ON İKİNCİ BÖLÜM

HZ. ALİ B. MUHAMMED EL-HADİ (A.S)’IN GAYBİ HABERLERİ


İMAM ALİ NAKİ (A.S)’IN KISACA BİYOGRAFİSİ

Adı: Ali (a.s).

Meşhur lakapları: Hadi, Nakî.

Künyesi: Ebu’l-Hasan.

Baba ve anne adı: İmam Muhammed Takî, Semane Hatun.

Doğum yeri ve tarihi: Hicretin 212. yılı Zilhicce ayının 15. günü Medine’de doğdu.

İmamet dönemi: Otuz üç yıl (220-254)

Zamanının gasıp halifeleri: Mutasım, Vasık, Mütevekkil, Muntasır, Mustain, Mu’tez.

Şahadet yeri ve tarihi: Hicretin 254. yılı, Recep ayının 3. günü 42 yaşında, Abbasî halifesi Mu’tez’in emri ve Mutemed-i Abbasi’nin eliyle şahadete erişti.

Mezar-i şerifi: Irak’ın Samerra kentindedir.

İmam Cevad (a.s)’ın hayat dönemini üçe taksim etmek mümkündür:

1) İmamet öncesi dönem (212 - 220).

2) Mütevekkil’den önceki halifeler zamanındaki imamet dönemi.

3) Mütevekkil ve ondan sonraki halifelerin on dört yıllık hilafetleri zamanındaki imamet dönemi.

  

 

 1-    VASIK’IN ÖLÜM HABERİ

Hayran Esbati şöyle diyor:

Medine’de Hz. Hadi (a.s)’ın hizmetine yetiştiğimde buyurdu: “Vasık’tan (zamanın halifesi) ne haber?”

Arzettim: “En son gördüğümde salim idi, on gün önce onu gördüm.”

Buyurdular: “Medineliler onun öldüğünü söylüyorlar.”

Umum adına söylemesinden, sözün kendisine ait olduğunu anladım. Sonra buyurdular: “Cafer (Mütevekkil) ne yapıyordu?”

Onun zindanda çok kötü bir durumda olduğunu söyledim.

Buyurdular: “Vasık’tan sonra saltanata gelecek olan odur.”

Sonra; “Zeyyat (Vasık’ın veziri) ne yapıyordu?” diye sordu.

Arzettim: “Kurbanın olayım, halk onunladır, emir onun emridir.”

Buyurdular: “Bu makam onun için uğursuzdur.”

Sonra sustu ve az sonra buyurdu:

“Allah’ın takdir ve hükmü mutlaka cari olacaktır. Ey Hayran! Vasık öldü, Mütevekkil onun yerine geçti, İbn-i Zeyyat öldürüldü.”

“Ne zaman?” dedim.

Buyurdular ki: “Sen ayrıldıktan altı gün sonra.”[1]

2-    MUHAMMED B. FEREC’İN ESARETİ VE ÖZGÜRLÜĞÜ

Muhammed b. Ferec şöyle diyor:

İmam Hadi (a.s) bana şöyle yazdı: “İşlerini toparla ve ihtiyatlı davran.”

Ben emre uygun hareket ediyordum, ama bu emrin sebebini bilemiyordum. Bir gün bir memur gelerek beni zincirle bağlayıp Mısır’dan dışarı çıkardı ve mallarımın hepsine el koyuldu. Sekiz yıl zindanda kaldıktan sonra, Hazretten şu içerikte bir mektup bana geldi: “Bağdat’ın batı tarafında mesken edinme.”

Ben kendi kendime; “Hayret! Zindanda olan birine bu sözü yazması şaşırtıcıdır!”

Çok geçmeden elhamdülillah özgürlüğe kavuştum.[2]

3-    İMAM HADİ (A.S)’IN KARDEŞİ MUSA

Yakup b. Yesar şöyle rivayet ediyor:

Mütevekkil şöyle diyordu: “Yazıklar olsun size! İbn’ur-Rıza (İmam Hadi –a.s-) beni aciz etti. Ne benimle şarap içmeye hazır oluyor, ne şarap meclisimde oturuyor, ne de onu bu işe mecbur etmeye fırsat bulabiliyorum.”

