2. BÖLÜM

 

 “ALLAHIN İPİNE SIMSIKI SARILIN” AYETİNİN YORUMU İLE İLGİLİ

RİVAYETLER


1-...Cabir bin Abdullah-ı Ensâri’den: Yemenlilerden bir grup Resululllah’ın (sallallahu aleyhi ve âlih) yanına gelince peygamber şöyle buyurdu: “Yemenliler sevinerek geliyorlar.” Resulullah’ın yanına girince de o hazret şöyle buyurdu: “Bunlar öyle bir kavimdir ki kalpleri yumuşaktır ve imanları sağlamdır. Onlardan Mansur adlı biri ortaya çıkacak, benim halifeme ve halifemin vasisine yetmiş bin kişiyle yardım edecektir. Onların kılıçlarının bağı, deridendir.” Dediler ki: Ey Resulullah! Senin vasin kimdir? Buyurdu ki: “O öyle birisidir ki yüce Allah ona sarılmanızı emrederek şöyle buyurdu: Allahın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılmayın!”[1] Dediler ki: Ey Resulullah! Bu ipin ne olduğunu bize açıklar mısın? Şöyle buyurdu: O, yüce Allahın şu ayetindir: “Fakat Allahtan bir iple ve halktan bir iple!”[2] Allahın ipi, Allahın kitabıdır. Halktan olan ip ise benim vasimdir.

Dediler ki: Ey Resulullah! Kimdir senin vasin? Şöyle buyurdu: Allah onun hakkında şu ayeti nazil etmiştir: “Bir nefis sonunda diyecek ki: Allahın yanında olduğu halde ona aldırış etmedim”[3]

Dediler ki: Ey Resulullah! Allahın yanında olan bu şey nedir? Şöyle buyurdu:

Allahu Teala onun hakkında buyurmuştur ki: “O gün zalim elini ısırarak der ki: Keşke Resulullah’ın yolunu izleseydim.”[4]

O benim vasimdir ve benden sonra bana ulaşan yol o’dur. Dediler ki:

Ey Resulullah! Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a andolsun ki bize vasini göster. Onu görmeyi çok istiyoruz.

Peygamber şöyle buyurdu: Allah kıyafetleri tanıyan müminlere onu bir ayet olarak karar kılmıştır. Eğer kalbi sağlam ve kulağı olan bir şahit gibi ona bakarsanız onu tanırsınız. Tıpkı benim peygamber olduğumu anladığınız gibi onun da vasim olduğunu anlarsınız. Safları karıştırarak çehrelere


bakmaya başladılar. Çünkü yüce Allah, Kur’an-ı Kerimde buyuruyor ki:

“Halktan bir bölümünün kalplerini onlara doğru yönelt.”[5] Yani ona ve onun evlatlarına. (aleyhisselam)

Cabir der ki: Eş’arilerden Ebu Âmir-i Eş’ari kalktı. Hevlâni’lerden ise Ebu Gurret-il Hevlâni, Beni Kays’dan Osman bin Kays ve Zebyân ayağa kalktılar. Düsilerden de Arne-î Düsî ve Lâhik bin Alakâ ayağa kalktılar. Safları karşıtırıp çehrelere baktılar ve saçının önü dökülmüş hafif şişman[6] birinin elinden tuttular. Dediler ki: Ey Resulullah! Kalbimiz buna doğru yöneldi. Peygamber de buyurdu ki: Peygamberiniz onu tanıtmadan siz onu tanıdığınız için siz Allah’ın seçkinlerisiniz. Onun vasi olduğunu nasıl anladınız? Ağlayarak dediler ki: Ey Resulullah! kavmin çehresine baktığımızda hiçbir şey hissetmedik. Ama buna bakınca kalplerimiz titredi. Sonra ona tam olarak güvendik ve mutmain olduk. Sonra ciğerlerimiz yandı ve gözlerimiz yaşardı ve kalplerimiz serinledi. Sanki o bizim babamız, biz de onun evlatları gibiydik.

