Back Index Next

zorunda kaldılar! Bütün bunlardan daha acı olan şudur: Seyf, görünüşte fazilet olan, fakat gerçekte sahabe ve hâkim gücü kötüleyen bu gibi rivayetleri uydurmakla yetinmeyip, sadece bu yolla İslâm'ı tahrip etmekle kalmamış, aynı zamanda Resulullah (s.a.a) için Allah Tealâ'nın

yaratmadığı sahabeler yaratmış, fütuhatta onlar için istediği kadar kerametler uydurmuş, dillerine harika şiirler ve güzel kahramanlıklar koymuş, menkıbe ve metihlerinde istediği kadar konuşmuştur! Çünkü o insanların, hâkim gücün iftihar ve menkıbeleriyle ilgili şeyleri hiç şüphe etmeksizin kabul edip bunlara dört elle sarılacaklarını biliyordu! Seyf bu inançtan destek alarak İslâm'ın kökünü kurutmak için istediği kadar yalanlar düzmüş, rivayetler ve râviler uydurmuş ve böylece taraftarlarının bu saf inançlarıyla alay etmiştir. Ehlisünnet ve Hilâfet bilginleri de Seyf'i ümitsizliğe düşürmemiş, on üç asır boyunca yorulmak bilmez bir çabayla onun yalan ve uydurmalarını yaymış, her yerde dillere düşürmüştür. Buraya kadar Seyf'in İslâm'a darbe vurmak için uydurduğu, sahabe ve tâbiînin veya hâkim gücün fazilet ve menkıbeleriyle süslediği uydurma ve yalanlarından bazı örneklere değildik. Şimdi Seyf'in, vasiyet konusunda Hilâfet Ekolü'nün sorununu halletme amacıyla söylediği yalan ve uydurmalarından diğer örnekleri inceleyelim.

Ali'nin (a.s) "Vasi" Diye Meşhur Oluşu Hilâfet Ekolü'nün Sorunu

Geçen konularda, Ümmü'l-Müminin Aişe'nin döneminden İbn Kesir'in dönemine kadar yedi yüz yıl boyunca iki ekol arasında "nas" ve "vasiyet" konusunda nasıl tartışmalar yaşandığını gördük. Çünkü "vasilik"le ilgili nassın oluşu, Resulullah'ın (s.a.a) diğer naslardaki maksadını açıklamaktadır. Hz. Peygamber, bu naslarda hükümet  konusunda Ehlibeyt'ine ait olan hakkı Hz. Ali'den (a.s) İmam Mehdi'ye (a.s) kadar açıkça ifade etmiştir; Gadir-i Hum hadisi ve Ali'nin Resulullah'tan (s.a.a) sonra onun mirasçısı ve halifesi olduğunu bildiren hadis vb. gibi. Hilâfet Ekolü bütün bu nasları Resulullah'ın (s.a.a) Ehlibeyt'inin hükümet ve hilâfetine değil, onların faziletine, makam ve mevkilerinin yüceliğine tevil etmiştir!

Oysa ki, diğer ilâhî dinlerin mensupları Allah'ın son Peygamber'inin vasisinden bahsettiklerinde tek maksatları onun veliahdı ve kendisinden sonraki halifesiydi. Veya Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) taraftarları, kendi konuşmalarında ve şiirlerinde "vasilik"ten bahsettiklerinde onu, hilâfetin Hz. Ali'nin (a.s) hakkı olduğuna dair bir delil ve belge olarak gösteriyorlardı. Ebuzer Gıfârî'nin Osman'ın hilâfeti dönemindeki sözleri, Malik Eşter'in İmam Ali'ye (a.s) biat edince yaptığı konuşma, Muhammed b. Ebu Bekir'in Muaviye'ye mektubundaki sözleri veya Cemel ve Sıffin savaşlarında muhacir ve ensarın şiirleri veya İmam Hasan'a (a.s) biat edildiğinde onun sözleri ya da İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbela'daki hilâfet ordusuna karşı okuduğu hutbesindeki buyrukları bunlardan birer örnektir. Bunların hepsi "vasilik"le delil getirmişlerdir. Çünkü Ehlibeyt hakkındaki bütün naslarda "vasiyet" konusu vardır ve bu nasların hepsini kapsamına almaktadır. Sanki onlar "vasiyet"le delil getirirken bütün nasları göz önünde bulundu-rarak onlara işaret ediyorlardı. Ali dostlarının hilâfeti ele geçirmek için kıyamı İmam Hüseyin'in (a.s) şehadetiyle son bulmamış, aksine, halifelere karşı kıyamları Abbasîlerin hilâfeti dönemine kadar sürmüştür. Fakat asırlar boyunca siyasî çekişmelerde Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'nü her şeyden daha çok zor duruma düşüren şey Hz. Ali'nin (a.s) Resulullah'ın "vasi"si diye meşhur oluşuydu. Hilâfete karşı kıyam eden Ali soyundan olanlar buna sarılır, bununla delil getirerek hilâfeti kendi meşru hakları bilirlerdi. Çünkü -daha önce dediğimiz gibi- "vasilik"te hükümet ve hilâfetin Hz. Ali'yle (a.s) evlâtlarının kesin hakkı olduğu ortaya konmuştur. İşte bu yüzden Abbasî halifesi Me'mun, Alevîlerin kıyamını yatıştırmaya çalışırken riyakâr bir şekilde "vasiyet" meselesiyle istidlal ederek İmam Rıza'yı (a.s) kendisinden sonra İslâm devletinin başına geçmesi için kendine veliaht seçmiş ve bu hileyle geniş İslâm topraklarının dört bir yanındaki Alevîlerin ardı arkası kesilmeyen kıyamlarını yatıştırmış, kıyamın başlarını hükümet merkezine çekip bir bir zehirleyerek ortadan kaldırmış ve böylece her şeyi kendi eline almıştır. Binaenaleyh, asırlar boyunca İmam Ali'nin (a.s), "Resulullah'ın (s.a.a) vasisi" diye meşhur oluşu Hilâfet Ekolü için çok büyük bir sorundu. Şimdi Seyf'in bu sorunu nasıl hallettiğini görelim!

