MEKTUP 95           26 Rebi'ül Evvel 1330

Dinden Çıkmış Bir Adamı Öldürmemenin Mazereti


İhtimalen onun öldürülmesi vacip değil de, istihbabtır; yani arzu ve isteğe kalmış olduğuna inanmış yahut böyle anlamışlardır veya öldürülmesini kendilerinden başkasına bırakmak istemişler, zira sahabelerin içinde onu öldürmeye kifayetli kişilerin bulunduğundan emin idiler. Döndüklerinde de vaktin geçip, kaçaçağından korkulan yoktu, çünkü gidip geri döndüklerini adama hissettirmemişlerdi. Vesselam. (s)





MEKTUP 96      29 Rebi'ül evvel 1330

Mazeretin Reddi

Mesele tam manasıyla vücubu gerektiren bir hakikattir. başka  türlüsü düşünülemez. Onu istihbaba hamletmek ancak delili varsa doğru olur. Halbuki ortada buna benzer bir şey yok.kaldı ki delil, hakiki mananın kastedildiğini, yani, vücubu tekit eder

Oradaki hadisleri iyice incelerseniz meselenin aynen dediğimiz gibi olduğunu görürsünüz. Aslında Peygamber'in (s.a.a):bu ve bunun arkadaşları. " diyerek başlattığı ve sonunda: "Öldürün, onları yaratıkların en kötüleridir" hadisi. Ve ikinci hadiste:"Eğer bu adam öldürülseydi, ümmetimden iki kişi dahi birbiriyle ihtilafa düşmezdi.
" demesi sizi tatmin edecek mahiyettedir.Çünkü bu sözler o adamın öldürülmesinin içap ettiğini şiddetli bir şekilde tekit etmekten başka bir mana ifade etmez.

İmam Ahmed'in Müsnedindeki bu hadise tekrar bakıp incelerseniz öldürme emri ilkin, bilhassa Ebu Bekir' e, sonra Ömer' e mahsus en verilmiştir. Hal böyle iken, vücub, nasıl kifayetle eş değer olur? Kaldı ki, onu öldürmekten çekinmelerinin sebebi sadece kerahiyyetten kaynaklandığı hadislerin ifadesinden açıkça anlaşılmıştır. Bunun sebebi ise namazda olduğundan ve Peygamberin (s.a.a) gönlünü hoş eden şeyin kendi gönüllerini hoş etmediğinden ileri gelmektedir. Dolayısıyla Peygamberin (s.a.a) emrini tercih etmemişlerdir. Olay, gördüğünüz gibi, kendi fikirleri ve görüşleri Peygamber'in (s.a.a) naslarıyla taabbüt etmeğe tercih ettiklerinin en büyük şahitlerinden biridir. Vesselam. (ş)



MEKTUP 97         30 Rebi'ül Evvel 1330


Gelen Bütün Haberleri Rica Etmek

Gelin lütfedip geri kalan haberleri uzun sürse bile, hiçbir kaynağını bir daha ki sefere bırakmadan takdim edin. Vesselam. (s)


 

MEKTUP 98    2 Rebi'üs Sani 1330

1- Varit haberlerden bir cümle.
2- Diğer mevridlere işaret etmek.

1- Sizi tatmin etmeğe yetecek örneklerden bazıları: Hudeybiye barışı, Huneyn ganimetieri. Bedir esirlerinden fidye alma meselesi, Tebük gazvesi esnasında açlıkla karşı karşıya gelince Peygamber'in (s.a.a) bazı develerin kesilmesini emretmesi, Uhud vakıasında bazı hareketleri, O mahut münafığın namaz kılma meselesi, Hums (beşte bir) ve zekat ayetlerini tevil etmek. mut'a ve Talak ayetlerini, keza tevil etmek. Yine, sünnetle varit olan ramazan ayının nafilelerim nicelik ve nitelik yönünden tevil etmek. Ezan keyfiyeti ve cenaze namazındaki tekbirlerin niceliği ve buna benzer buraya sığmayacak daha bir çok olay... örneğin, Hatib b. Beltea olayındaki muaraza. Ve Peygamber'in (s.a.a) Hz. İbrahim makamında yaptıklarına muarız olmak, Nasr b. Haccac-ı Sülemi'yi sürgün etmek. Cüde b. Selim' e verilen ceza. (1) Köylülere vergi koyma meselesi ve azınlıklardan, haraç vergi almayı tertip keyfiyeti ve herkesçe malum olan, hilafeti altı kişi arasında şüra'ya (danışmaya bağlı olarak tavsiye etme) bırakma keyfiyeti. Geceleri gezip suçlu aramak, gündüzleri insanların kusurlarını araştırmak. Neticede bunlara benzer olayları içeren, saymakla bitmeyen nakledilmiş haber ve hadisler. Hepsinde de satvet, kuvvet ve menfaati tercih etmişlerdir.

