Back Index Next

ALLAH'IN BAZI SIFATLARI VE BU ALANDAKİ İHTİLÂFIN KAYNAĞI

Müslümanlardan bazıları şuna inanmaktadır: Yüce Allah insanı kendi suretinde yaratmıştır![19]

Allah'ın eli ve parmakları,[20] ayağı ve bileği vardır![21] Yüce Allah kıyamet günü mübarek ayağını cehennem ateşine bırakacak veya ona sokacak, bunun üzerine cehennem "kattu, kattu, kattu" (yeter, yeter, yeter) diye inleyecek.[22] Allah'ın özel bir yeri vardır. Yer değiştirir. Bir yerden diğer bir yere gider; çünkü Resulullah'tan (s.a.a) bu konuda şöyle nakledilir:

Rabbimiz varlıkları yaratmadan önce yalnızdı, altında ve üstünde havadan başka bir şey yoktu. Hiçbir varlık yoktu ve arşı suyun üstündeydi.[23]

Yine şöyle nakledilir:

-Mübarek parmaklarını kubbe şekline getirerek- Allah'ın arşı göklerde böyleydi ve arş (Allah'ın vücudunun ağırlığından O'nun altında) sürücünün altında olan devenin üstündeki ağaç takımı ve malzeme gibi ses çıkarır,[24] gıcırdardı!

Yine nakledilir ki:

Yüce Allah her gecenin son vakitleri dünyanın göğüne inerek şöyle der: "Benden ricası olan var mı ki ricasını yerine getireyim, isteği olan yok mu ki isteğini vereyim."[25]

Yine şöyle buyurduğu nakledilir:

Yüce Allah şaban ayının on beşinci gecesi dünyanın göğüne gelir ve kullarını bağışlar.[26]

Kıyamet gününü tavsif ederken şöyle buyurmuştur:

Yüce Allah o gün, cehenneme hitap ederek, "Doldun mu?" diye sorar. Cehennem, "Yine var mı? Halâ yer var." der. Bunun üzerine yüce Allah mübarek ayağını cehenneme koyar, cehennem bağırarak "kattu, kattu" (yeter, yeter) der.

Bu konu başka bir rivayette şöyle geçer:

Yüce Allah ayağını cehenneme koymadıkça cehennem dolmaz. Ayağını koyduğunda ise cehennem, "Kattu, kattu" diye bağırır. O zaman cehennem dolar ve cehennem ehli birbirlerinin üzerinde döner![27]

Yüce Allah'ı Görme Hususunda

Resulullah'ın (s.a.a) kıyamette yüce Allah'la görüşeceğini ve Hz. Peygamber'in kendisinin bu konuda şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: Müminler, diğer peygamberlerin şefâatinden ümitsizliğe kapılınca, şefâat ümidiyle bana gelecekler. Ben de giderek yüce Allah'la görüşmek için izin alacağım! Bana izin verilecek. Allah'ı görünce secdeye kapanacağım ve...

Nihayet şöyle der:

Günahkârlara şefâat edecek ve yüce Allah'tan onları bağışlamasını isteyeceğim. İsteğim kabul edilecek ve benim için bir miktar belirtecek. Ben onların hepsini cennete soktuktan sonra geri döneceğim. Yine gözüm yüce Allah'a takılınca secdeye kapanacağım.[28]

Yine Hz. Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

Yüce Allah kıyamet günü kulları hakkında Davûd'la görüşmek için aşağı inecektir.[29]

Yine şöyle buyurmuştur:

Sizler apaçık Allah'ınızı göreceksiniz.[30]

Yine şöyle buyurduğu rivayet edilir:

Müslümanlar hiç rahatsızlık duymadan Ay'ı gördükleri gibi kıyamet günü tanrılarını göreceklerdir.[31]

Diğer bir yerde de şöyle buyurduğu rivayet edilir:

Yüce Allah o gün kullarına hitaben "Herkes dünyada taptığı şeyin peşi sıra gitsin." buyuracak. Bir grup güneşin peşine, bir grup ayın peşine, bir grup da tâğutların peşine gidecekler; sonunda bu ümmet ve içlerinden münafık olanlar kalacaklar! O sırada yüce Allah onların tanımadıkları bir şekilde aralarına gelerek, ben sizin Allah'ınızım, diyecek. Onlar, senden Allah'a sığınırız, biz rabbimiz gelinceye kadar buracıkta kalacağız ve o gelince biz onu tanırız, diyecekler. Bunun üzerine yüce Allah onların tanıdığı bir şekilde gelerek gözlerine görünecek ve ben sizin Allah'ınızım, diyecek. İnsanlar da, evet, sen bizim Allah'ımızsın, diyecekler ve onun peşine takılacaklar…[32]

Diğer bir rivayete göre: Kıyamet günü Allah'ın emriyle herkes mabudunun peşine gittikten sonra, Allah'a tapan kötü ve iyi kullardan başka hiç kimse kalmayacak. O sırada yüce Allah insanların görmediği bir şekilde aralarına gelerek, "Neyi bekliyorsunuz? Her ümmet kendi mabudunun peşi sıra gitsin." diyecek. Bunun üzerine insanlar, "Biz kendi Allah'ımızı, kendisine taptığımız rabbimizi bekliyoruz." diyecekler. Yüce Allah, "Ben sizin Allah'ınızım." diyecek. Ama insanlar iki üç defa bağırarak, "Biz Allah'ımıza ortak koşmayız." diyecekler. Yüce Allah, "Acaba Allah'ı tanıyabilecek bir belirtiniz mi var sizin?" diye soracak. İnsanlar, "Evet, ayak bileği bizim belirtimizdir.", diyecekler!! Bunun üzerine Allah ayak bileğini gösterecek ve insanlar onu görünce secdeye kapanacaklar. Başlarını secdeden kaldırdıklarında Allah'ın yüzü değişecek ve onu ilk gördükleri şekilde görecekler. O zaman yüce Allah, "Ben sizin Allah'ınızım." diyecek. İnsanlar da, "Evet, sen bizim Allah'ımızsın." diyecekler.[33]

Yüce Allah'la Cennette Görüşmek

Resulullah'ın (s.a.a) cennetteki müminler hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

Adn cennetinde, müminlerin Allah'larıyla görüşmelerine Allah'ın mübarek yüzündeki Kibriya örtüsünden başka hiçbir şey engel olmaz.[34]

Yine buyurmuştur ki:

Cennetlikler cennete girince yüce Allah onlara şöyle hitap edecek, "Bundan daha fazla bir şey istiyorsanız vereyim size?" Cennetlikler derler ki: "Yüzlerimizi ak etmedin mi, cennete sokup cehennem ateşinden kurtarmadın mı, bundan fazla ne bekleyebiliriz ki senden?" O sırada perdeler kenara çekilecek, yüce Allah'ın yüzü görünecek ve cennetlikler yüce Allah'ın yüzünü görmenin kendilerine verilen her şeyden daha iyi olduğunu bileceklerdir.[35]

Yine Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet ederler:

Cennetlikler cennet nimetleri içindeyken onların üzerine bir ışık parlayacak. Başlarını kaldırdıklarında başlarının üzerinde yüce Allah'ı görecekler. O zaman yüce Allah onlara, "Siz cennetliklere selâm olsun." buyuracak. Allah'ın Kur' ân'da, "Çok esirgeyen Rab'den onlara bir de sözlü selâm (vardır.)" buyruğu da buna delâlet eder. Daha sonra Allah cennetliklere, cennetlikler de cennet nimetlerinden hiçbirine ilgi duymadan

Allah'a bakarlar. Nihayet Allah yüzünü onlardan gizler; ama nuru ve bereketi öylece cennette kalır.[36]

Yine şöyle buyurduğu rivayet edilir: Yüce Allah'ın katında cennetliklerin en değerlisi ve en azizi her sabah ve akşam yüce Allah'la görüşen kimsedir. Daha sonra Hz. Peygamber, şu ayeti tilavet etti: "O gün birtakım yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp durur."[37]

