ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HZ. HASAN B. ALİ EL-ASKERİ (A.S)’IN GAYBİ HABERLERİ


İMAM HASAN ASKERİ (A.S)’IN KISACA BİYOGRAFİSİ

Adı: Hasan (a.s).

Meşhur lakabı: Zekiyy’ul-Askeri.

Künyesi: Ebu Muhammed.

Baba ve ana adı: İmam Ali Naki (a.s), Selil Hatun.

Doğum yeri ve tarihi: Hicretin 223. yılı Rebi’us-Sani’nin 8’inde veya Rebi’ul-Evvel’in 24’ünde Medine’de doğdu.

İmamet dönemi: Altı yıl (254-260).

Zamanının gasıp halifeleri: Mu’taz billah, Muhtemed billah, Mutemed alallah.

Şahadet yeri ve tarihi: Hicretin 260. yılı Rebi’ul-Evvel ayının 8’inde Mu’temed’in hilesiyle 28 yaşında Samerra’da şahadete erişti.

Mezar-ı şerifi: Irak’ın Samerra kentinde.

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın hayat süresini ikiye taksim etmek mümkündür:

1) İmamet öncesi dönem (22 yıl).

2) İmamet dönemi (6 yıl).

Ömrünün büyük bir kısmını zindanda ve gözaltında geçirmiş ve bundan dolayı da Askeri lakabını almıştır.

 

1-    ALLAH’IN YARATIKLARI YARATMADAN ÖNCE ONLARIN HAKKINDA BİLGİSİ

Muhammed b. Salih Ermeni, Hz. İmam Askeri (a.s)’dan şu ayetin anlamını sordu: “Allah istediğini mahveder ve istediğini sabit kılar ve kitabın aslı onun yanındadır.”[1]

Hazret buyurdu: “Acaba var olandan başkasını mı mahvediyor veya olmayandan başkasını mı sabit kılıyor?”

Ben kendi kendime şöyle dedim: “Bu, Hişam b. Hakem’in söylediği sözle çelişiyor. Çünkü o şöyle diyordu: “Allah’ın, bir şeyin varlığından önce onun hakkında bilgisi yoktur, var olduktan sonra onun hakkında bilgi sahibi oluyor.”

Hazret bana bakarak buyurdu: “Varlıkların varlığından önce onlara ilmi olan yüce Allah, bu vehimlerden daha yücedir.”[2]

2-    ŞİRK’İN GİZLİLİĞİ

 Ebu Haşim Caferi şöyle diyor:

İmam Askeri (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Affedilmeyecek günahlardan biri de, adam günah işledikten sonra, o günahını küçük görerek “keşke beni yalnızca bu günahımdan dolayı sorgulasalar” dediği günahtır.”

Ben kendi kendime; “Bu ince ve dakik anlamlı bir sözdür. Herkes her şeyde ve her haletinde dikkatli olması gerekir” dedim.

Hazret bana bakarak buyurdu:

“Evet, doğru düşünüyorsun ey Ebu Haşim. Kalbinden geçenleri muhafaza et; çünkü halk arasında şirk, gece karanlığında kayanın veya siyah bir serginin üzerinde yürüyen bir karıncanın hareketinden daha gizlidir.”[3]

3-    İMAM (A.S)’IN BÜTÜN DİLLERİ BİLMESİ

Hizmetçi Nasır şöyle diyor:

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın, defalarca kendi hizmetçilerinin dilleriyle, örneğin; Türkçe, Rumca, Saklebice onlarla konuştuklarını duydum. Kendi kendime; “Hazret Medine’de doğmuş, babasının vefatına kadar da kimseyle temasta bulunmamış ve bir kimse O’nu  görmemiş, o halde bu ilim ve dilleri kimden öğrenmiştir?” diye düşünüyordum. Bu esnada Hazret bana dönerek buyurdular:

“Allah Teala, kendi hüccetini, her açıdan diğer kimselerden üstün kılmaktadır. Dil ve nesepler ilmini, ömürlerin süresini, zamanın olaylarını ona öğretmektedir. Böyle olmasaydı, o zaman ilahi hüccet ile diğer insanlar arasında bir fark olmazdı.”[4]

4-    HZ. MEHDİ (A.F)’İN DOĞUM HABERİ

Allame Meclisi Cila’ul-Uyun adlı eserinde şöyle yazıyor:

İmam Cevad (a.s)’ın kızı Hekime Hatun şöyle diyor: “Kardeşim oğlunun (İmam Hasan Askeri -a.s-) yanında oturmuştum. Gün batımında hizmetçime; “Elbiselerimi getir gidelim” dedim.

