ONUNCU BÖLÜM

HZ. ALİ B. MUSA ER-RIZA (A.S)’IN   GAYBİ HABERLERİ


İMAM RIZA (A.S)’IN KISACA BİYOGRAFİSİ

Adı: Ali (a.s).

Meşhur lakabı: Rıza.

Künyesi: Ebu’l-Hasan.

Baba ve anne adı: Hz. Musa (a.s) – Nemce.

Doğum yeri ve tarihi: Hicretin 148. yılı, Zilkade ayının 11’de Medine’de dünyaya geldi.

İmamet dönemi: Yirmi yıl (183 – 203).

Döneminin gasıp halifeleri: Harun Reşit, Emin, Memun-i Abbasi.

Şahadet tarihi: Hicretin 203. yılı, Sefer ayının sonunda, 55 yaşında şahadete erişti.

Mezar-ı şerifi: İran’ın Meşhed şehrinde.

İmam Rıza (a.s)’ın hayat süresini ikiye taksim etmek mümkündür:

1) İmametten önceki dönem (148 - 183)

2) İmamet dönemi. Üç yıl Horasan’da geçen bu dönem, Hazretin siyasi yaşamında en hassas dönemdir.

 

 

1-     DİNLERİN EN ÜSTÜNÜNE HİDAYET

Abdullah b. Muğayre şöyle diyor:

Ben Vâkıfî[1] idim, hacca gittim, Mekke’ye vardığımda bir şey kafama takıldı. Kabe ile Hacer’ül-Esved arasında Mültezim denilen yere yapışıp Allah’a sığınarak arzettim ki: “Allah’ım! Sen benim murat ve maksadımı biliyorsun. Beni mezhepler ve dinlerden en üstün olanına hidayet et.”

Bu arada kalbime Hz. Rıza (a.s)’ın hizmetine gitmek fikri ilham oldu. Medine’ye giderek O hazretin kapısını çaldım. Hizmetçiye dedim ki: “Efendine, Irak ehlinden bir kişinin kapıda beklediğini söyle.”

Bu esnada İmam (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Ey Abdullah b. Muğayre! İçeri gel.”

İçeri girdiğimde beni görünce buyurdular:

“Allah-u Teala duanı kabul buyurdu ve seni kendi dinine hidayet etti.”

Arzettim ki: “Şehadet ediyorum ki, sen Allah’ın yaratıklarına olan hüccet ve eminisin.”[2]

2-     FAZL-I ZÜ’R-RİYASETEYN’İN KATLEDİLME HABERİ

Ali b. İbrahim, Yasir’den şöyle naklediyor:

“Bir gece İmam Rıza (a.s) bize şöyle buyurdu: “Bu gece nazil olacak şeyin şerrinden Allaha sığınıyoruz, deyin.”

Biz de sabaha kadar bu sözü tekrar ettik. O hazret sabah namazını kıldıktan sonra buyurdular: “Damın üzerine çık, bak gör bir ses duyuyor musun?”

Dama çıktığımda ağlama ve feryat sesleri duydum. Bu arada Me’mun, kendi evi ile İmam (a.s)’ın evi arasında bulunan kapıdan İmam (a.s)’ın yanına gelerek şöyle dedi: “Benim serverim! Allah Fazl’ın musibetinde size mükafat versin. O dünyadan göçtü. Hamama girdiği sırada bir grup kılıçlarla üzerine saldırarak onu öldürdüler. Onlardan üç kişi yakalandı; onlardan biri de halasının oğlu Fazl-ı Zü’l-Kalemeyn idi.”

Ordu, komutanlar ve Fazl’ın akrabaları Me’mun’un kapısında toplanarak; “O (Me’mun) Fazl’ı gafil avlayarak öldürdü ve biz onun kanını talep ediyoruz” diyorlardı.

Ateş getirip kapıyı yakmak istediklerinde Me’mun İmam’a şöyle dedi: “Serverim! Uygun görüyorsanız, dışarı çıkarak halkı dağıtın.”