2- Kaldı ki hilafet naslarından başka Hz. Ali ve mutahhar aşiretine
 mahsus başka naslar da vardır ki, onlarla da hiç amel etmemişlerdir. Aksine onların tam zıttını yapmışlardır. Bunu araştırmacılar iyi bilmektedir. O halde hilafet nassını tevil etmeleri hiçte garip olmasa gerek. Herhalde o tevil ettikleri ve onlarla amel etme yerine kendi görüşlerine göre taabbüt ettikleri naslar herhangi birinden farklı değil. Vesselam. (ş)

DİPNOT
1-İbn-i Sad'ın Tabakat 'ında, Ömer'in hayat tercümesine bakın. Cü'de nasıl Şahitsiz ve delilsiz olarak zinayla itham edilip ukubete uğratılıyor.


MEKTUP
99     5 Rebi'üs Sani 1330

1- Nakledilerı bu haberler, maslahatı tercih ettiklerini gösteriyor .
2- Bunlardan artakalanı rica etmek.

1- Hiçbir fikir sahibi iyi niyetlerinden ve umumi maslahatı tercih ettiklerinden şüphe etmez. Bütün bu örnekler, onların ümmete en yararlısını araştırdıklarını gösteriyor. Demek ki, bütün bu yaptıklarında naslarla taabbüt etseler de, onları tevil de etseler hiç bir günahları yoktur.

2- Size bütün örnekleri sonuna kadar zikretmenizi teklif etmiştik. Siz ise yalnız istediklerinizi irat etmişsiniz. Aynca imam ve aşireti hakkında, hilafet naslarından mada naslar olduğunu ve seleflerimizin onlarla amel etmediklerini zikretmişsiniz. Keşke tafsilatlı olarak irad etseydinizde, onlan tekrar istemeye gerek
duymasaydık. Vesselam. (s)



MEKTUP 100    8 Rebi'ül Sani 1330

1-
Münazaracının bahis konusundan sapması.

2- Talebine icabet etmek.

1- Bu konulardaki haleften selefe intikal etmiş nasları tevil ettiklerini ve onları ileri geri, istedikleri gibi kullandıklarını teslim ediyorsunuz. Allah'a çok şükür. Fakat maksatlarının iyi oluşu, umumi maslahatı tercih etmeleri ve daha iyiyi araştırmaları, siz de biliyorsunuz ki bahsimizin dışında kalıyor
.
2- Son mektubunuzda, Hz. Ali'ye hilafetten başka meselelerde konmuş olan nasları ve bunlarda taabbütleri olmadığı gibi önemsemediklerini de ihtiva eden sahihlerin tafsilatını istemişdiniz. Siz ki bu devirde Ehl-i Sünnetin imamsınız, icmal ettiklermizin tafsilatını bilmeyeceğinizi kim düşünebilir? Sünnet ilmin sizinle yarışa çıkmaya cesaret edecek kimse var mı? Fakat ne demişler? "Nice kimseler meseleyi bildikleri halde, sormayı yey tutarlar."

Biliyorsunuzki, sahabelerin çoğu Hz. Ali'ye kin ve düşmanlık beslerlerdi. Ondan ayrılıp ona eziyette bulundular, ona sövdüler, onunla savaştılar. Onun, Ehl-i Beyti' nin ve onu sevenlerin yüzlerine kılıçlarıyla çarptılar. Oysa Resulullah'ın (s.a.a):"Bana itaat eden Allah 'a itaat eder, bana isyan eden de Allah 'a isyan eder. Ali'ye itaat eden bana itaat eder, ona isyan eden de na isyan eder.
" demişti. Ve der ki, (s.a.a): "Benden ayrılan 'allah'tan aynIır, senden de ayrılan Ya Ali benden aynImış olur
Ve der ki (s.a.a): "Ya Ali! Sen dünyada ve ahirette seyyidsin (efendi) senin habibin benim habibimdir, benim habibim de allah'ın habibidir. Senin düşmanın benim düşmanımdır ve benden sonra sana buğz edenin vay haline..."

Ve der ki (s.a.a):"Ali'ye söven bana söver, bana söven ise Allah 'a sövmüş olur... " Yine: "Ali ye eziyet eden bana eziyet eder, bana eziyet en de Allah 'a eziyet etmiş olur. Ali'yi seven beni sever, Ali'ye kin bağlayan bana kin bağlamış olur. Ya Ali! Seni ancak mümin olan sever ve ancak münafık olan sana buğz eder (kin bağlar)... Ve;" Allah'ım! Ona dost olana dost, düşman olana da düşman ol yardım edene yardım et, onu terk edeni terk et...
"

Bir gün Ali, Fatıma ve Hasan'la Hüseyin'e bakarak der ki:"sizinle savaşana karşı ben savaşınm, barışana karşı da barışırım. "
.
Onları abayla örttüğü zaman da şöyle der: "Bunlarla savaşana karşı ben savaşırm, barışana karşı da barışırım. Kendilerinede düşmanlık yapana da ben düşmanım..." Ve hiç biriyle sahabelerin çoğunun amel etmediği buna benzer daha birçok sünenler.. Aksine kendi arzularını ön planda tutarak tersiri yapmışlar. Ve her basiret sahibi iyi bilir ki, Hz. Ali'nin faziletlerini içeren atalardan evlatlara intikal etmiş bütün sünenler, -ki bunlar yüzleri aşar onun velayeti ve dostluğunun vacip olduğunu gayet sahih naslarla vvrgulamıştır. Zira geçen mektuplarımızda, bunlardan bir bölük irat ettiğimiz malum, irat etmediklerimiz ise bunlardan kat, kat daha çoktur. Siz de -Allah'a hamt olsun- Sünenleri çok iyi bilen kimselerdensiniz. O sünenler de ona karşı düşmanlık beslemekle.
Müslüman minberlerinin üstünden ona sövmekle uygun düşecek olanı gördünüz mü? -Ki, ona cuma ve bayram namazlarında da sövmeyi sünnet haline getirmişlerdi- Hayır görmediniz.

