larını geride bırakmıştı. Sabıkaları ve hususiyetleriyle öyle bir dereceye yükselmişti ki ona erişmek imkansız olmuştur. Bunun için münafıkların yüreklerinde ona karşı haset akrepleri yürümeye başlamış ve böylece onun ahdini nakzetmeye bütün münafıklar Fasık'ı, Nakis'i, Kasıt'ı ve Marik'iyle birleşmişler ve o nassı sırtlarının arkasına atıp unutulmaya terk etmişlerdir. Şair'in dediği gibi:

"Ve olan olmuştur, söylemek istemediğim şekilde. Sen ancak iyimser ol ve gerisini sorma."

Keza Kureyş ve bütün Araplar hilafetin kabileleri arasında el değiştirmesine göz dikmiş ve her biri bir gün gelir ona kavuşur diye ümitlenmişti. Bu nedenle onların ahdi yok sayıp onu unutturma yoluna gidip bir daha hiç sözünü etmeme gayreti anlaşmalarında büyük bir sebep yaratmıştır. Onun için nastan vazgeçip seçim yoluna gitmeyi kendi menfaatleri açısından daha uygun görmüşlerdir. Öyle ya, nassı geçerli sayıp hilafeti Hz.Ali'ye verselerdi, hep onun sülalesinde kalacak ve onun torunları dışında hiç kimse ona ulaşamayacaktı. Araplar, hilafetin bir haneye mahsus ve orada mahsur kalmasına sabredemezlerdi. Bilhassa her kabileden bir takım aç gözler ona yönelip tamah ettikten sonra. Ne demiş Şair: "O kadar zayıfladı ki, zayıflığından böbrekleri bile görünmeye başladı. Ve hatta onun üzerinde bütün müflisler dahi pazarlık yapmaya başladı."

Keza Kureyş ve Arapların, İslamiyet'in başlangıcında tarihlerini inceleyenler çok iyi bilir ki, Haşim oğullarından olan Peygamb
er'e (s.a.a), ancak kırılıp müdafaa edecek gücü kalmadıktan sonra boyun eğmişlerdir. Bunlar Nübüvvetle hilafetin Haşimoğullarında birleşmesine nasıl razı olurlardı? Ömer b. Hattab halife olduktan sonra bir gün İbn-i Abbas'a ne demişti? Kureyş, Nübüvvetle hilafetin sizde birleşmesini istemedi, onlara eziyet etmenizden korktular. (1)

2- Selef-i Salih, o günkü durumu göz önünde tutarak onları nassa uymaya zorlamak istememiş. Zira ihtilafın büyümesinden ve akıbetin kötülüğünden korkmuşlardır. Zaten Peygamber (s.a.a) vefat eder etmez, nifak baş göstermiş, kafirler isyankarlaşmış, Müslümanları ise bir korku sarmıştı. Kış gecesinde nereye gideceğini şaşırıp saldırgan kurtların arasına düşen koyun sürüsüne dönmüşlerdi.

82. mektupta izah ettiğimiz gibi, bazı kabileler dönmüş, bazıları da dönmeye hazırlanıyor. Böyle, bir ortamda Hz. Ali kalkıp da halkı idare etme arzusu göstermeye çekindi. Zira durum vasf ettiğimiz şekilde iken Müslümanların ileri gelenleri birbirine düşüren netice çok vahim ve önüne geçilmez bir hale gelirdi. Zaten Ensar, Muhacirlere muhalif olmuş ve onlardan ayrılıp: "Sizden bir emir, bizden bir emir" ve buna benzer laflar söylemeye başlamışlardır... Bunları görünce dini düşünerek hilafet isteminden vazgeçmiştir. Çünkü biliyordu ki bu vaziyette onu istemek, ümmeti ve dini büyük tehlikelere maruz bırakmak demekti. İslamın selametini ve umumi menfaatini yeğ tutarak ahireti dünyaya tercih etmiştir.

