الصفحة الماضیة

                                                             BİRİNCİ BÖLÜM

                                             ONDÖRT MASUM (A.S)

next
1- YOLCULUKTA YARDIMLAŞMAK
2- BÜYÜK İNSAN
3- VAADE VEFA
4-PEYGAMBER (S.A.A)’İN MANTIKSIZ İŞLERE KARŞI ÇIKMASI
5- PEYGAMBER (S.A.A)’İN SÜT ANNESİNE ŞEFKATİ
6-İSLAM’DA KOLAYLIK
7-EN KÖTÜ İNSAN
8-
CENNETİN SEKİZ KAPISININ AÇILMASINA SEBEP OLAN ZİKİR
9-
ÜMMETİNDEN ON GRUP MAHŞERDE
10-
 PEYGAMBER (S.A.A)’İN ÖLÜLERLE KONUŞMASI
11-
BİR SALAVATA KARŞILIK YEDİ YÜZ SALAVAT
12-PEYGAMBER (S.A.A) AÇISINDAN KADININ GÖREVLERİ
13-PEYGAMBER (S.A.A)’İN SÜT KIZKARDEŞİNE İHTİRAMININ SIRRI

14- ÇOCUĞA SAYGI VE SEVGİ
15-YETİMLERE ŞEFKAT  
16- HALKTAN BİR ŞEY İSTEMEMEK ŞARTIYLA PEYGAMBER (S.A.A)’LE BİAT ETMEK
17- ÖLÜM ANINDA VASİYET
18-
 HZ. ALİ (A.S)’IN ALLAH KORKUSUNDAN AĞLAMASI
19-
 HZ. ALİ (A.S) HARİS-İ HEMDANİ’NİN YANIBAŞINDA
20-
 KEPEKLİ EKMEK
21- HİZMETÇİYİ KENDİSİNE TERCİH ETMEK
22-
 TAKVASIZ KUR’AN OKUYANIN AKIBETİ
23-
  FAKİRLERİN HAYSİYETİNİ KORUMAK VE ONLARIN KALBİNİ ELDE ETMEK
24-
  ÜÇ KİMSEYLE ARKADAŞLIK YASAK
25-
 EVE MİSAFİR DAVET ETMEK
26-
 ADALETLİ BİR HÜKÜMET
27-
  HZ. ALİ (A.S)’IN KABRİNİN BULUNMA OLAYI
28-
  HZ. FATIMA (A.S)’IN SEVİNCİ
29-
 HERKES İÇİN YAŞAM ÖRNEĞİ
30- AZAP İÇERİSİNDE OLAN KADINLAR
31-
 TARİHTE ÇOK AĞLAYANLAR
32-
  HZ. FATIMA (A.S) MAHŞER SAHRASINDA
33-
 İMAM HASAN (A.S)’IN DÜNYAYA AYAK BASMASI
34-
 MÜMİNİN ZİNDANI KAFİRİN İSE CENNETİ
35-
 İMAM HASAN (A.S)’IN ÖLÜM ANINDA AĞLAMASI
36-
İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN DOĞUMU VE ONA İSİM TAKILMA TÖRENİ
37-
 GALİBİYETTEN SONRA AĞLAMA
38-
  İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN BAĞIŞI
39-
  ÖLÜMDEN ÖNCE BORCU ÖDEMEK
40-
  İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN SAVAŞ ALANINDA KONUŞMASI
41-  İMAM ZEYN’UL-ABİDİN (A.S)’IN CUMA GÜNLERİNDEKİ ÖĞÜTLERİ
42-
  ÇÖLDE BİR ÇOCUK
43-
  İMAM (A.S)’IN HERMELE HAKKINDAKİ BEDDUASI
44-
  İMAM BAKIR (A.S)’IN SABRI VE YÜCE AHLAĞI
45-
  UZMAN OKÇU
46-
  MÜNAFIK OLMAKTAN KORKMAK
47-
  CABİR-İ CU’Fİ’YE VASİYETİ
48-
  İMAM SADIK (A.S)’DAN BİR KERAMET
49-
  İSTİŞARENİN SINIRI
50-
  MUHTAÇ OLMAMAK İÇİN ÇABA
51-
 AMEL DEFTERİNİN İMAMA SUNULMASI
52-
 TAĞUT VALİSİ KARŞISINDA KIRICI SÖZ
53-
 RIZK ELDE ETMEK İÇİN ÇABA GÖSTERMENİN GEREKLİLİĞİ
54-
 TAKVA ÜZERE OLAN AMELİN ÜSTÜNLÜĞÜ
55-
 HİKMETLİ ÖĞÜTLER
56-
 MÜMİNLE GÖRÜŞMENİN SEVABI
57- İMAM MUSA KAZIM (A.S)’IN DOĞUM VE ŞAHADETİ
58-
 İMAM KAZIM (A.S)’IN DÜNYAYA AYAK BASMA OLAYI
59-
 SULTANLARA ÇALIŞMANIN TEHLİKESİ
60-
 İMAMLARI TANIMANIN YOLU

61- İMAM RIZA (A.S)’IN MÜNAZARASI
62- KENDİLERİ İLE ALAY EDENLER
63-
İMAM RIZA (A.S) VE BOZUK İTİKADA KARŞI MÜCADELE
64-
İMAM CEVAD (A.S)’DAN BİR MUCİZE
65-
 OKUNACAK BİR MÜNAZARA
66-
 NETİCESİZ KALAN KOMPLO
67-
 İLAHÎ PEYGAMBERLERİN MUCİZELERİ
68-
 DOST VE DÜŞMAN AÇISINDAN İMAM HASAN ASKERİ (A.S)
69-
YUMUŞAK ELBİSENİN ALTINDAKİ KABA ELBİSE
70-
 YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAK OLAN ÇOCUK
71- İMAM MEHDİ (A.S)’IN İSHAK’IN MEKTUBUNA CEVABI
72-
 İMAM MEHDİ (A.S) AÇISINDAN BABAYA HİZMET
73-
 HEMEDAN HALKINDAN BİRİSİNİN İMAM ZAMAN (A.S)’LA GÖRÜŞMESİ
74-
 İMAM-I ZAMAN (A.S)’IN HÜKÜMETİ
75- İMAM MEHDİ (A.S)’IN ZUHURU




 
 

 

 

1- YOLCULUKTA YARDIMLAŞMAK

Peygamber (s.a.a) bir grup ashabıyla yolculuğa çıkmıştı. Yolun yarısında, bir koyun kesip ondan yemek yapmalarını emretti. Ashaptan biri: “Ben koyun kesme işini üstleniyorum” dedi. Diğer biri ise: “Onun postunu soymayı da ben üstleniyorum” dedi. Üçüncü bir şahıs da: “Onu parçalayıp doğramayı da ben üstleniyorum” dedi. Dördüncü şahıs da: “Onu pişirmeyi de ben üstleniyorum” dedi. Resulullah (s.a.a) de: “Ben de size odun toplayacağım” buyurdular.

Ashap: “Ya Resulellah! Sen zahmet çekme biz bu işi yaparız” dediler. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Sizin bu işi yapacağınızı biliyorum ama Allah Teâla, arkadaşlarıyla yolculuk yapıp da kendisi için bir ayrıcalık tasarlayan kimseyi sevmez.”

Daha sonra kalkıp odun toplamaya başladı. [1]

 

2- BÜYÜK İNSAN

Resulullah (s.a.a), İslam ordusunu Tebuk savaşına sevk ettiğinde, Beni Selme kavminin büyüklerinden olan Cedd b. Kays, Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi:

“Müsaade edin bu savaşa katılmayayım! Beni sarışınların (Rumluların) kızlarıyla fitneye sokma! Zira ben onları görmekle günaha düşmekten korkuyorum.”

Resulullah (s.a.a) de ona, savaşa katılmaması için izin verdi. Bu esnada şu ayet nazil oldu:

“Onlardan öylesi de var ki: “Bana izin ver, beni fitneye düşürme” der. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, kafirleri mutlaka kuşatacaktır.” [2]

Allah-u Teâla bu ayeti nazil ederek o şahsın söz ve amelini mahkum etmiştir.

İbn-i Abbas ve Mücahid de şöyle derler:

Bu ayet nazil olduğunda Peygamber (s.a.a), Beni Selme tâifesine dönerek: “Sizin büyüğünüz kimdir?” diye sordu.

Cevaben: “Cedd b. Kays’tır; fakat o korkak ve cimri birisidir” dediler.

Onların bu sözü üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Cimrilik derdi, en kötü derttir.”

Daha sonra şöyle buyurdu: “Sizin büyüğünüz, ak yüzlü ve cömert bir genç olan Bişr b. Burra’dır.” [3]

 

3- VAADE VEFA

Peygamber (s.a.a), sabah erken büyük bir kayanın yanında buluşmak için bir adama söz verdi. O adam gitti fakat güneş yükselip hava sıcak oluncaya kadar gelmedi. Ashap, Peygamber (s.a.a)’in güneşin şiddetli sıcağından rahatsız olduğunu görünce: “Ya Resulellah! Ana ve babalarımız sana feda olsun! Eğer yerinizi değişir de gölgeye giderseniz sizin için iyi olur” dediler.

Resulullah (s.a.a) onların cevabında şöyle buyurdular: “Ben burada beklemeye söz vermişim; başka yere gitmem doğru olmaz...” [4]

 

4-PEYGAMBER (S.A.A)’İN MANTIKSIZ İŞLERE KARŞI ÇIKMASI

Peygamber (s.a.a)’in süt annesi olan Halime şöyle diyor:

“Peygamber (s.a.a) üç yaşında iken bir gün bana şöyle dedi: “Anne! Neden iki kardeşimi (maksat Halime’nin kendi çocuklarıdır) gündüzleri görmüyorum?”

Arzettim ki: “Evladım! Onlar gündüzleri koyunları otlatmak için çöle götürüyorlar.”

Peygamber (s.a.a): “Ben neden onlarla birlikte gitmiyorum” dedi.

Arzettim ki: “Onlarla birlikte çöle gitmeyi istiyor musun?”

Peygamber (s.a.a): “Evet” buyurdu.

Ben ertesi gün Peygamber (s.a.a)’in saçına yağ sürdüm, gözlerine sürme çektim ve onun korunması için bir muska da boynuna astım. Ama çocukluktan saçma sapan ve mantıksız işlere karşı çıkan Peygamber (s.a.a), onu hemen boynundan çıkarıp attı. Sonra bana dönerek şöyle buyurdu:

“Anneciğim! Bu nedir?! Benimle, beni koruyacak birisi vardır!” [5]


5- PEYGAMBER (S.A.A)’İN SÜT ANNESİNE ŞEFKATİ

Peygamber (s.a.a)’in süt annesi olan Halime, yılların birinde ihtiyacını karşılamak için Mekke’de Resulullah (s.a.a)’in yanına uğradı. O zaman Peygamber (s.a.a) Hatice’yle evlenmişti. Halime, kıtlık ve kuraklıktan dolayı hayvanlarının öldüğünü söyledi.

Peygamber (s.a.a) bu hususta Hatice’yle konuştu. Hatice de, Peygamber (s.a.a)’in sözü üzerine Halime’ye kırk koyun ve deve  bağışladı. Halime de o malları alarak ailesine geri döndü.

Halk İslam dinine davet edilince, Halime ve kocası Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek İslam dinini kabul ettiler. [6]


6-İSLAM’DA KOLAYLIK

Bir adam İslam kanunlarından birini çiğneyerek günah işlemişti. Bu günahkar adam Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: Helâk oldum! Helâk oldum!

Peygamber (s.a.a): “Ne yapmışsın?!”

Günahkâr: “Ramazan ayında eşimle cinsel ilişkide bulundum. Şimdi çare nedir?”

Peygamber (s.a.a): “Bir köle al ve serbest bırak.”

Günahkâr: “Bunu yapamam.”

Peygamber (s.a.a): “İki ay oruç tut.”

Günahkâr: “İki ay oruç tutmaya gücüm yoktur.”

Peygamber (s.a.a): “Git atmış fakiri doyur.”

Günahkâr: “Atmış fakiri doyuracak bir malım yoktur.”

Peygamber (s.a.a) biraz sustu. Bu sırada bir adam gelerek Peygamber (s.a.a)’e bir sepet hurma verdi.

Peygamber (s.a.a) günahkâr adama: “Bu sepet hurmayı al, onu fakir halka dağıt” diye buyurdu.

Günahkâr adam: “Ey Allah’ın elçisi! Bu şehirde benden daha fakiri yoktur” dedi.

Peygamber (s.a.a) gülerek şöyle buyurdular: “O halde bu hurmaları kendi ailen ve çocuklarının arasında taksim et.” [7]

 

7-EN KÖTÜ İNSAN

Peygamber (s.a.a), Aişe’nin evinde bulunduğu bir sırada bir adam Hazretin yanına gelmek için izin istedi. Peygamber (s.a.a) Aişe’ye: “Bu adam kavminin en kötü insanıdır” diye buyurdu. Bu esnada Aişe kalkıp başka bir odaya geçti.

Sonra Peygamber (s.a.a) o adama içeri girmesi için izin verdi. Söz konusu şahıs içeri girdiğinde Peygamber (s.a.a) onu güler yüzle karşıladı ve onunla konuşmakla meşgul oldu. Adam, konuşmaları sona erdikten sonra kalkıp Peygamber (s.a.a)’in huzurundan ayrıldı.

Aişe gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Sen o adam hakkında az önce öyle dedin ama o içeri girince onu güler yüzle ve hoş bir şekilde karşıladın.”

Resulullah (s.a.a) Aişe’nin bu sözüne karşılık şöyle buyurdu: “Allah’ın en kötü kulu, çirkin sözlü olduğundan dolayı kendisiyle oturulması istenmeyen kimsedir. (Ben, çirkin sözlü olduğundan dolayı, saygısızlık yapmaması için onu güler yüzle karşıladım.)” [8]

 

8- CENNETİN SEKİZ KAPISININ AÇILMASINA SEBEP OLAN ZİKİR

Şeybet’ul-Huzulî isminde mümin bir adam Resulullah (s.a.a)’in huzuruna vararak şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ben yaşlanmışım; namaz, oruç, hac ve cihad gibi yaptığım bir takım amelleri artık yapmaya kadir değilim. O halde bana yararlı olacak bir söz öğret ve vazifemi hafiflet.”

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Çevrende bulunan tüm taş ve kesekler senin bu haline ağladılar. O halde sabah namazını kılıp bitirdiğinde (bu güçsüzlüğü telafi etmek için) on defa şöyle de: “Subhanellah’il-azim ve bihamdihi vela hâvle velâ kuvvete illa billah’il-aliyy’ il-azim.” [9]

Allah-u Teâla bu vesileyle seni körlükten, cinnetten, cüzamdan (abraş hastalığından), fakirlikten ve yaşlılıktan kaynaklanan güçsüzlüklerden kurtarır.”

Yaşlı adam: “Ya Resulellah! Bu, dünya içindir; ahiret için ne vardır?” dedi.

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Her namazın ardından şöyle de: “Allahummehdini min indike ve efiz aleyye min fazlike venşur aleyye min rahmetike ve enzil aleyye min berekatike.” [10]

Yaşlı adam bu sözleri aldıktan sonra gitti. Sonra Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Eğer bu yaşlı adam bu zikri sürekli söyler ve kasıtlı olarak onu terk etmezse, cennetin sekiz kapısı onun yüzüne açılır ve istediği kapıdan cennete girer.” [11]

 

9- ÜMMETİNDEN ON GRUP MAHŞERDE

Peygamber (s.a.a)’in ashabından bir grup kimse Ebu Eyyub-i Ensarî’nin evinde oturmuşlardı. Resulullah (s.a.a)’in kenarında oturan Muaz b. Cebel, Hazretten şu ayetin manasını sordu: “Sûr’a üflendiği gün, bölük bölük Allah’a gelirsiniz.” [12]

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Muaz! Büyük bir şeyden soru sordun.”

