Back Index Next

b) Resulullah'tan (s.a.a) Şifâ Dilemek

Resulullah'ı (s.a.a) aracı kılmayı ve şefâatçi kılmayı her zaman meşru ve câiz gören Müslümanlar, bunun hatta gerek Resulullah (s.a.a) yaratılmadan önce, gerek Hz. Peygamber'in hayatında ve gerekse irtihalinden sonra kıyamet gününde yüce Allah'ın rıza ve hoşnutluğuna mazhar olduğunu ileri sürer ve iddialarını şu delillere dayandırırlar:

1- Resulullah'ı (s.a.a) Yaratılışından Önce Aracı Kılmak

Onlardan bir grup, bu cümleden Hâkim, Müstedrek kitabında Ömer b. Hattâb'dan şöyle nakleder:

Hz. Adem (a.s) hata işleyip evlâyı terk edince, başını göğe kaldırarak, "Allah'ım;" dedi, "Muhammed'in hakkı için beni affet." Yüce Allah ona, "Sen Muhammed'i yaratmadan önce onu nasıl tanıdın?" buyurdu. Adem, "Allah'ım;" dedi, "Beni kendi elinle yaratıp bana özel ruhundan üflediğin için başımı kaldırdığımda arşın temeline "La ilâhe illellah, Muhammedun Resulullah." yazıldığını gördüm ve herkesten çok sevmediğin bir ismi, kendi isminin yanında anmayacağını bildim." Allah, "Doğru söyledin ey Adem!" buyurdu, "Ben onu bütün mahluklarımdan daha çok seviyorum. Bana onun adına ant verdiğin için seni affettim. Çünkü eğer Muhammed olmasaydı, ben seni affetmezdim."[61] Yine Taberânî bu rivayeti naklederek sonunda "O, peygamberlerin sonuncusu ve senin evlâtlarından olacaktır." cümlesini eklemiştir. Hadis bilimciler ve müfessirler, "Allah katından yanlarında olan (Tevrat)ı doğrulayıcı bir kitap geldiği zaman, -ki bundan önce küfredenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip tanıdıkları gelince, onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın lâneti kâfirlerin üzerinedir."[62] ayetinin tefsirinde şöyle yazarlar:

 Medine ve Hayber Yahudileri İslâm'ın zuhurundan önce Arap müşriklerinden olan Evs, Hazrec ve diğer kabilelerle savaştıkları zaman Hz. Muhammed'in (s.a.a) ismini aracı kılıyor, işlerinin kolaylaşmasını ve düşmana karşı zafer kazanmalarını arzuluyorlardı. Çünkü onlar daha önce Resulullah'ın ismini Tevrat'ta görmüşlerdi; kâfirlerle savaşınca onun ismini aracı kılıyor ve şöyle duada bulunuyorlardı: "Ey Allah, ders almamış (okuma-yazması olmayan) Peygamber'inin hürmetine bizi düşmanlarımıza galip getirmen için senden yardım diliyoruz." veya "Allah'ımız; Peygamber'inin isminin hatırına bizi zafere ulaştır." diyorlar[63] ve zafere de ulaşıyorlardı. Ama yüce Allah onlara Tevrat ve İncillerindekileri doğrulayan Kur'ân'ı nazil edince ve daha önce tanıdıkları kimse, yani Hz. Muhammed (s.a.a) aralarında zuhur edince, hakkında hiç şüphe etmedikleri hâlde İsrail Oğulları'ndan olmadığı için onu inkâr edip kabul etmediler.[64]

2- Hz. Resulullah'ı (s.a.a) Hayattayken Aracı Kılmak

Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, b. Mâce ve Beyhakî, Osman b. Huneyf'ten, kör bir adamın Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna gelip ısrarla şöyle dediğini naklederler: Hakkımda dua et ve Allah'tan bana şifa vermesini, gözlerimi görür bir hâle getirmesini iste." Resulullah (s.a.a) "İstersen dua ederim; ama bu hâline sabretmen senin için daha iyidir." buyurdu. Adam, "Hayır, sen dua et." dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) güzel bir şekilde abdest alarak Allah'a şöyle dua etmesini buyurdu: "Allah'ım, rahmet peygamberin olan Muhammed vasıtasıyla sana yöneliyor ve senden istiyo rum. Ey Muhammed, ben sana yöneliyor ve senin aracılığınla hacetimi vermesi için Allah'a iletiyorum. Allah'ım; onun benim hakkımdaki şefâatini kabul buyur.[65] Beyhakî ve Tirmizî bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir.

