next page

 

back page

 

13. Bölüm

 

Peygamber (s.a.a)'ın, "Fatıma'nın (a.s) Çocuklarının Babası Benim…" diye Buyurduğuna Dair

1- Hakim Müstedrek-üs Sahihayn'de, Cabir'den naklen Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu yazıyor: "Her annenin çocukları, çocukların babasına nispet edilir; ancak Fatıma'nın iki oğlu (Hasan ve Hüseyin) hariç. Çünkü ben onların velisi ve nispet edilmeleri gereken babasıyım."(1)

Hakim, bu hadisin senedinin sahih olduğunu söylemiştir.

2 - Hatib-i Bağdadi, Tarih-i Bağdad'da iki senetle Hz. Hüseyin'in kızı Fatıma vasıtasıyla Resulullah'ın (s.a.a) kızı Hz. Fatıma'dan Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Adem oğullarının hepsi, baba tarafından olan akrabalarına nispet edilir; ancak Fatıma'nın evlatları hariç. Çünkü onların babası ve nispet edilmeleri gereken akrabaları benim." (2)

3 - Muttakî Kenz-ül Ummâl'da bu konuyla ilgili olarak üç hadis zikretmiştir. Bunlardan birincisi şöyledir: "Her kadının çocukları ancak baba tarafından olan yakınlarına ve ecdadına intisap eder; sadece Fatıma'nın evlatları hariç; çünkü ben onların velisi ve nispet edilmeleri gereken yakınıyım." (3)

İkinci Hadis: "Her annenin çocukları, babalarına ve baba tarafından olan ecdadına intisap eder; ancak Fatıma'nın evlatları hariç. Çünkü onların velisi ve nispet edilmeleri gereken yakınları benim." (4)

Muttaki bu iki hadisi Taberanî'nin Hz. Fatıma'dan rivayet ettiğini zikretmiştir.

Üçüncü Hadis: "Her kadının çocuklarının nispet edildiği yakınları, baba tarafıdır; sadece Fatıma'nın çocukları hariç. Çünkü onların nispet edilmeleri gereken yakınları ve onların babaları benim."

Bu hadisi Taberanî, Ömer'den nakletmiştir.

4 - Yine Kenz-ül Ummâl'da, Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Her babanın evlatları, baba tarafına intisap eder; Fatıma'nın çocukları hariç. Çünkü onların velisi ve babası benim; onlar benim toprağım ile yoğrulmuşlardır. Vay olsun, onların faziletlerini inkâr edenlere. Kim onları severse, Allah onu sever ve kim onlara buğzederse (onlara düşman olursa) Allah da ona buğzeder." (5)

Muttaki, bu hadisi İbn-i Asakir'den, o da Cabir'den o da Peygamberden (s.a.a) nakletmiştir.

5 - Heysemî, Mecma-üz Zevâid'de Fatımet-ul Kubra'dan rivayet etmiştir ki, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Her annenin çocukları, baba tarafına intisap eder; sadece Fatıma'nın çocukları hariç. Çünkü onların velisi benim ve intisap etmeleri gereken yakını, benim." (6)

Heysemî bu hadisi, Taberani ve Ebu Ye'lânın rivayet ettiğini kaydetmiştir.

6- Zehair-ül Ukbâ'da Ömer'den, Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her babanın çocukları, baba tarafına intisap eder; sadece Fatıma'nın çocukları hariç. Çünkü onların babası ve intisap etmeleri gereken büyükleri benim." (7)

Müellif, bu hadisi Ahmed İbn-i Hanbel'in de Menakıb’ında rivayet ettiğini kaydetmiştir.

 

14. Bölüm

Hz. Mehdi'nin (a.f) Hz. Fatıma’nın (s.a) Soyundan Olduğuna Dair

 

1- Buhârî, Tarih-i Kebir’de kendi senediyle Peygamberin (s.a.a) zevcesi Ümmî Seleme vasıtasıyla, Peygamberden (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir: "Mehdi haktır ve Fatıma’nın evlatlarındandır (Fatıma’nın evlatlarının soyundandır)." (8)

Bu hadisi Hakim, Müstedrek-üs Sahihayn’de; Kuşeyri el-Harranî, Tarih-ür Rıkka’da ve İbn-i Mace, Siret-ül Mustafa’da rivayet etmiştir.

2- Ebu Davud, Sünen’inde kendi senediyle Ümmî Seleme’den rivayet etmiştir ki o şöyle diyordu: "Ben Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Mehdi, Fatıma’nın evlatlarından olan benim itretimdendir (soyumdandır)." (9)

Bu hadisi, İbn-i Sabbağ-i Maliki, el-Füsul-ül Muhimme’de ve İbn-i Hacer, es-Savaik-ul Muhrika’da Müslim, Nesaî, İbn-i Mace, Beyhaki ve diğerlerinden rivayet etmişlerdir. Yine bu hadisi Hafız Genci, el-Beyan Fi Ahbar-ı Ahir’iz Zaman’da rivayet etmiştir. Hafız Genci bu hadisin hasen ve sahih olduğunu kaydetmiştir.

