Back Index Next

Ebuzer Beytü'l-Haram'da

Hâkim Müstedrek'inde kendi senediyle Heneş Kinanî'den[306] şöyle nakleder: Ebuzer'in elini Kâbe'ye yaslayarak insanlara şöyle dediğini duydum:

Ey insanlar! Beni tanıyanlar benim kim olduğumu bilir, beni tanımayanlar ise bilsinler ki ben Ebuzer'im. Ben Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Ehlibeyt'imin misali Nuh'un gemisi gibidir; ona binen kurtuldu, ondan ayrılıp sapan ise boğuldu."[307]

Ebuzer Mescid-i Nebi'de ve Diğer Yerlerde

Yakubî, Ebuzer'in hâkim güce karşı çıkışını kendi Tarih'inde şöyle kaydeder: Osman'a, Ebuzer'in Mescid-i Nebi'de oturup, insanlar etrafını

sarınca onlara birtakım konuları anlatarak onun (Osman'ın) hakkında dokunaklı ve imalı sözler söylediğini veya mescidin kapısında durarak halka hitaben şöyle dediğini haber verdiler: Ey insanlar! Beni tanıyanlar tanırlar, tanımayanlar da bilsinler ki ben Ebuzer Gıfârî'yim, ben Cündeb b. Cünade-i Rebezî'yim. "Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini, İmran ailesini âlemler üzerine seçti. Onlar birbirlerinden (türeme tek)

bir zürriyetti. Allah işitendir, bilendir."[308] Ey insanlar! Muhammed (s.a.a) Nuh, İbrahim âilesi ve İsmail soyunun seçkinidir ve hidayet edici aile Muhammed'dendir. O, onların yücesinin yücesidir; onlar öyle kişilerdir ki  kavimleri arasında fazilet ve üstünlük kazanmışlardır, Bizim aramızda yükselmiş gökyüzü, perdesi çekilmiş Kâbe, kendisine yönelinen kıble, parlak güneş, gökte gezen ay, yol gösteren yıldızlar, yağı her tarafı ışıldatan ve herkese bereketini ulaştıran zeytin ağacı gibidirler. Muhammed, Adem'in ve peygamberlerin kendisiyle üstün kılındıkları şeyin mirasçısıdır ve Ali b. Ebu Talib de Muhammed'in (s.a.a) vasisi ve ilminin mirasçısıdır. Ey peygamberlerinden sonra şaşkın gezen ümmet! Bilin ki, eğer Allah'ın öne geçirdiği kimseyi öne geçirip O'nun geriye bıraktığı kimseyi geride bıraksaydınız, velâyet ve veraseti Resulullah'ın (s.a.a) ailesine bıraksaydınız, şüphesiz başınızın üstünden ve ayağınızın altından yararlanırdınız. Hayır ve bereketler her taraftan size yönelir, Allah dostları zavallı olmaz,

Allah'ın farzlarından bir bölümü yok olup gitmez ve Allah'ın hükmünü uygulamada iki kişi arasında ihtilâf çıkmazdı. Çünkü gerçek bilgi onların yanındadır. Fakat yaptıklarınızı yaptığınız için çirkin amellerinizin sonucunu tadın ki, "Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp  evrileceklerini

pek yakında bileceklerdir!"[309] Yakubî bundan sona kendi Tarih'inde şöyle kaydeder: Osman, Ebuzer'in kendisini kötülediğini ve değiştirdiği

Resulullah'ın (s.a.a) sünnetini veya Ebu Bekir'le Ömer'in yönetim tarzını insanlara anlattığını öğrenince onu Şam'da olan Muaviye'nin yanına gönderdi! Ebuzer Şam'da da boş durmadı. Ebuzer, mescitte oturup o sözlerini orada da söylüyor, insanlar da etrafında toplanarak sözlerini dinliyorlardı. Nihayet dinleyicilerinin sayısı çoğaldı ve büyük bir halka oluşturdular... Bunun peşinden Yakubî'nin söyledikleri özetle şöyledir:

Muaviye Osman'a bir mektup yazarak, "Sen Ebuzer'i buraya göndermekle Şam'ı da kendine karşı bozdun!" dedi. Bunun üzerine Osman, Muaviye'ye, "Ebuzer'i havutsuz bir devenin üzerine oturtarak Medine'ye gönder." diye yazdı! Ve böylece Ebuzer, bu uzun yolculuk boyunca bacakları kötü bir duruma düştüğü hâlde Medine'ye geri gönderildi! Osman, Ebuzer'le ilk karşılaşmasında aralarında geçen birtakım tartışmalar sonucu onun Rebeze'ye sürülme fermanını verdi! Kûfe valisi Velid b. Ukbe'yle Resulullah'ın (s.a.a) sahabesi İbn Mes'ud arasında da buna benzer bir sürtüşme medyana gelmiş, bunun üzerine Osman, İbn Mes'ud'u Medine'ye çağırtmış ve onunla ilk karşılaşmalarında sert bir şekilde onu

yere vurmalarını emretmiş ve bunun sonucunda da onun ölmesine sebep olmuştur. Osman, Resulullah'ın (s.a.a) sahabesi Ammâr b. Yasir'e

de benzeri şekilde davranmıştır![310]