Fakat bu günahı işleyenler hiç umursamadıkları gibi onlara mani olacak herhangi biri de çıkmamıştır. Halbuki Peygamberin kardeşi ve velisi,varisi ve sırdaşı, ümmetinin Harun'u ve zürriyetinin babası olduğunu biliyorlardı. Ve biliyorlardı ki, İslam'da hepsinin ilki, imanda en halisi, ilimde de en zengini, amelde.en fazlasına sahip olanı, Resulullah'a en yakın olanı olduğunu da çok iyi biliyorlardı. Hatta siret, ahlak ve vakarda Peygambere en çok benzeyen, fiil, kavil ve sükunette onun yolundan en çok giden yine kendisi olduğu da meçhulleri değildi.

       Fakat şahsi menfaat ve maksatlar onlarca her hususta başta gelmiştir. Şu halde imamet meselesinde kendi görüşlerini "Gadir"nassından:daha üstün tutmakta hangi acayiplik vardır? "Gadir" nassı, şahsi maslahatların tercih etme uğruna tevil ettikleri yüzlerce hadisin sadece bir tanesi değil midir? Halbuki Peygamber (s. a. a) demişti ki:

     "Size onlara tutunduğunuz
takdirde asla dalalete düşmeyeceğiniz iki şey bırakıyorum bunlar: Allah 'ın kitabı ve Ehl-i Beytimdir." Ve demişti ki: "Ehl-i Beyt'imin sizin aranızdaki misali Hz. Nuh'un gemisi gibidir; ona binen kurtulur, binmeyen ise batıp boğulur.

"
Ve demişti ki: "Ehl- i Beytimin sizdeki misali, İsrail oğullarında "Hitta" kapısı gibidir. Cenabı Allah o kapıdan girenin günahlarını affedeceğini vaat .etmişti.
" Ve uymadıkları bu çeşit daha bir çok sünenler. Vesselam. (Ş)



MEKTUP 101            10 Rebi' üs Sani 1330

İmam (a.s) Sakife Günü Neden Hilafet Ve Vasiyet Naslarıyla İhticacda Bulunmadı?


Allah'a şükürler olsun, hak özünü açığa vurdu. Ancak alametleri belirsiz tek bir mesele kaldı. Size zikredeyim de üzerindeki örtüyü kaldırasınız. O da şudur: İmam Sakife günü Sıddık'a ona biat edenlere karşı sizin üzerine eğildiğiniz hilafet ve vasiyet naslarının hiç biri ile ihticac etmemiştir. Acaba siz onların hakikatini kendisinden daha mı iyi biliyorsunuz? Vesselam.
(s)



MEKTUP 102        10 Rabi' üs Sani 1330

1- İmamın Sakife günü ihticacda bulunmasına mani olan sebepler .

2- Mani olan sebepler bulunduğu halde kendisinin ve ona sadık kalanların ihticacda bulunduklarına işarette bulunmak.


1- Herkes biliyor ki, İmam ve Haşim oğulları ve başkalarından olan, bütün sadık dostları, o gün ne Sakife'de bulundu ne biate şahit oldular. Hepsi oradan ve orada olup bitenlerden uzakta. Peygamber'in (s.a.a) vefatıyla başlarına gelmiş olan felaketin vahametine külliyeleriyle yönelmiş, onun teçhizinden başka bir şeye ehemmiyet vermiyorlardı.
Zaten mukaddes kabrine onu yerleştirip tevdiye edinceye kadar, sakife kahramanları(!) işlerini bitirmişti. İmam Sakife'nin neresinde bulunuyordu ki onlara karşı ihticacta bulunsun? Son  biat akdedildikten sonra nasıl ihticac edebilirdi ki. Bilhassa emir ve nehiy sahipleri, o malum şiddetlerini ilan ettikten sonra. Şimdi bu devirde dahi sulta sahiplerinin saltanatını kaldırmak veya devletlerini lağvetmek kimin haddine? O böyle bir girişimde bulunsa bile onu keyfine bırakırlar mı? Heyhat... Geçmişi şimdiki zamana kıyaslayın, insanlar her devirde insan, zaman da zamandır..
.
     Bununla birlikte Hz. Ali ihticacın fitneden başka hiçbir işe yaramayacağını anlamış ve hakkının kaybolmasını, onun yüzünden doğacak olan fitneye tercih etmiştir. Zira o günkü ortamda böyle bir fitneden İslam' ın bütünlüğünü zedelemesinden korkuyordu. Daha önce de söylediğimiz gibi o günlerde başına iki felaket gelmişti: Bir yanda hilafet, nasları ve vasiyetleri ile yüreği kanatan şikayetle ve ciğeri parçalayan bir şefkatle onun yardımını ve himayesini diliyor, diğer bir yanda da azmış olan fitneler onu Bedevi Arapların dönmesinden sakınmaya çağırıyor. Ki böyle bir hareket onu İslam'ın mahvına sebep olmaktan korkutuyor. Bilhassa Medine'deki münafıklar ve onların etrafındaki bir kısım Araplar, onu fazlasıyla ürkütüyordu. Zira onlar Kuran' ın da tasdikiyle nifaka alışmış ve onun üzerine yetişmişlerdi. Hatta "0nlar küfür ve nifak bakımından diğer Araplardan daha şiddetlidirler. Ve Allah'ın Resulüne indirdiği hükümlerin hududunu  bilmemeye müstahaktırlar."(*)