3- Hafız Ebu Nuaym, “el-Erbeune Hadisen Fi Zikr-il Mehdi” adlı risalesinde dördüncü hadis olarak kendi senediyle Ali İbn-i Hüseyin’den (a.s), o da babasından şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (s.a.a) Fatıma’ya (s.a) şöyle buyurdu: "Mehdi senin evlatlarındandır." (10)

Bu hadisi Muhibbuddin Taberî, Zehair-ül Ukbâ kitabında, Muttaki, Kenz-ül Ummâl’da, Mevlevi Hasan-üz Zeman, el-Fikh-ul Kebir’de, Menavî, Kunûz-ul Hakaik’te ve Suyutî, el-Havî Li-l Fetava’da rivayet etmişlerdir.

4- Muttaki, Müntahab-u Kenz-ul Ummal’da İbn-i Asakir yoluyla, Hz. Hüseyin’den (a.s) rivayet etmiştir ki, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Müjdeler olsun sana ey Fatıma, çünkü Mehdi sendendir (senin soyundandır)." (11)

Bu hadisi Hamzavî, Meşarik-ul Envar Fi Fevz-i Ehl-il İtibar adlı eserinde, Suyutî, el-Havi Li-il Fetava’da, Kundûzî, Yenabi-ul Mevedde’de ve Menavî Kunûz-ül Hakaik’te rivayet etmişlerdir.

5- Kundûzî, Yenabi-ul Mevedde’de, Semhudi’nin Cevahir-ul Ikdeyn kitabında kendi senediyle Ebu Eyyub Ensarî’den şöyle rivayet ettiğini kaydediyor: "Resulullah (s.a.a) Fatıma’ya (radiyallahu anha) şöyle buyurdu: "Peygamberlerin en hayırlısı (en üstünü) bizdendir; o da senin babandır. Vasilerin en hayırlısı (en üstünü) bizdendir; o da senin kocandır. Şehitlerin en hayırlısı (en üstünü) bizdendir; o da senin babanın amcası Hamza’dır. Cennette iki kanatla istediği yere uçan bizdendir; o da senin babanın amcası oğlu Cafer’dir. Bu ümmetin iki torunu ve cennet gençlerinin efendileri Hasan ve Hüseyin bizdendir; onlar da senin çocuklarındır. Ve Mehdi bizdendir; o da senin evlatlarındandır." (12)

Bu Hadisi Taberanî, el-Evsat’ta ve az bir farkla da el-Mu’cem-üs Sağir’de ve Hafız Genci, el-Beyan Fi Ahbar-i Ahir-iz Zaman’da rivayet etmiştir.

6- Hafız Genci, el Beyân Fi Ahbar-i Ahir-iz Zaman adlı eserinde naklettiği ilk hadis olarak kendi senediyle Süfyan İbn-i Uyeyne’den, o da Ali el-Hilal’dan şöyle rivayet etmiştir ki: "Ben, Resulullah’ın (s.a.a) ölümüyle sonuçlanan hastalığı sırasında Peygamberin (s.a.a) huzuruna geldim. Fatıma da (s.a) Peygamberin (s.a.a) başı ucunda idi. Bu sırada Fatıma, (s.a) yüksek sesle ağlamaya başladı. Resulullah (s.a.a) ona doğru bakarak: "Ey habibem (dostum) Fatıma, niçin ağlıyorsun?" dedi."

Fatıma: "Senden sonra helak olmaktan korkuyorum" dedi.

Bunun üzerine, Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey habibem, bilmiyor musun, Allah Teala yeryüzüne bir defa nazar etti ve içinden senin babanı seçti ve babanı risaletiyle görevlendirdi. Sonra tekrar yeryüzüne nazar etti ve (insanlar arasında) senin eşini seçti ve seni onunla evlendirmemi bana vahyetti. Ey Fatıma, biz öyle bir Ehl-i Beyt’iz (bir aileyiz) ki, Allah bizlere önceki ve sonraki insanlardan hiçbirine vermediği yedi özellik vermiştir:

Ben, Allah yanında Hatem-ün Nebiyyin ve Ekrem-un Nebiyyin’im (yani peygamberlerin sonuncusu ve en üstünüyüm) ve mahlukat arasında Allah’ın en çok sevdiği (kul) benim ve ben senin babanım.

Benim vasim, vasilerin en üstünü ve Allah’ın en çok sevdiği vasidir ve o da senin eşindir.

Meleklerle birlikte cennette iki yeşil kanatla uçacak olan bizdendir; o da babanın amcasının oğlu ve kocanın kardeşidir.

Bu ümmetin iki torunu da bizdendir; onlar da senin çocukların Hasan ve Hüseyin’dir; onlar cennet ehlinin gençlerinin efendileridirler. Ve beni hak üzere gönderene andolsun ki, onların babası onlardan daha üstündür.