Dediler: “Eğer onu bu işe mecbur etmeye fırsat bulamıyorsan, O’nun yerine kardeşi Musa’yı getir; o hem şarap içiyor, hem çalıyor, hem de yeyip içip eğleniyor. Onu getirmeleri için peşi sıra adam gönder. Durumu halka farklı göster ve bu İbn’ur-Rıza’dır söyle.”

Bir mektup yazarak onu ihtiram ve tazim ile getirdiler; Beni Haşim, ordu komutanları ve halk onu karşıladılar. Maksatları, o yetiştiğinde ona mülk bağışlamaları, ona güzel bir kız vermeleri, çalgıcı cariye ve şarap sunanları onun yanına göndermeleri, ona ihsan ve bağışta bulunmaları ve bizzat kendisi ziyaretine gitmesi için ona çok güzel bir ev tahsis etmeleri idi.

Musa şehre girerken, İmam Hadi (a.s), (misafirlerin karşılandığı) Vasıf köprüsünde onunla görüştü, ona selam verdi, hakkını eda etti. Sonra buyurdu: “Bu şahıs (Mütevekkil) senin ihtiramını yok etmek, makamını düşürmek ve seni rüsva etmek için davet etmiştir. Sakın şarap içmeği kabul etme!..”

Musa dedi: “Eğer beni bu iş için istemişse, o zaman ne yapabilirim?”

İmam (a.s) buyurdu: “Kendi makamını düşürme, böyle bir şeyi yapma. Zira o senin saygınlığını yok etmek istiyor.”

Musa, İmam (a.s)’ın sözlerini kabul etmeyince, Hazret şöyle buyurdu: “Şunu iyi bil ki, onun göz önünde bulundurduğu, senin onunla asla bir araya gelmeyeceğiniz bir meclistir.”

Durum İmam (a.s)’ın buyurduğu gibi oldu. Zira Musa üç yıl orada kaldı ve her gün sabah onun sarayının kapısına gidiyordu. Bir gün; “Sarhoştur yarın gel” diyorlardı. Diğer gün gittiğinde; “İlaç içmiştir” yarın gel; başka bir gün gittiğinde; “İşi vardır” başka bir zaman gel” diyorlardı. Böylece üç yıl geçti, sonunda Mütevekkil öldü ve o ikisi öyle bir mecliste bir araya gelemediler.[3]

4-    CAFER-İ KEZZAB’DAN HABER

İbn-i Şebane diyor:

Cafer-i Kezzab (İmam Hasan Askeri’nin kardeşi) doğduğunda, Hz. Hadi (a.s)’ın evindeydim. Herkes onun dünyaya gelmesinden sevinçliydiler. Babası İmam Hadi’nin yanına gittiğimde onu sevinçli görmedim.

Arzettim ki: “Serverim! Neden sizi sevinçli görmüyorum?”

Buyurdular: “Onun doğumunu önemseme. Zira, yakında büyük bir topluluğu saptıracaktır.”[4]

5-    HZ. KÂİM (A.F)’İN ANNESİ

Bişr b. Süleyman (köle taciri), Hz. Mehdi (a.s)’ın annesinin alınma olayını şöyle anlatır:

Hz. Hadi (a.s) bana buyurdular: “Sizler biz Ehlibeytin itimat ettiği kimselersiniz. Ben, seni seçiyorum, bir faziletle şereflendiriyorum, onun vesilesiyle sevgide diğer Şiilerden öne geçeceksin, seni bir sırdan haberdar edeceğim ve seni bir cariye satın almak için göndereceğim.”