              Nitekim Peygamber'in (s.a.a) vefatı ile sultaları kuvvetlenmiş, hatta Museylimet'ul Kezzab, Tulayha b. Huveylid el-Effak ve Secah bint el-Haras gibi peygamberlik iddia eden ve İslam'ın mahvını amaçlayan bazı sahtekarlar harekete geçmiş, Rumlar, Kaysarlar, Kisralar ise tetikte beklemekte idi. Hatta bunlara benzer daha nice unsurlar Hz. Muhammet(saa) ve akraba ve ashabına olan öfkelerinden, İslam kelimesine Kin ve nefretlerinden dolayı Müslümanlığı temelinden yıkrnak istiyorlar. Aynı zamanda bu hususta pek de gayretli idiler. Çünkü şimdi durum müsa- itti. Bu karışıklıktan istifade edip fırsatı kullanmak lazımdı. Evet Hz. Ali bu iki tehlikenin arasında kalmıştı. Müslümanlığın ve Müslümanların yaşaması için kendi hakkını kurban etmesi gayet tabii
idi. (1)

Ancak hilafetteki hakkını, Müslüman topluluğunu ayırmayacak bir şekilde muhafaza edip, kendisini dışlayanlara karşı ihticacda bulunmak istemiştir. Ama nasıl? Çekilip evinde oturarak . Ta ki evini basıp onu dövüşsüz ama zorla evinden çıkarıncaya kadar. Eğer hemen onlara koşup dediklerini yapsaydı, kendisinin hiç bir kanıtı olmayacağı gibi Şia' sinin da hiç bir kanıt ve delili olmayacaktı. Fakat yapmış olduğu hareketle hem dinin muhafazasını hem de hilafetteki hakkını korumuş oldu. Dini muhafaza etmekle din düşmanlarına karşı koymanın, o günlerde ancak başa geçmiş olanlarla barışmakla sağlanacağını görünce, ümmetin vahdeti, milletin selameti ve dinin korunması için  şer' en ve aklen mühimden daha mühim olanı önde tutarak vacip ne ise onu yapmıştır. Zira o günlerde şartlar ne kılıçla ne hüccetle mukavemette bulunmaya elverişliydi.

2- Bununla beraber kendisiyle birlikte çocukları, akraba ve dostlarından alim olanlar, (araştırmacılarca bilindiği gibi) vasiyet tahsisinde ve açık nasların neşrinde, her zaman akıl ve hikmeti kullanmayı tercih ederlerdi. Vesselam.
(Ş)

DİPNOT
1_Bunu, Mısır'a vali tayin ettiği Malik Eşter'le Mısırlılara gönderdiği
mektupta çok açık bir şekilde dile getiriyor: "Daha sonra Allah Teala Muhammedi (s.a.a) bütün insanlara doğru yolu göstermek için elçi olarak göndermiştir. O gidince Müslümanlar makam kavgasına düştüler. Allah'a yemin ederim ki, Arapların onun Ehl-i Beyt'inden /(as) şaşıp, bu görevi başkalarına verme ihtimalleri hiç hatırımdan geçmemişti. Hatta ondan sonra benden başkasına yöneleceklerini hiç düşünmemiştim. Ancak insanların filana biat etmeğe koşuşması beni ürkütmüştü. elimi tuttum, bir de baktım ki bir çok kimse İslam dininden dönüyor, Muhammed (s.a. a) dinini çökertmeğe kalkışıyor.

O anda İslam'ı korumaya yardımcı olmazsam, onda herhangi bir, çöküntü görmekten korktum. O zaman karşılaşacağım musibet, vilayetinizin sağlayacağı bir kaç günlük fayda
nın kaybından çok daha ağır gelecek. "
(*) Tövbe Süresi 97



MEKTUP
103        12 Rebi'üs Sani 1330

Kendi ve Yakınlarının İhticacından Bahsetmek

İmam ve yakınlarından ne zaman böyle bir şey görülmüş? Bize bazı örnekler sunun lütfen. Vesselam.
(s)



MEKTUP 104        15 Rebi'üs Sani 1330


1-
İ
mamın ihticaclarını içeren kaynaklardan bir demet.
2- Zehra'nın ihticacı.

1- İmam (a.s) kendisiyle ilgili nasları açıklarken daima sekinet ve sükuneti seçer, İslam bütünlüğünün muhafazasını düşünerek o nasları hasımlarının başına çalmazdı.