Ey Fatıma, beni hak üzere peygamber olarak gönderene andolsun ki, bu ümmetin Mehdi’si de o ikisindendir (Hasan ve Hüseyin’in soyundandır). Öyle ki dünyayı kargaşalık sarar ve fitneler baş gösterir, yollar kesilir, insanlar birbirlerine saldırırlar, ne büyük küçüğe rahmeder ve ne de küçük büyüğe saygı gösterir; böyle bir zamanda Allah bu ikisinin soyundan sapıklık kalelerini ve kilitli kalpleri fethedecek birini gönderir; benim dini ilk zamanda hakim kıldığım gibi o da dini ahir-uz zamanda hakim kılar ve (o gelmeden önce) dünya zulümle dolduğu gibi (o dünyayı) adaletle doldurur.

Ey Fatıma, üzülme ve ağlama! Çünkü Allah’ın sana merhamet ve şefkati benden daha çoktur. Bu da senin bana intisabın ve kalbimdeki makamından dolayıdır. Allah, ailen içerisinde soy yönünden en şerefli, makamı en yüce, halkın en çok merhametlisi olanı, Ehl-i Beyt’in en adili ve hüküm vermede en basiretli olanı sana eş olarak seçmiştir.

Ben Rabbimden istedim ki, Ehl-i Beyt’im arasında bana kavuşacak olan ilk şahıs sen olasın." (13)

Hz. Ali (s.a) diyor ki: "Peygamber (s.a.a) vefat ettikten sonra Fatıma (s.a) yetmiş beş günden fazla yaşamadı. Allah bu kısa süreden sonra onu Peygambere (sallallâhu aleyhima ve sellem) kavuşturdu."

Muasır alimlerden olan Hadaik-ul Arifin kitabının sahibi merhum Fazl-i Ali, bu hadislerle ilgili olarak şöyle bir not düşmüştür: "Bu hadiste geçen “bu ümmetin Mehdi’si de o ikisindendir” tabiri, bu mazmunda nakledilen diğer bazı hadislerde, “bu ümmetin Mehdi’si de bizdendir” olarak geçmektedir. Ama bu nüshaya, yani “bu ümmetin Mehdi’si de o ikisindendir” nüshasına göre o ikisinden maksat, Hz. Hasan ve Hüseyin (a.s)’dır. Çünkü İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) annesi İmam Mücteba’nın kızıdır. Buna göre İmam Muhammed Bâkır (a.s) ve sonraki imamlar (a.s) o ikisinin neslindendirler."

Bu hadisi Hafız Ebu Nuaym, el-Erbeune Hadisen Fi Zikr-il Mehdi’de, Muhibbuddin Taberî, Zehair-ül Ukbâ’da,Suyutî, el Havi li-l Fetava’da ve Kunduzî, Yenabi-ul Mevedde’de rivayet etmişlerdir.

 

15. Bölüm

Hz. Fatıma (s.a)'ın Âl-i Aba’dan Olduğuna ve Kisa Hadisi'nin Onların Masumiyetini İspatladığına Dair

1- Hâkim, Müstedrek-üs Sahihayn’de, Abdullah İbn-i Cafer İbn-i Ebi Talib’den rivayet etmiştir ki: "Resulullah (s.a.a), rahmetin indiğini gördüğünde iki defa: “Çağırın gelsinler yanıma” diye buyurdu. Safiye: “Kimi ya Resulullah?” dedi. Peygamber (s.a.a): “Ehl-i Beytimi; Ali’yi, Fatıma’yı, Hasan’ı ve Hüseyin'i” diye buyurdu. Bunlar geldiğinde Peygamber (s.a.a) abâsını onların üzerine attı; sonra ellerini yukarıya kaldırıp şöyle dua etti:

“Ey Allah’ım, bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir. Sen Muhammed ve Âl-i Muhammed’e salavat gönder.” (14)

Bunun üzerine Allah (azze ve celle) de şu ayeti indirdi: "Gerçekten Allah siz Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliği gidermeği ve sizleri tertemiz kılmayı istiyor." (15)

Hakim, bu hadisin senedinin sahih olduğunu kaydetmiştir.

2- Tirmizî, kendi Sahih’inde, Ömer İbn-i Ebu Seleme’den rivayet etmiştir ki: "Gerçekten Allah siz Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliği gidermeği ve sizleri tertemiz kılmayı istiyor" (16) ayeti, Ümmî Seleme’nin evinde Resulullah’a (s.a.a) nazil oldu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.a), Hasan, Hüseyin ve Fatıma’yı çağırttı ve onları kendi önünde oturttu ve Ali’yi çağırıp arkasında oturttu; onları ve kendini bir kisâyla örttü ve sonra şöyle buyurdu:

“Allah’ım, bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir; bunlardan her türlü pisliği gider ve bunları tertemiz kıl.” (17)

İbn-i Asakir de bu hadisi rivayet etmiştir. İbn-i Asakir’in nakline göre hadisin sonunda şu ilave de mevcuttur:

“Ümmî Seleme “beni de onlarla birlikte karar kıl. dedi. Resulullah: “Sen kendi mevkiinde dur, senin de akıbetin hayırdır" buyurdu.

Bu hadis; Taberî ve İbn-i Kesir, kendi Tefsir’lerinde ve Tahavi de Müşkil-ül Asar’da rivayet etmiştir.