İmam (a.s) ata bindi, bana da aynısını emrettiler. Birlikte dışarı çıktığımızda halkın toplandığını gördük. İmam (a.s) eliyle dağılın, dağılın, diye işaret etti. Allah’a andolsun ki, halk öğle dağıldı ki, birbirlerini çiğniyorlardı. İmam (a.s) kime işaret ediyorduysa, koşa koşa orayı terk ediyordu.[3]

3-     İMAM RIZA (A.S)’I ZİYARET ETMENİN SEVABI

Hasan b. Ali b. Fezail şöyle diyor:

Horasan ehlinden bir kişi İmam Rıza (a.s)’a, Peygamber-i Erkem (s.a.a)’i rüyada gördüğünü ve Hazretin şöyle buyurduğunu söyledi:

“Benim bedenimin bir parçasını sizin toprağınızda defnedip, onu size emanet ettiklerinde ve yıldızım sizin toprağınızda gurup ettiğinde ne halde olacaksınız?”

İmam Rıza (a.s) buyurdu:

“Sizin toprağınızda gömülecek, Peygamber’in bedeninin bir parçası ve O’nun emanet ve yıldızı olan benim. Bilin ki, kim beni ziyaret eder ve Allah’ın farz kıldığı üzere benim hak ve itaatimi tanırsa, kıyamet günü ben ve atalarım onun şefaatçisi oluruz.”[4]

 

 

4-     TUS, CENNET BAHÇELERİNDEN BİR BAHÇEDİR

Fezail şöyle diyor:

Hz. Rıza (a.s) şöyle buyurdular:

“Horasan’da bir parça yer var. Bir gün gelecek ki, meleklerin gidiş ve geliş yeri olacak. Kıyamete kadar onlardan bir grup gökten inecek, diğer bir grup ise göğe yükselecekler.”

Arzettiler ki: “Ey Allah Resulünün oğlu! Burası yerin hangi parçasıdır?”

Buyurdular: “Tus (Meşhed) yeridir. Allah’a andolsun ki, burası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Kim beni bu yerde ziyaret ederse, Peygamber (s.a.a)’i ziyaret eden kimse gibi olur. Allah-u Tebarek ve Teala, ona bin tane kabul görmüş hac ve umre sevabı yazar; ben ve atalarım kıyamet günü onun şefaatçisi oluruz.”[5]

5-     ÖLENİN DİRİLMESİ, AĞLAYANIN İSE ÖLMESİ

Muhammed b. Davud şöyle naklediyor:

Kardeşimle birlikte İmam Rıza (a.s)’ın hizmetindeydik. Biri gelip Muhammed b. Cafer’in çenesini bağladıklarını (artık ölmek üzere olduğunu) söyledi. Biz İmam (a.s) ile onun yanına gittik. İshak ve diğer oğullarının ve bütün Ebu Talip Oğullarının ağladıklarını gördük. Hazret onun baş ucunda oturarak yüzüne bakıp tebessüm etti. Meclistekiler bu tavrı İmam’a yakıştırmadılar. Bazıları “İmam kendi amcasına alaycasına gülüyordu” dediler.

Hazret kalkıp namaz için mescide gittiğinde, arzettim ki: “Kurbanın olayım! Siz tebessüm ettiğinizde, meclistekilerden, sizin hakkınızda hoş olmayan sözler duydum.”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Ben İshak’ın ağlamasına şaşırdım; çünkü o, Muhammed’den daha önce ölecek ve o ona ağlayacaktır.”

 Bir müddet geçtikten sonra Muhammed’in iyileştiğini İshak’ın ise öldüğünü gördüm.[6]

6-     REYYAN B. SALT

Muammer b. Hallad diyor:

Reyyan b. Salt -ki Fazl b. Sehl onu Horasan’ın bazı ilçelerine göndermişti- bana şöyle dedi:

“İmam Rıza (a.s)’dan, hizmetine varıp selam vermem için bana izin almanızı istiyorum ve elbiselerinden birini bana giydirmesini ve kendi adına bastırılan paralardan da bana bağışta bulunmasını arzu ediyorum.”

Ben İmam (a.s)’ın yanına vardığımda, ben bir şey söylemeden Hazret şöyle buyurdular: “Reyyan b. Salt, yanımıza gelerek bizden elbise ve para almak istiyor, ona izin ver gelsin.”