Ne var ki onu evinden zorla çıkarıncaya dek biat etmemiş çekilip evinde oturmaya koyulmuştu. Böyle yapması da tabiiydi. Çünkü hakkını araması ve kendisinden şaşanları mutlaka protesto etmesi lazımdı. Bunu yapmayıp gidip hemen biat etseydi, onun için ne bir hüccet gerçekleşir, ne de bir kanıt belirgin olurdu. Fakat, bu hareketiyle, hem dini koruyor hem de hilafetteki hakkını muhafaza ediyordu. Bu da muhakkak ki onun engin görüşüne, ağır başlılığına, çok sabırlı oluşuna ve amme menfaatini tercih ettiğine delalettir. Ve bu kadar yüce ve kadirli bir makamdan vazgeçip böyle davranan bir insan, Allah'ın yanında en üstün dini dereceye ermesi doğaldır. Zaten onun da bu davranıştaki gayesi, Allah'a yaklaştıran iki durumdan daha karlı olanını seçmek değil miydi?
Üç halife ve taraftarları ise, Hz.Ali'nin halifelik konusunda üzerine konan nassı, bahsini ettiğimiz nedenlerden dolayı kendilerince tevil ettiler. Bunu yadırgamanızı gerektirecek herhangi bir husus yoktur. Zira daha önce Peygamber'in bütün naslarını kendilerinin tevil ve içtihat doğrultusunda kullanmakta bir sakınca görmedikierine dikkatinizi çekmiştik.

259



Herhalde bunları din ile ilgili naslar gibi önemli olmadığını kabul ettikleri için tasarrufta Peygamber (s.a.a)'e muhalif düşmelerinde sakınca görmemişlerdir. Bilhassa ortalık yatışıp karşılarında rakip kalmadıktan sonra bu nassların bahsini edenlere şiddet kullanılacağını ilan ettiler. Daha sonra idareyi tamamen ele alıp devlet nizamını korumakta İslam dinini neşretmekte ülkeler fethedip servet ve kuvvet elde elmekle muvaffak olunca şeref ve kadirleri yükselip itimat ve itibar kazandılar. Böyle olunca halkta nassı unutma konusunda ister istemez onların izini takip etmekte gecikmemiştir.

Arkalarından gelen Ümeyye oğullarının ise, durumlarını korumak için Ehl-i Beyt'i kesip biçmekten başka bir dertleri yoktu. Bütün bunlara rağmen sarih naslar ve sahih sünenlerden (Alla'a şükürler olsun) kafi derecede elimize geçmiştir. Vesselam
. (ş) .

DİPNOT

1-Bu hadisi, İbn-i Ebi'l Hadid Nehc'ul Belağa'nın şerhinde tafsilatlı bir şekilde nakletmiştir (c. 3 s. 107) Ayrıca İbn-i Esir Kamilin de (c. 3 s. 24).

60

MEKTUP 85      7 Rebi'ül evvel 1330

Nasla Taabbüd Etmediklerini İçeren Kaynakları Rica Etmek

Size burhan ve kanıtların yanlarını yumuşatan, beyan ve ifade anahtarlarını elinize veren o yüce Allah noksanlıktan ne kadar münezzeh, takdise ne kadar şayandır. Size bahşettiği bu meziyetlerle, derecelerin erişemediği yere erişmiş, umutların varamadığı rütbeyi elde etmiş bulunuyorsunuz

Biz zannediyorduk ki, ispat naslarıyla şahit olarak göstermiş olduklarınız, başka sebeplerle alakası olmayacak, mesuliyetinden, sabit duran beyanlarla çıktığınız hususlar idrak edilmeyecekti. Keşke sarih naslarla taabbüt etmediklerini zikreden kaynaklara işaret etseydiniz. Zira böylece doğruluğun yüzü görünmüş, hakkın yolu açıkça meydana çıkmış olurdu.

Sizden, onların geçmişteki davranışlarına dayanarak, haber kitaplarında, haklarında yazılanları inceleyip, hal ve gidişlerinin tafsilatını rica edeceğim. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinde olsun. (s)

261



MEKTUP 86        8 Rebi' ül Evvel 1330

1- Perşembe gününün musibeti.
2- Peygamber'in, kendilerine verdiği emirden vazgeçmesi.