Seyf'in, "Vasilik" Sorununu Halletmeye Çalışması

Geçen bahislerde Hilâfet Ekolü'nün "vasiyet"i ortaya koyan rivayetleri

silerek, tahrif ederek veya râvilerini ve bu hadisle istidlal edenleri suçlayarak nasıl gizlediklerini ve vasiyet hakkındaki açık nasları tevil ettiklerini gördük! Ama bununla birlikte, vasiyet konusunu ortadan kaldırmak ve böyle büyük ve karışık bir sorunu halletmek için hakikatleri o kadar

tahrif etmelerine rağmen onların hiçbirisi Seyf b. Ömer'e ulaşamamıştır. Bu alanda Seyf'in aşağıdaki uydurma rivayetine dikkat ediniz:

a) Taberî, hicrî otuz beşinci yılın olaylarının başında şu rivayeti nakleder:

Seyf Atiyye'den ve o da Yezid Fak'asî'den şöyle nakleder: Yemen'in Sen'a ahalisinden Yahudi Abdullah b. Saba siyah bir kadının oğlu olup Osman'ın hilâfeti döneminde Müslüman olmuş ve insanları saptırmak için uzun yolculuklar yapmıştır. İlk önce Hicaz'a, sonra Basra'ya, oradan Kûfe'ye

ve sonra da Şam'a gitmiştir. Fakat Şam ahalisi sözlerini kabul etmeyerek onu şehirden kovmuştur! Abdullah sonunda Mısır'a gidip oraya yerleşmek zorunda kaldı. O, Mısır'da toplantılar düzenleyerek halka karışıyor, onlarla konuşup şu konuları aktarıyordu: Hz. İsa'nın (a.s) döneceğine  inandıkları hâlde Muhammed'in döneceğini inkâr eden insanlara şaşırıyorum. Oysa Allah Tealâ buyuruyor ki: Hiç şüphesiz, sana Kur'ân'ı farz kılan, seni dönülecek yere elbette döndürecektir. Ve Muhammed bu ricat ve dönüşe İsa'dan daha lâyıktır. İnsanlar da onun sözünü kabul ettiler. Böylece İbn Saba oturup hakkında konuşmaları için ricat meselesini insanların arasında söz konusu etti. Bir müddet sonra İbn Saba şu meseleyi söz konusu ediyor: "Bin tane peygamber gelmiştir ve her birinin vasisi vardı; Ali de Muhammed'in vasisidir!" Daha  sonra sözlerini şöyle tamamlıyor:  Muhammed peygamberlerin, Ali de vasilerin sonuncusudur. Peygamber'in vasiyetini dinlemeyip Resulullah'ın vasisi Ali'ye saldırarak haksız olarak ümmetin başına geçen kimseden daha zalim kim var?!" Sonra diyor ki: "Osman haksız olarak hükümete geçti. Resulullah'ın vasisi burada hazır olan Ali'dir. O hâlde kıyam ederek bunu herkese duyurun ve insanları uyandırın. Bu harekette marufu emretme ve münkerden sakındırma hususunda ilk önce başınızdakileri eleştirin ki halk size meyletsin; o zaman onları istediğiniz hedefe yönlendirin!" Abdullah b. Saba daha sonra her tarafa temsilciler gönderdi ve İslâm topraklarının köşe bucağında üzerinden fesat kokusu gelen herkese mektuplar yazdı. Onlar da gizli bir şekilde

onun hedefini izlediklerini söyleyerek marufu emretme ve münkerden sakındırma adı altında ülkenin dört bir yanına mektuplar yazarak  başlarındakilerin kötülükleriyle çirkin hareketlerini onlara anlattılar. Fikirdaşları da aynı işi yaptılar; böylece herkes kendi şehrinde yaptıklarını diğer şehirlere haber verdi, onlar da bu haberleri insanlara okudular. Nihayet bu haberler Medine'ye ulaşarak her tarafta yayıldı. Onlar bu can ve başla çalışmalarında hedeflerinin ne olduğunu söylemiyorlardı. İnsanlara söyledikleriyle içlerinde olanlar arasında çok büyük bir fark vardı!