Osman'ın Hilâfetinin Son Dönemlerindeki Kargaşa Ortamından Özet

Osman, Emevî valilerini Müslümanlar ve beytülmal hususunda serbest bırakmıştı. Halk başlarındaki valilerin zulmünden usanıp ona şikâyet edecek olsalardı önemsemez, şikâyetlerine bakmazdı. Nihayet ona karşı ayaklanarak haklarını almak için kıyam ettiler. Osman'a karşı kıyamda, Temim Oğulları Talha'yı hilâfete oturtmak ve Zübeyir ailesi de Zübeyir'i hilâfete geçirmek ümidiyle Osman'la ters düşüp, ona karşı düşmanlık ettiler! Bunların dışında ve Ümeyye Oğulları'ndan başka hemen hemen bütün ensar ve Resulullah'ın (s.a.a) ashabının hepsi Emirü'l-Müminin Ali'yi (a.s) tebliğ etmekteydi. Sonunda kıyam edenler, ensarın ve diğerlerinin desteğinden mahrum kalan Osman'ı ortadan kaldırarak Ali'ye (a.s) biat edip onu

hilâfete geçirdiler. Talha'yla Zübeyir de çoğunluğa uyarak diğer sahabelerin başında Ali'ye (a.s) biat etmek zorunda kaldılar. Fakat İmam Ali (a.s) beytülmali Müslümanlar arasında eşit bir şekilde bölüştürünce kendilerini diğerlerinden üstün gören tabaka buna çok kızıp ona itiraz etti; bunların başlarını da Talha ve Zübeyir çekmekteydi! Talha ve Zübeyir çok geçmeden Ümmü'l-Müminin Aişe'ye gittiler. Ümeyye Oğulları da onların etrafında toplanarak Osman'ın kanının intikamını almayı bu fitnelerine bahane ettiler! Ahdini bozan bu insanlar Basra üzerine yürüyerek orayı ele geçirdiler ve oradan İmam Ali'ye (a.s) karşı büyük bir ordu seferber ettiler. İmam Ali (a.s) de bu fitneyi yatıştırmak için Medine'den çıkarak

Basra şehri dışında onların ordusuyla karşılaştı. Sonunda iki ordu arasında Cemel Savaşı diye meşhur olan savaş patlak verdi. Aişe'nin ordusundan bazıları öldürüldü, teslim olan diğerlerini de İmam Ali (a.s) affetti. Osman dönemindeki halkın kıyamı, Emirü'l-Müminin Hz. Ali'ye (a.s) biat edilmesi ve Basra'da vuku bulan Cemel Savaşı özetle böyleydi. Biz bu konudaki rivayetleri "Ahadîsu Aişe" adlı eserimizin ikinci cildinde genişçe kaydettik.

Seyf'in Uydurma Rivayetleriyle, Kargaşa Döneminin Sahih Rivayetlerinin Mukayesesi

Seyf der ki: Yemen'in Sana ahalisinden siyah bir cariyenin oğlu olan Abdullah b. Saba ismindeki Yahudi, Osman'ın hilâfeti döneminde zahiren Müslüman olmuştu. O, Medine, Şam, Kûfe, Basra ve Mısır gibi büyük İslâm şehirlerini gezerek insanlara Resulullah'ın ricat edip döneceğini, Ali'nin Resulullah'ın vasisi olduğunu, Osman'ın onun hakkını gasbettiğini, dolayısıyla ona karşı kıyam ederek hakkı ondan alıp asıl sahibine vermek gerektiğini söylüyordu! Resulullah'ın (s.a.a) tertemiz sahabesinin ileri gelenlerinden olan ve Sabaîler denilen Ammar Yasir, Ebuzer Gıfârî, Hucr b. Adiy ve benzeri onlarca insan onun sözlerine inanarak onun önderliğini kabul etti. Yahudi İbn Saba, bunları, marufu emredip münkerden sakındırma