1- Nas ile taabbüd etmedikleri yerler sayılmayacak kadar çoktur. Bunlardan sadece "Perşembe gününün musibeti" diye anılan hadiseyi zikretmek kafidir, zira en meşhur davalardan biridir. Bütün sihah sahipleri ve Sünen ehli tahric eder. Bunlardan Buhari'nin (1) tahric ettiği yeterlidir. Buhari bu hadisi, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'ye, ondan İbn-i Mes'ud'a, ondan İbn-i Abbas'a isnad eder. Hadis şöyle: "Resulullah (s.a.a) ölüm döşeğinde, yanında Ömer'inde aralarında bulunduğu bir kaç kişi olduğu bir anda der ki; "Bana mürekkeple kağıt getirin, size bir vasiyet yazayım ki, ondan sonra hiç bir dalalete düşme
yesiniz. " Ömer itiraz edip şöyle der: "Peygamber acıların tesiri altında kalmıştır, sizin elinizde Kur'an vardır, Allah'ın kitabı bize yeter." Ömer'e de itiraz edenler olur ve bir anda Peygamberin huzurunda bir kargaşa kopar, kimi kağıt kalem getirir, kimide Ömer'in dediğini tekrarlar. Gürültü had safhaya gelince Peygamber: "Hepiniz dışarı çıkın" der. İbn-i Abbas, hep derdi: "Musibet, bütün musibet Peygamber'in (s.a.a) yazmak istediği vasiyete mani olmaktır." Bu hadisin sıhhati ve suduru üzerine hiç bir söz söylenemez. Buhari, Sahihi'nin birkaç yerinde irat ettiği gibi, Müslim de Sahihi'nin "Vasaya-vasiyetIer" kitabının sonunda tahric eder ayrıca İmam Ahmed Müsned'inde nakletiği gibi bütün Sünen sahipleri de rivayet ederler. Aslında Ömer'in söylediği ibarede daha çok sertlik vardı. Onu yumuşak göstermek için bir çok yazar: "Peygamber acıların tesiri altında kalmıştır veya acılara mağlup düşmüştür" şeklinde değiştirirler. Oysa Ömer'in söylediği ibaredeki sert söz şöyle idi: "İnne'n nebi yehcur" yehcur demek sayıklıyor, hezeyan ediyor, demektir. Ebü Bekir Cevheri'nin, "Sakife" kitabında bu hadisi tahric ederken söylediği sözler buna en büyük delildir. Bu hadisi İbn-i Abbas'a isnat ederken şöyle diyor: "Peygamber (s.a.a): "Bana mürekkeple kağıt getirin size bir yazı yazayım ki ondan sonra hiç bir dalalete düşmeyesiniz" dediği zaman Ömer: "Peygamber acılara mağlup düşmüştür" manasında bir kelime kullanır. Bundan apaçık anlaşılıyor ki, bu yazarlar, Ömer'in itirazını kelime olarak değil mana olarak nakletmişlerdir. Buhari Sahihi'nin "Cihad" kitabında şöyle eder: "Bize Kubaysa ve İbn Uyayne, Salman Ahvel'den, Sait b. Cübeyr'den, İbn-i Abbas'tan şöyle dediğini naklettiler: "Perşembe günü, ne demektir perşembe günü?" der ve yeri ıslatıncaya kadar ağlar sonra şöyle devam eder: O gün Resulullah'ın (s.a.a) hastalığı ağırlaşmıştı, "Bana bir kağıt getirin, size bir yazı yazayım ki ondan sonra hiç dalalete düşmeyesiniz." buyurunca tartışmaya girişirler. Ki, Peygamberin huzurunda tartışma yapılmaz. "Peygamber,hecr sayıklıyor" derler. Peygamber ise: "Beni yalnız birakın, içinde bulunduğum . durum, hakkımda bana söylediklerinizden daha iyidir" der. Tam öleceği sırada ise üç şey tavsiye eder. Birincisi: Müşrikleri Arap yarımadasından çıkarın, ikincisi: Dışarıdan gelen heyetlere, benim yaptığım gibi ikramda bulunun ve hediyeler verin. Üçüncüsü ise: Onu da unutturn" der, Buhari. Bu hadisi, Müslim de "Sahihi'nin vasiyet kitabinin" sonunda tahric eder. Müslim aynı kitapta Said, b. Cübeyr vasıtasiyle İbn Abbas'tan şöyle bir hadis daha ihraç eder: İbn Abbas: "Perşembe günü, nedir perşembe günü?" der ve gözyaşları yanaklarında inci taneleri gibi dökülünceye kadar ağlar ve şöyle devam eder: Peygamber (s.a.a): "Bana levhayı ve diviti getirin, size bir yazı yazayım ki, ondan sonra asla dalalete düşmeyesiniz. "Fakat onlar, "Pey- gamber, sayıklıyor" dediler.
Bu musibeti, sahihlerde etraflıca inceleyenler, o gün "Peygamber hecr (sayıklamak) ediyor." sözünü ilk söyleyen Ömer
olduğunu anlarlar.
O söyledikten sonra da hazır bulunanlardan kendisinin görüşünde olanlar aynı minval üzere sözlerini tekrarlarlar, İbn-i abbas'ın dediklerini, birinci hadiste siz de duydunuz.