 Ben de izin verdim. Reyyan içeri girip selam verdi. İmam (a.s) da iki elbise ile kendi paralarından otuz dirhem ona bağışta bulundular.[7]

7-     ME’MUN’UN NETİCESİZ KOMPLOSU

Hersemet b. A’yan şöyle diyor:

Me’mun’un evinde, İmam Rıza (a.s)’ın öldüğüne dair gerçek dışı bir şayia çıkarıldı. Ben, Me’mun’un kapısını çalıp, O hazretin hizmetine varmak için izin istedim. -İmam’ın yanına varmak için Me’mun’un evinden geçmek gerekiyordu.- Me’mun’un Subeyh isimli hizmetçisi (aynı zamanda İmam’ın dostlarındandı) dışarı çıkarak dedi ki: “Ey Herseme! Me’mun dün akşam, gecenin ilk yarısında hizmetçilerinden otuz kişiyi topladı. Girdiğimizde mumların çokluğundan ortalık gündüz gibi olmuştu. Zehirle bilenmiş keskin kılıçlar önündeydi ve bizden başka kimse de orada yoktu. Sonra bizleri tek tek çağırıp her birimizden ahit ve söz alarak dedi ki: “Bu ahdinize vefalı kalmalısınız; bu ahit gereği verdiğim emri uygulamalısınız ve onda kusur yapmamalısınız.”

Biz de onun emrinden çıkmayacağımıza dair yemin ettik. Daha sonra şöyle dedi: “Her biriniz şu kılıçlardan birini alın, İmam Rıza’nın odasına girin, hangi halde olursa olsun (ister ayakta, ister oturmuş, ister yatmış olsun) O’nunla konuşmadan kılıçları üzerine indirin ve onu parça parça edin. Yerdeki sergi ile bedenini sarıp kılıçlarınızı da onunla temizleyin ve gelin. Yaptığınız bu amel ve koruyacağınız bu sır karşılığında, her birinize o bin dirhemlik olan on kese ve verimi iyi olan on tarla vereceğim ve yaşadığım sürece benden yararlanacaksınız.

 Biz de kılıçları alıp odaya girdik. O hazret uzanmıştı, el ve gözünü hareket ettirerek bir şeyler söylüyordu, ama biz anlayamıyorduk. Köleler kılıçlarla ona hamle ettiler, ben de kılıcı bırakıp O hazrete bakıyordum. Sanki onların hamle edeceğini bildiğinden elbisesinin altından kılıcın işlemeyeceği bir şey giymişti. O Hazretin bedenini bir sergiye bırakıp onu dürdükten sonra Me’mun’un yanına gittiler.

Me’mun; “Ne yaptınız?” diye sordu.

Cevabında; “Emrettiğini uyguladık” dediler.

Me’mun; “Artık (bu olay hakkında) bir şey söylemeyin” dedi.

Sabah ortalık aydınlanınca Me’mun, güya İmam’ın vefatından haberdar olup üzülmüş bir görüntü içerisinde başı ve yakası açık bir şekilde evden dışarı çıktı. Daha sonra kalkıp, olayın nasıl olduğunu görmek için ayak yalın gitti. Ben de onun önünde gidiyordum. Odasının önüne yetiştiğinde ağır bir ses duydu. Korkarak şöyle dedi: “Odada kim var?”

“Ey müminlerin emiri, bilmiyoruz” dedik.

Me’mun: “Zikir sesi geliyor” dedi.

Ben; “Bir kişi Hz. Rıza’nın mihrabında oturup namaz kılıyor, zikir ediyor” dedim.

Me’mun titreyerek şöyle dedi: “Beni aldattınız! Allah size lanet etsin.”

Daha sonra bana dönerek dedi ki: “Subeyh! Sen O’nu tanıyorsun, bak gör namaz kılan kimdir?”

Ben odaya doğru giderken Me’mun geri döndü. Kapıya vardığımda İmam (a.s) “Subeyh!” diye seslendi. Ben de “Lebbeyk ey mevlam!” dedim ve yere kapandım.

Buyurdular: “Kalk! Allah sana merhamet etsin. Bu zalimler Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar; ama Allah, kafirler istemese de nurunu tamamlayacaktır.”

Sonra Me’mun’un yanına döndüğümde, yüzünün simsiyah olduğunu gördüm.

Me’mun; “Subeyh! Ne haber?” diye sordu.

Cevabında; “Ey müminlerin emiri! Allah’a andolsun ki, (İmam Rıza) kendi odasında oturmuştu; beni çağırdı ve şöyle böyle dedi” dedim.

Me’mun elbisesinin düğmelerini bağladı, kapıları kapatmalarını emretti ve şöyle dedi: “Deyin ki, O bayılmıştı, ama şimdi kendine geldi.”

