ABDÜL HÜSEYIN ŞEREFUDDİN'İN HAYATI

        Ehl-i Beyt aleminin en büyük alimlerinden biri olan" Abdül Hüseyin, Şerefuddin Hicrl 1290 yılında Irak'ın Kazımeyn Şehrinde doğmuştur." Babası, Şerif Cevad oğlu, Şerif Yusuf isminde tanınmış bir zattır. Annesi ise, babasının amca kızlarından Zehra'dır.

        Küçük yaşta ailesi tarafından büyük bir ısrarla yetiştirilen Abdül Hüseyin, bilhassa din ilminde asrın tanınmış şeyh ve imamlarından çok istifade etmiş, büyüdükçe ilmi de büyümüş, nihayet muhitinde parmakla gösterilen en büyük alimlerden biri olmuştur. Hocaları, Irak'ın başta gelen alimleri sayılan Tabatabai, Horasani, Fethullah İsfahani, Şeyh Muhammed Taha Necefi ve Şeyh Hasan Kerbelai gibi tanınmış büyük şahsiyetlerdir. Tahsilini bitirip bir çok ilmi müzakere ve münazaralara katılınca yıldızı parlamış ve adı İslam dünyasının her tarafında du- yulur hale gelmiş, daha sonra otuz iki yaşında, asıl vatanı olan Lübnan'ın Cebeli Amil bölgesine dönmüş, hemşehrileri tarafından coşku ve sevgiyle karşılanmıştır.

        Büyük alim, burada da boş durmamış, kısa zamanda herkesin takdirini kazanmış ve her 'ilmi meselede başta aranan kişi olmuştur.

        Ayrıca çok büyük hatip olan üstat, her konuşmasında dinleyicilerini büyülemiş ve nihayet bütün alimler tarafından ziya- ret edilmeye başlayınca evi bir ilim merkezi haline gelmiştir.

        Daha sonra h. 1329 yılının sonuna doğru Mısır'a ilmi bir seyahat yapmış, orada da bir çok alimle tanışmış ve çoğuyla münazaralar yaparak büyük takdirlerini kazanmıştır. Bu alimlerin biri Ezher Camii ve Üniversitesi'nin o tarihteki Hocası Şeyh Selim Bişri el-Maliki'dir. Onunla birkaç kez buluşarak İslam'daki ihtilaflar hakkında görüş alışverişinde' bulunurlar ve neticede sohbetlerini mektuplar aracılığıyla devam
et-

5



tirmeyi kararlaştınrlar. Nitekim bu arzu gerçekleşmiş ve sonun "el-Müracaat" adını taşıyan bu mektuplar bir kitap haline elmiştir. İşte elinizdeki kitap odur.

        Yazar bundan başka yirmiye yakın kitap yazmıştır. Bunların çoğu bir çok Arap kütüphanelerinde bulunabilir. Bu büyük insanı sözcüklerle tarif etmek yetersiz kalır.
" el- Müracaat"ı okuyunca ne derece ilim ve irfan sahibi olduğunu göreceksiniz.

ÖNSÖZ
VE İTHAF

        Bu sayfalar bugün yazılmamıştır. Yazılışının üzerinden çeyrek asırdan fazla zaman geçmiştir. Bugün nasıl ortaya çıktıysa o günde çıkabilirdi. Ancak o günün olayları, çıkmasına izin vermeyecek boyutta önüne engeller koymuş ve bugüne kadar ertelenmesine neden olmuştur.

        Bu olaylar aynı zamanda kitabın konumunda da bazı değişikliklere yol açmıştır.

        Kitaptaki düşünce ve görüşler ise çok daha eskilere dayanır. Zira gençliğimin ilk günlerinden beri, gönlümde ve beynimde şimşek pınltıları gibi parlamaya başlamıştı. Bu düşüncenin hedefine gelince, o da sadece Müslümanlar arasındaki ihtilafın sebeplerini araştınp bu ihtilafı ortadan kaldırmaya çare aramaktır. Amacım, bu insanların hak bayrağı altında, kendilerine farz olunan ilim ve amel yolunu takip ederek, kardeşçe, tek yoldan yürümelerini görebilme mutluluğuna erişebilmekti.

        Ne hazindir ki, bu din kardeşlerinin aynı akideye bağlı olduktan halde asırlar boyu birbirlerine düşman gözüyle bakmış, hatta çoğu zaman aralarında yüz binlerce Müslüman'ın kanı dökülmesi pahasına düşmanca savaşmışlardır. Sanki taraftarların bir masaya oturup bu ihtilafı görüşmeleri, bu anlaşmazlığa, edebi tartışmalarla çare aramalan hiç mümkün değil... Yürekleri parçalayan acı gerçek de budur zaten...

        Şu halde ne yapmalı, çare nedir? Biri de yüzlerce yıldır etrafımızı saran felaketler, ötede ise bazen cehaletin etkisinden, bazen de hırs ve bağnazlıktan dolayı yan çizen kalemler... Ve bunların arasında kalmanın yarattığı şaşkınlık... Evet şu durumda ne yapmalı, çare nedir?..

        Beni üzüntüye boğan bu düşünce neredeyse göğsümü çatlatacak hale geliyordu.
Nihayet H. 1329 yılının sonuna doğru, aradığımı orada bulacağımı umarak Mısır'a gittim. Düşüncelerimi paylaşacak olan kişiyi bu diyarda bulacağımın ilhamı içime doğmuştu. Ve Allah'a şükürler olsun buldum... .

7



        Zaten Mısır ilim üreten bir ülkedir. Burada delil yoluyla sabit olan gerçekleri benimseyecek alimleri bulmak her zaman nümkündür. Mısır'a has olan meziyetIerden biri de budur.

        İşte burada şansım bana yardımcı olarak, beni bayrak gibi tanınmış bir alim ile karşılaştırdı. Aklı geniş, ahlakı üstün, kalbi ak, bilgisi sınırsız ve bütün bunlarla birlikte yüksek bir makama sahipti. Bu makamda, hak ettiği dini bir liderlikte oturuyordu. Bu da bir gerçektir ki, ilim adamları zarif görünüşlü oldukları zaman insana daha çok güven verirler. İşte Mısır'ın alimi ve namı olan bu zat, böyle güven verici bir zarafete sahipti. Onunla yaptığımız ve sonra hep övgü ile andığımız konuşmalar da elbette aynı nispette zarif ve güzel olmuştu.

        Ben ona derdimi dökünce o da bana aynı dertten şikayetçi  olduğunu söyledi. Sonunda her ikimiz de şu kanıda birleşti: Her iki taife, Sünni ve Ehl-i Beyt taraftarları, dinine bağlı inanmış müslümanlardır. İslam Peygamber'inin getirdikleri inançta görüş birliğindedirler. İslam esaslarını zedeleyecek hiçbir ihtilafları yoktur. Aralarındaki ihtilaf, sadece müçtehitlerin kitap ve sünnetten veya icma ve delillerden elde ettikleri bazı hükümler üzerinedir. Bu da aradaki mesafenin bu kadar uzak olmasını icap ettirmediği gibi, bu düşmanlığın sonsuza dek devam etmesine de yeterli bir sebep değildir.

        İslam tarihini araştırıp, içinde türeyen inanç, görüş ve teorileri tetkik ettiğimizde, bu ihtilafın sadece taassup ve hizipçiliğin ürünü olduğunu görürüz. Ümmetin arasında vuku bulan en büyük anlaşmazlık ise İmamet (Hilafet) yüzünden ortaya çıkmıştır. Müslümanlar arasında hiçbir dini meseleye karşı, onun kadar silah çekilmemiştir. Demek ki anlaşmazlıkların başında, İmamet davası geliyor. Bu mesele gün geçtikçe büyütülmüş, hizipçilik çoğalmış, taraflar şartlandırılmıştır. Oysa her iki taraf birbirinin görüşlerine önem verip, uzlaşmaz tutumlarını bir tarafa bırakarak, anlayışlı ve barışçı bir tavırla birbirlerine yaklaşmış olsalardı gerçekler gün gibi meydana çıkacak ve durum bu aşamaya varmayacaktı. Kendileriyle şu anlaşmaya vardık: Bu meseleyi her iki tarafın ileri sürdüğü delilleri tam anlamıyla tartışacağız;

9

bunu yaparken de hislerimizi tutkusuna alan muhit, adet ve taklit gibi etkenlerin etkisi altında kalmayacağız. Etrafımızı saran asabiyetlerden sıynlıp gerçeği en doğru yoldan, ona elimizle dokunabilene kadar takip edeceğiz... Umudumuz, bu çabamız Müslüman kardeşlerimizin dikkatini çeker ve inceleyeceğimiz gerçekler onları bir parça rahatlatır ve ondan sonra inşallah kendilerine bu gerçekler önünde durabilecekleri bir sınır tespit ederler.