   Belki bazen bu sükutuna ve hakkını istememesine mazeret ileri sürdüğü olurdu, o zaman da şöyle derdi: "İnsan hakkını istemekte gecikmeden dolayı ayıplanmaz. Ayıplanması gereken, hakkı olmayan şeye sahip çıkan kimsedir."  Ayrıca o nasları neşrederken öyle yöntemleri vardı ki, orada hikmet bütün berraktığı ile açığa çıkardı. O Mahut Saha'da ne yapmıştı, görmediniz mi? Halifeliği zamanında halkı Gadir gününü anma dolayısıyla nasıl orada toplamış ve onlara:

Cenabı Allah'ın hakkı için Gadir Hum günü Resulullah'ın söylediklerini duyan her Müslüman ayağa kalksın ve duyduklarını açıkça söylesin, dediği zaman aralarında on ikisi Bedir vakıasında bulunan otuz kişi kalkıp duyduklarını ikrar edip şahitlik yapmamışlar mıydı?(l) Zaten o zamanki kritik durum karşısında ancak bu kadarını yapabilirdi. Zira Osman öldürülmüş, Basra ve Şam'da fitne alıp yürümüştü..

      Ve sünen sahiplerinin kendi hadisinde tahric ettikleri "Velime" hadisi de sizi tatmin edecek mahiyette., Hani Resulullah (s.a.a) amcası Ebu Talib'in evinde bir ziyafet verip kendi aşiretlerinden en yakınlarını inzar etmişti."

      Hadis uzun ve muhteşemdir. (2) halk onu hep Nübüvvet alametlerinden ve İslam'ın ibretlerinden saymış ve hala saymaktadır . Çünkü kalabalık bir cemaati gayet az bir yemekle doyurduğundan Nübüvvet mucizelerinin tümünü kapsar. Sonunda kolunu Hz. Ali'nin boynuna dolayıp şöyle dediğini anlatırdı: "Sen benden sonra bütün müminlerin velisinin. " Ve: "Sen benim yanımda, Harun Musa 'nın yanında hangi derecede ise o
derecedesin, ancak benden sonra peygamber yoktur. "

       Ve kaç defa Resulullah'ın (s.a.a) Gadir Hum'daki şu sözlerini tekrarlamıştır: "Ben müminlerin nefislerinin üzerinde kendilerinden daha çok yetkiye sahip değil miyim?" sorduğunda hepsi "evet" diye cevap vermişler ve kendisi şöyle devam etmişti: "Ben kimin velisi isem bu da (Ali) onun velisidir." Ve bunun gibi daha nice inkar edilemeyecek naslar... Daha önce de söymiştik, o günlerde bundan daha fazlasını söyleyemezdi. Şura günü, azmı inzar ve ihtarda bulunmuştu? Kendisine ait, ileri sürüp onunla ihticac etmediği hususiyet ve menkıbe bırakmamıştı.
Ya hilafeti günlerinde, kaç kere zulme uğradığını dile getirdiği oldu, minberin üzerinden elemle kaç kez şikayette bulundu, şöyle diyordu:
 

      "Andolsun Allah'a ki ,onu bir gömlek gibi giyindi ; oysa daha iyi bilirdi o,ben hilafete nisbetle değirmen taşının mili gibiydim ;hilafetbenim çevremde dönerdi; sel benden akardı;hiç bir kuş uçtuğum yere uçamazdı. Hilafetle arma bir perde çektim;onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm;kesilmiş elimle hamlemi edeyim;yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabırmı edeyim...Gördümki sabretmek daha doğru;sabrettim; ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik vardı;mirasımın yağmalandığını görüyodum."



         Ve "Şıkşıkiye"(3) ismiyle maruf hutbesi buna benzer sözlerle devam ediyor. Kaç kez şöyle dediği de olmuştu: "Allah 'ım, kureyş ve onlara yardımcı olanlara karşı, senden yardım diliyorum, (4) onlar benimle akrabalık bağlarını kestiler, yüksek makamımı alçaltmaya çalıştılar. Bana ait olan bir hak üzerinde benimle münazaraya giriştiler. Sonra dediler ki: "Hak'ta, onu almakta var, vermekte."
Birisi ona der ki: "Bu meseleye (hilafete) çok düşkün ve hırslı görünüyorsun ya Eba Talibin oğlu!" Ona şu cevabı verir: "Bilakis siz daha düşkün ve hırslısınız. Ben bana ait olan bir hakka talip oluyorum, siz ise benimle o hakkın arasına girmek istiyorsunuz.
"

         Ve buna benzer söylediği bir çok sözler. Bir kere de şöyle der:
"Bir de baktım ki, etrafımda evimin halkından başka hiç bir yardımcım yok. Onları ölüme sürüklemeye kıyamadım. Sabrettim, tadı, "Ebu cehil karpuzu" kadar acı olan bir meselenin acısına sabrettim." Ve der ki: "Nerede bizden başka ilimde kökleş- miş olduklarını iddia edenler. Eğer bunu iddia edenler varsa onlar bize karşı yalan söyleyenler ve zulüm tasarlayanlardır. Zira Cenabı Allah bizi yüceltip onları alçaltmış, bize vermiş, onları mahrum etmiş, bizi içeri geçirmiş, onları dışarı çıkarmıştır. Hidayet bizimle elde edilir, kör gözler bizimle açılır. Kureyş'ten gelecek olan imamlar Haşim'den olan şu karın'a dikilmiştir. Onlardan olmayan kimseler vali olmaya salahiyetli değildir... (5)

2- Aynca Hz. Zehra'nın (s.a) gayet beliğ hüccetleri var bu hususta. Bunlardan çok yaygın iki hutbe var ki Ehl-i Beyt, onları çocuklarına öğretıneyi, Kur'an-ı öğretmek kadar gerekli görürlerdi.
 