Tabarani'nin Ömer'den tahric ettiği bir rivayette ise Ömer şöyle diyor: "Peygamber (s.a.a) hastalandığı zaman: "Bana bir kağıtla divit getirin, siz bir yazı yazayım ki, ondan sonra asla dallete düşmeyesiniz" dedi. Bunu duyan kadınlar perdenin arkasından: "Peygamber'in dediğini duymuyor musunuz?" derler ömer diyor ki: Ben onlara: "Siz Yusuf Peygamber'in sahabelerisiniz, Resulullah hastalanınca gözlerinizi sıkar, iyileşince sırtına çıkarsınız," dedim. Resulullah (s.a.a) ise: "Bırakın, onlar sizden daha hayırlıdır" dedi.
Sizde görüyorsunuz ki, burada Peygamber'in nassıyla taabbüd etmemişlerdir. Ki, eğer etselerdi dalaletten korunmuş olacak ve bu yönden emniyet içinde yaşayacaklardı. Keşke onun dediğini yapmakla iktifa edip, ona ret mahiyetinde şu karşılığı vermeselerdi: "Allah'ın kitabı bize yeter." Sanki, Allah'ın kitabının yerini onlar kadar bilmiyormuş. Ve keşke bütün bunlarla da iktifa edip, o hiç beklenmedik sözü yüzüne karşı söylemeselerdi 'Resulullah sayıklıyor." Bunu söyledikleri zaman sanki şu ayeti hiç okumamışlardı: "Muhakkak ki bu Kur'an (Allah katın da) kerim olan bir elçinin getirdiği keIamdır. Bir elçi ki cebrail aleyhisselam') pek kuvvetlidir. Arşın sahibi (Allah) katında yüksek bir mevki sahibidir. Melekler arasında itaat olunandır ve (vahye karşı} emindir. (Ey Kuryş oğulları!) Sizin arkadaşınız (Hz. peygamber, kafirlerin iddia ettiği gibi) mecnun değildir" ve şu Allah'ın celle celalühü dediğini de : "Şüphesiz o Kur'an-ı Kerim bir Peygamber'in (Allah'tan) getirdiği sözdür. O, bir şair sözü değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz. O, alemlerin Rabbin'den indirilmiştir." Ve şu sözleri celle ve ala sanki hiç okumamış ve duymamışlardı: "Arkadaşınız Muhammed Peygamber hiç doğru yoldan sapmadı. rüşd yolunu bulmakta da ümitsizIiğe de kapılmadı, heybete uğramadı. O kendi nefsinin arzusuna göre konuşmuyor. Söyledikleri ancak vahiydir, kendisine Allah tarafından vahy olunuyor.ona çok kuvvetli bir melek (Cebrail) öğretti." Ve buna benzer bir çokfasih ayetler. Hepsinde onun sayıklamak ve hecr gibi araz'dan münezzeh ve masum olduğuna dair nass-ı kerim vardır  Hatta zatında soyut olarak akıl dahi böyle bir şeyi reddetmekte müstakildir ama ne var ki, onlar Peygamber'in (s.a.a) hilafet hususundaki ahdi, Hz. Ali üzerinde teşvik ve hassaten ona ve sülalesinden gelecek olan imarnlara yaptığı nassı tekit edeceğini anladılar ve böylece bu girişimi bertaraf etmiş oldular. Nitekim bunu daha sonra ikinci halife, ibn-i Abbas 'la yaptığı bir konuşmasında itiraf etmekten çekinmemiştir.
Ve siz Peygamber'in (s.a.a) şu sözlerine: "Bana kağıt kalem getirin, size bir yazı yazayım ki ondan sonra dalalete düşmeye
siniz. " Ve Sakaleyn hadisindeki şu sözlerine: "Size, onlara tutunduğunuz takdirde asla dalalete düşmeyeceğiniz şeyler bırakıyorum. Bunlar; "Allah'ın kitabı ve Ehl-i Beytim 'dır. " Dikkatle bakarsanız, her iki hadisteki maksadın aynı olduğunu ve o has- talığında da, Sakaleyn hadisinde, kendilerine vacip kıldığının tafsilatını yazmak istediğini anlarsınız.
2- Ve yazmaktan vazgeçti, çünkü o ansızın ve bekIemediği sözler onu vazgeçmeye mecbur etmiştir. Zira o kelimeyi söyledikIerinden sonra yazılacak yazının, fitne ve ihtilafa sebep olmaktan başka hiçbir yararı olmayacaktı. Öyle ya. Acaba onu yazarken hezeyana -Allah korusun uğramış mı, uğramamış mı diye ihtilafa düşmeyecekler miydi? Daha az önce, gözlerinin önünde birbirlerine düşüp, bağınp çağırmıyorlar mıydı? Buna şahit olduktan sonra, duyduğunuz gibi "Kalkın, çıkın" demekten başka yapacağı bir şey kalmamıştı. Eğer ısrar edip o yazıyı yazsaydı, mutlak surette onlar da yardımcılarıyla birlikte: "Sayıkladı" diye diretmekte inat edecekler ve Allah korusun o yazıya red olarak tomar, tomar nice efsane ve rivayetler yazacaklardı.