        Bunu şu şekilde yapacağımızı kararlaştırdık: O benden istediğini yazılı olarak soracak, ben de ona şartların icap ettirdiği şekilde, her iki tarafın akıl ve nakille tespit etmiş olduğu doğruların ışığı altında cevaplar yazacağım.

        Bunu şu şekilde yapacağımızı kararlaştırdık: O benden istediğini yazılı olarak soracak, ben de ona şartların icap ettirdiği şekilde, her iki tarafın akıl ve nakille tespit etmiş olduğu doğruların ışığı altında cevaplar yazacağım.

        Aziz ve Celil olan Allah'ın lütfu ile yazışmalarımız arzu ettiğimiz gibi sonuna kadar devam etti, hatta daha o günlerde bu mektupları toplayıp kitap haline getirmeyi istemiştik. Fakat daha önce de dediğim gibi kötü kader ve zalim günlerin olayları bunu engellemiş ve bu gecikme benim için daha da hayırlı olmuştur.


        Aynca bu sayfaların sadece o günlerde aramızda geçen mektuplardan ibaret olduğunu iddia etmiyorum. Fakat içindeki sözlerin benden başkasının yazdığı da söylenemez. Daha önce de söylemiştim, gecikmesine neden olan etkenler, az da olsa, bazı değişikliğe uğramasına da neden olmuştur. Fakat aramızda gelişen soruların üzerindeki tartışma ve muhakemelerin tümü, hatta vaziyetin gerektirdiği bazı ilaveler de dahil şu kitabın iki kapağı arasındadır. Ancak bu bahsini ettiğim ilaveler, ittifakımıza hiç bir olumsuzluk getirmeyen, sadece söz gelişinin neden olduğu bazı nasihat ve irşatlardır.

        O gün olduğu gibi, şimdi de yegane amacım bu kitabın hayırlı olup barışa yardımcı olmasıdır. Bu kitap Müslüman kardeşlerinin ilgisini çeker ve onlarca aranır bir eser haline gelirse, bu-.

9


nu kendime Cenabı Hakkın bir lütfu sayacağım. Zira bu çalışmalarımdaki amacım barışçı ve birleştirici olmaktır. Allah'a gü- veniyorum ve bu çabamda bana yardımcı olmasını diliyorum.

        İthafa gelince; kitabımı düşünce adamlarına, tarih araştırmacılarını, ilmi hayatın sırrına eren hafız ve muhaddislere, sünen ve siyerleri tetkik etmiş bilginlere ve bütün hür düşünceli aydın gençlere ithaf ederim. Eğer bunların hepsi ithafımı kabul eder
ve kitabımın kendilerine faydalı olacağını inanırlarsa, en büyük mutluluk benim olacaktır.

        Kitabı yazarken cevap kısmını en mükemmel bir şekilde özetleyip hazırlamaya çalıştım. Maksadım insaf sahibi kimselerin zihninde herhangi bir şüphe bırakmamaktır. Doğu kabul edilen Sünen ve açık Nass'lara o kadar önem verdim ki, toplamış olduğum deliller, hadis kitaplarıyla donatılmış bir kütüphanenin yerini tutacak kadar zengin bir eser meydana getirdi. Ümit ederim ki, aziz okuyucular, başından sonuna kadar şevkle ve zevkle okurlar ve bilhassa onlardan insaf ehli sayılanların beğenisini kazanır. Bu arzumun tahakkuku halinde Cenabı Allah'a bir kez daha şükredip mutluluğa kavuşmuş olacağım.

        Kendi şahsıma gelince; Allah'a çok şükür bu kitabı yazmakla içim rahat etmiş, hayırlı bir iş yaptığıma inandığımdan dolayı butün çektiğim zahmet ve zorlukları unutmuş, hayatımdan memnun bir şekilde kendimi bahtiyar hissetmekteyim.

        Amelimin kabulünü, günahlarımın affını ve bu kitabın Müslüman kardeşlerime faydalı olduğu nispette, mükafat ve sevabının benim kadar kendilerine de ait olmasını Yüce Allah'tan temenni ederim.
--------------
Abdül Hüseyin Şerefuddin

        Bu değerli kitabi ilk olarak Türkçe'ye tercüme eden Sabahattin Sonay'ın tercümesi örnek alınarak baskıya hazırlanmıştır.


MEKTUP 1  -6 Zilkade 1329-

1- Münazaracıdan selam
2- Münazara için izin isteme
3- Yazışma konuları


        1- Büyük alim Abdül Hüseyin Şerefuddin el-Musevi hazretlerine: Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.(l)

        Geçmiş günlerimde, ne Ehl-i Beyt Mektebi ile tanışmış, ne de onların ahlakını denemiştim. Zira meclislerinde bulunmamış, onlarla hiç bir konuda fikir tartışması yapmamıştım. Oysa onların görüşlerini, meyillerini çok merak ediyor, yakından tanımayı çok arzuluyordum. Bu arzum ancak, kader beni, okyanusunuzun sahiline sürükleyip şifa dolu kadehinizi sunduğunuz zaman tatmin olmuş, susuzluğum ancak o zaman geçmeğe başlamıştır.

        İnanın ki, hayatımda ne böyle şifalı bir şarap dudağıma değmiş, ne de bu kadar saf ve berrak Kevser'i tatmışımdır.

        Daha önceleri, Caferilerin, Sünni kardeşleriyle bir araya gelmekten kaçındıklarını, onlardan uzak kalmayı tercih ettiklerini, yalnızlığı sevdiklerini duyardım da duyardım... Oysa ben sizi, söyleşide dakik, muaşerette sevimli,. tartışmada güçlü ve onurlu, sohbette hoş bir şahıs olarak gördüm. Meğer ki Caferi mezhebini seçen biri, hoş sohbeti ve onunla oturmak her yazarın ideali imiş.

        2- Şimdi denizinizin sahilinde durmuş, incilerinden mümkün olduğu kadar toplamak amacıyla ummana dalmak için izninizi bekliyorum. İzin verirseniz, uzun zamandan beri kalbimde saklı ve sabitleşmiş bazı meselelerin derinliğine iner ve beraberce tetkik ederiz. Yoksa siz bilirsiniz... Ben bu girişimim-

11



le, ne bir hata aramaya, ne de gizli kalmış bir ayıbı ortaya çıkarma gayreti içindeyim. Ben sadece aradığını bulmaya çalışan, aradığı da "hakikat" olan biriyim. Eğer hak meydana çıkıp, haklı olan belli olursa ala, yoksa ikimiz de şairin aşağıda söylediği gibi kalmaya mahkumuz:

        "Biz, bizdeki ile kaniyiz; siz de, size ait olanlara razısınız; ama fikirlerimiz ayrı ayrıdır..."

        Müsaade ederseniz, size yönelteceğim sorular şu iki konu izerinde olacaktır;

Birincisi
: Asıl ve teferruatla mezhep imamlığı...
İkincisi
ise: Umumi imamet, yani Peygamber (s.a.a)'den sonra ortaya çıkan 'Hilafet' meselesi... Ayrıca bütün mektupla- rımın sonunda benim imzam yerine ismimin kısaltılmışı (S) olacaktır; sizinki ise (Ş) olsun. Ve yapacağım her hatanın affını, şimdiden sizden rica ederim. Vesselam.

DİPNOT
1- Bismillahirrahmanirrahim
İzin istemekle yetinmeyip, bahsimizin hangi konu etrafında döneceğini de açıklamış. Bu da kemaline ve münazaradaki adabına delalet eder. Ayrıca şu imza konusundaki harfleri gözden kaçmamaktadır. Zira (S) kendi ismi olan Selimm, baş harfi (Ş) ise benim Şerefuddin olan adımın baş harfidir.

12

MEKTUP 2   6 Zilkôde 1329

        1- Selama karşılık vermek
        2- Münazarayı kabul etmek

        1- Efendimiz Şeyh'ul İslam hazretlerine Allah'tan selam, rahmet ve bereket.

        Kıymetli mektubunuzla bana lütfettiğiniz nimet ve minnetin, hak ettiği teşekkürü sunmaktan dilim acizdir.

        Bana karşı göstermiş olduğunuz güvene aslında siz daha layıksınız. Zaten buna inandığım için, Suriye illerinden kalkıp, ümit gemisine binerek, ilminizin meyvelerinden, ihsanınızın rahmetinden faydalanmaya gelmiş bulunuyorum. Sizden ayrılır- ken dipdiri ümitlerle, sapasağlam emellerle döneceğime eminim.