Kisâ hadisi şerifi, muhtelif tabirlerle birçok senetle rivayet edilmiştir. Bu yüzden bu hadis senet yönünden sahih ve kesindir. (18)

3- Şeyh Abdullah Behrani, kendi senediyle sahabenin büyüklerinden olan Cabir İbn-i Abdullah-i Ensarî’den şöyle rivayet etmiştir: "Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. Resulullah’ın (s.a.a) kızı Fatıma’nın (s.a) şöyle buyurduğunu duydum:

"Bir gün babam Resulullah (s.a.a) benim evime geldi ve: “Es-selamu aleyki ya Fatıma” (sana selam olsun ey Fatıma). dedi. Ben: “Aleyke’s-selam” dedim. (Babam Resulullah): “Vücudumda bir bitkinlik hissediyorum” dedi. Ben: “Allah seni bitkinliğe karşı korusun” dedim. Sonra: “Kızım, Yemen malı olan abâyı getir ve benim üzerime ört” dedi. Ve ben o abâyı getirip üzerine çektim. Bu sırada onun yüzünün dolunay gibi parladığını gördüm.

Biraz geçmeden oğlum Hasan da geldi ve: “Es-selamu aleyki ya ümmah” (yani sana selam olsun ey annem). dedi ve ben: “Aleyke-s selam ey benim gözümün nuru ve kalbimin meyvesi” dedim. O: “Anne! Ben burada bir güzel koku hissediyorum; bu koku ceddim Resulullah’ın (s.a.a) kokusuna benziyor” dedi. “Evet, ceddin kisânın (abânın) altındadır” dedim. Hasan abâya doğru giderek: “Es-selamu aleyke ya ceddah. Ey Resulullah, benim de abânın altına girip senin yanında bulunmama izin verir misin?” dedi. Peygamber (s.a.a): “Aleyke-s selam ey benim çocuğum ve havuzumun sahibi, evet izin veriyorum” dedi. Hasan da Peygamber (s.a.a) ile birlikte abânın altına girdi.

Az geçmeden oğlum Hüseyin içeri girdi ve: “Es-selamu aleyki ya ümmah (ey anne).” dedi. Ve ben: “Aleyke-s selam ey benim oğlum ve güzümün nuru ve gönlümün meyvesi” dedim. Hüseyin: “Anne, ben burada bir güzel koku hissediyorum; ceddim Resulullah’ın kokusuna benziyor” dedi.“Evet, dedim, ceddin ve kardeşin abânın altında bulunuyorlar” dedim. Hüseyin abâya doğru yaklaşarak: “Es-selamu aleyke ya ceddah, Es-selamu aleyke ya menihterahullah (sana selam olsun ey büyük babam, sana selam olsun ey Allah’ın seçkin kıldığı kimse). Benim de sizinle beraber abânın altına girmeme izin verir misiniz?” dedi. Peygamber (s.a.a): “Aleyke’s-selam ey evladım, ümmetimin şefaatcısı, evet izin verdim. diyerek karşılık verdi.” Hüseyin de kisânın altına girdi.

Bu esnada Ebu-l Hasan Ali İbn-i Ebu Talib (a.s) geldi. Ve: “Es-selamu aleyki ya binte Resulullah” dedi. (Yani, sana selam olsun ey Resulullah’ın kızı.) Ben de: “Aleyke’s-selam ya Ebe-l Hasan ve ya Emir-el Müminin” diye cevap verdim. Sonra: “Ben burada güzel bir koku hissediyorum; bu koku amcam oğlu ve kardeşim Resulullah’ın kokusuna benziyor” dedi. “Evet” dedim. “Peygamber, çocuklarınla birlikte kisânın altındalar.” Ali de abâya doğru ilerleyip: “Es-selamu aleyke ya Resulullah. Benim de sizinle birlikte kisânın altına girmeme müsaade eder misiniz?” dedi. Resulullah (s.a.a): “Ve aleyke’s-selam ya Ali ve ya vasiyyi ve halifetî ve sahib-e livaî. (Yani, sana da selam olsun ey benim kardeşim ve ey benim vasim ve halifem ve bayraktarım.) Sana da izin verdim.” buyurdu.

Sonra ben abâya doğru geldim ve: “Es-selamu aleyke ya ebetah, ya Resulullah (yani, sana selam olsun ey babam, ey Allah’ın Resulü), acaba benim de sizinle birlikte abânın altında olmama izin verir misiniz?” dedim. Resulullah (s.a.a): “Ve aleyki’s-selam ya bintî veya biz’atî ve ezintu leki (yani, sana da selam olsun, ey benim kızım ve ey benim vücudumun bir parçası, sana da izin verdim)” diyerek cevap verdi.

Ben de abânın altına girdim. Hepimiz abânın altına toplandığımızda babam Resulullah (s.a.a) abânın iki yanından tutup sağ eliyle göğe taraf işaret ederek dedi ki:

"Ey Allah’ım bunlar benim Ehl-i Beyt’im ve benim özel yakınlarımdır. Bunların eti benim etimdendir ve kanları benim kanımdandır; bunları inciten şey, beni de incitir ve bunları üzen beni de üzer. Ben bunlarla savaşanlarla savaşırım ve bunlarla sulh içinde olanlarla sulh içindeyim; bunların düşmanlarına düşmanım ve bunları sevenleri severim; bunlar hakikaten bendendirler ve ben de bunlardanım; Allah’ım, kendi rahmet ve bereketini, ihsan ve bağışını bana ve bunlara indir ve bunlardan her türlü pisliği gider ve bunları tertemiz kıl."