Resulullah ­(sallallahu aleyhi ve âlih) buyurdu ki: “Onun te’vilini sadece Allah bilir ve ilim de derim olanlar.” İşte siz onlardansınız. Cabir şöyle der: Bu yüce kavim Emirülmüminin (aleyhisselam)a Cemal ve Sıffin’de yardım ettiler ve Sıffin savaşında şehid oldular. Ve Resulullah onları cennetle müjdeledi ve onların Ali bin Ebi Talible -aleyhisselam- savaşırkan şehit olacakları haberini verdi.

2- Ali bin Hüseyn (aleyhisselam) şöyle buyurdu:

“Bir gün Resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) ashabı ile birlikte mescitte oturmuştu. Buyurdu ki: “Biraz sonra cennetlik biri bu kapıdan içeriye girerek baz sorular soracak. Sonra tıpkı Muzâr kabilesinin adamları gibi uzun boylu bir adam içeriye girdi. İlerleyerek Resulullah’a selam verdı oturdu. Sonra dedi ki:

Ey Resulullah! Allah nazil ettiği bir ayette buyuyor ki: “Allahın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılmayın!” Sımsıkı sarılarak asla ayrılmamamız emredilen bu ipi açıklar mısın? Resulullah bir süre basını öne eğdikten sonra mübarek başını kaldırdı. Sonra Ali bin Ebi Talibi -aleyhisselam- gösterip şöyle buyurdu:

İşte bu Allah’ın ipidir ki kim ona sarılırsa dünyasında kurtulur, ahiretinde de dalâlete uğramaz. O adam ayağa kalkarak Hz. Ali’ye sarıldı ve dedi ki:

Allahın ve resülünün ipine sarıldım. Sonra arkasını dönerek gitti. O sırada ashaptan biri ayağa kalkarak dedi ki:

Ey Resulullah! Onun yanına giderek Allah’tan beni affetmesi için dua etmesini isteyebilir miyim? Resulullah buyurdu ki:

Eğer onu bulabilirsen iste. Der ki: O adam onu bularak kendisi için Allah’a dua etmesini istedi. O ise dedi ki:

Resulullahın bana ne dediğini ve benim de ona ne dediğimi anladın mı? Dedi ki: Evet. Dedi ki: Eğer o ipe sarılırsan Allah seni bağışlar, aksi halde asla seni bağışlamaz.”

! ! ! ! !

Eğer Allahın sarılıp ayrılmamamızı emrettiği bu ipin ne olduğunu Resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) bizlere açıklamasaydı ve onun Hz. Ali aleyhisselam olduğunu bildirmeseydi, inatçı olanlar onu başkalarına yorumlayacaklardı. Ama Resulullah, Veda haccınd iken Hayf mescidindeki meşhur hutbesinde buyurdu ki:

“Ben sizin rehberinizim. Ve sizler bana havzun başında ulaşacaksınız. O havuzun genişliği San’â ile Basra arasındaki mesafe kadardır. Gökteki yıldızların sayısınca orada kadehler vardır. İşte ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: Büyük emanet Kur’andır. Ve küçük emanet ise itretim ve Ehl-i Beyt’imdir. O ikisi Allah ile sizin aranızda; Allahın uzattığı iptir. Ona sarıldığınız sürece sapıtmazsınız. Onun bir ucu sizde bir diğer ucu ise Allahtadır. Herşeyden haberdâr ve lütuf sahibi olan Allah o ikisinin asla birbirinden ayrılmadan bana ulaşacaklarını bildirdi. Tıpkı bu iki parmağım gibi -işaret parmaklarını gösterdi- sonra işaret ve orta parmağını göstererek dedi ki: İşte böyle! Bunu ondan üstün kıldı.