        2- Emir ve yasak size ait olduğu halde benden izin istiyorsunuz. Arzu ettiğiniz her hususta bana sorular yöneltebilirsi- niz. Adaletli hüküm ve hakkı batıldan ayıran söz size aittir. Allah'ın selamı üzerinize olsun. (ş)


13


MEKTUP 3    7 Zilkade 1329

        1- Neden Caferiler Cumhurun Mezheplerine uymaz?
        2- Bu gün birleşmek bir ihtiyaçtır.
        3- Ancak Cumhurun Mezheplerine uyarak birlik sağlanabilir.

        1- Şimdi sizden, Cumhur ve cemaat mezheplerini kabul etmemenizin sebebini soracağım. Din usullerinde Eş'ariyi teferruatta ise dört mezhebi kastediyorum. Halbuki gelip, geçmiş bütün din adamları, asırlar boyunca bu mezhepleri en iyi mezhepler olarak kabul etmiş ve ibadetlerini hep bunların hükümlerine uyarak yapmışlardır. Bu mezheplerin sahiplerini birer müçtehit, emin, abit ve zahit kimseler olarak kabul etmişler; şereflerini, iffetlerini ve temiz mazilerini göz önünde tutarak onlara gönülden inanınışlardır.

        2- Birliğin çok gerekli olduğu şu günlerde, sizin de efkar-ı umumiyeye uyup bu mezheplere tabi olmamıza ne kadar ihtiyacımız var. Din düşmanlarının, bizi daha çok parçalamak için her türlü metodu kullandıklarını biliyoruz. Onlar her zaman uyanık ve planlı bir şekilde çalışırken Müslümanlar, içinde bulundukları gafletten hiç bir zaman kurtulamamışlar. Hatta hizipleri çoğaltarak birbirlerine düşmanca bakarak çoğu zaman onların ekmeğine yağ sürmüşlerdir. Böylece devamlı kurtlara yem olmuş, köpekler dahi bize göz dikmiştir.

        3- Acaba birleşmeyi sağlamak için,
şu söylediklerimizden
başka, sizin göstereceğiniz yol var mıdır? Söyleyin dinleyelim, emredin itaat edelim. Vesselam. (s)

16

MEKTUP 4    8 Zilkade 1329

        1- Şer'i deliller Ehl-i Beyt Mezhebini farz kılar.
        2- Cumhurun tabi olduğu mezheplerin kabulünü icap ettiren hiç bir delil yoktur.
        3- İlk üç asrın insanları bunları tanımamıştır.
        4- İçtihat, imkan dahilindedir.
        5-
Birlik ve beraberlik, Ehl-i Beyt mezhebine saygı duyduktan sonra gerçekleşebilir.


        1- Usulde Eş'ari'nin ve teferruatta dört mezhebin dışında kalan bir mezheple ibadet etmemiz, ne taassup ve hizipçilik- ten dolayıdır, ne de bu mezheplerin sahipleri olan müçtehitlerin, ilim ve ameldeki adalet ve nezahetlerinden şüphe ettiğimiz- dendir.

        Lakin şer'i deliller, evleri vahyin iniş yeri ve meleklerin uğrağı olan İmamların mezhebine tabi olmamızı emretmiştir.

        Bu mezhep bize dinin teferruat ve akidelerini, fıkhın usul ve kaidelerini, Kitap ve Sünnetin ışığı altında ahlak, gidişat ve adap ilimlerini, Peygamberlerin efendisi olan İslam Peygamber'inin (saa) sünnetine uygun olduğunu göstermiştir. İşte bunun için delil ve şahitlerin hükmüne uyarak kesin olarak onlara bağlandık.

        Eğer o deliller bize, Al-i Muhammed'in İmamlarına muhalefet etmeye müsaade etseydi
veya başkalarının mezhebiyle ibadet etmenin bizi Allah'a daha çok yaklaştıracağına inansaydık, hiç tereddüt etmeden Cumhur'un gittiği yoldan gider ve böylece birliğin ve kardeşliğin bağlarını sağlamlaştırmaya yardımcı olmaktan geri kalmazdık. Fakat kesin deliller, iman ehlini şahsi heveslerine uymaktan alıkoyarak istedikleri her yolu takip etmeye mani oluyor.

17


        2- Ayrıca Cumhur'un mezheplerini tercihli kılacak herhangi bir delilin varlığından bahsedilemez. Müslümanlara ait bü- tün delilleri itina ile araştırdığımızda, bu mezheplerin tercihine işaret eden herhangi bir delile rastlamadık. Gördüğümüz bir şey varsa da bu, mezhep sahiplerinin (sizin de dediğiniz gibi) müçtehit, emin ve onurlu birer şahsiyet olduğudur. Ancak siz de biliyorsunuz ki, içtihat, emanet ve onur gibi meziyetler sadece onlara ait değildir. Onları, hiç kimsenin cesaret edip de kurtuluş gemisi ve Peygamber'in soyu olan Ehl-i Beyt'e (ne ilim ne de amelde) tercih edebileceğini sanmıyorum. Zira Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Onların ne önlerine geçin, ne de arkalarında kalın; çünkü önlerine geçer veya arkalarında kalırsanız helak olursunuz. Onlara karşı bilgiçlik taslamaya da kalkmayın; çünkü onlar sizden bilgilidirler."Ama siyaset her şeyi yaptırır. İslam'ın henüz başlangıcında ne oyunlar oynandığını siz de çok iyi biliyorsunuz.

        Beni en çok hayrete düşüren; "Selef-i Salih'in (önceki mümtaz şahıslar) tümü, bu mezhepleri en adil, en faziletli mez- hepler olarak kabul etmiş ve her yerde bunların içerdiği hükümlerle ibadet etmeyi ittifakla öngörmüşlerdir" demenizdir. Sanki Peygamber (s.a.a) soyuna tabi olan Caferi ve Alevilerin halef ve Selef-i Salihin'in, (ki bunlar asıl manada Müslümanların yarısıdır) Hz. Ali ve Fatıma'dan başlayarak bugüne dek, hiçbir zaman Hz. Peygamber'in soyu olan İmamların mezhebinden şaşmadıklarını bilmiyorsunuz. Ki o yıllarda Eş'ar'i ve dört mezhep sahibi, hatta onların babaları dahi dünyaya gelmemişti. Bunu herkes bilmektedir.

        3- Bununla birlikte ilk üç asrın insanları, bu mezhepleri hiç tanımamış ve hiç bir şekilde onlara bağlanmamışlardır. Şu halde üç asır boyunca bu mezhepler nerede idi? Ki bu üç asır İslam'ın en parlak asırları sayılır. Eş'ari, H. 270 yılında doğmuş, H. 330 yılında vefat etmiştir. İbn-i Hanbel, 164'te doğmuş, 241'de ölmüştür... Şafii, 150 yılında doğmuş, 204 yılında ölmüştür... Malik, 95 (1) yılında doğmuş, 179 yılında ölmüştür.

18

Ebu Hanife ise 80 yılında doğmuş, 150'de ölmüştür. Ve bütün bu müddet zarfında Ehl-i Beyt taraftarları, Ehl-i Beyt İmamlarının mezhebi mucibince ibadetlerini sürdürmüş ve bu mezhepten asla ayrılmamışlardır. Şunu da kabul etmek gerekir ki, Beytin yani evin sahipleri evin dahilindekini dışarıdakilerden daha iyi bilirler.. . Ehl-i Beyt taraftarlarının dışındakiler ise bu esnada bazı alim, sahabe ve tabiierin mezhebi ile amel etmişlerdir.

        Şu halde üç asırdan sonra tüm Müslümanların daha önce kabul ettikleri mezhepleri terk edip bu mezheplere tabi olmayı kap ettiren sebep nedir? Ayrıca Allah'ın kitabı ve Hz. Peygamber'in soyu olup ümmetin kurtuluş gemisi olarak tanımlanan İmamların peşinden gitmemenin sebebi nedir?..