Der ki birincisinde: "Zavallılar, acınacak kimseler, onu Risaletinin payidarlığından, Nübüvvetin temelinden nasıl uzaklaştırdılar? (Halifeliği kastediyor) bu apaçık büyük bir hüsrandır. Abu'l Hasan'dan -Hz. Ali- neyin intikamını almak istediler? Allah 'a yemin ederim ki, onların intikamına neden olan sadece onun hak meselelerindeki çabuk davranışı, şiddetli ve ağır basışı ve Cenabı Allah 'ın zatından yana şiddeti ve taassubudur. Vallahi Resulullah 'ın ona bırakmış olduğu dizginde eşit bir şekilde
idare edilmeyi kabul etselerdi, dizgini eline aldığı gibi, onlan öyle akıllı ve yumuşak bir şekilde idare ederdi ki, kati surette ne burunlan kanar, ne de ayaklan tökezlerdi. Onlan öyle bir kaynağa götürürdü ki, geniş, gayet bol olan suyu her iki kıyısından taşmaktadır. Onlan geriye çevirdiği zaman tam kanmış olacaklardı. Onlara yerde ve gökte bereket yolları açılacaktı. Hangi sığınağa sığındılar, hangi tutanağa tutundular? Bu ne kötü hısımlık: ve ne fena komşuluktur... Bu ancak zalimlere layık olan kötü bir bedeldir. Vallahi "Kanatlarının tüylerini" kuyruklarla değiştiler. Fakat çok iyi hareket ettiklerini zanneden kimselere ğmen, yine de müfsit olan kendileridir. Ama onlar farkında değiller... Zavallılar, hak yoluna irşat eden mi peşinden gidilme layık, yoksa etmeyen mi, hangisine hükmediyorsunuz?" hutbe böyle devam ediyor... Ve bu hutbe tahir zürriyetin bu mevzudaki örnek kelamından sayılır, diğerlerini de buna kıyas edebilirsiniz. Vesselam. (Ş)

DİPNOT
1-Mektup 56'da zikrettiğimiz gibi.

2-Mektup 20 'de irat etmiştik.
3-(Nehc 'ul Belağa, c. 1 s. 25, Hutbe: 3)
4-Aynı kitap (c. 2 s. 103)
5-Yazar bunlan Nehc'ul Belağa 'daki hutbelerden aktarmıştır. Biz bu kadarlıkla yetinip, diğerlerini tercüme etmeğe lüzum görmüyoruz.


MEKTUP 105        16 Rebi'üs Sani 1330

İmam Ali ve Zehra'ya (as) ait olmayan ihticacların naklini lütfetmenizi ve böylece faidenin tamamlanmasını rica ediyorum. Fazilet yine sizindir. Vesselam.
(s)


MEKTUP
106         18 Rebi'üs Sani 1330

1-İbn-i Abbas'ın ihticacı.
2-İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in ihticacı.
3-Sahabeden olan kahraman Ehl-i Beyt taraftarlarının ihticacı.
4-Vasiyetle ihticac ettiklerine dair işarette bulunmak.