3- Resulullah'ı (s.a.a) Hayatından Sonra Aracı Kılmak

Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebir'de Osman b. Huneyf'ten bahsederken şöyle yazar:

Adamın biri isteğini gidermesi için defalarca halife Osman'a müracaat etmiş, ama Osman ona ilgi göstermemiş, istediğini ona vermemişti. Nihayet o adam Osman b. Huneyf'le görüşerek ona yakındı. Osman b. Huneyf ona dedi ki: "Abdesthaneye giderek abdest aldıktan sonra mescide gel; iki rekât namaz kılarak şöyle de: 'Allah'ım; rahmet peygamberin olan Muhammed'in vasıtasıyla sana yöneliyor ve senden istiyorum. Ey Muhammed, ben sana yöneliyor ve senin aracılığınla hacetimi vermesi için Allah'a iletiyorum.' Daha sonra hacetini iste." O adam giderek Osman b. Huneyf'in söylediklerini yerine getirdikten sonra Osman b. Affân'a gitti. Bu defa hizmetçi gelerek elinden tutup onu içeride olan Osman'ın yanına götürdü. Osman onu kendi yanında oturtup samimi bir şekilde ne istediğini sordu. Adam isteğini söyleyince, Osman ihtiyacını gidererek ona, "Şimdiye kadar böyle bir şey istememiştin; bundan böyle ihtiyaç duyduğunda bize müracaat et." dedi.[66]

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Amcası Abbâs'tan Şefâat Dileme

Sahih-i Buharî'de Ömer b. Hattab'ın kurak geçen yıllarda yağmur duası için dışarı çıkıp Resulullah'ın (s.a.a) amcası Abbâs b. Abdulmuttalib'i de kendisiyle birlikte götürdüğü ve yağmur yağması için onu şefâatçi kılıp şöyle dediği nakledilir: "Allah'ım, biz Peygamberimizi aracı kılıyoruz, o hâlde bize yağmur yağdır; biz Peygamberimizin amcasını aracı kılıyoruz, o hâlde bize yağmur yağdır." Bu duâdan sonra yağmur yağardı.[67] Elbette Resulullah'ın (s.a.a) amcası Abbâs'ı aracı kılmak, onun Resulullah'ın (s.a.a) amcası olması dolayısıylaydı, yoksa onun şahsına özgü hususi bir özelliği yoktur.

* * *

Resulullah'ın (s.a.a) sünnetindeki bu gibi hadisleri göz önünde bulundurduğumuzda peygamberlerin, özellikle onların sonuncusu olan Resul-i Ekrem'in (s.a.a) bu özellikleri hakkında hiçbir şüphe kalmıyor; bilhassa yüce Allah'ın onlara vermiş olduğu o makam ve mevki ve onların diğerlerinden üstün kılınmış olması, bu konuya daha da açıklık kazandırmaktadır. Şimdi peygamberlerin özellikleri konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olan etkenlere değinelim.

Resulullah'ın (s.a.a) Özellikleri Konusundaki İhtilâfların Kaynağı

Yukarıda geçen mütevatir hadisler, Resulullah'ın (s.a.a) özelliklerini apaçık belirtmesine rağmen bu özellikler hakkındaki ihtilâfın nasıl meydana geldiği herkesin kafasını kurcalamaktadır. Bu sorunun cevabı şudur: Maalesef yukarıdaki hadislerin yanı sıra bazı kaynaklarda Resulullah'ın (s.a.a) makam ve mevkisini hatta sıradan bir insandan bile aşağı düşüren rivayetlere rastlıyoruz. Bundan dolayı, onların doğruluğuna inanan kimselerde Resulullah'a (s.a.a) karşı yukarıda geçen mütevatir hadislerin tam aksine ne denli farklı bir bakış açısı oluşturduğunu anlamak mümkündür. Burada sözü uzatmamak için peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu Resulullah (s.a.a) hakkında rivayet edilen hadislerden sadece birkaç örnekle yetiniyor ve bu kadarının basiret sahipleri için yeterli olacağına inanıyoruz:

1- Buharî, Sahih'inde şöyle yazar:

Resulullah (s.a.a) peygamberlik makamına ulaşmadan ve kendisine vahiy nazil olmadan önce, çıktıkları bir dağ gezisinde, Zeyd b. Amr b. Nufeyl'in önüne içinde etli bir yemek bulunan bir sofra açtı. Zeyd o yemeği yemekten çekinerek, "Ben kesildiğinde Allah'ın ismi anılmayan hayvanın etini yemem." dedi.[68]

Bu rivayete göre Zeyd, Cahiliye zamanında Resulullah'tan daha faziletli ve üstün olmalı!! Zira o, Cahiliye döneminin yanlışlarını (putlara kesilen eti yemek gibi) biliyor ve onlardan kaçınıyordu; ama ileride Allah'ın en son ve en faziletli resulü olacak kimse bunu bilmiyor veya bildiği hâlde yapıyordu!!

2- Buharî ve Müslim kendi Sahih'lerinde şöyle kaydederler:

Cebrâil nazil olarak Resulullah'a (s.a.a) Alak Suresi'nin birkaç ayetini indirince, Resulullah (s.a.a) korku içinde ve titreyerek

eve koştu ve eşi Hatice'ye, "Ben (bana bir şeyler olduğundan) korkuyorum." dedi. Hatice ise, "Tam aksine; müjdeler olsun, Allah seni hiçbir zaman alçaltmaz." dedi. Daha sonra onu o dönemde Hıristiyan olan Varaka b. Nevfel'in yanına götürdü ve Resulullah  (s.a.a) başından geçenleri ona anlattı. Varaka, "Bu, Musa'ya da nazil olan Namus-u Ekber'dir." dedi.[69]

Bu rivayetten anlaşıldığına göre Hıristiyan Varaka, doğrudan doğruya vahiy ve Cebrail'le irtibatta olan ve vahiy yoluyla yüce Allah 'ın muhatabı olan Resulullah'tan (s.a.a) vahiy ve Cebrail konusunu daha iyi biliyordu ve Resulullah'ı kendi hedefi ve yürüdüğü yolun doğruluğu konusunda mutmain kılan da o oldu!

Hatta, İbn Sa'd'ın Tabakât'ındaki rivayetine göre, eğer Varaka ve onun sözleri olmasaydı, Resulullah (s.a.a) o durumdan kurtulmak

için kendini dağdan aşağı atacaktı!!

Taberî de kendi kitabında şöyle yazar:

Resulullah (s.a.a) o durumda, "Ben bedbaht veya şair ya da deli oldum; vallahi Kureyş benim hakkımda böyle bir yargıda bulunmaya fırsat bulamayacak!" diyordu.[70] Yani Kureyş benim hakkımda böyle konuşmaya başlamadan önce ben hayatıma son vereceğim!

3- Buharî ve Müslim kendi Sahih'lerinde şöyle kaydetmişlerdir:

Resulullah (s.a.a), (ara sıra) öfkelenir ve hak etmediği hâlde bazılarına küfreder, onlara lânet ve eziyet ederdi. Bu yüzden Resulullah (s.a.a) yüce Allah'tan bu çirkin davranışlarını, haksızlık yaptığı o kimseler hakkında rahmet ve temizlik vesilesi kılmasını istedi.[71]

4- Buharî ve Müslim yine şöyle kaydederler:

Bir Yahudi Resulullah'ı (s.a.a) büyülemişti. O Yahudinin büyüsü Resulullah'ı (s.a.a) öylesine etkilemişti ki, yapmadığı bir işi yaptığını sanıyordu.[72]

5- Başka bir yerde yine Müslim ve Buharî şöyle derler:

Resulullah (s.a.a) hurma ağaçlarını döllendirmeyle meşgul olan bir grubun önünden geçerken onlara, "Onları döllendirmemeniz daha iyidir." dedi. Resulullah'ın (s.a.a) bu sözü üzerine döllendirmeden vazgeçerek hurma ağaçlarını kendi hâllerine bıraktılar. Bunun üzerine o yıl ağaçları meyve

vermez oldu. Bunu Resulullah'a (s.a.a) söylediklerinde, "Dünyanızla ilgili işi siz daha iyi bilirsiniz." buyurdu.[73]

6- Buharî ve Müslim yine kendi Sahih'lerinde şöyle yazarlar:

Resulullah (s.a.a) ensardan bazı kızların söylediği şarkıyı dinlediği bir esnada, Ebu Bekir içeri girip onları tersleyerek dağıttı.[74]

7- Müslim kendi Sahih'inde şöyle kaydeder:

Resulullah (s.a.a) mescitte gösteri yapan Habeşlilerin gösterilerini seyretmesi için Âişe'yi omuzlarına bindirmişti. O sırada Ömer çıkagelip gösteri yapanlara bağırarak onları dağıttı.[75]

Bu olayın devamı Tirmizî'nin rivayetinde şöyle geçer:

Ansızın Ömer yetişti. Oradakiler Ömer'i görünce dağılıverdiler. Bunun üzerine Allah Resulü "İns ve cin şeytanlarının Ömer'den kaçtığını görüyorum." buyurdu!![76]

Diğer bir rivayette ise şöyle geçer:

Resulullah'ın (s.a.a) gazvelerden birinden dönüşünde, siyah bir cariye Hz. Peygamber'in karşısında tef çalarak şarkı söylemeye başladı. O sırada Ömer gelince cariye (onun korkusundan) tefi altına saklayarak onun üzerinde oturdu! Resulullah (s.a.a) Ömer'e, "Hiç şüphesiz Şeytan senden korkuyor ey Ömer!" dedi.[77]

8- Buharî ve Müslim kendi Sahih'lerinde Âişe'den şöyle naklederler:

Resulullah (s.a.a) mescitte Kur'ân okuyan bir adamı dinliyordu. Ansızın, "Allah bu adamı rahmetine mahzar kılsın; falan sûreden eksilttiğim falan ve filan ayeti bana hatırlattı." buyurdu![78]

* * *

Yukarıda geçen hadislerde gördük ki: Ömer'in amcası oğlu Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Resulullah'tan (s.a.a) çok daha takvalıdır! Çünkü o putlar için kurban edilen hayvanın etini yemekten çekindiği hâlde Resulullah (s.a.a) çekinmeden yiyordu! Hıristiyan olan Varaka b. Nevfel, Resulullah'a (s.a.a) gelen kimsenin Cebrail olduğunu bildiği hâlde Resulullah'ın (s.a.a) kendisi bunu bilmiyordu! Hatta cine çarpılmış olmaktan ve Kur'ân ayetlerinin

de onların kafiyeli sözleri olmasından korkuyordu!  Yahudilerin büyüsü Resulullah'ta etkili oluyor; öyle ki yapmadığı bir işi yaptığını sanıyordu!

Kur'ân'ın bazı ayetlerini unutarak Kur'ân'dan eksiltiyor, nihayet sahabeden birinin okuması üzerine hatırlıyordu! Hurma ağaçlarını döllendirmemelerini emrediyor, daha uygun gördüğü bu işi yaparken hurma ağaçları meyve vermeyince, siz dünya işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz diyordu! Resulullah (s.a.a) ensardan birinin birkaç cariyesinin şarkısını dinlerken Ebu Bekir oyun ve eğlenceden nefret ediyor! Veya Hz. Peygamber, Ömer'e, "Şeytan da senden kaçıyor!" diyordu! Yukarıda geçen rivayetler ve benzerleri şunu söylemek istiyor: Zeyd b.

Amr cahiliye döneminde Resulullah'tan (s.a.a) daha takvalı ve daha üstündü. Varaka b. Nevfel de İslâm'ın zuhurundan sonra vahiy ve Cebrail'i Hz. Peygamber'den daha iyi tanıyordu! Ebu Bekir ve Ömer yüce Allah'ın emirlerinin icrası konusunda Resulullah'tan (s.a.a) çok daha itinalıydı; onlar oyundan ve boş işlerden nefret ediyorlardı! Resulullah'ın (s.a.a) unuttuğu ayeti mescitte okuyan sahabenin hafızası Hz. Peygamber'in hafızasından daha kuvvetliydi! Resulullah (s.a.a) da diğer insanlar gibi bir insandır ve yüce Allah onu Yahudilerin hile ve sihirlerinden korumamıştır! O da her insan gibi sebepsiz yere insanlara öfkelenip hiçbir suçları yokken onları incitiyor, lânetliyor ve sövüyordu (haşa)![79] Bu gibi hadislerin sahih olduğuna inananlar, ister istemez daha önce işaret ettiğimiz yüce Allah'ın son peygamberine vermiş olduğu özellikleri beyan eden ve onu göz alıcı faziletlerle diğer insanlardan üstün kılan hadislerin muhtevasından tamamen farklı bir algılama içerisine girecektir.