        4- Aynı zamanda içtihat üç asır boyunca açık tutulduğu halde, daha sonraları Müslümanların yüzüne neden kapansın?.. Ayrıca Cenabı Allah, bu mezhep kurma etkisi sırf bu mezhep sahiplerine tahsis edilsin diye, Peygamberlerin en ulusunu dinlerin en yücesi ile taltif edip gönderdiğini ve kitapların en faziletlisini tenzil ettiğini kim iddia edebilir? Sanki İslam dinini, Kitabı ve Sünnetiyle, kendi açıklamalarıyla, bunların kendilerinin şahsi mülkü ve tekelidir. Sanki dini emirleri depolayıp, başkalarından gelen bütün yolları kapatma yetkisi de kendilerine aittir. Acaba bunlar Peygamberlerin varisleri midir? Yoksa Cenabı Allah, vasi ve İmamları bunlarla mı hatmetti? Yahut ilmin bütün geçmişini ve geleceğini sırf bunlara mı telkin etti?..

        Hayır hiçbiri değil; bunların diğer din alimlerinden bir farkları yoktur... Ayrıca din alimleri ilim kapısını hiç bir zaman kapamazlar.

        Akılları bağlamak, gözleri boyamak, kulakları ve ağızları tıkamak asla onların işi değildir. Bu gibi ithamları onlara yakıştıran elbette ki yalan söylemiş olur. Zaten kendi fetvaları da buna şahittir.

        5- Şimdi de buyurun ittifak ve birleşme yolunda bize yaptığınız davet konusuna gelelim: Bana kalırsa ittifak, ne Ehl- i Beyt ne de Sünnilerin kendi mezheplerinden vazgeçmesine


19


ba
ğlı değildir. Üstelik bu teklifin yalnız Elh-i Beyt mensuplarına yapılması da yersizdir. Çünkü bunun geçerli bir teklif olmadığı gibi yerinde bir tercih sayılmayacağı da daha evvelki yazılarımızdan anlaşılmıştır.

        İttifak, ancak Müslümanların dağınıklığının ortadan kalkması ve Ehl-i Beyt mezhebinin tanınıp hürriyete kavuşmasıyla mümkündür. Ne zaman diğer mezhepler birbirlerine baktıkları gibi ona bakar ve dört mezhep gibi onu da bir mezhep olarak abul ederse, işte o zaman Müslümarılar dağınıklıktan kurtulur ve bir kolye taneleri gibi toplu ve muntazam hale gelirler. Aslında Sünni mezheplerin birbirleri arasındaki ihtilaflar, kendileri ile Ehl-i Beyt mezhebi arasındaki ihtilaftan az değildir. Bu, tarafların usul ve teferruatlar hakkında yazmış oldukları eserlerle sabittir. Şu halde neden alimleriniz, Sünnilere muhalif oldukları için Ehl-i Beyt taraftarlarını tenkit ederler de, Ehl-i Beyt taraftarlarına hatta birbirlerine dahi muhalif olan Sünnileri tenkit etmezler?

        Sonra, neden mezheplerin dört olması. caiz oluyor da beş olması caiz olmuyor? Veya mezheplerin dört mezhep Müslümanların ittifakına bizi davet ederken o dört mezhep ehlini de davet etseydiniz. Acaba neden özel olarak bizi davet ettiniz? Yoksa Ehl-i Beyt mezhebine tabi olmayı, ittifak bağını çözen yegane sebep olarak mı görüyorsunuz? Yada öbür mezheplere uymayı kendi aralarında ihtilaflı da olsalar, gönülleri birleştiren bir yaklaşım mı sayıyorsunuz?

        Böyle düşündüğünüzü hiç tahmin etmiyorum. Zaten sevgi ve doğruluk akseden karakterimizden böyle bir düşünce beklenemez. Vesselam. (ş)

DIPNOT
l-İbn-i Hallikan, (Vefeyat'ül-A'yan) kitabında Malik için: "Malik, anasının kamında üç sene kaldı" diye yazar. İbn-i Kuteybe ise bu söylentiyi, analarının karnında dokuz aydan fazla kaldıklarını sandığı bazı kişilerin isimlerini zikrederek tasdik etmiştir!


20


MEKTUP 5     9 Zilkade 1329

        1- Söylediklerimizin doğru olduğunu itiraf etmek.
        2-
Delillerin tafsilatını açıklamamızı arzu ettiğini söylemek.



        1- Lütufkar mektubunuzu aldım; ibaresi açık, bölümleri mükemmel, tahriri güzel, mücadelede metin ve bilhassa usul ve teferruatlarda Cumhurun mezheplerine mutlak surette tabi olmayı icap ettiren hiç bir sebebin mevcut olmadığını, bununla beraber içtihat kapısının daima açık kalmasının lazım geldiğini ispat etmekle her türlü çabayı harcamaktan geri kalmamıştır.

        Mektubunuz, her iki meseleyi kuvvetli şahitlere dayandırmış, doğru deliller ortaya koymuştur. Sizin her iki mesele hak- kında büyük araştırma yapıp, meçhul kalan taraflarını meydana çıkardığınızı inkar edemeyiz. Buna hiç bir itirazımız yok, görüşünüze aynen katılıyoruz.

        2- Fakat biz size, "Cumhurun kabul ettiği bu mezheplere karşı neden yüz çevirdiniz?" diye sorduk. Siz ise "Bunun se- bebi şeri delillerdir" diyorsunuz. Oysa bu şer'i delilleri tafsitatlı olarak açıklamanız icap ederdi. Lütfen bunları kitap ve sünnet yoluyla, tafsilatlı bir şekilde kesin delillere dayandırarak açıklar mısınız? Nitekim siz, kati delillerin iman ehlini, şahsi heveslerine uymalarını engellediğini zikretmiştiniz. Şimdiden teşekkürlerimi takdim ederim. Vesselam. (s)

21


MEKTUP 6      12 Zilkade 1329

        1- Ehl-i Beyt'e tabi olmayı gerektiren delillere işaret etmek,
        2- Mü'minlerin Emiri, Ehl-i Beyt mezhebini tavsiye ediyor,
        3- İmam Zeynelabidin'in (as) bu husustaki sözleri.

        Allah'a çok şükür siz sarahate lüzum kalmadan işaret ve kinaye ile meramı anlayan kimselerdensiniz... Pak olan Peygamber sülalesi hakkında herhangi bir şüpheye düşmeniz veya onların başkalarına karşı daha tercihli sayılmalarına karşı çıkmanız düşünülemez. Zira onlar mümtaz kişiler olarak kılınmış ve onlardan başka hiç bir kimse Enbiya ilimlerine vakıf değildir.

        1- İşte bu sebepten dolayıdır ki Peygamber (s.a.a), onları Kur'an'la bir tutmuş, aklı başında olan kimselere merci ve "kurtuluş gemisi" olarak takdim etmiştir,

        2- Emir-El Müminin (Hz. Ali) hutbesinin birinde şöyle demiştir: "Nereye giderseniz? Ayetler açıkken, işaretler önünüzde dikili iken, kılavuzlar dururken hangi yola saptırılırsınız? Aranızda Peygamber'in Zürriyeti dururken yolunuzu nasıl şaşırırsınız? Ki onlar dinin kılavuzları, doğrunun lisanlarıdır. Onlan Kur'an'ın en güzel yerlerine yakıştırın... Susuzluğunuzu onların pınarlarından içerek giderin...

        Ey insanlar! Bu hükmü Peygamber'in sonuncusundan (s.a.a) alın ve kabul 'edin; buyurmuştur ki: "Bizden ölen ölmüş sayılmaz; bilmediğiniz halde biliyoruz demeyin... Hakikatin çoğu inkar ettiğiniz hususlardadır. Ona karşı hiçbir hüccetiniz olmayan kimseden özür dileyin; O benim işte... Size karşı aranızda en büyük emanet (Kur'an) ile amel etmedim mi? Küçük emaneti (Peygamber'in Ehl-i Beyt'i) sizin aranızda bırakmadım mı?(l)

        Başka bir hutbede ise şöyle buyuruyorlar:

22

        "Peygamber'inizin Ehl-i Beyt'ine bakın, onların yolunu taki edin, izlerinden yürüyün... Onlar sizi hiç bir zaman doğrudan çıkarıp, kötü yola saptırmazlar. Onlar oturunca oturun, klkınca kalkın; önlerinden gitmeyin yolumuzu şaşırırsınız, gerilerinde de kalmayın helak olursunuz,"(2)

        Bir keresinde de kendilerine şu hatırlatmayı yapar:

        "Onların (Ehl-i Beyt'in) sağlığı ilmin sağlığı, cehaletin ölümüdür. Akılları size ilimlerinin derecesini kanıtlar; dış görünüşleri ise iç dııygularını gösterir; ve suskunlukları mantıklarının delilidir. Hakka hiç bir zaman muhalefet etmezler, onun üzerinde ihtilafa düşmezler. Dini bilgilerini, kulaktan dolma değil, akıl ve anlayışla hıfz etmişlerdir. İlim rivayet edenler çok olabilir, fakat onu hıfzedenler azdır."(3)

        Ve başka bir hutbede buyuruyarlar ki:

        Onun (Peygamber'in (s.a.a)) soyu, bütün soyların; ailesi, bütün ailelerin; şeceresi, bütün şecerelerin en hayırlısıdır. O şecere mukaddes bir evde bitmiş, keramet ve yücelik içerisinde büyümüş, dalları uzun, meyveleri ise çoktur."(4)

        Başka bir hutbede ise şöyle buyuruyor:

        "Şiar, ashab, hazne ve (Peygamber'in ilminin) kapılan biziz. Evlere ancak kapılardan girilir; eve kapılardan hariç yerlerden giren kimse, hırsız sayılır. "(5)

        Yine başka bir hutbede şöyle buyuruyar:

        "Bilin ki, yoldan sapanları tanımadan hak yolunu tanıyamazsınız. Kitapla olan ahd-ü misakınıza, ahitlerini bozanları tanımadan gerektiği gibi bağlı kalamazsınız."