Herseme diyor: “Allah’a çok şükrettim, sonra İmam (a.s)’ın huzuruna vardım. Beni görünce şöyle buyurdular: “Ey Herseme! Subeyh’in sana söylediklerini, Allah’ın, kalplerini bizim velayetimiz ve dostluğumuzla imtihan ettiği kimseler hariç başkalarına söyleme.”

Ben de; “Gözüm üstüne” dedim.

Sonra şöyle buyurdular: “Ey Herseme! Allah’a andolsun ki, bunların hileleri, Allah’ın emrinin zamanı gelmedikçe bize bir zarar vermez.[8]

8-     KUM ŞİALARI VE İMAM RIZA (A.S)’IN ZİYARETİ

Ebu Selt-i Herevî şöyle diyor:

İmam Rıza (a.s)’ın hizmetinde olduğum bir sırada, Kum ehlinden bir grup gelerek O Hazrete selam verdiler. İmam (a.s) cevap verdikten sonra onları yanında oturttu ve hal hatır sorduktan sonra şöyle buyurdu:

“Sizler gerçekten bizim şiilerimizsiniz. Bir zaman gelecek ki, Tus (Meşhed) şehrinde benim kabrimi ziyaret edeceksiniz. Kim gusledip de beni ziyaret ederse, annesinden doğduğu gün gibi günahlardan arınmış olur.”[9]   

9-     ŞAHADET HABERİ

Ebu Selt-i Herevî şöyle diyor:

İmam Rıza (a.s)’ın hizmetinde bulunduğum bir sırada şöyle buyurdular: “Ey Eba Salt! Git, Harun’un kabrinin bulunduğu kubbenin dört tarafından toprak getir.”

Gidip o toprakları getirdiğimde kapı tarafından aldığım toprağı istedi. Onu verdiğimde alıp koklayarak attı ve buyurdu: “Bu toprağı aldığın tarafta benim için bir mezar kazacaklar; kazarken bir taş bulunacak, eğer Horasan’ın bütün kazmalarını getirseler yine de kazılmaz.”

Daha sonra ayak ve baş tarafının toprağı hakkında da aynı şeyleri söyledi. Sonra buyurdu:

“Benim kabrimden getirdiğin toprağı ver.    Orada benim için mezar kazdıklarında onlara de ki: Kabri yedi karış aşağı doğru kazsınlar ve ortasını çukurlaştırsınlar. Eğer lahd kazmak istiyorlarsa, de ki, Lahdı iki zıra bir karış yapsınlar. Zira Allah istediği kadar genişletir. Böyle yaptıklarında kabrin baş tarafında bir rutubet göreceksin. O zaman sana öğreteceğim sözü söyle. Onu söyleyince su taşıp lahdı dolduracak ve küçücük balıklar göreceksin. Sana verdiğim bu parça ekmeği ufalayıp onlara ver yesinler. Bittiğinde büyük bir balık ortaya çıkıp onları yutacak; öğle ki onlardan bir şey kalmayacak ve sonra o da yok olacak. İşte o zaman elini ona bırak ve sana söyleyeceğim sözü söyle. O sözü söyler söylemez su tamamen çekilecek. Bu işi, Me’mun’dan başkasının yanında yapma.”

 Daha sonra buyurdu:

“Ey Eba Salt! Yarın bu facirin (Me’mun’un) yanına gideceğim. Eğer başı açık dışarı çıkarsam, istediğin her şeyi sor, cevabını veririm. Ama eğer başım örtülü olarak çıkarsam benimle konuşma…”

Ebu Salt sözünün devamında şöyle diyor:

Her şey İmam (a.s)’ın dediği şekilde gerçekleşti. Me’mun kabrin baş tarafındaki rutubeti, balıkları vs. şeyleri görünce şöyle dedi: “İmam Rıza (a.s) hayatı döneminde daima bir takım şeyleri bize gösteriyordu, vefatından sonra da bir takım ilginç şeyleri gösterdi.”[10]

10-                       VEŞŞA’NIN VAKIFİLİK İNANCINDAN DÖNMESİ

Hasan b. Ali el-Veşşa şöyle diyor:

İmam Rıza (a.s)’ın imametine inanmadan önce, babalarından ve diğerlerinden rivayet edilen birçok meseleleri yazarak bir kitapta topladım. O kitabı elbisemin içine koyarak O hazretin evine doğru hareket ettim. O hazretin işinde tahkik yapmak ve O’nu denemek istiyordum. Onunla yalnız görüşmek ve kitabı kendisine sunmak niyetindeydim. Bir grup adam O’nun kapısında oturmuşlardı. Ben de “İçeri girmek için nasıl izin alabilirim?” diye düşünüyordum. Bu esnada bir hizmetçi elinde bir kağıt olduğu halde dışarı çıkarak şöyle dedi: “Hanginiz Hasan b. Ali el-Veşşa b. Nebet-i İlyas-i Bağdadi’siniz?”

