Back Index  

O, hilâfeti, düz ve düzgün olmayan çorak bir yere attı; sözü sertti, insanı yaralardı; onunla buluşup görüşeni incitirdi. Meselelerde şüphesi çoktu; özür getirmesinin sayısı yoktu. Onunla konuşan, arkadaşlık eden, serkeş bir deveye binmişe benzerdi; burnuna geçen yularını çekse burnu yırtılır, yaralanırdı; bıraksa üstündekini helâk olma çukuruna götürür, atardı. Allah'ın bekasına andolsun, halk, onun zamanında ne edeceğini şaşırdı; yoldan çıktı; renkten renge boyandı; oradan oraya geldi durdu. Uzun bir zaman, çetin sıkıntılara düştüm; sabrettim; derken o da yoluna düzüldü; halîfeliği bir topluluğa bıraktı ki ben de bunların biriyim sandı... Allah'ım, sana sığınırım; ne de danışma topluluğuydu bu. Onlardan benim hakkımda, birincisiyle (Ebu Bekir'le) ne vakit bir şüpheye düşen oldu ki bu çeşit kişilere katıldım ben? Fakat inerlerken onlarla indim; uçarlarken onlarla uçtum; inişte, yokuşta onlarla bile oldum. İçlerinden biri, hasedinden gerçekten saptı; öbürü, damadı olduğundan ona uydu, benden yüz çevirdi;[507] öbürleri de öyle işler ettiler ki anmak bile çirkin. Derken kavmin üçüncüsü (Osman) kalktı; hem de bir hâlde ki iki yanı da yelle dolmuştu. İşi gücü, yediğini çıkaracak yerle yiyeceği yer arasında gidip gelmekti. Onunla beraber babasının oğulları da işe giriştiler; Allah malını ilk baharda devenin otları, çayırı çimeni yiyip sömürmesi gibi yediler, sömürdüler.

Sonunda onun da ipi çözüldü; hareketi tezce yaralanıp öldürülmesine sebep oldu, karnının dolgunluğu onu yüz üste devirdi; işini tamamladı gitti. Derken, halkın benim etrâfıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni üzen bir şey olmadı. Her yandan, birbiri ardınca çevreme üşüştüler. Öyle ki kalabalıktan Hasan'la Hüseyin, ayaklar altında kalacaktı neredeyse. Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme toplandılar; bu sırada elbisem bile yırtılmıştı. Ama işi elime aldıktan sonra bir bölük, biatten döndü; ahdini bozdu. Öbür bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, inancından vazgeçti; öbürleri de itâatten çıktı; sanki onlar, her türlü noksan sıfatlardan münezzeh Allah'ın, "İşte âhiret yurdu; biz onu, yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz ve sonuç, çekinenleridir."[508] buyurduğunu duymamışlardı. Evet, andolsun Allah'a, elbette duydular da, ezberlediler de; fakat dünya, gözlerine bezenmiş bir şekilde göründü, onun süsü hoş geldi onlara. Ama şunu da bilin ki andolsun tohumu yarana, insanı yaratana, bu topluluk, biat için toplanmasaydı, Allâh'ın, zâlimin doyup zulmetmemesi, mazlûmun aç kalmaması hakkında bilginlerden aldığı ahit olmasaydı hilâfet devesinin yularını sırtına atardım; ümmetin sonuncusunu, ilkinin kâsesiyle suvarır giderdim. Siz de anlamışsınızdır ki şu dünyânızın değeri, bir dişi keçinin aksırığından da değersizdir bence. Demişlerdir ki: Hutbelerinde söz, buraya gelince, Irak halkından biri kalktı, Hz. Ali'ye bir kâğıt sundu. Hz. Ali kâğıdı okumaya daldı. Okuyup bitince İbn Abbas, ey Müminlerin Emiri dedi, sözüne, bıraktığın yerden başlasan; Emirü'l-Müminin (a.s) buyurdular ki: Heyhât ey Abbas oğlu, bu, erkek devenin, esridiği zaman ağzına gelen bir köpüktü; geldi, gene geriye gitti. İbn Abbas, vallahi demiştir, bu sözün yarım kalmasına eseflendiğim gibi hiçbir söze eseflenmedim; Emirü'l-Müminin (a.s) ne olurdu, dilediği gibi söyleseydi. Hilâfet Ekolü mensupları, Hz. Ali'nin (a.s) bu gibi buyruklarını unutmuş veya kendilerini unutmuşluğa vurmuş ve sadece İmam Ali'nin (a.s) Muaviye ve onunla aynı düşüncede olanlara getirmiş olduğu delile sarılmışlardır. Oysa İmam, onlara kendilerinin kabul ettikleri

