, s.68, h:264]

 

53- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimizin

(s.a.a) bir sürme kalemi vardı. Her gece onunla gözlerine

sürme çekerdi. Kullandığı sürme, İsmid (Antimon) sürmesi

(taşı) idi. [s.34]

 

54- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Usame'ye

dayandırdığı rivayette İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini

nakleder: "Dişleri misvaklamak (fırçalamak), Peygamberin

(s.a.a) sün-netidir." [Fürû-i Kâfi, c.3, s.23, h:2]

 

55- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet

zinciriyle Hz. Ali'nin (a.s) 400 kelimelik hadisinde şöyle dediğini rivayet

eder: "Dişleri misvaklamak Allah'ı razı eden, Peygamberin

(s.a.a) sünneti olan ve ağzı temizleyen bir uygulamadır."

Ben derim ki: Peygamberin (s.a.a) dişlerini misvakladığı [ve

bunu kendinden bir sünnet olarak bıraktığı] konusunda, her iki

mezhep kanalı ile nakledilen çok sayıda rivayet vardır.

 

56- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre

İmam Sadık (a.s) şöyle diyor: "Şu dört şey peygamberlerin ahlâkındandır:

Güzel koku sürünmek, ustura ile tıraş olmak, vücuttaki

istenmeyen tüyleri nure (kıl döken bir ilâç çeşidi) ile temizlemek

ve eşlerle çok yatıp kalkmak." [c.1, s.77, h:120]

 

57- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdullah

b. Sinan'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini nakleder:

"Peygamberimizin (s.a.a) bir misk hokkası vardı. Her abdestten

sonra onu ıslak eline alırdı. Böylece dışarı çıktığında yaydığı temiz

kokudan onun gelmekte olduğu anlaşılırdı." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.515,

h:3,]

 

58- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre Peygamberimiz (s.a.a)

kendisine ikram edilen her ıtırdan sürünür ve

"Kokusu güzel ve taşınması kolay." derdi. Eğer kokudan sürünmez

ise, parmağını içine batırıp koklardı. [s.34]

 

59- Aynı eserde verilen biliye göre Peygamberimiz (s.a.a) Ud

ağacının buharını koklardı. [s.34]

 

60- Zahîret'ul-Mead adlı eserde verilen bilgiye göre Peygamberimizin

(s.a.a) en sevdiği koku türü misk idi.

 

61- el-Kâfi adı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İshak

Tavil Attar'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Pey-gamberimiz (s.a.a) yemek için yaptığı harcamadan daha

çoğunu koku için yapardı." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.512, h:18]

 

62- Aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Cafer

Sadık'tan (a.s) İmam Ali'nin (a.s) şöyle dediğini nakleder: "Bıyıklara

güzel koku sürmek, peygamberlerin ahlâkındandır ve amelleri

yazan meleklere saygı göstermektir." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.510, h:5]

 

63- Yine aynı eserde müellifin kendi rivayet zinciriyle Seken

Hazzaz'a dayandırdığı hadiste İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediği

rivayet edilir: "Bulûğ çağındaki her erkeğin her cuma günü bıyıklarını

kısaltması, tırnaklarını kesmesi ve güzel koku sürünmesi

gerekir. Peygamberimiz (s.a.a) cuma günü olunca eğer yanında

güzel koku yoksa, eşlerinden birinin kokulu baş örtüsünü ister,

suda ıslattıktan sonra onunla yüzünü ovardı." [Fürû-i Kâfi, c.6, s511,

h:10]

 

64- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet

zinciriyle Ammar'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu

nakleder: "Peygambere (s.a.a) Ramazan Bayramında güzel

koku hediye edildiğinde, kokuyu ikram etmeye önce eşlerinden

başlardı."1

 

65- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz

(s.a.a) çeşitli yağlar sürünürdü. Çoğunlukla menekşe

yağı sürünür ve "Bu, yağların en iyisidir." derdi. [s.33]

 

66- Peygamberimizin (s.a.a) yolculukla ilgili adabı hakkında,

 

1- [Men La Yahzuruh'ul-Fakih kitabının c.2, s, 113. hadisinde bu rivayet

mürsel olarak nakledilmiştir. Fakat aynı kitabın c.4, s.170'de bu hadis bu senetle

dipnotta rivayet edilmiştir.]