Allah (azze ve celle) buyurdu ki: "Ey benim meleklerim ve ey göklerde bulunanlar, bina edilmiş gökyüzünü ve döşenmiş yeryüzünü ve aydınlatan ay ve ışık saçan güneşi, dönen her feleki (gezegeni), akan denizi ve dolaşan gemiyi,sadece kisânın altında olan bu beş kişinin muhabbeti için yarattım.

Cebrail-i Emin: “Ya Rabbî, abânın altında bulunanlar kimlerdir?” diye sordu.

Allah (azze ve celle): “Onlar, Peygamberin Ehl-i Beyt’i ve risaletin madenidirler; onlar, Fatıma ve babası ve kocası ve çocuklarıdır” buyurdu.

Cebrail: “Ya Rab, yere inip onların altıncısı olmama izin verir misi?” dedi.

Allah (Teala): “Evet izin verdim” dedi.

Bu vakit Cebrail-i Emin de yere indi ve:

“Es-selamu aleyke ya Resulullah (selam olsun sana ey Allah’ın Resulü), yücelerin en yücesi olan Yüce Allah sana selam gönderiyor, güzel tebrik ve ikramını sana sunuyor ve sana buyuruyor ki:

“İzzet ve celalime andolsun, ben bina edilmiş gökyüzünü ve döşenmiş yeryüzünü ve aydınlatan ayı ve ışık saçan güneşi ve dönen her feleki (gezegeni) ve akan her denizi ve dolaşan her gemiyi sadece sizin hatırınız, sizin muhabbetiniz için yarattım.”

Allah Teala benim de sizinle birlikte olmam için izin verdi. Ya Resulullah, sen de izin veriyor musun?” dedi.

Resulullah şöyle buyurdu: “Ve aleyke’s-selam ya emine vahyillah, innehu na’am kat ezintu lek (yani sana da selam olsun ey Allah’ın vahyinin emini, evet sana izin verdim.”

Bunun üzerine Cebrail de bizimle birlikte abânın altına girdi ve babama dedi ki: "Allah size şöyle vahyetmiştir: “Gerçekten Allah istiyor ki , siz Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliği gidersin ve sizleri tertemiz kılsın.” (19)

Bu sırada Ali: “Ya Resulullah, bizim bu abânın altında oturmamızın Allah indindeki fazileti nedir?” diye sordu.

Peygamber şöyle buyurdu: “Beni hak olarak peygamberlikle gönderen ve insanların kurtarıcısı olarak beni risaleti için seçen Allah’a andolsun ki, bizim bu haberimiz (böylece kisânın altında toplanmamızla ilgili olay), yeryüzünde içerisinde takipçilerimizden ve dostlarımızdan bir topluluğun bulunduğu herhangi bir toplantıda söylenecek olursa, onlar dağılıncaya kadar mutlaka onlara rahmet iner ve melekler onların etrafını sarar ve onlara Allah’tan bağış dilerler.”

Ali: “O halde Allah’a andolsun ki, biz saadete kavuştuk ve Kâ’be’nin Rabbine and olsun ki, bizim takipçilerimiz de mutluluğa kavuştular.”

Tekrar Peygamber: “Ey Ali, beni hak üzere peygamber olarak gönderen ve insanların kurtarıcısı olarak risaleti için beni seçen Allah’a andolsun ki, bizim bu haberimiz bizim takipçilerimizden bir topluluğun bulunduğu herhangi bir mecliste söylenirse ve onların içerisinde müşkülü olan birisi olursa onun müşkülünü Allah mutlaka giderir; onların içerisinde gamlı biri olursa Allah onun gamını bertaraf eder ve onların içerisinde bir ihtiyacı olan olursa Allah onun ihtiyacını giderir” dedi.

Bunu duyunca, Ali: “O zaman Allah’a andolsun ki, biz mutluluk ve saadete kavuştuk ve Kâ’be’nin Rabbine andosun ki bizim takipçilerimiz de dünya ve ahirette mutluluk ve saadete kavuştular” dedi." (20)

Bu hadisi Allame Turayhi, Müntehab-ül Kebir kitabında, Allame Deylemî el-Gurer-ü ve-d Dürer’de, Şeyh Keni “Nûr-ul Afâk'da nakletmişlerdir. Daha fazla bilgi için “İhkak-ul Hakk” kitabında müracaat edilsin.

 

16. Bölüm

Hz. Fatıma (s.a) Ve Mübahele Olayı

1- Müslim, Sahih’inde kendi senediyle Sa’d İbn-i Ebu Vakkas’tan şöyle rivayet etmiştir: “...Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarınızı ve kadınlarımızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım ve sonra bedduâ edip yalvaralım da Allah’ın la’netini yalancıların üzerine koyalım.” (21) ayeti nazil olunca, Resulullah (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i çağırarak şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım, bunlar benim ehlimdir (soy ve ailemdir).” (22)

Aynı hadisi Tirmizî Sünen’inde ve Ahmed İbn-i Hanbel Müsned’inde rivayet etmiştir. Ahmed’in naklinde hadisin sonu şöyledir: “Bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir.” Keza bu hadisi Hakim, Şeyhayn’in (Buhari ve Müslim'in) şartına göre sahih olduğunu kaydetmiştir.