Daha sonra Rumca güzel bir mektup yazdı, mühürledi ve içinde iki yüz yirmi dinar bulunan bir kese vererek buyurdu:

“Bunu al, Bağdat’a git. Filan gün Fırat nehrinin kenarında bulun. Esirleri taşıyan gemi geldiğinde cariyeler dışarı çıkacaklar. Beni Abbas büyüklerinin vekilleri ve bir grup Irak gençleri onların etrafını saracaklar. Bu durumu gördüğünde, “Ömr b. Yezit” adlı köle tacirini uzaktan gözaltında bulundur. O, kaba ipek elbiseli bir cariyeyi satışa çıkardığında, onun, yabancıların ona bakmasına ve köle satıcısının ona dokunmasına mani olduğunu göreceksin. Köle taciri onu vuracak, o ise Rum kadınlarının şivesiyle; “Örtünün kalkmasından Allah’a sığınırım” diye feryat edecek.

Alıcılardan biri; “Ben onu üç yüz dinara satın alıyorum, onun iffeti benim rağbetimi arttırdı” diyecek. Ama cariye Arapça şöyle diyecek: “Eğer Süleyman b. Davud’un şekline girip onun tahtına otursan da sana rağbetim yoktur, malını boşuna elden çıkarma.”

Köle taciri; “O halde çare nedir? Sen satılmalısın” diyecek. O cevabında diyecek ki: “Neden acele ediyorsun? Öyle bir alıcı bul ki, kalbim onun emanet ve diyanetinden emin olsun.”

Bu sırada sen yaklaşarak de ki: “Benim bazı eşraftan Rumca yazılan ve kendisini tarif eden bir mektubum var, bu mektubu ona ver okusun, sahibinin onda yazılan özelliklerini gözden geçirsin, gönlüne göre olup beğenirse, benim ondan taraf onu almaya vekaletim var.”

Bişr diyor: İmam (a.s)’ın bu konudaki bütün emirlerine amel ettim. Cariye mektubu okuduktan sonra Ömer b. Yezid’e; “Beni bu mektubun sahibine satabilirsin” dedi.

Bişr diyor: “Hazretin bana verdiği para ile onu satın aldım ve onunla Bağdat’a döndüm. Cariye rahat edemiyordu, O Hazretin mektubunu çıkararak öpüp gözleri üzerine koyuyordu. Onun bu hareketini görünce; “Sahibini tanımadığın bir mektubu mu öpüyorsun?” dedim.

Cevaben şöyle dedi: “Ey Peygamber evladının makamını tanımakta aciz ve güçsüz olan...”

Sonra gördüğü acayip rüyayı anlattı. Daha sonra onu Samerra’ya götürdüm. Hz. Hadi (a.s)’ın hizmetine yetiştik.

Buyurdular: “İslam’ı aziz ve Hıristiyanlığı zelil eden Allah, Ehlibeytin şerefini sana nasıl gösterdi?”

Arzetti: “Ey Allah Resulünün oğlu! Benden daha iyi bildiğin bir şeyi sana nasıl tarif edebilirim?”

İmam (a.s): “Sana ikramda bulunmak istiyorum; ya on bin dirhem veya ebedi bir şeref olan bir müjdeyle; hangisini istersin?”

Arzetti: “Elbette şerefi.”

Buyurdu: “Seni doğu ve batıya malik olacak, yeryüzünü zulümle dolduktan sonra adaletle dolduracak olan bir evlatla müjdeliyorum.”

Arzetti: “Bu çocuk kimdir?”

Buyurdular: “Peygamber-i Ekrem (s.a.a), filan gece ve filan yıl, seni kimden istedi?”

Arzetti: “Mesih İsa (a.s) ve onun vasisinden.”

Buyurdular: “Mesih ve vasisi seni kimle evlendirdiler?”

Arzetti: “Oğlun Ebu Muhammed[5] ile.”

Buyurdular: “Onu tanıyor musun?”