adı altında insanları davet etmek, valileri eleştiren mektuplar yazıp insanları onlara karşı ayaklandırmak için öğretmişti; nitekim onlar da böyle yaptılar! Ammar b. Yasir de Peygamber'in buyurduğu gibi yaşlanmış ve aptallaşmıştı; Ebuzer Gıfârî de aynı şekildeydi! Sonuçta Sabaîler, yani sahabelerle tâbiîn, İbn Saba'nın emirlerine uyarak insanları Medine'ye çektiler ve Osman'ı evinde öldürerek Ali'ye (a.s) biat ettiler! Ama Talha'yla Zübeyir, Osman'ın kanını istemek için Basra'ya gittiler; Ali de onların peşinden oraya doğru hareket etti. İki ordu Basra şehri dışında birbirleriyle karşılaşarak müzakere edip sulh yolunu aradılar; böylece sulhu savaşa ve kan dökmeye tercih ettiler. Fakat arzularının suya düştüğünü gören Sabaîler, işlerinin sonundan korkuya kapıldılar. Bu nedenle bir hile düşünerek geceleyin iki ordunun içine sızdılar. Sabah olunca iki taraftan şiddetli ok yağmurları başlattılar. İki ordunun komutanlarından hiçbiri Sabaîlerin hilelerinden haberdar olmadığından onların bu hareketi iki ordunun birbirlerine saldırmalarına sebep oldu. Sonunda da aralarındaki okçuların kim olduğunu kimse anlayamadı! Ve nihayet Seyf, Cemel Savaşı'nın böyle başladığını ve İmam Ali'nin zaferiyle sonuçlandığını söylemektedir! Seyf, bu rivayetleri yüzlerce düzmece rivayetin arasından ve uydurma râvilerinin dillerinden nakletmektedir. Geçen rivayetlerde isimleri belirtilen sahih rivayetlerine işaret ettiğimiz râviler bu cümledendir. Oysa Taberî, İbn Esîr, İbn Kesir, İbn Asâkir, İbn Haldun ve diğer meşhur bilginler, Seyf b. Ömer'in zındıklıkla suçlandığını, bilginlerin onu yalancı diye tanıttıklarını, güvenilir görmeyip sözlerine itina edilemeyeceğini söylediklerini biliyorlardı. Biz bütün bunları, Abdullah b. Saba adlı kitabımızda onların birçoğundan naklettik. Yine bu bilginler o rivayetlerin hangilerinin sahih olduğunu bildikleri hâlde söylemek istemiyorlardı. Kendileri de bunu hiç çekinmeden söylemiş ve sahih hadisleri "sıradan insanların bunları duymaya güçleri yetmez." bahanesiyle gizlemişlerdir! Keşke bu bilginler, diğer birçok rivayetlerde yaptıkları gibi bu konuda sadece sahih rivayetleri gizlemekle yetinseydiler de sahih hadisler yerine yalan hadisler nakletmeseydiler ve kesinlikle yalan ve temelsiz olduğunu bildikleri uydurma rivayetleri halka anlatmasaydılar. Bu bilginler, Seyf b. Ömer'in, Ammar, Ebuzer, İbn Mes'ud, Hucr b. Adiy ve diğer onlarca sahabe ve tâbiîne isnat ettiği bütün şeylerin yalan ve iftira olduğunu çok iyi biliyorlardı. Ve yine Seyf'in, "Sahabenin ileri gelenleri bir Yahudi'yi izlediler ve o Yahudi, onlara Müslümanları birbirlerine düşürmelerini, bilmeden her işi yapmalarını ve onların arasında fesat, fitne ve kargaşa çıkarmalarını emretti." Şeklindeki sözü tamamen yalan ve iftiradır! Böyle hurafelere inanan beyinler kahrolsun! Onlar, Seyf'in dediğine göre, halife Osman'ın fitne ve fesadı körükleyen böyle bir Yahudi'nin varlığından habersiz olduğunu nasıl kabul edebilirler?! Nasıl olur da Ammar b. Yasir'le Ebuzer Gıfârî, Ali'nin Resulullah'ın (s.a.a) vasisi olduğunu söyleyen bu Yahudi'nin iddiasını Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s) sormamış olabilirler?! Bilmem bunlar bu yalanları nasıl kabul ettiler? Hilâfet Ekolü bilginlerinin Seyf'in bu uydurmalarını doğrulayacaklarına inanmıyorum? Asla! Böyle bir şey kesinlikle olamaz! Çünkü onlar Seyf'in düzmece ve iftiralarının yalan olduğunu biliyorlardı ve bilmektedirler. Avam halkın bu hurafe efsanelere nasıl inandıklarına şaşırıyorum. Seyf'in düzmecelerini yayan bilginler bütün bunların yalan ve iftira olduğunu bilmektedirler; buna rağmen yine de, yalanlarını, dönemin hâkim güçlerinin eleştiri oklarına hedef oldukları konularda

onları savunma adına gizlemiş ve yine insanların eleştirisine sebep olan Halid b. Velid'in, sahabe Malik b. Nüveyre'yi öldürerek aynı gece onun karısıyla ilişkide bulunuşuna karşı yaptığı izahtan dolayı bu zındığın rivayetlerini seçmişlerdir! Basra valisi olduğu dönemlerde Muğire b. Şu'be'nin suçlanışı veya Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın Ebu Mihcen'den şarap içme haddini kaldırışı ya da şarap içmesi yüzünden Velid b. Ukbe'nin kırbaçlanışı gibi her biri halifelerle onların valileri ve akrabaları için utanç ve eleştiri kaynağı olan rivayetleri riyakârca düzeltmeye çalıştığı için Seyf'in rivayetleri

Ehlisünnet tarafından seçilmiştir. Böyle bir durumda Hilâfet Ekolü'nün ileri gelen bilginleri para ve güç sahiplerini savunma ve suçlanan hâkim gücü temize çıkarma adına bu zındığın İbn Mes'ud, Ebuzer ve Ammar gibi tertemiz ve yoksul sahabelere attığı iftiralarını yaymayı önemsememektedirler.