Sonra gözlerini aşağı dikti ve şöyle buyurdu: “Ümmetimden on grup simaları değişmiş bir şekilde ve Müslümanlardan ayrı olarak haşrolurlar. Bazıları maymun, bazıları domuz, bazılarının ayakları havada, başları ise aşağıya doğru olduğu halde yüz üstü mahşere taraf sürüklenirler. Yine bazıları kör, bazıları sağır ve lal (dilsiz), bazıları ise ağızlarından cerahat salyaları sarktığı ve mahşer ehlinin bundan rahatsız oldukları bir halde dillerini çiğneyerek haşrolurlar. Yine bazıları eli-kolu kesik, bazıları ateş dallarına asılmış, bazıları kokmuş ve bozulmuş ölünün kokusundan daha kötü bir kokuyla, bazıları da katrandan daha yapışkan olan bir cübbe giymiş oldukları halde haşrolurlar. Maymun şeklinde olan kimseler, koğuculuk yapanlardır; domuz şeklinde olan kimseler, haram yiyenlerdir; ayakları havada ve başları aşağıda olarak yüz üstü mahşere sürüklenen kimseler, faiz yiyenlerdir; kör olarak haşr olanlar, zalimlerdir; sağır ve lal (dilsiz) olanlar, bencil kimselerdir; ağızlarından cerahat salyaları sarkan ve dillerini çiğneyen kimseler, sözleri amelleriyle çelişen alim ve kadılardır; el ve ayakları kesik olanlar, komşuya eziyet edenlerdir; ateş dallarına asılanlar, zalim sultana söz taşıyanlardır; kokmuş ölüden daha kötü kokulu olanlar, Allah’ın hakkını ödemeyen ve şehvet peşinde olan kimselerdir; katrandan daha yapışkan olan bir cübbe giymiş olanlar, kibirli ve gururlu kimselerdir.” [13]

 

10- PEYGAMBER (S.A.A)’İN ÖLÜLERLE KONUŞMASI

Bedir savaşı sona erdi, İslam düşmanları firar ettiler ve Kureyş’in büyüklerinden bazıları helak oldular. Peygamber (s.a.a), kafir ve müşrik ölülerin bir kuyuya atılmalarını emretti. Ümeyye b. Halef’in cenazesi dışında bütün cenazeler kuyuya atıldı. Onun cenazesinin yerde kalmasının sebebi ise, onun çok şişman olup cenazesinin kokuşup dağılmış olmasından dolayı idi.

Peygamber (s.a.a) onun bu halini görünce şöyle buyurdu: “Onu kendi haline bırakın, üstü kapanana dek üzerine taş toprak dökün.”

Daha sonra Peygamber (s.a.a) onların bulunduğu kuyunun başına gelip onları isimleriyle çağırarak şöyle buyurdu: “Allah’ın bize vermiş olduğu vaadi, bizim hak bulduğumuz gibi siz de doğru buldunuz mu? Sizler Peygamberinize çok kötü akrabalardınız, siz beni tekzip ettiniz, ama diğer kimseler beni tasdik ettiler; siz beni vatanımdan çıkardınız, ama başkaları bana sığınak verdiler; siz benimle savaştınız, ama yabancılar bana yardımda bulundu.”

Bu sırada ashaptan birisi (Ömer b. Hattap) şöyle dedi: “Ya Resulellah! Bunlar ölmüş cenazelerdir, onlarla nasıl konuşuyorsun ve bu konuşmanın ne faydası vardır?!”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sus ey Hattab’ın oğlu! Şüphesiz onlar, Allah’ın onlara vermiş olduğu vaadin hak olduğunu anladılar; onlar sizlerden daha iyi duymaktadırlar ama onların konuşmaya güçleri yoktur.” [14]

 

11- BİR SALAVATA KARŞILIK YEDİ YÜZ SALAVAT

Bir gün Peygamber (s.a.a), Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’a şöyle buyurdu: “Ya Ali! Seni müjdelememi istiyor musun?”

Hz. Ali (a.s): “Evet, anam ve babam sana feda olsun! Sen her zaman, her şeyin müjde vericisi idin.”

Hz. Peygamber (s.a.a): “Cebrail yanıma geldi ve ilginç bir şeyi bana bildirdi.”

Hz. Ali (a.s): “İlginç şey ne idi?”

Hz. Peygamber (s.a.a): “Cebrail haber verdi ki, dostlarımızdan her kim ailemle birlikte bana salavat gönderirse, göklerin kapıları onun yüzüne açılır ve melekler ona yetmiş salavat gönderirler; günahkar olursa, ağacın yaprakları döküldüğü gibi günahları dökülür ve Allah-u Teâla ona şöyle buyurur: “Lebbeyke ya abdî ve sa’deyke” (Ey kulum! Sözünü dinlemeye hazırım ve ne mutlu sana!)

Daha sonra meleklere şöyle buyurur: “Ey meleklerim! Siz ona yetmiş salavat gönderdiniz ama ben ona yedi yüz salavat gönderiyorum.” [15]

 

12-PEYGAMBER (S.A.A) AÇISINDAN KADININ GÖREVLERİ

Bir kadın Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Erkeğin kadın üzerinde olan hakları nelerdir?”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Kadın kocasına itaat etmeli ve onun emrinden çıkmamalıdır; kadın kocasının izni olmadan onun malından sadaka vermemelidir; kadın kocasının izni olmadan müstehap oruç tutmamalıdır; kadın her halde (yasak günler hariç) kendisini kocasına sunmalı ve onun yetkisinde olmalıdır; kadın, kocasının izni olmadan evden dışarı çıkmamalıdır; izinsiz kocasının evinden çıkarsa, evine dönene dek gökle yer ve gazapla rahmet meleklerinin lanetine maruz kalır.” [16]

 

13- PEYGAMBER (S.A.A)’İN SÜT KIZKARDEŞİNE İHTİRAMININ SIRRI

Resulullah (s.a.a)’in bir süt kız kardeşi vardı. Bu kız kardeşi bir gün Resulullah (s.a.a)’in yanına geldi. Resulullah (s.a.a) onu görünce sevindi ve cübbesini onun için yere serdi ve onu o cübbenin üzerinde oturttu. Daha sonra ona dönüp tebessüm ederek onunla konuşmaya başladı. Nihayet süt kız kardeşi kalkıp gitti.

Tesadüfen aynı gün Resulullah (s.a.a)’in süt kardeşi de O Hazretin yanına geldi. Ama Peygamber (s.a.a), süt kız kardeşine davrandığı gibi ona davranmadı.

Bu durumu gören birisi şöyle dedi: “Ya Resulellah! Neden kız kardeşe, erkek kardeşten daha çok ihtiram ettin; halbuki erkek kardeş, ihtirama daha layıktı?”

Peygamber (s.a.a) onun cevabında şöyle buyurdular:

“Bunun sebebi, süt kız kardeşimin, anne ve babasına erkek kardeşten daha çok ve daha iyi hizmet etmesi içindir. Bundan dolayı kız kardeşe, erkek kardeşten daha çok ihtiram ettim.” [17]

 

14-  ÇOCUĞA SAYGI VE SEVGİ

Bir gün Peygamber-i Ekrem (s.a.a) cemaatle namaz kılıyordu ve İmam Hüseyin (a.s) da O Hazretin yakınında idi. Peygamber (s.a.a) secdeye kapandığında, Hüseyin (a.s) O Hazretin sırtına biniyordu. Peygamber (s.a.a) başını secdeden kaldırdığında, onu tutup kendi yanına bırakıyordu. Bu durum birkaç defa tekrarlandı ve Peygamber (s.a.a) namazını böylece tamamlamış oldu.

Bu olaya şahit olan Yahudi birisi şöyle dedi: “Siz çocuklara karşı öyle davranıyorsunuz ki, bizler kesinlikle böyle davranmıyoruz.”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Siz de Allah’a ve O’nun Peygamberine imam etmiş olsaydınız, çocuklara karşı (böyle) şefkatli ve merhametli olurdunuz.” [18]

 

15-YETİMLERE ŞEFKAT

Cafer-i Tayyar savaşta şehit düştüğünde, haberi Medine’ye ulaştı. Peygamber (s.a.a) Cafer’in evine giderek onun eşine (Umeys kızı Esma’ya) şöyle buyurdu: “Cafer’in çocuklarını yanıma getir.”

Çocuklar gelince Resulullah (s.a.a) çocukları bağrına basarak ağladı.

Cafer’in oğlu Abdullah şöyle diyor: “Çok iyi hatırlıyorum ki, o gün Peygamber (s.a.a) annemin yanına geldi. Annem şöyle dedi: “Ya Resulellah! Cafer şahadete mi erişti?”

Peygamber (s.a.a) cevabında: “Evet!” diye buyurdu ve babamın şehit olduğunu anneme bildirdi. O anda merhamet ve şefkat eliyle benim ve kardeşimin başını okşayarak ağlıyor ve babam hakkında dua ediyordu. Daha sonra anneme: “Ey Esma! Sana müjde vereyim mi?” diye buyurdu.

Annem: “Evet, annem ve babam sana feda olsun” dedi.

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: “Yüce Allah, Cafer’in kesilmiş kollarına karşılık ona, cennette uçması için iki kanat verdi.” [19]

 

16- HALKTAN BİR ŞEY İSTEMEMEK ŞARTIYLA PEYGAMBER (S.A.A)’LE BİAT ETMEK

Bir gün Peygamber (s.a.a) ashabına: “Benimle biat etmek istemiyor musunuz?” diye sordular.

Ashap: “Ya Resulellah! Seninle biat etmeye hazırız.”

Peygamber (s.a.a): “Benimle halktan bir şey istemeyeceğinize dair biat ediniz.”

Bu olaydan sonra Peygamber (s.a.a)’in ashabı o kadar dikkatli davranıyorlardı ki, eğer onlardan biri bir binek üzerinde olup da elinden kırbaç yere düşmüş olsaydı, kendisi bineğinden aşağı inip onu götürür ve kimseye onu bana ver demezdi.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Bizim şialarımız kimseden bir şey istemezler. Kim ihtiyacı olmadan dilenirse, adeta şarap içmektedir.” [20]

 

17- ÖLÜM ANINDA VASİYET

Uhud savaşında, Peygamber (s.a.a)’in fedakar ashabından olan Sa’d b. Rabiy’ ağır yaralar alarak yere düştü. Savaş ateşi sona erdikten sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: “Sizden hanginiz beni Sa’d’ın durumundan haberdar edebilir?”

Ashaptan birisi: “Ben onu aramaya gidiyorum” dedi.

Peygamber (s.a.a), bir yeri işaret ederek: “Orayı ara” diye buyurdu.

Sa’d’ı aramakla görevli olan şahıs diyor ki: “Ben Peygamber (s.a.a)’in işaret ettiği yere gittim ve Sa’d’ın ölülerin arasına düşmüş olduğunu gördüm. “Ey Sa’d!” diye sesledim. Sa’d cevap vermedi. Tekrar yüksek sesle şöyle dedim: “Ey Sa’d! Resulullah senin halinden haberdar olmak istiyor.”

Sa’d, Peygamber (s.a.a)’in ismini duyunca, yarı canı olan civcivler gibi başını yerden kaldırarak: “Doğru mu söylüyorsun, Peygamber yaşıyor mu?”

21] diye sordu.

Ben de cevabında: “Evet, Allah’a yemin olsun ki Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Sa’d, on iki yara alarak yere düşmüştür” dedim.

Sa’d şöyle dedi: “Allah’a şükürler olsun ki durumum Peygamber (s.a.a)’in buyurduğu gibidir. Peygamber (s.a.a) doğru buyurmuştur, bedenimde on iki ok yarası vardır. Peygamber (s.a.a)’in yanına döndüğünde selamımı O’na söyle ve O Hazretin yarenlerine de de ki: Sa’d dedi ki: “Allah’a and olsun ki (kıyamet günü), eğer siz sağ olduğunuz halde Peygamber (s.a.a)’in bedenine bir diken batarsa, Allah katında hiçbir mazeretiniz olmayacaktır.”

Daha sonra Sa’d derin bir nefes çekti, öldürülen bir deve gibi kan boğazından dışarı döküldü ve gözlerini dünyaya yumdu.

Ben Peygamber (s.a.a)’in yanına dönüp Sa’d’ın sözlerini O’na ilettim. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah Sa’d’a rahmet etsin, hayata iken bana yardımda bulunda ve ölüm anında da beni ashaba tavsiye etmektedir.” [22]

 

18- HZ. ALİ (A.S)’IN ALLAH KORKUSUNDAN AĞLAMASI

Hz. Ali (a.s)’ın ashabından olan “Hibbe İrnî” isminde birisi şöyle diyor:

Bir gece “Nevf” ile birlikte Kufe’nin Dar’ul-İmaresinin (hükümet konağının) bahçesinde yatmıştık. Gecenin son zamanlarında Hz. Ali (a.s)’ın Dar’ul-İmare’den yavaşça dışarı çıktığını, aşırı bir korkunun kendisini sardığını, dengesini koruyamadığını ve elini duvara koyarak şaşkınlık ve hayranlık içinde olanlar gibi göğe doğru bakıp şu ayeti okuduğunu gördük:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.”

“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken, (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!”

“Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsva etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.”

“Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, “Rabbinize inanın” diye imana çağıran bir davetçiyi işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz.” [23]

Hibbe İrnî şöyle devam ediyor: Hz. Ali (a.s) sürekli bu ayetleri okuyordu. Bu azametli güzelliklere ve bu azametli güzelliklerin yaratıcısına öyle gönül vermişti ki ve kendisinden öyle geçmişti ki adeta aklını yitirmişti.

Hibbe ve Nevf yattıkları yerden bu ilginç manzarayı seyrediyorlardı. Nihayet Hz. Ali (a.s) yavaş yavaş Hibbe’nin yattığı yere yaklaşarak şöyle buyurdu: “Hibbe! Uyumuş musun, uyanık mısın?”

Hibbe cevabında: Uyanığım; ya Emir’el-Müminin, siz onca aydın geçmişinize ve onca züht, takva ve eşsiz ibadetinize rağmen Allah’tan böyle korkuyorsunuz, o halde vay bizim halimize, biz zavallılar ne yapmalıyız!

Hz. Ali (a.s) gözlerini aşağı dikerek ağladı. Sonra şöyle buyurdu: “Ey Hibbe! Hepimiz bir gün Allah’ın karşısında duracağız, amellerimizden hiçbiri O’na gizli değildir. Ey Hibbe! Allah-u Teâla bana ve sana boynun şah damarından daha yakındır; hiçbir şey bizimle Allah arasında engel olamaz.”

Sonra Nevf’e dönerek şöyle buyurdu: “Ey Nevf! uykuda mısın?”

Nevf: “Hayır, uyanığım. Ya Emir’el-Müminin! Sizin hayret verici durumunuz, bu gece biraz gözyaşı dökmeme sebep oldu.”

İmam (a.s): “Ey Nevf! Eğer bu gece Allah’ın korkusundan çok ağlarsan, yarın Allah’ın karşısında gözlerin aydın olur. Ey Nevf! Allah korkusundan kimin gözünden bir damla yaş akarsa, bu göz yaşı ateşten olan denizleri söndürür…”

Emir’ul-Müminin (a.s), Hibbe ve Nevf’e ettiği nasihatlerin sonunda ise şöyle buyurdu: “Ben size, her an Allah’tan korkunuz diyorum.”

Daha sonra o ikisinin yanından geçti ve yürekleri yakarcasına şöyle diyordu:

“Ey Rabbim! Keşke bir bilseydim; acaba senden gafil olduğumda benden yüz mü çeviriyorsun yoksa yine bana teveccüh mü ediyorsun? Keşke bir bilseydim; bu uzun uykumla ve nimetlerinin şükründe kusur etmemle halim senin nezdinde nasıldır?”