Hazret buyurdu: “Hala, bu gece gitme! Bu gece değerli bir çocuk dünyaya gelecek, Allah Teala yeryüzünü, küfür ve dalaletin yaygınlaşmasıyla öldükten sonra, O’nun vesilesiyle ilim, iman ve hidayetle diriltecektir.”

Arzettim: “Efendim! Bu çocuk kimden doğacak?”

İmam (a.s); “Nercis’ten” dedi.

Ben hemen kalkıp Nercis’i kontrol ettim, ama onda hamilelikten bir alamet görmedim. Bu durumu Hazrete arzettiğimde, gülümseyerek şöyle buyurdu:

“Sabaha karşı hamilelik alametleri görülecektir. Onun örneği, Hz. Musa’nın annesinin örneği gibidir; doğum zamanına kadar kendisinde hiçbir değişiklik görülmedi ve hiç kimse ondan muttali olmadı. Zira Firavun, Hz. Musa’yı ele geçirmek için hamile kadınların karınlarını yardırıyordu. Bu çocuğun durumu da aynen onun durumu gibidir.”

Hekime Hatun şöyle diyor: Nercis’in yanına giderek bu durumu ona anlattım, o da kendisinde böyle bir şey hissetmediğini söyledi. Velhasıl, gece orada kaldım, iftar ettim ve Nercis’in yanında yattım. Her saat kalkıp ona bakıyordum, o ise çok rahat yatmıştı. Her saat geçtikçe şaşkınlığım artıyordu. Bu gece diğer gecelere oranla daha erken dua ve ibadet etmeye kalktım. Ben gece namazını kıldım. Vetr namazına yetiştiğimde Nergis de uykudan kalkarak gidip abdest aldı ve gece namazını kıldı. Bu esnada Hazret odasından şöyle seslendi: “Şüphe etme, vaktine az kalmış.”

Az sonra Nercis’te ıstırap gördüm. Onu tutarak Allah’ın adını zikrettim. İmam (a.s) bana hitaben; “İnna enzelna suresini ona oku” buyurdu.

O sureyi okumaya başlayınca, anne karnındaki çocuğun da benimle bu sureyi okuduğunu duydum. Sonra bana selam verdi. Ben çok korktum. İmam (a.s) seslenerek: “Allah’ın kudretine şaşırma. Hak Teala bizim çocuklarımızı hikmetle konuşturur, büyüklük çağında ise bizi yeryüzünde kendinin hücceti kılar.”

İmam (a.s)’ın sözü tamamlanınca, Nercis gözümden kayboldu. Sanki aramıza bir perde çekildi. Bu durumu görünce, İmama doğru koştum.

İmam (a.s); “Ey hala, geri dön, onu kendi yerinde bulacaksın” diye buyurdu.

Döndüğümde artık perde kalktı, Nercis’te gözümü kamaştıran bir nur gördüm. Hz. Sahib’uz-Zaman da, kıbleye doğru secdeye kapanıp işaret parmağını göğe kaldırarak şöyle diyordu:

“Eşhedü en lâ ilâhe illellah, vahdehu lâ şerike leh ve enne ceddî Resulullah ve enne ebî Emir’el-Müminine vasiyy-i Resulillah.”[5]

Sonra İmamların isimlerini teker teker saydı; kendisine yetiştiğinde ise şöyle dedi: “Allahumme enciz lî va’dî ve etmim lî, emrî ve sebbit vat’etî ve emle’il-arza bî, adlen ve kısta.”[6]

O günün ümidiyle.[7]

5-    HZ. MEHDİ (A.F) HAKKINDA SORU

Hasan b. Tureyf şöyle diyor:

“Kafama iki soru takıldı. Onları bir mektupla İmam Hasan (a.s)’dan sormak istedim. Sorulardan biri şuydu: “Hz. Mehdi (a.s) kıyam ettiğinde halk içerisinde nasıl hükmedecek ve O’nun hüküm meclisi nerededir?”

Diğer sorum da şuydu: “Rib’ ateşi (bir gün olup iki gün olmayan humma) hastalığının çaresi nedir?” Ama bu soruyu unuttuğumdan yazmamıştım.