Çünkü onlar için önemli olan, halifelerle valilerin, yakınlarının ve etrafındakilerin eleştirilmesine sebep olan şeylerin avam halktan gizli kalmasıdır ki bu da ancak Seyf'in uydurma ve düzmecelerini yaymakla mümkündür! Çünkü bu şekilde hem onlar amaçlarına ulaşmış olurlar ve hem de Seyf zındıklığı doğrultusunda Resulullah'ın (s.a.a) temiz sahabesini alçak ve değersiz göstermekle ve İslâm tarihinde değersiz yalan ve iftiraları yaymakla öteden beri tasarladığı arzusuna kavuşmuş olurdu! Osman'ın öldürülmesinin sebepleri hakkında "Biz bunun sebeplerinin birçoğunu söylemekten sakınıyoruz; çünkü öyle sebepler vardır ki onları görmezlikten gelmek icap eder." diyen Taberî'nin bu sözünden anlaşılan şudur: Taberî'nin, sahih rivayetleri gizlemesinin sebebi, hâkim gücün avam halkın arasında kınanmasına sebep olacak utanç verici rivayetlerin varlığıdır; nitekim daha önce de onun "Ve onlar avam halkın duymaya güç yetiremeyeceği şeylerdir." Dediğini nakletmiştik! Kısacası, bu gibi gizlemelerle Resulullah'ın (s.a.a) hadisleri, sireti ve Ehlibeyti ile ashabının tutum ve davranışları tahrif edilmiş, sahih rivayetler düzmece ve uydurma rivayetlere dönüştürülmüştür. Seyf bunları, içindeki zındıklıktan dolayı yapmış, bilginler de onun bu uydurma rivayetleri içinde hâkim gücü, halifelerle valileri ve akrabalarını savunabilecekleri bir nokta buldukları için tepeden tırnağa yalan olduklarını bildikleri hâlde sahih rivayetlerin yerine dillere  düşürmüşlerdir! Hilâfet Ekolü'nün bu türden gizlemelerine çok fazla rastlanmaktadır.

Hilâfet Ekolü'nde Gizleme Çeşitleri Konusunun Özeti

Ehlisünnet bilginlerinin, İslâm'ın ilk dönemlerindeki hâkim gücü, valileri ve akrabalarını eleştirip kınayan rivayetleri gizlemede görüş birliği içerisinde olduklarını ve buna, onların hepsinin Resulullah'ın (s.a.a) ashabı olmalarını, dolayısıyla onları eleştiren bir şey söylemenin

câiz olmayışını delil getirdiklerini gördük! Oysa bu bilginler, Resulullah'ın (s.a.a) Ammar, Ebuzer ve İbn Mes'ud gibi tertemiz ve yoksul ashabına saygısızlık içeren yalan ve uydurma rivayetleri yaymışlardır! Bunlar, hâkim gücü savunma yolunda bazen rivayetin tamamını gizlemiş, bazen onları eleştiren bölümünü silmişler, onları eleştirmeyen diğer bölümünü nakletmişlerdir. Bazen de rivayetin hâkim gücü eleştiren bölümünü silerek yerine

anlaşılmaz ve belirsiz kelimeler koymuşlar, böylece onun anlaşılmasını engellemişlerdir. Bazen de bazı rivayetleri çeşitli şekillerde tahrif edip sabırlı bir kişiyi cahil bir zalim; azgın ve bencil bir zalimi ise sabırlı bir kişi gibi gösterirler; başka bir deyişle, her şeyi tersine çevirirler! Sonra da diğerleri, tahrif edilmiş veya uydurulmuş bu rivayete geçerlilik kazandırarak güvenilir hale getirir, onu hâkim güçle valilerini eleştiren sahih rivayetlerin yerine İslâm toplumlarında yaymaya çalışırlar! Yine var güçlerini harcayarak ve bazen de fikirdaşlarından yardım alarak hâkim gücü eleştiren rivayeti, o rivayetin râvisini ve onu kitabında kaydeden yazarı tezyif etmeye kalkışır, binlerce dil yarası ve iftira yağmuruna tutarak itibarını düşürürler. Bunları da yapamasalar o rivayeti hâkim gücün lehine olacak şekilde tevil ederler. İşte bu yolla hâkim gücü eleştiren ve kınayan rivayetleri onların övgüsüne çevirirler! Sonra onların yolunu izleyenlere bu tavırda kendilerine eşlik ettikleri müddetçe saygı duyarlar. Onlarla uyum içerisinde olan rivayetin râvisini güvenilir kişi olarak tanıtıp rivayetinin sahih olduğunu söylerler ve onlarla aynı hedefi izleyen yazarın eserini o yoldaki uyumu kadar güvenilir ve doğru tanıtır, râvi ve yazarın ismini yücelterek ağızlarına alır ve meşhur olması için var güçlerini harcarlar!

