Sayfalar:  

[1][2][3][4][5][6][7][8][9]

 

Soru 13:

ABDULLAH BİN REVAHA: ESSELAMU ALEYKUM VE RAHMETULLAHİ VE BERAKATUHU SEVGİLİ MÜRSELCİĞİM VE TÜM CANLAR, Öncelikle cevaplarımın gec kaldığı için özür dilerim,ve bir kısım cevaplarımı aşağıda zikredeceğim... Dînî gayret ve salabetimizden tahammülsüz bir hale düştüğümden, Mut a nikahının senin zikrettiğin gibi Hazreti Ömer radıyallahu anh tarafından değil, bizzat Hazreti Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem tarafından yasaklandığını ve "mut'a"nın nikah olmadığını yazmaya; bir vecibe-i İslamiyeyi bildirmeye mecbur oldum. "Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o gerçekte bir hayasızlıktır; kötü bir yoldur." (EI-İsra-32) Yani zinayı irtikab etmek şöyle dursun; gerek ona niyet etmek, gerekse başlangıç olabilecek sebeblere yapışmak suretiyle yaklaşmayın da.. (H.Basri Çantay) İmam Malik, Buharî, Müslim ve daha birçok hadis imamlarının tahric ettikleri hadîs-i şerif aynen şöyledir: "Gerçekte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Hayber gününde, kadınların mut'asını yasakladı. Ve ehli eşeğin etinin yenmesini nehyetti." Bazı rivayetlerde "Hayber günü" yerinde "Fetih gününde" diye varid olmuştur. İmam Malik bu hadîsi senediyle "Kitab-un -Nikah bab:18 h.n. 41"; Buharî "Kitab-ul-Meğazî Bab-u Gazvet-i Haybere h.n. 3945" Müslim "Kitab-un-Nikah Bab-u Nikah-il-Mut'ati h.n. 1407" de tahric etmişlerdir. Ebu Davud'dan başka Kütüb-ü Sitte'nin beşi bu hadîsi tahric etmiştir. [1] Beğavî "şerh-us-Sünne h.n.2292"; Abdurrezzak "EI-Musannaf h.n.14032" de tahric etmişlerdir. Yine Abdurrezzak aynı eserde 14034 no'lu şu hadîsi tahric etmiştir: "Gerçekte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, kadınlarla mut'ayı haram kılmıştır." Bu hadîsi ayrıca Beyhakî de tahric etmiştir. Bütün bunlar gösteriyor ki, mut'a nikahı, bizzat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından yasaklanmıştır. Kendilerine nehiy ulaşmayan ashabdan bazıları, mut'anın neshini bilmedikleri için yapmışlardır. Hazreti Ömer radıyallahu anh, bu işi yapanların hakkında haddin tatbik edileceğini va'detmiştir. Nitekim Beğavî Şerh-us-Sünne'nin 2292 no'lu hadîsinin şerhinde: "Bu hadîsin sıhhati üzerine ittifak edilmiştir. .... Aynı zamanda ulema, mut'a nikahının haramlığı üzerine de ittifak ettiler. Ve gerçekte müslümanlar arasında bu, icmai ümmet gibidir." demiştir. [2] Ahmed bin Hanbel'in rivayetinde "Fetih günü" geçiyor. Aynî diyor ki: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, iki sefer helal, iki sefer haram kılmıştır. Artık kıyamete kadar mut'a nikahı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından haram kılınmıştır." Davudoğlu da, Aynî'nin ibaresinin hemen hemen hepsini, Müslim'in şerhi c.7 h.n.1407 s.223-225'te tercüme etmiştir. Anlaşıldı ki, mut'anın haramlığı hakkında Ehli Sünnet arasında ihtilaf yoktur. Ve şîadan başka ona cevaz veren olmamıştır. Diyorsunki sevgili kardeşim: "En-Nisa' suresinin: "...O halde onlardan hangisiyle faydalandıysanız, ücretini takdir edildiği veçhile verin..." mealindeki 24. ayet-i kerîmesinde: "onlardan hangisiyle faydalandıysanız" ve "ücretini takdir edildiği veçhile verin" buyrulmuştur. Faydalanmak mut'adır. Aksi takdirde "ücret" yerinde "mehir" denilecekti. Şübhesiz hadislerin birçoğunda da mut'aya cevaz verilmiştir. Ebu Bekr zamanında dahi bu iş yapılırdı. Nihayet Amr bin Hureys'in hadisesi zamanında Ömer radıyallahu anh mut'ayı kaldırmıştır, İbni Abbas da buna fetva vermiştir." [3] Şevkanî diyor ki: "Mekke'nin fethinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Haccet-ul-Veda hutbesinde mut'ayı kaldırmıştır." Hattabi'den naklen de diyor ki: "Mut'anın yasaklığı üzerinde icmai ümmet olmuştur. Ancak Şîa'dan bazıları mut'aya cevaz verdiler. Beyhakî, Cafer bin Muhammed'den naklen diyor ki: Muşarun ileyh mut'adan sorulunca: "O, zinanın ta kendisidir. " demiştir." Yine Şevkanî, ibnu Dakîk-il-îd'den naklen diyor ki: " Hanefilerden bazılarının, Maliki mezhebinde mut'anın cevazına dair naklettikleri söz yanlıştır. Çünkü Malikîler mut'a nikahına şiddetle karşı çıkmışlar ve bu sebeble muvakkat nikahın da helal olmadığını söylemişlerdir." [4] Senin verdiğin En-Nisa' suresinin 24. ayetinden aldığın delil dört cihetle çürük ve batıldır: 1. "...O halde onlardan hangisiyle faydalandıysanız..." mealindeki ayet-i kerimede ayet =faydalanmak'tan maksad, nikaha dayalı olan faydalanmaktır. Tabiî ki nikahın şartı da müebbed olmasıdır. Aksi takdirde zinanın meşruiyetine, daha doğrusu modernleşmesine ve modalığına fetva verilmiş olur. 2. Aynı ayetin başında, şer'an ma'ruf ve muayyen olan nikahtan bahsedilmiştir. Ayetin ortasında = "faydalanma"yı, ma'ruf olan nikahtan başkası zannetmek, Kur'an-ı Hakîm'in hükmünü değiştirmekten ibaret olur.[5] 3. Ayet-i kerimede "mehir", "ücret"le ifade edilmiştir. Binaenaleyh "...ücretini takdir edildiği..." sözünden murad, nikah mukabilinde tayin edilen mehirdir; oynaşma, flört ve modernleşmiş zinanın ücreti değildir. Nitekim En-Nisa' 25, yine EI-Maide 5, EI-Ahzab 50, EI-Mümtehine 10. ayetlerinde nikahta verilecek olan '"mehir", "ücret" kelimesiyle isimlendirilmiştir. Binaenaleyh mut'anın ücreti kasdedilmemiştir. Bu takdirde, En-Nisa' suresinin 24. ayetindeki harfi, şart manasındadır. Yani meşru nikahla tayin edilen mehrin, zifafa girmeden evvel, zifafa girmek murad edildiği zaman verilmesi emredilmiştir. Çünkü bu şekilde veriş, iki eşin arasındaki sevgiyi artırırr. [6] 4. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bazı gazvelerinde zarurete mebnî mut'aya cevaz verdiyse de, bilahare yani veda haccında onu kaldırdı. Nitekim "Ey insanlar, gerçekte Ben kadınlardan faydalanmakta size izin vermiştim. Gerçekte Allah Teala kıyamet gününe kadar bunu haram kılmıştır. Kimin yanında kadınlardan birşey olursa, peşi bırakılsın. (Önceden) Onlara verdiğiniz birşeyi almayınız." buyurmuştur. (En önemli delil olarak sunduğun ayet hakkında bu kadar bilgi vermem yeterli olduğu kanısındayım..) Bu hadîsi Müslim "Kitab-un-Nikah Bab-u Nikah-il-Mut'ati ve Beyan-u Ennehu Ubîha sümme Nusiha" başlığı altında 21 nolu hadiste tahric etmiştir. İmam Ahmed bin Hanbel de bu hadîsi tahric etmiştir. Bu hadis dahi sahihtir. Artık bununla beraber mut'a nikahının haramlığını, Hazreti Ömer radıyallahu anh'a isnad etmek korkunç bir hatadır. Mut'a nikahı; Kur'an, sünnet, icma' ve akıl ile haram kılınmıştır. EI-Mü'minun suresinin 5 ve 6. ayetleriyle, mut'a ve muvakkat nikah gibi zinanın her çeşidi haram kılınmıştır. İmanlı bir kimse bu işi işleyemez. Amma hadiste ise; yukardaki hadislerden başka, neshe ve mut'anın haramlığına dair yüz kadar hadis vardır. Amma icma' ise; İmamiyye'den başka ümmetin ittifakıyla, Kadî İyaz'ın da dediği gibi, Rafızî müstesna diğer alimlerin icmai ile mut'a haram kılınmıştır. [7] Yukarda Hattabî ve Beğavî'nin de, "Bu hususta icmaın vuku bulduğu" ibaresini nakletmiştik. Amma aklen ise; birçok faydalı maksadlar ve hayat-ı ictimaiye'nin dengesini korumak için, müebbed olan nikah meşru kılınmıştır. Tabiî ki bunda neslin korunması, iki eş arasında tayyibe hayatın olması ve namusun korunması vardır. Amma mutada ve muvakkat nikahta, cinsel arzuların yerine getirilmesinden başka hiçbir gaye yoktur. [8] Müslümanların mut'aya karşı çıkmaları ve bu işin kaldırılması için gayrete gelmeleri, zamanımızda en elzem vazifedir. Bazı insanlar, genelevini meşru gördükleri gibi, mut'a ve muvakkat nikahı da meşru görürler İslam dîninde zinanın her çeşidi ve her sureti haram kılınmıştır. Acaba Şîa akımına girip, onların sapık fikirlerim yaymak bir maharet midir?!. Ey Müslüman Türk gençleri!.. Varlığınız; namusu korumak ve zinayı kaldırmak, fuhşa karşı çıkmak içindir. Eğer Şîanın modern fuhuş işlemesine ortak olursanız, Allah korusun memleketinizi, mukaddesatınızı çiğnemiş olursunuz.. Yukarıda zikrettiğim sözlerden ve galeyanımdan sizi tenzih ederim canım kardeşim [1] El-Benaye c.4 s.100 ve devamı. [2] Bkz. Umdet-ul-Karî c.8 s.310-312 ve EI-Benaye c.4 s.100 ve devamı. [3] El-Fıkh-ul-İslamî c.7 s.65 ve devamı. [4] En-Neyl-ul-Evtar c.6 s.271'e bakınız. Bu kitabda, derli toplu olarak mut'anın haramlığı hakkında deliller toplanmıştır. EI-Münteka c.3 s.335 ve devamına bakın. Alüsî c.2 s.71; EI-Camiu li Ahkam -il-Kur'an c.5 s.132,133; Feth-ul-Kadîr c.2 s.384 ve devamına bakınız. Müslim'in Şerh-i Nevevîsi'ne de bakınız. [5] Alusî c.2 s.70, 71; El-Camiu li Ahkam-il-Kur'an c.5 s.130 [6] Bir önceki kaynak EI-Camiu li Ahkam-il-Kur'an; Cessas c.2 s.187 ve devamı; Revaiu-l-Beyan c.1 s.459 [7] En-Neyl-ul-Evtar c.6 s.271; EI-Münteka c.3 s.334; Feth-ul-Kadîr c.2 s.384 ve devamına bak. [8] Tefsîr-i Kebîr c.10 s.51 Diğer sosyo kültürel ve akli delilere gelecek olursak onlarıda aşağıda şöyle zikredeceğim Nikah, aile yuvasının kurulmasını sağlayan önemli bir akid, yuvanın temel taşları olan, bir kadınla bir erkeği birbirine kenetleyen en samimi en sağlam bir bağdır. Karşılıklı sevgi ve saygının kaynağı, Kur'anî ifadeyle "misâk-ı galiz" (1) sağlam bir teminattır. Nikah, daha önce birbirine yabancı olan iki şahsı, yine Kur'an ifadesiyle (2) elbise ile beden gibi uyumlu kılan birbirinin ayıbını örten, birbirini olumsuz etkilere karşı koruyan dostluğa ve samimiyete kavuşturan ciddi bir akiddir. Nikah, Allah'ın emri ve Peygamberimizin bize tavsiye ettiği önemli bir sünnetidir. Ve Hz. Adem'den beri meşruiyeti devam edegelen bir kurum, bir yönü ile muamele, bir yönü ile de ibadettir. Bu akidle, taraflar cennet kokularını yuvaya taşıyacak olan çocuk sahibi olacak kadın, ana; erkek de baba ünvanına kavuşacaktır.Ama mut a nikahında bu söz konusu değildir.. (1) Nisa: 4/21 (2) Hanımlarınız sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz (Bakara, 2/187 Nikah, karı-koca arasındaki müşterek hayatın garantisidir. Nikah, hem hukuki hem sosyal, hem ahlâkî ve medenî anlamda ağırlığı olan bir sözleşmedir. Nikah, her iki tarafa bir takım