Arzetti: “Annesi Fatıma (s.a)’nın eliyle İslam’ı kabul ettiğim geceden itibaren yanıma gelmediği bir gece olmuş mu?!”[6]

6-    KIRIK MÜCEVHER

Hizmetçi Kafur şöyle diyor:

“Samerra’da, Hz. Hadi (a.s)’ın kenarında bir takım sanatçılar vardı. Orası adeta bir şehir olmuştu. Nakkaş Yunus, bir gün korku içinde O hazretin yanına gelerek arzetti: “Benim aileme iyilik ve ihsanda bulunmanızı vasiyet ediyorum. Zira firar etmek niyetindeyim.”

Hazret nedenini sorunca, arzetti: “İbn-i Buğa, üzerinde nakış yapmam için bana çok değerli bir yüzük kaşı göndermişti. Nakış yaparken ikiye ayrıldı, yarın onu teslim etmem gerekir. Onu tanıyorsunuz, ya bin kırbaç vuracak veya öldürecek.”

Hazret buyurdu: “Evine git, yarına kadar bir kurtuluş yolu açılır. İyi haberden başka diğer bir şey yok.”

Ertesi gün yine korkulu bir halde gelerek şöyle dedi: Onun elçisi gelmiş, yüzük kaşını istiyor.”

İmam (a.s) “Git, hayır dışında bir şey görmeyeceksin” buyurdular.

Adam gitti ve bir müddet sonra gülerek dönüp şöyle arzetti: “İbn-i Buğa’nın gönderdiği şahıs dedi ki: “Cariyeler bu yüzük kaşı üzerinde tartışıyorlar, mümkünse onu ikiye böl, gereken ücreti verelim.”

İmam (a.s) Allah’a şükretti, sonra buyurdu: “Ona ne dedin?”

Arzetti: “Dedim ki, bunu nasıl yapabileceğimi düşünmem için bana mühlet verin.”

İmam (a.s); “İyi demişsin” buyurdular.[7]

7-    ŞİŞE ÜZERİNE SECDE

Hasan b. Mus’ab Medaini şöyle diyor

Şişe üzerine secdenin hükmünü, bir mektupla İmam Ali Naki (a.s)’a sordum. Mektubu gönderdiğimde kendi kendime; “Şişe de yerden biten şeylerdendir, dolayısıyla yerden biten şeylere secde olur demişlerdir” dedim.

O Hazretten şöyle bir cevap geldi: “Şişeye (cama) secde etme; onun yerin bitirdiği şeylerden olduğunu düşünmen doğrudur ama istihale olmuştur (tamamıyla değişmiştir). Zira şişe kum ve tuzdandır; tuz da tuzlaktandır (Bunun için onun üzerine secde etmek câiz değildir).”[8]

8-    BABASININ ŞAHADET HABERİ

Harun b. Fazl diyor:

“İmam Cevad (a.s)’ın dünyadan gittiği gün, İmam Hadi (a.s)’ın “İnna lillah ve inna ileyhi raciun”[9] ayetini okuduğunu duydum. Ayeti okuduktan sonra buyurdu: “Babam İmam Cevad (a.s) vefat ettiler.”

O Hazrete; “Bunu nereden biliyorsunuz” diye sorduklarında buyurdular: “Bende, geçmişte görmediğim bir zaaf ve halsizlik meydana geldi.”[10]

9-    İMAMIN HAKKI

Muhammed b. Ahmed Mansuri naklediyor:

“Bir gün Mütevekkil’in yanına gittiğimde şarap içmekle meşgul olduğunu gördüm. Beni de şarap içmeye davet etti. Asla içmediğimi söyledim.

O; “Ama sen Ali (İmam Hadi) b. Muhammed ile içiyorsun” deyince, dedim ki: “Sen elindekinin ne olduğunu bilmiyorsun ve bu konuşmaların sadece sana zararı olur, O’na değil.”

Mütevekkil’in bu küstahlığını İmam Hadi’ye söylemedim.

Bir gün Mütevekkil’in veziri Fetih b. Hakan bana şöyle dedi: “Mütevekkil’e, Kum şehrinden bir miktar malın İmam Hadi (a.s)’a geldiğini söylemişler, o da onların pususunda olma ve haberi ona iletme görevini bana verdi. Onların hangi yoldan geleceklerini söyle de o tarafa gideyim.”