 İşte bu durumda "Muhammed kim oluyor ki? Muhammed de benim gibi bir insandı ve şimdi ölmüştür!" diyen ve güya aydın geçinen Suudluya hak vermemek mümkün değil!! Şimdi fazilet hadislerinin tam aksine bir algılama oluşturan bu gibi hadislerle içtihat ederek, Kur'ân'da ismi geçen ve altında ashabın Resulullah'a (s.a.a) biat ettiği kutlu ağacı kesmelerini emreden halife ve sahabe Ömer b. Hattab'ın davranışlarını ekleyin![80] Ama Hz. Ali'nin (a.s) Kâsıa Hutbesi'ndeki buyrukları Resulullah'ın (s.a.a) faziletlerinde şüphe uyandıran ve Hz. Peygamber'in makam ve mevkisini aşağı düşüren bütün bu hadisleri reddetmektedir.

 İmam Ali (a.s) bu hutbede şöyle buyuruyor: O sütten kesildiği andan itibaren Allah, meleklerinden pek büyük bir meleği ona eş etmişti; o melek gece-gündüz, ona yücelik yolunu gösterirdi; âlem ehlinin en güzel yollarını öğretirdi. Ben de her an, devenin yavrusu, nasıl anasının ardından giderse onun ardından giderdim; o, her gün bana huylarından birini öğretir, ona uymamı buyururdu. Onu ben görürdüm, başkası görmezdi.

O gün İslâm, Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun, Resulullah'la Hatice'den başkasının evinde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahiy ve peygamberlik nurunu görürdüm, peygamberlik kokusunu duyardım. Ona vahiy gelirken Şeytan'ın feryadını duydum da, "Ya Resulullah dedim, bu feryat nedir?" Buyurdu ki: "Bu feryat eden Şeytan'dır; kendisine insanların kulluk etmesinden ümidini kesti artık. Sen benim duyduğumu duymaktasın, gördüğümü  görmektesin; ancak sen peygamber değilsin…"[81] Bizim anlayamadığımız nokta şudur: Resulullah (s.a.a) peygamberlik damgası omzuna işlenmiş olduğu, kitap ehli kendisini bununla tanıdığı hâlde, o kendisini ve ne olduğunu nasıl tanımadı; içinde bulunduğu ortamı nasıl bilemedi?![82] Yine bu gibi rivayetleri, Resulullah'ın (s.a.a) peygamberliğinin delillerinden olan rivayetler ve onda peygamber olmadan önce görünen faziletler reddetmektedir.

Hadis ve tarih kitaplarında kaydedildiği üzere amcası Ebutâlib'le birlikte Şam'a ilk yolculuğu, Hatice tarafından ticaret için gönderilmesi, bir rahibin onun peygamber olacağını haber vermesi, iki yolculukta başının üzerinde bir bulutun durup gölge etmesi ve yanındakilerin hepsinin buna tanık olması gibi;[83] veya peygamberlik makamına ulaşmadan önce zuhur edeceğine dair Tevrat'ta geçen Ehlikitab'ın sözleri[84] ya da Resulullah (s.a.a) peygamber olmadan önce ağaçların ve taşların kendisine selâm etmesi gibi…[85] Hz. İsa'nın (a.s) yıllar önce geleceğini haber verdiği ve yüce Allah'ın Kur'ân'da sözünü "Benden sonra ismi Ahmed olan bir peygamberin müjdeleyicisiyim."[86] diye naklettiği hâlde bu peygamber nasıl kendini tanımaz?! Ehlikitap hakkında "Bizim kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu, çocuklarını tanır gibi tanırlar."[87] buyrulduğu hâlde, yine, "Onlar ki, yanlarında Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici olan peygambere uyarlar."[88] buyrulduğu ve başkalarının onu bu şekilde tanıdığı hâlde, o kendisini nasıl tanımaz? İleride İslâm dininin kaynakları hakkında ele alacağımız bahislerde İslâm ümmetinin başına geçen yöneticilerin, hilâfet makamını insanların gözünde peygamberlik makamından daha üstte gösterme doğrultusundaki çabalarını geniş bir şekilde inceleyeceğiz. Burada ise sadece bunun bir örneğine, yani Haccâc b. Yusuf-i Sekafî'nin metoduna işaretle yetineceğiz: Haccâc, Abdulmelik Mervân tarafından Kûfe valiliğine atandığında Medine'de Resulullah'ın (s.a.a) türbesini ziyaret edenleri eleştirerek şöyle diyordu: Bir avuç tahta parçası ve çürümüş kemiklerin etrafına dönenlere yazıklar olsun! Onlar neden Emirü'l-Müminin Abdulmelik Mervan'ın sarayının etrafına dönmezler ki? Onlar hilâfet makamının O'nun gönderdiği   Peygamber'in makamından üstün olduğunu bilmezler mi?![89] Bugün bazılarının peygamberlik makamını küçük düşürdüklerini, peygamberlik makamına küstahlık ve hakaret ettiklerini görüyorsak; bu, gerek Resulullah'ın (s.a.a) makamını sıradan bir insanın makamına düşüren rivayetleri nakletmekle olsun, gerek Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerini tevil etme yoluyla olsun ve gerekse Müslümanları önceden belirtmiş oldukları hedefe yönelten diğer çalışmalarla olsun geçmiş asırlardaki bu gibi çalışmaların sonucudur. İşte bu çalışmalardan birisi de peygamberleri ve Allah'ın sâlih kullarını anma programları düzenleme hakkında ileri sürmüş oldukları görüşlerdir.