haklar kazandırdığı gibi sorumluluklar da yükler. İslâmın aile hukukunda erkek, ailenin üst sorumlusu ve aile reisi kabul edilir. Ailenin, çalışıp kazanarak geçimini temin etmede, barındırmada ilk sorumlusu odur. Ayet-i kerimede: "... erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler bir derece üstünlüğe sahiptir, Allah azizdir, hakîmdir." (3) buyurularak aile yuvasındaki iş bölümü ve müşterek sorumlulukla erkeğin aile reisliğinden ibaret olan bir derece üstünlüğünü açıklar. Nikah, sadece geçici duyguların ve şehevî arzuların tatmini için hafife alınacak bir fantazi ve bir formalite ve zahiri kurtarmak için kullanılan bir maske değil; dinî, hukukî, ahlâki ve sosyal manada ağırlığı bulunan, ciddiyet ve devamlılık gerektiren bir akiddir. Bu akidle bir aile kurulur, karı-koca arasında birtakım haklar oluşur, birbirlerinden meşrû yoldan yararlanmaları caiz olur. Bu ciddiyet, Kur'an-ı Kerim' in, nikâh, talak, mehir, iddet gibi aile kurumunu ilgilendiren hususlardan bahsederken kullandığı ifade tarzından da çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır: "... bu söylenenler Allah'ın koyduğu (evlilik) sınırlarıdır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarnı aşarsa işte onlar zalimlerdir." (4) Sanırım nikâhın ve aile hukukunun ciddiyetini anlatacak bundan daha anlamlı bir ifade bulmak mümkün değildir. (3) Bakara, 2/228 (4) Bakara, 2/229 bkz. Talak 65/1 NİKÂHIN ŞER'İ TARİFİ VE RÜKÜNLERİ Nikah, evlenme ehliyetine sahip ve aralarında evlenmelerine dini bir engel bulunmayan bir kadınla bir erkeğin şahitler huzurunda evlenme hususundaki karşılıklı rızalarını beyan etmelerinden ibaret bir sözleşmedir. Bu sözleşme ile taraflar arasında karı-kocalık ilişkileri meşrû hale gelmiş, mehir, nafaka, miras neseb... gibi yükümlülükler ve haklar doğmuş olur. Nikahın rüknü tarafların icab ve kabulüdür. (5) İcab, nikâh akdi esnasında ilk önce irade beyanında bulunan tarafın ifadesi, kabul de icaba bağlı olarak aynı mecliste diğer tarafın cevabı demektir. İcab-kabul neticesinde artık nikâh kesinleşmiş olur. (5) Tuhfetül Fukaha; 2/118 Dar-ül kütüb-ül ilmiyye, 1993-1414 Nikahta icab ve kabul, beldelerin örf ve adetlerine göre evlenme ve nikâhlanmayı ifade eden sözlerden ibarettir. Gelin güveğinin nikâh masasına oturrması, gelinliğin giyilmesi, nikâh merasimi için toplanılmış olması gibi karineler karşısında nikâh akdi için kullanılan sözler, akdin gerçekleşmesi için yeterlidir. Zira böyle bir ortamda bu sözlerle nikâh kasdedildiğinde şüphe yoktur.Bilindiği üzere, akidlerde itibar mebaniye değil meaniyedir. Yani akidlerde kelime kalıplarına değil bu kelimelerle kasdedilen manalara bakılır. Nikahın şartlarından birisi de nikâh akdinin şahitler huzurunda yapılmasıdır. Bu, nikâhın meşruiyyet kazanmasının asgari şartıdır. Nikahla zinayı birbirinden ayıran unsur aleniyettir. Aleniyetin asgarisi de nikâhın iki şahid huzurunda olmasıdır. Şahidler hür, akıl baliğ ve müslüman kişiler olmalıdır. Allah ve Rasûlünü şahid tutarak kıyılan nikâh caiz olmaz. Hatta Rasûlüllah'ın ölmediği, her zaman gaybı bildiğine inanılarak yapıldığı takdirde bunun küfür olacağı da ifade edilmiştir. (6) NİKÂH GİZLİLİĞİ KABUL ETMEZ İmam Malik'in, nikâhın ilanını şart koşması, nikâhta aleniyetin önemini gösterir. (7) Düğün davetinin önemine dair hadisler de nikâhta aleniyyetin esas olduğunu göstermektedir. İslâmi kaynaklara göre düğün ziyafeti müekked bir sünnettir. Rasûlullah (s.a.s.) bizzat düğün yemeği (velîmet-ûl Urs) vermiş, verilmesini de emretmişlerdir: "Bir koyunla da olsa düğün ziyafeti yap." (8) buyurmuşlardır. Bu emir sebebiyledir ki, İslâm alimleri düğün davetinin vacip olduğunu, davette dini bir sakınca sözkonusu olmadığı takdirde bu davete katılmanın gerekli olduğunu söylemişlerdir. Hatta Ebû Hüreyre (r.a.): "Bu davete icabet etmeyen Allah'a ve Rasûlüne isyan etmiş olur." (9) demiştir. Hadis kaynaklarında, nikâhın açıktan olmasının gerektiğine dair bölümler açılmıştır. (10) Helal olan nikâhı haramdan, yani zinadan ayıran, düğünde def çalmaktır, ifadeleri yer almıştır. İmam Ata'dan bir rivayete göre, Rasûlullah (s.a.s.)'in yanından bir düğün alayı geçiyordu: "Keşke bununla birlikte bir de oyun eğlencesi olsaydı." (11) buyurmuşlardır. (6) Damat, 1/320 (7) Tuhfetül-Fukaha, 2/131, Fethulkadir ve kenarı inaye c. 2, s. 351 Mısır 1315, Mecmeül-enhûr c. 1 s. 221 (8) Buhari c. 6, s. 118, Siracül münir c. 2. s. 79 Mısır 1324. (9) Nihayetül muhtac c. 6 s. 371. (10) Sünen en Nesaî c. 6 s. 127 (11 ) El-Kitab'ül Musannef li İbn-i Şeybe c. 3, s. 495 Hz. Ömer bir çalgı sesi duydu mu hoşlanmaz sebebini sorardı. Düğün veya sünnet düğünü olduğu söylenince birşey demezdi, susardı. (12) Hz. Ömer zamanında bir hanımın mahalle komşularından biri, yabancı bir erkeğin bu eve girip çıktığını görünce adama kızıp zina isnadında bulunmuş. Adam Hz. Ömer' e şikayet etmiş, evine girip çıktığı kadınla evli olduğunu, isnadda bulunanın cezalandırılmasını istemişti. (13) Davalı ise kadının komşusu olduğu halde bu evlilikten haberi olmadığını savunmuştu. Davacı, evliliğin az bir miktar mehirle olduğu için kimseye duyurulmadığını söylemişti. Hz. Ömer nikâhın şahitlerini sorunca adam, "şahitler, hanımın ailesinden bir kaç kişi idi." deyince Hz. Ömer davalıyı haklı bulmuş cezalandırmamış ve: "Şu nikâh olayını ilan edin de namusunuzu iffetinizi ithamdan koruyun." demişti. (14) NİKÂHTA DEVAMLILIK ESASTIR Görüldüğü üzere gerek şahitlik, gerek düğün ziyafeti ve düğünün usûlüne göre, açıkca ilan edilmesi bütün bunlar nikâhta aleniyyetin lüzumunu ortaya koyan prensiplerdir. Ayrıca nikâhta asıl olan eşler arasındaki bu önerrıli sözleşmenin devamlı olmasıdır. Rasûlullah (s.a.s.) hadislerinde: "Evlenin, boşanmayın. Allah Teâla, zevki gereği sık sık nikâhlanıp boşanan erkek ve kadınları sevmez." (15) buyururlar. (12) a.g.e., c. 3, s. 495 (13) Namuslu bir insana zina isnad etmenin cezası seksen değnektir. Ayrıca böyleleri mahkemelerde şahidlik de yapamazlar. Bkz. Nur Sûresi, ayet; 4-5 (14) El kitabül musannef c. 3, s. 495 (15) En Nihaye li İbn'il Esir, 2, s. 172, Sirac'ul Münir, c. 2, s. 150 Yine Rasûlullah (s.a.s.) buyururlar ki: "Allah bir kimseye saliha bir eş nasibetmiş ise dini yükümlülüğünün yarısını yerine getirmesinde ona yardım etmiştir. Dini yüküınlülüğünün diğer yarısını da varsın kendisi yerine getirmek için çalışıp Allah'tan korksun." (16) Aile yuvasında zuhuru muhtemel hoşnutsuzluklara da çözüm usûlü getiren yüce Mevlâ, eşlerin birbirinin derdine katlanmalarını, aile düzenini bozmamalarını tavsiye buyurmuştur: "... Eşlerinizle iyi geçinin. Onlardan hoşlanmazsanız (yine de sabredin) Siz bir şeyden hoşlanmazsınız ama, Allah sizin hoşlanmadığınız o şeyde birçok hayır yaratmış olabilir." (17) Rasûlullah (s.a.s.) bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Bir mümin, hanımına karşı o kadar kırıcı olmasın. Hoşlanmadığı huyları varsa ona mukabil memnun olabileceği huyları da vardır. (tahammül etsin)" (18) NİKÂHTA DENKLİK Dini, milliyeti, sanatı, sosyal ve kültürel durumları değişik insanların müşterek yuva kurup, ömür boyu huzurla yaşamaları her zaman mümkün olamayacağı için İslâm hukukunda karıkoca namzetleri arasında kefaet (denklik) de sözkonusu edilmiştir. Hatta kadın, velisinin izni olmadan kendine denk olmayan birisi ile evlenirse, kadının velileri bu evliliğe itiraz edebilir ve ayrılma davası açabilirler. (19) Hz. Ömer (r.a.): "Dengi olmayanla evlenen kadınların evliliklerine mutlaka engel olurum." (20) diyerek nikâhtaki denkliğin, devletin müdahelesini gerektirecek derecede önemli bir konu olduğunu vurgulamıştır. Bir hadisi şerifte: "Hanımları, velileri evlendirsin. Ama sakın dengi olmayanlarla evlendirmesinler." buyurulmuştur. İslâm fakihlerinin bir kısmına göre, nikâhda velayet şarttır. Bir hanımın, velisinin izni olmadan kıyılan nikâhı geçerli olmaz. İmam Malik, İmam Şafiî bu görüştedirler. Hz. Aişe'den: Rasûlullah (s.a.s.): "Hangi kadın velisinin izni olmadan nikâhlanırsa onun nikâhı batıldır, batıldır, batıldır." (21) buyurmuşlardır. Bir rivayete göre de: "Velisiz nikâh olmaz" (22) buyurulmuştur. Kadınlar genellikle duygusal olduklarından hayat arkadaşlarını seçmede yanlışlık yapabilirler veya aldanabilirler. Bu takdirde hem kendileri, hem de aileleri perişan olabilir. Dolayısıyla hanımların yapacağı yanlışlıklar sadece kendilerini müşkül duruma düşürmekle kalmaz, sonuçta doğacak olan sıkıntı ve üzüntü bütün aile ve akraba için sözkonusu olur. İmam Ebû Hanife'ye göre hür, âkil, baliğ bir hanım kendi rızası ile hukuken başka biriyle evlenebilir. İmam Muhammed'e ve bir rivayette İmam Ebû Yusufa göre ise nikâhın geçerli olması için velinin izni şarttır. (23) Bir Hanım velisinden izinsiz dengi olmayan birisi ile evlendiği takdirde velisinin itiraz etme yetkisi vardır. Hatta " O, dengi olmayan kişi ile evlenen bir hanımın nikâhı caiz olmaz." (24) görüşü ve rivayeti vardır. (16) Feyz'ül Kadir, c. 6, s. 137, Sirac'ül Münir, c. 3, s. 331 (17) Nisa Sûresi 4/19 (18) Riyazü-s Salihin, c. 1, s. 318, H.No:273. Müslim c. 2, s. 1091 (19) Fethül Kadir li İn-il Hümam c. 2, s. 419 (20) Mebsut c.4, s.196, Fethul Kadir c. 2, s. 417 (21) Sünen-i Ebî Davud c. 2, s. 568 H.No: 2083 (22) a.g.e. c.2, s. 568, H.No: 2085 (23) Dürer c.l, s. 335, Fethül Kadir c.2, s. 391 (24) Damâd c.l, s. 332, Dürer, c.l, s.335 Nikahın gayesi toplumun temelini teşkil eden huzurlu bir aile yuvası kurmak, geleceğin teminatı olan temiz bir nesil yetiştirınek, böylece hem dünyanın, hem de ahiretin saadetini elde etmektir. Bunun tek yolu da nikâhtır. Çünkü nikâhta meşruiyet, samimiyet ve devamlılık vardır. Devamlılık arzetmeyen, temiz bir neslin devamını hedeflemeyen sadece geçici zevklerin tatmini için yapılan geçici ve göstermelik nikâh ve mut'a her hal-ü kârda batıldır. (25) Mut'a: Bir miktar para veya mal karşılığında, şu kadar süre bir kadınla bir erkeğin birbirinden yararlanma anlamına gelen