Başka bir yerde şöyle buyurduğunu rivayet ederler: Cennetlikler yüce Allah'la görüşmeye gidecekler ve Allah da arşını onlara gösterecek. Yüce Allah cennet bahçelerinden birinde kendisini onlara gösterecek, onlarla konuşacaktır ve Allah'ın kendisiyle konuşmayan kimse kalmayacaktır; nihayet Allah onlardan birine, "Ey Falanca, şu filan işleri yaptığın günü hatırlıyor musun?" diye soracak. O da, "Rabbim, diyecek, halâ beni affetmedin mi?" Allah, "Evet...!" diyecek. O zaman biz kendi evimize döneceğiz. Eşlerimizle karşılaştığımızda bize, "Hoş geldin! Gidişinden çok daha güzel, güzel kokulu, nurlu döndün!" diyecek. Biz ise, "Bugün Allah'ımızla görüştük, bu kadar güzel ve beğenilir bir şekilde eve dönmemiz yerindedir, diyeceğiz.[38] Kıyamet günü yüce Allah'la görüşme ve onun endamıyla ilgili rivayet edilen birçok hadisten, bu kadarıyla yetiniyoruz. Çünkü burada ihtilâf kaynaklarının hepsini nakletmek değil, sadece onlardan bazı örnekler vermek istiyoruz. Şimdi bu hadislerin tevilindeki ihtilâfı inceleyelim.

Bu Hadislerin Tevilindeki İhtilâf

 Bazı Müslümanlar, bu hadislerin zâhirî anlamlarını esas alarak bunlara inanmanın, Allah'a ve O'nun zatının birliğine imanın bir göstergesi olduğunu kabul eder ve bunları Allah'a cismiyet gerektirmeyecek şekilde yorumlayanlara, "Muattiletu'sSıfât" (sıfatları tatil

edenler) derler. Müslim, söz konusu hadisleri Sahih'inin "İman" kitabında ve Buharî ise "Tevhid" kitabında kaydetmiştir. İbn Huzeyme[39] ise bu konuda "Et-Tevhidu ve İsbât-ı Sıfâti'r-Rabb-i Azze ve Celle, Elletî Vesafe Bihâ Nefsehû Fî Tenzilihî ve Alâ Lisâni Nebiyih..." adında ayrı bir kitap

yazmıştır. Bu kitapta işlenilen konuların bir bölümünün ana başlıkları, kitabının sonunda şöyle geçer:

− Allah İçin Nefsin İspatı (İsbâtu'n-Nefsi Lillah)

− Allah İçin Yüzün İspatı (İsbâtu'l-Vechi Lillah)

− Allah İçin Suratın İspatı (Bâbu Zikr-i Sûret-i Rabbinâ Celle ve Alâ)

− Allah İçin Gözün İspatı (Bâbu İsbâti'l-Ayn Lillah Celle ve Alâ)

− Allah İçin İşitme ve Görmenin İspatı (Bâbu İsbâti's-Simâi ve'r-Ru'yeti Lillahi Celle ve Alâ)

− Yaratıcı İçin Elin İspatı (Bâbu İsbâti'l-Yedi Li'l-Hâliki'l-Bârî Celle ve Alâ)

− Allah İçin Ayağın İspatı (Bâbu Zikr-i İsbâti'r-Ricli Lillahi Azze ve Celle)

− Bütün Müminlerin Allah'a Bakacaklarının İspatı (Bâbu Zik-ri'l-Beyân Ennellahe Yenzuru İleyhi Cemiu'l-Müminin)

− Bütün Müminlerin Allah'ı Yalnız Bir şekilde Göreceklerinin İspatı

(Bâbu Zikri'l-Beyâni Enne Cemie'l-Müminin Yerevnellahe Yev-me'l-Kıyâmet-i Muhalliyen Bih).

Yine İmam Hafız Osman b. Said Dâremî'nin (öl. 280 kamerî) Cehmiyye'ye reddiye olarak yazmış olduğu kitabın bazı bölümlerinin

başlıkları şunlardan ibarettir:

− Rabbin Arş Üzerine Yerleşmesi ve Göğe Yükselmesi ve Yaratıklardan Ayrı Oluşu (Bâbu İstivâi'r-Rabb-i Ala'l-Arşi ve İrtifâihi İle's-Semâi

ve Beynunetihi Mine'l-Halk)

− Allah'ın Şaban'ın Yarısında İnişi (Bâbu'n-Nüzûl-i Leylete'n-Nısf-i Min Şabân)