İşte bu nedenle Ehlisünnet Ekolü'nde İbn Hişâm'ın Sîreti doğruluğu ve güvenirliğiyle meşhur olmuştur. Çünkü bu kitap onların ittifak içerisinde olduğu doğrultuda ve onlarla uyum içerisinde hareket etmektedir. İbn İshak'ın Sîreti de yine bu nedenle ilgisizlikle karşılanmış ve onların metoduyla uyum içerisinde olmadığı için unutulmuştur. Oysa İbn Hişâm, Siret'ini İbn İshak'ın Siret'inden almıştır; ancak şu farkla ki, kendi deyişiyle,  söylenmesi insanları rahatsız eden şeyleri ondan atmıştır! Yine bu sebeple Tarih-i Taberî, en güvenilir rivayet ve tarih kaynağı olarak tanıtılmış, özel bir itibar ve şöhret kazanmıştır! Ve yine aynı nedenle bu kitabın yazarı Ehlisünnet Ekolü'nde "Tarihçilerin İmamı" anlamında, "İmamu'l-Muverrihîn" lakabını almıştır. Çünkü o, bu metodu izleyerek uydurma ve yalan olduklarını çok iyi bildiği ve hepsinin gerçeklerle ve tarihî olaylarla çeliştiğinden haberdar olduğu Seyf'in bütün rivayetlerini sahabelerin döneminin, daha açık söyleyecek olursak ilk halifelerin döneminin rivayetlerin-de dağınık bir şekilde kaydetmiştir! Bunun ardından âlimler, Tarih-i Taberî'de kaydedilenleri ele geçirmek için adeta hücum ederek onların hepsini İslâm kaynaklarına geçirdiler ve sahih hadislere ise hiç ilgi duymadılar; öyle ki sahih hadisler İslâm toplumlarında yok olmaya mahkum oldular!

Yine bu sebeple Ehlisünnet Ekolü'nde Buharî İmamu'l-Muhaddisîn makamına oturdu ve Sahih'i de Kur'ân'dan sonra en sahih kitaplardan sayıldı; onun veya Müslim'in Sahih'inde geçmeyen sahih hadisler ise güvenilmez ve itibarsız olarak tanıtıldılar! İslâm Kaynaklarındaki Rivayetlerde İhtilâfın Kaynağı Bu kitabın geçen konularına veya bu kitabın ikinci cildindeki halifelerin içtihadı konusuna dikkat edecek olursak İslâm rivayetlerindeki ihtilâfın kaynağını bulabiliriz! Biz, iki yerde, hâkim gücün siyasetine veya çıkarlarına ters düşen sahih rivayetlerin karşısında, onların siyaset ve çıkarlarıyla uyum içerisinde olması maksadıyla uydurulmuş olan hadislerle karşılaştık! Buradan güçlü hadisi zayıf hadislerden ayırt etmek için sabit bir ölçü elde ettik. Şöyle ki, Sahih-i Buharî'deki çelişkili hadislerden zayıfı, ölüye ağlamaya karşı çıkan ve bu yasaklamayı Resulullah'a isnat eden hâkim gücün siyasetiyle uyum içerisinde olanıdır. Güçlü hadis ise ölüye ağlamayı caiz gören ve bunu Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinden sayan Ümmü'l-Müminin Aişe'yle diğerlerinin rivayetidir. Yine, "Resulullah'ın hayatının son anlarında yanında kim vardı?"

konusundan bahseden Ümmü'l-Müminin Aişe'nin birbiriyle çelişen iki rivayetinden zayıf olanı "Ali'ye ne zaman vasiyet edildi ki benim haberim olmadı? Peygamber benim kucağımda, göğsüme yaslanmış olduğu hâlde vefat etti!" diyen hadistir. Aişe'den nakledilen güçlü rivayet ise, Resulullah'ın (s.a.a) hayatının son anlarında başucunda Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) bulunduğunu bildiren rivayettir. Aişe'nin birinci rivayeti hükümet ve güç sahiplerinin hoşnutluğunu kazanmak içindir, ikinci rivayeti ise onların siyaset ve çıkarlarıyla çelişmektedir. İşte bu, Resulullah'ın (s.a.a) ve geçmiş peygamberlerin sünnetinde, sahabe ve tâbiînin siretinde güçlü hadisi zayıf olanından ayıran ve hatta halifelerin kendi siyasetlerine uygun olarak içtihat edip fetva verdikleri hükümleri birbirinden ayırt etmek için kullanılabilecek olan sabit bir ölçüdür.