kiralık ilişki demektir. İslâm'dan önce uygulanan ilişki usullerinden birisidir. Cahiliye arapları arasında uygulanırdı. İslâmın ilk dönemlerinde bazı savaşlarda müsaade olunmuş ise de Hayber gazasında ve Mekke-i Mükerreme'nin fethinde mut'a yasaklanmıştır. (26) Tirmizi'de ibni Abbas (r.a.) dan rivayet edilen bir hadiste deniliyor ki: "İslâm' ın ilk dönemlerinde mut'a vardı: Birisi tanımadığı bir beldeye ayak bastı mı bir kadınla anlaşır, ona bir şey verir ve onun yanında kalırdı. Bu kadın adamın eşyasını bekler ona yardımcı olurdu. Ne zaman ki: "Onlar ki eşleri ve cariyeleri dışında mahrem yerlerini herkesten koruyorlar. Doğrusu bunlar yerilmezler. Bu sınırı aşmak isteyen olursa işte bunlar haddini aşanlardır." (27) mealindeki ayeti kerime inince, İbn-i Abbas ayette belirtilen meşru evlilik ve o devirdeki esir cariyeleri kastederek: "Bu ikisi dışındaki evliliklerin hepsi artık haramdır" (28) demişti. Bir rivayete göre İbn-i Abbas bu husustaki belli (mutanın caiz olduğu) görüşünden rucu' etmişti. Gerçekten ayet-i kerimeye bakılırsa mut'a ilişkisi bir evlilik ilişkisi değildir. Zira nikâhla kurulan evlilik ilişkisinin getirdiği karı-koca sorumluluğu, veraset, talak, iddet gibi dini ve hukuki yükümlülükler, mut'a ile kurulan ilişkide sözkonusu olmadığından ayette belirtildiği üzere mut'a, nikâhla kurulan meşru ilişki sınırını aşmak demektir. (29) Yukarıda da belirtildiği üzere mut'a, bir kimsenin bir kadına bir miktar mal vererek "senden bir müddet faydalanmak istiyorum" demesi, kadının da bunu kabullenmesi sonucu meydana gelen bir cinsel ilişki demektir. Müddetin söylenmesi ve sözleşmenin şahidler huzurunda yapılması sözkonusu değildir. Mut'ada, nikâhda kasdedilen aile kurumu evlad yetiştirme, karıkoca samimiyeti gibi kudsi değerler yoktur. Sözü edilen müddet-bir gün, birkaç gün, bir saat, bir kaç saat da olabilir- sona erdi mi erkek elini kolunu sallayarak kadını terk eder gider. Mut'ada kadın haftalık, günlük, saatlik eşya gibi alınır-satılır, elden ele dolaşır durur. Arkasından doğacak çocuklar, tesadüflerin, yanlış ilişkilerin kurbanı olmanın ayıbını ve acısını yüklenir, bir taraftan baba diyeceği birisini ömür boyu arayadursun, bir taraftan da bir insanın küçük dünyası cenneti, tahassungâhı; sığınağı, ilk terbiye ve eğitim yeri olan aile yuvasından, baba ocağı, ana kucağından mahrumiyetine mahkum bırakılmanın hesabını soracağı ve yakasına yapışacağı, bu nevi gayri meşru ilişkilere müsade edenleri, o nefret dolu bakışlarıyla arar durur. Heyhat! Onları ancak mahkeme-i kübrada, "Bilgisizce, beyinsizlikleri yüzünden çocuklarını ölümün kucağına atmanın" (30) hüsranıyla kıvrandıkları zaman bulacak ve yaşasın cehennem diyecek. (25) el-İhtiyar c.3, s. 89, Hidaye ve Şerhi, Fethül Kadir, c.2, s. 384-385 (26) Buhari, c.6, s.129, Tuhfet'ul Ahvezi c.4, s. 225, H.No: 1130 Umdet'ül Ahkan li İbn-i Dakik c.4, s. 36. (27) Bkz. Mü'minûn Sûresi, 23/6-7 (28) Tuhfet'ül ahvezi c.4, s. 226 Hadis No:1131 a.bkz. Fethul Kadir ve kenarı İnaye c. 2, s. 385 (29) Bkz. El İhtiyar c.3, s. 89. GEÇİCİ NİKÂH Muvakkat nikâhın da sonuç itibariyle mut'adan farkı yoktur. Müddet az olsun, çok olsun geçicilik her ikisinde de söz konudur. Halbuki nikâhda devamlılık esastır. Muvakkat nikâh, bir erkeğin bir kadınla şahitler huzurunda belli bir müddete kadar beraber olmak üzere nikâhlanması demektir. Mesela, erkek kadına: "Seninle şu kadar meblâğ mukabilinde bir ay müddetle evlenmeyi kabul ettim." veya "Seni şu kadar mehirle bir müddet için nikâhladım." demesi üzerine kadın da bunu kabul etse bu, nikâh sayılmaz. Bu da bir mut'a olur. Birinde müddetin kısa, birinde uzun olması farketmez. Şahitler huzurunda bu geçici akde nikâh denilmesi de neticeyi değiştirmez. Nikaha müddet biçilmesi, onun bir mut'a, yani geçici faydalanma manasına geldiğinin delilidir. Akidlerde itibar lafızlara değil, kasdedilen manalaradır. (31) Netice bellidir: Müddetin bitmesiyle nikâh sona erecektir. Böyle bir akid, ta başından geçersizdir. Tirmizi mut'a nikâhı hakkında açtığı babda özetle şöyle diyor: Hz. Ali (r.a.), Rasûlullah'ın mut'ayı yasakladığını söylemiştir. Rasûlullah'ın Ashabından ilim ehli olanlarla, diğer ilim erbabına göre bu yasak üzerine amel edilir. Sadece İbn-i Abbas'dan mut'a hakkında ruhsat olduğuna dair birşey ifade edilmişse de bu zat kendisine, Rasûlullah'ın mut'ayı yasakladığından haber verilince görüşünden rucu etmiştir. İlim sahiplerinin ekserisi (Şiadan bazıları hariç) mut'anın , haram kılındığı üzerinde ittifak etmişlerdir. (32) Hatta Hz. Ali (r.a.)'a birisinin (İbn-i Abbas'ın) mut'ada bir beis görmediği haberi ulaşınca İbn-i Abbas'a çatmış ve demişti ki: "Yahu sen cidden şaşırmışsın. Rasûlullah (s.a.s.) Hayber günü mut'ayı da, ehil merkeplerin etinin yenmesini de yasakladı." (33) (30) El-Enam:6/l40 (31) Fethul Kadir: c.2, s. 385. Mecelle: Mad. 3. (32) Tuhfetü'l ahvazî: c.4. s. 225 Hadis no;1130 (33) Sünen-i Nesaî: c.4, s. 126, Müslim c.2, s. 1027 Bab-ü Nikah'il Mut'a Mut'anın ve geçici nikâhın İslâm hukuku ve onun ana kaynakları karşısında geçersizdir. Böyle bir nikâha dayanarak tarafların karı-koca hayatı yaşamaları haramdır. Kızın velisinin izni olmadan evlenmesi İmam Azam'a göre hukuken geçerli ise de bu, onun bütünüyle dini hükümlere uygunluğunu göstermez. Dinimizde ana-baba hakkı Allah (c.c) hakkından sonra gelir. Onların kırılıp üzülmelerine yol açan davranışlardan sakınmak gerekir. Bir evladın ana-babasının haberi olmadan, onlardan izinsiz evlenmesi onları üzer. Anababanın dualarını alarak kurulan yuva uğurlu ve huzurlu olur. Yaşantısının huzurlu ve zevkli olmasını isteyen evlad, anababasının duasını, ilminin bereketli ve yararlı olınasını isteyen talebe de hocasının duasını almaya mecburdur. Anlaşılıyor ki nikâh gelişigüzel bir formaliteden ibaret ve alalede bir akid değildir. Nikah, Allah'ın emridir. Nur sûresinde şöyle buyuruluyor: "İçinizdeki bekarları, köle ve cariyelerden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler Allah lutfuyle onları zengin eder. Hem Allah'ın lutfu boldur. Her şeyi bilendir." (34) Nikah Hz. Adem'den başlayıp, peygamberimize kadar gelen bütün peygamberlerin şeriatında bulunan, en son İslâm şeriatında da en medeni, en hukuki şekilde varlığını koruyan ve kıyamete kadar devam edecek olan önemli bir sünnettir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulur: "Nikâh benim sünnetimdir. Ey Ümmetim evlenin. Ben öteki ümmetlere karşı sizin çoğunluğunuzla övünürüm. Gücü olan nikâhlansın. İmkân bulamıyan da oruçla korunsun. Çünkü oruç, onun için bir kalkandır." (35) Müstakbel eşini seçmede ümmetine bazı ölçüler de sunan efendimiz (s.a.s.) şöyle buyururlar: "Kadın dört özelliğinden ötürü nikâhlanır: Malı, soyu-sopu, güzelliği ve dini için. Sen bunlardan dindar olanını araştır, bul ki, mes'ud olasın (yoksa ümidin boşa çıkar)" (36) : a) Geçici zevk ve tutkulara kapılmadan müstakbel hayat arkadaşını, İslâmi ölçüler dahilinde seçmeli. b) Önemli bir engel yoksa, bu hususta ailesinin de iznini ve onayını almalı. c) Tecrübeler değerlendirilmeli. d) Müstakbel eşini önceden görüp beğenmeli. Hatta konuşup anlaşmalı. e) Nikaha dini ve hukukî kimlik kazandırınak için tescilini yapmalı. Resmen tescili yapılmayan nikâh, bugün kendisinden beklenilen hukuki sonucu vermediğinden kadın ve erkeğin tüm hakları zayi olmakta, kendileri karıkoca sayılmadığı gibi, çocukları da nesebi sahih sayılmamaktadır. Kadına barınma, tedavi ve mehir gibi haklar tanınmamakta, kocası öldüğü takdirde kendisi kocasına, çocukları babalarına mirascı olması mümkün olmamaktadır. Böylece birtakım insan hakları çiğnenmekte, dini bakımdan da büyük bir vebal altına girilmektedir. Yukarıda da izah edildiği gibi nikâh akdi bir yönüyle devleti de ilgilendirmektedir. Devlet, kimin kiminle evlendiğini bilme ve yetişen gençlerin askerlik tahsil ve vatandaşlık görevlerine çağırılmalarında ve bütün vatandaşlık haklarından yararlanmalarında resmen nüfus siciline kayıtlı olmalarını isteme hakkına sahiptir. Devletin bu düzenlemesi dine aykırı değildir. Nikah hususunda dinin özüne, yani Kur'an ve Sünnet'e aykırı olmayan düzenlemeler de yapabilir. Nitekim tarih boyunca bu yapılagelmiştir. Mesela: Osmanlılann son döneminde 1917 tarihli bir aile hukuku kararnamesi düzenlenmiştir. Bu kararnamenin 33. maddesinde nikâh akdinden önce keyfiyetin ilan edilmesi, 37. maddesinde ise nikâhın, taraflardan birinin ikametgahının bulunduğu yerdeki hakimin veya yetkili kıldığı kişinin huzurunda kıyılarak akidname düzenlenmesi ve tescili şart kılınmıştı. Ayrıca erkeğin evlenme yaşı en az 18, kızın 17 olarak kabul edilmiştir. Bugün resmi nikâh akidlerinde dinin istediği icab-kabul vardır. Şahidler huzurunda yapılmakla nikâhda istenilen aleniyet de mevcuttur. Hanım ve erkeğin nikâh akdini imzalarıyla teyid ve tekid etmeleriyle artık geri dönüşü mümkün olmamak üzere nikâh resmiyet kazanmış, akde bağlı haklar gerçekleşmiş olmaktadır. Artık ayrıca bir dini nikâh kıyılmasına ihtiyaç kalmamakla beraber, bir din görevlisinin, çiftlerin mutlulukları için dua yapması, kendilerine nikâhın kudsiyetini ve bundan sonraki görevleri hakkında dini nasihatta bulunması da yerinde bir davranıştır. (34) Nur Sûresi: 24/32. (35) Keşful Hafa: c.2, s. 324 (36) et-Terğıb: c.4, s. 45. Tecrid Terc. H.No: 1793. Muteber kaynaklardan "Dürri'l Muhtar" isimli eserde: "-Bizim için hiçbir ibadet yoktur ki, Hz. Adem (as) devrinden bugüne kadar meşru olsun da, cennette de devam etsin!.. Bundan yalnız nikah ile iman müstesnadır" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin, bu metni şerhederken: "-Çünkü nikah bir vecihle ibadet, bir vecihle muameledir. Nikahla cihadın her ikisi, Müslümanın ve İslam'ın vücud bulmasına sebeb olmakta müşterek iseler de, musannıf nikahı evvel zikretmiştir. Çünkü Müslüman ferdlerin nikah ile çoğalması, cihad ile çoğalmasından kat kat fazladır" (1) diyerek, önemli bir inceliği gündeme