1- Dikkatinizi, İbn-i Abbas ile Ömer'in arasında geçen mahavereye çekmek isterim. Ömer demişti ki: (Aralarında geçen uzun bir konuşma esnasında) "Ey Abbas oğlu! Biliyormusun Muhammed'den (saa)  sonra kavminiz sizden neden çekindi?" İbn-i Abbas diyor ki: Sorusuna cevap vermek istemedim, dedim ki: "Ben bilmiyorsam Müminlerin Emir'i bilir, dedi ki: "Kureyş Nübüvvet ve hilafeti sizde birleştirmek istemediler. Zira kavminize yukarıdan bakıp onlara taşıyamayacakları külfetler yükleyerek bundan sevinç duymanızdan çekindiler. Onun için Kureyşliler kendilerine en muvafık olanı seçip isabet ettiler, "İbn-i Abbas diyor ki: O zaman, şöyle dedim: "Eğer bana öfkelenmeden konuşmama izin verirseniz konuşurum. "Konuş" deyince dedim ki: "Önce Kureyş kendine muvafık olanı seçip isabet etti" demenize karşı derim ki: Şayet Kureyş, kendine Cenabı Allah'ın seçtiğini seçseydi, o zaman elde etmiş olduğu isabet red- dedilmez ve hasede yer bırakmaz cinsten olurdu. Nübüvvet ve hilafetin bizde birleşmesini istemediler" demenize karşı ise diyeceğim şu: Cenabı Allah, bir kavmi kerahet hususunda vasf eder şöyle der: "Onlar Allah'ın indirdiği ayetlere karşı kerahet duyduklan için, amellerinii boşa çıkardı." Ömer şöyle dedi: "Heyhat ya İbn-i Abbas! Bana senin hakkında bazı söylentiler iletiliyordu. Onların gerçek olduğunu kabul etmek istemiyorum. Aksi halde yanımdaki itibarın azalır" Dedim ki: "Nedir
ya Emir'ul Müminin! Benim hakkımda sana söylenen? Eğer, hak doğru ise nezdindeki itibarımın azalması gerekmez. Yok eğer batıl ve hakikat dışı ise, benim gibi olan biri kendini batıl iddiadan müdafaa etmesini bilir herhalde..." Ömer bana: .hilafeti bizden haset, fesat ve zulüme dayanarak uzaklaştırdılar, dediğini söylediler, dedi. İbn-i Abbas diyor, dedim ki: Ya Emir'ul Müminin! "Zulme dayanarak" demişsem, bu gerek cahil, gerek akıllı herkesin göreceği bir şekilde meydana çıktı."hasetten dolayı" da demiş isem, Adem dahi hasede maruz kaldı. Biz de onun hasede uğrayan evlatlarıyız... Ömer: "Heyhat, heyhat, siz Haşim oğulları kalpleriniz "hiçbir zaman hasetten arınmayacaktır" deyince: "Yavaş, ağır ol, ey Müminlerin Emiri! Cenabı Allah, onlardan her türlü çirkin, günah, murdar benzerini uzaklaştırıp kendilerini tahir, pak ve temiz kılan kimselerin kalplerini bu şekilde vasıflandırmayın.

Kendisiyle, bir muhavere daha yapmıştı, demişti ki ona: Amcanın oğlunu ne halde bıraktın? İbn-i Abbas diyor ki: Abdullah b. Caferi kast ediyor sandım; "Ondan ayrıldığımda yaşıtlarıyla beraberdi" dedim. "Onu kastetmiyorum, ben en büyüğünüzü kastediyorum;' dedi. Dedim ki: Ondan ayrıldığımda kuyudan su çekerken Kur'an okuyordu. Dedi ki: Ya Abdullah! Üzerine kan bulaşsın, benden gizlersen. Hilafet üzerinde 'Herhangi bir umudu ve arzusu kalmış mıdır? "Evet" dedim. Dedi ki "Resulullah'ın üzerine nas koyduğunu mu iddia ediyor? İbnbbas diyor ki ona: "Ve size dahasını anlatayim. Bu iddiasını babama sordum, babam: Evet doğru söylüyor, dedi" dediğim zaman, Ömer şöyle dedi: Resulullah (s.a.a) onu her zaman zirveye çıkarmak istediğini içeren sözler söylediyse de, bunlar hiç hücceti ispat etmemiştir. Ayrıca uzun bir zaman onu halka takdim ederken ona sena edip halkın tepkisini anlamak istemiştir hatta hastalığında onun adını açıklamak dahi istemiştir, fakat ben ona mani olmuştum. "(2) Aralarında geçen üçüncü muhaverede, Ömer der ki: Ey Abbas'ın oğlu! Bana kalırsa amcanın oğlu zulme uğramıştır, İbn Abbas diyor ki, ona şöyle dedim, "Ey Müminlerin Emiri! Öyleyse ona hakkını geri ver." Dedi ki: Ya Abbas'ın oğlu! Sanırım ki kavminin ona mani olmasının yegane sebebi, yaşını küçümsemeleridir. Diyor ki: Ben şöyle cevap verdim: Vallahi Allah ve Resulü, onu "Beraat" Tövbe süresini senin dostundan almasını emrettikleri zaman hiçte yaşını küçümsemiş değillerdi, İbn-i Abbas: Ömer bu sözleri duyar duymaz kalkıp yanımdan uzaklaştı. Ben de üzerine varmadım diyor. (3) Haşimilerin lisanı ve Peygamberin (s.a.a) amcasının oğlu olan İbn-i.Abbas'in ihticaclarını daha önceki mektuplarımızda zikretmiştik.

2- Haşimoğulları ileri gelenlerinden çoğunun o günlerde, bahsettiklerimize benzer kaç ihticacı olmuştur. Hatta bir defasında Ali oğlu Hasan, Ebu Bekir,* Resulullah'ın minberindeyken gelip ona; "İn babamm minberinden" diye bağırır... Yine bir defasında Ömer minberde iken buna benzer bir tepkiyi kendisine karşı Hüseyin gösterir.(4)

3- Haşimiler ve yandaşlarının bu hususta bir çok ihticacları var ki, İmamiyye kitapları hepsini tespit eder.
Arzu eden onları yerlerinde mütalaa etsin. Bunlardan İmam Tabersi'nin "İhticac" isimli kitabındakiler hepimizi tatmin etmeye yeterlidir. Burada Emevi Halid b. Said b. As, (5) Selman el-Farisi, Ebu Zer el-Gaffarı, Ammar b. Yasir, Mikdad, Bureyde el-Eslemi, Ebu Heysem b. Teyhan, Huzeyme b. Sabit, Ebu Eyyüb el-Ansari ve başkalarının sözlerine şahit olabilirsiniz. Kaldı ki Ehl-i Beyt'in haberlerini izleyen herkes görecektir ki ihticada bulunmalarına elveren hiç bir fırsatı kaçırmamışlardır. Bu fırsatları duruma göre tasrih, telmih, şiddet, yumuşaklık, hitabe, yazı, şiir, nesir gibi muhtelif çeşitleriyle değerlendirmekten geri kalmıyorlardı.