Hakim, “Marifet-ü Ulum-il Hadis” kitabında da bu hadisin İbn-i Abbas ve diğerlerinden mütevatir olarak tefsir kitaplarında nakledildiğini kaydetmiştir.

Yine aynı hadisi Beğavi, Mesabih-us Sünnet’de rivayet etmiştir.

2- Fahr-ı Razi, Tefsir-i Kebir’inde mübahele olayını şöyle yazmıştır: "Rivayet olunmuştur ki, Resulullah (a.s) Necran Hıristiyanlarına delillerini açıkladı. Ama onlar kendi cehaletleri üzerinde ısrar ettiler. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: “Gerçekten Allah bana emretmiştir ki sizler hücceti kabul etmediğiniz takdirde sizinle mübahele edelim.”

Onlar: “Ey Ebe-l Kasım, (müsaade ver ki) biz dönüp bu mesele hakkında düşünelim, sonra senin yanına gelelim.” Onlar geri döndüklerinde görüş sahibi olarak kabul ettikleri büyüklerine: “Ey Mesih’in kulu, senin görüşün nedir?” diye sordular. O da: “Ey Hıristiyanlar, Muhammed Allah tarafından gönderilen bir peygamberdir. O, Hz. İsa hususundaki doğru olan şeyleri getirmiştir...” dedi.

Mübahele günü Resulullah (s.a.a) Hüseyin’i kucağına almış, Hasan’ın elinden tutmuştu ve Fatıma Resulullah’ın arkasından, Ali de Fatıma’nın arkasından hareket ediyorlardı. Resulullah (s.a.a) bunlara: “Ben dua ettiğimde siz “amin” deyin” buyurdu.

Bu hali gören Necran Hıristiyanlarının din adamı: “Ey Hıristiyan camiası, ben öyle (nurlu) yüzler görüyorum ki, eğer Allah’tan, dağın yerinden oynamasını bile isteseler, Allah onların yüzünün suyu hürmetine o dağı yerinden oynatır; (sakın) bunlarla mübahale etmeyin, yoksa helak olursunuz ve kıyamet gününe kadar artık yeryüzünde bir Hıristiyan bile kalmaz...” (23)

Sonra Fahr-i Razi; “Tefsir ve hadis alimleri bu hadisin doğruluğu hususunda ittifak etmişlerdir.” diyor.

3- Sibt İbn-i Cevzi, Tezkiret-ül Havas’da şöyle rivayet etmiştir: "Hz. Ali İbn-i Ebu Talib’in faziletleriyle ilgili olarak nazil olan ayetlerden biri de, Âl-i İmran suresindeki Allah-u Teala’nın indirdiği:“...Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım...” (24) ayetidir.

Eski tarihçiler, Cabir İbn-i Abdullah’ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Necran’dan bir grup, elçi olarak Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna geldiler. Bunların içerisinde dini önderleri ve bir grup papaz da bulunuyordu. Onlar: “Musa’nın babası kimdir?” diye sordular. Peygamber (s.a.a): “İmran.” diye cevap verdi. Onlar: “Senin baban kimdir?” dediler. Resulullah (s.a.a): “Babam Abdulmuttalib’in oğlu Abdullah’tır.” diye cevap verdi. Onlar: “İsa’nın babası kimdir?” dediler. Peygamber (s.a.a), susarak vahyin gelmesini bekledi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu:

“Gerçekten İsa’nın örneği Allah yanında Adem’in örneği gibidir ki, onu (Adem’i) topraktan yarattı.” (25)

Onlar: “Bunu, bizim peygamberlere nazil olan kitaplarda bulamıyoruz (yani böyle bir şey eski kitaplarda mevcut değildir).” dediler. Resulullah (s.a.a): “Yalan söylediniz.” dedi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:

“Sana gelen ilimden sonra onun (Hz. İsa) hakkında seninle kim tartışırsa de ki: Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım...” (26)

Onlar bu teklifi olumlu karşılayıp “Ne zaman mübahele edelim?” dediler.

Peygamber: “İnşaallah yarın.” dedi ve onlar Peygamberin yanından ayrıldılar.

Sonra kendi aralarında şöyle bir karar aldılar: “Eğer ashabından bir grupla mübahele için çıkarsa onunla mübahele edin. Çünkü onun peygamber olmadığı belli olur. Ama; kendi Ehl-i Beyt’iyle mübahele için çıkarsa, onunla mübahele etmeyin. Çünkü; bu onun sadık bir peygamber olduğunu gösterir. Bu durumda, sizler onunla mübahele edecek olsanız kesinlikle helak olursunuz.”

Resulullah (s.a.a), Medine halkının hepsini mübaheleye seyirci olmak için çağırdı.