Sonunda Medine halkı dışında herkes durumlarının diğer şehirlerin halkının durumundan daha iyi olduğuna inandı. Diğer şehirlerin haberleri Medine'ye ulaşınca Medine halkı buna inanmayarak "Biz böyle bir emniyet ve huzur içindeyken diğer şehirlerin insanları bu kadar azap mı çekiyor?" dediler. Öyle ki sonunda Medine halkının Osman'ın yanına giderek şöyle dediklerini yazarlar: "Ey Emirü'l-Mü-minin! İnsanlardan bize ulaşan sana da ulaştı mı?" Osman, "Hayır vallahi!" dedi, "halkın emniyet ve rahatlığı hakkında iyi haberlerden başka bir şey duymadım." Onlar, "Ama bize ulaştı." Dediler ve sonra bildiklerini Osman'a söylediler. Osman dedi ki: "Siz her zaman benim yanımdaydınız, müminlerin yar ve

yardımcısısınız; ne yapmamı istersiniz?" Onlar, "Bizce güvenilir adamlarını diğer şehirlerde olup bitenleri sana getirmeleri için oralara göndermelisin." dediler. Osman onların önerisini yerine getirmek için Osman b. Mesleme'yi çağırarak Kûfe'ye, Usame b. Zeyd'i Basra'ya, Ammar

b. Yasir'i Mısır'a, Abdullah b. Ömer'i Şam'a ve önde gelen diğerlerini diğer yerlere gönderdi. Bu elçiler gönderildikleri şehirlerde görevlerini yerine getirdikten sonra Ammar Yasir'den önce Medine'ye dönerek, kavmin ileri gelenlerinin veya avam halkın söylediği endişelendirici bir şeyle karşılaşmadıklarını söylediler! Hepsi görüş birliği içerisinde işlerin Müslümanların istedikleri gibi gittiğini ve yalnızca adaleti uygulamada valilerin

sertlik gösterdiklerini haber verdiler. Halk uzun bir zaman Ammar'ın gelmesini bekledi; öyle ki sonunda onun öldüğünü veya öldürüldüğünü sandılar!

Fakat Abdullah b. Sa'd b. Serh'in mektubu Ammar'ın durumunu açıklığa kavuşturarak onları bu endişeden kurtardı. Abdullah mektubunda şöyle yazmıştır: "Mısır halkından bir grup Ammar'ın etrafına toplanmış, onu kendilerine yaklaştırarak onunla yakın ilişkiler kurmuştur. Ammar'ın etrafında toplananların arasında Abdullah b. Sevda, Halid b. Mulcem, Sevdan b. Hemran, Kenane b. Buşr gibi kimseler göze çarpmaktadır...!"

b) Zehebî de hicrî otuz beşinci yılın olaylarında sözünün başlangıcında Seyf'ten şu iki rivayeti nakleder:[293]

1- Seyf b. Ömer, Atiyye'den, o da Yezid Fek'asî'den şöyle rivayet eder:

İbn Sevda Mısır'a gidince bir müddet Kenane b. Buşr'un ve bir müddet de Sevdan b. Hemran'ın yanında ve sonunda da Gafikî'nin yanında kaldı. Gafikî'den cesaret alarak onunla konuştu. Gafikî sonra onu Halid b. Mulcem'in, Abdullah b. Rezin'in ve onun fikirdaşlarının yanına götürdü. İbn Saba onunla da konuştu, fakat vasiyet konusunda onların kendisiyle aynı düşünmediklerini gördü...

2- Zehebî, Ammar Yasir'in Mısır'a gidişini Seyf'in dilinden şöyle nakleder: Seyf, Mubeşşir'den, o da Sehl b. Yusuf'tan ve o da Muhammed

b. Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan şöyle nakleder: Ammar Yasir, Mısır'a gitti. Babam onun gelişini haber aldı. Ammar'ın geldiğini söylediklerinde beni onun yanına gönderdi. Ben Ammar'ın yanına giderek görevimi yerine getirdim. Başında eski ve kirli bir sarık olan Ammar kalkarak benimle birlikte