        Hutbelerinin birinde de şöyle buyuruyar:

        "Necipler biziz... hizbimiz Cenabı Allah'ın hizbidir... Bize saldıranlar şeytanın hizbindendir.. Bizi düşmanlarımızla bir tutanlar ise bizden değildir."(6)

3- İmam Zeynelabidin Hazretleri, Kur'an'daki "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve saıddıklarla beraber olun." (7) ayeti kerimesini okuduğunda uzun, uzun dua eder ve şöyle derdi:


23



"Bazı kimseler hakkımızı vermekten geri kaldılar; Kur'an'ın imalı ayetlerini tevil ederek, kendi fikir ve görüşlerini benimsediler. Oysa Cenabı Allah "Kendilerine açık deliller ve ayetler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşerek türlü yollara sapanlar gibi olmayın"(8) diye buyurur. Ehl-i Beyti, Kur'an'da sevgileri farz kılınmış, mübarek ağacın dalları, Cenabı Allah'ın her türlü günah ve kötülüklerden uzak tutarak tertemiz kıldığı kimseler olarak görmüyor musunuz?"

        Evet, bu sözler de İmam Zeynelabidin (a.s)'a aittir. Lütfen üzerinde biraz itina ile durunuz... Bilhassa Emir-ül Müminin Hz.Ali'nin sözlerini iyice tetkik ediniz. İşte o zaman ikisinin, Ehl-i Beyt mezhebini tam olarak nasıl temsil ettiklerini göreceksiniz. Aynı zamanda bu sözleri bütün Ehl-i Beyt imamlarına atfedip örnek olarak kabul edebilirsiniz. Zira hepsinin aynı yolun yolcuları oldukları sahihlerimizde mütevatirdir. Vesselam.(ş)


DİPNOT
Bu sözler Nehc'ül Belağa (c.l s. 152; Hutbe. 83) ten alınmışbr. Bu hutbe diğer kitaplara göre Hutbe. 87dir.
Nehc'ül Belağa, c.l, s.189, hutbe.97
Nehc'ül Belağa, c.2, s. 259, hikmet.239
Nehc'ül Belağa, c.l, s.185, hutbe.94
Nehc'ül Belağa, c.2, s.58, hutbe.l54.
Nehc'ül Belağa, c.2, s.43
Tevbel119.
Al-i lmranll05.


MEKTUP 7    13 Zilkade 7329

        1- İspatı, Allah ve Resulü'nün (saa) kelamından istemesi.
        2- Ehl-i Beyt İmamlarının kelamını delil kabul edip onu şahit göstermenin devri gerektirdiğini ileri sürmesi.

        1- Delilleri, yalnız Allah ve Resulünün sözlerinden getirin lütfen! Zira ancak onların sözleri, Ehl-i Beyt imamlarının, baş- ka imarnlara tercih edilerek kendilerine tabi olmanın vacip ol- duğuna şahitlik yapabilir.

        2- İmamIarınızın sözleri, hasımlarına karşı hüccet sayılamaz. Çünkü siz de biliyorsunuz ki, bu meselede o sözlerle ihticac
etmek devri gerektirir.
(s)

25


MEKTUP 8        15 Zilkade 1329

        1- Söyledilderinizin iyi anlaşılmaması.
        2- Devrin gerekliliğindeki yanlışlık.
        3- İki kıymetli emanet (Sakaleyn)
        4- Hadisin mütevatir oluşu.
        5- Peygamber soyuna bağlanmayanların dalaleti.
        6- 0nların Nuh'un (as) gemisine benzetilmesi ve ihtilafa düşmemenin teminatı olarak gösterilmesi.
        7- Burada Ehl-i Beyt'ten maksat nedir?
        8- 0n1arı Nuh'un (as) gemisine benzetmenin izahı.

        1- Biz açıklamalarda bulunurken Peygamber'in (s.a.a) sözlerinden şahitler getirmeyi ihmal etmedik. Daha ilk mektubumuzda yalnız Ehl-i Beyt'e tabi olmanın icap ettiğine işaret etmiş ve açık olarak şöyle demiştik: Resulullah (s.a.a) onları Kur'an'la birleştirmiş ve kurtuluş gemisi olarak tanıtmıştır. Buna şahit olarak size sahih sünnetlerden her türlü eleştirilerden uzak şahitler getirmiştik ve "Siz sarahate lüzum kalmaksızın, ima ve kinaye ile anlayan, izahat yerine işaretle iktifa eden şahıslardansınız." demiştik.

        2- Demek ki, işaret ettiklerimizin hükmüne göre imamlarımızın sözleri hasımlarına karşı hüccet mahiyetindedir. Onun için bu meselede o sözleri delil olarak göstermenin deviri gerektirmez.

        3- İşte size daha önce bahsettiğimiz Peygamber Efendimizin, cehalet ve gafletten uyanmayanlara hitaben söylediği sözlerin beyanı:

        "Ey insanlar! Size bıraktıklarını benimserseniz hiç bir zaman doğru yoldan sapmazsınız, bunlar; Allah'ın kitabı ve Ehl-i

26

Beytim'dir. "(1) Başka bir demecinde de şöyle buyurmuştur: "Size bıraktıklarıma bağlanırsanız, benden sonra hiç bir zaman dalalete düşmezsiniz. Bunlar, gökten yere kadar bir ip gibi uzanmış olan Allah'ın kitabı ve Ehl-i Beytimdir; Cennetteki havuzumdan içmek için bana gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar..'. "

       
Peygamber (s.a.a)'in bu sözleri, çeşitli yerlerde ve muhtelif şekilde söylediğini bütün "Sahih"ler yazar. Veda Haccı dönüşünde "Gadir-u Hum" denilen yere varınca orada mola vermeyi emreder. Ve kendisine ağaç dallarından yüksek bir minber yaparlar. Üzerine çıkar ve sayıları yüz bin tahmin edilen topluluğa, herkesin duyacağı bir şekilde şöyle hitap eder:

        "Kendimi, çağrılıp icabet etmiş gibi görüyorum; onun için diyorum ki: Size değeri biçilmez iki emanet bırakıyorum, havuzun başında bana ulaşıncaya kadar birbirinden aynlmazlar. Bunlar Allah'ın kitabı ve Ehl-i Beytimdir" Ve şöyle devam eder: "Benim Mevlam Cenabı Allah'tır. Ben de bütün müminlerin mevlasıyım..."
.