Hazretten şöyle bir cevap geldi:

“Kâim (a.f) kıyam ettiğinde Hz. Davut (a.s) gibi kendi ilmiyle halk arasında hükmedecek, şahit de istemeyecek. Ama yazmak isteyip unuttuğun Rib’ ateşi hastalığının çaresi ise, şu ayeti bir kağıda yazıp hastanın üzerine as, inşaallah iyileşir: “Ya naru kuni berden ve selamen.”[8]

Bu ayeti yazıp hastanın üzerine astık, hasta da iyileşti.[9]

6-    İMAM HASAN ASKERİ (A.S)’IN ELBİSESİ

Kamil Medeni diyor:

İmam Hasan Askeri’nin hizmetine vardığımda, O’nun beyaz ve yumuşak elbiseler giydiğini gördüm. Kendi kendime; “Allah’ın hücceti ve velisi yumuşak elbiseler giyir, ama bize kardeşlerle eşitliği sağlamayı ve bizleri bu tür elbiseler giymekten sakınmayı emrediyor” dedim.

Hazret tebessüm ederek elbisesinin kolunu sıvadı, böylece O’nun alttan siyah ve kaba elbise giymiş olduğunu gördüm.

Sonra buyurdu: “Ey Kamil! Bu Allah içindir, ötekisi ise sizin için.”[10]

7-    İMAM (A.S) KENDİ ŞAHADETİNDEN HABER VERİYOR

Ebu’l-Edyan şöyle diyor:

Ben İmam Hasan Askeri (a.s)’ın hizmetçisi idim. O Hazretin mektuplarını diğer şehirlere götürüyordum. Şahadetine yol açan hastalığı sırasında hizmetine gitmiştim. Hazret bazı mektuplar yazarak bana verdi ve buyurdu:

“Bunları ilçelere ve köylere götür. Yolculuğun on beş gün sürecek, on beşinci gün Samerra’ya döndüğünde evimden ağlama sesleri işitecek ve beni gusül tahtası üzerinde göreceksin.”

Ebu’l-Edyan diyor ki: Mektupları (belirtilen yerlere) götürüp cevaplarını alarak döndüm. On beşinci gün Samerra’ya vardım, şehre girdiğimde O Hazretin evinden ağlama sesleri duydum, yaklaşınca O Hazretin cenazesinin bir tahta üzerinde olduğunu gördüm.”[11]

8-    ŞAHADETİNDEN SONRAKİ OLAYLARDAN HABER VERMESİ

Ebu Ganim diyor:

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Şiilerim hicretin 260. yılında dağılacaklar.”

İşte o yıl Hazret dünyadan göçtü ve Şiiler dağılıp perakende oldular. Bazıları Cafer-i Kezzab’a tabi oldular, bazıları şüpheye kapıldılar, bazıları şaşkınlık içerisinde ve bazıları ise Allah’ın tevfiki ile dinlerinde baki kaldılar.[12]

9-    İMAMLARI TANIMAK, ALLAH’I TANIMAKTIR

Ebu Haşim Caferi’den şöyle rivayet edilmiştir:

Ben İmam Hasan Askeri (a.s)’ın huzurunda olduğum bir sırada, Muhammed b. Salih Ermeni şu ayetle ilgili soru sordu: “Rabbin bir zaman insan sulbünden soyunu almış ve “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da “Evet şahitleriz” demişlerdi.”[13]

Hazret cevabında şöyle buyurdular: “Marifet sabit oldu, ama durağı unuttular. Bu yüzden bir gün onu hatırlayacaklar. Böyle olmasaydı, insan kendini yaratan ve rızkını verenin kim olduğunu bilmezdi.”

Ravi diyor ki: Ben kalbimde, Allah’ın kendi velilerine böylesine büyük bir makam verdiğinden dolayı şaşırdım. O sırada Hazret bana bakarak şöyle buyurdu:

“Ebu Haşim! Bunun şaşırılacak bir yönü yoktur. Bu konuda ne düşünüyorsun? Bir grup kimseler var ki, kim onları tanırsa, Allah’ı tanımış olurlar ve kim onları inkar ederse, Allah’ı inkar etmiş olurlar. Her mümin, onları tasdik eder ve onları tanımakla yakine varır.”[14]

10-                       MU’TAZ’IN HİLAFETTEN AZLEDİLME HABERİ

Muhammed b. İsmail b. İbrahim diyor:

İmam Hasan Askeri (a.s), Mu’taz’ın azledilme olayından yirmi gün önce, İshak b. Cafer-i Zübeyri’ye şöyle yazdı: “Olay vuku bulana kadar evinde otur.”

(Birkaç gün sonra) Bureyhe öldürüldüğünde İshak (İmam’a) şöyle yazdı: “Olay vuku buldu, şimdi ne emrediyorsunuz?”

