İÇİNDEKİLER


Bismillahirrahmanirrahim

Cevap-: Muhterem kardeşim, Enfal suresinin 41. ayetinin ilk olarak Bedir savaşındaki ganimetlerle ilgili indiği doğrudur. Ancak bir ayetin bir olayda inmesi, onun mana ve muhtevasını o olayla sınırlı kılmaz. Öyle olsaydı birçok ayet bugün geçerliliği kaybederdi. Dolayısıyla bir ayetin sadece nuzül sebebine dayanarak onun tefsirini yapmak ve ondan Kur’an’ın nihaî görüşünü çıkarmak yanlış olur.

Ehlibeyt mektebinin bu konudaki görüşü iki esasa dayanmaktadır; birisi Enfal 41 de geçen “ganimet” kelimesinin lügat anlamına, diğeri ise bu konuda Resulullah (s.a.a) ve mutahhar Ehlibeyt’inden nakledilen hadislere. Ayrıca bu görüşü ileride (açıklayacağımız üzere) Sünni kaynaklarda nakledilen bazı hadisler de desteklemektedir.

a)    Ganimet Kavramının Lügatteki Anlamı:

Lügatte insanın elde ettiği her şeye (menfaat-gelir) ganimet denir. Bazı lügatlerde buna zahmetsiz cümlesi de eklenmiştir.[1]

Kur’an-ı Kerim’de de bu kelime cennette mu’minlerin elde edecekleri nimetler için kullanılmıştır: “Allah indinde (mu’minler için) çok ganimetler (nimetler-mükafatlar) vardır.” (Nisa, 94)

Esasen “ganimet” kelimesi, “garâmet” kelimesinin karşıtıdır. Garâmet insanın bir şeyden faydalanmadan bir meblağı ödemeye mahkum edilmesine dedir. Tam aksine bir menfaate kavuşmasına ise “Ganimet elde etti” denir. Dolayısıyla ayeti savaş ganimetiyle sınırlandırmanın hiçbir dayanağı yoktur. Bedir ganimetlerinde inmesi ise ayetin şümulünü daraltmaz. Usul ilmi tabiriyle, ayetin nuzul sebebi “muhassıs” değildir; nuzul yeriyle sınırlandırmaz.

b)    Ayeti Tefsir Eden Hadisler:

Ehlibeyt kanalıyla nakledilen hadisler, ittifakla ayetteki “ganimet” kelimesinin insanın elde ettiği bütün gelirleri kapsadığını açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu hadisleri geniş bir şekilde görmek isteyenlere Ehlibeyt’in fıkhî hadislerini ihtiva eden “Vesail-üş Şia” kitabına müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz.[2]

Başka hiçbir delil olmasaydı, Ehlibeyt’ten nakledilen bunca hadis bize delil olarak yeterliydi. Zira onlar Allah Resulü’nün ilim ve irfanının varisleri ve bize emanet olarak bırakıp kendilerine sarılmamızı emrettiği ve sarıldığımız müddetçe asla delalete düşmeyeceğimizi haber verdiği mutahhar Ehlibeyt’idirler.[3] 

Mektebimizin görüşünü teyid eden bir hadisi de örnek olarak Sünni kaynaklardan nakletmekle yetiniyoruz:

Sahih-i Buhari ve diğer bir çok Sünni kaynağın nakline göre Abd-ül Kays kabilesinden bir grup Allah Resulü’nün (s.a.a) yanına gelerek şöyle arzettiler: “Müşrikler bizimle sizin aranızda bir mani oluşturmaktadırlar ve biz sadece (savaşın yasak olduğu ve emniyette olduğumuz) haram aylarda sizin yanınıza gelme imkanı buluyoruz. Bize amel ettiğimiz takdirde cenneti kazanacağımız ve başkalarını da buna davet edeceğimiz emirleriniz nelerdir?” Allah Resulü (s.a.a) cevaplarında şöyle buyurdu: “İmanı size emrediyorum; (bu ise) Allah’tan başka bir ilahın olmadığına şehadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekât vermek ve ganimetin humusunu ödemektir.”[4]

Şimdi bu hadiste geçen “ganimet” kelimesinin savaş ganimetleri olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira hadisin metninde de geçtiği gibi bu insanlar Resulullah’tan uzak bir bölgede ve müşriklerin muhasarası altında yaşıyorlardı. Öyle ki Resululalh’ın huzuruna varma imkanları bile yoktu. Dolayısıyla böyle kritik bir ortamda ve zor şartlarda yaşayan Müslümanların kafir ve müşriklerle savaşma imkanları yoktu ki onlardan aldıkları ganimetlerin humusunu ödemekle de mükellef  kılınsınlar. Bu yüzden bu hadiste geçen ganimetten maksadın savaş ganimetleri değil, her türlü gelir olduğu anlaşılmış oluyor.