− Arefe Gününde İnişi (Bâbu'n-Nüzûl-i Yevme'l-Arefe)

− Rabbin Kıyamet Gününde Hesap İçin İnişi (Bâb-ı Nüzûli'r-Rabb-i Yevme'l-Kıyâmet-i Li'l-Hisâb)

− Allah'ın Cennet Ehli İçin İnişi (Bâbu Nüzûlillah-i Li-Ehli'l-Cenne)

− Görme Bâbı (Bâbu'r-Ru'yet).[40]

Zehebî[41] de "el-Uluvvu'l-Ali Li'l-Aliyyi'l-Gaffâr" isminde bir kitap yazmış ve bu kitapta yüce Allah'ın en yüksek yerde olduğunu anlatan birtakım ayet ve hadisleri toplamıştır. Peşinden de sahabe, tâbiîn, ulema ve hadisçilerin sözlerini naklederek bunu teyit ettirmeye çalışmıştır.

Yüce Allah'ı Görme ve O'nun Bazı Sıfatları Hususundaki İhtilâfın Kaynağı

Buraya kadar yüce Allah'ın sıfatları hakkında bazı Müslümanların görüşünü naklettik. Bunların karşısında bu inanç ve görüşleri reddederek, "Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder..."[42] ayetini okuyan Müslümanlar yer almaktadırlar. Onlar, karşı tarafın delil olarak sunduğu "O gün yüzler ışıl ışıl parıldar. Rablerine bakıp durur." ayetine, "O gün yüzler şendir ve Rableri-nin emrini beklerler." şeklinde mana vermektedirler. Bu ayette geçen "nâzıra" kavramı, bekleme anlamındadır ve ayette "Emr" kelimesi gizlidir. Tıpkı Hz. Yakub'un evlâtlarının, babalarına, "İçinde olduğumuz şehre (şehrin ahalisine) sor."[43] cümlesinde "Ehl" kelimesinin gizli olduğu gibi.

 Yoksa şehrin taşı toprağı kastedilmemiştir; zaten böyle bir şey makul da değildir. Aynı şekilde zâhiren Allah'ın cismi olduğu anlaşılan diğer ayetleri de cismiyetle örtüşmeyecek şekilde tevil etmektedirler. Bu grupta yer alan Müslümanlar, bu inanca sahip olanlara ve Allah'ın cismi olduğunu sananlara, Allah'ı, yaratıklarına benzetenler ve Allah'ın cismi olduğuna inananlar anlamında "Mücessime" ve "Müşebbihe" derler. Bunlar İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet ederler: Allah'ın, arşın üstünde olduğunu söyleyenler, Allah'ı mahmul (taşınan) ve Arş'ı ise hâmil (taşıyan) sanmışlardır. Oysa hâmil (taşıyan), mahmulden (taşınandan) daha güçlü olmalıdır. Yine Allah'ın bir şeyin içinde veya bir şeyin üzerinde olduğuna inanan veya Allah'ın olmadığı bir şey ve bir yerin olduğunu veya bir şeyin O'nu kendisiyle meşgul ettiğini sanan, O'nu, yaratıklara benzetmiş ve öyle tavsif etmiş olur. Oysa Allah

her şeyi yaratandır, O asla bir şeyle mukayese edilemez ve insanlara benzetilemez. Allah'ın olmadığı bir yer yoktur, O'nun özel ve belli bir yeri de yoktur.[44] Yine buna tanık olarak Hz. Ali'nin (a.s) şu buyruğunu gösterirler: Yüce Allah aşağı inmez, aşağı inmeye ihtiyacı da yoktur. Bunun aksini söyleyenler Allah'a fazlalık ve noksanlık isnadında bulunmuş olur.