(Ertesi gün) Resulullah (s.a.a) Ali (a.s) önünde, Hasan (a.s) sağında, Hüseyin (a.s) solunda ve Fatıma (s.a) arkasında olduğu halde çıktı. Sonra (halka) şöyle buyurdu:

“Gelin bakın, bunlar benim çocuklarımdır, -bunu söylerken Hasan ve Hüseyin’e işaret etti- bu da bizden olan kadınlar -bunu derken Fatıma’ya işaret etti- ve bu da bizim kendimiziz.” Bunu dediğinde ise kendisine ve Ali’ye işaret etti.

Onlar (Necran Hıristiyanları) bu durumu görünce korkuya kapıldılar ve Resulullah’ın huzuruna gelerek dediler ki: “Bizimle bu mübaheleyi yapmaktan vazgeç ki, Allah da seni affetsin.”

Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: “Andolsun canımı elinde bulunduran Allah’a ki, eğer onlar mübaheleye çıksalardı Allah vadiyi (mübahele yapılacak yeri) ateşle dolduracaktı ve ateş onları saracaktı.”

Ebu-l İshak Sa’lebi, kendi tefsirinde yukarıdaki ayetin tefsirini şöyle yazmıştır:

Resulullah (s.a.a), Hüseyin kucağında ve Hasan’ın elinden tutmuş olduğu, Fatıma da onun arkasından, Ali de Fatıma’nın arkasından yürüdüğü halde evinden çıktı ve (onlara): “Ben dua ettiğimde sizler “amin” deyin.” buyurdu.

Bunu gören Necran papazı: “Ey Hıristiyan topluluğu, ben öyle yüzler görüyorum ki, eğer Allah’tan bir dağın yerinden oynamasını isteseler (Allah dualarını kabul eder) ve dağ yerinden oynar. Asla mübahele etmeyiniz ki, hepiniz helak olursunuz ve kıyamet gününe kadar yeryüzünde Müslümanlardan başka bir kimse kalmaz” dedi.

Bunun üzerine, Necran Hıristiyanları kendi ülkelerine döndüler ve Resulullah’a (s.a.a) iki bin elbise vererek sulh ettiler. (27)

4- İbn-i Kesir, “el Bidaye ve-n Nihaye” adlı kitabında şöyle yazıyor: Bir grup, elçi olarak Medine’ye geldiler. Medine’ye ulaştıklarında yolculuk elbiselerini çıkarıp güzel elbiseler giydiler. Bu elbiseler Yemen kumaşından yapılmış idi. Ve parmaklarına altın yüzük taktılar. Böylece Resulullah’ın (a.s) yanına geldiler; selam verdiler; ama Resulullah onların selamının cevabını vermedi. Gün boyunca Peygamberle konuşmaya çalıştılar; ama Peygamber o elbiseler ve altın yüzüklerle süslenmiş olan adamlarla konuşmadı. Sonra onlar önceden tanıdıkları Osman İbn-i Affan ve Abdurrahman İbn-i Avf’ı aramaya çıktılar. Bu ikisini muhacirler ve ensardan bir grubun bir arada bulunduğu bir mecliste buldular. Sonra “Ey Osman ve Abdurrahman, sizin Peygamberiniz bize bir mektup göndermiştir; biz de bu mektuptaki çağrıya icabet ederek ona doğru geldik.; ama ona selam verdik o bizim selamımıza cevap vermedi ve onunla uzun bir gün boyunca konuşmaya çalıştık ama o bizi konuşturmadı; sizin bu husustaki görüşünüz nedir? Acaba geri mi dönelim?” dediler.

O ikisi mecliste bulunan Hz. Ali’ye: “Bunların meselesi hakkında görüşün nedir?” diye sordular.

Ali, Osman ve Abdurrahman’a: “Bana göre onlar bu pahalı elbiselerini ve bu altın yüzükleri çıkarmalı ve yolculuk elbiselerini giyerek Resulullah’ın (s.a.a) yanına dönmelidirler.” dedi. Onlar bu işi yaptılar ve Peygamberin huzuruna gelip selam verdiler. Peygamber, onların selamını aldı ve “Andolsun beni hak üzere gönderene ki, birinci defa geldiklerinde İblis (Şeytan) onların yanında bulunuyordu.” buyurdu.

Sonra Peygamber onlardan ve onlar da Peygamberden bir şeyler sordular ve bir süre aralarında bu soru-cevap meclisi devam etti. Sonra onlar: “İsa hakkında ne diyorsun? Biz Hıristiyan'ız ve kavmimizin içerisine döndüğümüzde senin bu husustaki sözlerini halka duyurmak isteriz. Peygamberliğin doğru ise, onun hakkındaki sözlerinle hoşnut olalım” dediler.

Resulullah (s.a.a): “Hz. İsa ile ilgili olarak bugün diyeceğim bir şey yok. Medine’de ikamet eyleyin ki Allah’ın İsa hakkındaki sözlerini size bildireyim.”