 

444 ........................................ – c.6

 

Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle

Abdullah b. Sinan'dan İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) şöyle

buyurduğunu nakleder: "Peygamberimiz (s.a.a) perşembe günleri

yola çıkardı." [c.2, s.173, h:3]

 

Bu anlamda çok sayıda hadis vardır.

 

67- Emân'ul-Ahtâr ve Mısbah'uz-Zâir adlı eserlerde, Avarif'ul-Meârif

adlı eserin şöyle rivayet ettiği yer alır: "Peygamberimiz (s.a.a)

yolculuğa çıkarken yanında şu beş şeyi taşırdı: Ayna, sürmelik, tarak,

misvak ve -bir rivayete göre- makas."

 

Ben derim ki: Mekarim'ul-Ahlâk ile el-Caferiyat adlı eserlerde

de bu rivayet nakledilmiştir.

 

68- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde İbn-i Abbas'a dayanılarak

verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) yürürken yorgun ve

tembel olmadığı anlaşılacak şekilde yürürdü. [s.22]

 

69- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet

zinciriyle Muaviye b. Ammar'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle

buyurduğu nakledilir: "Peygamberimiz (s.a.a) yolculukları sırasında

yokuş aşağı inerken, 'La ilâhe illallah' ve yokuş yukarı çıkarken,

'Allahu Ekber' derdi." [c.2, s.179, h:1]

 

70- Kutb'un Lübb'ül-Lübab adlı eserinde verilen bilgiye göre,

Peygamberimiz (s.a.a) yolculuk sırasında konakladığı yerden ayrılmak

istediğinde, orada mutlaka iki rekât namaz kılar ve "Konakladığımız

yerler şahitlik etsinler diye bu namazları kılıyorum"

derdi.

 

71- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre,

Peygamberimiz (s.a.a) [yolculuğa çıkan] müminlerle vedalaşırken

şöy-le dua ederdi: "Allah, takvayı yol azığınız yapsın. Sizi bütün hayırlara

yöneltsin. Bütün isteklerinizi yerine getirsin. Dininizi ve

dünyanızı tehlikelerden korusun. Sağ, salim ve bol ganimetlerle,

kârlarla dönmenizi nasip etsin." [c.2, s.179, h:1]

Ben derim ki: Peygamberimizin (s.a.a) vedalaşma sırasındaki

duaları ile ilgili farklı rivayetler vardır. Fakat farklılıklarına rağmen,

sağ salim ve bol ganimetlerle dönme temennisi hepsinde vardır.

 

72- el-Caferiyat adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam

Cafer Sadık'tan (a.s), o da dedelerinden İmam Ali'nin (a.s)

şöyle buyurduğunu nakleder: "Peygamberimiz (s.a.a) Mekke'den

 

.................................... 445

 

(hacdan) gelen birine şöyle dua ederdi: Allah ziyaretlerini kabul

etsin, günahlarını affetsin ve harcadıklarının yerini doldursun."

[s.75]

 

73- Peygamberimizin (s.a.a) giyimle ilgili adabı hakkında, İhya'ul-

Ulûm adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) izar,

rida, gömlek ve cübbeden ne bulursa onu giyerdi. Yeşil elbiseler

hoşuna giderdi. Çoğunlukla beyaz elbise giyerdi ve 'Beyaz kumaşı

dirilerinize giydirin ve ölülerinize kefen yapın.' derdi."

"Savaşta veya başka zamanlarda işlemeli kaftan giyerdi. İnce

atlastan kaftanı vardı. Bu kaftanın yeşil rengi beyaz tenine güzel

giderdi. Bütün elbiseleri topuklarından aşağı inmezdi. İzarı ise

bunların üzerinde daha kısa olur ve bacaklarının ortasına kadar

inerdi. Bel bağı ile bu izarı bağlardı. Bazen namazda ve namaz dışında

bu bel bağını açardı."

"Zaferan ile boyanmış bir abası vardı. Kimi zaman sadece buna

bürünerek namaz kıldırırdı. Kimi zaman sadece kisaya bürünür,

üzerinde başka elbise olmazdı. Keçeden yapılmış bir boy elbisesi

vardı. Onu giyer ve 'Ben bir kulum, köleler gibi giyinirim' derdi.

Sırf Cuma günleri giydiği, diğer elbiselerinden ayrı iki kat elbisesi

vardı. Kimi zaman bir izar giyer, üzerinde başka bir elbise olmazdı.