getirmiştir. İslamın temel hedeflerinden birisi de nesil emniyetini sağlamaktır. İslami nikah; hem ibadet, hem muamelat hükmündedir. Belediye evlenme akdinde, ibadet unsuru mevcut değildir. (1) İbn-i Abidin- Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar- İst: 1983 C: 5 Sh: 247. (2) Şeyh Nizamüddin ve Heyet- Feteva-ı Hindiyye-Beyrut: 1400 C:1 Sh: 281. (3) İmam-ı Serahsi- El Mebsut- Beyrut: ty C: 5 Sh: 62-63. Ayrıca İmam-ı Merginani- El Hidaye- Kahire: 1965 C: 1 Sh: 204 (4) İbn-i Hümam- Fethu'l Kadir-Beyrut: 1315. C: 2 Sh: 360. (5) Şeyh Nizamüddin ve Heyet- C: 1 Sh: 267. (6) İbn-i Hümam- A.g.e C: 2 Sh: 351 Kardeşim inşaallah vaktim oldukça sana cevaplarımı yollayacağım kendine iyi bak.... Monday May 28th 2001 07:07:58 PM Name: abdullah bin revaha Comments: SEVGİLİ VE MUHTEREM MÜRSEL KARDEŞİM..!! Evvelen,nikahı mut'a meselesi ile ilgili girmiş olduğumuz fikri muta ala,müzakere,muhavere ve mübahase hasebiyle bize cevap vermek için göstermiş olduğunuz fevkalade gayret ve himmet ve vefadarane ve vefakarane muamele-i müşfikanenizden dolayı memnuniyyet ve mesruriyetimi acizane ifade etmekten müteşekkirim... Diğer isnadlarına da (sanki cımbızla çekilip çıkartılmışcasına temas ettiğin meselelere) cevaplar ve deliller getirmeden önce şu aşağıda belirttiğin meseleyede kısaca değinmek isterim.. -" Husün ve Kubuh aklî midir, şer'î midir? Yani bir şeyin güzel ve çirkin, iyi ve kötü olduğu akıl ile mi bilinir, yoksa şer'î hükümlerle mi? Bu çok detaylı ve kelam ilminin en zevkli ve önemli konularından birisi. Başlıca iki görüş var bu konuda: 1. Aklîdir : Yani bir şeyin iyi yada kötü olduğu akıl ile bilinir. Akıl o şeyin iyi mi, yoksa kötü mü olduğuna karar verebilir. Allah bir şeyi emretmişse; o şey aslında güzel bir şey olduğu için emretmiştir. Bir şeyi de yasaklamışsa; o şey zaten kötü olduğu için yasaklamıştır. Ehl-i Beyt mektebi, Mu'tezile mektebi ve içlerinde el-Cessâs'ın da yer aldığı; Ehl-i Sünnet mektebinin büyük bir kesimi bu kanaatte. Hiç kuşku yok; doğrusu da bu. 2. Şer'îdir : Yani bir şeyin iyi yada kötü olduğu akıl ile bilinmez. Akıl o şeyin iyi mi, yoksa kötü mü olduğuna karar veremez. Akıl bu işten anlamaz! Bir şey Allah tarafından emredildiği için iyi, yasaklandığı için kötüdür! Yani o şey emredildiği için iyi ve güzel, yasaklandığı için de kötü ve çirkin olmuştur! Kur'an'ın ruhuna ve akla tamamen aykırı olan bu görüşü ise; Ehl-i Sünnet mektebinin "Eş'arî" ekolü benimsiyor. Konu hakkında hem kelâm, hem de usûl-ü fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerinden yararlanılabilir. Örnek olarak bk. Sadruşşerîa,I,328 vd.; el-Ğazzâlî,I,55 vd., el-İqtisâd:73 vd.; el-Âmidî, el-İhkâm:I,72 vd., el-Ğâye: 233 vd.; Adud el-Îcî, el-Aqâid'ül-Adudiyye:II,209 vd.; el-İsnevî,I,38 vd.; İbn-i Hümâm,II,89 vd., el-Müsâyera:151 vd.; İbn-i Abdişşekûr,I,25 vd.; Seyyid Bey, Usûl-ü Fıqh:II,211 vd.; M. Rızâ Muzaffer, Usûl-ü Fıqh:I,195 vd.; Ca'fer Sübhânî,I,231 vd. el-Cessâs, "O gün zina değildi; sonra zina oldu!" derken; bu konuda kendi çizgisinin dışına çıktığının farkında mıdır; bilmem!" - Bu şekilde ifade etmişsin.... Mürselciğim !! gayet iyi bilmemiz gereken bir husus vardır ki,o da şudur:Maturidiyye ve Eşariyye ekolleri tamamiyle EHLI SÜNNET VEL CEMAATİN içindedirler ve hiçbir suret i katiyyede ne Mutezile ne Cebriyye ne Caferiyye ne Hariciyye nede Mürcie v.s ..ekollerinin peşinden gitmişlerdirler .Şöyle ki ikisi arasında görünen farklılıklar esasatta değil teferruattadırlar,biraz daha netleştirecek ve avam lisanıyla ifade edecek olursak,Maturidiyye beyan etmişki:Allah birdir,,Eşariyye ifade etmişki:Kainatın sahibi birdir,,BU İFADELERDE NE FARK VAR,NEDE TENAKUZ VAR sadece fark ifade tarzı ve şekillerindedir. Aynen öylede,Maturidiyyeyi nasıl oluyorda !!Mutezile ile ve Caferiyye ile meczedebiliyorsunuz..? İmam ı eşari derki :Allah emreder güzel olur Allah nehy eder çirkin olur,İmam ı Maturidi ise derki :Allah Hakiim (hikmetle işgörür,ondan abesiyet sadır olmaz onun bütün tasarrufatında ve fiillerinde faidesizlik ,muvazenesizlik görülmez )olduğu için meseleyi bu noktadan izah ve şerh etmiştir.(Maturidiyye akaidini sıhhatli anlayabilmek lazım.) ehli sünnet vel cemaat akılcı değildir aklı esas almaz fekat aklıda reddetmez,Kuranın çok yerlerinde "EFELA YAĞGILUUN :AKLETMEZLERMİ? AKILLARINI KULLANMAZLARMI?" İbarelerine nasıl muhalefet etsinler (Vahy ile nurlanmayan akıl nasıl doğruyu bulabilir ki?)bir misal ile meseleyi hitama erdiriyorum..Nikah helal zina haram,halbuki fiil aynı,Allah emrettiği için nikah helal(GÜZEL)ALLAH yasakladığı için zina haram (ÇİRKİN) Adam öldürmek harbde helal ,sulh zamanında ise;Haram,halbuki fiil ikisindede aynı....HERHALDE CESSASIN BEYANATINDAKİ İNCELİK VE HASSASİYETTE ANLAŞILMIŞ OLSA GEREK...Vesselam.......


Cevap:

Mürsel:
BismillahirrahmanirrahimSayın Abdullah b. Revaha kardeşim. Selamun aleykum! Uzun bir beklemenin ardından bilahare intizar ve merakımızı giderip kısmi de olsa bize cevap verdiğiniz için teşekkür ederim. Bu zaman zarfında cevapların gecikmesini hayra yorumlayıp her halde Abdullah kardeşimiz titiz, dikkatli, etraflı bir çalışmayla bizi aydınlatıp yazılarımızda ortaya koyduğumuz hususlara detaylı, delil ve senetlere dayanarak mantıklı ve doyurucu cevaplar vermeye çalışıyor; tabii olarak da böyle bir çalışma uzun bir zaman alır diye düşünüp hemen her gün siteye göz gezdirip sabırsızla cevabınızı bekliyorduk. Fakat büyük bir teessüfle (ve özür dileyerek) söylemeliyim ki bunca aradan sonra gelen cevap beni tam anlamıyla hayal kırıklığına uğratmıştır. Zira ben etraflı, doyurucu ve özellikle konunun her aşamasında adım adım bizzat Sünni kaynakları referans gösterip ortaya koyduğumuz hususlar üzerinde yoğunlaşarak, aynı kıstaslara dayanan cevaplar beklerken bazı cüzi hususlar hariç benim ortaya koyduğum hususlar göz ardı edilip es geçilerek kendi bildiğini okuma taktiği uygulanmış ve belgeli olarak cevapladığımız bir çok konuda tekrarı mükerrerattan başka hiçbir şey ortaya konulmamıştır. En çok üzüldüğüm husus ise gerçekten bir alime değil bir avama bile yakıştıramadığım, ilmi ölçülerden uzak kendi koyduğunuz ve üstelediğiniz üslubu, yani duygusallıktan uzak kalma prensibini çiğneyerek duygusal, hatta hamaset fışkıran ve kışkırtıcı, yer yer aşağılayıcı tabirlerle yazınızı süslemeniz!!! Okuyucularımız bunu bir mübalağa olarak algılamasınlar diye ben tabirinizi aynen buraya aktarıyor ve hükmü sizin ve okuyucuların insaf ve hükmüne bırakıyorum: "Müslümanların Mut'aya karşı çıkmaları ve bu işin kaldırılması için gayrete gelmeleri, zamanımızda en elzem vazifedir. Bazı insanlar, genelevini meşru gördükleri gibi, Mut'a ve muvakkat nikahı da meşru görürler. İslam dîninde zinanın her çeşidi ve her sureti haram kılınmıştır. Acaba Şîa akımına girip, onların sapık fikirlerini yaymak bir maharet midir?! Ey Müslüman Türk gençleri!.. Varlığınız; namusu korumak ve zinayı kaldırmak, fuhşa karşı çıkmak içindir. Eğer Şîa'nin modern fuhuş işlemesine ortak olursanız, Allah korusun memleketinizi, mukaddesatınızı çiğnemiş olursunuz." Muhterem, bari cihat fermanı da verip kendinizi rahatlatsaydınız bir kere! Ve hitabeyi takdim ettiğiniz "Müslüman Türk gençliği" de Mut'a'ya inanan herkesi tuttukları yerde boğazlasaydılar; siz de onların sevabına ortak olsaydınız!!! Bütün bunları rahatlıkla söyleyebiliyor; ardından da "Sizi tenzih ediyorum" diyorsunuz. Benim de sapık (!!) bir Caferi Şiası olduğumu, Mut'aya inandığımı ve gördüğünüz gibi onu savunduğumu bildiğiniz halde bu tenzihi nasıl yapabiliyorsunuz acaba; onu merak ediyorum?! Bu nasıl bir mantıktır muhterem kardeşim? Farz edelim ki bizim getirdiğimiz deliller sizin açınızdan tutarlı olmasın; ama siz de biliyorsunuz ki bu bir fıkhi-ictihadi mes'eledir. Acaba bir müctehid elindeki delillerden hareketle bir konuda başka bir müctehidin görüşüne ters bir fetva ve görüş ortaya koyduğunda ona böyle mi tavır takınılır?! İctihad Ehl-i Sünnet mantığında hatta iki müctehidin arasında kanlı savaşlara bile yol açtığında, her iki müctehid de mazur görülüyorsa (Muaviye ve Hz. Ali'nin arsındaki savaşta olduğu gibi) böylesine bir fıkhi mes'elede aykırı düşünen kimseler hakkında bu denli tavizsiz ve hamasi davranmak, tahkir ve küçümseme yoluna gitmek, hangi akli veya dini ölçüyle bağdaşır?! Yazınızı okuduğumda, arkadaş bu muhterem bana mı cevap veriyor, yoksa başkasına mı? Demekten de kendimi alamadım ve acaba gerçekten benim verdiğim cevabı bir kere olsun baştan sona dikkatlice okumuş da mı cevap veriyor, yoksa okumadan veya tam okumadan mı? Diye tereddüde kapılmadım dersem yalan olur. Muhterem kardeşim, beni sözlerinizi (veya verdiğiniz hadisleri) cımbızlamakla itham ediyorsunuz. Halbuki sizin bu meselenin, üzerinde durduğunuz tek boyutu, nesh olayıydı ki, verdiğiniz hadislerin hepsine teker teker, ister senet isterse muhteva açısından inceleyerek cevap vermekle kalmamış, sizin vermediğiniz bir çok ravinin rivayeti de yine aynı üslupla incelenmiş ve cevap verilmiştir. Sizin önceki yazınızda rivayetlerini naklettiğiniz raviler şunlar: 1- Sebra 2- Hz. Ali 3- Seleme ibn-il Ekva' 4- Hasan-ül Basri 5- Ebu Hureyre. Biz Hasan-ül Basri'nin dışında diğer ravilerin rivayetlerini hepsini ele alıp incelemiş bulunuyoruz. Hasan-ül Basri'ninkine gelince, onun mürsel bir rivayet olduğunu zaten sizin kendiniz kaydetmişsiniz. Mürsel bir rivayete delil olarak istinad edilemiyeceğini sizin de bişmiş olmanız gerekir. Evet biz sadece sizin verdiğiniz rivayetlerle yetinmeyip şu ravilere dayandırılan rivayetleri de ele alarak teker teker, hem muhteva hem de sened açısından inceleyip cevaplarını verdik. 