delille delil getirmek zorundaydı.

4- Zor ve Galebeyle Hilâfete Geçme Konusundaki İstidlalin İncelemesi

İslâm tarihini karıştıran herkes, Osmanlıların hükümetine kadar halifelerin hilâfet ve önderliğinin genelde zor ve galebe temeline dayandığını; aksinin ise Hz. Ali'nin (a.s) hükümetinde olduğu gibi çok az olduğunu bilir. Bu, dost ve düşmanın inkâr edemeyeceği bir konudur. "Allah'a ve kıyamet gününe iman eden bir kimsenin, ister muttaki olsun, ister fâsık olsun kılıç zoruyla İslâm ümmetinin başına geçip, hilâfet kürsüsüne oturan ve 'Emirü'l-Müminin' diye çağırılan kimseyi kendisine halife ve önder bilmeden sabahlaması câiz değildir." diyen ulemaya gelince… Onların İslâm toplumuna hükümet konusunda Allah'ın dininden ve kurallarından mı, yoksa vahşi ve yırtıcı hayvanlar için geçerli olan orman kanunlarından mı bahsettiklerini anlayamadık. Günümüzde Hilâfet Ekolü ulemasından bazıları, bugün Müslümanların bu konularda geçmiş ulemayla aynı fikirde olmadığını iddia etmekteler ve diğer bazıları da, "Bugün İslâm'ın feryadına koşmalıyız!"[509] demekteler. Biz geçmiş ulemanın söz ve yazılarını naklederken, günümüz alimlerinin itiraz ve eleştirilerine hedef olmamak için günümüzde Kâbe-i Mükerreme'nin, Allah'ın Beyti'nin, Resulullah'ın (s.a.a) mescidinin ve Haremi'nin bulunduğu Müslüman bir ülkenin okulları için basılmış olan bir kitabın fotokopisini getiriyoruz. (Bu kitabın kapak yazısı aynen şöyledir: "Hakaiku An Emirü'l- Müminin Yezid b. Muaviye" (Emirü'l-Müminin Yezid b. Muaviye Hakkındaki Bazı Gerçekler) Bu kitap Yezid'in övgüsü için yazılmış, onun övgüsü konusunda rivayetler nakletmiştir! Bir Yezid ki, Müslümanla rın kıblesi Kâbe'yi mancınıkla taşa tutmuş, yerle bir etmiş! Bir Yezid ki, Resulullah'ın (s.a.a) şehri, mescidi ve haremini, halkı kılıçtan geçirip, kadınlarına tecavüz etmeleri için üç gün üç gece askerlerine mubah etmiştir! Evet, bu kitap böyle bir yerde, Haremeyn-i Şerifeyn'de, Yezid b. Muaviye'yi savunmak ve övmek için yayınlanmış ve ders kitapları olarak okutulmaktadır! İleride Muaviye'nin oğlu, Ebu Süfyan'ın torunu ve Resulullah'ın (s.a.a) eski düşmanının telâfi edilmez cinayet ve facialarını, "Halife'- nin orduları Resulullah'ın (s.a.a) evine saldırıyı caiz görmektedirler." ve "Halifenin orduları Mekke'yi yerle bir etmek için Mekke yolunda" başlıkları altında genişçe işleyeceğiz.