Hibbe diyor ki: “Allah’a andolsun ki, Hz. Ali (a.s) şafak atana kadar bu halde Allah’a yalvarıp yakarıyordu.” [24]

 

19-  HZ. ALİ (A.S) HARİS-İ HEMDANİ’NİN YANIBAŞINDA

Haris-i Hemdani İmam Ali (a.s)’ın dostlarından biri idi ve İmam (a.s)’ın yanında özel bir makamı vardı. Haris hastalanınca, Hz. Ali (a.s) onun ziyaretine gitti. Hal hatır sorduktan sonra şöyle buyurdu:

“Ey Haris! Sena müjde veriyorum ki, ölüm anında, sırat köprüsünden geçtiğinde, Kevser havuzunun kenarında ve mukaseme (taksim) zamanı beni görecek ve tanıyacaksın.”

Haris: “Mukaseme nedir?” diye sordu.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Mukaseme (taksim etme) ateşle olacaktır. Kıyamet günü cehennem ateşiyle halkı taksim edeceğim. Ateşe diyeceğim ki: Ey ateş! Bu adam benim dostumdur onu bırak ve bu şahıs ise benim düşmanımdır onu yakala!”

Sonra Hz. Ali (a.s) Haris’in elinden tutarak şöyle buyurdu: “Ey Haris! Ben senin elinden tuttuğum gibi Peygamber (s.a.a) de benim elimden tuttu. O esnada ben Kureyş ve münafıkların haset ve kıskançlığından O Hazrete şikayet ettim. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü olduğunda ben Allah’ın sağlam ipinden tutacağım, sen de beni tutacaksın ve şialar da senin eteğinden tutacaklardır…”

Hz. Ali (a.s) sonra üç defa şöyle buyurdu: “Ey Haris! Sen sevdiğin kimseyle ve yapmış olduğun amelle birlikte olacaksın.”

Bu esnada Haris yerinden kalkıp, aşırı sevincinden cübbesini yerde çekerek şöyle diyordu: “Bundan sonra artık ölüme doğru mu gidiyorum, yoksa ölüm mü bana doğru geliyor bu hususta hiçbir korkum yok.”

Bu hadisi, Ehl-i Beyt şairi (Seyyid Himyeri), bir şiire dökerek şöyle demiştir:

Ey Hemdani! Kim ölürse beni karşısında görecektir,

Ölen ister mümin olsun ister münafık.

Onun gözleri beni tanıyor, ben de onu tanıyorum,

Sıfatıyla, ismiyle ve ameliyle.

Sen Sırat köprüsünde beni tanıyacaksın,

O halde kayma ve sürçmeden korkma.

Ben o yakıcı susuzlukta sana soğuk su içireceğim,

Onun tatlı bir bal olduğunu sanacaksın.

Sorgu için seni durdurduklarında ateşe diyeceğim ki;

Onu bırak, ona yaklaşma; zira bu şahsın,

Velayet ipiyle bağlı bir ipi vardır. [25]

 

20- KEPEKLİ EKMEK

Suveyde b. Gafle şöyle diyor:

Bir gün öğleden sonra Hz. Ali (a.s)’ın yanına uğradım. Hz. Ali’nin, sofranın kenarında oturduğunu ve sütü ekşimiş bir kapla kepekli bir ekmeğin de o sofrada bulunduğunu gördüm. Hz. Ali (a.s) bazen eliyle ve bazen de diziyle o ekmeği kırıyor ve ekşimiş sütle onu yiyordu. Hz. Ali (a.s) bana: “Sen de gel ye” diye buyurdu. Cevabında: “Ben niyetliyim” dedim.

Buyurdular ki: Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu duydum: “Kim oruç tuttuğu için canı istediği yemekten sakınır da ondan yemezse, ona cennet yemeklerinden yedirmek ve cennet içeceklerinden içirmek Allah’a hakkolur.”

Suveyde sözünün devamında şöyle diyor: İmam (a.s)’ın biraz ötesinde duran hizmetçisi Fizze’nin yanına giderek ona dedim ki: Vay senin haline! Neden bu yaşlı adam hakkında Allah’tan korkmuyor, O’nun halini gözetmiyor ve O’na kepekli ekmek veriyorsun?!”

Fizze cevabımda şöyle dedi: “Suveyde, bizim suçumuz değildir. İmam (a.s)’ın kendisi, ekmeğinin elenmemiş undan yapılmasını emretmiştir.”

Suveyde Hz. Ali (a.s)’ın yanına dönerek Fizze’nin vermiş olduğu cevabı İmam (a.s)’a söyledi.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Anam ve babam İslam Peygamberine Feda olsun! O’nun ekmeği, elenmemiş undan idi. Bu dünyadan göçene dek, üç gün ardı ardınca buğday ekmeğinden doyasıya ekmek yememiştir.” [26]

Hz. Ali (a.s)’ın, yemek yemesinde de Resulullah (s.a.a)’i örnek aldığı bu kıssadan da anlaşılmaktadır.

 

21- HİZMETÇİYİ KENDİSİNE TERCİH ETMEK

Hz. Ali (a.s) hizmetçisi Kamber’le birlikte gömlek almak için Kufe pazarına gitti. Pazarda elbise satan birisine: “İki gömlek ihtiyaçtır” buyurdu.

Elbise satan adam İmam (a.s)’ı tanıyınca: “Ya Emir’el-Müminin! Ne çeşit gömlek istesen vardır” dedi.

İmam (a.s), o şahsın kendisini tanıdığını anlayınca, onun dükkanından geçip alış verişle meşgul olan diğer bir elbise satıcısının yanına gitti. Ondan, biri üç diğeri ise iki dirhem olan iki gömlek aldı. Sonra Kanber’e: “Üç dirhemlik gömleği sen giy” buyurdu. Kanber: “Efendim, Üç dirhemlik elbise size yakışır. Zira siz, halka konuşmak için minbere çıkıyor ve onlara vaaz ediyorsun; değerli elbisenin hatibin üzerinde olması daha uygundur” dedi.

Hz. Ali (a.s): “Kanber! Sen gençsin, gençlik de süslü olmayı ister. Ayriyeten ben Rabbimden, elbise hususunda kendimi sana tercih etmekten hâyâ ediyorum. Zira Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu duydum: “Giydiğiniz şeylerden onlara (hizmetçilere) giydirin ve yediğiniz şeylerden onlara yedirin.”

Hz. Ali (a.s) gömleği giyince, gömleğin kolunun elinden uzun olduğunu gördü. Bundan dolayı onun fazla olan miktarını kesip ondan muhtaçlar için takke yapmalarını emretti.

Bu esnada gömleği satan genç: “Müsaade edin gömleğin kesilen yenini dikeyim” dedi.

İmam (a.s): “Bırak öyle kalsın. Zira ömrün geçmesi, elbiseyi süslemekten daha hızlıdır” buyurdu.

Hz. Ali (a.s) parayı vererek oradan ayrıldı. Biraz uşaklaştığında dükkanın asıl sahibi geldi. Oğlunun gömlekleri pahalı sattığını anlayınca, Hazretin yanına gidip özür dileyerek şöyle dedi: “Ya Emir’el-Müminin! Oğlum sizi tanımamış, bundan dolayı gömlekleri size pahalı satmıştır; fazla olan iki dirhemi geri almanızı rica ediyorum.”

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Ben ve oğlun, gömleklerin fiyat hususunda yeteri kadar konuştuk, pazarlık yaptık ve her ikimiz de razı olduk. Binaenaleyh muamele her iki tarafın rızayetiyle gerçekleşmiştir. Ben iki dirhemi geri almayı kesinlikle kabul etmeyeceğim.” [27]

 

22- TAKVASIZ KUR’AN OKUYANIN AKIBETİ

Gecelerin birinde Emir’ul-Muminin Ali (a.s) Kufe mescidinden kendi evine doğru hareket ediyordu. İmam (a.s)’ın özel ashabından olan Kumeyl b. Ziyad da O Hazretle birlikte idi. Yolları üzerinde olan bir evin kenarından geçerken ev sahibinin yüksek ve güzel bir sesle şu ayeti okuduğunu gördüler: “Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir? (Resulüm) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür?” [28]

Kumeyl bu adamın Kur’an okumasından çok hoşlandı ve kalbinde ona aferin dedi Hz. Ali (a.s) Kumeyl’in bu durumunu farkedince şöyle buyurdu:

“Ey Kumeyl! Onun güzel sesle Kur’an okuması seni aldatmasın. Çünkü o cehennem ehlidir. (Nice Kur’an okuyanlar vardır ki Kur’an onlara lanet etmektedir.) Yakın bir zamanda söylediğim şey senin için aşikar olacaktır.”

Kumeyl İmam (a.s)’ın bu sözünden şaşkınlığa uğradı. Şöyle ki İmam (a.s) onun fikir ve düşüncesini okudu ve söz konusu şahısın o manevi haliyle cehennem ehlinden olduğunu buyurdu.

Bir müddet geçtikten sonra Havariç olayı ortaya çıktı. Bunlar, İmam Ali (a.s) karşısında durarak O’nunla savaşmaya kalkıştılar. İmam Ali (a.s) da, Hafız’ul-Kur’an olmalarına rağmen onlarla savaştı. Savaş sona erdikten sonra o azgınların başları yere serilmişti. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) Kumeyl’e dönerek, kılıcının kanı kurumamışken o başlardan birine işaret ederek şöyle buyurdu: “Ey Kumeyl! Bu baş, o gece Kur’an okuyan kimsenin başıdır; sen o gece onun hakkındaki sözümden şaşırmıştın!”

Kumeyl İmam (a.s)’ın başından öperek mağfiret diledi. [29]

 

23-  FAKİRLERİN HAYSİYETİNİ KORUMAK VE ONLARIN KALBİNİ ELDE ETMEK

Bir adam Hz. Ali (a.s)’ın yanına gelerek şöyle dedi:

“Ya Emir’el-Müminin! Benim bir hâcetim vardır.”

İmam (a.s) şöyle buyurdu: Hâcetini (isteğini) yerin üzerine yaz! Zira ben, senin sıkıntını yüzünden okuyorum (dilinle söylemene gerek yoktur).”

Fakir adam yerin üzerine şöyle yazdı: “Ben fakir ve muhtacım.”

Hz. Ali (a.s) Kanber’e: “Ona iki değerli elbise ver” diye emretti.

Fakir adam onları aldıktan sonra birkaç beyt şiirle Hz. Ali (a.s)’a teşekkür etti.

İmam (a.s) Kanber’e: “Ona yüz dinar da ver” buyurdu.

Orada bulunanlardan bazısı: “Ya Emir’el-Müminin! Onu zengin ettin” dediler.

İmam (a.s) onların bu sözüne karşılık şöyle buyurdu: “Ben Peygamber (s.a.a)’den duydum ki şöyle buyuruyordu: “Halka mevkilerine göre davranınız, onların şahsiyetlerini göz önünde bulundurunuz.”

İmam (a.s) sözünün devamında şöyle buyurdu:

“Doğrusu ben bazı insanlara şaşırıyorum. Onlar köleleri parayla alıyorlar ama hürleri iyilikle almıyorlar.” [30]

 

24-ÜÇ KİMSEYLE ARKADAŞLIK YASAK

Hz. Ali (a.s) minbere çıktığında şöyle buyurdu:

“Müslüman bir kimse üç kimseyle dost ve arkadaş olmaktan kaçınmalıdır:

1- Laubali.

2- Ahmak (aklı az olan).

3- Yalancı.

Laubali bir kimse, işini sana güzel göstermeye çalışır ve senin de onun gibi olmanı ister. Böyle bir kimse, dünya ve ahiret işlerinde sana yardımcı olmaz. Onunla dost ve arkadaş olmak cefa ve taş yürekliliğe sebep olur; onun senin yanına gelip gitmesi ise utanç vesilesidir.

Ahmağa gelince; ondan sana bir hayır ulaşmaz; sorunları gidermesi, çaba gösterse dahi ondan beklenmez; yarar ulaştırmak istese, (ahmaklığından dolayı) sana zarar verir; o halde onun ölümü, hayatından daha hayırlıdır; susması konuşmasından daha iyidir; uzaklığı, yakın olmasından daha güzeldir.

Yalancıya gelince; onunla yaşamak asla sana tatlı olmaz; senin sözünü başkasına götürür ve onların sözlerini de sana getirir; bir sözü bitirdiğinde, başka bir söze başlar; bazen doğru da konuşur ama halk sözüne inanmaz; halkın arasını bozmaya çalışır ve gönüllerde kin icat eder. O halde Allah’tan korkun ve kendiniz için kimlerle dost olacağınıza bakın.” [31]

 

25- EVE MİSAFİR DAVET ETMEK

Bir gün bir şahıs Emir’ul-Muminin Ali (a.s)’ı evine konuk olarak davet etti. İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu:

“Davetini üç şartla kabul ederim:

1- Evin dışından benim için bir şey getirmeyeceksin.

2- Evde bulunana şeyi de benden esirgemeyeceksin.

3- Aileni de zahmete düşürmeyeceksin.”

İmam (a.s)’ı davet eden şahıs İmam (a.s)’ın bu şartlarını kabul etti, İmam (a.s) da onun davetine icabet etti. [32]

İslam’da misafir davet etmek ve davetçinin davetini kabul etmek tavsiye edilmiştir. Ama gösteriş için yapılan davetler veya konukları, büyük bir masrafa girerek ağırlamak veya ev sahibi ve ailesini zahmete düşürmek doğru değildir.

 

26- ADALETLİ BİR HÜKÜMET

 Hz. Ali (a.s)’ın taraftarlarından olan “Darmiye” isminde yaşlı ve şişman bir kadın Mekke’de yaşıyordu. Muaviye hac mevsiminde Mekke’ye gittiğinde o hanımı yanına getirmelerini emretti. O kadın Muaviye’nin yanına gelince, Muaviye ona: “Seni neden çağırttığımı biliyor musun?”

Darmiye: “Hayır, Allah biliyor.”

Muaviye: “Neden Ali’yi seviyor da beni sevmiyorsun?”

Darmiye: “Ali’yi adaletli olduğu için seviyorum. O eşitliği gözetiyordu, o fakirleri ve dindarları seviyordu. Seni sevmememin sebebi ise, Hz. Ali’nin hilafete senden daha lâyık olmasına rağmen O’nunla savaşman, halkın kanını heva ve hevesin için haksız yere akıtman, adaletsiz hüküm vermen ve canın istediği şekilde hükümet etmendir.” [33]

 

27-  HZ. ALİ (A.S)’IN KABRİNİN BULUNMA OLAYI

Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra O Hazretin evlatları geceleyin gizlice İmam (a.s)’ın cenazesini yüksek bir yerde toprağa gömdüler. Bu olayın üzerinden yıllar geçti. İmam (a.s)’ın evlat ve yakınlarından başka kimse O’nun kabrinin nerde olduğunu bilmiyordu. Nihayet Harun Reşid’in hilafeti döneminde bir olay İmam (a.s)’ın kabrinin bulunmasına sebep oldu.

Abdullah b. Hazim kabrin bulunması hakkında şöyle diyor:

Bir gün Harun Reşid’le birlikte av avlamak için Kufe’den dışarı çıktık. Ğariyyeyn (Necef) bölgesine ulaştık. O bölgede birçok ceylanlar gördük, derken tazı ve av köpeklerini onları yakalamak için salıverdik. Ceylanlar kaçarak o bölgede bulunan yüksek bir tepenin üzerine çıkıp orada durdular. Tazı ve av köpekleri tepenin üzerine çıkmayıp geri döndüler. Köpekler geri dönünce ceylanlar tepeden aşağı indiler. Yine tazı ve av köpekleri onları takip etmeye başladılar. Ceylanlar da tekrar o tepeye sığındılar. Tazı ve av köpekleri yine geri döndüler. Bu olay üç kez tekrarlandı.

Ceylanların tepeye sığınmaları, tazı ve av köpeklerinin ise oraya çıkmaya cesaret edememeleri Harun’u oldukça şaşırttı.