babamın yanına geldi. Sa'd, Ammar'ı görünce dedi ki: "Yazıklar olsun sana ey Eba Yekzan! Sen bizim yanımızda iyi bir kişi olarak meşhurdun; şimdi ne oldu ki Müslümanlar arasında fitne ve fesat çıkarmak için çalıştığını ve onları Emirü'l-Müminin Osman'a karşı ayaklanmaları için tahrik ettiğini

duyuyorum; sen aklını mı kaçırdın?!" Ammar, Sa'd'ın bu sözlerini duyunca öfkeyle başındaki sarığını çıkararak yere vurup, "Ben başımdan sarığımı çıkardığım gibi Osman'ı hilâfetten aldım!" dedi. Sa'd rica ederek şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! Yaşlanıp kemiklerinin içi boşalınca ve hayatının sonunda İslâm'ın kaydından kurtularak hiç azığın olmadan dinden mi çıktın?!" Ammar öfkeyle yerinden kalkarak Sa'd'a sırt dönüp giderken

şöyle dedi: "Sa'd'ın vesvesesinden Allah'a sığınırım." Sa'd, Ammar'a cevaben Kur'ân'ın, "Haberin olsun, onlar fitnenin (tâ) içine düşmüşlerdir." ayetini okuduktan sonra dedi ki: "Allah'ım! Osman'ın sabır ve merhametinin mükâfatı olarak kendi yanında onun yüceliğini artır!" Ammar dışarı çıkınca Sa'd bana dönerek öyle şiddetli bir şekilde ağladı ki göz yaşları sakalını ıslattı. Sonra dedi ki: "Fitne selinden kurtulan kimdir?!" Oğlum, Ammar'dan duyduklarını hiç kimseye söyleme, onları kendi içinde tut. Çünkü ben halkın onu bahane ederek diğerlerine ulaştırıp fitne yaratmalarından korkuyorum. Oysa Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Yaşlılık nedeniyle cahilliğe ve düşüncesizliğe düşmesi dışında daima hak Ammar'ladır!" Şimdi o zaman ulaşmış, yaşlılık belirtileri ortaya çıkmış cahil ve akılsız olmuştur!" Osman'a karşı kıyam edenlerden diğer biri de Muhammed b. Ebu Bekir'di. Salim b. Abdullah'tan Muhammed b. Ebu Bekir'in neden kıyam ettiğini sorduklarında onun şöyle cevap verdiğini anlatırlar: "Onun kıyam etmesine öfkesi ve hırsı sebep oldu. Bundan önce onun İslâm'da bir makamı ve mevkisi vardı. Fakat diğerleri onu aldattılar; o da tamahına kurban oldu. Onun hükümette bir hakkı vardı; ama Osman onu bu haktan mahrum etti." c) Taberî de hicretin otuzuncu yılı olaylarında Ebuzer Gıfârî hakkında şöyle yazar:[294] Seyf Atiyye'den, o da Yezid Fek'asî'den İbn Sevda'nın Şam'a gittiğinde Ebuzer'le görüşerek ona şöyle dediğini nakleder: "Ey Ebuzer! Mal, "Allah'ın malıdır!" diyen Muaviye'nin sözüne şaşırmıyor musun?! Elbette ki her şey Allah'ındır. Fakat

o bu sözüyle Müslümanları mal ve servetlerinden uzak tutarak her şeyi kendine almaya çalışmaktadır!" Ebuzer, İbn Sevda'nın bu sözünü duyunca Muaviye'nin yanına giderek, "Ne hakla Müslümanların malını kendi malın bilmektesin?!" dedi. Muaviye dedi ki: "Ey Ebuzer! Allah sana

merhamet etsin. Biz Allah'ın kulları değil miyiz? Mal ve servet Allah'ın mal ve serveti, varlıklar O'nun varlıkları ve emir de O'nun emri değil midir?" Ebuzer, "Öyleyse artık o sözleri tekrarlama!" dedi. Muaviye, "Ben, mal, Allah'ın malı değildir demeyeceğim, aksine mal Müslümanlara aittir, diyeceğim." dedi. Ebu Derda da İbn Sevda'yla görüşmesinde ona dedi ki: "Sen kim oluyorsun; vallahi ben senin bir Yahudi olduğunu

sanıyorum!" Ubade b. Samit de İbn Sevda'yla görüşünce onun yakasını tutarak çeke çeke Muaviye'nin yanına götürüp, "Vallahi! Ebuzer'i sana gönderen budur!" dedi. Ebuzer, Şam'da Abdullah b. Saba'yla görüştükten sonra birtakım tebliğlerde bulundu. Bu cümleden şöyle diyordu:

"Ey güçlüler! Zavallılarla eşitliği gözetin. Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar ise, onlara da acıklı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak." Ebuzer sürekli bu sözleri tekrarlıyordu. Nihayet fakirlerle zayıfları aldatarak kendi safına geçirdi ve onlar da zenginlere karşı aynı sözleri söyleyerek onları mallarını infak etmeye

mecbur ettiler. Sonunda zenginler usanarak Muaviye'ye şikâyete gittiler. O da Osman'a bir mektup yazarak: "Ebuzer beni zor bir duruma düşürdü ve şöyle şöyle etti!" dedi. Osman, Muaviye'ye şöyle cevap yazdı: "Fitne yavaş yavaş baş gösterdi, çok geçmeden tüm çehresini meydana koyacaktır. O hâlde sen bu irinli yaranın başını açma! Ebuzer'e yol azığı vererek bir kılavuzla birlikte bana gönder. Elinden gel diğince ona yumuşak davran, halkı da yatıştır; böyle yapacak olursan işleri ele almış olursun." Bunun üzerine Muaviye, bir kılavuzla Ebuzer'i Medine'ye gönderdi. Ebuzer Medine'ye ulaşıp Medine'nin sınırının Sel' bölgesine ulaştığını görünce, "Medine halkını hikâyelerde söylenen hesapsız savaşlar ve can yakıcı savaşlarla müjdele!" dedi. Osman'ın yanına gittiğinde halife ona şöyle sordu: "Ey Ebuzer! Şamlılara ne yaptın ki sözlerinden usandılar?!"

Ebuzer olup bitenleri Osman'a anlatarak, "Mal, Allah'ın malıdır." diye söylenmesi ve yine zenginlerin bütün malları kendi yanlarında toplamaları doğru değil!" dedi. Osman dedi ki: "Gerekeni emretmek, insanları takvalı olmaya ve sakınmaya veya insanları çalışmaya ve orta yolu tutmaya davet etmek benim vazifemdir." Ebuzer, "O hâlde müsaade et de Medine'den dışarı çıkayım. Çünkü Medine artık benim kalacağım yer değil!" dedi. Osman, "Medine'den çıkınca bundan daha kötüsünü yapmayacak mısın?!" dedi. Ebuzer şöyle cevap verdi: "Resulullah (s.a.a) Medine evleri Sel'a ulaştığında bana oradan çıkmamı emretti!" Bunun üzerine Osman, "Resulullah'ın sana emrettiğini yerine getir." dedi. Böylece Ebuzer Medine'den çıkarak Rebeze'ye gidip orada bir mescit yaptı. Osman da ona birkaç deveyle iki köle göndererek "Medine'yi tamamen terk etme, ara sıra Medine'ye gel de tekrar bedevî sayılmayasın!" dedi. Ebuzer de Osman'ın bu önerisini kabul etti!

Osman'ın Hilâfeti Dönemindeki Kargaşalarla İlgili Seyf'in Rivayetlerinin İncelemesi

Seyf bu ve benzeri rivayetleri Osman'ı, Muaviye'yi, Mervan'ı Ümeyye Oğulları halifelerini ve Velid, Sa'd b. Ebî Sarh gibi komutanlarla Emevîlerin diğer ileri gelenlerini savunmak için uydurmuş, onun uydurma hikâyeleri o dönemin kargaşa ortamında dillere düşmüş ve oradan da kuru ağaçlar üzerine düşen bir ateş parçası gibi muteber İslâm kaynaklarına geçmiştir. Biz bunu Abdullah b. Saba adlı eserimizde açılığa kavuşturduk ve o kargaşa döneminin sahih rivayetlerini "Nakş-i Aişe Der Tarih-i İslâm" adlı eserimizin birinci ve üçüncü cildinde kaydettik. Şimdi daha geniş bilgi için, geçen rivayetlerde Seyf'in çeşitli uydurma ve tahriflerinden birkaç örneğe değinelim. Geçen Rivayetlerde Seyf'in Yalan ve Tahrifleri

1- Geçen Rivayetlerde Seyf'in Uydurmaları

a) Geçen rivayetlerde Seyf'in uydurma râvileri şunlardır: Atiyye, Mubeşşir, Sehl b. Yusuf ve Yezid Fek'asî. Bunun beyanı ise şudur: Seyf, Atiyye'yi, Bilal b. Ebu Bilal Ehlalî Zabbî diye uydurmuş ve onun Sa'b isminde bir oğlu olduğunu da söylemiştir. Seyf, uydurma rivayetlerinin bir bölümünü Sa'b aracılığıyla babasından ve bazen de diğerlerinin dilinden nakletmiştir. Biz Seyf'in onlara isnat ettiği rivayetleri sayarak inceleyip Uydurma Râviler adlı kitabımızda kaydettik ve Seyf'in onlara isnat ettiği bazı rivayetlerle diğerlerinin rivayetlerini, Yüz Elli Uydurma Sahabe adlı eserimizde onun uydurma sahabelerinden biri olan Ka'kaa b. Amr'ın hayatında, yine Ala' Hadremî hikâyesinde Abdullah b. Saba adlı kitabımızın birinci cildinde mukayese ettik. Sehl b. Yusuf'un soyunu ise, "Sehl b. Yusuf b. Sehl b. Malik Ensarî" diye kaydeder. Biz bunların hayatını ve Seyf'in bunların adına