İşte bunun için Peygamber'in (s.a.a) beliğ hikmeti, bu kitaptan yüz çevirmeyi iktiza etmiştir. Ki, bu muarızlar ve yandaşları Nübüvvet hakkında ta'n etmeğe (Allah'a böylesinden sığınır ve medet bekleriz) sebep olacak bir kapı açamasınlar. Ve gördük ki, Hz. Ali ve taraftarları o yazı ne içerirse içersin razılar. Hatta yazılıp yazılmaması onlar için farksız. Vasiyet bundan ibaret olduktan sonra hikmeti Nübüvvet onun terkini icap ettirmiştir . Çünkü bu muaraza dan sonra fitneye sebep olmaktan başka hiç bir tesiri olmayacaktı. Vesselam. (ş)

MEKTUP 87        9 Rebi'ül Evvel 1330

Bu Musibetin Üzerinde Yapılabilecek Münakaşa Ve Ona Mazeret Aramak



Olabilir ki, Peygamber (s.a.a) onları kağıt kalem getirmeye emir buyurmakla, hiç bir şey yazmayı kast etmemiştir. Bu sözleriyle sadece onları denernek istemiştir. Ve o anda Cenabı Allah diğer sahabelerin dışında Hz. Ömer' e bunu anlama ilhamını verir ve kağıt kalem getirmelerine mani.olur. Bununla birlikte bu davranışını, Allah'ına uyduğu hususların cümlesinden biri olarak saymak gerekir. Hatta bu onun kerametlerinden biri de sayılabilir, Bazi alimler buna böyle cevap veriyorlar. Oysa aleyhisselam: "Ondan' sonra dalalete düşmeyesiniz" demesi, insaf yönünden iddiayı reddeder. Zira emrin ikinci cevabıdır, manası şudur; "Eğer bana kağıt kalem getirirseniz, ve ben size o kağı- dı yazarsam, hiç bir zaman dalalete düşmezsiniz." Şüpheyok ki sırf deneme gayesiyle böyle bir haberi vermek bir yalan çeşididir ki, Peygamberleri böylesinden tenzih etmek gerekir. Şu halde başka bir mazeret aramak lazım. Söylenecek bir şey varsa o da şu: Emir, mutlaka yapılması gereken kesin bir emir değildi. Ancak istişare bir emirdi. Öyle kabul etmek lazım ki, onu reddetmek caiz olmasın ve reddeden de asi sayılrnasın. Zaten bazı meselelerde onun emirlerini tekrar gözden geçirmesini hatırlatırlardı. Bilhassa Ömer, kendini doğruyu bulmakta başarılı sayardı, Zira o, Allah tarafından kendisine bahsedilmiş bir ilhama sahipti. Ve belki Peygamber'in (s.a.a) bu kağıdı yazmakla yorgun düşeceğine inanmış ve ona acıdığından böyle bir duruma maruz kalmamasını daha uygun görmüştür. Yahut belki Pey- gamberin (s.a.a) Halkın, altından kalkamayacağı şeyler emirler yazacağından korkmuş ki o zaman millet bu sebeple cezaya uğramayı hakkedecek, Zira nas edilmiş olduğu için onunla içtihat etmekten başka çare kalmayacak. Veya münafıkların bu yazı hakkında yapacakları yerme ve olumsuz propagandadan korkup çünkü hastalık esnasında yazılmış olduğu için fitneye sebep olabilirdi. Onun için "Allah'ın kitabı bize yeter" dedi. Belki o anda Cenabı Allah'ın Kitabında şöyle dediğini hatırlamıştı: "Kitapta hiçbir. şeyi eksik bırakmadık." "Bugün size dininizi ikmal (tamamladım.)" Sanki Ümmetin, dalaletten korunduğuna emin olmuştu. Zira Cenabı Allah o ümmete, dinini ikmal ettiğni ve onun üzerine nimetini tam olarak indirdiğini müjdelemiştir evet cevapları budur ve gördüğünüz gibidir. Muhtemelen bazı kişiler şu mazereti de ileri sürerler. Diyebilirler ki: Ömer o yazının, fertlerden her birinin delaletten korunmasına sebep olacağını anlamamış, ancak anlamış ki; "Bu yazı yazıldıktan sonra  hepiniz top yekun birleşip dalalete düşmeyesiniz ve delalet her ferdinize tek, tek sirayet etmesin." Zaten o (r.a), dalalet üzerinde hiçbir zaman birleşmeyeceklerini iyi biliyordu, işte onun için bu kağıdın yazılmasında hiç fayda görmemiş ve Peygamber'in (s.a.a) maksadını sadece ihtiyati zannetmiş ve bu muazarayı yapmıştır. Bu badirenin mazeretleri üzerinde en çok söylenenler bunlardır. Bunları dikkatlice tetkik eden herkes hakikatten uzak olduğunu görür. Buna cevaben söylenecek en doğru söz şudur: bu vaki  olmuş bir olay ise de diğer davranış ve gidişatlarna . Sabık olmuş bir aşınıık, "istemeyerek aceleye gelmiş ender davranış" gibi birşey, ama tam sıhhatli olarak tafsilatını bilmiyoruz. Doğru yola sevk eden sadece Cenabı Allah'tır. Vesselam . (s)