Hazret buyurdu: “O olay başka bir olaydır.”

Mu’taz’ın azledilme olayı vuku bulana kadar İshak evinde oturdu.”[15]

11-                       MUHTEDİ ABASİ’NİN ÖLÜM HABERİ

Muhammed b. Hasan şöyle rivayet ediyor:

Muhted-i billah tutuklandığında, ben İmam Hasan Askeri’ye şöyle yazdım: “El-hamdü lillah, Allah, Muhtedi’nin şerrini bizden uzaklaştırdı. Zira o, Şiilerinizi tehdit ediyor ve onları bu topraklardan çıkaracağını söylüyordu.”

İmam (a.s) mübarek hattıyla şöyle yazdı:

“Muhted-i billah’ın ömrü, bunu yapmaya yetmeyecek. Sen bugünden itibaren beş gün say, altıncı gün, onun zillet ve aşağılanmayla öldürüleceğini göreceksin.”

Olay, O Hazretin buyurduğu gibi oldu.”[16]

12-                       VELİCE’NİN ANLAMI

Süfyan b. Muhammed Zab’î şöyle diyor:

İmam Hasan Askeri (a.s)’a bir mektup yazarak; “Velem yettehizu min dunillahi vela resulihi velel müminine velîceten”[17] ayetindeki “velice”den maksat nedir? diye sordum.

Mektubu gönderdikten sonra kendi kendime; “Keşke ayetteki, müminlerden maksadın da kimler olduğunu sorsaydım” dedim.

İmam (a.s)’dan şöyle bir cevap geldi:

“Velice; veliyy-i emrin yerine nasp ve tayin edilmiş (gerçek dost ve sırdaş olmayan) kimsedir. Kendi kendine de; “Bu ayette geçen  müminlerden maksat kimlerdir?” dedin. Bunlar, insanlara Allah’ın azabından aman (güvence) veren İmamlardır ve Allah onların amanını (güvencelerini) imza etmektedir.”[18]

13-                       CENNET KAPILARINDAN BİR KAPI

Ebu Haşim’den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Cennette “Maruf” (iyilik) adında bir kapı vardır. İyilik ehlinden başkası o kapıdan girmeyecektir.”

Ben kalbimde Allah’a şükrettim ve halkın ihtiyaçlarını yerine getirdiğimden dolayı da hoşnut oldum. Hazret bana bakıp buyurdu:

“Evet, senin halini bildim; dünyada hayır ehli olanlar, ahrette de hayır ehlidirler. Ey Ebu Haşim! Allah seni onlardan kılsın ve sana merhamet etsin.”[19]

14-                       AYETİN AYETLE TEFSİRİ

Ebu Haşim şöyle rivayet ediyor:

Muhammed b. Salih, “İlk ve son emir Allah’a aittir” ayetinin anlamını İmam Hasan Askeri (a.s)’dan sorunca, Hazret şöyle buyurdular: “Emirden önce ve sonra ferman O’nun elindedir.”

Ben kendi kendime; “Bu ayet, şu ayetin tefsiridir: “Bilin ki, yaratma ve emir O’na aittir” dedim.

Ben böyle düşününce İmam (a.s) bana baktı ve gülümseyerek şöyle buyurdular: “Evet, kalbinden geçenin kendisidir. Bilin ki, yaratılış ve ferman Allah’a hastır. Alemlerin Rabbi olan Allah büyüktür.”[20]

15-                       RAHİBİN YAĞMUR TALEBİ İÇİN YAPTIĞI HİLE

Mu’temed-i Abbasi’nin hilafet makamında oturmasından bir müddet geçtikten sonra, Ehlibeyt düşmanları ve münafıklar, bir takım iftira ve yalanlar ile, Mu’temed’i, –ki onun kendisi de batında Ehlibeyt düşmanı idi- Hasan Askeri b. Ali (a.s)’ı hapse attırma emrini vermeye tahrik ettiler, o da Hazreti zindana attırdı.

Bu sırada Samerra’da kuraklık ve kıtlık baş gösterdi. Mu’temed, halkın yağmur namazı için dışarı çıkmalarını emretti. Halk üç gün peş peşe yağmur namazı için şehirden dışarı çıktılar, ama bulut ve yağmurdan bir eser görülmedi. Daha sonra Hıristiyan rahip ve ruhbanları yağmur talep etmek için dışarı çıktılar. Onların arasında, elini dua için göğe kaldırdığında havada bulut oluşup yağmur yağan bir rahip vardı. O elini göğe kaldırınca yağmur yağıyordu. Bundan sonra Müslümanlar arasında büyük bir sarsıntı yaşanmaya başladı. Halife hemen zindanda bulunan İmam Hasan Askeri’ye bir adam gönderdi. O Hazreti getirterek; “Ceddinin ümmeti helak oluyor, onları kurtar” dedi.