Evet Kur’an, Ehl-i Beyt iledir, Ehl-i Beyt ise Kur’an ile. O ikisi Allahın sağlam ipidirler. Tıpkı Resulullah’ın da buyurduğu gibi birbirlerinden ayrılmazlar. İşte bu, Allahın gözünü ve kalbini açtığı bir adama açık bir delildir ki: Eğer birisi Kur’an ilmini, tevilini, tenzilini, muhkem ve müteşabihini, helâl ve haramını, özel ve genelini Allahın ve Resulünün emrettiği bu Ehli Beyt’ten değil de başkasından öğrenebileceğini zannederse hem kendisi dalâlete düşer, hem de başkalarını sapıttırıp helâk olmalarına neden olur.”

Resulullah hazretleri Ehl-i Beyti, bu ümmete örnek olarak gösterip buyuruyor ki:

“Benim Ehl-i Beyt’im, tıpkı Nuh’un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur, ondan ayrılan helak olur.” Ve buyurmuşlardır ki:

“Benim Ehl-i Beyt’im, tıpkı Ben-i İsrâil’deki Hitte (mağfiret) kapısı gibidir. Her kim oradan girerse günahları affolunur. Ve yaratanından bolluk ve rahmeti hakkeder. Nasıl ki yüce Allah şöyle buyuruyor: Kapıdan secde ederek girin ve hitta “mağfiret” deyin. Biz sizin hatalarınızı affederiz ve ihsan edenlere biz de ihsan ederiz.”[7]

Emirülmüminin aleyhisselam şii ve sünnilerin naklettiği meşhur hutbesinde şöyle buyuruyor:

Ademin gökten yere inerken getirdiği ilimi ve bütün peygamberleri son peygambere kadar birbirinden üstün kılan şey, Resulullahın Ehl-i Beyt’indedir.

Nereye doğru gidiyor ve başıboş dolaşıyorsunuz? Ey Nuh’un gemisinde oturanın evlâdı, Ehl-i Beyt de aranızda o gemi gibidir. Tıpkı orada gemi sayesinde kurtuldukları gibi, burada sizler bu Ehl-i Beyt sayesinde kurtulursunuz. İmamlardan ayrılanlara eyvahlar olsun. Ve buyurdu ki:

Bizler sizin içinizde Ashab-ı Kehf’in mağarası gibiyiz. Ve tıpkı hitte; kurtuluş kapısı gibiyiz. Öyleyse hepiniz oraya dahil olun. Aynı hutbesinde şunları da buyurmuştur:

Muhammed’in ashabından hatırlayanlar çok iyi bilirler ki o, şöyle buyurmuştur: Ben ve Ehli Beyt’im pâk ve tahiriz. Onlardan öne geçmeyin yoksa sapıtırsınız. Ve onladan ayrılmayın aksi halde helâk olursunuz. Onlara karşı çıkmayın yoksa cahil olursuınuz. Onlara birşey öğretmeyin. Çünkü onlar sizden daha çok bilirler. Onlar halkın küçüğünden ve büyüğünden daha çok bilirler. Her nerede olursa hakka ve hakk ehline uyun. Ve her nerede olursa batılı ve batıl ehlini reddedin.”

Ama halk böyle övülen, sıfatları mükemmel olan ve davet olunan birini terkettiler, ondan yüzçevirdiler, onlardan vazgeçtiler ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih)in emriyle alay ettiler. Ve onun sözünü hiçe saydılar. Allahın, Resulullah’ın diliyle emrederek itaat etmelerini ve bilmedikleri şeyleri ondan öğrenmelerini istediği Ehl-i Beyt’i terkettiler. Allah şöyle buyurmuştur:

“Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.”[8] Ve buyurmuştu ki:

“Allah’a, resulüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.”[9]

Ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) kurtuluşun şartının; onlara sarılmak, sözlerine uymak, onların emrine teslim olmak, ilimi onlardan öğrenmek ve onların nuru ile münevver olmak olduğunu buyurmuştur. Ama halk bunların başkalarında olduğunu iddia ettiler. Ve onlardan vazgeçerk başkalarına yöneldiler. Onların yerine başkalarının geçmesine de razı oldular. Halbuki Allah onları ilimden uzaklaştırmıştır. Ve her olayı kendi heva ve heveslerine göre yorumlamışlardır. Ve kendi mantıkları, re’yleri ve kıyasları sayesinde, Allahın tayin ettiği oniki imama ihtiyaçları olmadığını zannettiler. Ve onlar kendi akıl ve hevâlarına ve reylerine sığındıkları için Allah onları kendileriyle başbaşa bıraktı. Böylece fasid olup dalâlet uğradılar. Kendileri helâk oldukları gibi başkalarını da helâk ettiler. Allah onlar hakkında buyuruyor ki:

“De ki: Sizlere amelleri hüsrana uğrayanları söyleyeyim mi: Onların dünyadaki amelleri dalâlette olduğu halde, kendilerinin iyi işler yaptıklarını zannederler!”[10]

Allahın, bu ümmetin zalimlerinin kıyamet günü Ehl-i Beyt’e yaptıklarından dolayı nasıl da pişman olacaklarını anlatan şu ayetini sanki okumamışlardır:

“O gün o zalim elini ısırarak diyecek ki: Keşke Resulün yolundan gitseydim. Ve diyecek ki: Yazıklar olsun bana. Keşke filâncayı dost edinmeseydim.”[11]

Resul, Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih) değil midir? Ve “filanca” diye adı getirilen, dostluğu ve birlikteliği kınanan şahıs kimidir?

Sonra diyor ki: “Benim yanıma geldikten sonra beni bana gelen zikir den saptırdı.”[12] Yani ben islama girip de ikrar ettikten sonra geldi. Peki bu dostunun gelmesinden sonra alıkoyulduğu bu “Zikir” nedir? O zikir, kafirlere ve zulüme karşı zafere sayelerinde ulaşılan Kuran ve Ehl-i Beyt değil midir? Allah, resulünü “Zikir” diye adlandırarak buyuruyor ki:

“Allah sizere zikiri, Resul olarak gönderdi.”[13] Ve buyurdu ki:

“Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.”[14] Buradaki zikir, Resulden başka ne olabilir? Buradaki zikir, ilim kaynağı olan Ehl-i Beyt’ten başka kim olabilir? Sonra yüce Allah buyuruyor ki:

“Şeytan, insanı yalnız bırakandır.” Demek ki onu dünyada hüsrana uğratıp, ahirette yalnız bırakan ve onu zikirden uzaklaştıran bu dostluk, şeytanın dostluğunun ta kendisidir. Sonra yüce Allah Resulünün kıyamet günü şöyle söyleyeceğini bildiriyor:

“Resul der ki: Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur’anı hafife aldılar.” Yani sen bu Kur’ana ve Ehl-i Beyt’e sarılmayı ve ayrılmamayı emrettiğin halde onlar bunları terkettiler ve yalnız bıraktılar.

Bu hitaplar, sitemler ve kınamalar Resulullahın diliyle Kur’anın nazil olduğu kavim ve ondan sonra Ehl-i Beyt’e zulmeden ümmetle ilgili değil midir? Onlar Allahın kitabına uymadıkları için Resulullah (sallallahu aleyhi ve âlih) kıyamet günü onların aleyhinde şahitlik edecek, kendisinin Kur’an ve Ehl-i Beyt’e sarılma sözünü terkettiklerini ve onları yalnız bırakıp nefsi hevâ ve heveslerine uyduklarını bildirecektir. Onlar Kur’an ve Muhammede şekk ederek Ehl-i Beyt’in faziletlerini kıskandıkları için dinleri yerine dünyevi amelleri tercih ettiler.