Olayı İmam (a.s)’a anlatmak için O Hazretin yanına vardım. İmamın yanında birisi olduğundan bu konu hakkında bir şey söylemiyordum. Hazret tebessüm ederek buyurdu: “Ey Ebu Musa! Hayırdır! Neden önceki haberi (Mütevekkil’in sözünü) söylemedin?”

 Arzettim ki: “Efendim, sizin celal ve azametinizi mülahaza ettiğimden dolayı.”

Buyurdular: “Mallar bu akşam gelecek ve onların eli o mallara yetişmeyecek. Bu gece burada kal.”

Ebu Musa diyor: “O gece orada kaldım. İmam (a.s) gece namazına kalkmıştı, rükuda selam verip namazı yarıda kesti ve buyurdu:

“Beklediğimiz kişi mallarla geldi, hizmetçi içeri girmesine mani oluyor, git o malları ondan teslim al.”

Gidip malları alarak O Hazretin yanına götürdüm. İmam (a.s) buyurdular ki: “Git ona de ki: Kum’lu kadın’ın; “Bu ninemin zahiresidir” diye söyleyerek verdiği cüppeyi versin.”

Gidip o adama söyledim. O da; “Evet, onu kız kardeşim beğenip aldı ve yerine şunu verdi, gidip onu getireceğim” dedi.

Hazret buyurdular: “De ki, Allah bizim mallarımızı korur ve cüppeyi omzundan çıkar.”

İmam (a.s)’ın bu mesajını ilettiğimde cüppeyi omzundan çıkardı ve bayılıp kendinden geçti.”

İmam (a.s) dışarı çıkıp onun bayılma sebebini sorunca şöyle dedi: “Ben sizin imametiniz hakkında şüphem vardı, ama şimdi yakin ettim.”[11]

10-            HIRİSTİYAN BABA VE MÜSLÜMAN OĞUL

Hibetullah Musili şöyle diyor:

“Rabia” diyarında, “Kefertuta” (Filistin köylerinden) halkından Yusuf b. Yakup adında Hıristiyan bir katip vardı. Babamla dost ve arkadaştılar. Uygun olmayan bir vakitte yolculuktan gelerek babamın evine gitti. Ben ona; “Neden bu vakitte geldiğiniz?” diye sordum.

Dedi ki: “Mütevekkil beni çağırmış, ne iş    için çağırdığını da bilemiyorum. Ama ben yüz dinarla kendimi sigorta ettim. Bundan dolayı onu Ali b. Muhammed’e (İmam Hadi’ye) getirmişim.”

Babam: “Bu işte muvaffaksın” dedi.

Adam Mütevekkil’in yanına gitti ve birkaç gün sonra sevinçli bir halde geri döndü. Babam neler olup bittiğini anlatmasını istedi.

Dedi ki: “Şimdiye kadar gitmediğim Samerra kentine gittim, bir ev kiraladım ve kendi kendime; “Mütevekkil’e gitmeden önce ve burada olduğumdan kimsenin haberi yokken Ali b. Muhammed (a.s)’ı bulup, yüz dinarı O’na teslim etmeliyim” diye düşünüyordum.

Sonra Mütevekkil’in, Hazreti evinden çıkmaktan men ettiğini öğrendim. Sormaktan çekindiğim için bir merkebe binerek, belki tesadüfen O Hazretin evini bulabilirim diye, sokakta rasgele gezinmek kalbimden geçti. Dinarları bir kağıda koyup gömleğin kolunda sakladım ve merkebe bindim. Merkep istediği şekilde sokaklarda dolaşıyordu. Nihayet bir kapıya gelip durdu, ne yaptıysam ileri gitmedi. Hizmetçime; “Bu evin kime ait olduğunu sor” dedim.

Dediler ki: “Ali b. Muhammed (a.s)’ın evidir.”