        Sonra Hz. Ali'nin elini tutup kaldırarak: "Ben kimin mevlası isem bu da onun mevlasıdır, Allah'ım! Ona dost olana dost ol, düşman olana düşman ol..." Hadisin sonuna kadar.(2)

        4- "İki değeri biçilmez emanet" hadisine bağlı kalmanın vacip olduğuna hükmeden sahih hadisler mütevatirdir. Yirmiden fazla sahabeden nakledilmiş hadisler birbirini desteklemektedir. Peygamber (s.a.a) bu sözleri çeşitli yerlerde tekrar etmiştir. Bir defa duyduğunuz gibi Gadir-u Hum Günü, bir defa da Taif'ten dönerken, bir kere de Medine'de minberinde, bir kez de mübarek odasında hasta iken; odanın sahabelerle dolu olduğu bir anda der ki; "Ey insanlar! Ben aniden kabz olunup gidebilirim. Size daha önce de söylemiştim; size Allah'ın Kitabı'nı ve Ehl-i Beyt'imi bırakıyorum" Sonra Hz. Ali'nin elini tutup yukarı kaldırarak: "İşte Ali Kur'an'la beraberdir. Kur'an'da Ali ile beraberdir; Havuzun başında yanıma gelinceye kadar birbirinden aYnlmazlar. "(3) Hadis... Sünni ulemasının çoğu bu hadislerin doğru olduğunu tasdik eder. Hatta İbn-i Hacer, iki değeri biçil-

27



mez (Sakaleyn) hadisini zikrederken şöyle der: "Bil ki bu iki emanete tutunma hadisinin birçok yolları vardır; bunlar yirmiden fazla sahabeden nakledilmiştir. Ve der ki: "Bunların on bir tanesi birbirine benzer ve çok yaygındır. Bu yolların bazıları, bu sözleri Veda Haccında Arafat'ta söylediğini naklederler. Bazıları Medine'de hasta yatağında, bazıları Gadir-u Hum Günü, bazıları da Taiften döndüğünde hutbe okurken. "Ve şözlerinin sonuna gelirken der ki: "Fakat böyle de olsa bunlar birbirlerine katiyen aykırı değildir. Zira Peygamber (s.a.a) bu sözlerini muhtelif yerlerde, Kur'an'ın ve Ehl-i Beyt'in (saa) ehemmiyetini vurgulamak için tekrar etmiştir. "(4)

        Allah ve Resulünün nezdinde Kur'an'ın seviyesinde tutulmak, Ehl-i Beyt için erişilmez bir mevki sayılmaya yeterlidir elbette... Şu halde bu mevki, onlara tabi olmayı şart kılmak için yeterli bir sebep sayılması gerekir.
Zira hiç bir Müslüman, Allah'ın Kitabı'nın yerine başkasını kabul etmez; öyle ise onun karşılığı olan Ehl-i Beyt'e başkalarını nasıl tercih eder?

        5- Anlaşılan odur ki, her ikisine beraber tutunmayan dalalete düşmektedir. Bunu Tabarani'nin tahric ettiği hadis teyit ediyor:
. "Her ikisinin önüne geçmeyin helak olursunuz, onların gerisinde kalmayın, helak olursunuz; onlara -Ehl-i Beyt'e- bir şey öğretmeye kalkmayın, zira onlar sizden daha bilgilidirler." İbn-i Hacer diyor ki: "Onların önüne geçmeyin helak olursunuz, gerilerinde de kalmayın yine helak olursunuz; onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın zira onlar sizden daha bilgilidirler" sözleri, onlardan biri yüksek rütbelere ve dini vazifelere layık görülürse, bu onların başkalarından üstün olduklarına delalet eder."

        6- Ehl-i Beyt'e tabi olmanın her Müslüman'ın boynunun borcu olduğunu Peygamber (s.a.a)'in bu sözleri kanıtlamıyor mu? "Ehl-i Beyt'imin aranızdaki misali Nuh'un gemisi gibidir, ona binen kurtulur binmeyen ise boğulur." Ve bu sözleri: "Ehl-i Beyt'imin içinizdeki misali, tıpkı İsrail Oğulları'nın "Hitta" kapısı gibidir. Allah o kapıdan geçenin, günahlarını affeder." Yi-

28

ne bu sözleri; "Yıldızlar, yeryüzündeki insanların gark olmaması için bir güvencedir, benim Ehl-i Beyt'im ise ümmetimin ihtilafa düşmemesinin güvencesidir. Herhangi bir Arap kabilesi onlara muhalefet ederse, İblis'in hizbinden sayılır." Bu, ümmetin muhakkak Onlara tabi olup muhalefet etmemesi için yapılabilecek en açık tavsiyedir. İnsanların bütün lisanlarında bu gerçeği kanıtlayacak, bundan daha açık ibareli bir hadisin bulunaca- ğını sanmıyorum. (5)

        7- Burada Ehl-i Beyt ibaresindeki maksat sadece İmamlardır. Bu elbette ki hepsini, yakınları ve hısımlanyla kapsamaz. Zira, bu rütbe yalnız Allah'ın hüccetleri olarak onun bilhassa emirlerini, akıl ve nakil hükümlerine dayanarak yerine getiren kimselere mahsustur. Nitekim bu hadisin manasını, Sürıni alimlerin çoğu aynı şekilde kabul etmişlerdir. Bunlardan biri olan İbn-i Hacer "Savaik"ında şöyle demektedir: "Bazı kişilerin dedi- ğine göre Ehl-i Beyt'in, "koruyucu" olarak tanımlanan Şahısları, muhtemelen onların doğru yolu bulmaya yardımcı olan yıldızlara benzeyen ulemalardır.

        Ve diyor ki İbn-i Hacer; "Zaten Hz. Peygamber'in hadislerinden anlaşılan manaya göre onlardan biri olan "Mehdi" zuhur ettiği zaman, Hz. İsa arkasında namaz kılacak, Deccal da onun zamanında katledilecek..."(6)

        8- Siz de biliyorsunuz ki, Nuh'un (as) gemisine benzetmekteki mana şudur: Onlara sığınıp, dinin fürü ve usulünü, onların İmamlarından alan kimse, ateşin azabından kurtulur; sığınmayan ise, tufan günü bir dağa çıkıp Allah'ın emrinden kaçmak isteyene benzer. Tabi ki birincisi ateşe, ikincisi ise suda boğulmuştur. "Hıtla" kapısına benzetilmelerine gelince şöyle yorumlamak lazım: Cenabı Allah bu kapıdan, kendi celal ve azametine boyun egerek tevazu ile girmeyi mağfiret sebebi kabul ettiği için, Peygamber (s.a.a) bu ümmetin Ehl-i Beyt'e itaat etmesini mağfiret sebebi saymış, dolayısıyla onlara itaati bu kapıya benzetmiştir.Herhalde İbn-i Hacer de bu benzetmeyi, benimsetmek istiyor ki şoyle diyor: "Onları Nuh'un (as) gemisine benzetmenin manası, onla-

29



ra bu şerefi bahşedene şükür etmek gayesiyle, onları sevip tazim eden ve İmamlarının yolundan giden herkes, muhalefetlerin zimmetinden kurtulur; bundan geri kalan ise, inkar etme denizinde batar, azgınlık çölünde helak olur... Hitta kapısı ise, yani ona benzetilmelerinin manası, Cenabı Allah bu (Eriha veya Kudüs) kapısından istiğfar ve tevazu ile girmeyi mağfirete nail olmak için bir sebep olarak tanımlamıştır. Bunu eşanlamda da bu ümmete, Ehl-i Beyt'i sevmenin sebep olacağını açıklamıştır. "(7)

        Onlara tabi olmasının vacip olduğu hususu, sahih kitaplarda mütevatirdir. Bilhassa o mübarek soyun yolundan süre gelmiş hadisler pek çoktur. Sıkıcı olmasından korkmasaydık bu hadisleri sonuna kadar incelemekte kalemimizin dizginini serbest bırakırdık. Fakat yine de bu zikrettiklerimiz, maksadımızı anlatmaya yeterli gelmiştir sanırım. Vesselam.(ş)

DIPNOT
1) Buhadisi, Hakim, "Müstedek" kitabında c.3, s.1O9'da zikreder ve "bu hadis doğrudur" der. Ayrıca Zehebi de doğru olduğunu tasdik eder.

2) Bu hadisi Tirmizi ve Nesai Cabir'den aktarmışlardır; Onlardan nakleden Muttaki Hindi ise "Kenz'ul Ummal; kitabında c.l, s.44'te zikret-
miştir.

3) İbn-i Hacer'in, "Savaik'ul Muhrika" kitabında Fasıl 2, Bab. 9, s.75'e bak...

4) İbn-i Hacer'in Savaik'inde dördüncü ayetin (Onların peşinden gidin onlar sorumludur) tefsirine bakın. Fasıl 1, Bab. 11, Sayfa.89

5) İbn-i Hacer'in Savaik'inde "Peygamber'in vasiyeti, babındaki (s. 135) şu hadise bakın ve ona sorun; neden acaba usul-u dinde Eş'ari'yi, füru'da ise dört mezhep sahibini onlara tercih etmiştir? Ve sorun!... Neden Haricilerden Amran b. Hattan gibileri hadiste, Murci'lerden Muadil b. Süleyman'ı tefsirinde ve halifelik ve niyabette Peygamber'in (saa) kardeşi ve vasisini geriye itip başkalarını ilersine aldığını ve hatta rezil kimselerin çocuklarını neden Peygamber (s.a.a)'in çocuklarından üstün tuttuğunu sorun... Peki, bahsettiğimiz mertebe ve vazifelerde Pey-

30

gamber soyuna yüz çevirip, onlara muhalif kimselerin peşinden giden bir şahıs acaba "Sakaleyn" hadisine ve kurtuluş gemisi Ehl-i Beyt'e ne dereceye kadar bağlı kaldığı söylenebilir?..