Ben kalkarak: “Hasan b. Ali el-Veşşa benim; ne işiniz var?” diye sordum.

Dedi ki: “Efendim bu kağıdı size vermemi emretti.”

Kağıdı alıp bir kenara giderek onu okudum. Allah’a andolsun ki, aklımdan geçen bütün soruların cevabını yazmıştı. O zaman O’nun imametine iman edip, Vakıfîlik inancından döndüm.[11]

11-                        KABRİNİN HARUN’UN KABRİ YANINDA OLMASINDAN HABER VERMESİ

Hamza b. Cafer el-Ercani şöyle diyor:

Harun, Mescid’ul-Haram’ın bir kapısından, İmam Rıza (a.s) ise diğer kapısından dışarı çıktılar. Bu esnada İmam (a.s) şöyle buyurdu:

“Vatan ne kadar uzak, mülakat ise ne kadar yakın! Tus! Tus! Tus! Ey Tus! Çok yakında bizim ikimizi bir araya getireceksin.”[12]

12-                        EY İBN-İ CEHM ALDANMA!

Ali b. Muhammed b. Cehm diyor:

Me’mun, zahirde enbiyanın masumiyetiyle çelişkili olan ayetlerle ilgili bir takım sorular sordu. İmam Rıza (a.s) da en iyi şekilde cevap verdi.

Ali b. Muhammed şöyle diyor:

Me’mun, namaz için kalktığında, Muhammed b. Cafer’in elinden tutarak: “Kardeşin oğlunu nasıl gördün?” diye sordu.

O cevabında şöyle dedi: “O bilgin birisidir; herhangi bir kişinin yanına ilim öğrenmek için gidip geldiğini görmedim.”

Me’mun da şöyle dedi: “Kardeşin oğlu, Peygamber (s.a.a)’in Ehlibeyti’ndendir. Peygamber (s.a.a) onların hakkında şöyle buyurmuştur: “İtretimin iyileri ve neslimin temizleri, çocuklukta halkın en akıllıları, büyüklük çağlarında ise onların en bilginleridirler.”

Ali b. Muhammed ekliyor:

Ertesi gün Hazretin yanına vararak Me’mun’la Muhammed b. Cafer’in sözlerini O’na anlattım. İmam (a.s) gülerek buyurdular: “Ey İbn-i Cehm! Me’mun’un bu sözlerine aldanma. Zira o, çok yakında beni hileyle öldürecek ve Allah da benim intikamımı ondan alacaktır.”[13]

13-                        Dİ’BİL-İ HUZAİ’NİN ŞİİRİNİ TAMAMLAMASI

Ebu Selt-i Herevi diyor:

Di’bil-i Huzaî, Merv’de İmam Rıza (a.s)’ın hizmetine yetişerek şöyle dedi: “Ey Allah Resulünün oğlu! Sizin hakkınızda bir kaside yazdım, sizden önce kimseye okumamaya karar aldım.” İmam (a.s) okumasını istedi ve o da okumaya başladı:

“O evler, Kur’ân ayetlerinin tedris edildiği yerlerdi,

(Ama şimdi) Kur’ân tilaveti ve sesinden bir haber yok.

İlahi vahyin iniş yerleri idi,

Ama şimdi ibadet ve hidayetten boş kalıp viraneye dönüşmüşler.”

Di’bil şiirinin devamında şu mısrayı okuyor:

“(Zehra’nın evladından) Temiz nefisliye ait bir kabir Bağdat’tadır,

Allah onu, cennetin odalarında sakin kılmayı üstlenmiştir.”

Di’bil bu mısrayı okuyunca İmam (a.s) şöyle buyurdu:

“Kasideni kamil etmek için iki beyit de ben ekleyeyim mi?”

Di’bil arzetti: “Evet, ey Resulullah’ın oğlu!”