MEKTUP 88       11 Rebi'ül Evvel 1330


Bu Mazeretlerdeki İddiaları Çürütmek.


Hakla batılı birbirinden ayırma yeteneğne sahip olan kimseye elbette hakikati ikrar etmek ve doğruyu konuşmak yakışır.

 Bu mazeretIerinin reddedilecek bazı yönleri daha kalıyor. Onları da size arz etmek istiyorum ki üzerinde hüküm verme salahiyeti size ait olsun.
Birinci cevapta dediler ki: "muhtemelen, divit getirmelerini emretmesi herhangi bir şeyi yazmak maksadını taşımayıp, sadece onları denernek istemişti, o kadar." Sizin ifade ettiklerinize ilaveten ben de derim ki: bu vakia, hadiste de apaçık olduğu gibi, onun (s.a.a) ölümüne çok yakın olduğu bir anda olmuştur. Yanı zaman deneme zamanı değil tavsiye ve nasihat zamanıdır aynı zamanda ölüme  yakın olan kimse, mizah ve şakalaşmak bir yana, kendi nefsiyle olduğu gibi, yakınlarını ilgilendiren mühim meselelerle mühimmatla meşguldür.
. Bilhassa o kimse Peygamber ise.
Sonra sıhhatli olarak bütün yaşadığı müddet onları dene
meye yetmeseydi, şu ölüme yakın olduğu zaman mı yetecek? Halbuki, Hazretin: "Kalkın yanımdan" demesi, onların çıkardıklan gürültüden rahatsız olup gücendiği açıktır. Eğer mani olmakta isabetli olsalardı, onların yaptıkların beğenir ve neşelenirdi. .
Bu hadisi etraflıca inceleyen, bilhassa "Peygamber sayıklıyor" dediklerini göz önünde tutan herkes kesin olarak, onların hoşuna gitmeyecek bir şey açıklamak istediğini anlamışlardı ki, buna mani olmak için aniden gürültü çıkarmışlardı diye düşünür. Kaldı ki, daha sonra İbn-i Abbas'ın bu hadiseyi hatırlayınca ağlaması ve bunu büyük bir musibet sayması da, onların cevabını iptal etmeye yeterli bir delildir.


Mazeret
ileri sürenler diyorlar ki: Ömer, doğruyu ve daha faydalıyı seçmekte muvaffak ve başarılı olduğu gibi Cenabı Allah tarafından ilham sahibi idi. Bu da, bu bahsimizde üzerinde.
durulacak bir önem taşımaktadır, çürıkü bu vakıada doğrunun peygamberin (s.a.a) tarafında değil onun tarafında olduğuna ve günkü ilham, sadık ve emin olan Peygamber'in (s.a.a) vahyinden. daha doğru sayılması gerekir ki biz bu iddiayı duymak bile istemiyoruz.
 