Son bir hususa değinip cevabımızı noktalamak istiyoruz. Ehlibeyt fıkhında olduğu gibi Ehl-i Sünnet İmamlarının da fetvalarına göre de keşfedilen maden ve hazinelerin humusunun verilmesi gerekir. Peki humus sadece savaş ganimetleriyle sınırlı ise bu fetvaların dayanağı nedir diye sorulduğunda, buna bazı hadisler delil olarak gösteriliyor. Peki neden hadisler burada delil oluyor da gelirler hususunda delil sayılmıyor? Eğer Ehlibeyt mektebinin fakihleri ganimet kelimesinin lügatteki genel anlamına ve Ehlibeyt’ten nakledilen hadislere dayanarak humusun savaş ganimetleriyle sınırlı olmadığı yönünde fetva veriyorlarsa, neden bu  yadırganıyor? Bunun bir mantığı var mı? Eğer ayetle birlikte hadisler de ölçü alınacaksa, ikisinde de alınmasının bir sakıncası olmaması gerekir; eğer alınmayacaksa ikisinde de alınmaması gerekir.                


[1]- Lisân-ül Arap (İbn-i Manzûr), En-Nihâye (İbn-i Esîr), Kâmûs-ül Lugat (Firûzâbâdî), “Ganume” maddesi. 

[2]- Vesail-ül Şia (Şeyh Hürr-i Âmilî), c.6, Kitab-ül Humus, 1. Bâb. 

[3]- "Ben sizin aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum; o ikisine sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz; Allah'ın Kitabı (Kur'ân) ve Ehl-i Beyt'im olan itretimdir. Hiç şüphesiz bu ikisi (Kevser) havuzu başında bana gelinceye kadar, hiçbir zaman birbirinden ayrılmazlar. Bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız?"

Bu hadis, başta Sahih-i Müslim olmak üzere en muteber hadis kaynaklarında değişik senetlerle mütevatir bir şekilde nakledilmiştir. İbn-i Hacer, Sevaik-ü Muhrika kitabında 27 değişik senetle nakledildiğini söylüyor. Senetler ve kaynaklar hususunda daha geniş bilgi edinmek isteyenler "Ehl-i Beyt Mesajı" isimli derginin 1.sayısına müracaat edebilirler.

İlginçtir ki İbn-i Hacer de diğer bir çok âlim gibi, Râfızî diye nitelendirdiği Ehl-i Beyt takipçilerine hitap ederek şöyle diyor: "Rafızîler boşuna heveslenmesinler; gerçek Ehl-i Beyt dostları bizleriz (Ehl-i Sünnet'i kastediyor); Ehl-i Beyt'e sarılanlar, onların kurtuluş gemisine binenler, Ali'nin gerçek Şiaları bizleriz!"

Ehl-i Beyt mektebinin büyük âlimlerinden Allâme Şerafuddîn, bir kitabında İbn-i Hacer'in bu sözünün altına şu şerhi düşmüştür: "Keşke İbn-i Hacer'e bir sorabilseydim; sayın İbn-i Hacer, Ehl-i Beyt senin hayatının neresindedir? Hangi konuda onları örnek ve önder olarak kabul ettin ki böyle büyük bir iddiâda bulunuyorsun? Bakıyorum itikatta imamın Eş'ari'dir, fıkıhta Şafii, tefsirde Katedlerin, Mücahidlerin... görüşlerini esas alıyorsun, hadiste ve diğer konularda da durum daha farklı değildir. Bu mu Ehl-i Beyt'e sarılmak? Bu mu Ehl-i Beyt'in gemisine binmek? Ve....

[4]- Sahîh-i Buhârî (Arapça Metni), c.4, s.250.