1- Abdullah b. Ömer 2- Enes b. Malik 3- Cabir b. Abdillah 4- Ebuzer elĞıfari 5- Ömer b. Hattab 6- Zeyd b. Halid elCuheni 7- Sahl b. Sa'd 8- Ka'b b.Malik el-Ensari 9- Sa'lebe b. Hakem el-Leysi 10- Haris. Üstelik (sizin yaptığınızın tam aksine) bizzat Sünni kaynaklara ve Sünni rical âlimlerinin görüşlerine istinad edilerek. Keşke siz de bir zahmet edip, hepsinde değil en azından bir iki yerde aynı mantığı güdüp 'Arkadaş bak bu delilin veya ileriye sürdüğün bu görüş, sizin şu prensibinize, rivayetinize veya rical âliminizin görüşüne göre yanlış, çürük ve zayıftır' deseydin de bir nebze olsun inandırıcı ve ikna edici olsaydın! Peki muhterem, sen bizzat kendi kaynaklarınızdan verilen onca delil ve referansı göz ardı edip inanmadığın halde, sadece, kendi kaynaklarınızdaki diğer rivayetlerle bile ters düşen bazı rivayetleri öne sürerek bizi nasıl ikna edebilir, inandırabilirsiniz? Allah aşkına bunun bir mantığı var mı? Bakın biz bir sürü Kur'ani ve Nebevi referansa dayanarak (ki bunların en önemlilerinden birisi ümmetin dalaletten korunma garantilerini Kur'an ve Ehl-i Beyt olarak bildiren meşhur ve mütevatir "Sekaleyn" hadisidir), evet bunca müşterek referansa dayanarak Resulullah'tan (s.a.a.) sonra Ehl-i Beyt'in söz ve davranışlarını kendimize hüccet bilip bu vesileyle başkalarından kendimizi müstağni görmemize rağmen hiçbir zaman, Sünni kardeşlerimize kaynaklarımızdaki binlerce Ehl-i Beyt hadisini referans ve delil olarak göstermiyoruz, göstermeyiz de. Zira haklı olarak diyebilir ki "Arkadaş ben onlara inanmıyorum. En azından, onların doğruluğu bana sabit değildir." Bu yüzden ihtilafi konuların hemen hepsinde veya çoğunda, bu kardeşlerimizin bizzat kendi kaynaklarından delil sunmaya çalışıyoruz. Ezcümle Mut'a konusunda da aynı şeyi yapmışızdır ki tarafsız bir gözle yazımızı gözden geçiren herkes bunu teslim eder. Bütün bunları gördükten sonra ve herkesin gözü önünde olan o geniş ve belgeli cevaptan sonra; yeniden cevap verip vermeme hususunda bir müddet tereddüt içerisinde kaldım. Zira bu aşamadan sonra aynı mantıkla devam edecek bir müzakerenin bir fayda getirmeyeceğini ve gittikçe boş cedelleşmelere bile sürüklenebileceğimizi düşünüyordum. Fakat iki şey yeniden ve belki de son defa cevap yazmaya itti beni. Birincisi yanlış anlaşılmaya mahal vermemek, ikincisi ise siteye giren bazı kardeşlerin benden cevap istemeleri. Evet biz aslında Mut'a hakkındaki önceki yazımızı cevap olarak büyük ölçüde yeterli görüyoruz ve okuyucu kardeşlerimizi o yazıyı eğer okumamışlarsa ve bu konuları tarafsız bir gözle araştırmayı merak ediyorlarsa dikkatlice okumalarını tavsiye etmekle birlikte bu yazımızda da bazı tekmili bilgiler ve cevaplar vererek artık bu konuyu noktalamk istiyoruz. Siz Abdullah kardeşimden de istirhamım, haşiyeye çıkıp başka şeylerle uğraşmanın yerine önce kendi kaynaklarınızdaki bu tenakuzları halletmenizdir. Aksi takdirde hiç bir zaman inandırıcı olmaz ve (kendi tabirinizle) hakkın zuhur u buruz etmesine yardımcı olamazsınız aziz kardeşim. Fakat siz aynı üslubunuzu devam ettirmek istiyorsanız, aynı ölçü ve kıstaslarla hareket etmek istiyorsanız, o zaman birbirimizi ve daha önemlisi başkalarını boşuna oyalamanın bir anlamı yoktur. Herkes kendi bildiği ve inandığı yola gitsin, boş yere de birbirimizi (Allah korusun) incitmeyelim. Nasıl olsa bir gün doğrular karşımıza çıkacaktır İnşaallah; burada da olmasa, öbür tarafta muhakkaktır!! Şimdi geçen yazımıza tamamlayıcı niteliğini taşıyan ve sizin son yazınızda ortaya koyduğunuz bazı hususları da dikkate alarak değinmek istediğimiz bazı hususlar: 1- Mut'ayla ilgili delil olarak verdiğimiz Nisa, 24. ayete verdiğiniz cevaba yönelik evvela şunu söylemeliyim ki biz bu ayetin Mut'a hakkında olduğunu yine sadece kendi kaynaklarımıza dayanarak değil bir çok Sünni kaynaklara, aynı zamanda bir çok sahabi ve tabiinin, yine bir kısım Sünni müfessirlerin görüşlerine dayanarak teyid ettirdik. Şimdi diyeceksiniz ki eğer o müfessirler bu ayetin Mut'a hakkında olduğunu söylüyorlarsa, o zaman neden Mut'aya inanmıyorlar? Cevabı şudur ki onlar bu ayetin Mut'a hakkında olduğunu kabul etmelerine rağmen ayetin sonradan nesh edildiğini zannediyorlar. Biz ise nesh olayı bölümünde bunun cevabını vermiş ve nesh edilmediğini ispatlamaya çalışmışız. Saniyen ayetin Mut'a hakkında olmadığını savunanların bizim istidlalimize karşı ortaya koydukları en önemli itirazlarını da birer birer ortaya koyup cevaplandırdık. önceki yazımızda. Sizin ortaya koyduğunuz dört cihete gelince, diyorsunuz ki: 1. "...O halde onlardan hangisiyle faydalandıysanız..." mealindeki ayet-i kerimede ayet =faydalanmaktan maksat, nikaha dayalı olan faydalanmaktır. Tabiî ki nikahın şartı da müebbed olmasıdır. Aksi takdirde zinanın meşruiyetine, daha doğrusu modernleşmesine ve modalığına fetva verilmiş olur. Cevap: Muhterem kardeşim, tabi ki faydalanmaktan maksat nikaha dayalı faydalanmaktır. Ancak nikahın şartı da müebbed olmasıdır sözünüz, nikahın sadece daimi nikahtan ibaret olduğu önyargısına dayanmaktadır. Evet daimi nikahta, adından da belli olduğu gibi müebbed olması şarttır. Ancak geçici nihahta bu böyle değildir. O halde bu bizim ayete dayalı istidlalimize cevap değil, bizzat Mut'a nikahının aslının meşru olup olmadığıyla ilgilidir. Zaten bahsimizin de ana mihverini bu konu oluşturmaktadır. Siz nikahın sadece daimi nikah olduğunu iddia ediyorsunuz, biz ise getirdiğimiz delillerle bunun böyle olmadığını ispatlamaya çalışıyoruz. "Sebbit-il arş, sümme unquş." 2. Aynı ayetin başında, şer'an ma'ruf ve muayyen olan nikahtan bahsedilmiştir. Ayetin ortasında = "faydalanma"yı, ma'ruf olan nikahtan başkası zannetmek, Kur'an-i Hakîm'in hükmünü değiştirmekten ibaret olur. Cevap: Bu itirazınızı önceki yazımızda cevaplamış bulunuyoruz. Oradaki açıklamalarımız dikkate alındığında görülecektir ki aslında ayetteki "istimta" kelimesini Mut'a nikahı olarak algılamazsak o zaman bir çok mahzurla karşılaşmış oluruz. Nitekim büyük Ehl-i Sünnet müfessiri Fahruddîn er-Râzî bunları fark etmiş olacak ki, el-Cessâs'ın (bizim de naklettiğimiz) itirazlarından bazılarını naklettikten sonra, "Bunlar boş sözlerdir! Burada en iyisi şunu söylemektir: Biz Mut'anın mübah idiğini inkâr etmiyoruz. Sadece bunun nesh edilmiş (hükmü kaldırılmış) olduğunu söylüyoruz!" diyerek ayetin Mut'a nikâhı hakkında açık olduğu ve bundan kurtulmanın ise "nesh"e gitmek olacağı üzerinde genişçe duruyor. (et-Tefsîr-ül Kebir: X, 53 ) 3. Ayet-i kerimede "mehir", "ücret"le ifade edilmiştir. Binaenaleyh "...ücretini takdir edildiği..." sözünden murad, nikah mukabilinde tayin edilen mehirdir; oynaşma, flört ve modernleşmiş zinanın ücreti değildir. Nitekim En-Nisa' 25, yine EI-Maide 5, EI-Ahzab 50, EI-Mümtehine 10. ayetlerinde nikahta verilecek olan '"mehir", "ücret" kelimesiyle isimlendirilmiştir. Binaenaleyh Mut'anın ücreti kastedilmemiştir. Bu takdirde, En-Nisa' suresinin 24. ayetindeki harfi, şart manasındadır. Yani meşru nikahla tayin edilen mehrin, zifafa girmeden evvel, zifafa girmek murad edildiği zaman verilmesi emredilmiştir... Cevap: Bu itirazınızın cevabı da önceki yazımızda ayetten bahsedilirken geniş bir şekilde verilmiştir. Korkunç bir cüretkarlıkla Mut'a nikahını (haşa) modernleşmiş zina olarak nitelemenize ise orada da cevap vermiştik; daha sonra da Allah'ın izniyle üzerinde duracağız inşaallah. 4. Peygamber sallallahu aleyhi (alihi) ve sellem, bazı gazvelerinde zarurete mebnî Mut'aya cevaz verdiyse de, bilahare, yani veda haccında onu kaldırdı. Nitekim "Ey insanlar, gerçekte ben kadınlardan faydalanmakta size izin vermiştim. Gerçekte Allah Teala kıyamet gününe kadar bunu haram kılmıştır. Kimin yanında kadınlardan bir şey olursa, peşi bırakılsın. (Önceden) onlara verdiğiniz bir şeyi almayınız." buyurmuştur. Cevap: Bu cevabınızın da yine ayete istidlalle bir alakası yoktur. Resulullah'ın (sizin tabirinizle haşa) flört ve modern zinaya zarurete mebni önce izin verip, bilahare de yasakladığını (!!!) belirten bu rivayetin tahlilini ise hem sened, hem de muhteva açısından önceki yazımızın ilgili bölümünde yaptığımız için tekrara gerek görmüyoruz. 2- Yazınızın bir yerinde "Mut'an'ın Resulullah tarafından değil 2. Halife tarafından yasaklandığını söylemek korkunç bir hatadır" diyorsunuz. Muhterem (sizin göstermeğe çalıştığınızın tam aksine) biz bunu kendi kafamızdan çıkarmış değiliz; sizin gibi sadece kendi kaynaklarımıza dayandırarak da söylemedik; bizzat Sünni kaynaklara ve rivayetlere dayanarak ortaya koyduk. Eğer bu, gerçekten (sizin deyişinizle) korkunç bir hata ise, bu hataya herkesten önce sizin kendi kaynaklarınız düşmüştür demektir. Ama siz bir türlü görmek istemiyorsanız, o başka mesele! Siz önce kendi probleminizi ve çelişkilerinizi kendi aranızda çözün, ondan sonra başkalarına sıra gelsin. Biz burada aynı şeyleri tekrarlayarak okuyucularımızı mecburen yoracağımız için onlardan özür diliyoruz. Evet geçen yazımızda bu konuda yazımızın "Mutaya Cevaz Verenlerin Sünnet'ten Delilleri" bölümünde geniş bilgi vermiştik. Şimdi biz Mut'anın Resulullah'ın zamanında Efendimiz'in irtihaline kadar, hatta 1. Halife'nin zamanında bile uygulandığını daha sonra II. Halife zamanında yasaklandığını gösteren bazı belgeleri tekrar buraya aktarıp bu sefer gözünüzden kaçmasın diye, en azından okuyucularımızın dikkatini çekmek için büyük harflerle yazıyoruz. Benim okuyucu kardeşlerden istirhamım, bu rivayetleri okuduktan sonra onları Abdullah kardeşin bu konuda söyledikleriyle karşılaştırıp değerlendirme yapmalarıdır. Tekrar vurguluyorum, her rivayetin sonunda verdiğimiz kaynaklar lütfen göz ardı edilmesin. Mut'a nikâhının caiz olduğuna dair Sünni kaynaklardan pek çok delil var. Allah'ın Resûlü (s.a.a) hayattayken bu nikâhın uygulandığına ve daha sonra da kaldırılmadığına dair hadisler şu sahâbîler aracılığıyla bizlere ulaşıyor: 1. Abdullâh b. Mes'ûd: O şöyle anlatıyor: "ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) İLE BİRLİKTE GAZA EDİYORDUK. YANIMIZDA KADINLAR(IMIZ) YOKTU. (CİNSEL ARZULARIMIZ İYİCE BASTIRMAYA BAŞLAYINCA) "ACABA KISIRLAŞSAK MI!?" DEDİK. ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) BİZİ BUNDAN MENETTİ; ARDINDAN BİZE BİR ELBİSE KARŞILIĞINDA BELLİ BİR ZAMANA KADAR BİR KADINLA EVLENMEMİZE (MUT'AYA) İZİN VERDİ VE "EY İMAN EDENLER! ALLAH'IN SİZE HELAL KILDIĞI ŞEYLERİ HARAM KILMAYIN..." AYETİNİ OKUDU." (Ahmed: I, 420, 432, 450; Buhârî: tef. Mâide, 9, nikâh, 8; Müslim: nikâh, 11; el-Beyheqî, VII, 200~201) 2. Câbir b. Abdillâh: a) Hz. Câbir umre yapmak üzere Medîne'ye geldiğinde kendisine bir takım sorular soruluyor. İş Mut'aya gelince şu cevabı veriyor: "EVET, ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A), EBÛBEKR VE ÖMER ZAMANINDA İSTİMTÂ' (MUT'A) YAPTIK." (Ahmed: III, 380; Müslim: nikâh, 15) b) "BİZ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) VE EBÛBEKR ZAMANINDA BİR AVUÇ KURU HURMA VE UN MUKABİLİNDE İSTİMTÂ' YAPARDIK. NİHAYET ÖMER, AMR B. HUREYS HADİSESİNDEN ÖTÜRÜ BUNDAN NEHYETTİ." (Ahmed: III, 304; Müslim: nikâh, 16) c) Birisinin gelerek Abdullâh b. Zübeyr ile Abdullâh b. Abbâs'ın her iki Mut'ada da ihtilâfa düştüklerini söyleyince, Hz. Câbir, İbn Abbâs'ı haklı buluyor ve konuya şöyle açıklık getiriyor: "BİZ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) İLE BİRLİKTE HER İKİSİNİ DE YAPTIK. SONRA ÖMER BİZE BUNLARI YASAKLADI; O YÜZDEN BİR DAHA YAPAMADIK." (Saîd b. Mansûr, es-Sünen:I, 218; Ahmed: III, 325, 356, 363; Müslim: hac, 212, nikâh, 15; el-Beyheqî, VII, 204 Aynı mahiyette biraz daha detaylı rivâyet için bk. Ahmed: I, 52, III, 298; Müslim: hac, 145; el-Cessâs, III, 96; el-Emînî, el-Ğadîr: VI, 207, 209~211) 3. Câbir b. Abdillâh ve Seleme b. Ekva': Her ikisi de diyor ki: "BİZ BİR ORDU İÇİNDEYDİK. ALLAH'IN RASÛLÜ'NÜN (S.A.A) BİR HABERCİSİ GELDİ VE DEDİ Kİ: ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) SİZE MUT'A YAPMANIZ İÇİN İZİN VERDİ; MUT'A YAPABİLİRSİNİZ." (Ahmed: IV, 47, 51; Buhârî: nikâh, 32; Müslim: nikâh, 13~14) 4. Ebû Said el-Hudrî: "BİZ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) ZAMANINDA BİR ELBİSE MUKABİLİNDE MUT'A YAPARDIK." (Ahmed: III, 22 el-Heysemî "İsnadı sahih" diyor. el-Mecma': IV, 486) 5. Abdullâh b. Abbâs: "HİÇ ŞÜPHESİZ, MUT'A MÜTTAKÎLERİN (TAKVÂ SAHİBİ OLANLARIN) İMAMI, YANİ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) ZAMANINDA YAPILIRDI..." (bk. Müslim: nikâh, 27; el-Beyheqî, VII, 205) 6. Sa'd b. Ebî Vaqqâs: Kendisine Mut'anın hükmü sorulduğunda "BİZ ONU YAPTIK." CEVABINI VERİYOR. (Ahmed: I, 181 Müslim'in şartlarına göre sahih isnadla rivâyet ediyor.) 7. Esmâ bt. Ebîbekr: Müslim el-Qurrî anlatıyor: ABDULLÂH B. ABBÂS'A MUT'ANIN HÜKMÜNÜ SORDUM; RUHSAT VERDİ. HALBUKİ ABDULLÂH B. ZÜBEYR BUNDAN NEHYEDERDİ. İBN-İ ABBÂS DEVAMLA "İŞTE İBN ZÜBEYR'İN ANNESİ (ESMÂ BT. EBÎBEKR); ALLAH'IN RASÛLÜ'NÜN (S.A.A) BUNA RUHSAT VERDİĞİNİ ANLATIP DURUYOR!" BUYURDU. BİZ DE (ANNESİNİN) YANINA GİTTİK. (MESELEYİ SORDUĞUMUZDA) ŞÖYLE DEDİ: "ŞÜPHESİZ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) BUNA RUHSAT VERDİ." (Ahmed: VI, 348; Müslim: hac, 194~195) Hadisin bazı rivâyetlerinde (Ahmed:VI, 348; Müslim:hac, 194) "Mut'a" yerine "hac Mut'ası" tabiri kullanılıyor. Bu ise doğru değil. Çünkü hadisimizi Müslim el-Qurrî'den Şu'be almış; ondan da üç kişi rivâyette bulunmuş: 1.Ravh b. Ubâde 2.Abdurrahmân b. Mehdî 3.Muhammed b. Ca'fer el-Varakânî. Bunlardan sadece Ravh "hac Mut'ası" tabiriyle rivâyet ediyor. Muhammed b. Ca'fer "hac Mut'ası" ve "nikâh Mut'ası" arasında tereddüt ederken, Abdurrahmân b. Mehdî hiç tereddüt etmeden "nikâh Mut'ası" tabiriyle naklediyor. Ravh ile Muhammed'in her ikisi de hâfıza ve zabt sağlamlığı bakımından Abdurrahmân'ın eline su dökemez. Özellikle Ravh, her ne kadar Buhârî ile Müslim'in ortak râvîlerinden olsa da, hâfızasının iyi olmadığını söyleyenler var: Abdurrahmân b. Mehdî, Affân b. Müslim, Nesâî, Ebû Hâtim bunlardan sadece bir kaçı. (ez-Zehebî, el-Mîzân:II, 59) Buradan Ravh'ın "hac Mut'ası" derken yanılıp hata ettiği anlaşılıyor. Bilhassa Ebû Dâvûd et-Tayâlisî'nin rivâyetinde açıkça "kadın Mut'ası" denmesi bunu gösteriyor. (el-Müsned: 227; el-Emînî, VI, 209) Kaldı ki, İbn-i Abbâs ile İbn-i Zübeyr arasında geçen meşhur tartışmanın "Mut'a nikâhı"yla alâkalı olduğu herkesçe malum. (bk. Müslim: nikâh, 27 (Hz. Cabir'den gelen c şıklı rivâyet) Bu hadiste geçen kelimenin "Mut'a nikâhı" olduğunu şu rivâyet de gösterir: Esmâ bt. Ebîbekr'in oğlu Urve b. Zübeyr, Abdullâh b. Abbâs'a demiş ki: "Mut'aya izin verirken hiç Allah'tan korkmaz mısın!?" İbn Abbâs "(GİT) ANNENE SOR EY KÜÇÜK URVE!" demiş. Urve "AMA EBÛBEKR İLE ÖMER BUNU YAPMAMIŞLAR!" deyince İbn Abbâs şunu söylemekten kendini alamamış: "GÖRÜYORUM Kİ, ALLAH SİZİ AZABA SOKMADIKÇA BUNDAN VAZGEÇMEYECEKSİNİZ. BEN SİZE ALLAH'IN RASÛLÜ'NDEN (S.A.A) BAHSEDİYORUM; SİZ İSE BANA EBÛBEKR İLE ÖMER'DEN BAHSEDİYORSUNUZ!" (Abdürrazzaq ile İbn Abdilberr gayet sahih bir isnadla tahric ediyorlar. bk. İbn'ül-Qayyim, Zâd'ül-Meâd: I, 213; el-Emînî, VI, 208; et-Taberî'nin rivâyetinde ise Urve: "Oysa Ebûbekr ile Ömer'in bunu yasakladığını biliyorsun!" diyor. bk. el-Emînî, VI, 211~212) 8. İmrân b. Husayn: "ALLAH'IN KİTABINDA "MUT'A AYETİ" NAZİL OLDU; ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) DE ONU BİZE EMRETTİ. DAHA SONRA BUNU NESHEDEN BİR AYET NAZİL OLMADIĞI GİBİ, ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) DE VEFATINA DEK BİZİ ONDAN MENETMEDİ. (YALNIZ) ONDAN SONRA BİR ADAM (ki bunun 2.Halife Ömer b. Hattab olduğunda ittifak vardır) ÇIKIP KENDİ DÜŞÜNCESİYLE DİLEDİĞİNİ SÖYLEDİ." (Buhârî: tef. Baqara, 24; Müslim: hac, 172, 173) İmrân'dan Mut'arrif b. Abdillâh b. eş-Şıhhîr'in rivâyetinde ise "hac Mut'ası"ndan bahsediliyor. (bk. Ahmed: IV, 429, 434, 436, 438, 439; Buhârî: hac, 36; Müslim: hac, 165~171; Dârimî: menâsik, 17; Nesâî: hac, 49, 50; Tirmizî: hac, 11; İbn Mâce:menâsik, 40; el-Cessâs, I, 357) Mut'arrif ise her ne kadar Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin çok itimad ettiği, Buhârî ile Müslim'in ortak râvîlerinden olsa da, bizce o sâbıkalı bir râvî! Zira İmam Ali'ye (a.s) kin ve nefret ile dolu olduğu biliniyor Mut'arrif'in. (bk. İbn Ebil-Hadîd, Şerhu Nehc'il-Belâğa: IV, 94) Allah'ın Rasûlü (s.a.a) bir çok hadislerinde Ali'ye yalnız münafıkların buğz edeceğini haber veriyor. (bk. Ahmed: I, 84, 95, VI, 292; Müslim:îmân, 131; Nesâî: îmân, 19, 20, el-Hasâis, 97~99; Tirmizî:menâqıb, 20; İbn Mâce:muqaddime, 11; Hâkim, Ulûm'ül-Hadîs:180) Allah'ın Rasûlü (s.a.a) tarafından "münâfık" olarak değerlendirilen bir kimsenin rivâyetine ne değer verilebilir ki!? 9. Semîr Şöyle diyor: "BİZ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) ZAMANINDA MUT'A YAPARDIK." (İbn Mende sahih bir isnadla rivâyet ediyor. bk. İbn Hacer, el-İsâbe: II, 81; el-Emînî, VI, 221); İbn Hacer, bunun muhtemelen "Semura b. Cündeb" olduğunu söylüyor; el-İsâbe: II, 81) 10. Ömer b. Hattâb: II. Halife'nin bizzat kendisinden gelen sözler, konumuzun en çarpıcı bölümünü oluşturuyor. İşte onun sözleri: a) Hz. Câbir'in anlattığına göre II. Halife şöyle diyor: "ŞÜPHESİZ, ALLAH, RASÛLÜ'NE (S.A.A) DİLEDİĞİ ŞEYİ DİLEDİĞİ SEBEPLERLE HELAL KILIYORDU. KUR'AN DA YERLİ YERİNCE NAZİL OLDU. HAC VE UMREYİ ALLAH İÇİN TAMAMLAYIN. BUNU DA ALLAH'IN EMRETTİĞİ ŞEKİLDE YAPIN. BU KADINLARLA MUT'A YAPMAYI DA KESİN ARTIK! ŞAYET BANA BİR KADINLA SÜRELİ NİKÂH KIYAN BİRİSİ GETİRİLİRSE, ANDOLSUN ONU TAŞLARLA RECMEDERİM." (bk. Müslim: hac, 145; el-Cessâs, III, 96; el-Emînî, VI, 210~211) b) Hz. Câbir'den gelen bir başka rivâyete göre (23) 2. Halife şöyle diyor: "Kur'an, işte bu Kur'an, Allah'ın Rasûlü (s.a.a) ise o (bildiğiniz) Rasûl! Allah'ın Rasûlü (s.a.a) zamanında iki Mut'a vardı: Biri hac Mut'ası, öteki ise kadın Mut'ası." (Ahmed: I, 52, III, 298) c) Hz. Câbir'den gelen bir başka rivâyete göre Ömer hilafete geçtiğinde halka hitaben şöyle dedi: "Allah'ın Rasûlü (s.a.a) işte o (bildiğiniz) Rasûl; Kur'an ise bu Kur'an! Kuşkusuz Allah'ın Rasûlü (s.a.a) zamanında iki Mut'a vardı ki ben bunları yasaklıyorum ve yapanları cezalandıracağım!: Birisi Mut'a nikâhı, ki bir kadınla belli bir süreye kadar evlenen bir adamı ele geçirirsem, andolsun onu taşlarla yok ederim! Öteki ise hac Mut'ası." (el-Beyheqî (VII, 206) Müslim'in şartlarına göre sahih ve sağlam bir isnadla rivâyet ediyor. ayr. bk. el-Emînî, VI, 210) d) Ebû Qılâbe Abdullâh b. Yezîd el-Cermî anlatıyor: Ömer halka hitaben şöyle dedi: "İki Mut'a var ki Allah'ın Rasûlü (s.a.a) zamanında vardı; ancak ben onları yasaklıyor ve (yapanları) cezalandıracağım!!!: Hac Mut'ası ve kadın Mut'ası." (Saîd b. Mansûr (I, 218~219) Buhârî ile Müslim'in şartlarına göre sahih bir isnadla rivâyet ediyor.) II. Halife Ömer'den gelen bu söz gayet meşhur ve isnadları gayet sahih. Kitaplar bu sözle dolu. Bunu Ebû Sâlih, et-Tahâvî, İbn Cerîr et-Taberî, İbn Asâkir vb. tahric ediyor ve hemen her eser bu söze yer veriyor. bk. el-Cessâs, I, 362, 364~365, III, 102; es-Serahsî, el-Mebsût: IV, 27; İbn Qudâme, VII, 571~572; İbn'ül-Qayyim, II, 184; er-Râzî, V, 167, X, 50, 52~53; el-Qurtubî, II, 270; Bir başka rivâyette şöyle diyor: "Üç şey var ki Allah'ın Rasûlü (s.a.a) zamanında vardı; ama ben şimdi onları haram kılıyor ve yasaklıyorum: Hac Mut'ası, nikâh Mut'ası ve (ezandaki) "Hayye alâ hayr'il-amel" cümlesi." (el-Ensârî, el-Fevâtih:II) e) Ömer b. Hattâb hac Mut'ası için de şunları söylüyor: "Allah'ın kitabında bulunduğu ve Rasûlü de yaptığı halde sizlere "hac Mut'ası"nı yasaklıyorum!!!" (bk. Nesâî: hac, 50 = İsnadı Buhârî ile Müslim'in şartlarına göre sahihtir.) f) Saîd b. Müseyyib diyor ki: "Ömer iki Mut'ayı yasakladı: Kadın Mut'ası ve hac Mut'ası." (Saîd b. Mansûr (I, 218) ile İbn Ebî Şeybe (bk. es-Süyûtî, ed-Dürr'ul-Mensûr:II, 140; el-Emînî, VI, 211) sahih bir isnadla rivâyet ediyor.) Son olarak Rağıp İsfahani'nin "El-Muhazarat" isimli kitabının 93. sayfasında naklettiği bir olayı aktarmakta da fayda görüyoruz; o diyor ki: "Yahya b. Eksem Basralı bir şeyhe 'Mut'anın cecazı konusunda kime uydun?' diye sorunca, adam: 'Ben bu konuda Ömer b. Hattab'a uydum' cevabını verir. Yahya 'Nasıl olur da Ömer'e uyduğunu söyleyebilirsin; halbuki onun bu