Ve diyorlar ki: Peygambere (s.a.a) acıdığından yazı yazarak  maruz kalacağı yorgunluğu hafifletmek maksadıyla mani olmak istedi. Oysa siz de biliyorsunuz, esasen Peygamber rahatı ve huzuru o yazıyı yazmakla gerçekleşecekti. Halbuki ona muhalefet edip, huzurunda kargaşa çıkarmaları, kendisine o yazıyı yazmaktan daha ağır ve daha meşakkatli olmuştur. Sonra,ona bir yazıyı yazmakla yorulacağını düşünüp şefkat gösteren şahıs, nasıl olur da ona muarız olur ve aniden "sayıklıyor" demekle karşısına çıkar?!.. Bu garabetlerin en garibi, acayiplerin acayibi değil midir? Peygamber getirilmesini istediği halde, ; terk edilmesi nasıl daha uygun oluyor? Acaba Ömer Peygamberi, terk edilmesi daha uygun olan şeyleri emreden biri olarak mı görüyordu?
Ve daha garibi diyorlar ki: "Belki Ömer, Peygamberi halkın tatbik etmekten aciz kalacağı şeyler yazarak ve onu terk ettikleri için cezalandırılmayı hakkederler diye korktu." Peygamber
, "Ondan sonra dalalete düşmeyeceksiniz" dediği halde nasıl korkar? Yoksa Ömer'in, akıbetleri Peygamberden daha iyi , ümmetine daha şefkatli olduğuna mı inanıyorlar?
Ve dediler ki: "ihtimal, Ömer münafıkların o yazının sıhhati hakkında yerıne ve ta'n kampanyası açmalarından, dolayısıyla fitneye sebep olmasından korktu." Siz de, Allah sizi hak yolundan ayırmasın biliyorsunuz ki, Peygamber'in (s.a.a) "Dalalete düşmezsiniz" demesinin mevcudiyeti, bu ihtimali muhal kılmaktadır. Zira bu söz, o yazının emniyete neden olacağına bir nastır Mürıafıkların yermesinden korkan bir insan neden peygamber (s.a.a)e muarız olup sayıklıyor diyerek onlara asıl yerme tohumunu bizzat kendisi ekliyor .?

Ve; "Allah'ın kitabı bize yeter, zira Cenabı Allah şöyle diyor: "KItapta hiç bir şey eksik bırakmadık" ve diyor ki: "Bugün size dininizi ikmal ettim..."
Dediğini tefsir ederken dedikleri ise, hiç doğru değil. çünkü her iki ayet, dalaletten dolayı emniyeti ifade etmediği gibi, insanlara da hidayeti garanti etmiyor. Şu halde bu ayetlere güvenerek o yazıyı yazma girişimini terk etmek nasıl caiz olur? Eğer Kur'an-ı Kerim'in mevcudiyeti dalaletten korumaya sebep oluyorsa neden bu ümmette dalaletten dolayı bertaraf edilmesi imkansız bir parçalanma vuku buldu?
Son cevaplarında dediler ki: "Ömer bu hadisten, o yazının ümmetin her ferdini korumaya sebep olacağını anlamadı. Ancak bütürı ümmetin dalalet üzerinde toplanmasına neden olacağını anladı. Zaten bu kağıt yazılsa da yazılmasa da ümmetin hiç bir zaman delalet üzerinde toplanmayacağını biliyordu. Onun için, o gürı bu muarazayı yaptı. '"
Sizin işaret ettiklerinize izafeten diyoruz ki: Ömer, anlayıştan bu kadar uzak değildi. Ve bu hadisten çıkan mana herkes için açık olup, kendisine göre gizli değildi. Zira köylüsü de, bedevisi de anlamıştır ki o kağıt yazılsaydı, her ferdi ayrı, ayrı dalaletten koruyan tam bir sebep (hazırlayıcı hal) olacaktı. Ömer Peygamber (s.a.a) ümmetinin delalet üzerinde birleşmeyeceğini ve böyle bir korkusu olmadığını yakinen biliyordu. Çürıkü: "Ümmetim, hiç bir dalalet üzerinde birleşmez'" dediğini defalarca duymuştur. Muhakkak şu sözlerini de duymuştur: "Ümmetimden en az bir fırka, devamlı hakla beraber olup hakka arka çıkacaktır. "Mutlaka şu ayeti kerimeyi de okumuştur: "Sizden imam edip sahih amel işeyenleri, kendilerinden evvel gelenleri (İsrail oğullanm) bu dünyada halife kıldığı gibi onları da halıfe kılacaktır. Onlara, kendileri için seçtiği dini pekiştirip, korkudan onları emniyete kavuşturacaktır." Buna benzer kitap
ve sünnetten bir çok sarih naslar, ümmetin top yekun dalalet üzerinde toplanması imkansız olduğunu açıklamaktadır.