Resulullah'ın (s.a.a) Sünnetine Muhalif Zalim Lidere İtaat

Hilâfet Ekolü'nün, imam ve lidere itaat etme bölümünde, Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine muhalif zalim lidere karşı kıyamın haram olduğunu, ona itaatin farz olduğunu rivayet ettiklerini gördük. Fakat Ehlibeyt Ekolü'nde, Resulullah'tan (s.a.a) bu gibi rivayetlerle tamamen çelişen rivayetler nakledilmiştir. Örneğin Resulullah'ın torunu İmam Hüseyin (a.s) Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakleder: Zalim bir liderin, Allah'ın haramını helâl ettiğini, ahdini bozduğunu, Resulullah'ın sünnetine muhalefet ettiğini, Allah kullarına karşı kötü davranıp zulmettiğini gören kimse, amelen veya diliyle ona karşı kıyam etmezse Allah Tealâ'ya onu o zalim liderle birlikte cehennem azabına atması hak olur.[510] Bu gibi rivayetleri Hilâfet Ekolü rivayetleriyle karşılaştırdığımızda, Hilâfet Ekolü'nün bu gibi rivayetlerinin, Emevîler saltanatının ilk dönemlerinde, hâkim gücü desteklemek ve teyit etmek için uydurulduğunu görmekteyiz. Bu hadisler, hadislerin yazılmaya başlandığı hicretin ikinci yılının başlarında Sihah ve Müsned kitaplarına geçmiş,[511]  doğruluklarına ve onlara uyulması gerektiğine inanmışlardır! Sonra hadisçiler, kadılar, hatipler, cuma ve cemaat imamları ve

benzerlerinden oluşan saray alimleri, Şam ve Endülüs'te Emevî halifeleri, Bağdat'ta Abbasî halifeleri, Türkiye'de Osmanlılar, Mısır'da bölge yöneticileri, İran'da Selçuklular ve Gazneliler, Şam'da Kürtlere kadar hepsi onları rivayet edip doğruluklarını teyit etmişler; padişahlar da onları saraylarının mal ve mevkilerinden yararlandırmışlardır; onların izleyicileri de aynı yolu sürdürmüşlerdir. Böylece Müslümanlar iki gruba ayrıldılar: Biri padişah ve önderleri, mezheplerini tebliğ edenleri mal ve makamda boğan Hilâfet Ekolü; diğeri ise devlet makamlarını teyit için rivayet edilen bu gibi rivayet, düşünce ve içtihatlara karşı mücadele ettiği için onların düşünce ve görüşlerini İslâm toplumunda Resulullah'ın (s.a.a) gerçek sünnetinden uzak tutan, Müslümanlardan gizleyen, devlet makamlarından ve dönemin hâkim güçlerinden asırlar boyu mükâfat olarak idam, zindan, sürgün, yağmalanma, kitaplarının ve kütüphanelerin yakılmasından başka bir şey görmeyen[512] Ehlibeyt Ekolü'dür.[513] Bütün bunlardan sonra günümüzde gerçeklerden ne kadar bize ulaşmış olabilir?!

Özet

Benî Sâide Sakifesi toplantısında ister muhacirlerin, ister ensarın amelde ve sözde kullandıkları en sağlam mantık kabilecilik ve kavmiyetçilik mantığıydı. O gün Ömer, Ebu Bekir'e yapılan biati, oldu bittiye getirilen hesaplanmamış bir hareket saymıştır. Şûra meselesinde de Ömer, hilâfetin şûrayla olması gerektiğine dair Kur'ân'dan ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinden bir delil göstermemiştir! Aksine, sadece şahsına özgü içtihadına dayanmıştır.