Bu olay üzerine Harun şöyle dedi: Kufe’ye gidin, en yaşlı olan kimseyi bularak benim yanıma getirin.

Harun’un görevlendirdiği kişiler, Esed kabilesinden yaşlı bir adamı bularak Harun Reşid’in yanına getirdiler.

Harun o yaşlı adamı görünce: “Ey yaşlı adam! Bu tepe nedir? Bu tepe hususunda bizi aydınlat!”

Yaşlı adam: “Babam babalarından şöyle nakletti: “Bu tepe Hz. Ali’nin kabridir; Allah-u Teâla orayı emniyetli harem kılmıştır. Kim oraya sığınırsa, güvende olur. İşte bundan dolayı ceylanlar O Hazretin haremine sığınarak tehlikeden korunmuşlardır.

Harun Reşid bu sözleri o yaşlı adamdan duyunca atından aşağı indi, abdest almak için su istedi, abdest aldıktan sonra o tepenin kenarında (iki rekat) namaz kıldı ve yüzünü toprağa koyarak ağlayıp dua etti. Daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın kabrinin üzerinde dört kapılı bir kubbe yapmalarını emretti.

İşte böylece Hz. Ali (a.s)’ın kabri takriben yüz otuz yıldan sonra aşikar oldu. [34]

 

28-  HZ. FATIMA (A.S)’IN SEVİNCİ

Bir gün Hz. Fatıma (a.s), Resulullah (s.a.a)’e şöyle dedi: “Babacığım! Kıyamet günü seni nerede ziyaret edeyim?”

Hz. Peygamber (s.a.a): “Cennetin kapısının kenarında; orada hamd sancağı benim elimde olacak ve ben ümmetime şefaat edeceğim.”

Hz. Fatıma (a.s): “Babacığım! Orada seni mülakat etmezsem nasıl?”

Hz. Peygamber (s.a.a): “Kevser havuzunun başında Ümmetimi suyla doyurduğumda benimle görüş.”

Hz. Fatıma (a.s): “Eğer orada görmezsem nasıl?”

Hz. Peygamber (s.a.a): “Sırat köprüsünün yanında durup: “Allah’ım! Ümmetimi esen kıl” dediğimde beni mülakat et.”

Hz. Fatıma (a.s): “Orada da ziyaret edemezsem nasıl?”

Hz. Peygamber (s.a.a): “Terazinin yanında; “Allah’ım! Ümmetimi esen kıl” dediğim zaman beni mülakat et.”

Hz. Fatıma (a.s): “Orada da mülakat etmek mümkün olmazsa nasıl?”

Hz. Peygamber (s.a.a): “Beni, cehennemin yanında, onun alevini ve kıvılcımlarını ümmetimden uzaklaştırdığım zaman mülakat et.”

Hz. Fatıma (a.s) bu haberden çok sevindi ve hoşnut oldu. Allah’ın selamı ona, babasına, eşine ve evlatlarına olsun.” [35]

 

29- HERKES İÇİN YAŞAM ÖRNEĞİ

İki şefkatli eş olan Hz. Ali (a.s) ile Hz. Fatıma (a.s) evin işlerini kendi aralarında taksim ettiler. Hz. Fatıma (a.s) evin içindeki yani hamur yapmak, ekmek pişirmek, evi süpürmek gibi işleri yapmayı üstlendi. Hz. Ali (a.s) da odun getirmek ve yiyecek temin etmek gibi evin dışındaki işleri üstlendi.

Bir gün Hz. Ali (a.s) Hz. Fatıma (a.s)’a şöyle buyurdu:

“Ya Fatıma! Evde yiyecek bir şey var mı?”

Hz. Fatıma (a.s): “Hayır! Allah’a andolsun ki, üç gündür çocuklarım Hasan, Hüseyin açtırlar ve kendim de bir şey yemedim.”

Hz. Ali (a.s): “Neden bana söylemedin?”

Hz. Fatıma (a.s): “Babam Resulullah (s.a.a), sizden bir şey istememi nehyetmiştir ve buyurmuştur ki: Amca oğlundan asla bir şey isteme. Bir şey getirdiğinde al, aksi takdirde O’ndan bir şey isteme!”

Hz. Ali (a.s) (bu sözleri duyduktan sonra) evden dışarı çıktı ve yolda birisiyle karşılaştı. Ailesine yiyecek temin etmek için o adamdan bir dinar borç aldı. Bu esnada o sıcak havada Mikdad b. Esved’i çok perişan ve üzgün bir halde gördü. Bunun üzerine ona: “Ne olmuş? Neden bu sızak vakitte evden dışarı çıkmışsın?” diye sordu.

Mikdad: “Açlık beni evden dışarı çıkarmıştır; çocuklarımın ağlama seslerini duymaya tahammül edemedim” dedi.

İmam (a.s): “Ben de bunun için evden dışarı çıktım. Ben bu dinarı az önce borç aldım, onu sana veriyorum ve seni kendime tercih ediyorum” buyurdu.

Sonra parayı Mikdad’a verdi, kendisi ise eli boş eve geri döndü. Eve girdiğinde Resulullah (s.a.a)’in evde oturduğunu, Fatıma (a.s)’ın da namaz kılmakla meşgul olduğunu ve aralarında ise üstü kapalı bir şeyin bulunduğunu gördü. Fatıma (a.s) namazını bitirdiğinde, yanlarında bulunan şeyin üzerinden örtüyü kaldırınca, içerisi et ve ekmekle dolu bir kase olduğunu gördüler.

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Fatımacığım! Bu yemek sizin için nereden gelmiştir?”

Fatıma (a.s) cevaben: “Allah tarafından gelmiştir; Allah Teâla dilediğine hesapsız rızk verir” dedi.

Bu esnada Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’ye bakarak şöyle buyurdu: “Senin ve Fatıma’nın öyküsü gibi olan bir kimsenin öyküsünü beyan edeyim mi?”

Hz. Ali (a.s): “Evet” dedi.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Senin misalin Zekeriyya’nın misali gibidir. Zekeriyya mihrapta Meryem’in yanına vardığında, onun yanında bir yemek görünce: “Ey Meryem! Bu yemek neredendir?” diye sordu. O da cevaben: “Allah katındandır; Allah istediğine hesapsız rızk verir” dedi.

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Onlar (İmam Ali ve ailesi) o kaptan bir ay boyunca yemek yediler. Bu kap, Kâim’in (Hz. Mehdi’nin), içerisinde yemek yiyeceği kabın aynısıdır; bu kap şimdi bizim yanımızdadır.” [36]

 

30-AZAP İÇERİSİNDE OLAN KADINLAR

Bir gün Müminlerin emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu:

“Biz Fatıma’yla birlikte Hz. Peygamber (s.a.a)’in yanına vardığımızda Hazretin şiddetle ağladığını gördük. Bunun üzerine arzettim ki: “Annem ve babam size feda olsun! Neden ağlıyorsunuz?”

Buyurdular ki: “Ya Ali! Beni miraca götürdüklerinde, ümmetimin kadınlarından bir grup kimseyi şiddetli azap içerisinde gördüm. İşte onların şiddetli azaplarını hatırladığımdan dolayı ağladım.

Saçıyla asılan bir kadın gördüm ki, sıcağın şiddetinden beyni kaynıyordu.

Diliyle asılan bir kadın gördüm ki, cehennemin yakıcı suyundan onun boğazına döküyorlardı.

Yine memelerinden asılan bir kadın gördüm.

Yine ateşten olan tandırda ayaklarından asılan bir kadın gördüm.

Yine bedeninin etini yiyen bir kadın gördüm ki, ateş onun ayağının altından alevleniyordu.

Yine elleri ayaklarına bağlanan bir kadın gördüm ki, yılan ve akrepler ona saldırıyorlardı.

Yine ateşten olan bir tabutta kör, sağır ve dilsiz olan bir kadın gördüm ki, beyni burnundan dışarı çıkıyordu ve bedeni ise cüzam ve abraşlı olduğundan parçalamıştı.

Yine ateşten olan makaslarla, bedeninin eti önden ve arkadan kesilen bir kadın gördüm.

Yine yüzü ve elleri yakılan bir kadın gördüm ki, bağırsaklarını yiyordu.

Yine başı domuz başı, gövdesi ise eşek gövdesi olan bir kadın gördüm ki, binlerce azaba tabi tutulmuştu.

Yine köpek şeklinde olan bir kadın gördüm ki, ateş onun altından girip ağzından çıkıyordu; azap melekleriyse ateşten olan kamçılarla onun başına ve bedenine vuruyorlardı.”

Hz. Fatıma (a.s) arzetti ki: “Babacığım! Bu kadınlar dünyada ne yapmıştılar ki Allah-u Teâla onları böyle azaplara tabi tutmuştu?”

Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:

 “Saçıyla asılan kadına gelince; o kadın saçını erkeklerden gizlemiyordu.

Diliyle asılan kadına gelince; o kadın kocasını incitiyordu.

Memelerinden asılan kadına gelince; o kadın kocasının yatağından kaçınıyordu.

Ateşten olan tandırda ayaklarından asılan kadına gelince; o kadın kocasının izni olmaksızın evinden dışarı çıkıyordu.

Bedeninin etini yiyen kadına gelince; o kadın bedenini halk için süslüyordu.

Elleri ayaklarına bağlanan, yılan ve akreplerin kendisine saldırdığı kadına gelince; o kadın necis elbiseyle abdest alıyordu; cenâbet ve hayız guslü yapmaz, temizliğe riayet etmez ve namazı önemsemezdi.

Ateşten olan bir tabutta kör, sağır ve dilsiz olan kadına gelince; o kadın zina yoluyla çocuk doğurup onu kocasına mal ediyordu.

Bedeninin eti ateşten olan makaslarla, önden ve arkadan kesilen kadına gelince; o kadın kendisini erkeklere sunuyordu.

Yüzü ve elleri yakılan ve bağırsaklarını yiyen kadına gelince; o kadın, yakınlarını başkalarına satan namussuz (fahişe simsarı) idi.

Başı domuz başı, gövdesi ise eşek gövdesi olan kadına gelince; o kadın söz taşıyan ve yalancı idi.

Köpek şeklinde olan ve ateşin, altından girip ağzından çıktığı kadına gelince; o kadın makyaj yapan (veya şarkı söyleyen), bağırarak ağlayan ve herkesi kıskanan idi.”

Daha sonra şöyle buyurdular: “Kocasını öfkelendiren kadına yazıklar olsun; kocası kendisinden razı olan kadına da ne mutlu!”[37]

 

31-   TARİHTE ÇOK AĞLAYANLAR

Tarihte beş kimse herkesten daha çok ağlamıştır: Hz. Adem, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Fatıma ve Hz. Ali b. Hüseyin (a.s).

Hz. Adem, cennet için o kadar ağladı ki gözyaşları yüzünde iz bıraktı. Hz. Yakub, Yusuf’a o kadar ağladı ki, gözlerinin nurunu kaybetti. Bu yüzden Hz. Yakub’a şöyle dediler: “Ey Yakub! Sen o kadar Yusuf’u düşünüp ağlıyorsun ki ağlamakla helak olacaksın.” Hz. Yusuf da babası Yakub’dan uzak kaldığı için o kadar ağladı ki, hapiste olanlar rahatsız oldular ve şöyle dediler: “Ey Yusuf! Ya geceleri ağla gündüzleri sus veya gündüzleri ağla geceleri sus!” Hz. Yusuf (a.s) geceleri veya gündüzleri ağlama hususunda onlarla anlaştı.

Hz. Fatıma (a.s) da o kadar ağladı ki, Medine halkı çok rahatsız oldular ve: “Ey Peygamber’in kızı! Gece gündüz ağlamanla bizleri rahatsız ediyorsun!” dediler. İşte bundan dolayı iki cihanın hanım efendisi Hz. Fatıma (a.s) gündüzleri şehirden çıkıp Uhud şehitleri mezarlığına giderek ağlayabildiği kadar orada ağlıyor ve sonra evine dönüyordu.

Ali b. Hüseyin (İmam Zeyn’ul-Abidin -a.s-) da yirmi (bazı rivayetlere göre 40) yıl boyunca babası İmam Hüseyin (a.s)’a ağladı. Önüne yemek bıraktıklarında ağlıyordu, kendisine su getirdiklerinde ağlıyordu…

Bir gün hizmetçisi şöyle dedi: “Ey mevlam! Ağlamanızla kendinizi helak edeceğinizden korkuyorum!”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Ben üzüntü ve kederimi Allah’a şikayet ediyorum. Ben bir takım şeyler biliyorum ki sizler bilmiyorsunuz. Ben annemiz Fatıma’nın evlatlarının katligahını hatırladığımda hıçkırıklar boğazımı sıkıyor!” [38]

 

32-  HZ. FATIMA (A.S) MAHŞER SAHRASINDA

Hz. Peygamber (s.a.a) değerli kızı Fatıma (a.s)’ın yanına geldi. Onu üzgün görünce: “Kızım neden üzgünsün?” diye sordu.

Fatıma (a.s) cevaben şöyle dedi: “Babacığım! Kıyamet günü halkın çıplak olarak haşrolacağını hatırladım da ondan.”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Kızım! O gün gerçekten çok korkunç bir gündür. Ama vahiy meleği (Cebrail) Allah tarafından bana haber verdi ki; o gün toprağın altından çıkacak olan ilk şahıs benim. Benden sonra atan İbrahim çıkacak, ondan sonra da eşin Emir’ul-Muminin (Ali) çıkacaktır.

Bu esnada Allah-u Teâla Cebrail’i bin melekle sana doğru gönderecek ve kabrinin üzerine nurdan yedi kubbe dikilecektir. Daha sonra İsrafil, nurdan olan üç elbiseyle başının üzerinde duracak ve: “Ey Muhammmed’in değerli kızı! Senin haşrolma günündür, kalk!” diye seslenecek. Sen de tam bir emniyet, huzur ve kamil bir örtü içerisinde kalkacaksın. İsrfil o cennet elbisesini sana verecek ve sen de onları giyeceksin.

Bu esnada Zukayil isminde diğer bir melek, yuları inciden olan ve arkasına da altından bir tahtırevan bırakılan bir bineği senin için getirecek ve sen tam bir azamet ve yücelikle o bineğe bineceksin Zukail, senin önünde, ellerinde tesbih ve övgü bayrakları bulunan yetmiş bin melek olduğu halde bineğini çekecektir.

Mahşere doğru hareket ettiğinde ise yetmiş bin huri seni karşılamaya gelecekler sana bakmakla neşet ve hoşnutluk içerisinde olacaklar. Onların her birinin elinde nurdan, havaya güzel koku saçan aletler vardır. Kendilerini yeşil zebercetten süslemiş ve başlarında da halis cevherlerden taçlar vardır.”[39]

 

33- İMAM HASAN (A.S)’IN DÜNYAYA AYAK BASMASI

Umeys kızı Esma şöyle diyor:

İmam Hasan ve İmam Hüseyin doğduklarında ben Hz. Fatıma (a.s)’ın ebesi idim. İmam Hasan dünyaya geldiğinde Peygamber (s.a.a) gelerek: “Esma! Oğlumu bana getir” buyurdular.

Ben İmam Hasan’ı sarı bir beze sarararak O Hazretin yanına götürdüm. Resulullah (s.a.a) o sarı bezi bir kenara iterek şöyle buyurdu: “Esma! Ben size, çocuğu sarı bezle sarmayın demedim mi?”

Ben hemen İmam Hasan’ı beyaz bir beze sararak Peygamber (s.a.a)’in yanına götürdüm. Peygamber (s.a.a) İmam Hasan’ın sağ kulağına ezan, sol kulağına ise ikamet okudu. Daha sonra Hz. Ali’ye: “Oğlumun ismini ne koydun?” diye sordu.

Hz. Ali (a.s): “Ya Resulellah! Ben ona isim takmada Rabbimden öne geçmem” dedi.