Geçen Konuların Özeti ve Hakikatler

Araştırmacı bir kişi, Ehlisünnet Ekolü'nde hakkı batıldan ayırt etmede tek ölçünün yalnız hâkim gücün maslahatı olduğunu anlar! Şöyle ki, eleştiriye tutulan veya onların rezil olmalarına ve isimlerinin kötüye çıkmalarına sebep olan her rivayet zayıf ve batıldır. Bundan bir kısmını rivayet eden her kitap, râvi ve yazar zayıf ve güvenilmez sayılır! Onu çeşitli şekilde kötülerler! Eğer kötüleyemedikleri bir rivayet veya yazarını eleştiremedikleri bir yazıyla karşılaşırlarsa onu kendi istedikleri gibi tevil ederler! Diğer taraftan, hâkim gücün menkıbe ve faziletlerini anlatan ve onların eleştirilmesine sebep olan şeyleri bırakan her yazar ve râvi güvenilir ve doğrucudur! Bunun dışında, rivayet ettiği veya yazdığı şeylerde hâkim gücü savunan ve onlara taraftarlık eden kimseyi güvenilir, olarak tanıtıp rivayetlerini alarak kendi kitaplarında nakleder ve bu sesi herkese duyururlar! Zındık Sefy b. Ömer, böyle geniş ve açık bir kapıdan girerek Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine, hadis ve siretine istediği her şeyi sokmuştur! Yine bu nedenle onun uydurma rivayetleri on üç asır boyunca yetmişten fazla İslâmî kaynağa işlenmiştir! Seyf, istediği hadisi Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine sokmuştur.

Biz bunları Yüze Elli Uydurma Sahabe ve Ruvatn Muhtelekûn adlı kitaplarımızın aşağıdaki bölümlerinde inceledik:

Resulullah'ın (s.a.a) elçileri.

Resulullah'ın (s.a.a) vasileri.

Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna çıkan temsilciler.

Resulullah'ın (s.a.a) üvey evlâdı.

Daha önce Seyf'in, Resulullah'ın (s.a.a) Ammar hakkındaki hadisini nasıl tahrif ettiğini söyledik. Seyf b. Ömer, hurafe hadisleri Siretu'n-Nebiyyi'l-Muhtar adlı kitabında ve diğer kitaplarda kaydeden Kitabu'l-Envar'ın yazarı Ebu'l-Hasan Bikrî veya İsrailiyyat'ın İslâm kaynaklarına girmesine neden olan Ka'bu'l-Ahbar gibi kişiler hakkında görüşümüz budur. Biz Nakş-ı Eimme Der İhya-i Din adlı kitabımızda bunların rivayetlerini ve hedeflerini inceleyip konumlarını beyan ettik. Ama Buharî'yle Sahih'inin, İbn Hişâm'la Siret'inin, Taberî'yle Tarih'inin ve metot ve davranışlarını inceleyip eleştirdiğimiz benzeri bilginlerin bizim yanımızda farklı bir konumları vardır. Çünkü bazı yerlerde her ne kadar bunların metotları eleştiriliyorsa da, buna rağmen kendi kitaplarında bizce de güvenilir olan Resulullah'ın (s.a.a) birçok sahih sünnetlerini ve hadislerini kaydetmişler ve biz de onları bunlardan nakletmekteyiz. Ehlibeyt Ekolü ulemasının metodu şudur: İlmî çalışmalarında bir âlimin yanıldığını gördüklerinde, o âlim onlara göre saygı değer biri olsa ve eleştirdikleri konu dışında diğer yerlerde onun bilgisinden yararlanmış olsalar bile onu, o konuda hiç çekinmeden eleştirirler. Bu ise, fıkıh hükümleri ve hadis ilminde bile onların ulema ve bilginleri taklit etmedikleri anlamına gelir. Ehlibeyt Ekolü uleması, Usul-i Kâfi'deki zayıf hadisle Sahih-i Buharî'deki zayıf hadisi birlikte reddeder ve sahih hadisi hangi kitaptan olursa olsun kabul eder.

Büyük Meclisî (öl. 1111 hk.) Usul-i Kâfi kitabına Mir'atu'l-Ukul isminde bir şerh yazarken Usul-i Kâfi'nin çeşitli bölümlerinde karşılaştığı binlerce zayıf hadisi ortaya koymuştur. Oysa Usul-i Kâfi kitabı Ehlibeyt Ekolü mensuplarının en meşhur hadis kitaplarındandır. Ve Ehlibeyt Ekolü'nde bu konu, Hilâfet Ekolü mensuplarının tutumunun tam aksinedir. Çünkü onlar Sahih-i Buharî'yi Kur'ân-ı Kerim'le bir ayarda bilip, onda sahih olmayan bir tek hadis bile bulunmadığına inanırlar; hatta Allah'ın kitabında geçmese bile, Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'de geçen Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinin tamamının sahih olduğuna inanırlar! Kütüb-i Sitte dedikleri kitapların diğer dördünde geçse bile bu iki kitapta -Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim- geçmeyen Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinin doğruluğunu kabul etmek onlar için çok zordur. Oysa Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'nde Kütüb-i Sitte'nin yazarlarından farklı olan hafızların çoğunun hadiste Sihah, Mesanid, Sünen, Musennefat, Zevaid vs'den ibaret olan ayrı kitapları vardır. Örneğin: Sahih-i Ebu Huzeyme (öl. 311 hk.) Sahih-i İbn Habban (öl. 345 hk.) es-Sihahu'l-Me'sure An Resulillah (s.a.a) -Hafız Ebu Ali b. Sukn

(öl. 353 hk.) Müsned-i Tayalesî (öl. 254 hk.) Müsned-i Ahmed b. Hanbel (öl. 231 hk.) Sünen-i Beyhakî (öl. 458 hk.) Sünen-i İbn Ebu Bekir Şafiî (öl. 348 hk.) el-Meacium's-Selase -Taberânî- (öl. 360 hk.) Musannef-i Abdurrazzak San'anî (öl. 211 hk.) Musannef-i İbn Ebu Şeybe (öl. 235 hk.)