Çünkü hareket eden her şeyin kendisini bir harekete geçirene veya kendisiyle hareket edeceği şeye ihtiyacı vardır; Allah'ın ise bunların hiçbirine ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla Allah'ın sıfatlarını sayarken, O'nu bir şeyle sınırlandıracak, fazlalık ve noksanlıkla, bir şeyle harekete geçirilme, bir şeyle hareket etme, aşağı inme, oturma ve kalkma gibi şeylerle tanıtmaktan kaçının.[45] Yine delil olarak İmam Rıza'nın (a.s) hadisini gösteriyorlar. Hz. İmam, kendisine, "Yüce Allah Hz. Musa'yı kendisiyle vasıtasız konuşmaya ve Hz. Muhammed'i (s.a.a) kendisini görmeye muvaffak etmiştir." diyen râvîye cevap olarak şöyle buyurmuştur: Böyle olsaydı, yüce Allah'ın "Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder.", "Onlar ise bilgi bakımından O'nu kavrayıp kuşatamazlar.", "O'nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur." buyruklarını bütün varlıklara bildiren kimdi? Bunları Muhammed (s.a.a) bildirmedi mi? Râvi, "Evet, o ulaştırdı." deyince, İmâm (a.s) şöyle buyurdu: Öyleyse Allah tarafından geldiğini söyleyen ve O'nun emriyle insanları "Gözler O'nu idrak edemez." buyuran Allah'a davet eden kimsenin kendisi, "Ben bu gözlerimle Allah'ı gördüm, O'nu iyice gördüm, O da insan suretindedir."

Diyebilir mi? Niçin utanmıyorsunuz?! Resulullah bir konuyu Allah tarafından insanlara tebliğ ettikten sonra kendisi onun aksini yapmış olabilir mi?! Zındıklar bile Resulullah'a (s.a.a) böyle bir iftirada bulunmadılar. Râvî, "Yüce Allah Kur'ân'da, 'Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü.' buyurmuştur." dedi. İmâm, "Bu ayetin peşinden Resulullah'ın (s.a.a) ne gördüğünü belirten başka bir ayet de gelir. O ayette şöyle geçer:

Onun gördüğünü gönül yalanlamadı. Yani Muhammed'in gözlerinin gördüğünü gönlü yalanlamadı. Daha sonra Hz. Peygamber'in gözlerinin gördüğü şeyi bildirir: Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanını gördü. Burada Allah'ın ayetlerinin onun zatından farklı olduğu anlaşılmaktadır. Yine, Onlar ise bilgi bakımından O'nu kavrayıp kuşatamazlar. buyurmuştur. Açıktır ki, gözler O'nu görecek olursa, miktarına ve niteliğine dair bilgi edinilmiş olur."

Bunun üzerine Ebu Kurre İmam'a, "Öyleyse siz bu rivayetleri kabul etmiyor musunuz?" diye sorunca, İmam, "Kur'ân'a aykırı olan rivayetleri yalanlarım." buyurdu.[46] Böylece Ehlibeyt İmâmları zâhirleri Allah'la görüşülebileceğini ve O'nun cisim olduğunu düşündüren ayetlerin tefsirini beyan ederek Kur'ân ayetlerinde geçen ayak bileği, el, arş ve benzerlerinden veya "Allah insanları kendi şeklinde yaratmıştır."[47] diyen hadisten maksadın ne olduğunu açıklamışlardır. Biz burada onların hepsini nakletmedik. Çünkü burada maksadımız iki ekolün bütün delillerini açıklamak değil, sadece iki ekolde Allah'ın sıfatları konusunda birbiriyle çelişen, her biri Kur'ân ayetlerini kendi görüşüne göre tefsir eden ve böylece iki ekol arasında ihtilâf çıkmasına sebep olan hadislerden örnekler sunmak istedik.

 Gelecek bölümde, peygamberlerin özellikleri ve yüce Allah'ın onlara özgü kıldığı bazı hususlar hakkındaki ihtilâflara ve bunların kaynaklarına değinmeğe çalışacağız.