4- Vasiyet üzerinde ısrarla durup onu fazlasıyla zikrettiklerini, haberlerini izleyenler iyi bilmektedir.

5- Bu muhavereyi siyer sahiplerinin çoğu nakletmişlerdir. Biz ise Mü'tezile Allamesi İbn:-i Ebi'l Hadid'in "Nehc'ul Belağa" şerhinden naklettik (c.3; s. 105) bakabilirsiniz.

301



6- Bu her iki meseleyi İbn-i Hacer Savaik kitabında nakleder. (s. 105) Ayrıca Darukutni, Hz. Hasan'ın Ebu Bekir'le cereyan eden davayı ihraç ettiği gibi İbn Sa'd da Tabakat'ında Hüseyin'in Ömer'le olan davasını Ömer'in hayatın da belirtir.

7 - Halit b. Said, Ebu Bekir'in hilafetini ilkin kabullenmeyenlerden biriydi. Ona ancak üç ay sonra biat etmişti. Bu haberin üzerine tarihçilerin çoğu nas koymuştur. Bunlardan biri İbn-i Sa'd (Tabakat, c.4 s.70) Halit'in tercümesinde şöyle yazar: Ebu Bekir, Şam'a göndereceği ordunun başına onu tayin etmek istemiş, hatta sancağı eliyle evine kadar götürmüştü. Bunu haber alan Ömer Ebu Bekir'e: Onun konuştuklarını bildiğin halde Halit'e nasıl böyle bir vazife veriyorsun? der ve Ebu Bekir'i caydırır. Ebu Bekir ona Ebu Erva b. Devsi'yi gönderir, Ebu Erva: Halife "Bize sancağımızı geri ver" diyor, deyince Halit sancağı çıkanp verir ve şöyle der: Bize verdiğiniz bu vazifeye sevinmediğimiz gibi, bizi azletmenize de hiç üzülmedik... Ve Ebu Bekir onun evine kadar gidip ondan özür diler, ancak Ömer'in bu olayla ilgisinden hiç bahsetmemesini bilhassa rica eder. Vesselam. (ş)


DİPNOT
1-İbn-i Esir 'in "Kamil" isimli tarih 'inden sözlerini aynen naklettik, (c.3 s. 24) Ayrıca Mütezile Allame "Nehc'ül Belağa" şerhinin Ömer bahsinde irat etmiştir, (c. 3 s. 107)

2-İmam Ebu'l Fazıl Ahmed b. Ebi Tahir "Bağdat Tarihi" kitabında İbn-i Abbas'a isnat ederek tahric etmiştir. Aynca Mutezile Allamesi de irat eder.

3-Bu muhavereyi siyer sahiplerinin çoğu nakletmişlerdir. Biz ise Mutezile Allamesinin "Nehcül-Belağa" şerhinden naklettik (c.3 s. 105) bakabilirsiniz.

4-Bu her iki meseleyi İbn-i Hacer (Savaik) kitabında nakleder. (s. 105 Ayrıca Darukutni, Hasan'ın Ebu Bekir'le cereyan eden davasını ihraç ettiği gibi İbn-i  Sa'd da "Tabakat'ında Hüseyin'in Ömer'le olan davasını Ömer'in tercümesinde tahric eder.

5- Halit b. Said, Ebu Bekir'in Hilafetim ilkin kabullenmeyenlerden biriydi Ona ancak üç ay sonra biat etmişti. Bu haberin üzerine tarihçilerin çoğu Nas koymuştur. Bunlardan biri İbn Şad (Tabakat; c. 4 s . 70) Halid'in tercemesinde şöyle yazar: Ebu Bekir, Şam'a göndereceği ordunun başına onu tayin etmek istemiş, hatta sancağı eliyle evine kadar götürmüştü. Bunu haber alan Ömer Ebu Bekir'e: Halit'e nasıl böyle bir vazife veriyorsun? Onun konuştuklarını bildiğin halde der ve Ebu Bekir'i caydınr. Ebu Bekir ona Ebu Erva b. Eddevsi'yi gönderir, Ebu Erva: Halife; "Bize sancağımızı geri ver" diyor, deyince Halid sancağı çıkanp verir ve şöyle der: Bize verdiğiniz bu vazifeye sevinmediğimiz gibi, bizi azletmenize de hiç üzülmedik... Ve Ebu Bekir onun evine kadar gidip ondan özür diler, ancak Ömer'in bu olayla ilgisinden hiç bahsetmemesini bilhassa rica eder.




------------------------
www.islamkutuphanesi.com Sitesi tarafında taranıp eKitap haline getirilmiştir.
İslami Kültür ve İlişkiler Merkezi Tercüme ve Yayın Müdürlüğü
1.Baskı 1998