İzarın uçlarını omuzları arasında bağlardı. Cenaze namazlarını bu

kıyafetle kıldığı da olurdu."

"Bazen evinde tek bir izar içinde, izara bürünmüş, sol ucunu

sağ omzuna ve sağ ucunu da sol omzuna atmış hâlde namaz kılardı

ve bu izar eşi ile münasebet hâlinde sırtında bulunan izarı olurdu.

Geceleri sadece izar içinde namaz kıldığı da olurdu. [Aslında

bu izar bir tür çarşaf görevini yapmaktaydı. Şöyle ki:] İzarın bir

kısmını kendi üzerine bağlar, diğer tarafını eşlerinden biri üzerine

sarkıtır, namazını öyle kılardı."

"Siyah renkli bir elbisesi vardı. Onu birine hediye etti. Eşi

Ümmü Seleme, 'Anam-babam sana feda olsun, o siyah elbiseye

ne oldu, ne yaptın onu?' dedi. 'Onu birine giydirdim.' dedi. Eşi, 'Siyah

renkli olma-sına rağmen siyahlığına senin beyaz tenin kadar

yakışan bir şey görmedim.' dedi."

"Enes der ki: 'Uçları bağlanmış kilime bürünerek bize öğle

namazı kıldırdığı olurdu.' Yüzük takardı. Kimi zaman evden çıkar

 

446............................... – c.6

 

ken bir şeyi hatırlasın diye yüzüğüne iplik bağlardı. Mektupları

(resmî yazıları) yüzüğü ile mühürler ve 'Yazıları mühürlemek, töhmete

maruz kalmak-tan daha iyidir.' derdi."

"Peygamberimiz (s.a.a) bazen sarığı altında ve bazen sarıksız

olarak fes giyerdi. Kimi zaman da fesini başından çıkarıp önüne

sütre yaparak namaz kılardı. Kimi zaman da sarığı bulunmaz, başına

ve alnına bir örtü bağlardı. Peygamberimizin 'Sehab=bulut'

adında bir sarığı var-dı. Onu İmam Ali'ye hediye etmişti. Bu yüzden

bazen İmam Ali (a.s) uzaktan bu sarıkla görününce Peygamberimiz,

'Ali, Sehab (bulut) içinde size geldi' diye espri yapardı."

"Peygamberimiz (s.a.a) elbise giyerken sağ tarafından giyinmeye

başlar ve 'Mahrem yerimi örten ve insanlara karşı süsleneceğim

bu elbiseyi bana giydiren Allah'a hamdolsun.' derdi. Elbisesini

çıkarırken de sol yanından çıkarmaya başlardı. Yeni bir elbise

giyince, eskisini bir yoksula verir ve 'Kim eskimiş elbisesini Allah

rızası için bir yoksula giydirirse, o yoksul bu elbiseyi giydiği sürece,

ister ölü olsun, ister haytta, o kimse Allah'ın güvencesi, koruması

ve hayrı altında olur.' derdi."

"İçi lif dolu, tabaklanmış deriden bir döşeği vardı. Boyu iki arşın,

eni de bir arşından fazla idi. Gittiği yerlerde ikiye katlanıp altına

serilmek için bir de abası vardı. Altında başka bir şey olmayan

(kuru) bir hasır üzerinde yattığı da olurdu."

"Binek hayvanlarına, silâhına ve eşyasına isim takma huyu

vardı. Sancağının adı Ukab, savaşlarda yanında bulundurduğu kılıcının

adı Zülfikâr idi. Bunun dışında Mıhzen, Rusub ve Kadip adlarında

kılıçları vardı. Kılıcının sapı gümüş işlemeli idi. Deriden bir

kayışı vardı. Bu kayışın üzerinde üç gümüş halka vardı. Okunun

adı Ketum ve ok kesesinin adı Kâfur idi. Devesinin adı Adbâ, atının

adı Düldül, merkebinin adı Ya'fur ve sütünü içtiği koyunun adı

Ayne idi."