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ben Allah’ın izniyle yarın şehirden dışarı çıkıp halkın şüphelerini gidereceğim.”

Ertesi gün Hazret dua yerine gidip rahip ve ruhbanların dua etmelerini istedi. Onlar ellerini duaya kaldırdıklarında her taraftan bulutlar görülmeye başladı. İmam (a.s) yanındakilerden birine şöyle buyurdular: “Git, en öndeki rahibin parmakları arasında ne varsa çıkar getir.”

O şahıs da gidip rahibin parmakları arasında bulunan bir kemik parçasını çıkarıp getirdi. İmam (a.s)’ın emriyle onu bir bez parçasına bırakıp sardılar. Böyle yapınca toplanan bulutlar birbirinden uzaklaştılar. Daha sonra tekrar dua etmelerini emretti. Hıristiyanlar her ne kadar dua ettilerse de artık bulut görülmedi ve hayret içerisinde kaldılar.

Mu’temed; “Bu ne sır idi?” diye sordu.

İmam (a.s) buyurdu: “Bu rahip, bir peygamber kabrinden geçerken, oradan bu kemiği çıkardı. Peygamberlerin kemiği ne zaman zahir olursa, yağmur yağar.”

Daha sonra o kemik parçasını sakladı, kendi tarikiyle namaz kılıp dua etti ve O Hazretin bereketiyle yağmur yağdı, kıtlık kalktı, halkın içindeki vesvese ve şüpheler giderilmiş oldu. Mu’temed de O Hazretten özür dileyip O’na ihtiram ve saygı göstermeye başladı.”[21]

16-                       İSA B. SUBEYH’İN YAŞINDAN HABER VERMESİ

İsa b. Subeyh şöyle rivayet etmiştir:

İmam Hasan Askeri (a.s) zindanda benim yanıma gelerek -ki ben de O’nun imametine inanıyordum- şöyle buyurdu: “Senin ömrün, altmış beş yıl, bir ay ve iki gündür.”

Tesadüfen yanımdaki dua kitabının arka sayfasında doğum tarihim yazılıydı. Baktığımda O Hazretin buyurduğunun aynısını gördüm. Sonra; “Sizin oğlunuz var mı?” diye sordum.

İmam (a.s); “Evet” dedi ve ekledi: “Vallahi öyle bir oğlum olacak ki, yeryüzünü adaletle dolduracak, ama şimdi değil.”[22]

17-                       YALANCI SAİL (DİLENCİ)

İsmail b. Muhammed b. Ali şöyle diyor:

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın yolu üzerinde oturdum, gelip geçerken muhtaç olduğumu ve yemin ederek hiçbir şeyim; ne bir dirhem, ne bir sabahlık ve ne de akşamlık bir lokma yiyeceğim olmadığını söyledim.

Buyurdular: “İki yüz dinar toprağın altında sakladığın halde Allah adına yalan yere yemin mi ediyorsun? Sana bir şey vermemek için de bunu söylemedim.”

Hazret hizmetçisini çağırarak; “Ne varsa ona ver” dedi.

Hizmetçi yüz dinar bana verdi. Daha sonra Hazret bana dönerek şöyle buyurdu: “Sen çok şiddetli muhtaç olduğun bir günde, toprakta sakladığın paralarından mahrum olacaksın.”

İmam (a.s) doğru buyurmuştu. Zira iki yüz dinar toprakta saklamıştım ve kendi kendime; “Bu para bize bir destek olsun, ona muhtaç olduğum zaman harcarım” demiştim. Bir gün şiddetli bir şekilde ihtiyacım oldu, rızk kapıları yüzüme kapandı, parayı koyduğum yere gidip toprağı bir kenara ittiğimde, bir de baktım ki, para çalınmış. Oğlum onun yerini öğrenip alıp kaçmıştı. O paradan hiçbir şey elime geçmedi.”[23]

18-                       NEDEN KADINLAR ERKEKLERİN YARISI KADAR MİRAS ALIYORLAR?