 “Allah-u Ekber! Bu yeterli bir alamettir” dedim.

Sonra zenci bir köle evden çıkarak; “Yusuf b. Yakup sen misin?” dedi.

“Evet, benim” dedim.

İnmemi istedi, beni evin avlusuna aldı ve kendisi içeri girdi. “Bu ikinci alamet” dedim.

Kendi kendime; “Bu köle benim ve babamın adını nereden biliyor? Halbuki bu şehirde hiç kimse beni tanımıyor ve şimdiye kadar buralara gelmiş de değilim” dedim

Hizmetçi tekrar gelerek; “Kağıda sarıp gömleğinin kolunda sakladığın yüz dinar nerededir? Onu ver” dedi.

Verdim ve; “Bu üçüncü alamettir” dedim.

Yine dönerek; “İçeri gir” dedi.

İçeri girdiğimde, İmam Hadi’nin kendi yerinde tek başına oturduğunu gördüm. Buyurdular ki:

“Ey Yusuf! Bazıları, bizim velayet ve sevgimizin, senin gibi (gayr-i müslime) faydası olmadığını sanıyorlar. Onlar yalan söylüyorlar. Allah’a andolsun ki, velayetimizin senin gibi kimselere de yararı vardır. Şimdi buraya kendisi için geldiğin işin peşine git. Sevindirici şeylerle karşılaşacaksın ve çok yakında sana mübarek bir evlat nasip olacak.”

Ben Mütevekkil’in yanına gittim, istediğim şeyleri söyleyip döndüm.

Hibetullah diyor: “Onun ölümünden sonra oğlunu gördüm, Müslüman ve Şia inancına sahip idi. Babasının Hıristiyan olarak öldüğünü ve onun ölümünden sonra kendisinin Müslüman olduğunu söyledi. O şöyle diyordu: “Mevlam, benim dünyaya geleceğimden haber vermiştir!”[12]

11-                       MÜTEVEKKİL’İN ÖLÜM HABERİ

Muhammed b. Sinan şöyle diyor:

Birisi bir mektupta İmam Hadi (a.s)’dan; “Mütevekkil’in hilafetinden ne kadar kalmış?” diye sordu. Hazret cevap olarak (Yusuf suresindeki) şu ayeti yazdı: “Yedi yıl ekip biçeceksiniz, yedi yıl ondan sonra kurak geçecek bu yıllardan sonraki yıl içinde halka yardım edilecek”

Mütevekkil, hilafetinin on beşinci yılının evvelinde (yani 14 yıl sonra) öldü.”[13]

12-                       ORDU KOMUTANININ ÖLÜM HABERİ

Ahmed b. Yahya rivayet ediyor:

“Biz Samerra’da Hz. Hadi (a.s) ile komşu idik. Geceleri birlikte oturup sohbet ediyorduk. Komutanlardan biri, diğer komutan ve hizmetçilerle birlikte saltanat konağından çıkıp geliyorlardı. Bize yetiştiklerinde Hazret kalkıp onları selam verdi, geçtiklerinde ise şöyle buyurdu: “Bu komutan kendi durumundan hoşnuttur, ama sabah namazından önce toprağa gidecek.”

Biz O’nun bu sözüne çok şaşırdık. Daha sonra Hazretin huzurundan kalkıp gittiğimizde biz üç kişi; “Bu gaybi ilimdir, eğer bu haber yalan çıkarsa O’nu öldürelim ve böylece elinden rahat olalım” diyerek birbirimizle sözleştik.