"Seramik bir matarası vardı. Onu abdest almak ve su içmek

için kullanırdı. İnsanlar, akılları başlarında küçük çocuklarını Peygamberimize

gönderirlerdi. Bu çocuklar hiç kimse tarafından engellenmeden

Peygamberimizin (s.a.a) yanına giderlerdi. Eğer matarasında

su bulurlarsa içerler, uğur beklentisi ile yüzlerine ve vücutlarına

sürerlerdi." [c.7, s.130]

......................................... 447

 

74- el-Caferiyat adlı eserin İmam Cafer Sadık'a (a.s), onun dedelerine,

dedelerinin de İmam Ali'ye (a.s) dayanarak verdiği bilgiye

göre, Peygamberimiz (s.a.a) dikişli fes giyerdi... Zat'ul-Fuzul adı

ile anılan bir zırhı vardı. Üzerinde üç gümüş halka bulunan bu zırhın

bir halkası ön tarafında, iki halkası da arka tarafında idi...

[s.184]

 

75- el-Avalî adlı eserde bir rivayete dayanarak verilen bilgiye

göre, Peygamberin (s.a.a) siyah bir sarığı vardı. Onu başına takıp

namaz kılardı.

Ben derim ki: Rivayet edildiğine göre, Peygamberimizin (s.a.a)

sarığı üç veya beş kat idi.

 

76- el-Hısal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam

Ali'nin (a.s) dört yüz kelimelik hadisinin bir yerinde şöyle dediğini

nak-leder: "Pamuklu elbise giyin. Çünkü o, Resulullah'ın (s.a.a) elbisesidir.

Peygamberimiz (s.a.a) sadece zorunlu durumlarda tüylü

ve yünlü elbise giymiştir." [s.162]

Ben derim ki: Bu rivayeti Şeyh Saduk ayrıca mürsel olarak ve

Safvanî de Kitab'ut-Tarif adlı eserinde nakletmiştir. Bu rivayet sayesinde,

Peygamberimizin (s.a.a) yünlü elbise giydiği yolundaki

önceden geçen rivayetin anlamı da açıklık kazanıyor. Dolayısıyla

bu iki rivayet arasında çelişki yoktur.

 

77- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet

zinciriyle İsmail b. Müslim'den, o da İmam Sadık'tan (a.s) babası

İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: "Peygamberin

(s.a.a) alt ucu demirli küçük bir asası vardı. Ona dayanırdı.

Ramazan ve Kurban Bayramı namazlarında onu elinde bulundururdu."

[c.1, s.323, h:2]

 

Bu rivayet el-Caferiyyat adlı eserde de yer almıştır.

 

78- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Hişam b.

Salim'den İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Pey-gamberimizin (s.a.a) yüzüğü gümüştendi." [Fürû-i Kâfi, c.6,

s.468, h:1]

 

79- Yine aynı eserde müellifin kendi rivayet zinciriyle Ebu Hatice'ye

dayandırdığı hadiste İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediği

nakledilir: "Yüzük taşı yuvarlak olmalıdır." Ardından İmam şöyle

buyurdu: "Resulullah'ın (s.a.a) yüzüğü öyle idi." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.468,

448 .......................... – c.6 h:4]

 

80- el-Hisal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdurrahim

b. Ebu Bilad'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğni

nakleder: "Peygamberimizin (s.a.a) iki yüzüğü vardı. Birinin üzerinde

'La ilâhe ilallah, Muhammedun Resulullah (Allah'tan başka

ilâh yoktur ve Muhammed Allah'ın resulüdür)', öbürünün üzerinde

de 'Sadakallahu (Allah'ın dediği doğrudur)' diye yazıyordu." [s.61]

81- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Hüseyin b.

Halid'den, İmam Rıza'nın (a.s) bir hadiste şöyle buyurduğunu nakleder:

"Peygamberimiz (s.a.a), Hz. Ali (a.s), İmam Hasan (a.s), İmam

Hüseyin (a.s) ve diğer İmamlar sağ ellerine yüzük takarlardı."

 

82- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde İmam Sadık'tan (a.s), Hz. Ali'nin

(a.s) şöyle buyurduğu nakledilir: "Peygamberler gömleklerini

şalvarlarından önce giyerlerdi." [s.101]

Ben derim ki: Bu rivayet el-Caferiyyat adlı eserde de yer almıştır.

Değindiğimiz konularla ilgili çok sayıda rivayet vardır.

 

83- Peygamberimizin (s.a.a) evi ve onunla ilgili adabı hakkında,

İbn-i Fahd'ın et-Tahsin adlı eserinde şöyle deniyor: "Peygamberimiz

(s.a.a) tuğla üzerine tuğla koymadan vefat etti."