PEYGAMBERLER VE ALLAH'IN DİĞER SÂLİH KULLARINI ANMA PROGRAMLARI DÜZENLEMEK HAKKINDA

Bugün Müslümanlar arasında devre dışı bırakılmak istenen konulardan biri de peygamberler, evliyaullah ve Allah'ın sâlih kullarının doğum, zafer, vefat vb. münasebetlerle anılması meselesidir. Hac farizasının gerçekte geniş çaplı yapıcı ilâhî bir anma programı oluşuna istinaden, konuyla ilgili bazı örneklemeleri aktarmayı faydalı buluyoruz.

1- Makâm-ı İbrahim

Yüce Allah Kur'ânı Kerim'de "İbrahim'in durduğu mekân olan o yeri,

namaz mahalli edinin."[90] Buyurmaktadır. Makam-ı İbrahim hakkında Sahih-i Buharî'de özetle şöyle geçmektedir: Hz. İbrahim ve İsmail (Allah'ın selâmı onların üzerine olsun) Kâbe'yi bina ederken Hz. İsmail taş getiriyor, Hz. İbrahim de temel atıyordu. Böylece duvarların temeli tamamlanmış

oldu. Hz İsmail, bugünkü makam taşını getirip babasının ayağının altına koydu, Hz. İbrahim bu taşın üzerinde durarak temelin üzerine duvar yapmaya başladı. Hz. İsmail taş getirmekte, Hz. İbrahim de duvar örmekteydi, böylece duvarlar tamamlanmış oldu. Bir diğer rivayette de şöyle denilir:  Duvarlar yükselince, yaşlı adamın (Hz. İbrahim) boyu yetişmediğinden, oğlu bir taş getirip ayağının altına koydu. Böylece Hz. İsmail taş getiriyor, Hz. İbrahim de duvarı örüyordu.[91] Bu vakadan da anlaşılacağı üzere ve ayette de açıkça belirtildiği gibi yüce Allah, Hz. İbrahim'in (a.s) Kâbe yanındaki ayak taşının ardında namaz kılınmasını emretmek suretiyle Hz. İbrahim'in (a.s) anlamlı bir şekilde anılmasını irade buyurmuştur ki, bizzat Alemlerin Rabbinin emretmiş olduğu bu âmelin şirk telakki edilmesi mümkün değildir.