konuda en şiddetli tavır takınan kimse olduğu bellidir?' deyince adam şu cevabı verir: 'Zira sahih habere göre Ömer minbere çıkarak şöyle demiştir: 'Allah'ın Resulü size iki Mut'ayı helal kılmıştı; ben ise onları size yasaklıyor ve onları yapanları cezalandıracağım.' İşte biz onun bu konudaki şehadetini kabul ediyor, yasaklamasını ise kabul etmiyoruz!!" Hatırlatma: Yukarıda zikrettiğimiz hadislerden bazılarının tabiri gerçi mutlaktır ve sonradan nesh edilip edilmediğine değinmeden Resulullah'ın zamanında Mut'anın uygulandığını ortaya koymaktadır; ancak büyük bir kısmı bunun Resulullah'ın hayatı boyu, hatta daha sonrada bir müddet devam ettiği Ve II. Halife tarafından yasaklandığı hususunda hiçbir tevile yer bırakmayacak kadar açık ve nettir. Peki muhterem kardeşim, Sahih-i Müslim, Sahih-i Buhari, Tirmizi, Sünen-i Nesai, Sünen-i İbn-i Mace, Sünen-i Ahmed b. Hanbel, Taberi, Beyhaki, el-İsabe, Tahavi, el- Cessas, Sarahsinin el-Mebsut'u, Razinin Tefsiri, Kur'tubi'nin tefsiri, Sünen-i Darimi, , Müstedrek-i Hakim, ed-Dürr-ül Mensur, Zad-ül Mead gibi verdiğimiz onca kaynak, Sünni kaynağı değil mi? Şimdi siz bunları kabul edersiniz veya etmezsiniz; o sizin ve kaynaklarınızın sorunudur. Bize gelince, biz zaten Resulullah'ın emanetleri ve ilim-irfanın gerçek varisleri olan, Ümmetin Resulü tarafından, ümmetin dalaletten korunma garantisi olarak tanıtılan "Ehl-i Beyt'in" bu konudaki görüş ve rivayetleriyle tatmin olmuş durumdayız. Sünni kaynaklardaki bu görüşü te'yid eden bu rivayetler ise bu itminan ve yakinimizi bir kat daha artırmıştır. Bu iki tarikin müşterek görüşünü bırakıp da bunlara ters düşen ve çoğunun senedinin zayıflığı, hatta bir çok Sünni rical alimlerince te'yid edilen rivayetleri (ki bunları naklederken her birisinin senedi üzerinde de durmuştuk) kabul etmeği en hafif tabiriyle ihtiyata aykırı buluyoruz. 3- Diyorsunuz ki yazınızın bir diğer bölümünde: "Sahabeden bazılarının bunu yapmaları (Mut'a yapmalarını veya onun cevazına hükmetmelerini kast ediyorsunuz herhalde) Resulullahın yasaklamasını duymamalarından kaynaklanmıştır!!" Elinsaf be kardeşim. Siz sırf mezhebinizin görüşünü bir türlü te'vil edebilmek ve kaynaklarınızdaki çelişkiyi tabii gösterebilmek için böyle bir şeyi nasıl söyleyebiliyorsunuz?! Bu adamlar dağın başında değil Medine'de ve Allah'ın Resulü'nün yanı başında yaşadıkları halde böyle önemli bir yasaktan nasıl bihaber kalabilirler?! Kaldı ki bu kadar önemli bir konuda, yani ihmal durumunda insanların zinaya sürüklenebileceği böylesine hassas bir konuda bu tebliğ, bir kısım sahabeye, hem de en meşhur sahabeden bir kısmına ulaştırılmamıştır öyle mi?! Eğer böyle önemli bir konuda İlahi bir tebliğ, bizzat Medine'de yaşayanlardan bir kısmına mübhem kalabiliyorsa, o zaman diğer bazı konularda durum daha vahimdir demek ki (haşa)! Evet burada size göre Mut'anın yasaklanmasından bihaber (!!) kalan sahabe ve tabiinden bazılarının sadece isimlerini tekrar vermekle yetinip kararı okuyucularımızın hür vicdanına ve İslami insafına bırakıyorum. (Bunları geniş bir şekilde ve kaynaklarıyla birlikte okumak isteyen kardeşler, önceki yazımızın II. Bölümünün III. Kısmına müracaat edebilirler.) a) Mut'anın Cevazına hükmeden Sahabilerden Bazıları: 1. Mü'minlerin Emîri İmam Ali (a.s) Not: Hz. Ali'den Mut'anın yasaklandığına dair nakledilen ve sizin hem önceki yazınızda, hem de en son cevabınızda delil olarak gösterdiğiniz rivayetin cevabını ilgili bölümde geniş bir şekilde zikretmişiz; eğer zahmet edip de gözden geçirseydiniz, belki de yeniden kendinizi zahmete sokup onu bize delil olarak göstermezdiniz. 2. Abdullâh b. Abbâs Not: İbn-i Abbas'ın kendi görüşünden sonradan vazgeçtiği iddiasına da önceki yazımızın ilgili bölümünde detaylı bir şekilde cevap verilmiştir. (Maalesef bunu da yine boşuna tekrar etmişsiniz.) 3. Abdullâh b. Mes'ûd 4. Câbir b. Abdillâh el-Ensârî 5. Ebû Saîd el-Hudrî 6. Seleme b. Ekva' 7. Imrân b. Husayn 8. Sa'd b. Ebî Vaqqâs 9. Semîr 10. Übey b. Ka'b 11. Muâviye b. Ebî Süfyân 12. Amr b. Hureys 13. Seleme b. Ümeyye b. Halef 14. Rabîa b. Ümeyye b. Halef 15. Ma'bed b. Ümeyye b. Halef 16. Esmâ binti. Ebîbekr b) Tâbiîler: 1. Tâvûs b. Keysân 2. Saîd b. Cübeyr 3. Atâ b. Ebî Rabâh 4. İbn Cüreyc 5. Mücâhid b. Cebr 6. Safvân b. Ya'lâ b. Ümeyye 7. Hâlid b. Muhâcir b. Hâlid 8. İsmâîl es-Süddî el-Kebîr 9. Mekke ve Yemen Fukahâsı: (Mâlikîlerin en güçlü hadis ve fıkıh alimlerinden İbn Abdilberr ile İbn Rüşd aynen şunu söylüyorlar: "Abdullâh b. Abbâs'ın Mekke ve Yemen'de bulunan bütün öğrencileri Mut'a nikâhının helal olduğuna inanıyordu.") Müfessir el-Qurtubî de "Mekkelilerin sık sık Mut'a yaptıklarını" söylüyor. Demek ki Mekke ve Yemen'de Mut'aya cevaz veren ve bizzat uygulayan hadis ve fıkıh alimlerinin sayısı belli değil! Şamlı Abdurrahmân el-Evzâ'î'nin şu sözüne bakılırsa, bu fetva tüm Hıcâz bölgesini kapsamış durumda: "Hıcâz ulemasına ait şu beş görüşün terkedilmesi gerekir!... 3. Kadınlarla Mut'a nikâhının cevazı..." Değerli okuyucularımız bu sahabi ve tabiinin görüşlerinin kaynakları için (eğer okumamışlarsa) lütfen yazımızın II. Bölümüne, Resulullah'ın Ehl-i Beyti'nin görüşleri için ise I. bölüme ve Ehl-i Beyt mektebinin ilgili kaynaklarına müracaat etsinler. Evet Abdullah kardeşimin bir çok Ehli Sünnet alimi gibi, kendilerine bizzat kendi kaynaklarından naklettiğimiz onca hadise ve Mut'anın caiz olduğu görüşünde olan, hatta ona amel eden bunca sahabi ve tabiiye karşı verdiği cevap onların bu hükmün kaldırıldığından bihaber kaldığıdır!! (Karar sizin.) Bu konuda artık sözü daha fazla uzatmaya gerek görmediğimiz için merak eden kardeşlerimizi önceki yazımızın ilgili bölümünü (eğer okumamışlarsa) tekrar dikkatlice gözden geçirmeğe davet ediyor ve son olarak İbn-i Hacer el-Asqalânî'in bu konuda söylediği bir sözünü aktarıp kararı okuyucularımıza bırakıyorum; o diyor ki: "Mut'anın Sebra hadisiyle ebediyyen haram kılınmış olmasına, Câbir'in "Hz. Peygamber, Ebûbekr ve Ömer zamanında Mut'a yaptıklarına dair" rivâyeti ters düşmekte. Zira Peygamber'den (s.a.a) sadır olan "ebedî tahrîm"den bir grup sahâbînin haberdar olmaması çok uzak bir ihtimal! "Onlara Mut'anın neshedildiği haberi ulaşmamıştır" iddiası, her ne kadar bir "zorlama" ise de, ebedî haramlığı açıkça ifade eden Sebra hadisi, bizi bu zorlama iddiayı kabul etmeye zorluyor! Her hâl ü kârda bizler, Şâri'den bize ulaşan hükümlerle amel etmek zorundayız!!!" (bk. eş-Şevkânî, VII, 230) Tabi İbn Hacer'in bahsettiği Sebra hadisini ise önceki yazımızda ister sened isterse muhteva açısında geniş bir şekilde incelemiştik. 4- Yazınızın başından sonuna kadar sık sık zina kelimesini kullanıp (haşa) Mut'a'nın bir zina olduğu mesajını insanların belleğine kazımaya çalışmışsınız. Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum; insan sözünün nereye varacağını hiç düşünmez mi kardeşim? Peki hiç kendinize sormadınız mı Server-i kainat Efendimiz (s.a.a) geçici ve zaruret olarak da olsa (haşa sümme haşa) insanların flört etmesine, modern zina yapmasına mı (sizin yer yer sıkılmadan kullandığınız tabire göre) cevaz vermişti?! Hem de fetih günü veya veda haccı gibi uzun bir zamana kadar?! (Allah'ım, sürçmelerden sana sığınıyoruz!) Saniyen eğer gerçekten Mut'a nikahı (haşa) zina ise bunu yapanların şerî haddi hak etmeleri gerekir. Acaba bunu söyleyen, böyle bir fetva veren fakih veya imamı tanıyor musunuz dört mezhep içerisinde? (Bunun böyle olmadığını bizzat Sünni İmamların dilinden ve de yine Sünni kaynaklardan aktarmıştık; ama siz diğer çoğu hususlarda olduğu gibi bunu da görmemiş veya görmezlikten gelmişsiniz; isteyen kardeşlerimiz, önceki yazımızın IV. bölümünün "B" şıkkına müracaat edebilirler.) 5- Yine sık sık üstelediğiniz bir husus da, Mut'anın haramlığı hakkında ümmet ve Müslümanların icma ettiği iddiasıdır. Sözünüzün zahirinden açıkça anlaşıldığı üzere, siz Mut'anın cevazına inanan Caferileri ümmetin ve Müslümanların dairesi içerisinde görmüyorsunuz demek ki; aksi taktirde böyle bir icmayı iddia etmek abes olurdu. Eğer böyle düşünmüyorsanız, o zaman bu icma muammasını bize de çözün; hayır öyle düşünüyorsanız, yani bizi ümmet dairesinin dışında görüyorsanız, o zamanda hakkımızda böyle düşünenleri adil Allah'a havale etmekten başka yapacak bir şeyimiz yoktur... Kaldı ki bu mantığa göre Mut'aya inandıkları, hatta amel ettikleri sabit olan bir kısım sahabe, tabiin ve etba-ı tabiini ve Ehl-i Beyt'i, ümmetin neresine koyduğunuzu merak ediyorum?! Öte yandan Mut'aya inandığı için Şia'yı sapıklıkla suçlamanız (bilincinde olun veya olmayın), buna inanan ve isimlerini yukarıda zikrettiğimiz bir sürü sahabe ve tabiini, bunların başında da Resulullah'ın pak ve mutahhar Ehl-i beyti'ni de (haşa) aynı şeyle suçlamak demektir. (Allah'ım, sana sığınıyoruz!) 6- Yazınızda Mut'anın haramlığıyla ilgili bazı akli deliller getirmeği de ihmal etmemişsiniz. Evvela Eş'ari mantıktan hareketle eşyada ve İlahi emir ve nehiylerde akli hüsün ve kubuh aramanın yanlış olduğuna inananların bir takım hükümler için akli deliller, gerekçeler getirmeğe çalışmaları ilginç ve aynı zamanda bir çelişkidir bizce. Saniyen ben bir önceki yazımda Ehl-i Sünnet'in ileri sürdüğü bir çok akli delili de zikredip geniş bir şekilde cevaplamıştım. Fakat kendi görüşümüz için akli delil getirmekten özellikle kaçınmıştım. Sebebi ise belki bazıları, "Arkadaş senin aklın öyle diyor, benimki ise başka türlü" diyebilirler endişesiydi. Gerçi bizim bu konudaki asıl delillerimiz Kur'an ve Sünnet'tendir (hem de sizin kendi kaynaklarınıza istinaden); fakat madem siz kendi görüşünüz için bize akli delil sıralamaya çalışmışsınız, artık ben de tam aksi yönde bazı akli deliller getirmekte bir beis görmüyorum. İşte size Mut'a nikahının yerine ve şartlarına göre ne kadar gerekli ve zaruri bir İlahi hüküm olduğuna dair bazı akli delillerimiz: 1. Bilindiği gibi Allah insanı bir erkek ve bir dişiden yaratmıştır. Bu yaratılanlar da, erkek yada dişi olmaları hasebiyle "cinsel arzu ve istek" denen şehevî bir olguya sahiptir. Erkek ile dişide bulunan bu duygu tamamen fıtrîdir; yaratılıştan gelir. Yüce yaratıcı bunu böyle dilemiştir. Doğuştan gelen bu duygu; cinsel arzu ve istek, şöyle yada böyle mutlaka karşılanacaktır. Aksi halde yaratılışa aykırı tutum içine girilir! Bunun bir kadınla "bir ömür boyu" bir arada kalarak giderilmesi daimi evlilikle mümkün olursa o yola baş vurulur. Ama eğer bu, bir takım sebeplerden dolayı mümkün olmazsa, ömür boyu kendini mahrum bırakıp bunun ruhi ızdırap ve sıkıntılarını çekmeğe mecbur olmak diye bir akli zorunluluk olamaz. Fıtrat dini olan aziz İslam'ın buna da mutlaka bir çözüm yolu getirmesi gerekir ve getirmiştir de. Yeter ki bunun bir düzenlemesi, bir kuralı olsun ve soyda karışım olmasın. 