Bu esnada Cebrail nazil olarak şöyle dedi:

“Ya Muhammed! Allah-u Teâla sana selam ediyor ve buyuruyor ki: Ali sana nispetle, Harun’un Musa’ya nispeti gibidir; bundan dolayı bu oğluna, Harun’un oğlunun ismini tak.”

Resulullah (s.a.a): “Harun’un oğlunun ismi ne idi?”

Cebrail: “Onun ismi Şeber idi.”

Peygamber (s.a.a): “Benim dilim Arap’çadır.”

Cebrail: “Onun ismini Hasan bırak.”

Bu yüzden Peygamber (s.a.a) ona Hasan ismini taktı. İmam Hasan (a.s)’ın doğumunun yedinci günü, Peygamber (s.a.a) iki alaca koç kurban kesti. Onlardan birinin budunu bir altın dinarla beraber ebeye verdi. Sonra İmam Hasan’ın saçını kesti, onun ağırlığında fakirlere sadaka verdi ve İmam (a.s)’ın başına heluk (zafaran ve diğer şeylerden yapılan güzel kokulu bir renk) sürdü.

Sonra şöyle buyurdu: “Bebeklerin başına kan sürmek, cahiliyet adetlerindendir.”  [40]

Cahiliyet döneminde bebeğin başına biraz kan sürüyorlardı.

 

34- MÜMİNİN ZİNDANI KAFİRİN İSE CENNETİ

Bir gün İmam Hasan (a.s) yıkandıktan sonra yeni ve temiz elbiselerini giyerek kendisine güzel koku sürdükten sonra tam bir vakar ve azamet içerisinde evden dışarı çıktı. İmam (a.s)’ın güzel siması, her bakanı kendisine cezp ediyordu. Dost ve hizmetçilerinden bir grup kimseyle birlikte Medine sokaklarının birinden geçiyordu. Bu esnada fakirliğin kendisini çökerttiği, derisinin kemiklerine yapıştığı ve güneş ışınlarının yüzünü yaktığı Yahudi bir yaşlı adamla karşılaştı. Bu adamın omzunda bir su tulumu vardı, güçsüzlük yürümesine müsaade etmiyordu, fakirlik ve ihtiyaç, ölümü ona tatlı kılmıştı ve hali her göreni üzüyordu.

Bu adam İmam Hasan (a.s)’ı o celal ve cemal ile görünce şöyle dedi: “Rica ediyorum biraz durun ve sözümü dinleyin!”

İmam (a.s) onun bu sözü üzerine durdu.

Yahudi: “Ey Resulullah’ın oğlu! Biraz insaf et ve hak ver!”

İmam (a.s): “Ne hakkında?!”

Yahudi: “Deden Resulullah şöyle buyuruyordu: “Dünya müminin zindanı, kafirin ise cennetidir.” Ama şimdi görüyoruz ki dünya, nimet ve refah içerisinde olduğunuzdan dolayı sizin için cennettir; azap ve işkence içerisinde yaşayan benim için ise cehennemdir. Oysa sen mümin ve ben ise kafirim!”

İmam (a.s) o yaşlı Yahudi’nin cevabında şöyle buyurdu:

“Ey yaşlı adam! Eğer perde gözlerinin önünden kalkmış olsaydı ve Allah-u Teâla’nın, cennette benim ve bütün müminler için nasıl nimetler yarattığını görmüş olsaydın, o zaman anlardın ki dünya bu güzelliğine rağmen benim için zindandır. Yine eğer Allah-u Teâla’nın, senin ve tüm kafirler için nasıl bir azap ve işkence hazırladığını görmüş olsaydın, o zaman tasdik edecektin ki dünya, bu kadar fakirlik ve perişanlığına rağmen senin için geniş bir cennettir.”

[41]

Evet, Peygamber (s.a.a)’in: “Dünya müminin zindanı, kafirin ise cennetidir” diye buyurmuş olduğu sözün manası işte budur.

35- İMAM HASAN (A.S)’IN ÖLÜM ANINDA AĞLAMASI

İmam Hasan (a.s)’ın ölüm zamanı gelince, İmam (a.s)’ın ağladığını gördüler. Yanındakilerden bazıları: “Ey Resulullah’ın oğlu! Neden ağlıyorsun? Oysa sen Hz. Peygamber’in oğlusun, Peygamber (s.a.a) senin makamın hakkında çok sözler buyurmuştur, Medine’den Mekke’ye yirmi beş defa yaya olarak Allah’ın evinin ziyaretine gitmişsin ve üç defa bütün malını hatta ayakkabılarını bile Allah yolunda fakirlere vermişsin; bununla birlikte yine de ağlıyor musun? (Bu halinle dünyadan gitmene sevinmen gerekir.)

İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdular: “Ben iki şey için ağlıyorum: Biri; kahredici, her şeyden haberdar ve güçlü olanın (veya ölümden sonraki çeşitli sıkıntılardan ve kıyamet günü ilahi adaletin karşısında durma) korkusu, diğeri ise dostlardan ayrılmamdır.” [42]

Evet, bizim de her şeyden haberdar, kahredici ve güçlü olandan ve kıyamet gününün dehşet ve sıkıntılarından dolayı böyle olmamız gerekir.

 

36- İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN DOĞUMU VE ONA İSİM TAKILMA TÖRENİ

Esma şöyle diyor:

İmam Hasan (a.s)’ın doğumundan bir yıl geçtikten sonra İmam Hüseyin (a.s) dünyaya geldi. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Esma! Oğlumu bana getir.”

Esma diyor ki: “Ben İmam Hüseyin (a.s)’ı beyaz bir beze sardığım halde Resulullah (s.a.a)’in yanına götürerek O Hazrete verdim. Peygamber (s.a.a) Hüseyin’in sağ kulağına ezan ve sol kulağına ise ikame okudu. Sonra onu kendi yanına bırakarak ağladı.

Ben Peygamber (s.a.a)’in o halini görünce: “Anam babam sana feda olsun! Neden ağladınız?” diye sordum.

Peygamber (s.a.a): “Bu oğlum için ağladım” buyurdu.

Arzettim ki: “Bu çocuk yeni dünyaya gelmiştir!”

Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: “Onu zalim bir grup öldürecektir. Allah benim şefaatimi onlara nasip etmesin.”

Sonra şöyle buyurdular: “Ey Esma! Bu sözü Fatıma’ya söyleme! Zira Fatıma bu çocuğu yeni dünyaya getirmiştir.”

Daha sonra Emir’ul-Mümin Hz. Ali’ye şöyle buyurdu: “Oğlumun ismini ne koymuşsunuz?”

Hz. Ali (a.s) şöyle arzetti: “Ya Resulellah! Ben ona isim takmada sizden öne geçmem.”

Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurdu: “Ben de ona isim takmada Rabbimden öne geçmeyeceğim.”

Bu esnada Cebrail nazil olarak şöyle dedi: “Ya Muhammed! Allah-u Teâla selam iletiyor ve buyuruyor ki: “Ali’nin konumu sana oranla, Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir; şu farkla ki senden sonra peygamber yoktur. O halde bu oğluna Harun’un oğlunun ismini tak.”

Peygamber (s.a.a): “Harun’un oğlunun ismi ne idi?”

Cebrail: “Şübeyr.”

Peygamber (s.a.a): “Benim dilim Arap’çadır.”

Cebrail: “Onun ismini Hüseyin bırak.”

İşte bundan dolayı Peygamber (s.a.a) onun ismini Hüseyin bıraktı.

İmam Hüseyin (a.s)’in doğumunun yedinci günü olunca, Peygamber (s.a.a) iki alaca koyun kurban kesti. Koyunlardan birinin budunu bir eşrefi dinarla (altınla) ebeye verdi, bebeğin saçını kesti ve o saçın ağırlığında fakirlere gümüş sadaka verdi. Daha sonra onun başına heluk (zafaran ve diğer güzel kokulu bitkilerden yapılan renk) sürdü. [43]

 

37- GALİBİYETTEN SONRA AĞLAMA

Abdullah b. Kays şöyle diyor:

Sıffin savaşında Emir’ul-Muminin Ali (a.s)’ın ordusunda idim. Muaviye’nin ordusunun komutanlarından biri olan Ebu Eyyub-i A’ver, Fırat şeriasını (su yolunu) ele geçirip Hz. Ali (a.s)’ın ordusunun suya ulaşmasına mani oluyordu. Hz. Ali (a.s)’ın ashabı kendisine, susuzluktan şikayet ettiklerinde, İmam (a.s) atlılardan bir grup kimseyi, şeriayı kurtarmak için gönderdi. Ama onlar bir şey elde etmeden geri döndüler. İmam (a.s) bu durumdan çok rahatsız oldu.

İmam Hüseyin (a.s) şöyle arzetti: “Babacığım! Müsaade edin ben gideyim.”

Hz. Ali (a.s) cevabında: “Git oğlum!” diye buyurdu.

İmam Hüseyin (a.s) bir grup askerle birlikte şeriaya doğru hareket etti ve düşman ordusunu yenilgiye uğratarak şeriayı ele geçirdi ve onun kenarında çadır kurdu. Daha sonra değerli babasının yanına giderek şerianın kurtarılmış olduğunu İmam (a.s)’a bildirdi.

Hz. Ali (a.s) bu sözü duyunca ağladı.

Ashap: “Ya Emir’el-Müminin! Ağlamana sebep olan şey nedir? Bu, Hüseyin’in bereketiyle bize nasip olan ilk zaferdir” dediler.

İmam (a.s) onların cevabında şöyle buyurdu: “Hüseyin’in yakın bir zamanda Kerbela çölünde susuz olarak öldürüleceğini hatırladım, onun atı kaçarak şöyle feryat edecektir: “Ez-zeliyme, ez-zeliyme li ümmetin katelet ibne binti nebiyyiha!” (Peygamberlerinin kızının oğlunu öldüren ümmete yazıklar olsun, yazıklar olsun!)” [44]

 

38-  İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN BAĞIŞI

Ensardan birisi İmam Hüseyin (a.s)’a ihtiyacını karşılaması için ricada bulunmak istediğinde, İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Ensari kardeş, yüzünün suyunu dökme, isteğini bir kâğıda yaz, ben Alla­h'ın izniyle seni sevindirecek bir şey yaparım.”

Ensari şöyle yazdı: “Ya Eba Abdullah, filan adamın benden beş yüz dinar alacağı vardır, beni sıkıştırıyor; durumum düzelinceye kadar bana mühlet vermesi hakkında onunla konuş.”

İmam aleyhi's-selâm mektubu okuyup evine girdi ve içerisinde bin dinar olan bir kese getirip şöyle buyurdu: “Bu beş yüz dinarla borcunu öde, geri kalan beş yüz dinar­la da geçimini sağla. Bu üç kimsenin dışında hiç kimseye ağız açma: Dindar, yiğit ve soylu. Çünkü dindar kendi dinini koruması için ihtiyacını karşılar. Yiğit de (seni ümitsiz etmeyi) kendi yiğitliğine sığdırmaz, utanır. Soylu ise ihtiyacın için yüzünün suyunu dökmeye mecbur kaldığını bildiğinden, haysiyetini koru­mak için seni eli boş geri çevirmez.”[45]

 

39- ÖLÜMDEN ÖNCE BORCU ÖDEMEK

Bir gün İmam Hüseyin (a.s), hastalanmış olan Üsame b. Zeyd’in ziyaretine gitti. Yanına vardığında Üsame’nin şöyle dediğini duydu: “Bu gam ve üzüntüden dolayı ey vah!”

İmam (a.s): “Kardeş! Gam ve üzüntün nedir?”

Üsame: “Altı yüz dirhem borçluyum; gam ve üzüntüm bundan dolayıdır.”

İmam (a.s): “Borcunu ben üstleniyorum, onu ben ödeyeceğim.”

Üsame: “Ödenmeden öleceğimden korkuyorum.”

İmam (a.s): “Ben onu ödemedikçe ölmeyeceksin.”

İmam Hüseyin (a.s), Üsame’nin vefatından önce onun borcunu ödedi. 46]

 

40- İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN SAVAŞ ALANINDA KONUŞMASI

İmam Hüseyin (a.s) Aşura günü, hücceti tamamlamak için düşman ordusunun karşısında yer aldı ve kılıcına dayanarak yüksek bir sesle şöyle buyurdu:

“Allah aşkına söyleyin! Beni tanıyor musunuz?”

Düşman ordusu: “Evet! Sen Peygamber’in kızının oğlu ve O’nun torunusun.”

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin! Acaba Resulullah’ın benim dedem olduğunu biliyor musunuz?”

Düşman ordusu: “Evet, biliyoruz.”

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin! Peygamber’in kızı Fatıma’nın benim annem olduğunu biliyor musunuz?”

Düşman ordusu: “Evet, biliyoruz.”

 İmam Hüseyin (a.s): “Allah aşkına söyleyin! Ali b. Ebî Talib’in benim babam olduğunu biliyor musunuz?”

Düşman ordusu: “Evet, biliyoruz.”

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin! İslam’a ilk iman eden kadın olan Huveylid kızı Hatice’nin benim büyük annem olduğunu biliyor musunuz?”

Düşman ordusu: Evet, biliyoruz.

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin! Şehitler efendisi Hamza’nın, babamın amcası olduğunu biliyor musunuz?”

Düşman ordusu: “Evet, biliyoruz.”

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin! Belime bağladığım bu kılıcın Resulullah (s.a.a)’in kılıcı olduğunu biliyor muzunuz?”

Düşman ordusu: “Evet, biliyoruz.”

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin! Başımdaki bu imamenin Resulullah (s.a.a)’in imamesi olduğunu biliyor musunuz?”

Düşman ordusu: “Evet, biliyoruz.”

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin! İlk iman eden şahısın babam Ali olduğunu, ilimde herkesten daha bilgili, hilim ve sabırda herkesten daha halim ve sabırlı olduğunu ve bütün erkek ve kadınların mevlası ve önderi olduğunu biliyor musunuz?”

Düşman ordusu: “Evet, biliyoruz.”

İmam (a.s): “Bunları bildiğinize göre, o halde neden benim kanımı dökmeyi helal biliyorsunuz? Oysaki kıyamet günü Kevser havuzu babamın elinde olacaktır; susuz deveyi sudan alıkoydukları gibi o da bir grup kimseyi Kevser suyundan alıkoyacaktır; o gün Hamd bayrağı da O’nun elinde olacaktır.”

Düşman ordusu: “Biz bunların hepsini biliyoruz, bununla birlikte (Yezid’e biat etmedikçe) susuzluktan ölene kadar senden el çekmeyeceğiz.” [47]

Evet, karınları haramla dolu olanlara Peygamber ve İmamdan bile olsa bu öğütler fayda vermez.

 

41- İMAM ZEYN’UL-ABİDİN (A.S)’IN CUMA GÜNLERİNDEKİ ÖĞÜTLERİ

İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), her cuma günü ashap ve taraftarlarına nasihat ediyorlardı. İşte o nasihat ve öğütlerden bir kısmı:

“Ey insanlar! Allah'tan korkun ve bilin ki, O'na döneceksiniz ve o gün herkes, yaptığı her hayır ve kötü amelini hazır bir halde karşısında bulacak ve işlediği kötülükle arasında çok uzun bir me­sa­fenin olmasını dileyecektir. “Allah kendisinden sakınmanızı emret­mektedir.” 48]

Yazıklar olsun sana ey gafil Adem oğlu! Oysa senden gaflet edilmemekte; ecelin her şeyden daha hızlı sana doğru süratle gel­mek­tedir; seni arıyor, seni yakalamasına bir şey kalmamıştır. Neredeyse vaktini tüketmişsin, ölüm meleği canını almış ve kabrinde yalnız başına bırakılmışsın, ruhun tekrar sana döndürülmüştür.