uydurduğu rivayetlerin sayısını Uydurma Râviler adlı kitabımızda ve Seyf'in bunların dilinden naklettiği rivayetleri Yüz Elli Uydurma Sahabe adlı kitabımızda, Ka'kaa'nın hayatında inceledik. Mubeşşir'e gelince, Seyf onu Mubeşşir b. Fuzeyl diye adlandırmıştır. Biz Mubeşşir'i ve Seyf'in onun dilinden uydurduğu rivayetleri Abdullah b. Saba adlı kitabımızın birinci cildinde "Benî Sâide Sakifesi" bölümünde inceledik. Bunlardan sonuncusu Yezid b. Fak'asî'dir. Biz hadis, tarih, edebiyat, nesep ve tabakât kitaplarında ve hadis ilminin ileri gelenlerinin hayatında böyle bir isim bulamadık. Bu isim, dördü Tarih-i Taberî'de ve biri de Zehebî'nin Tarih-i İslâm'ında olmak üzere sadece Seyf'in beş rivayetinde geçmektedir. Sanki Allah Tealâ böyle birini sadece Seyf b. Ömer'in râvisi olmak için yaratmıştır! İşte bu nedenle biz bunu Seyf b. Ömer'in uydurma râvilerinden saydık.

b) Seyf geçen rivayetlerde, râvilerin dışında Gafikî ve diğer bazı kişileri de uydurmuştur; biz sözün uzamasını istemediğimizden onun uydurmalarını ve bunların uydurma olduklarına dair inkâr edilmez delilleri göstermeyi gerekli görmüyoruz. Yine geçen rivayetlerde Seyf şu hikâyeleri de uydurmuştur:

Birincisi: Osman'ın hilâfeti dönemindeki kargaşalarda Abdullah b. Saba'nın faaliyeti. Böyle bir kişini uydurma olduğunu anlamak için

bu rivayetleri, Ahadîsu Aişe adlı eserimizin birinci ve üçüncü cildindeki sahih rivayetler ve olaylarla karşılaştırmak yeterlidir.

İkincisi: Bu uydurma olayların arasında, Resulullah'ın sahabeleri olan Ebuzer'le Ammar'ın, Seyf'in uydurduğu Yemen ahalisinden Abdullah

b. Saba isminde Yahudi bir kişiye uyduklarını, sahabe ve tâbiînden bir grubun da bu ikisini izlediğini söylemiş ve onların hepsine "Sabaîler" ismini vermiştir!

Üçüncüsü: Osman'ın, diğer yerlerden gelen şikâyetlerle ilgilenmeleri için çeşitli şehirlere memurlar gönderdiğini ve onları şöyle böldüğünü uydurmuştur: Kûfe'ye Muhammed Mesleme'yi, Basra'ya Usame b. Zeyd'i, Mısır'a Ammar b. Yasir'i, Şam'a Abdullah b. Ömer'i. Seyf, Ammar b. Yasir dışında bütün memurların memuriyet bölgelerinden geri dönerek o bölgelerin ahalisinin teşekkür ve memnuniyetini Osman'a bildirdiklerini; fakat Ammar'ın Abdullah b. Saba'ya uyarak Mısır'da fesat ve kargaşa yaratmak için onun yanında kaldığını uydurmuştur! Seyf, bu rivayetleri bütün ayrıntılarıyla kendi kafasından uydurmuştur ve böyle efsaneleri ondan başka hiçbir tarihçinin eserlerinde bulmak mümkün değildir. Bu alandaki sahih rivayetler, "Ahadîsu Aişe" adlı eserimizde Belazurî'nin Ensabu'l-Eşraf'ından naklettiklerimizdir.

Dördüncüsü: Seyf, Ebuzer Gıfârî'yle Muaviye'nin hikâyesini uydurmuş ve bu konudaki doğru rivayetleri tahrif etmiştir. Biz bu konudaki sahih rivayetleri, Ahadîsu Aişe adlı kitabımızda naklettik.

Beşincisi: Seyf, Osman'la valileri arasında gidip gelen mektuplar gibi diğer hikâyeleri de uydurmuştur.