Ebu Haşim şöyle rivayet ediyor:

Bir gün İmam Hasan Askeri (a.s)’ın meclisindeydim. Ebu Muhammed Cuhfeki, O Hazretten; “Kadınların güçsüz ve miskin olmalarına rağmen onların mirastan bir pay, erkeklerin ise iki pay almalarının sebebi nedir?” diye sordu.

Hazret buyurdular: “Çünkü kadınlara cihat farz kılınmamış, nafaka da onların üzerine değildir; hatta onların katığı da erkeklerin üzerinedir. Ama erkeklere cihat farzdır, ailelerinin nafakasını vermek zorundadırlar.”

Ebu Haşim diyor: O anda İbn-i Ebi’l-Evca’nın İmam Sadık (a.s)’a aynı soruyu sorduğu ve aynı cevabı aldığı aklıma geldi.

Hazret buyurdular: “Evet, İbn-i Ebi’l-Evca, Hz. Sadık (a.s)’dan aynı soruyu sormuştu, bizim cevabımız aynıdır. Bizim herhangi birimize soru sorulsa, mesele aynı olursa hepimizin cevabı aynı olur, bizim öncekimizle sonrakimizin arasında fark yoktur. Bizim hepimizin ilim ve hükmü aynı seviyededir. Ancak Allah Resulü ve Hz. Ali’nin fazilet ve makamları daha çok ve daha yücedir.”[24]

19- “ZALİM’UN Lİ NEFSİHİ” AYETİNDEKİ ZALİMDEN MAKSAT KİMDİR?

Ebu Haşim şöyle diyor:

İmam Hasan Askeri (a.s)’dan şu ayetin; “Sonra bu kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bırakmışızdır. Onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta davranır, kimi de Allah’ın izniyle iyiliklere koşar. İşte büyük lütuf budur”[25] anlamını sordum.

Buyurdular: “Âl-i (veya ümmet-i) Muhammed (s.a.a)’den olan halkın tüm tabakası, zamanın İmamını tanımadıkları kimseye karşı zalimdirler.”

Ebu Haşim diyor:

Bu sözleri duyduktan sonra, “Allah, Muhammed Ehlibeytine, ne kadar yüce bir makam ve azamet bahşetmiştir” diye düşündüm. Kendimi tutamayıp ağladım.

Sonra Hazret şöyle buyurdular:

“Onların Allah yanındaki azamet ve şanları, senin aklından geçenden daha yüce ve daha büyüktür. O halde Allah’a hamd et. Allah  seni, bu habl’ul-metin (sağlam ip) olan Ehlibeyt’in ipine sarılanlardan etsin. Kıyamet günü herkes kendi imamlarıyla çağrıldıklarında sen onlarla haşir olup onlara tabi olanların zümresinden sayılacaksın. Ey Ebu Haşim, seni hayır üzerinde olmakla müjdeliyorum.”[26]

 


[1] - Ra’d: 39

[2] - Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 419; Gaybet-i Şeyh Tusi, s. 124

[3] - Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 420

[4] - Usul-u Kafi (Kitab’ul-Hüccet), c. 1, s. 509, h. 11

[5] - “Şehadet ederim ki, Allah’tan başka bir ilah yoktur; O tektir, ortağı yoktur ve ceddim Allah’ın elçisidir ve babam Emir’ul-Müminin Resulullah’ın vasisidir.”

[6] - “Alah’ım, vademi gerçekleştir; emrimi (işimi) tamamla;      ayaklarımı sabit kıl; yeryüzünü benim vesilemle adaletle doldur.”

[7] - Cila’ul-Uyun, s. 523

[8] - “Ey ateş, İbrahim için soğu ve selametlik ol.” (Enbiya: 69)

[9] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 509, h. 13

[10] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 310; İsbat’ul-Vasiyye, Mes’udi, s. 489

[11] - Kemal’ud-Din, c. 2, s. 475

[12] - Kemal’ud-Din, c. 2, s. 408, h. 6

[13] - A’raf: 172

[14] - İsbat’ul-Vasiyye, Mesudi, s. 467

[15] - Usul-u Kafi, c. 7, s. 506; İrşad-ı Müfid, s. 660

[16] - İsbat’ul-Vasiyye, s. 469

[17] - “Allah, Peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız.” (Tevbe: 16)

[18] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 502, h. 9

[19] - Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 420

[20] - Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 420

[21] - Hadikat’uş-Şia, s. 701

[22] - Fusul’ul-Mühimme, s. 288

[23] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 509, h. 14

[24] - Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 420

[25] - Fatır: 32

[26] - Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 418

index