Münker ve Nekir adlı iki melek seni sorgu ve sıkı imtihana çekmek için aniden, habersiz olarak yanına gelmişlerdir. Bil ki, onların senden soracakları ilk soru, taptığın Rabbin, sana gönderilen peygamber, inandığın din, okuduğun ki­tap, itaat ettiğin imam hakkında ve ömrünü nerede geçirdiğin, malını nereden kazanıp ve nerede harcadığın­ olacaktır.

Korunmak için kendine bir vesile hazırla! Nefsini yokla, imtihan ve sorguya tabi tutulmadan önce kendine cevap ara. Eğer iman eden, dinini tanıyan, doğrulara uyan ve Allah'ın velilerini sevenler­den olur­san (o zaman) Allah, delilini (vereceğin cevabı) sana bildirir, dilini doğruya açar ve böylece güzel cevap vererek cennet ve Allah’ın rızasına kavuşmakla müjdelenirsin. Melekler rahmet ve nimetle seni karşılarlar. Böyle olmadığın takdirde dilin tutulur, delilin batıl olur, cevap vermekten aciz kalarak cehennemle müjdelenirsin ve azap melek­leri cehennemin kaynar suyu ve yakıcı ateşiyle seni karşılarlar.

Ey Adem oğlu! Bil ki, bunun ötesi kıyamet günüdür. O gün daha büyük, daha korkunç ve gönülleri daha çok inciticidir. İşte o gün bütün insan­ların bir araya toplanıp hazır olacağı ve her şeyin ortaya çıkacağı bir gündür. O günde Allah öncekileri ve sonrakileri bir araya toplar; o gün sûra üfürülür; kabirler alt-üst edilir; o gün pek yakındır.

O gün korkudan yüreklerin ağızlara gelerek hapsedildiği bir gündür. O gün hatalardan geçilmez, hiç kimseden fidye alınmaz, hiç kimseden mazeret kabul edilmez ve hiç kimseye tövbe etme müsaadesi veril­mez. O gün iyiliklere karşı mükâfat, kötülüklere karşı da cezadan başka hiçbir şey ortada yoktur. Kim bu dünyada mümin olur ve bir zerre kadar hayır veya şer işlerse (o gün) onu bulur.

Öyleyse ey insanlar! Allah'ın sizleri, kitab-ı sadık ve beyan-ı natıkta sakındırdığı isyan ve günahlardan korkup sakının. Mel’un Şeytan sizleri çabuk erişilebilen şehvet ve dünya lezzetlerine davet ettiğinde, kendi­nizi Allah'ın mekr (düzen) ve azabından emin gör­meyin. Zira Allah buyuruyor ki: “Takvalı kimseler, Şeytan'ın bir vesvesesine uğradılar mı düşünürler, bir de bakarsın ki basiret sahibi olmuş­lar bile.” [49]

Allah korkusunu, kalbinize yerleştirin ve Allah'ın vaad ettiği dönüşteki güzel sevapları ve korkuttuğu şiddetli azapları hatırlayın. Çünkü bir şeyden korkan, ondan sakınır ve bir şeyden sakınan, onu terk eder...” [50]

 

42-  ÇÖLDE BİR ÇOCUK

İbrahim b. Edhem şöyle diyor:

Kafileyle birlikte çölde hareket ediyordum. Bir ihtiyaçtan dolayı kafileden uzaklaştım. Aniden bir çocuğun tek başına hareket ettiğini gördüm. Kendi kendime dedim ki: Sübhanellah! Susuz ve otsuz bu çölde bu çocuk ne yapıyor?

Onun yanına varıp selam verdim. Selamımın cevabını verdi. Ona: “Nereye gidiyorsun?” diye sordum.

Çocuk cevaben: “Allah’ın evinin ziyaretine” dedi.

Dedim ki: “Azizim, sen küçüksün, Allah’ın evinin ziyareti henüz sana farz kılınmamıştır.”

Çocuk: “Benden daha küçük olan çocukların öldüğünü görmemiş misin?” dedi.

Dedim ki: “Azık ve bineğin nerde?”

Çocuk: “Azığım takva, bineğim ise ayaklarımdır; işte bu azık ve binekle mevlamın yanına gidiyorum” dedi.

Dedim ki: “Seninle birlikte hiçbir yiyeceğin olduğunu görmüyorum!”

Çocuk: “Ey yaşlı adam! Acaba bir kimse seni evine davet ettiğinde, senin onun evine yemek götürmen doğru olur mu?” dedi.

Ben de cevabında: “Hayır” dedim.

Çocuk: “Beni evine davet eden, benim ekmeğimi ve suyumu verecektir” dedi.

Dedim ki: “Acele et de kafileye yetişesin.”

Çocuk: “Bana gayret etmek, O’na (Allah’a) ise beni (hedefime) ulaştırmak gerekir. Allah-u Teâla’nın şöyle buyurduğunu duymamış mısın?: “Bizim uğrumuzda cihad (gayret) edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla birliktedir.” [51]

Onunla konuştuğum sırada güzel simalı ve beyaz elbiseli bir genç gelerek o çocuğa selam verdi ve o onunla görüştü. Ben o gence dönerek: “Sana bu güzelliği ve hoş ahlakı veren Allah için söyle, bu çocuk kimdir?” dedim.

Cevabımda şöyle dedi: “Bunu tanımıyor musun? O Ali b. Hüseyin b. Ali (Zeyn’ul-Abidin)’dır. Onu bırakıp Ali b. Hüseyin’e yönelerek: “Babalarının hakkı hürmetine söyle, bu genç kimdir?” diye sordum. Buyurdu ki: “Tanımıyor musun? Bu, kardeşim Hızır’dır. Her gün gelip bize selam veriyor.”

Sonra O Hazrete dönerek şöyle dedim: “Sana değerli babalarının hakkı için yemin veriyorum ki söyle; bu kupkuru çölü, yol azığı olmadan nasıl kat ediyorsun?”

Buyurdu ki: “Azığım vardır; bu azık ise dört şeydir.”

“Onlar nedir?” dediğimde şöyle buyurdu: “O dört şey şunlardır:

1- Ben dünyayı bütün güzellikleriyle birlikte Allah’ın mülkü biliyorum.

2- Bütün yaratıkları Allah’ın kulları ve ailesi olarak görüyorum.

3- Sebep ve rızkları Allah’ın elinde görüyorum.

4- Allah’ın kaza ve kaderini, O’nun her yerinde geçerli ve cari biliyorum.

Dedim ki: “Ne de güzel azık! Siz bu azıkla ahiret çöllerini kat edersiniz, sizin için dünya çöllerini kat etmek neymiş!” [52]

 

43- İMAM (A.S)’IN HERMELE HAKKINDAKİ BEDDUASI

Minhal şöyle diyor:

Allah’ın evini ziyaret ettikten sonra Medine’ye döndüm. Medine’de İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s)’ın yanına vardım. İmam (a.s) konuşma esnasında bana hitaben: “Minhal! Hermele ne haldedir?” diye sordu.

Ben de cevabında: “Ben gelirken o Kufe’de idi” dedim.

İmam (a.s) ellerini göğe doğru kaldırarak onun hakkında üç defa şöyle dedi: “Allah’ım! Ateşin sıcaklığını Hermele’ye tattır!”

Minhal sözünün devamında şöyle diyor:

Ben Medine’den dönüp Kufe’ye vardığımda, Muhtar’ın kıyam ettiğini gördüm. Ben birkaç gün evde dostların gelip gitmesiyle meşgul olduktan sonra bir bineğe binerek Muhtar’ı görmeye gittim. Evin dışında Muhtar’la mülakat ettiğimde şöyle dedi: “Minhal! Neden hükümetimizin bayrağı altına gelmiyorsun ve neden bizimle yardımlaşmıyorsun?”

Cevabında dedim ki: “Mekke’ye gitmiştim, şimdi sizin hizmetinizdeyim.”

Daha sonra Muhtar’la birlikte hareket ettim, yol esnasında konuşmakla meşgul olduk. Nihayet Kufe’nin Kenase mahallesine yetiştik. Muhtar orada biraz durdu, sanki bir şeyi bekliyordu. Muhtar, Hermele’nin nereye sığındığından haberdar olmuştu. Birkaç memuru, onu yakalamak için gönderdi. Çok geçmeksizin bir grup adam koşarak gelip şöyle dediler:

“Emir (komutan)! Müjde! Hermele yakalandı. Biraz sonra Hermele’yi getirdiler. Muhtar’ın gözü Hermele’ye ilişince şöyle dedi: “Allah’a şükürler olsun ki, beni sana musallat etti.”

Sonra şöyle dedi: “Deve öldüren, deve öldüren getirin!”

Deve öldüren satırı getirdiklerinde, Hermele’nin ellerinin kesilmesini emretti. Hemen Hermele’nin ellerini kestiler.

Sonra şöyle dedi: “Onun iki ayaklarını da kesin.”

Hermele’nin iki ayaklarını da kestiler.

Sonra: “Ateş getirin! Ateş getirin!” diye bağırdı.

Bir miktar kamış getirerek Hermele’yi o kamışların arasına bırakıp o kamışları yaktılar.

Ben taaccüple: “Sübhanellah!” dedim.

Muhtar bu sözü duyunca şöyle dedi: “Sübhanellah demek iyidir ama sen ne için bu zikri söyledin?”

Cevabında şöyle dedim: “Emir! Ben Mekke’den dönerken Medine’de İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s)’ın huzuruna vardım, İmam (a.s) bana: “Hermele ne haldedir?” diye sordu. Ben de cevabında: “Ben gelirken o Kufe’de idi” dedim. İmam (a.s) ellerini göğe doğru kaldırdı ve Hermele hakkında beddua ederek üç kez şöyle dedi: “Allah’ım! Ateşin sıcaklığını Hermele’ye tattır.”

Muhtar: “İmam Zeyn’ul-Abidin’in bu sözü buyurduğunu bizzat sen kendin mi duydun?” diye sordu.

Cevabında: “Allah’a andolsun ki bu şekilde buyurduğunu duydum” dedim.

Muhtar, bineğinden inerek iki rekat namaz kıldı ve secdeye kapandı. Daha sonra kalkarak bineğine bindi… [53]

 

44-  İMAM BAKIR (A.S)’IN SABRI VE YÜCE AHLAĞI

Bir gün Hıristiyan bir kimse, İmam Muhammed Bakır (a.s)’a hakaret ederek şöyle dedi: “Ente beqer?” (Sen sığır mısın?)

İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu: “Ene Baqır” (Ben Bakır (ilmi yarıp açıklayan)’ım.)

Hıristiyan: “Sen aşçı hanımın oğlusun.”

İmam (a.s): “Aşçılık annemin mesleğidir.”

Hıristiyan: “Sen zenci ve kötü dilli hanımın oğlusun.”

İmam (a.s): “Eğer söylediğin bu lakaplar doğruysa, Allah onu affetsin; yalan ise Allah seni affetsin.”

Hıristiyan adam, İmam (a.s)’ın bu yüce ahlakını görünce, Müslüman oldu. [54]

 

45-  UZMAN OKÇU

Bir yıl Hişam b. Abdulmelik b. Mervan (zamanın halifesi) Mekke’ye gitti. Aynı yılda İmam Muhammed Bakır (a.s) ve oğlu İmam Sadık (a.s) da Mekke’ye müşerref oldular.

Bir gün İmam Sadık (a.s) Mekke’de bir konuşma yaptı, konuşmasında şöyle buyurdu: Hz. Muhammed (s.a.a)’i peygamberlik makamına seçen ve O’nun vesilesiyle bize ikramda bulunan Allah’a hamdolsun. Biz (Ehl-i Beyt) Allah’ın halk arasındaki seçkin kulları ve O’nun halifeleriyiz. O halde mutlu, bize tabi olan kimsedir; mutsuz da bize düşmanlık yapan ve muhalefet eden kimsedir.”

İmam Sadık (a.s) buyuruyor ki:

“Hişam’ın kardeşi Muslime bu olayı Hişam’a haber verdi. Hişam Mekke’de bize dokunmadı. Fakat Şam’a gittiğinde ve biz de Medine’ye döndüğümüzde bizi Medine’den Şam’a çağırttı. Şam’a vardığımızda üç gün boyunca bize (Hişam’la görüşme) izni verilmedi. Dördüncü gün olduğunda bize Hişam’la görüşme izni verildi.

Nihayet içeriye girdik. Hişam sultanlık tahtı üzerinde oturmuştu, ordu komutanları ise silah kuşanmış halde onun etrafında durmuşlardı. Hişam’ın karşısında bir hedef dikilmişti, memleketin ileri gelenleri ise o hedefe doğru ok atıyorlardı.

Hişam’ın yanına varırken babam önümde, ben ise O’nun arkasında idim. Hişam babama hitaben şöyle dedi: “Ey Muhammed! Memleketin büyükleriyle sen de hedefe doğru ok at ve bu yarışa katıl.”

Babam şöyle buyurdu: “Ben artık yaşlanmışım, ok atma zamanım geçmiştir, beni (bu yarıştan) muaf kıl.”

Hişam da şöyle dedi: “Dinî ve Muhammed (s.a.a) peygamberiyle bizi aziz kılan Allah’ın hakkına andolsun ki seni muaf kılmayacağım.”

Daha sonra Beni Ümeyye’nin büyüklerinden birine: “Ok ve kemanı O’na ver” diye emretti.

Babam (mecburen) o kemanı ondan aldı ve bir oku kemanın kirişine koyarak çekti. Ok kemandan çıkarak hedefin tam ortasına isabet etti. İkinci oku da kemanın kirişine koyup çekti, bu ok da atmış olduğu ilk okun tam ortasına isabet edip onu yardı. Daha sonra birbirinin peşi sıra dokuz tane ok attı, bunların her biri önceki atılan okun tam ortasına isabet edip onu parçalıyordu.

Hişam bu durumdan çok rahatsız oldu, öyle ki kendisini kontrol edemiyordu. Sadece şöyle dedi: “Ya Eba Cafer (İmam Bakır (a.s)’ın künyesi)! Şimdi anladım ki sen Arap ve Acem’in en iyi ok atanısın.”

Hişam’ın, bu sözü söylediği için pişmanlık duyduğunu anladım. Hişam hilafeti döneminde babamdan önce ve O’ndan sonra kimseyi künyesiyle çağırmamıştı. Bu yüzden rahatsız oldu ve başını önüne eğerek düşünceye daldı. Ben ve babam onun karşısında ayak üstü durmuştuk ve ona bakıyorduk. Ayakta durmamız uzayınca babam rahatsız oldu ve ona karşı öfkelendi. Babam öfkelendiğinde göğe bakıyordu; öyle ki herkes onun sinirlenmiş olduğunu anlıyordu.

Hişam babamın rahatsız olduğunu anlayınca: “Ya Muhammed! Bana doğru gel” dedi. Babam tahtın üzerine çıktı, ben de onu takip ediyordum. Babam Hişam’a yaklaştığında o ayağa kalktı, babamla kol boyun oldu ve O’nu sağ tarafında oturttu. Daha sonra benimle de görüştü ve beni de babamın sağ tarafında oturttu.

Daha sonra babama yönelerek şöyle dedi: “Ya Muhammed! Senin gibi birisi Kureyş arasında olduğu müddetçe onlar Arap ve Acem’e efendilik yapacaklardır. Allah aşkına söyle, böyle ok atmayı kim sana öğretti ve böyle ok atmayı öğrenmen ne kadar sürdü?”

Babam cevabında şöyle dedi: “Gençlikte bazen ok atıyordum, ama sonraları terk ettim; fakat siz ısrar edince tekrar attım.”

Sonra Hişam şöyle dedi: “Ben ömrüm boyunca böyle ok atan birisini görmedim ve yeryüzünde senin gibi ok atan birinin bulunduğunu da zannetmiyorum! Acaba oğlun Cafer de senin gibi ok atabiliyor mu?”