Mecmau'z-Zevaid-i Heysemî (öl. 807 hk.) Müstedrek-i Hakîm (öl. 405 hk.) Ve diğer hadisçilerden onlarca diğer büyük hadis kitabı! Resulullah'ın

(s.a.a) ve sahabenin sireti ve fütuhatı konusunda diğer kitaplar telif edilmiştir. Örneğin: et-Tabakatu ve't Tarih, -Halife b. Hayyat- (öl. 240). Futuhu'l-Buldan ve Ensabu'l-Eşraf -Belazurî- (öl. 279 hk.) et-Tenbihu ve'l-Eşraf ve Murucu'z-Zeheb -Mes'udî- (öl. 345 hk.) el-Meğazi -Vâkıdî- (öl. 207 hk.) Tabakat-ı İbn Sa'd (öl. 230 hk.) Ve diğer meşhur yazarlardan onlarca muteber kitap! Şimdi şöyle bir soruyla karşılaşmaktayız: Neden hadiste diğer kaynaklar ilgisizlikle karşılaşırken bütün dikkatler Kütüb-i Sitte'ye yönelmiştir?! Ve neden Sire ve Meğazi'de sadece Siret-i İbn Hişâm ve tarihte sadece Tarih-i Taberî söz konusu edilmiş ve diğer kaynaklara pek önem verilmemiştir? Özetle diyecek olursak, Hilâfet Ekolü bilginleri ilmî çalışmalarında iki açıdan eleştiriye tâbidirler:

1- Ehlisünnet uleması gerek geçmiş peygamberlerin ve gerekse Resulullah'ın (s.a.a) sünnetindeki hâkim gücün siyasetine ters düşen bizzat Peygamber'in kendisinin, Ehlibeyt'inin ve ashabının sîretini, hadislerini ve rivayetlerini gizlemişlerdir. İslâm akaidi ve Kur'ân tefsiri hakkında da durum aynıdır. Nitekim gördüğünüz gibi Taberî ve İbn Esîr "En yakın hısımlarını korkut." ayetinin tefsirinde, bu ayette Emirü'l-Müminin Ali (a.s) hakkında geçen "vasim ve halifem" ifadesi yerine "şöyle ve böyle" kelimelerini koyarak bunu gizlemişlerdir! Yine Resulullah'ın (s.a.a) sünnetini beyan eden nasları halifelerin içtihatlarına ters düşmeleri nedeniyle gizlemişlerdir. Biz -Allah'ın izniyle- kitabımızın ikinci cildinde Ehlisünnet Ekolü'nde İslâm'ın Teşriî Kaynakları konusunda onları açıklayacağız.

2- Müslümanların kapsamlı bir İslâmî kıyamın eşiğinde oldukları böyle bir ortamda fıkıhta sadece dört imamı taklit etmeye devam etmeleri veya hadisin sahih mi, zayıf mı olduğunu anlamak için Kütüb-i Sitte'nin yazarlarını, özellikle Buharî'yle Müslim'i izlemeleri doğru değildir. Veya İslâm hükümlerinde, halifelerin kendi dönemlerinde bir maslahat üzerine Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinin sarih nasları karşısında içtihat edip fetva verdikleri durumları izlemeleri caiz değildir! Aksine, Resulullah'ın (s.a.a) gerçek sünnetini inceleyip uzun asırlar boyunca halifelerin siyasetlerinden dolayı Müslümanlardan gizli kalan şeyleri açıklığa kavuşturmaları, daha sonra Müslümanların vahdeti, Allah'ın kitabı ve Resul-i Ekrem'in (s.a.a) sahih ve tertemiz sünnetiyle amel etme doğrultusunda çalışmaları gerekir. Ancak bu durumda herkesin ittifakla kabul ettiği Allah'ın kitabının ve Resulullah'ın (s.a.a) sahih sünnetinin ışığı altında Müslümanların birlik ve beraberlikleri gerçekleşebilir. Bu ise Allah Tealâ'nın dünya Müslümanlarına lütuf ve merhametinden uzak değildir.