Sabah namazından sonra evde idim. Bu sırada halkın feryat seslerini duydum. Evin kapısına çıktığımda ordu ve halktan birçok kimseler gördüm. Filan komutan dün gece sarhoş iken bir yerden diğer bir yere giderken düşüp boynu kırıldı ve öldü diyorlardı. Eşhedu en la ilahe illellah dedim. Sonra gidip yakından baktığımda Hazretin tarif ettiği şekilde ölmüş olduğunu gördüm. Yanımda onu toprağa verdiler ve hepimiz hayretler içinde döndük.”[14]

13-                       YİRMİBEŞ HURMA TANESİ

Ahmed b. İsa şöyle diyor:

Peygamber (s.a.a)’i rüyada gördüm, bana bir avuç hurma verdi, saydığımda yirmi beş tane olduğunu gördüm. Hz. Hadi (a.s) geldiklerinde hizmetine vardım. O da bir avuç hurma verdi ve buyurdu: “Eğer Peygamber (s.a.a) daha fazla vermiş olsaydı ben de o kadar verirdim!.”

Saydığımda bunların da yirmi beş tane olduğunu gördüm.”[15]

14-                       MÜTEVEKKİL’İN KATLEDİLME HABERİ

Şeyh Bahai bazı üstatlarından naklediyor:

Mütevekkil Hz. Hadi (a.s)’a ihanet etmek niyetindeydi. Havanın çok sıcak olduğu bir günde münadi, Mütevekkil’in filan yere gitmek istediğini, Beni Haşim’in de kendisiyle gelmesini ve kendisinden başka hiç kimsenin süvari olmamasını beyan etti. Yol uzak ve hava çok sıcak olduğundan Hazret ter içinde kalmış ve yorgun düşmüştü.

Yol esnasında münafıklardan biri, İmam (a.s)’ı öyle meşakkat ve eziyet içerisinde görünce, Mütevekkil’in İmam’a karşı saygısızlığını yorumlamak istediğinden şöyle dedi: “Ey Hazret! Bu meşakkat ve zorluklar yalnızca size ait değildir ve halifenin size eziyet ve ihanet etme kastı da yoktur. Herkes sizinle aynı durumdadır.”

İmam (a.s) o şahısa şöyle buyurdu: “Vallahi, Allah katında, Salih (a.s)’ın devesi benden daha aziz ve değerli değildir.”

Sonra şu ayeti okudular: “Yurdunuzda üç gün daha yararlanın. Bu yalanlanmayacak bir vaattir.”[16]

O Hazretin buyurduğu gibi o günden üç gün sonra Mütevekkil mecliste oturduğu bir sırada, hizmetçileri onun üzerine çullanarak kılıçlarla onu param parça ettiler. Mütevekkil tarafından o sözleri söyleyen şahıs, İmam’ın huzuruna gelerek af dileyip günahlarından tövbe etti ve O Hazretin Şiilerinin safına geçti.[17]

15-                       HZ. MEHDİ (A.F)’DEN HABER

Abdülazim Haseni, kendi itikatlarını Hz. Hadi (a.s)’a arzettiğinde, İmamların isimlerini  sayarken İmam Rıza’nın ismini zikrettikten sonra şöyle dedi: “Sonra İmam sizsiniz ey benim mevlam!”

İmam (a.s) da şöyle buyurdu: “Benden sonra da oğlum Hasan İmamdır. Halkın, onun yerine geçecek olan İmama karşı görüşleri nasıldır?”

Arzetti: “Ne için ey mevlam?”

Hazret buyurdu: “Çünkü O’nun şahsı görülmeyecek (ve gözlerden kaybolacak). Onu ismiyle yad etmek de haramdır. Nihayet huruç edip yeryüzünü, zulüm ve fesatla dolduğu gibi adaletle dolduracaktır.”[18]



[1] - Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 378

[2] - İrşad-ı Müfid, s. 642

[3] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 502, h. 8

[4] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 220

[5] - İmam Hasan Askeri

[6] - Kemal’ud-Din, s. 417

[7] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 228

[8] - İsbat’ul-Vasiyye, s. 433

[9] - “Biz Allah içiniz ve biz O’na dönücüleriz.”

[10] - İsbat’ul-Vasiyye, s. 430

[11] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 225

[12] - Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 392

[13] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 260

[14] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 260

[15] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 269

[16] - Hud: 65

[17] - Miftah’ul-Felah, s. 278

[18] - Kemal’ud-Din, c. 2, s. 379, h. 1

index