Babam cevabında şöyle buyurdu: “Evet, biz, kemal ve tamamı (üstünlük ve faziletleri) birbirimizden miras alıyoruz. Allah-u Teâla bunları şu sözünde: “Bugün dininizi kemale erdirdim ve nimetimi size tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim” [55] Peygamberine nazil etmiştir. Yeryüzü bu özellikleri (üstünlük ve faziletleri) taşıyacak kimselerden boş değildir, bizden başkaları ise bu özelliklerden mahrumdurlar...”[56]

 

46- MÜNAFIK OLMAKTAN KORKMAK

Hamran b. A’yen, İmam Muhammed Bakır (a.s)’ın huzuruna vararak bazı meseleler sordu. Cevabını aldıktan sonra, İmam (a.s)’ın yanından ayrılmak istediğinde şöyle dedi:

“Resulullah’ın oğlu! Allah size uzun ömür versin ve beni sizin vücudunuzun bereketinden faydalandırsın. Sizin huzurunuza vardığımızda kalbimiz cilalanır, dünyayı unutuyoruz ve halkın zenginliği gözümüzde değersiz oluyor. Ama sizin huzurunuzdan ayrıldığımızda ve toplumun bireyleriyle temasa geçtiğimizde yine dünyaya yöneliyoruz.”

İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Bu, kalbin haletlerindendir. İnsanın kalbi bazen sertleşir, bazen de yumuşar.”

Sonra şöyle buyurdular: “Peygamber (s.a.a)’in ashabı bir vakit O Hazrete şöyle dediler: “Ya Resulellah! Biz münafık olmaktan korkuyoruz!”

Peygamber (s.a.a): “Neden?” diye sordu.

Cevaben şöyle dediler: “Sizin huzurunuzda olduğumuzda bize öğüt verip bizi ahirete meyillendirip kalbimizde korku icat ediyorsunuz; öyle ki adeta gözümüzle cennet ve cehennemi görüyoruz. Ama sizin huzurunuzdan ayrılıp evimize gittiğimizde, aile ve yaşantıyı gördüğümüzde, sahip olduğumuz haleti kaybediyoruz; sanki önceden asla böyle bir halete sahip değildik! Bu bizim durumumuzdur. Acaba bu halimizle (yani sizin huzurunuzda öyle, dışarıda ise böyle olmakla) biz münafık olmuyor muyuz?”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: “Hayır, öyle değildir. Çünkü sizin kalplerinizin bu şekilde değişmesi, şeytanın vesveselerindendir; o sizi dünyaya meyillendiriyor. Allah’a andolsun ki, eğer sürekli ilk halet üzere baki kalmış olursanız, melekler size el verir ve suyun üzerinde yürüyebilirsiniz…” [57]

 

47- CABİR-İ CU’Fİ’YE VASİYETİ

İmam Bakır (a.s)’ın Cabir-i Cu’fi’ye tavsiyeleri:

“(Ey Cabir!) Bil ki (Yine) bil ki, yaşadığın şehrin bütün halkı sana: “Sen kötü in­sansın” derlerse, bu seni üzmemeli; “Sen iyi insansın” derlerse de, bu seni sevindirmemeli; böyle olmadıkça bizlerin dostu olamazsın. (Her halukârda) sen kendini Allah'ın kitabına sunmalısın; eğer onun yo­lunda gidiyor, onun küçümsediğini küçümsüyor, sevdirdiğini seviyor ve korkuttuğundan da korkuyorsan, o zaman sebat göster ve hak­kında söylenen sözlerin sana bir zararı olmayacağı için de kendini müjdele. Ama eğer Kur'ân'dan uzak isen, (o zaman) neden kendini aldatasın?

Mü'min nefsani isteklerine galip gelmesi için daima nefsine karşı cihad halindedir; bazen nefsin eğriliklerini düzeltip Allah rızası için heva ve hevesine muhalefet eder; bazen de nefsi, onu mağlup eder ve kendi heva ve hevesine uydurur, ama Allah-u Teâla hemen onun elin­den tutar ve o da kendine gelir. Allah onun sürçmesine göz yumar; o da Allah'ı anar, tövbe ve korkuya yönelir; (azap ve ceza) korkusu arttığı için basiret ve marifeti de artar.

Nitekim Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: “Allah'tan korkanlara Şeytan'dan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki doğru yolu görüp bilmişlerdir.” [58]

Ey Cabir! Allah'ın sana verdiği rızkın şükrünü yerine getirebil­men için az rızkı çok say. Nefsinin ayıplarını görebilmen ve affolunman için Allah'a olan ibadet ve itaatini az bil. Karşılaştığın kötülüğü, edindiğin bilgiyle kendinden uzaklaştır; bilgiyi de halis amelle çalıştır; halis ameli de, tam bir uyanıklıkla büyük gafletler­den koru; kâmil olan uyanıklığı da, gerçek korkuyla elde et.

Mevcut yaşantıya razı olarak gösterişten kaçın. Akla uyarak heva ve heves tehlikesinden kendini koru. Nefsani istekler galip geldiğinde ilmin irşadıyla kendini kontrol et. Halis amelleri mükâfat günü için koru. İhtirastan (aşırı istekten) kaçınmakla, ka­naatkâr olmaya çalış. Kanaati seçmekle şiddetli tamahkârlığı kendinden uzaklaştır. Arzuları azalt­makla, zahitliğin tadını al; in­sanlardan ümidini keserek tamahın kökünü kurut. Nefsi tanımakla, bencilliğin yolunu kapa. (Çünkü nefsinin, kötü ahlak ve tabiatını ve gizli isteklerini bilen insan kendini büyük görmez.)

Doğru bir tefvizle (işi Allah'a bırakmakla) ruhi ra­hatlığa kavuş. Beden rahatlığını kalbin huzurunda ara. Az hata yapmakla, kalp huzuruna kavuş. Yalnızlıkta çok zikir etmekle, yu­muşak kalpli olmaya çalış. Daimi hüzünle, kalbini aydınlat. Gerçek korkuyla Şeytan'dan korun. Yalan ümitten sakın (günah işleyip Allah'ın rahmetine boşuna ümit bağlama). Çünkü böyle bir ümit seni, gerçek korkuya (hakiki azaba) sokar.

Allah karşısında, amellerde doğru ol­makla (ihlasla) kendini süsle. Göçmeye acele etmekle (ölüme hazırlan­makla) kendini O'na (Allah'a) sevdir. İşi geciktirmekten ve sonra yapacağım, demekten sakın. Çünkü helak olanlar bu denizde gark olmuştur. Gafletten uzak ol. Zira kalbin katılaşması gaflete dal­maktadır. Özrün olmadığı yerlerde gevşeklik yapma. Çünkü pişman olanlar ona sığınır.

Tam bir pişmanlık ve çok tövbe et­mekle geçmiş günahlarından dön. Güzel bir dönüşle, Allah'ın rahmet ve affına yönel. Güzel dönüş için de, gecelerin karan­lığında, hâlis dua ve münacat ile Allah’tan yardım talebinde bulun. Az rızkı çok ve çok itaati da az saymakla, büyük şükrü elde et. Çok şükür etmekle, nimetin çoğal­masını kazan. Nimetin elden çıkması korkusuyla, büyük şükre sarıl.

Tamahı öldürmekle, ebedi izzeti talep et. Halktan ümitsizliğin verdiği izzetle, tamahın zilletini kendinden uzaklaştır. Yüce himmetle de, halktan ümidi kesmek izzetini elde et. Arzuyu azaltmakla, dünyadan (ahiretin için) azık topla. Fırsat varken hedefe kavuşmak için çabuk davran. Bedenin sıhhatli olması ve boş zaman gibi, iyi bir fırsat olmaz. Güvenilmez insan­lara, itimat etmekten sakın. Çünkü yemek alışkanlığı gibi kötülüğe de alışkanlık vardır...” [59]

 

48-İMAM SADIK (A.S)’DAN BİR KERAMET

Cemil b. Derrac şöyle diyor:

İmam Sadık (a.s)’ın huzurunda idim, aniden bir kadın gelerek şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın oğlu! Çocuğum öldü! Onun üzerine bir örtü çekerek yardımda bulunmanız için huzurunuza geldim.”

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Belki de çocuğun ölmemiş, şimdi kalk evine git, guslet, iki rekat namaz kıl ve Allah’a: “Ey bu çocuğu yoktan var edip bana bağışlayan! Bağışını bana yenile” diye dua et ve çocuğunu hareket ettir ve bu olayı kimseye söyleme.”

Kadın hemen eve dönüp İmam (a.s)’ın emrine uygun olarak amel edince aniden çocuk dirildi ve ağlamaya başladı. [60]

 

49- İSTİŞARENİN SINIRI

İstişarenin riayet edilmesi gereken bir takım sınırları vardır. Kim sınırlarını tanımazsa, zararı istişare edene yararından daha çok olur:

1- Kendisiyle istişare edilen kimse akıllı olmalıdır.

2- Dindar ve hür olmalıdır.

3- Gerçek bir dost olmalıdır.

4- İstişare ettiğin kimseye, iyice anlayabilmesi için konuyu tüm açıklığıyla açıp söylemelisin.

Akıllı olursa, onunla istişare etmekten yararlanırsın; dindar ve hür olursa, sana nasihat etmede (sana yol göstermede) gayret sarfeder; gerçek dost olursa, kendisine açtığın sırrı saklar; konuyu tam açıp söylediğinde de onun konu hakkındaki bilgisi senin bilgin kadar olur; istişare ve nasihatte tam ve kamil olur.” [61]

 

50- MUHTAÇ OLMAMAK İÇİN ÇABA

Abdula’la şöyle diyor:

Medine yolu üzerinde İmam Sadık (a.s)’la karşılaştım. Çok sıcak bir gündü. İmam (a.s)’a arzettim ki: “Fedan olayım! Allah nezdindeki o yüce makamına ve Resulullah (s.a.a)’le olan yakınlığına rağmen neden bu sıcakta kendini böyle zahmete düşürüyorsun?”

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Abdula’la! Ben senin gibilere muhtaç olmamak ve rızk elde etmek için (günün bu saatinde) dışarıya çıktım.” [62]

 

51- AMEL DEFTERİNİN İMAMA SUNULMASI

Davud-i Rıkki şöyle diyor:

“Ben İmam Sadık (a.s)’ın huzurunda sessiz oturmuştum, ben daha hiçbir şey söylemeden İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Ey Davud! Perşembe günü amel defterinizi benim yanıma getirdiklerinde, senin, falan amcan oğlu hakkında iyilik yapmış olduğunu gördüm. Senin bu işinden çok hoşnut oldum ve anladım ki senin ona karşı sıla-i rahimde (iyilikte) bulunman (ve onun ise sıla-i rahmi kesmesi) amcan oğlunun çabuk ölmesine sebep olmuştur.”

Davud şöyle devam ediyor:

“Çok kötü ahlaklı ve katı düşmanım olan bir amcam oğlu vardı. Onun ve ailesinin çok fakir olduklarını ve çok zor bir şekilde geçindiklerini duyunca, onun için bir miktar ev eşyası alıp gönderdim ve daha sonra Mekke’ye doğru hareket ettim. Medine’de İmam (a.s)’ın huzuruna vardığımda, ben daha hiçbir söz söylemeden İmam (a.s) olayın neden ibaret olduğunu (yani benim onlara yardımda bulunmamı ve amcam oğlunun ise ölümünü) bana haber verdi.”[63]

 

52- TAĞUT VALİSİ KARŞISINDA KIRICI SÖZ

Abdullah b. Süleyman şöyle diyor:

Mensur Devaniki, “Şeybe b. Gaffal” isminde bir şahısı Medine’ye vali tayin etti. Şeybe Cuma günü Mescid’un-Nebi’de minbere çıkıp bir hutbe okuyarak şöyle dedi: “Ali b. Ebi Talib, Müslümanların arasında ihtilaf çıkardı, mümin insanlarla savaştı, hükümeti elinde tutmak istedi ve onu ehline bırakmadı! Ama Allah-u Teâla onu hükümetten mahrum etti ve hilafet arzusu içerisinde dünyadan gitti. Ondan sonra da O’nun oğulları fitne çıkarmada onun yolunu takip ettiler ve liyakatleri olmadan hükümet yapmak istemekteler. İşte bundan dolayı her biri dünyanın bir köşesinde öldürülüp kanlarına bulaşıyorlar!”

Şeybe’nin sözleri halka çok ağır geldi ama kimse cesaret edip de bir söz söyleyemedi. Bu sırada yünlü elbise giymiş olan birsi yerinden kalkarak şöyle dedi: “Biz Allah’a hamdediyor, Hz. Peygambere ve bütün peygamberlere selam gönderiyoruz. İyiliklerden dediğin şeylere bizler layığız, çirkinliklerden dediğin şeylere ise sen ve seni buraya vali tayin eden kimse (yani sizler)  layıksınız. Şunu da bil ki, aşağılık ve mahcubiyet, başkasının bineğine binip ekmeğini yiyen senin gibi şahıslara yakışır.”

Daha sonra halka dönerek şöyle buyurdu: “Kıyamet günü, terazide amelleri herkesten daha hafif ve herkesten daha zararlı olan kimseyi size söyleyeyim mi? Bu şahıs ahiretini başkasına satan kimsedir. Bu fasık vali de böyle birisidir. (Zira o ahiretini Mensur’un dünyasına satmıştır.)”

Herkes sessizliğe boğulmuştu, vali de hiçbir şey söylemeksizin camiden dışarı çıktı.

Abdullah b. Süleyman sözünün devamında şöyle diyor: Halka, “valinin karşısında böyle bir cesaretle kırıcı ve ezici olarak konuşan şahıs kimdi?” diye sorduğumda, “O İmam Cafer b. Muhammed Sadık’tır” dediler. [64]

 

53- RIZK ELDE ETMEK İÇİN ÇABA GÖSTERMENİN GEREKLİLİĞİ

İmam Cafer Sadık (a.s)’ın yarenlerinden olan Ömer b. Muslim, bir müddet İmam (a.s)’ın yanına gelmedi. İmam (a.s) dostlarından onun ne durumda olduğunu sordu. Şöyle dediler: “O ticareti terk edip ibadete koyulmuştur.”

İmam (a.s) bu sözü duyunca şöyle buyurdular: “Vay olsun ona! Acaba o, rızık kazanmak için çaba göstermeyenin duasının kabul olmayacağını bilmiyor mu?”

Sonra şöyle buyurdular: “Peygamber (s.a.a)’in ashabından bir grup kimse, “Kim Allah’tan korkup sakınırsa, (Allah ona bir çıkış yolu gösterir; ve onu hesaba katmadığı bir yönden de rızıklandırır.” [65] ayeti nazil olduğunda, kapıları yüzlerine kapatarak ibadete yöneldiler ve “Allah bizim rızkımızı üstlenmiştir” dediler.

Peygamber (s.a.a) onların bu durumundan haberdar olunca şöyle buyurdular: “Kim böyle yaparsa, duası kabul olmaz. Bu yüzden siz, yaşamak ve ailenizin geçimini sağlamak için çalışıp çaba göstermelisiniz.”

[66]

54- TAKVA ÜZERE OLAN AMELİN ÜSTÜNLÜĞÜ

Mufazzal şöyle diyor:

İmam Sadık (a.s)’ın huzurunda olduğum bir sırada amellerin niteliği hakkında söz açıldı.

Ben dedim ki: “Amelim ne kadar da azdır!”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Sus! Allah’tan mağfiret dile!”

Sonra buyurdu ki: “Takva üzere olan az amel, takva üzere olmayan çok amelden daha üstündür.”

Arzettim ki: “Takvalı olmayan amel nasıldır?”