Ertesi gün Allah (Azze ve Celle) şu ayetleri nazil etti:

“Gerçekten Allah yanında İsa’nın örneği Adem’in örneği gibidir. Allah onu (Adem’i) topraktan yarattı sonra ona “ol” dedi ve oldu. Bu Allah tarafından gelen bir haktır; öyleyse şüphe edenlerden olma. Her kim sana gelen ilimden sonra onun (İsa) hakkında seninle tartışırsa de ki:

Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarınızı ve kadınlarımızı, kendimizi ve kendilerinizi çağıralım; sonra bedduâ edip Allah’ın lanetini yalancıların üzerine atalım.” (28)

Ama onlar buna ikrar etmediler. Ertesi gün erkenden Resulullah (s.a.a) onlara haber gönderdi ve kendisi Hasan ve Hüseyin'i yanına alarak Fatıma da arkasında yürüdüğü halde lanetleşmek için evinden çıktı. Peygamberin (s.a.a) o sıralarda birkaç hanımı vardı, ama onlardan hiçbirini mübahele için kendisiyle birlikte götürmedi...” (29)

 

 

(1) - Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.164.

(2) - Tarih-i Bağdâdi, c.11, s.285

(3) - Kenz-ül Ummâl, c.6, s.220.

(4) - Kenz-ül Ummâl, c.6, s.216.

(5) - Kenz-ül Ummâl, c.6, s.216.

(6) - Mecma-üz Zevâid, c.9, s.172.

(7) - Zehâir-ül Ukbâ, s.121.

(8)- Tarih-i Kebir, c.2, Birinci bölüm, s.316, Haydarabad baskısı. Müstedrek-üs Sahihayn, c.4, s.557, Haydarabad baskısı. Tarih-ü Rıkka, s.70, Kâhire baskısı. Siret-ül Mustafa, c.2, s.519.

(9) - Sünen-i Ebu Dâvud, c.4, s.151hadis no: 3835, Sünen-i İbn-i Mace hadis no: 4076, Dar-us Saâde Mısır baskısı. el-Füsul-ül Mühimme, s.276. es-Savâik-ul Muhrika, s.97. Mısır baskısı. el-Beyan Fi Ahbar-i Ahir-iz Zamân, s.311.

(10) - el-Erbaune Hadisen Fi Zikr-il Mehdi, 4. hadis. Zehâir-ul Ukbâ, s.136, Mektebet-ül Kudsî Mısır baskısı. Kenz-ül Ummâl, c.7, s.259, Haydarabaâd baskısı. el-Fıkh-ul Kebir, c.2, s.70, Haydar Abâd baskısı. Kunûz-ul Hakâik, s.3. el-Hâvi Li-l Fetâvâ, Suyutî, s.66, Mısır baskısı.

(11) - Müntahab-u Kenz-il Ummâl, c.5, s.96, el-Meymeniye Mısır baskısı. Meşarik-ul Envâr Fi Fevz-i Ehl-il İtibâr, s.152, es-Şerefiyye Mısır baskısı. el-Havi Li-l Fetâvâ, Suyutî, s.66, Mısır bakısı. Yenabi-ul Mevedde, s.179, İstanbul baskısı. Kunuz-ül Hakâik, s.3, Bulak baskısı, Mısır.

(12) - Yenâbi-ul Mevedde, İstanbul baskısı, s.434. el-Beyân Fi Ahbâr-i Ahir-iz Zamân, s.310, Necef bakısı.

(13) - el-Beyân Fi Ahbâr Ahir-iz Zamân, s.305, Necef baskısı. el-Erbeune Hadisen Fi Zikr-il Mehdi (a.s), 5.hadis. Zehâir-ül Ukbâ, s.135, Mektebet-ül Kudsî Mısır baskısı. el-Hâvi Li-l Fetâvâ, s.66, Mısır baskısı. Yenâbi-ul Mevedde, İstanbul baskısı, s.426.

(14) - Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.147-148.

(15) - Ahzab/33

(16) - Ahzab/33

(17) -  Sahih-i Tirmizî, c.12, s.85 hadis no: 3806. Tefsir-i Taberî, c.22, s.7. Tefsir-i İbn-i Kesir, c.3, s.485. Müşkil-ül Asar, c.1, s.335.

(18) - Bkz. Müsned-i Ahmet bin Hanbel hadis no: 25521, 25329, 25339, 25383, 25300 ve 16374.

(19) - Ahzab/33

(20) - Evalim-ül Ulum, c.11, s.635-642. Müntahab-ül Kebir. el-Gurer-ü ve-d Dürer. Nûr-ül Afak, s.4, Tahran baskısı. İhkak-ul Hakk, c.2, s.557-558.

(21) - Al-i İmran/61

(22) - Sahih-i Müslim, c.7, s.120 hadis no: 4420. Sahih-i Tirmizî, c.4, s.293 hadis no: 4425. Müsned-i Ahmed, c.1, s.185 hadis no: 1522. Müstedrek-üs Sahihayn, c.3, s.150, Mesâbih-us Sünnet, c.2, 204.

(23) - Tefsir-i Kebir c.8, s.85.

(24) - Al-i İmran/61

(25) - Al-i İmran/59

(26) - Al-i İmran/61

(27) - Tezkiret-ül Havass, s.8.

(28) - Al-i İmran/59, 60, 61.

(29) - el-Bidaye ve-n Nihaye, c.5, s.54.

 

next page

 

back page