Ömer bu alanda içtihat ederek kendisinden sonraki halife ve emir sahibinin tayinini yalnız altı kişilik bir şûraya bırakmıştır! O, içtihat ederek bu altı kişinin hepsini muhacirlerden seçmiş, ensara hiç yer vermemiştir! Yine Ömer içtihat ederek kendisinden sonra seçilen halifenin tayinini sadece Abdurrahman b. Avf'a bırakmış ve diğerlerini bundan mahrum ederek, "İki kişi birini ve diğer iki kişi de başka birini seçecek olurlarsa Abdurrahman b. Avf'ın bulunduğu grup kazanır." demiştir! O, içtihat ederek, "Abdurrahman b. Avf biat olarak bir elini diğer eline sürerse ona uyun." demiştir! O hâlde Ömer'in içtihadını, İslâm hükümlerinin kaynaklarından biri olarak Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetiyle aynı düzeyde görenler, imamet ve hilâfetin, altı kişilik şûradan, beşinin, aralarından birine halife diye biat etmesiyle gerçekleştiğine inanırlar. Hilâfet Ekolü mensuplarının delil olarak getirdikleri "İşleri kendi aralarında şûra ile olanlar" ayeti, Allah ve Resulü'nden (s.a.a) bir hü küm olmadığı yerde müşaverenin iyi bir şey olması dışında bir şeye delâlet etmez. Çünkü eğer Allah Tealâ müşaverenin farz olduğunu bildirmek isteseydi, farza delâlet eden "kutibe aleykum" (size yazılmıştır), "ferezellahu" (size farz kılmıştır) veya "ceale" ve "vessa" vs. sözcüklerini kullanırdı. Resulullah'a (s.a.a) hitaben "İş konusunda onlarla müşavere et." ayetinden maksat, bu yolla bir meselenin hükmünü elde etmek değil, savaşlarda ve Müslümanları manevî olarak güçlendirmek, terbiye etmek veya müşrikler arasında şüphe uyandırmaktır ve bunların tümü şer'î hükmün nasıl uygulanacağını belirtmek içindir. Ayrıca, Hilâfet Ekolü uleması halife seçimi için oluşturulan şûranın nasıl bir şûra olması gerektiğini belirtmemiştir.

Oysa geçmişte meşhur şûranın Osman'ı nasıl hilâfete geçirdiğini gördük! Biat de zor kullanmayla, baskı uygulamayla ve celladın kılıcı altında olmamalıdır. Yine günah işlemek için olmamalı, Allah'a karşı günah işleyen kimseye yapılmamalıdır. Ashabın siretine gelince; bu da, İslâm'ın hükümlerinin kaynaklarından biri olarak Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetiyle aynı sırada yer alsaydı, onunla istidlal doğru olurdu, aksi durumda ashabın sireti hüccet ve delil değildir. Delil olarak gösterilen İmam Ali'nin (a.s) sözleriyse, hepsi karşı tarafı kabule zorlayan delillerdir. Tartışmada karşı tarafı susturmak için bu yöntemden yararlanmayı akıl sahibi bütün insanlar kabul ederler. Yine delil olarak ashabın icması gösterilecek olursa, Emirü'l- Müminin Ali'nin, İmam Hasan'ın ve İmam Hüseyin'in (a.s) bulunmadığı bir şûradan Allah Tealâ'nın razı olmayacağı apaçık bellidir; nitekim Hz. Ali'nin buyrukları da bunu teyit eder. "Kılıç zoruyla zafer elde edip güç kazanan kimse Emirü'l-Müminin olur; bu durumda ister takvalı olsun, ister zalim ve günahkâr, ona itaat farzdır." şeklindeki sözlere gelince, bu da hilâfet konusunda günümüze kadar aksi vuku bulmayan bir konudur; İslâm'da halifelerin tarihini inceleyenler onların hepsinin bu şekilde hilâfete geçtiğini görecektir. Bütün bunlar Hilâfet Ekolü'nün inanç, görüş ve delilleridir. Bu alanda Ehlibeyt Ekolü'nün inanç, delil ve görüşlerini ise şimdi inceleyeceğiz.

Back Index