İmam (a.s) şöyle buyurdu:

“Tus’da bir mezar vardır, musibeti ne de büyüktür!

Kâimimiz kıyam ettiğinde, gam ve kederi bizlerden giderecektir.”

Di’bil arzetti: “Ey Allah Resulünün oğlu! Tus’daki bu kabir kimindir?”

İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu:

“Benim kabrimdir. Çok geçmeden Tus şehri Şiilerimin git gel yeri ve ziyaret mekanı olacaktır. Kim beni Tus’da ziyaret ederse, kıyamet günü bağışlanır ve makamımda benimle birlikte olur.”[14]

14-            İMAMIN BÜTÜN DİLLERİ BİLMESİ, GEÇMİŞ VE GELECEKTEN HABERDAR OMASI

Kutb-u Ravendi şöyle naklediyor:

Bir adam İmam Rıza (a.s)’a arzetti ki: Muhammed b. Fazl, sizin, Allah’ın nazil ettiği her şeyi ve her dili bildiğinizi söylüyor?”

İmam (a.s; “Doğru söylemiştir” buyurdu.

Arzetti: “O halde emin olmak için sizi diller hususunda imtihan etmek istiyorum.”

Ravi diyor ki, İmam (a.s) Rumca, Hintçe, Türkçe ve Farsça konuştular ve her birine kendi diliyle cevap verdi. Hepsi İmamın, kendilerinden daha fasih konuştuklarını itiraf ettiler.

Ravi şöyle diyor: Sonra İmam (a.s), İbn-i Hizab’a bakarak buyurdu: “Eğer sana; şu yakınlarda akrabalarından birinin kanına bulaşacaksın dersem, kabul eder misin?”

İbn-i Hizab; “Hayır! Zira Allah’tan başka kimse gaybı bilemez” dedi.

İmam (a.s) buyurdu: “Allah buyurmuyor mu ki: “Gaybı bilir ve kimseye gaybını bildirmez ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu kimseler hariç.”[15] Peygamber Allah’ın razı olduğu kimsedir ve biz de O’nun varisleriyiz. Allah O’nu gaipten istediğine muttali kıldı. Bizler geçmişin ve kıyamete kadar geleceğin ilmine sahibiz. Sana haber verdiğim şey, beş güne kadar gerçekleşecektir. Eğer gerçekleşmezse, ben yalancıyım. Eğer gerçekleşirse, o zaman bil ki, sen Allah ve Resulünü reddetmişsin. Diğer bir nişane de şu ki, sen kör olacaksın; bu da birkaç gün sonra vaki olacaktır. Diğer bir alamet de şu ki, yalan yere yemin ettiğinden dolayı abraş hastalığına yakalanacaksın.”

Muhammed b. Fazl diyor ki: “Allah’a andolsun ki, bu belaların hepsi o adamın başına geldi.”

Daha sonra şöyle diyor: “İmam (a.s), Hıristiyan ve Yahudi alimlerinden bir grup toplayıp Tevrat, İncil ve Zebur’dan onlara deliller getirdi. Öğle vakti olduğunda onlara buyurdu: “Şimdi namaz kılacağım, daha sonra da Medine valisi ile -verdiğim söz üzere- mektubun cevabını yazmak için Medine’ye gideceğim. Yarın sabah İnşaallah buradayım.”

İmam (a.s) namaz kıldıktan sonra gitti ve ertesi gün meclisine döndü. Meclise hizmetçi bir Rum kızı getirdiler. Hazret onunla kendi diliyle konuştu. Hıristiyan alimi ise onları dinliyordu...

Ravi sonra şöyle diyor: İmam (a.s) sonra bir Sindiyle (Çinliyle) Çince konuştu ve o da İslam dinini kabul etti...

Ravi daha sonra şöyle diyor: Konuşma sona erdikten sonra, mecliste bulunanlardan biri şöyle dedi: Muhammed b. Fazl, “Sizi Horasan’a götüreceklerdir!” diyor.

İmam (a.s); “Evet, ihtiram ve tazim ile götürecekler” buyurdu.

Muhammed b. Fazl diyor: O grup, Hazretin imametine şahadette bulundular. Hazret geceyi bizim yanımızda geçirdi, sabahleyin ise onlarla vedalaştı. Bana bir takım siparişlerden sonra gitti, biz de onunla gittik. Köyün ortalarına yetiştiğinde yolun kenarına çıkıp dört rekat namaz kıldı ve bana buyurdu: “Ey Muhammed! Seni Allah’a ısmarlıyorum artık dön.”