İşte bakınız! Kur’anın bu ayetine uyan şu hadisi hiçkimse inkâr etmez: Resulullah buyurdu ki:

Ashabından bir kavim kıyamet günü benim yanımdan uzaklaştırılacak. Ben de diyeceğim ki: Ey Rabbim! Ashabım, ashâbım. Sonra denilecek ki: Ey Muhammed! Onların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun? Ben de diyeceğim ki: Uzaklaşsınlar, defolsunlar.”[15]

Allahın şu ayeti de bunu onaylarak tasdik ediyor:

“Muhammed sadece bir resüldür ve ondan önce de Resuller gelip geçmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (cahiliyete) mi döneceksiniz? Eğer birisi geriye dönerse bu, Allah’a ziyan getirmez. Ve Allah, şükredenlere ihsân eder.”[16] Bu ayet açıkça işaret etmektedir ki, bir topluluk peygamberin ölümünden sonra gerisin geriye dönecektir. Onlar Allahın ve resülünün emrine karşı çıkanlardır. Onlar fitneye bulaşmış insanlar olup, Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Onun emrine karşı çıkanlar bir fitneye bulaşmaktan ya da acı bir azâba uğramatan korksunlar.”[17]

Allah onlara azâbını artırmış ve Âl-i Muhammed’e zulmedenleri uzaklaştırmış, onları sevmeyi ve başkasına değil de sadece Ehl-i Beyt’e tabi olmayı ise Allah’a ulaşmanın yolu olarak göstermiştir:

“De ki; Ben peygamberliğim karşısında sadece yakınlarım (olan Ehl-i Beyt’imi) sevmenizi istiyorum.”[18] Ve buyuruyor ki:

“Hakka hidayet edene mi uymak daha doğrudur yoksa hidayete ulaşmadıkça hidayet etmeyene mi? Ne oluyor size nasıl hükmediyorsunuz.”[19]

İslam ümmeti içinde azıcık insafı olan ve yalanı sevmeyen bir grup insan şöyle der:

Bütün zor ve çetin sorunlarda her zaman Resulullahın (sallallahu aleyhi ve âlih) ve vasisi Hz. Ali (aleyhisselam) ashabı yönlendirir ve hidayet ederdi. Ama ashap asla Hz. Ali’yi irşâd etmemiş ve ona yol göstermemiştir. Onlar her zaman Hz. Ali’ye muhtaç idiler ama Hz. Ali hiçbirine muhtaç değildir. Onlara her zaman ilim öğretirdi ama onlar Hz. Ali’ye hiçbir şey öğretemediler.

Ve Allah resulü’nün kızı Fatıma (sallallahu aleyha)’ya öyle eziyetler ettikler ki vasiyetinde geceleyin gizlice defnolunmasını istedi ve babasının ümmetinde onun istedikleri dışında kimse ona cenaze namazı kılmadı.

Eğer islamda hiçbir musibet olmasaydı ve islam düşmanlarının bizim aleyhimizde hiçbir delili olmasaydı dahi Hz. Fatımâ’nın başına gelen musibetler ve onun gazaplanması ve cenazesine onlardan kimsenin katılmamasını istemesi dahi en büyük musibet ve hayâdır. Yalnız Allahın kalbini mühürlediği insanlar bunun pek önemli bir hadise olmadığını kaydederler. Hatta onu inciteni temize çıkarıp onu Fatımâ’dan, kocasından ve evlatlarından üstün bilir. Ve onun şanını Ehl-i Beyt’ten daha da yüceltir. Ve onun Fatımâya yaptıklarını onun hak meziyetlerinden biri olarak sayar. Ve o, bu işiyle Hz. Muhammed’den sonraki en üstün(!) insan konumuna gelmiştir. Ve yüce Allah buyuruyor ki:

“Gözler kör olmaz ama göğüslerdeki kalpler kör olur.”[20]

Âl-i Muhammed’in düşmanlarının, zalimlerin ve onları sevenlerdeki bu körlük kıyamet gününe kadar devam edecektır. Allah o gün hakkında buyuruyor ki:

“Sen bundan gaflette idin, senden perdeleri kaldırdık ve senin gözün bugün demir gibidir (keskindir).”[21] Ve: “O gün zalimlerin mazeretlerinin yararı olmayacak, lânet onlaradır ve kötü yer de onlaradır.”[22]

Bundan daha şaşırtıcı olan şudur ki:

Bu kör ve sağırlar iddia ediyorlar ki Kur’anda farzlar ve sünnetler hakkında herşey yokur. Ve onlar bu konularda birşey bulamayınca kıyasa ve re’ye başvuruyorlar. Ve Hz. Resulullah’a yalan ve iftiralar atıyorlar ve onun -haşa- kıyas’a müsade ettiğini iddia ediyorlar. Onlar bu konunda Maaz’dan rivayet olunan uydurma bir hadisi[23] delil getiriyorlar. Halbuki yüce Allah Kur’anı Kerimde buyuruyor ki:

“Ve herşeyi açıklayasın diye sana kitabı indirdik.”[24] Ve buyuruyor ki: “Kur’anda hiçbir şeyi (açıklanmamış) bırakmadık.”[25] Ve buyuruyor ki: “Ve herşeyi mübin imamda karar kıldık.”[26] Ve: Herşeyi kitap olarak getirdik.”[27] Ve buyuruyor ki: “De ki: Ben sadece bana vahyolana itaat ederim.”[28] Ve buyuruyor ki: “Ve onların arasında Allah’ın indirdikleriyle hükmet.”[29]

Öyleyse her kim -Allah; herşeyi açıklayasın diye buyurduğu halde- dünya ve âhiretle ilgili farz veya sünnet olan bir şeyin ve şeriat ehlinin muhtaç olduğu konuların Kur’anda bulunmadığını söylerse Allah’ın sözünü kendisine geri döndürmüş, Allah’a iftira atmış ve onun kitabını anlayamayıp yalanlamış olur.”

Keşke onlar kendilerini kandırmasalar da tabi oldukları imamlarının, bunları Kur’anda bulamadıklarını çünkü onların kendilerine ilim verilen Kur’an ehli olmadıklarını bilseydiler. Onlar Kur’an konusunda Allah ve resulünden hiçbir nasip alamamışlardır. Aksine yüce Allah Kur’anın bütün ilmini Resulullahın Ehl-i Beyt’ine (aleyhisselam) vermiş, halkın onlara yönelmesini istemiş ve onların Kur’anın ilminin hazinesi, varisleri ve tercümanları olduğunu defalarca vurgulaşmıştır.

Eğer onlar Allahın şu iki ayetine uysaydılar:

“Eğer bilmediklerini Allah’ın resulüne ve onlardan dan emir sahiplerine sorsaydılar, ilmi onlardan olanlar mutlaka bilirlerdi”[30], “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” Allah da onları hidayet nurûna ulaştırır, onlara bilmediklerini öğretir ve onalrın kıyas ve re’ye kaçmalarını da engellerdi. Böylece kulların amel ettikleri dinde ihtilâf olmazdı. Ama bunlar Resulullaha iftira atıp kıyasa onun izin verdiğini iddia ediyorlar. Kur’an-ı Kerim ise onları uyarıp şöylece menetmektedir:

“Eğer Allahtan başkasından olsaydı, onda birçok ihtilaflar bulurlardı.”[31] Ve buyuruyor ki: “Deliller geldikten sonra ihtilaf edip dağılanlar gibi olmayın.”[32] Ve buyuruyor ki: ımsıkı sarılın ve ayrılmayın.”[33]

Allahın ihtilaf ve ayrılığı kınadığı ayetler hayli fazladır. Dinde ihtilâf ve ayrılık dalâlettir. Onlar ise bunu câiz bilip buna Resulullahın izin verdiği iftirasını atıyorlar Allah ise buyuruyor ki:

“Ayrılıp ihtilâf edenler gibi olmayın.”