Vasiyet Konusuna Dönüş

Resulullah'tan (s.a.a) sonra hilâfeti İmam Ali ve evlâtlarından olan imamların kesin hakkı kabul eden nasları, onların yerine hilâfet kürsüsüne oturanları eleştiren en önemli deliller oldukları için Ehlisünnet bilginleri bunları gizlemede hiç tereddüt etmemiştir!! Bunların en önemlilerinden biri, Ehlikitap bilginlerinin Resulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra onun vasisinin kim olduğunu sormaları ve onların bu konudaki sözleri veya Sıffin'e giderken Hz. Ali'yle (a.s) görüşen o iki rahibin rivayetleridir; oysa bunların benzerlerini Ehlibeyt uleması kendi kitaplarında kaydetmiştir.

Tıpkı Ebu Bekir'in hilâfeti döneminde yanına varıp Resulullah'ın  (s.a.a) vasisinin kim olduğunu soran, halk Ebu Bekir'e işaret edince ona birtakım sorular soran ve cevaplarını alamayınca Ali'yi (a.s) çağırtan, Ali (a.s) geldiğinde sorularına cevap alınca Müslüman olan ve "Sen peygamberlerin sonuncusunun vasisisin." diyen o iki Yahudi gibi. Veya Ebu Bekir'in döneminde olduğu gibi, Ömer'in hilâfeti döneminde Ehlikitap'tan bir grubun onun yanına gitmesi, onlarla Ömer'in ve sonra da İmam Ali'nin (a.s) arasında geçen tartışmaları gibi. Yine Ka'bu'lAhbar'ın, Resulullah'ın (s.a.a) hâlleri hakkında Ömer'den birtakım sorular sorduğunu ve Ömer'in de onların cevabı için Ali'ye (a.s) gitmelerini söylediğini unutamayız. Ehl-i  Kitab'ın bu gibi müracaatları ve Müslüman oluşları asırlar boyunca devam etmiştir. İbn Kesir, Tevrat'tan "Allah İbrahim'e İsmail'in doğumunu ve onun soyunu sürdürüp neslinden on iki büyük kişiyi yaratacağını müjdeledi." sözünü naklettikten sonra İbn Teymiyye'den şöyle nakleder: Bu on iki kişi, Cabir b. Semure'nin rivayetinde gelecekleri müjdelenen ve onlar gelmedikçe kıyametin kopmayacağı söylenen kimselerdir.

Daha sonra İbn Kesir kendisi görüş belirterek şöyle yazar: Müslüman olan Yahudilerin çoğu, Rafizîlerin imamlarının o, on iki kişi olduğuna inanmakla yanılmış ve Şia mezhebini seçmiştir! Sizce, birçok Yahudi'nin İslâm dinine girdiğini ve Rafizîlerin mezhebine yöneldiğini söyleyen bu çok sayıdaki rivayet nedir? Ehlisünnet ve Hilâfet uleması Taberî'nin "İnsanların böyle sözleri duymaya gücü yetmez." sözünü benimsemede hiç tereddüt etmemiş ve bu nedenle Müslüman olan ve Rafizîlerin mezhebini seçen kitap ehlinin rivayetlerini ister mücmel olsun, ister mufassal, silip kitaplarında

kaydetmemiştir.

Kaydedilmeyen Rivayetler

İbn Kesir'in kendi Tarih'inde kaydetmiş olduğu ve kitabının yaklaşık on yedi sayfasını dolduran Resulullah'ın (s.a.a), İmam Ali'nin (a.s) Nehrevan'da savaştığı Haricîler hakkındaki hadislerini, onun Cemel, Sıffin vs. savaşları hakkındaki çeşitli kitaplarda kalan ve sözde İmam Ali'nin fazilet ve üstünlüğünü ifade eden az sayıdaki rivayetleriyle yan yana koyarak bu ikisini mukayese edecek olursak, Resulullah'ın (s.a.a) hadislerini garazlı olarak İslâm ümmetinden gizlemenin ne kadar büyük zararlara yol açtığını anlarız. Ehlisünnet bilginlerinin, Resulullah'ın (s.a.a), İmama baş kaldıran Haricîler hakkındaki rivayetleri kitaplarında kaydetmelerinin sebebi, Haricîlerin ayaklanmalarının İmam Ali'den (a.s) sonra da hâkim

güce karşı devam etmiş olması, onlar hakkındaki bu rivayetlerin yayılışının hâkim gücün maslahatına ve lehine olmasındandır; işte bu nedenle onları bütün hadis kitaplarında kaydetmişler ve günümüze kadar da bu rivayetler el sürülmemiş bir şekilde sağlam kalmıştır! Resulullah'ın (s.a.a), yayılması Hilâfet Ekolü'nün siyasetine ters düşen ve bu yüzden gizlenmesi için çok çaba harcadıkları hadisleri, İmam Ali (a.s) hakkında rivayet edilen ve onun Resulullah'ın (s.a.a) vasisi olduğu bildiren hadislerdir; bu konudan bahseden ashabın şiir ve nesirlerinin önünü almak için de aynı metottan yararlanmışlardır! Ve dolayısıyla Ümmü'l-Müminin Aişe'nin, "vasiyet"i tamamen inkâr ettiğini görüp, onun bu rivayetini ilmî açıdan ele alarak inceledik. Yine gördük ki:

Back Index Next