 

84- Lübb'ül-Lübab adlı eserde verilen bilgiye göre İmam (a.s),

"Mescitler peygamberlerin toplantı yerleridir" dedi.

 

85- el-Kâfi adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle

Sekûni'den İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Peygamberimiz (s.a.a) yazın evinden çıkarken perşembe günü

çıkar, kışın soğuklar nedeniyle evine dönmek isteyince, cuma

günü dönerdi." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.532, h:14]

Ben derim ki: Bu rivayet mürsel olarak el-Hisal adlı eserde

[s.391] de yer almıştır.

 

86- Allâme Hillî'nin kardeşi Şeyh Ali b. Hasan b. Mutahhar (Allah

her ikisine de rahmet etsin) tarafından yazılan el-Uded'ül-

Kaviyye adlı eserde, Hz. Hatice'den (r.a) şöyle nakledilmiştir:

"Resulullah (s.a.a) eve gelince su ister ve namaz için temizlik yapardı.

Sonra uzatmadan iki rekât namaz kılar, arkasından yatağına

girerdi."

 

87- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abbad b.

 

.................................... 449

 

Suheyb'in İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet ettiğini nakleder:

"Peygamberimiz (s.a.a) hiçbir düşmana gece pususu kurmamıştır."

[Fürû-i Kâfi, c.5, s.28, h:3]

 

88- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle geçer: "Peygamberimizin

(s.a.a) döşeği bir aba idi. Yastığı ise, içine hurma lifi doldurulmuş

bir deri idi. Bir gece aba ikiye katlanmıştı. Sabah olunca

Peygamberimiz (s.a.a), 'Bu gece bu döşek (rahat olduğu için) namaza

kalkmama engel oldu.' dedi ve döşeğinin tek kat olarak serilmesini

emretti. Onun bir de içinde hurma lifi doldurulmuş deriden

bir döşeği vardı. Ayrıca bir yere gittiğinde iki kat yapılarak altına

serilen bir abası vardı." [s.38]

89- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre İmam Muhammed

Bâkır (a.s) şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) uykudan kalkar kalkmaz

mutlaka Allah için secdeye kapanırdı." [s.39]

90- Peygamberimizin (s.a.a) kadınlar ve evlâtlarla ilgili adabı

konusunda, Şeyh Murtaza'nın Risalet'ul-Muhkem ve'l-Müteşabih

adlı eserinde Tefsir-i Nu'manî'ye dayanılarak verilen bilgiye göre

İmam (a.s) Ali şöyle dedi: "Sahabîlerden birkaç kişi eşleri ile yatağa

girmeyi, gündüzleri yiyip içmeyi ve geceleri uyumayı kendilerine

yasakladılar. Ümmü Seleme bunu Peygamberimize (s.a.a) haber

verince, Peygamberimiz (s.a.a) ashabının yanına gitti ve onlara

şöyle dedi: Eşlerinizden uzak duruyorsunuz öyle mi? Oysa ben

hem eşlerimle yatağa girerim, hem gündüzleri yer içerim ve hem

de geceleri uyurum. (Bunlar benim sünnetimdir.) Kim benim sünnetimden

yüz çevirirse, benden değildir..."

 

Ben derim ki: Bu anlamdaki rivayetler birçok kanaldan nakledilmiş

olarak hem Sünnî, hem de Şiî kitaplarda yer almıştır.

 

91- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet ziciriyle İshak b.

Ammar'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini nakleder:

"Kadınları sevmek, peygamberlerin ahlâkındandır." [Fürû-i Kâfi, c.5,

s.320, h:1 ve s.321, h:7]

 

92- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet ziciriyle Bekkar b.

Kerdem'in ve birden fazla başka ravilerin İmam Cafer Sadık'tan

(a.s) şöyle rivayet ettiklerini nakleder: "Peygamberimiz (s.a.a) şöyle

dedi: "Benim göz aydınlığım namazda ve haz kaynağım da kadınlarda

karar kılındı." [Fürû-i Kâfi, c.5, s.320, h:1]

450 ............................ – c.6

 

Ben derim ki: Yaklaşık bu anlamı taşıyan rivayetler başka kanallardan

da gelmiştir.