PEYGAMBERLERİN ÖZELLİKLERİ VE ALLAH'IN ONLARA ÖZGÜ KILDIĞI HUSUSLAR HAKKINDAKİ İHTİLÂFLAR VE KAYNAKLARI

Bazı Müslümanların peygamberler hakkında görüşleri şu şekildedir:

Peygamberlere ait şeylerden ve onlardan bize kalan hatıralardan hayır ummak ve onların türbelerini ibadet yeri edinmek şirktir. Onların mezarının üzerine türbe yapmak şirk seviyesindedir. Onların ve Allah velilerinin doğumları dolayısıyla anma programları düzenlemek, günah, bid'at ve haramdır. Allah'tan başkasını O'na aracı kılmak şirk sayılır; Resulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra ondan şefâat ummak İslâm dinine aykırıdır. Bunların karşısında yer alan grup ise kendi görüşlerinin ispatı için aşağıdaki delilleri ileri sürmektedirler:

a) Hz. Peygamber'den Kalan Şeylerle Teberrük Etmek

Bunlar, Peygamber'e ait şeylerden hayır ve bereket ummanın meşruiyetini bütün hadis kitaplarında kaydedilmiş olan mütevatir hadislere dayandırmaktadırlar. Binaenaleyh sahabeler, Resulullah'ın (s.a.a) hayatı döneminde Hz. Peygamber'e ait olan şeylerle teberrük ediyorlardı; böyle yaparken de bizzat Allah Resulü'nün bu alandaki sarih emrine uyuyorlardı. Yine bu sahabeler, Resulullah'ın  (s.a.a) vefatından sonra onun eserlerinden ve anılarından hayır ve bereket umuyorlardı. Aşağıda bunlardan bazı örnekler vermekle yetineceğiz:

1- Hz. Peygamber'in Ağzının Suyuyla Teberrük

Sahih-i Buharî'de, Meğâzî kitabının "Mâ Kile Fî Livâi'n-Nebî" (Peygamber'in Sancağı Hakkında Söylenenler) babında, Sehl b. Sa'd'dan

naklen Resulullah'ın (s.a.a) Hayber Savaşı'nda şöyle buyurduğu nakledilir:

Ben yarın bu sancağı öyle birinin eline vereceğim ki yüce Allah Hayber'in kapısını onun eliyle açacaktır. O, Allah ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de onu severler." Râvî der ki, gece boyunca insanlar, yarın Resulullah'ın (s.a.a) sancağı kimin eline vereceğini düşünüyordu. Sabah erkenden sahabeler Resulullah'ın (s.a.a) etrafını sardı. Her biri Resulullah'ın (s.a.a) sancağı kendisine vermesini umuyordu. Tam bu

sırada Resulullah (s.a.a), "Ali nerede?" diye sordu. "Ya Resulullah, gözleri ağrıyor." dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Ali'yi yanına getirmesi için birini gönderdi...[48]

Buharî bu rivayetin gerisini "el-Cihad-u ve's-Seyr" kitabında şöyle nakleder:

Resulullah'ın (s.a.a) emriyle Ali'yi getirdiler. Peygamber, Ali hakkında hayır duada bulundu ve ağzının suyundan biraz gözlerine sürdü. Ali'nin gözleri âdeta hiç rahatsız olmamış gibi ansızın iyileşti.[49]

Müslim de bu olayın gerisini Seleme b. Ekva'dan şöyle nakleder:

Ali'nin yanına giderek gözleri şişkin olduğu hâlde onu, Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna getirdim. Peygamber ağzının suyundan Ali'nin gözlerine sürdü ve o, göz ağrısından kurtuldu. Sonra Resulullah (s.a.a) sancağı onun eline verdi.[50]

2- Hz. Peygamber'in (s.a.a) Abdest Suyuyla Teberrük

Sahih-i Buharî'de Enes b. Mâlik'ten şöyle rivayet edilir:

Resulullah'ın (s.a.a) yanındaydım. İkindi namazı vakti olmuştu ve insanların abdest için suları yoktu. Resulullah'ın abdest alması için, ona bir kap su getirdiler. Hz. Peygamber elini o kaba soktuktan sonra herkesin o sudan abdest almasını emretti. Ben kendi gözlerimle Resulullah'ın armaklarından

su kaynadığını gördüm; o sudan oradakilerin hepsi abdest aldı.[51]

Yine Buharî Câbir b. Abdullah'tan şöyle nakleder:

Bir gün ikindi namazı vakti Resulullah'la (s.a.a) oturmuştuk; abdest için su çok azdı; onu da bir kaba dökerek Resulullah'a getirdik. Resulullah (s.a.a) elini o kaba sokup parmaklarını açarak, "Abdest almak isteyenler, abdestlerini alsınlar, bereket Allah'tandır." buyurdu. Ben gözlerimle Allah