2- Geçen Rivayetlerde Tahrif Örnekleri

a) İsimlerde Tahrif

Seyf, Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) katili Abdurrahman b. Mulcem'in ismini, Halid b. Mulcem ve Nehrevan Savaşı'nda Haricîlerin başlarından olan Abdullah b. Veheb Sabaî'nin ismini de Abdullah b. Saba diye değiştirmiş ve tahrif etmiştir. Biz bunu Abdullah b. Saba adlı kitabımızın ikinci cildinde, Tashif ve Tahrif bölümünde ispatladık.

b) Rivayette Tahrif

Ubâde b. Samit'in Muaviye'yle görüşmesi rivayetini tahrif etmiştir; biz bu rivayetin sahihini Ahadîsu Aişe adlı eserimizde kaydettik. Yine ric'at meselesiyle ilgili rivayeti de tahrif ederek bunu İbn Saba' nın kendi kafasından uydurduğunu ve böyle bir şeyin asla mümkün olmadığını iddia etmiştir. Kur'ân ve sünnetten buna karşı bir delil getirmek istersek bu konudaki sözümüz uzayacaktır. Dolayısıyla bu alanda bir rivayetle yetiniyoruz: Resulullah (s.a.a) vefat edince Ebu Bekir Sunuh'taki evindeydi. Fakat orada olan Ömer sürekli şöyle diyordu: Münafıklardan bir grup Peygamber'in öldüğünü yaymışlardır. Hayır, Peygamber ölmemiştir; o, kırk gün kırk gece Allah'ın yanına giderek kavminden gaip olan ve öldüğünü yaymalarından sonra dönüp gelen Musa b. İmran gibi Allah'ın yanına gitmiştir! Vallahi Resulullah da ricat edecektir (dönecektir)...[295]

Yine Seyf "vasiyet" rivayetini tahrif etmiş ve gördüğünüz gibi onu Yahudi Abdullah b. Saba'ya isnat etmiştir. Ve yine Resulullah'ın (s.a.a) Ammar hakkındaki rivayetini tahrif ederek onun Ammar hakkında şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Ammar, yaşlılıktan dolayı aptal ve cahil olmadıkça hak ile birliktedir!" Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın da, "Ammar yaşlanmıştır." dediğini dile getirmiştir. Oysa aşağıdaki hadis Resulullah'ın (s.a.a) Ammar hakkındaki görüşünü çok iyi bir şekilde beyan etmektedir: Abdullah b. Mes'ud'un Resulullah'tan (s.a.a) şöyle naklettiği söylenir: İnsanların arasına ihtilâf düşünce hak Sümeyye'nin oğlu iledir.[296] Yine İbn Sa'd'ın Tabakat'ında Hz. Ali'nin (a.s) Ammar'ın mateminde şöyle dediği geçer:

Ammar hak ile ve hak da Ammar iledir.[297] Seyf b. Ömer, Ammar hakkındaki bu hadisleri tahrif etmiş ve bunlara, "Yaşlılıktan dolayı aptal ve cahil olmadıkça" sözünü eklemiştir. Resulullah'ın (s.a.a) Ammar hakkındaki hadislerinden biri de İbn Hişâm'ın Mescidu'n-Nebî'nin yapımı rivayetinde kaydettiği şu hadistir: Bu arada biri Ammar'ı rahatsız etti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Ammar'dan ne istiyorlar? Ammar

onları cennete davet ediyor, onlar ise onu cehenneme! Ammar benim gözümle burnum arasındaki derim gibidir; böyle bir makama ulaşmış olan bir kimseyle uğraşmayın." İbn Hişâm bu hadisi kaydederken Ammar'ı rahatsız edenin kim olduğunu söylememiştir. Fakat Ebuzer (öl. 770 hk.) Sire-i İbn Hişâm'a yazmış olduğu şerhte onun Osman b. Affan olduğunu söylemiştir. Biz, "Ahadîsu Aişe" adlı eserimizde bunun tafsilatını kaydettik.

Fakat Resulullah'ın (s.a.a) Ebuzer hakkında şöyle buyurduğu bir gerçektir: Ebuzer'den daha doğru konuşan bir kimsenin üzerine gökyüzü gölge etmemiş ve yeryüzü de üzerinde bulundurmamıştır.[298]

Kargaşalar Meselesinde Seyf'in Rivayetleriyle Diğerlerinin Rivayetlerinin Mukayesesi