2- Safâ ve Merve

Bakara, 158'de yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Şüphesiz Safâ'yla Merve Allah'ın işaretlerindendir; böylece kim Ev'i (Kâbe'yi) hacceder veya umre yaparsa, bu ikisi  sa'yde bulunmalıdır. Bu konuda Buharî'de geçenler özetle şöyle: Hz. İbrahim (a.s), Hâcer'le oğlu İsmail'i Mekke'de yalnız

bırakıp gittikten sonra; çok geçmeden yanlarındaki su bitti; Hâcer'le minik İsmail pek susamıştı. İsmail'in susuzluktan ağlamasına dayanamayan Hâcer, kendisine yardımcı olabilecek birini bulmak ümidiyle Safa tepesine çıktıysa da kimseyi bulamadı. Safâ'dan indi, düzlüğe çıkınca telaşlı ve aceleci adımlarla karşıdaki Merve tepesine ilerledi ve tepeye tırmandı, ama kimseciklere rastlayamamıştı yine. Böylelikle Hâcer susuzluktan ölmek üzere olan yavrusunu kurtarabilmek amacıyla Safâ'dan Merve'ye; Merve'den Safâ'ya yedi kez gidip geldi. İbn Abbâs, Hz. Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a), "İşte bu nedenledir ki insanlar, Safâ'yla Merve arasında sa'y eder, gayret gösterip çaba harcarlar." buyurduğunu rivayet eder.[92] Görüldüğü üzere Allah (c.c) Hz. Hâcer'in Safâ'yla Merve arasındaki yedi kere gidip gelerek gösterdiği çabayı takdirle karşılamakta ve Hâcer'in bu anısını yaşatmak için söz konusu ameli, hac ibadetlerinden saymaktadır. Ayrıca, Hâcer'in Safâ'yla Merve arasındaki aceleci ve telaşlı, ama ümitli adımlarla yürümesi olan "her-vele yürüyüşü" nü bu merasimin müstehaplarından biri olarak belirlemekle, sâlih bir kul olan Hz. Hâcer'in anısının daima yaşatılması gerektiğini vurgulamaktadır.

3- Şeytan'ı Taşlama

Ahmed b. Hanbel ve Teyâlisî'nin Müsnedlerinde Hz. Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Cebrail, İbrahim'i son Cemre'ye (Cemre-i Akabe) götürdü. Burada Şeytan İbrahim'in karşısına çıktı. İbrahim şeytana 7 küçük taş parçası atarak onu uzaklaştırdı ve Şeytan kayboldu. Orta Cemre'ye (Cemre-i Vustâ) ulaştıklarında yine karşısında Şeytan'ı gören İbrahim, aynı şekilde yedi küçük taş parçası atarak onu uzaklaştırdı. İlk Cemre'ye (Cemre-i Ûlâ) varınca yine şeytan çıktı karşısına, bu kez de yedi taş parçası atarak uzaklaştırdı Şeytan'ı.[93] Bu nedenledir ki yüce Allah Hz. İbrahim'in (a.s) bu davranışını hac merasiminin şartlarından saymış ve böylelikle onun daima bu amelle anılmasını sağlamıştır.

4- Kurban Kesme

Yüce Allah Hz. İbrahim'le İsmail'in (a.s) kıssalarını anlatırken şöyle buyurur: ...Biz de onu -İbrahim'i- halîm, sabırlı ve metin bir çocukla müjdeledik. Böylece çocuk, onun yanında konuşabilecek çağa erişince -belli ölçüde serpilip olgunlaşınca- İbrahim ona "oğlum." dedi, "Rüyamda seni boğazlı-yorken gördüm, ne dersin buna?!" -Oğlu İsmail- dedi ki: "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap, beni sabredenlerden bulacaksın inşaallah." Sonunda ikisi de -Allah'ın emrine ve takdirine- teslim oldu; -babası, İsmail'i kurban etmek için- yere yatırdı. Bu sırada biz ona "Ey İbrahim, sen emredileni yaptın, hiç şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz." diye seslendik. Ve ona, bü-yük bir kurbanı fidye olarak verdik.[94] Böylece yüce Allah Hz. İbrahim'in (a.s) bu ihlaslı ve samimi davranışını pek takdir edip O'nun rızası için oğlu İsmail'i kurban etmeye hazır olan Hz. İbrahim'e bir koç göndermiş ve bu emsalsiz fedakarlık örneğini haccın farizalarından sayarak hacıların Minâ'da kurban kesmelerini emredip Hz. İbrahim'in (a.s) anısının daima ve olanca canlılığıyla yaşatılmasını irade buyurmuştur. Görüldüğü üzere "Makam-ı İbrahim"de Hz. İbrahim'in ayaklarındaki bereket ve kutsallık, taş üzerinde ayak izine dönüşmüş ve yüce Allah bu anının daima canlılığını koruması için mezkur makamı hac menâsikinden saymıştır. Böylelikle Beytullah'a gelen hacılar, Hz. İbrahim'in (a.s) ayak bastığı yerde Allah'a secde edip namaz kılmaktadırlar ki, bu da çok anlamlıdır. Yine bunun gibi kutlu ve bereketli bir diğer davranışı da Hz. Âdem'de (a.s) görmekteyiz:

5- Hz. Âdem'in (a.s) Anısını Canlı Tutma

Bazı rivayetlerde yüce Allah'ın zilhicce ayının dokuzuncu günü akşamı "Arafat" denilen yerde Hz. Adem'in tövbesini kabul edip onu bağışladığı geçer. Bu nedenle Hz. Cebrail (a.s) güneş batmak üzereyken Hz. Adem'i Meş'ar'e götürdü ve Adem o geceyi orada geçirdi. Hz. Adem o gece Meş'ar'de Allah'a ibadet etti, tevbesini kabul ettiği için Rabbine şükürde bulundu. Ertesi gün (ikinci gün) sabahleyin vahiy meleği onu Minâ'ya götürdü; Âdem (a.s), tövbesinin kabul edilip günahlardan temizlenmiş olmasına binâen -bunu bir anı olarak daima anıp yaşatmak için- o gün orada saçlarını kesti. Yüce Allah da bu kutlu günü Adem ve evlâtları için bayram ilân etti ve Âdem'in (a.s) bu iki günde gerçekleştirdiği amelleri kıyamet gününe kadar hac menâsikinin değişmez kurallarından saydı. İşte bu nedenledir ki Beytullah'ı ziyaret eden hacılar, tövbe ve günahlarının affedilmesine karşılık âlemlerin Rabbine şükranda bulunarak zilhiccenin 9. günü öğleden akşama kadar Arafat'ta bulunurlar; o günün gecesini Meş'aru'l-Haram'a giderek orada Allah'ı zikrederler, onuncu günde ise Minâ'da saçlarını tıraş ederler. Allah (c.c) Hz. İbrahim, İsmail ve Hâcer'in (a.s) amellerini de bunlara ekleyerek tamamını "hac amelleri" olarak kararlaştırmıştır. Görüldüğü gibi hac amellerinin tamamı, Allah'ın sâlih  kullarının bu tür eylemleri ve bu eylemlerin zaman ve mekânlarının saygı ve takdirle anılması ve böylelikle söz konusu eylem ve davranışların süreklilik ve canlılığının korunmasıdır. Burada insanların uğursuz amellerinin yapılan mekâna yansımasına da bir örnek vermek istiyoruz:

Bir Ümmetin Uğursuzluğunun ve Kötülüğünün İzleri

Sahih-i Müslim'de şu ilginç olay nakledilmektedir: Resul-i Ekrem efendimiz (s.a.a) ordusuyla  Tebük Savaşı günlerinde Semud kavminin harabeleri yakınındaki Hicr denilen mıntıkada konakladı. Hz. Peygamber'in ashabı, Semud kavminin kuyusundan su çekip içtiler; bu suyla hamur yoğurdular, yemek pişirdiler. Allah Resulü (s.a.a) meseleyi öğrenir öğrenmez yemeklerin yere dökülmesini ve hamurların da develere yedirilmesini emretti. Sonra da orduyu hareket ettirip Hz. Salih'in devesinin su içtiği kuyunun yanında mola verdirdi. Ayrıca, Allah'ın gazabına uğramış olan bu kavimden geriye kalan harabelerde oturulmamasını buyurarak "Onların başına gelenlerin sizin başınıza da gelmesinden korkarım." buyurdu.[95] Yine Müslim Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu yazar: "Kendine zulmetmiş olanların evine girmeyin; (mecbur olursanız) ağlayarak -veya ağlar bir hâlle- girin ki onların başına gelenler sizin de başınıza gelmesin." Hz. Resulullah (s.a.a) bunları söyledikten sonra hızla oradan uzaklaştı. Buharî, olayın bu kısmını şöyle anlatır: ...Hz. Resulullah (s.a.a) böyle buyurduktan sonra başına bir örtü çekerek aceleyle o vadiden uzaklaştı... Ahmed b. Hanbel de "...Hz. Resulullah (s.a.a) sözlerini bitirir bitirmez, bineğinden inmeksizin ridasını başına çekip..." ibaresiyle aynı olayı Müsned'inde zikretmektedir.[96]

Back Index Next