Resulü'nün parmaklarının arasından su kaynadığını gördüm.  Oradakilerin hepsi o sudan abdest aldılar, içtiler. Ben şahsen o kaptan bir miktar su içtiğim için asla pişman değilim, bundan dolayı kendimi kınamıyorum. Çünkü o suyu hayır ve bereket kaynağı olarak görüyorum. Râvi der ki: Câbir'e, "O gün kaç kişiydiniz?" diye sorduğumda, "O gün bin dört yüz kişiydik." dedi... (Diğer bir rivayete göre "Bin beş yüz kişiydik." demiştir.)[52]

3- Hz. Peygamber'in Başının ve Göğsünün Suyuyla Teberrük

Buharî, Hudeybiye antlaşması olayında Urve b. Mes'ud'dan Resulullah (s.a.a) ve ashabı hakkında şöyle kaydetmiştir:

Vallahi Resulullah (s.a.a) ağzından ve burnundan dışarı attığı bir şeyi insanlar kapışıyor, onları başlarına, yüzlerine ve bedenlerine sürüyorlardı. Resul-i Ekrem (s.a.a.) abdest aldığı zaman insanlar onun abdest suyuyla teberrük etmek için nerdeyse birbirlerini öldüreceklerdi.[53]

4- Hz. Peygamber'in (s.a.a) Saçıyla Teberrük

Müslim, Sahih'inde şöyle kaydeder:

Resulullah (s.a.a) Mina'ya geldi. Şeytan'ı taşlayıp kurban kestikten sonra, başını tıraş edip saçını insanlar arasında bölüştürdü.

Diğer bir rivayette ise şöyle geçer:

Resulullah bir berber istedi; berber gelip Peygamber'in saçını tıraş etti. Resulullah (s.a.a) tıraş edilen saçlarını Ebu Talha'ya vererek onu halk arasında bölüştürmesini istedi.[54]

Yine Enes'ten şöyle nakleder:

Ben bizzat, bir berberin Resulullah'ın (s.a.a) saçını tıraş ettiğini, sahabelerin ise Hz. Peygamber'in etrafında döndüğünü ve bir saçını bile yere düşürmediklerini gördüm.[55]

Usdu'l-Gâbe'de Halid b. Velid'in hayatı bölümünde şöyle geçer:

Halid b. Velid İranlılarla ve Rumlarla yaptığı savaşlardan ve Dimeşk'in kapısını açmasından dolayı çok ün kazanmıştı. O savaşta başına taktığı sarığa Resulullah'ın (s.a.a) saçından bir tel yerleştirmişti. Onun bereketiyle savaşa gidiyor ve zafer kazanıyordu.

Usdu'l-Gâbe, el-İsâbe ve el-Müstedreku Ale's-Sahiheyn kitaplarında şöyle geçer:

Halid b. Velid Yermuk Savaşı'nda sarığını kaybedince, bazılarını onu bulup kendisine getirmeleri için görevlendirdi. Görevliler gidip eli boş gelince, onları gönderip sarığını bulmalarını tekrar söyledi. Nihayet onlar Halid'in sarığını bulup getirdiler; bu, çok eski ve yıpranmış bir sarıktı. Halid etrafındakilerin şaşkın bakışlarını görünce şöyle dedi: Resulullah (s.a.a) umre yaptıktan sonra saçını tıraş etti. İnsanlar saldırarak Hz. Peygamber'in saçlarını topladı. Ama ben diğerlerinden daha çabuk davranarak Resulullah'ın başının ön kısmının saçını aldım ve bu sarığıma yerleştirdim.  Dolayısıyla bu sarığımı ve içindeki saçı yanıma almadan hiçbir savaşa katılmıyorum; bunun bereketiyle savaşta zafere de kavuşuyorum.[56]

Yine Buharî Sahih'inde şöyle kaydeder:

Resulullah'ın (s.a.a) eşi Ümmü Seleme'nin yanında Peygamber'e ait bir miktar saç vardı. Birisi göz ağrısına tutulduğunda, bir kabın içine biraz su koyarak Ümmü Seleme'nin yanına gönderir, o da Resulullah'ın (s.a.a) saçının kıllarını o suya değdirirdi ve o su hastaya şifâ vesilesi olurdu.[57]