Bundan daha açık bir söz olur mu? Bu açıklamadan sonra halkın Allah karşısında mazertleri olabilir mi? Kendi başımıza kalıp kıyas yapıp kendi reyimize dayanmaktan Allah’a sığınırız. Allah’ın bizleri hidayet ettiği bu yol da; Ehli Beyt yolunda sabit kılmasını niyaz ederiz.

Ve dinine irşad edip Ehl-i Beyt sevgisini nasip ettiği, onların emrettiğine uyup menettiklerinden çekinmemize yardımcı olduğu için yüce Allah’a şükrediyor, bu konuda Ehli Beytten vazgeçmeyeceğimizi ve onlarda asla süphe etmediğimizi, onlardan öne geçmeyerek onlardan geride kalmayacağımızı tekrar vurguluyoruz. Şüphesiz onlardan öne geçen dinden çıkar, onlardan ayrılan boğulur, onlara karşı çıkan helâk olur, onlara uyan onlara katılır ve Resulullah da böyle emretmiştir.




[1]- Mübarek “Al-i İmran” suresi 103. ayet-i şerife.

[2]- Mübarek “Al-i İmran” suresi 112. ayet-i şerife.

[3]- Mübarek “Zümer” suresi 56. ayet-i şerife.

[4]- Mübarek “Furkân” suresi 27. ayet-i şerife.

[5]- Mübarek “İbrahim” suresi 47. ayet-i şerife.

[6]- Hz. Ali aleyhisselam meşhur ve maruf vasıflarındandır.

Cihadının çokluğuna ve ilimle dolu olduğuna delalet eder. (Ç.)

[7]- Mübarek “Bakara” suresi 58. ayet-i şerife.

[8]- Mübarek “Enbiya” suresi 7. ayet-i şerife.

[9]- Mübarek “Nisa” suresi 60. ayet-i şerife.

[10]- Mübarek “Kehf” suresi 103. ayet-i şerife.

[11]- Mübarek “Furkân” suresi 27. ve 28. ayet-i şerifeler.

[12]- Mübarek “Furkân” suresi 29. Ayet-i şerife.

[13]- Mübarek “Talâk” suresi 10. ve 11. ayet-i şerifeler.

[14]- Mübarek “Enbiyâ” suresi 7. ayet-i şerife.

[15]- Müsned-i Ahmed bin Hanbel c.1 s.453 ve 454, Sahih-i Buhari (Rikâk bölümü).

[16]- Mübarek “Âl-i İmrân” suresi 144. ayet-i şerife.

[17]- Mübarek “Nür” suresi 63. ayet-i şerife.

[18]- Mübarek “Şurâ” suresi 33. ayet-i şerife.

[19]- Mübarek “Yunûs” suresi 35. ayet-i şerife.

[20]- Mübarek “Hacc” suresi 46. ayet-i şerife.

[21]- Mübarek “Kâf” suresi 22. ayet-i şerife.

[22]- Mübarek “Mümin” suresi 52. ayet-i şerife.

[23]- Bu konudaki hadis Tirmizi ve Ebu Dâvud ‘da yazılıdır.

[24]- Mübarek “Nahl” suresi 89. ayet-i şerife.

[25]- Mübarek “En’âm” suresi 38. ayet-i şerife.

[26]- Mübarek “Yasin” suresi 12. ayet-i şerife.

[27]- Mübarek “Nebe” suresi 29. ayet-i şerife.

[28]- Mübarek “En’âm” suresi 50. ayet-i şerife.

[29]- Mübarek “Mâide” suresi 49. ayet-i şerife.

[30]- Mübarek “Nisâ” suresi 83. ayet-i şerife.

[31]- Mübarek “Nisâ” suresi 82. ayet-i şerife.

[32]- Mübarek “Âl-i İmran” suresi 105. ayet-i şerife.

[33]- Mübarek “Âl-i İmran” suresi 103. ayet-i şerife.

index