Sonra gözümü kapatıp açmamı emretti. Gözlerimi açtığımda, Basra’da evimin kapısının önünde olduğumu gördüm.[16]

15-                       HZ. PEYGAMBER (S.A.A)’İN KILICI

Muhammed b. Fazl şöyle diyor:

İmam Rıza (a.s)’ın yanına vararak bir şeyler sordum. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in kılıcı hakkında da soru sormak istiyordum, ama unuttum. Daha sonra dışarı çıkıp Hüseyin b. Beşşar’ın evine gittim. O sırada Hazretin hizmetçisi şu içerikte bir mektup getirdi:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Ben babamın mesabesinde ve O’nun varisiyim. Peygamber (s.a.a)’in yanında olan kılıç şimdi benim yanımdadır.”[17]

16-                       HAVARİÇTEN BİR KİŞİ

Muhammed b. Zübeyd-i Razi şöyle diyor:

İmam Rıza (a.s)’ın veliahtlığından sonra, yanında olduğum bir sırada, Haricilerden biri, gömleğinin kolunda zehirli bir bıçak saklamış olduğu halde içeri girdi. Gelirken dostlarına demiş ki: “Vallahi şimdi, kendisini Peygamber’in oğlu ve varisi diye tanıtan, sonra da şu zalimin (Memun’un) veliahtlığını kabul eden bu adamın (İmam Rıza (a.s)) yanına gidiyorum, eğer ikna edici bir delili olursa hiç, aksi takdirde halkı ondan rahatlatacağım.”

O adam gelerek izin alıp içeri girdi. Hazret buyurdu: “Bir şartla soruna cevap veririm, acaba bu şarta vefa edecek misin?”

“Nedir?” diye sordu.

Buyurdular: “Cevabım ikna edici olursa, gömleğinin kolunda sakladığını kırıp atacaksın.”

Harici adam, İmam (a.s)’ın bu sözünden şaşkınlığa uğradı ve sonra bıçağı çıkarıp kırdı.[18]

17-                       İMAM MEHDİ (A.S)’DAN HABER

Reyyan b. Salt diyor:

İmam (a.s)’a; “Sahib’ul-Emr (Mehdi) siz misiniz?” diye sordum.

Buyurdular ki:

“Ben, emir (imamet) sahibiyim, ama ahir zamanda gelecek olan ve zulümden sonra cihanı adaletle dolduracak olan Sahib’ul-emr ben değilim; bedenimdeki olan bu zaaf ve güçsüzlükle ben nasıl O (Mehdi) olabilirim? Halbuki Kâim (Mehdi), zuhur ettiğinde, yaş açısından ihtiyar, ama genç yüzlüdür. Öylesine güçlüdür ki, yeryüzündeki en güçlü ağaca el atacak olursa, onu kökünden sökebilir. Eğer iki dağ arasında seslenirse, dağların taşları parçalanır. Musa (a.s)’ın asası, Süleyman (a.s)’ın yüzüğü O’nun yanında olacaktır. O benim dördüncü göbekten oğlumdur. Allah O’nu, istediği zamana kadar gayıp perdesi arkasında saklı tutacak, daha sonra açığa çıkaracak ve yeryüzünü zulüm ve fesatla dolduğu gibi adaletle dolduracaktır.”[19]




[1] - Vakıfî: Yedi imama inanıp, İmam Musa b. Cafer’de kalan ve imametin O’nda bittiğini ve O’nun Kâim (Mehdi) olduğunu kabul eden fırkaya denir.

[2] - İsbat’ul-Hudat c. 6, s. 34

[3] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 490

[4] - Men la Yehzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 365, h. 3191

[5] - Men L Yehzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 366, h. 2193

[6] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 62

[7] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 64

[8] - Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, c. 2, s. 224

[9] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 98

[10] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 93

[11] - Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, c. 2, s. 228

[12] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 76

[13] - Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, c. 2, s. 195, b. 15

[14] - Kemal’ud-Din, c. 2, s. 373

[15] - Cin: 26-27

[16] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 129

[17] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 135

[18] - İsbat’ul-Hudat, c. 6, s. 136

[19] - Kemal’ud-Din, c. 1, s. 376, h. 7

 

index