Zehebî kendi Tarih'inde[299] Osman'ın hilâfeti dönemindeki fitne ve olayları şöyle kaydeder: Zuhrî der ki: Osman hilâfet kürsüsüne oturunca hilâfetinin ilk altı yılında hiç kimse onu ve işlerini eleştirmedi. Halk onu Ömer'den daha fazla seviyordu. Çünkü Ömer halkı sıkıyordu. Ama Osman halife olunca insanlara karşı yumuşak davrandı ve onların sorunlarıyla ilgilendi. Fakat Osman, hilâfetinin ikinci altı yılında halkın sorunlarıyla ilgi-lenmiyor, işleri yakınlarıyla akrabalarına bırakıyordu. Meselâ özel bir hükümle Mısır veya Afrika'nın ganimetlerinin humusunu Mervan'a bağışladı! Umuma ait servet ve malları kendi yakınlarına bırakarak diğer Müslümanları ondan mahrum etti ve "Allah'ın emriyle sıla-ı rahim yaptım." diye bu işine bir gerekçe bulmaya çalıştı! Osman malları halktan alıp ve sonra onu beytülmalden borç olarak kendisi alarak şöyle derdi: "Ebu Bekir'le Ömer kendilerine düşeni beytülmalden almıyorlardı, fakat ben onları beytülmalden alarak kendi akrabalarım arasında bölüştürürüm." Halk ise bunu kabul etmedi.  Ve yine dediğimiz gibi takvalı bir kişi olan Umeyr b. Sa'd'ı Humus valiliğinden alarak Şam'la birlikte oranın valiliğini Muaviye'ye verdi. Amr b. As'ı Mısır valiliğinden alarak yerine İbn Ebî Serh'i atadı. Ebu Musa Eş'arî'yi Basra valiliğinden alarak yerine Abdullah b. Amir'i atadı. Muğire b. Şu'be'yi[300] Kûfe valiliğinden alarak yerine Said b. As'ı geçirdi. İşte bu amelleri yüzünden insanlar itiraz ederek onun karşısında durdular.

Zuhrî der ki: Osman, aralarında Ammar b. Yasir'in de bulunduğu sahabenin ileri gelenlerinden bir grubu çağırtarak onlara şöyle dedi: "Sizlerden bir şey soracağım ve bana doğruyu söylemenizi istiyorum. Allah için söyleyin, Resulullah'ın (s.a.a) Kureyş'i diğer insanlara ve Hâşim Oğulları'nı da diğer Kureyşlilere tercih ettiğini kabul ediyor musunuz?" Onlar susarak bir şey söylemeyince Osman bu kez dedi ki: "Cennetin anahtarları benim elimde olsaydı şüphesiz onları Ümeyye Oğulları'na verir ve böylece hepsinin cennete girmesini sağlardım!"[301]

* * *

Burada, Osman'ın hilâfetinin son dönemlerinde Mısır, Şam, Kûfe ve Medine'de Ümeyye Oğulları halifeleriyle valilerinin -tarihçilerin değindiği- kötü amellerini veya şahsen Osman'la etrafındakilerin tertemiz sahabeyle tâbiîne karşı çirkin davranışlarını anlatma fırsatımız yoktur. Fakat buna rağmen, sadece Osman'la akrabalarının Resulullah'ın (s.a.a) ashabının gözleri önünde Ebuzer Gıfârî'ye yaptıklarının bir bölümüne değinmekle yetiniyoruz.

Ebuzer, Hac Mevsiminde Mina'da

Ebu Kesir babasından naklen şöyle der: Cemre-i Vusta'da Ebuzer'le görüştüm. Orada halk onun etrafını sarmış soru soruyor, fetva istiyordu. O sırada bir adam Ebuzer'in karşısına geçerek, "Sana meseleleri cevaplandırmamanı ve fetva vermemeni emretmediler mi?!" dedi. Ebuzer başını kaldırıp ona bakarak dedi ki: "Sen benim takipçim misin?!" Sonra boynunun arkasını işaret ederek şöyle devam etti: "Kılıcınızı buraya koysanız bile, ben başım kopmadan önce Resulullah'tan (s.a.a) duyduğum bir kelimeyi bile söylemeye fırsatım olduğunu düşünsem, şüphesiz onu  söyleyeceğim."[302] Buharî bu rivayeti tam olarak kaydetmemiştir. O diyor ki: Ebuzer boynunun arkasını işaret ederek şöyle dedi: "Kılıcınızı buraya koysanız bile beni öldürmenizden önce Resulullah'tan (s.a.a) duyduğum bir kelimeyi söyleyebileceğimi düşünsem şüphesiz onu söylerim."[303]

İbn Hacer Fethu'l-Barî adlı kitabında bu konunun açıklamasında şöyle yazar: "Ebuzer'i muhatap alan o kimse Kureyş'tendi. Onu fetva vermekten

engelleyen ise Osman b. Affan'dı."[304] Daha sonra bu olayın şerhinde şöyle yazar: "Ebuzer'in, 'bir kelime' sözü az bir konuyu kapsamına aldığı gibi çok konuyu da içerir. Ebuzer bu sözle, her durumda tebliğ edeceğini ve hatta öldürülecek olsa bile tebliğden vazgeçmeyeceğini söylemek  istemektedir." İbn Hacer, Ebuzer'in sözünü, "Resulullah'tan (s.a.a) duyduğu her şeyi bir tek kelime bile olsa insanlara söyleyecek ve öldürülse bile bu vazifeden vazgeçmeyecek." diye tefsir etmiştir. Zehebî'nin Tezkiretu'l-Huffaz adlı eserinde şöyle geçer: Kureyşli bir adam Ebuzer'in karşısına geçerek, "Emirü'l-Müminin sana fetva vermemeni emretmedi mi?..." dedi.[305]

Back Index Next