Yine Sahih-i Buharî ve diğer kaynaklarda Ubeyde'den şöyle rivayet edilir:

Resulullah'ın (s.a.a) saçının bir kılına sahip olsaydım, benim için bütün dünyadan ve dünyadakilerden daha iyi olurdu.[58]

5- Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Okuyla Teberrük

Buharî Hudeybiye antlaşması hakkında şöyle yazar:

Resulullah (s.a.a) ashabıyla birlikte Hudeybiye yakınlarında bir su birikintisinin başında indiler. Yanındakiler ihtiyaçlarını gidermek için sudan az az alıyorlardı, nihayet gölcüğün suyu bitti. Bunun üzerine susuzluktan dolayı Resulullah'a (s.a.a) yakındılar. Resulullah (s.a.a) okluğundan bir ok çekerek onu o gölcüğe sokmalarını emretti. Râvi der ki, "Vallahi oku soktukları yerden su kaynamaya başladı ve oradakiler orada oldukları müddetçe onun suyundan alıp içiyorlardı.[59]

6- Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Elinin Yeriyle Teberrük

el-İsâbe kitabında Hanzala'nın hayatı bölümünde ve Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde nakledilen bir rivayet özetle şöyledir:

Hanzala der ki: "Büyükbabam beni Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna götürerek, "Benim büyüklü küçüklü çok sayıda evlâdım var; bu onların en küçüğüdür; evlâtlarım için dua eder misiniz?" dedi. Resulullah (s.a.a) elini benim başıma koyarak, "Allah sana bereket versin (veya ona bereket versin)." buyurdu. Râvi der ki: "Ben, yüzü şişen bir adamı ve memeleri şişmiş olan bir hayvanı Hanzala'nın yanına getirdiklerini ve Hanzala'nın elinin içine tükürerek onu başına sürdüğünü ve 'Allah'ın adıyla bu eli Resulullah'ın (s.a.a) elinin yerine sürüyorum ve ondan hayır ve bereket umuyorum.' dediğini ve daha sonra da elini hastanın şişen yerine sürdüğünü ve hemen oracıkta onun şişinin indiğini gördüm."[60]

Aynı râvinin sözleri el-İsâbe kitabında şöyledir:

...Bismillah diyor, elini kendi başına, Resulullah'ın (s.a.a) elini sürdüğü yere sürdükten sonra hastanın şişkin yerine sürüyordu

ve böylece onun şişkinliği kayboluyordu.

* * *

Evet, Resulullah'ın (s.a.a) bereket ve feyzi, güneşin yere ışıldaması ve gülün gönlü okşayan kokusunun ruhlara işlemesi gibi etrafındakilere

ulaşıyordu. Hayır ve bereket, devamlı Hz. Peygamber'le birlikteydi ve bir an ondan ayrılmıyordu:

İster küçük bir bebekken olsun, ister büyüdükten sonra, ister yolculukta olsun, ister olmasın, ister gece, ister gündüz, ister Halime Sa'diyye'nin çadırında süt bebeği iken, ister ticaret için Şam'a gittiğinde, ister muhâcir olarak Ümmü Ma'bede'nin çadırında oturduğu zaman, ister Medine'de önderlik unvanı aldıktan sonra; bütün hallerde Allah'ın hayır ve bereketi kendisinden ayrılmıyor ve etrafındakileri de kapsamına alıyordu. Yukarıda değindiğimiz noktalarla, Resulullah'ın (s.a.a) bütün hayır ve bereketlerini sayıp bitirmek istemedik. Çünkü onları hiçbir araştırmacı sayıp bitiremez. Aksine, akıl sahiplerine, hak aşıklarına, hakkın yanında olan ve doğruluğa tanıklık edenlere bu kadarının yeterli olacağını umduğumuz için bunlara birer örnek olmaları bakımından değindik. Şimdi, Allah'ın izniyle, Resulullah'tan (s.a.a) şifa dileme konusuna değinecek ve daha sonra yüce İslâm Peygamberi'nin diğer insanlardan seçkin olan özelliklerine yer vereceğiz.

Back Index Next