6) Savaik'in 143. sayfasında Peygamber (s.a.a)'in kendisinden sonra Ehl-i Beyt'in gördükleri zulme delalet eden sözlerine bk... Biz de İbn-i Hacer'e soruyoTuz: Ehl-i Beyt ulemasının makamı bu ise, doğru yolu bırakıp nereye gidiyorsunuz?

7) Bu adamın sözlerini tekrar gözden geçirin ve lütfen bana söyleyin! Neden dinin muhtelif füru ve kaidelerinde, Usul ve Fıkıh kaidelerinden Kitap ve Sünnet ilminin her hususunda, ahlak ve adapta onların yolundan ayrılmayı tercih etmiştir? Haksız olarak bize karşı yapmış olduğu hücumlardan dolayı, Allah onu affetsin.

31

MEKTUP 9     77 Zilkade 7329

        Bu mesele hakkında Naslar'dan daha çok istemek.

       
Lütfen hiç çekinmeden kaleminizin dizginini serbest bırakın... Sıkılacağımı hiç düşünmeyin... Kulaklarımı açmış sizi dinliyorum. İlminizden istifade etmek bana rahatlık veriyor. Sizden gelen delil ve beyanlar bende yeni bir canlılık uyandırmış, beni bütün hoşnutsuzluklardan arındırmıştır. Güzel sözlerinden, üstün hikmetlerinizden, bana armağanlar yağdırmaya devam edin; yüreğime serin suyu serpecek olan onlardır. Lütfen bu ar- mağanlarınızı arttırmaya devam edin...

        Babanızın hakkı için arttırın. Vesselam. (s)

32

MEKTUP 10    79 Zilkade 7329

        "Nass'lardan bir demet yeterlidir. "


       
Eğer mektubumu gönül hoşluğu ile karşılayıp onu iç rahatlığı ile elinize alıp okuduysanız, beni amellerimin gerçekleşeceğine daha çok inandırdığınızı ve çalışmanın başarılı olacağı ümidini daha da arttırmış olduğunuzu bilmelisiniz. Nitekim, sizin gibi temiz kalpli, iyi niyetli, mütevazi ve kendini ilme adamış bir kişinin, hak ve adaletin, kelamı ve kaleminde canlanması, insaf ve doğruluğun elinde ve dilinde tecelli etmesi gayet tabi ve olağandır.

        Bana, "armağanlarınızı arttırmaya devam edin" demenizle, size teşekkür etmek ve emirlerinizi yerine getirmek hususunda kendimi ne kadar sorumlu hissediyorum. Bundan daha büyük lütuf, yakınlık ve tevazu olur mu?.. Emrederseniz, hizmetinizdeyim... Allah'a yemin ederim ki sizi bu yönden memnun edeceğim. Diyeceğim ki:

        Tabarani "Kebir"inde, Rafi "Müsned"inde İbn-i Abbas'a dayanarak yazıyorlar: "Resullullah (s.a.a) dedi ki: Her kim benim gibi yaşamak ve benim gibi ölüp ağaçlarını Rabb'imin diktiği cennete gitmek istiyorsa, benden sonra Ali'nin Velayeti'ni kabul etsin ve Ehl-i Beyt'imin yolundan gitsin... Onlar benim mayamdan doğdular ve benim ilmime nail oldular... Allah'ın azabı onları yalancı çıkaranlara ve benden ayırmak isteyenlere yağacaktır; Allah böylelerine şefaatimi nasip etmesin."(1)

        Yine Baverdi, İbn-i Cerir, İbn-i Şahin ve İbn-i Mende, İshak yoluyla Ziyad b. Mutraf'tan tahric ettikleri bir hadiste şöyle yazıyorlar: "Resulullah'tan (s.a.a) şu sözleri duydum: "Her kim benim gibi yaşamak, benim gibi ölüp Rabb'imin bana vadettiği cennete gitmek istiyorsa Ali'ye dost olsun; ve ondan sonra zür-

33



riyetini dost edinsin; onlar sizi hiçbir zaman hidayet kapısından çıkanp, dalalet kapısından geçirmezler. "(2)

        Buna benzer bir hadis de Zeyd b. Ekram'dan der ki: "Resulullah (s.a.a) dedi ki: "Kim benim gibi yaşamak ve benim gibi ölüp Rabb'imin bana vadettiği cennete gitmek istiyorsa, Ali'ye dost olsun; o sizi hiç bir zaman doğru yoldan çıkanp eğri yola saptırmaz. "(3)

        Yine Ammar b. Yasir'in şu hadisi: "Resulullah (s.a.a) dedi ki: "Bana her iman eden ve inanan kimseye Ali'ye dost olmasını tavsiye ederim. Ona kim dost olursa bana dost olmuş olur. Onu seven beni sevmiş, beni seven de Allah'ı sevmiş olur. Ondan nefret eden benden, benden nefret eden de Allah'tan nefret etmiş olur?"(4)

        Yine Ammar'dan: "Allah'ım! Bana her iman edip inan kimse Ali'ye dost olsun; onun dostluğu benim dostluğum, benim dostluğum da Allah-u Teala'nın dostluğudur."(5)

        Bir defa da Resulullah hutbe okurken şöyle der: Ey insanlar! Fazilet, şeref ve velayet, Resulullah ve zürriyetine mahsustur, batıl yollara sapmayın sakın..."(6)

        Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: "Onların önüne geçmeyin, helak olursunuz; gerilerinde de kalmayın yine helak olursunuz; onlara karşı bilgiçlik taslamaya da kalkmayın; çünkü onlar sizden daha bilgilidir. "(7)

        "Ehl-i Beyt'imin yeri, vücudunuzdaki baş, başınızdaki gözlerin yerinde olsun... Elbette ki baş, ancak gözlerin yardımıyla yolunu tayin edebilir. "(8)

        "Biz Ehl-i Beyt'in sevgisini iltizam edin; Allah'ın huzuruna bizi severek çıkan kimse, bizim şefaatimizle cennete gider. Nefsim elinde olan Allah' a yemin ederim ki, bizim hakkımızı tanımadıktan sonra, hiçbir kulun ameli kendisine fayda sağlamayacaktır."(9)

        "Muhammed'in soyunu tanımak, cehennemden kurtuluştur, Muhammed'in soyunu sevmek ise sırat köprüsünden geç-

34

mektir ve Muhammed'in soyuna sadık olmak azaptan korunmaktır. "(10)

        "Kıyamet günü kuldan dört şey sorulur: Ömrünü nasıl bitirdi, vücudunu nasıl eksiltti, malını nereden kazandı ve nereye harcadı ve biz Ehl-i Beyt'in sevgisi. "(11)

        "Bir şahıs Beyt'ul Haram'da devamlı namaz kılıp oruç tutsa dahi, Muhammed soyuna kin duyduğu takdirde mutlaka cehenneme gidecektir. "(12)

        "Muhammed soyunu severek ölen, şehit sayılır. Muhammed soyunu severek ölenin günahları bağışlanır. Muhammed soyunu severek ölen, tövbekar olarak ölür. Muhammed soyunu severek öleni, ölüm meleği cennetle müjdeler. Muhammed soyunu severek ölen, bir gelinin süslenip kocasına uğurlandığı gibi cennete uğurlanır. Muhammed soyunu severek ölenin mezarında cennete doğru iki kapı açılır. Muhammed soyunu severek ölen, sünnet ve cemaat üzerine ölür...

        Muhammed soyuna kin besleyerek ölen ise, kıyamet günü alnında: Allah'ın rahmetinden ümidini kes, yazılı olduğu görülür."

        Ve meşhur hutbesi şu şekilde devam eder.(13) Ve buna benzer birçok hadis yaygındır. Bilhassa Ehl-i Beyt yolundan gelenler daha da çoktur. Demek ki onlar Peygamber (s.a.a)'in emirlerini yerine getirmek için onu temsil etmeye layık kimseler olmasalardı, kendilerine bu mertebeler verilmezdi. Bu sebepten dolayıdır ki, onlan seven Allah ve Resulü'nü sevmiş, onlara kin besleyen, Allah ve Resolü'ne kin beslemiş oluyor...

        Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Bizi ancak mümin ve muttaki olan sever; ve bize ancak münafık ve şaki olan kin besler."(14)

        Buna dayanarak Şair Ferazdak, İmam Zeynelabidin'i methederken şöyle der: "O öyle bir ailedendir ki, onların sevgisi din demektir; orılardan nefret etmek küfür, orılara yakın olmak ise kurtuluş. "(16)

        Emir'ül Mü'minin (a.s) Hazretleri buyuruyorlar
ki: "Ben ve

35

soyumun hayırlı ve pak olan kişileri, küçük yaşta iken insanların en uysalı, büyüdükten sonra en alimleriyiz... Bizimle, Allah yalanı defeder! Bizimle, kuduz köpeğin dişlerini kırar. Bizimle, sizi fuhuştan uzaklaştınr: bizimle, boynunuzdaki düğümü çözer. Cenabı Allah, bizimle fethedip, bizimle hatmeder."

        Onları tercih etmekte, isabet etmiş olduğumuza delil olarak, bizzat Cenabı Allah'ın onları tercih etmesi bize yeter...
Zira onlara salavat getirmeyi, farz olan namazın bir kısmı yapmıştır. Onlara salavat getirmeyen hiç bir kimsenin namazı tam olamaz... O kimse is
ter Sıddık, ister Faruk, isterse bir nur veya iki nur veya birçok nur sahibi olsa bile... Hatta Allah'a iki şahadetle ibadet eden herkesin; namaz esnasında onlara salavat getirmeden namazını tamamlaması imkansızdır. Bu da öyle bir mertebedir ki, bahsettiğiniz insanlar imamlar, bu mertebenin önünde başlarını eğ- mişlerdir...

        İmam Şafii Şiirinin birinde şöyle der:

        "Ey Resulullah'ın Ehl-i Beyti, Cenabı Allah sizin sevginizi Kur'an'da tenzil ederek farz kılmıştır... Size bu şan ve fazilet kafidir ki size salavat getirmeyenin salatı (namazı) yok sayılır. "(16)

        Şimdilik mukaddes Sünnetin, onların sünnet ve üslubunu seçmenin vacip olduğunu kanıtladığı bu kadarlık delillerle iktifa
 edelim. Nitekim Kur'an-ı Kerimde de bunun vacip olduğuna dair muhkem ayetler mevcuttur. Biz onları geniş bilginize ve açık zihninize bırakıyoruz. Zira Allah'a çok şükür, siz en küçük bir delille yetinen işaretlerin yerine temizle gani olan kimselerdensiniz... Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd ve sena olsun.(ş)

DİPNOT
1- Bu hadis "Kenz'ul Ummal" kitabının c.6, s.217 de yazılıdır. Ayrıca Ubu Nüaym (Hilyet'ül Evliya) kitabında, Mutezile Allamesi İbn-i Ebi'I Hadid'in "Nehc'ili Belağa" da ki şerhinden; benzerini de Ahmed b. Hanbel'in (Müsned'i) ve (Menakib Ali b. Ebu Talip) kitabından alıp zikretmiştir.

2- Bu hadis de (Kenz'ul Ummal'ın c. 6, s. 155 'te yazılıdır. İbn-i Hacer de (İsâbe)sinde Ziyad b. Mutraf'ın tercümesini yaparken şu hadise değin-

36

miş ve şöyle demiş: "Bu hadis Yahya b. Yala ya isnad edildiği için, ben zayıftır diyorum. Biz de diyoruz ki, bu iddia İbn-i Hacer gibi birinden garip sayılır. Zira Yahya b. A'la inanılır bir kişidir; hatta Buhari ve Müslim ona istinaden (Sahih 'lerinde) birçok hadisi ihraç etmişlerdir.

3- Bu hadisi, Hakim (Müstedrek) Sahih 'in c.3, s.128 de zikretmiş ve "bu hadis doğru senetlidir" demiş. Aynca Tabarani (Kebir)inde, Ebu Nuaym ise Sahabelerin faziletleri bahsinde zikrettikleri gibi Kenz'ul Ummal'ın c.6, s.155'inde yazılıdır.

4- Tabarani Kebirinde, İbn-i Asakir de (Tarih)inde tahric ettikleri gibi (Kenz'ul Ummal) da c.6 s.154'te, 2571 'inci hadis olarak yazılıdır.

5- Tabarani bu hadisi Muhammed b. Ebu Ubeyde b. Muhammed b. Ammar, İbn-i Yasir'den tahric etmiştir. Aynca Kenz'ul Ummal'da c.6
s.155'te 2576 hadis olarak yazılıdır.

6- Bu hadisi Ebu'ş Şeyh uzun bir şekilde tahric etmiştir. Aynca İbn-i Hacer (Savaik)in 105'inci sayfasında maksatlar kısmında "Meveddet"
ayetinin tefsirini yaparken bu dahisi zikretmiştir.

7- Tabarani bu sözleri "Sakaleyn" hadisinde tahric etmiştir. İbn-i Hacer de ondan naklederek, (Savaik)'inin 11 'inci babında irad ettiği ayetle-
rin dördüncüsünü tefsir ederken zikretmiştir.

8- Bu hadisi Sünen sahiplerinin bir çoğu Ebuzere isnad ederek tahric etmiştir.

9- Tabarani (Avsat)ında tahric eder. Suyuti (İhya'ul Meyyit), Nebhani (Erbain), İbn-i Hacer (Savaik) ve daha bir çok meşhur yazarlar kitapların-
da naklederler...

Siz, "Hiçbir kulun ameli, bizim hakkımızı tanımadıktan sonra kendisine fayda sağlamaz" tabirini iyice tetkik edin ve ondan sonra amellerin sıhhatini, neden onların hakkını tanıma şartına bağladığını bana bildirin lütfen... O halde nedir acaba? Onlara itaat etmek, dolayısıyla da Yüce Allah 'ın doğru olduğunu bulmak değil midir? Daha doğrusu o hak Nübüvvet ve Hilafetten başka ne olabilir? Fakat ne yapalım ki, dikkatsiz insanlarla yaşamak, bize reva görülmüştür, Allah yardımcımız olsun.

10- Bu hadisi Kadı İyad, İstanbul'da basılmış olan (Şifa) kitabının 40. say-

37

fasında zikretmiştir... Siz de biliyorsunuz ki, onları tanımak demek sadece isimlerini öğrenmek ve Peygamber'in soyu olduklarını bilmek demek değildir. Bu kadarını Ebu Cehil ve Ebu Leheb de biliyordu. Maksat onların Peygamberden sonra emir sahipleri olduklarını tanımaktır. Bu, "Kim yaşadığı zamanın imanını tanımadan ölürse, cahiliye döneminde ölmüş gibi olur. " hadisinin kanıtıdır.

11-
Allah tarafından, itaat icap ettiren bir rütbeleri olmasaydı, onları sevmek bu mesabede olmazdı herhalde... Bu hadisi de Tabarani İbn-i Abbas 'a isnad ederek tahric etmiş; Suyuti (İhya'ul Meyyit) kitabında nakletmiş, Nebhani de (Erbain)ine... Ve daha nice başkaları yazmıştır.

12- Nebhani'nin (Erban)inde ve Suyuti'nin (İhya'ül Meyyit)inde olduğu gibi Tabarani ve Hakim de tahric etmişlerdir. Yine Hakim ve İbn-i Habban'ın tahric ettiği ve Nebhani (Erbain)'inde ve Suyuti (İhya)'ında Ebu Said'den naklettikleri bir hadiste Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmakta-dır: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, biz Ehl-i Beyt'e kin besleyen kimse mutlaka cehenneme gidecektir" Yine Nebhani ve Suyuti naklederler:

        Hz. Hasan, Muaviye b. Hadic'e der ki: "Bize kin besleyip bizi kıskanan kimse, kıyamet günü rahmet havuzundan ateşten sopalarla kovalanıp
uzaklaştırılacaktır. "


13- İmam Salabi, büyük Tefsir'inde Meveddet ayetini tefsir ederken bu hutbeyi Cerir b. Abdullah el-Beceli'den tahric ettiği gibi Zemahşeri de
(Keşşaf)ında bu hadisin doğru olduğunu zikreder.

14- Savaik'in, 11. Babında, 14. ayetin maksatlarından ikinci maksatta zikredilmiştir.

15- Kenz'ul Ummal'ın 6050. hadisi olup c.6, s.396'da yazılıdır.

16- Bu iki beyit, Şafi'nin Ehl-i Beyt hakkında yazmış olduğu methiyeler arasında meşhurdur. İbn-i Hacer gibi birçokları Şafi'nin, "Allah ve Melekleri Peygambere salat eder; ey iman edenler, siz de ona salat edin." ayetinden esinlendiğini yazmışlardır.

38