Ömer' e yakışan, bu hadisi zihinlere intikal ettiği gibi anlamak, Sünnet sahihlerinin ve Kitap muhkemlerinin menfi kıldığı ekilde değil, insaflı konuşmak gerekiyorsa, bu musibet özrün hiç bir kalıbına sığmayacak kadar büyük. Eğer dediğiniz gibi vuku bulan bir olay, sabık bir aşırılık veya istemeyerek aceleye gelmiş ender bir davranış olsaydı, sorun daha kolay olacaktı. Hatta zamanın en büyük gailesi, bel kıranı olduğu halde. inna lillah e inna ileyhi raciun... Ve la havle ve la kuvvete illa billah'il-aliyyil
azım. (ş)




MEKTUP 89         14 Rebi'ül Evvel 1330

1- O mazeretlerin sahte olduğunu iz'anla karşılamak.
2- Diğer kaynakları talep etmesi.

1- Mazeretçilerin gittikleri yönü kesip yollarını zapt ettiniz. ve böylece arzularını engellemiş oldunuz. Bahsettiklerinizin hiçbir yerinde şüpheye yer olmadığı gibi, açıkladığınız hakikatlerde de şek ve tereddüde katiyetle yer yoktur.
2- Nasların teviline önem verdiklerini içeren kaynakların sonuna gelinceye kadar yavaş, yavaş ilerleyin lütfen. Vesselam.(s)

~
 



MEKTUP 90    17 Rebi'ül Evvel  1330

Usame'nin Askeri Birliği

Madem ki hakikati açıkça ve kimseden korkmadan izah ettiniz
, demek ki siz heybetli bir hurma ağacından farksız ve hakkı batıla kanştırmayacak kadar kadir sahibi, hakikati gizlemeyecek kadar da yüksek bir mertebedesiniz

Onların, kendi görüşlerini Peygamber'in emirlerine uymaktan üstün saydıklan bütün kaynaklan size sunmamı emrediyorsunuz,- Allah sizi aziz kılsın- size sadece Usame b. Zeyd'in Rum savaşı için teçhiz edilen askeri birlik olayını zikretsem kafi gelir sanırm. .

O ki Peygamber (s.a.a) zamanında teçhiz edilen en son askeri birliktir. Hatta ona o kadar önem vermişti ki, ashabına bu savaşa hazır olmaları için emir vermekle kalmamış, onları kendi mübarek eliyle dizmiş ve savaşa teşvik etmişti. Öyle ki. Muhacir ve Ansarın en ileri gelenleri: Ebu Bekir, Ömer, (1) Ebu Ubeyde, Sa'd ve benzerlerini dahi bu birliğe katmıştı. (2) O günkü tarih: 26 Sefer Hicretin 11. yılı. Ertesi gün Usame'yi çağırıp şöyle dedi:

 "Babanın şehit olduğu yere git, onlan atlarınla çiğne, bu birliğin kumandasını sana verdim. "Übna" (3)ahalisine sabaha karşı saldır, giderken habercilerden evvel varabiImek için süratli git, beraberinde kılavuzlar gölür ve önce gözcü göndermeyi ihmal etme. Eğer Cenabı Allah seni muzaffer kılarsa
aralarında fazla kalma. "

Ne var ki Peygamber'in (s.a.a) Sefer'in 28. günü ölüm hastalığı başlamıştı. Ateşi artmış ve baş ağrısı şiddetlenmişti. Aynı ayın 29'u, yani ertesi sabah, ayağa kalkabilmiş ve askerin henüz gitmedigini görünce, onlan harekete geçirip, süratli davranmaya teşvik etmiş, aynı zamanda onların himayelerini tahrik etmek için Üsame'nin sancağını kendi şerefli eliyle bağlamış ve demişti ki: "Allah'ın adıyla ve Allah'ın