2. Bir kişi bazı sebeplerden dolayı dâimî nikâhla evlenip çoluk çocuk sahibi olmak istemeyebilir. Böyle insanlar çoktur. Süreli nikâhın kapısını tamamen kapattığınız zaman, bu adam ya zinaya sürüklenecek, yada süreyi içinde saklı tutup evlenecek; sonra da eşini boşayacak. Bu durumda o kadına, varsa çocuklarına yazık olmaz mı? Halbuki baştan karşılıklı rıza ile, hukuk dairesinde süreli evliliklerine izin verilse, bu iki sakıncadan hiç birisi yaşanmayacak. 3. Genç bir delikanlı, genç yaşta dâimî nikâhla evlenip de eve bağımlı kalmak ve hemen çoluk çocuğa karışmak istemeyebilir. Bu gencin fıtrî cinsel duyguları da bastırıyorsa, bunu "oruç tut"makla avutamazsınız. Önünü iki yoldan birine açacaksınız: Geçici evlilik yada gayr-ı meşrû, başıboş cinsel ilişki, yani zina! 4. Yıllarca evinden, eşinden ayrı kalmak zorunda kalan bir kişi düşünün: Bu insan ya ikinci bir dâimî evlilik yapacak, yada evlilik dışı cinsel ilişkide bulunacak, zinaya düşecek! Ekonomik şartlar yada ikinci bir dâimî evliliğin sorumlulukları kendine ağır geliyorsa ne yapacak? Bu adamın zinaya düşmesine göz mü yumulacak? 5. Kadınların erkeklere oranla çok daha fazla olduğu bir nüfus dağılımı düşünün: Bu durumda çözümünüz ne!? Belki çok evlilik diyebilirsiniz. Ama eğer bu da ya maddi bir takım sıkıntılardan dolayı veya ailelerde meydana gelebilecek huzursuzluklardan dolayı mümkün olmazsa ne olacak? Bu kadınların da cinsel ihtiyaçlarının olduğunu inkar etmiyorsanız; ya onları ömür boyu "kuma"lığa mahkum edeceksiniz, ya başıboş bir cinsel bataklığa iteceksiniz, yada kendisine cinsel duygularını bastırması için tavsiye ve telkinlerde bulunacaksınız! Allah aşkına; bunlardan hangisi gerçek çözüm? 6. Kadın tarafından kaynaklanan bir takım sebeplerle çocukları olmayan ve mutlaka çocuk sahibi olmak isteyen, ama ikinci bir dâimî evliliği de maddi veya manevi açıdan kaldıramayacak bir baba düşünün. Siz de biz de biliyoruz ki bir çok aileler böyleki durumlarda çocuklarını kısır eşini boşamaya ve onu çileli bir hayata itmeğe zorlayıp başka bir kadınla evlenmeğe zorluyorlar. Böyle birisi için Mut'a nikâhından daha güzel bir çözümünüz var mı? Bu aklî ve toplumsal sebepleri / gerekçeleri daha da çoğaltabiliriz. Bütün bunları bir tarafa iter, erkek ve dişideki fıtrî duyguları görmezden gelirseniz; gençliği iki toplumsal bataklıktan birine mahkum edersiniz: Bunlardan birisi cinselliği tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan geçici bir "ruhbanlık", diğeri ise "cinsel komünizm", yani genel evleridir. (Şimdilerde çoğu "elbette müslümanım!" diyen pek çok gencin neden genel evlere mübtelâ olduğunu varın sizler düşünün...) Bugün hemen her şehre kurulan genel-evlerin gençlerle dolup taşmasını nasıl izah edersiniz!? Bu gençlerin içinde İslâmî kaygısı olmayanlar elbette az değil; ama hepsi mi öyle? Hepsi mi Kâfir ve imansız? Çoğu Müslüman evlâdı olan bu gençlerin o batağa düşmelerinin sebebi ne? Mü'minlerin Emîri İmam Ali (a.s) ve onun has arkadaşı ve öğrencisi Abdullâh b. Abbâs ne kadar da doğru söylemiş: "Şayet Ömer Mut'ayı yasaklamasaydı; bedbaht kimsenin dışında kimse zina etmezdi!" (Tefsir-i Taberi, C.5, S.9) Keşke siz muhterem kardeşim de hamiyyete gelip Mut'a hakkında "Müslüman Türk gençliği"ne o hitabeyi verme yerine bu kadar fesad yuvaları ve çevrelerinde bataklığa düşmeleri hakkında öğüt ve nasihatta bulunsaydınız; nasihattan da öte çözüm yolları önerme yoluna gitseydiniz! 7- Bizce, sizin özelde ve Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin genelde düştükleri hata, önce kesin bir şekilde nikahın sadece daimi nikah olduğunu var sayıp ondan sonra Kur'an'da genel anlam da zikredilen bütün ayetleri bu yönde tefsir etmeye kalkışmanızdır. Arkadaş evet ki nikah ve akidsiz bütün ilişkiler haram, sifah ve zinadır; ancak biz Mut'anın da bir nikah olduğunu, akdinin bulunduğunu, iddetinin bulunduğunu ve bazı şeyler hariç daimi nikahla bir çok konuda müşterek olduklarını söylüyor ve buna delil gösteriyoruz. Nikah'ta devamlılığın esas olduğunu söylerken de aynı hatayı yapıyorsunuz. Nikahın tarifini verirken rükünlerini beyan ederken de hep aynı hatayı yapıyorsunuz. Bütün bunları söylerken hep nikahın bir türlü nikah olduğunu, onun da daimi nikahtan ibaret olduğunu var sayarak, daimi nikahın özelliklerini sıralıyorsunuz. Evet bu mantıkla tabi ki bu nikahın dışında kalan her şey zina ve sifah sayılacaktır. Ancak biz bu mantıkla hareket etmeyi kesinlikle doğru bulmuyoruz. Daimi nikahla geçici nikahın müştereklerinin yanı sıra farklı yönlerinin de bulunduğunu söylüyor ve her birisinin kendi çerçeve ve dairesi içerisinde incelenip hikmet ve felsefesinin beyanına çalışılmalıdır. Yoksa daimi bir nikahtan beklenilenin geçiciden beklenilmesi tabi ki yanlış olur. Her birisinin kendisine göre teşrii sebepleri vardır. Mut'ayla, daimi nikah arasında söz konusu olan hikmet ve felsefe farkını bir açıdan, tek evlilikle çok evlik arasındaki farka benzetmek mümkün. Hepimiz biliyoruz ki İslam'da ki çok evlilik olayı daha çok bir zaruret olayıdır. Bu zaruretler bazen kadın cinsi açısından söz konusu olur, bazen erkek açısından; bazen de toplumdaki zaruretlerden kaynaklanabilir. Kısacası insanlığın (ister normal ister zaruri) bütün dertlerine çözüm yolu getiren, insanların bütün fıtri ihtiyaçlarını karşılama vadinde bulunan mukaddes İslam dini, cinsel ve ailevi sorunların da her türüne çözüm yolları koymuştur. İşte bu problemler için verdiği birinci ve öncelikli reçete tabi ki daimi ve tek evliliktir. Ama her hasta için aynı reçete geçerli olmayabilir. Bu yüzden birinci reçete çözümü halletmeye yeterli olmuyorsa, başka tedavi yolları aranmalıdır. Bu yüzden manevi tabibimiz Allah ve Resulü bazı durumlar ve şartlar için de çok evlilik yolunu koymuş; bunun da yeterli olmadığı yerler için ise geçici nikahı ön görmüştür. Bu yüzden de önceki yazımızda da naklettiğimiz gibi Ehl-i Beyt İmamları Mut'anın bir zaruret hükmü olduğunu söylemiş ve ihtiyacı olmayan kimseleri ve normal şartlarda bulunan ve daimi nikahla problemini çözebilen kimseleri açıkça bundan sakındırmışlardır. Evet nikah hakkında mutlak bir şekilde kendinize göre hep aynı hikmet ve felsefeleri sıralayıp Mut'ada olmadığı için de onun nikah olamayacağını, dolayısıyla zina hükmüne gireceğini ısrarla tekrarlayıp duran siz muhterem kardeşime sormak isterim: Mesela Hanefi fukahasının hemen hepsinin kabul ettiği hulle nikahına ne diyeceksiniz? Bu nikahta daimi nikahın hangi hikmet ve felsefesi söz konusudur Allah aşkına! Peki şimdi bu nikaha zina ve sifah diyebiliyor musunuz?! Kaldı ki Mut'a hakkında bu kadar hassas davranan ve ona inanları neredeyse dinden çıkmış insanlar gibi görebilecek kimselerin, kendi alimlerinin fetvaları arasında bulunan Mut'adan beş beter (onların kendi mantığına göre elbette) fetvaları neden görmezler acaba?! Ben sözü bundan fazla uzatmamak ve tekrar-ı mükerrerat yapmamak için bu konuda örnek isteyen kimselere, önceki yazımızın son bölümüne müracaat etmelerini tavsiye ediyorum. 8- Yine "Nikah gizlilik kabul etmez" diyorsunuz. Arkadaş Mut'anın illa da gizli yapılması gerektiği diye bir sözü kim söylemiştir? Hangi alim Mut'anın şartlarından birisinin de gizlilik olduğunu söylemiştir? Bazı insanlar bunu gizli tutmaya çalışıyorsa, bu onların şahsi tutumlarıdır; belki de sizin gibilerin buna zina ve gayri meşru bir ilişki olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır. Yoksa eğer gerçek anlamda ilahi hükümler uygulanmış olsa, bunun da aynı daimi nikah gibi görülmesi ve kimsenin de bundan rahatsızlık duymaması gerekir. Nitekim Resullullah'ın zamanında bunu yapanlar, ne bunu saklıyorlardı ne de bundan bir utanç duyuyorlardı!! Siz maalesef bir çok konuda olduğu gibi toplumdaki yanlış bir uygulama ve tutumdan hareketle bunu bize bir delil olarak göstermeğe çalışıyorsunuz. 9- Yazınızın birkaç yerinde nikahta kadının velisinin izni olmadan nikahın doğru olamayacağını söylüyorsunuz. Evet bu Caferi fakihleri açısından da bakire kadınlar hakkında geçerlidir. Ancak bununla her halde Mut'ada böyle bir şey olmadığını vurgulamaya çalışıyorsunuz. Oysa ki Caferi müctehidler, nikahın ister daimi isterse geçici her iki kısmında da bu izin muteberdir ve velinin izni olmadan gerçekleşen Mut'a nikahı da batıldır demişlerdir. Eğer birileri bunu izinsiz yaparsa, bu onların yanlışıdır ve hükme olan cehaletlerinden kaynaklanmaktadır. 10- Mut'anın neshiyle ilgili de yine bir hayli bir şeyler yazmışsınız; ancak biz önceki yazımızda nesh olayını, ister Nisa-24. ayetin Mut'a hakkında nazil olduğunu kabul edip daha sonra nesh edildiğini iddia edenler, isterse neshi beyan eden bazı rivayetler açısından ele alıp geniş bir şekilde işlediğimiz için, tekrara gerek görmüyoruz. Merak eden kardeşlerimiz önceki yazımızın ilgili bölümüne müracaat edebilirler. Ya Rabbi, bütün ön yargılardan arınarak doğruları görebilmek için hepimizin elinden tutup bize yardımcı ol; basiret gözlerimizi aç. Amin Not: Hüsün kubuh olayına daha sonra cevap vermeğe çalışacağım inşaallah Thursday June 14th 2001 06:48:00 PM

 

[1][2][3][4][5][6][7][8][9]