 

93- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre,

Peygamberimiz (s.a.a) bir kadınla evlenmek isteyince birini onu

görmeye gönderirdi... [c.3, s.245, h:2]

94- Tefsir'ul-Ayyâşî'de Hüseyin b. Bint-i İlyas'a dayanılarak verilen

bilgiye göre İmam Rıza (a.s) şöyle dedi: "Yüce Allah, geceleri

ve kadınları sükunet sebebi yaptı. Evliliği geceleyin yapmak ve

yemek yedirmek sünnettendir." [c.1, s.371]

95- el-Hisal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam

Ali'nin (a.s) dört yüz kelimelik hadisinin bir yerinde şöyle dediğini

nakleder: "Çocuklarınızı yedinci günlerine girdiklerinde tıraş edin

ve saçlarının ağırlığı miktarında bir fakir Müslümana sadaka verin.

Peygamberimiz (s.a.a) Hasan ve Hüseyin için ve diğer evlâtları için

böyle yaptı." [c.2, s.619]

 

Peygamberimizin (s.a.a) yemekle ilgili adabı hakkında

96- Peygamberimizin (s.a.a) yeme-içme ve sofra ile ilgili adabı

hakkında, Kuleynî el-Kâfi adlı eserde kendi rivayet zinciriyle Hişam

b. Salim ve başkalarından İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini

nakleder: "Peygamberimizin (s.a.a) en sevdiği şey, devamlı aç ve

Allah korkusu hâlinde olmaktı." [Ravzat'ül-Kâfi, c.8, s129, h:99]

97- Tabersî, el-İhticac adlı eserde kendi rivayet zinciriyle Musa

b. Cafer'den, o da babalarından Hz. Hüseyin b. Ali'nin (hepsine selâm

olsun), İmam Ali'nin (a.s) Şamlı bir Yahudinin sorularına verdiği

cevap-ları rivayet ettiği uzun hadisin bir bölümünde şöyle yer

aldığını nakleder: "Yahudi İmam'a, 'Halk, İsa'nın zahit olduğunu ileri

sürüyor. Doğru mu?' diye sordu. İmam Yahudiye şu cevabı

verdi: Evet, öyle idi. Muhammed (s.a.a) ise peygamberlerin en zahidi

idi. Cariyeler dışında on üç eşi oldu. Buna rağmen yemek artığı

ile önünden kaldırılan bir sofrası hiç olmadı. Hiç buğday ekmeği

yemedi. Arka arkaya üç gece doyasıya arpa ekmeği yediği hiç olmadı."

[c.1, s.335]

 

98- Şeyh Saduk'un el-Emalî adlı eserinde verilen bilgiye göre

Ays b. Kasım şöyle dedi: "İmam Sadık'a (a.s), 'Peygamberimizin

(s.a.a) doyasıya buğday ekmeği hiç yemediğini söylediği yolunda

babandan bir hadis rivayet ediliyor, doğru mu?' diye sordum. Bana

şöyle cevap verdi: Hayır, doğru değil. Peygamberimiz (s.a.a) buğ

 

.................................... 451

day ekmeği hiç yemedi ve doyasıya arpa ekmeği de hiç yemedi."

 

99- Kutb'un ed-Daavat adlı eserinde şöyle deniyor: "Rivayet

edildiğine göre, Peygamberimiz (s.a.a) hiç yaslanarak yemek yemedi.

Sadece bir kere yaslanarak yemeğe başladı, arkasından

hemen yere oturdu ve 'Allahım, ben senin kulun ve resulünüm'

dedi."

Ben derim ki: Bu anlamdaki rivayetleri Kuleynî ve Şeyh Tusî

çok kanallı olarak nakletmişlerdir. Ayrıca Şeyh Saduk, Barkî ve ez-

Zühd adlı eserde Hüseyin b. Said de bu anlamı içeren hadisler rivayet

etmişlerdir.

 

100- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Zeyd-i

Şehham'dan şöyle rivayet eder: "İmam Cafer Sadık (a.s), 'Peygamberimiz

(s.a.a) peygamber olduğu günden vefat ettiği güne

kadar hiçbir zaman bir şeye yaslanarak yemek yemedi. Köleler

gibi yemek yer ve köleler gibi otururdu.' buyurdu. Kendisine, 'Niçin

böyle yapıyordu?' diye sordum. 'Allah'a karşı alçak gönüllülüğünü

göstermek için.' cevabını verdi." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.27, h:1]

101- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Hatice'den

şöyle nakleder: "Benim de yanlarında olduğum bir sırada

Beşir Dehhan, İmam Cafer Sadık'a (a.s), 'Peygamberimiz (s.a.a)

sağına veya soluna yaslanarak yemek yer miydi?' diye sordu. İmam

bu soruya 'Hayır, Peygamberimiz (s.a.a) sağına veya soluna

yaslanarak yemek yemezdi. O köleler gibi oturur, öyle yerdi.' diye

cevap verdi. Ben, 'Niçin öyle yapıyordu?' diye sordum. 'Yüce Allah-

'a karşı alçak gönüllülüğünü göstermek için.' cevabını verdi." [Fürû-i

Kâfi, c.6, s.271, h:7]

 

102- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cabir'den

İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) şöyle dediğini rivayet eder:

"Resulul-lah (s.a.a) köleler gibi yemek yer, köleler gibi otururdu.

Toprak üzerinde yemek yer ve uyurdu." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.271, h:1]

103- İhya'ul-Ulûm adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz

(s.a.a) yemek yerken namazdaki insanın oturuşu gibi dizlerini

ve ayaklarını birleştirerek otururdu. Yalnız dizlerinin ve ayaklarının

birini öbürü üzerine koyardı ve "Ben bir kulum, köle gibi oturur

ve köle gibi yemek yerim." derdi. [c.7, s.121]

104- Safvanî'nin Kitab'ut-Tarif adlı eserinde verilen bilgiye gö

 

452................................ – c.6

re, İmam Ali (a.s) şöyle dedi: "Peygamberimiz (s.a.a) sofraya oturduğunda

köleler gibi oturur ve sol uyluğuna yaslanırdı."

 

105- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet

eder: "Peygamberimiz (s.a.a) yerde oturur, koyunu ayakları arasına

alıp sağar ve kölelerin davetlerine icabet ederdi."

 

106- el-Mehasin adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle

Ham-mad b. Osman'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini

nakleder: "Resulullah (s.a.a) yemek yerken parmaklarını yalardı."

[s.443, h:313]

 

107- el-İhticac adlı eserde Mevalîd'us-Sadıkîn adlı eserden

nakledilerek şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) her çeşit yemeği

yerdi. Allah'ın helâl kıldığı yiyecekleri, yemek yedikleri zaman

ailesi ve hiz-metçileri ile beraber yerdi. Aynı şekilde yemeğe

çağırdığı Müslümanlarla birlikte de yerdi. Onlar neyin üzerinde

yiyorlardıysa, onun üzerinde ve onların yediğinden [veya onlar yediği

sürece] yerdi. Yalnız eğer misafir gelirse, [ailesi ve hizmetçileriyle

değil,] misafiri ile birlikte yerdi... En sevdiği yemek, kalabalık

topluluk ile birlikte yenen yemekti."

 

Ben derim ki: Rivayetteki "Onlar neyin üzerinde yiyorlardıysa"

ifadesinden maksat, sofra ve büyük tepsi gibi şeylerdir. "Ve mâ

ekelû" ifadesinin orijinalindeki "mâ" edatı, ya mevsuledir [yani onların

yediğinden] ya da tevkıtiyedir [yani onlar yediği sürece]. "Yalnız

eğer misafir gelirse" ifadesi, "ailesi ve hizmetçileri ile beraber"

ifadesinden yapılmış bir istisnadır. [Yani misafir gelince, ailesiyle

yemezdi, misafiri ile birlikte yerdi.]

 

108- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İbn-i

Kad-dah'tan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:

Resu-lullah (s.a.a) bir toplulukla birlikte yemeğe oturunca,

yemeğe ilk başlayan ve yemekten en son el çeken kişi olurdu. Bunu

topluluk yemek yesin diye yapardı. [Fürû-i Kâfi, c.6, s.285, h:2]

109- Aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed b.

Müslim'e dayandırdığı bir hadiste İmam Muhammed Bâkır'dan

(a.s) Hz. Ali'nin (a.s) şöyle dedini nakleder: "Peygamberler akşam

yemeğini akşam namazından sonra yerlerdi. Akşam yemeğini

yemeyi ihmal etmeyin. Çünkü akşam yemeği yememek vücudun

harap olmasına yol açar." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.288, h:2]


-----------------
DEVAMI


----------------------------
Asrın en büyük tefsiri olan el-Mizan Tefsirinin 6. cilden faydalanılarak hazırlanmıştır
www.islamkutuphanesi.com
Dualarınızda bizleri unutmayın lütfen:)