İmam (a.s) buyurdu ki: “O kimsenin ameli gibidir ki, halka yemek veriyor, komşularına şefkatli davranıyor, evinin kapısını herkesin yüzüne açıyor, ama haram bir işle karşılaşınca ondan uzaklaşmıyor; haram ve günaha duçar oluyor. Evet, takvasız amelin örneği işte budur. Diğer bir kimse de vardır ki, (yemek vermek, komşuya şefkatli davranmak gibi) iyi işler yapmıyor ama haram bir şeyle karşılaşınca kendisini koruyor, haram ve günaha duçar olmuyor. Elbette bu şahıs birici şahıstan daha üstündür.” [67]

 

55- HİKMETLİ ÖĞÜTLER

İnvan-i Besrî şöyle diyor:

“…İmam Cafer Sadık (a.s)’dan bana öğüt vermesini istedim. Buyurdular ki:

“Dokuz şeyi yapmanı tavsiye ediyorum. Bu tavsiyeler sadece senin için değildir; Allah yolunda adım atmak isteyen herkes içindir. Allah’tan dileyim, bunları yapmakta sana yardımcı olmasıdır. Onlardan üç tanesi riyazet (nefsi kötü şeylerden arındırıp eğitmek) hakkındadır; diğer üç tanesi ise sabır ve tahammül hakkındadır; geri kalan üç tanesi ise ilim ve bilgi hakkındadır. Bunları koru ve gevşeklik yapma.”

İnvan-i Besri diyor ki: “Ben kalp ve canımla onları algılamaya hazırlandım. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Rızayet ve nefis tezkiyesi hakkında olan o üç şey şunlardır:

a)      İstemediğin bir şeyi yemekten sakın. Zira bu iş ahmaklık ve aptallığa sebep olur.

b)      Sadece aç olduğunda yemek ye.

c)      Yemek yediğinde ise helal yemek ye; yediğinde de Allah’ın ismini an (bismillah söyle). Sürekli Resulullah (s.a.a)’in hadisini hatırla. Zira Resulullah (s.a.a) çok yemek yeme hakkında şöyle buyurmuştur: “İnsan karnından daha kötü olan bir kap doldurmamıştır. Eğer yemesi gerekiyorsa, (midesinin) üçte birini yemeğe, üçte birini de içilecek şeylere, diğer üçte birini ise soluk almaya tahsis etmelidir.”

Hilim ve tahammül hakkında olan şeyler ise şunlardır:

a)      Bir adam sana: “Eğer bir şey dersen, on şey duyarsın” derse, cevabında şöyle de: “Eğer on şey dersen, bir şey de duymazsın”

b)      Eğer bir adam sana söver ve kötü laf ederse, cevabında şöyle de: “Eğer dediğin şeyler doğru ise, Allah’tan beni affetmesini diliyorum; eğer yalan ise, Allah’tan seni bağışlamasını diliyorum.

c)      Eğer bir kimse sana çirkin söz vaadinde bulunursa, sen ona nasihat ve saygı gözetme vaadinde bulun.

İlim ve bilgi hakkındaki olan üç şey ise şunlardır:

a)      Bilmediğin şeyleri bilginlerden sor; sakın eziyet etmek ve denemek için sorma.

b)      Sakın (sadece) kendi görüşünle amel etme; bütün işlerde mümkün olduğu kadar ihtiyat et.

c)      Aslandan kaçtığın gibi fetva vermekten kaç ve boynunu halk için köprü yapma.”

İmam (a.s) bu hikmetli öğüt ve nasihatlerden sonra şöyle buyurdu: “Ey İnvan-i Besri! Artık kalk git. Şüphesiz sana nasihatte bulundum, zikrimi bozma (ibadet vaktidir, vaktimi alma). Zira ben kendi nefsime cimriyim (vaktimi öldürmek ve boşa geçirmek istemiyorum. Allah’ın salat ve selamı hidayete tabi olan kimseye olsun.” [68]

 

56- MÜMİNLE GÖRÜŞMENİN SEVABI

İshak b. Ammar şöyle diyor:

Ben Kufe’de zengin olmuştum, dinî kardeşlerden birçok kimseler benim yanıma geliyorlardı. Halkın arasında meşhur olmaktan korktuğum için köleme dedim ki: “Dini kardeşlerden biri gelip beni sorduğunda, burada yoktur” de.

Aynı yıl içerisinde Mekke’ye gittim, İmam Sadık (a.s)’ın huzuruna varıp selam verdim. İmam (a.s) ağır ve değişik (rahatsız) bir şekilde selamımın cevabını verdi.

Arzettim ki: “Fedan olayım! Beni senin yanında değiştiren şey nedir? (Bana eskisi gibi ilgi göstermemenin sebebi nedir?)

Buyurdu ki: “Seni müminlere karşı değiştiren şeydir (müminlere karşı takındığın tavır ve harekettir).”

Arzettim ki: “Fedan olayım! Çok meşhur olmaktan korktuğum için böyle yaptım. Allah biliyor ki onları çok seviyor ve onlara oldukça ilgi duyuyorum.”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Ey İshak! Mümin kardeşlerinin çok olmasından (sana çok müracaat etmelerinden) usanıp sıkılma. Zira mümin, mümin kardeşiyle karşılaştığında ona “merhaba” derse, kıyamet gününe kadar ona merhaba yazılır. Onunla musafaha ederse, Allah-u Teâla onların parmakları arasına yüz rahmet indirir; bunlardan doksan dokuzu, din kardeşini daha çok seven kimse içindir. Sonra Allah yüzüyle (tam rahmetiyle) onlara yönelir, arkadaşına daha çok şefkatli davranan kimse, Allah’ın rahmetine daha çok mahzar olur. Eğer Allah’ın rızası için kucaklaşırsa, Allah’ın rahmeti onları sarar. Eğer Allah’ın rızası için durup konuşurlarsa, onlara şöyle denilir: “Siz bağışlandınız; o halde yeniden amele koyulunuz.” Bir şey sormak istediklerinde melekler birbirlerine şöyle derler: “Onlardan uzaklaşalım, onların sırları vardır, Allah onların sırlarının üzerini örtmüştür (kimsenin haberdar olmasını istemiyor).”

İshak devamında şöyle diyor:

Arzettim ki: Sözlerimiz yazılmıyor mu? Oysa Allah-u Teâla şöyle buyuruyor:

“O, söz olarak ne söylerse, mutlaka yanında rakîb ve atîd (amelleri yazan hazır ve gözetleyici iki melek) vardır.”[69]

İmam (a.s) bu sözü duymakla dertliler gibi bir ah çekti ve sonra öyle şiddetli bir şekilde ağladı ki, göz yaşları Hazretin mübarek sakalını ıslattı. Sonra şöyle buyurdu:

“Ey İshak! Allah-u Teâla müminleri yüceltmek için meleklerin onlardan uzaklaşmasını emretmektedir. Melekler onların sözlerini yazmasalar ve duymasalar da, gizlilikleri ve sırları bilen alim ve hafız (Allah) onlardan haberdardır.

Ey İshak! Allah’tan, O’nu görürcesine kork; sen O’nu görmesen de O seni görüyor. O’nun seni görmediğini zannedersinse, kafir olursun. Eğer Allah’ın seni gördüğüne yakinin olduğu halde yine de günah işlersinse, bu durumda O’nu, kendisinden hâyâ etmediğin bakıcıların en aşağısı kılmış olursun.” [70]

 

57- İMAM MUSA KAZIM (A.S)’IN DOĞUM VE ŞAHADETİ

İmam Sadık (a.s)’ın oğlu olan İmam Musa Kazım (a.s), hicretin 128. yılında sefer ayının yedisinde “Ebva”da [71] gözlerini dünyaya açtı. Hicretin 183. yılı, Receb ayının yirmi beşinde ise Bağdat’da Sindi b. Şahik’in zindanında şehit edildi. Bazı tarihçiler ise, hicretin 183. yılı Receb ayının beşinde şehit olduğunu yazmışlardır.

İmam (a.s) şehit olduğunda 55 yaşında idi.

İmam Kazım (a.s)’ın annesi, Hamide-i Berberiyye isminde bir cariye idi. Ona musaffa (tertemiz) Hamide diyorlardı.

İmam Kazım (a.s)’ın imameti 35 yıl sürmüştür. İmam Kazım (a.s) 25 yaşında, yani Mensur Devaniki’nin hilafetinin son yıllarında imamet ve velayet makamına yetişmiştir.

Mensur Devaniki’den sonra oğlu Mehdi on yıl bir ay hükümet etti, ondan sonra da onun oğlu Hadi (Musa b. Muhammed) yaklaşık bir yıl hilafet makamında oturmuştur. Daha sonra hükümet, Reşid lakabıyla meşhur olan Harun b. Muhammed’in eline geçmiştir.

İmam Kazım (a.s), Harun Reşid’in hükümetinin üzerinden 15 yıl geçtikten sonra, Sindî b. Şahik’in zindanında (Harun’un emriyle) zehirlenerek şahadete kavuştu ve “Kazmeyn” diye meşhur olan Kureyş kabristanında yani Bağdat’ın “Medinet’üs-Selam” mezarlığında defnedildi. [72]

 

58- İMAM KAZIM (A.S)’IN DÜNYAYA AYAK BASMA OLAYI

Ebu Besir şöyle diyor:

İmam Musa b. Cafer (a.s) gözlerini dünyaya açtığı yıl, biz de İmam Sadık (a.s)’la birlikte, hac amelimizi yapmak için Mekke’ye doğru hareket ettik. Ebva’ya yetiştiğimizde, İmam Sadık (a.s) bize ve ashabına büyük bir sofra açtı ve çok güzel yemekler verdi. Biz yemekle meşgul olduğumuz sırada (İmamın eşi olan) Hamide’nin gönderdiği biri gelerek şöyle dedi:

Hamide diyor ki: “Doğum sancısı beni yakalamış, siz buyurmuştunuz ki bu oğlumun doğumunda benden habersiz bir iş yapmayın, şimdi durumu size bildiriyorum.”

İmam (a.s) sevinçle yerinden kalkarak Hamide’nin göndermiş olduğu kimseyle gitti. İmam (a.s) çok geçmeksin bizim yanımıza geri döndü.

Ashap şöyle dedi: “Allah seni sevindirsin, gözlerini nurlandırsın, Hamide’nin durumu nasıl oldu?”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Allah bana bir oğlan çocuğu bağışladı; bu oğlan, Allah’ın yaratıklarının en üstünüdür. Hamide bu bebek hakkında bazı olaylardan haber verdi, oysa ben onları onun kendisinden daha iyi biliyordum.”

Bu sırada ben dedim ki: “Fedan olayım! Hamide ne gibi şeyler hakkında size haber verdi?”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Hamide dedi ki: “Bu çocuk dünyaya geldiğinde, ellerini yere koyup başını göğe doğru kaldırdı...” Ben Hamide’ye dedim ki: “Bu hareket, Peygamber (s.a.a)’in ve O’ndan sonraki İmamların nişanesidir (bütün İmamlar doğduğunda bu hareketi yaparlar)…” [73]

59- SULTANLARA ÇALIŞMANIN TEHLİKESİ

Harun Reşid’in düzeniyle ilişki içerisinde olan Ziyad b. Ebi Seleme şöyle diyor:

Bir gün İmam Kazım (a.s)’ın huzuruna vardığımda şöyle buyurdular: “Ya Ziyad! Duydum ki sultana (Harun Reşid’e) çalışıyorsun!”

Arzettim ki: “Evet!”

Buyurdu ki: “Neden?”

Arzettim ki: “Ben haysiyetli birisiyim, aile sahibiyim, onların geçimini sağlayacak malım da yoktur.”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Ey Ziyad! Ben yüksek bir yerden düşüp de parça parça olsam dahi, bu benim için, onların (sultanların) işlerinden birini bile üstlenmekten veya onların halılarının üzerine ayak basmaktan daha sevimlidir. Sadece bir durum bundan istisnadır, o durumun ne olduğunu biliyor musun?”

Arzettim ki: “Fedan olayım, bilmiyorum.”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Bir müminin sıkıntısını gidermek veya borcunu ödemek dışında onlarla çalışmak doğru değildir.

Ey Ziyad! Onlar için bir iş yapmayı üstlenen kimseye Allah’ın yapacağı en küçük şey, mahşer ehlinin hesabını görene dek onları ateşten bir çadırın içerisinde tutmasıdır.

Ey Ziyad! Onların işlerinden bir işi üstlendiğinde, din kardeşlerine iyilik et. Zira yapmış olduğun bir iş (günah) karşısında, hayır bir iş yapmalısın. Allah-u Teâla yaptığın işlerin arkasındadır; onları görüp gözetir…

Ey Ziyad! Kendini halkın üzerinde güçlü hissettiğinde, yarın (kıyamet günü) Allah Teâla’nın da senin üzerindeki güçlülüğünü hatırla. Şunu da bil ki, senin onlara (zalim sultan ve yöneticilere) yapmış olduğun iyilikler unutulup gidecek ama onun kötü sonuçları sana kalacaktır.” [74]

 

60- İMAMLARI TANIMANIN YOLU

Ebu Besir şöyle diyor:

Bir gün Ebu’l-Hasan (İmam Kazım) (a.s)’ın huzuruna vararak şöyle dedim: “Fedan olayım! İmam nasıl tanınır?”

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Birkaç sıfatla: Babası onun imameti hakkında bir şey söylemiş olmalı, onu halka tanıtmalı ve onu halka, onlara bir hüccet olması için bir nişane olarak (imamet makamına) atamalıdır. Nitekim Resulullah (s.a.a) de, Ali (a.s)’ı bir nişane olarak imamet makamına atadı ve onu halka tanıttı ve bütün İmamlar da kendi vasilerini imamet makamına atayıp onları halka tanıtmışlardır. İmam olan birisi, sorulan her şeye cevap verebilmeli, halk sustuğunda o konuşabilmeli, halka gelecekten haber verebilmeli, bütün dilleri bilmeli ve istediği her dille de halkla konuşabilme gücüne sahip olmalıdır.”

Daha sonra şöyle buyurdu: “Otur, mutmain olman için imametimin nişanesinden sana haber vereyim. Bu esnada bir Horasanlı içeri girdi ve Arapça İmam (a.s)’dan bir soru sordu. İmam (a.s) sorusunun cevabını Farsça verdi.

Horasanlı şahıs şaşırarak şöyle dedi: “Ben sizin Farsça bilmediğinizi zannederek sorumu Farsça sormadım.”

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Sübhanellah! Eğer ben senin lisanınla sorduğun soruya cevap veremesem, o zaman sana ne üstünlüğüm olur ki?!”

Daha sonra şöyle buyurdu: (Masum) İmam, bütün insanların, kuşların, hayvanların ve ruhu olan her yaratığın lisanını bilmektedir. İmam, işte bu nişanelerle tanınır. Bu sıfatlar onda olmadığı takdirde o İmam değildir.” [75]

 

61- İMAM RIZA (A.S)’IN MÜNAZARASI

İmam Rıza (a.s), İbn-i Ramin el-Fakih’e şöyle buyurdu:

“Ey İbn-i Ramin! Peygamber (s.a.a) Medine’den hicret ettiğinde yerine kimi tayin etti.”

İbn-i Ramin: “Hz. Ali’yi.”

İmam (a.s): “Neden Medine halkına: “Kendiniz birini seçin. Çünkü siz dalalet ve sapıklık üzere toplanmazsınız!” diye buyurmadı?”

İbn-i Ramin: “Halkın arasında ihtilaf ve fitne çıkmasından korktuğu için böyle yapmadı.”

İmam (a.s): “İhtilaf çıktığı takdirde, Yolculuktan Medine’ye geri döndüğünde onu ıslah edebilirdi.”

İbn-i Ramin: “Hz. Peygamber’in bizzat kendisi, kendi yerine birini halife tayin etmesi, elbette daha sağlam ve daha uygun olurdu.”

İmam (a.s): “O halde hayatında, ölümünden sonrası için kesinlikle birini kendi yerine halife tayin etmiştir.”

İbn-i Ramin: Hayır, kimseyi tayin etmemiştir!”

İmam (a.s): “Peygamber (s.a.a)’in ölümü, O’nun yolculuğundan daha önemli değil miydi?! Dünya yolculuğu kısadır, ama ölüm yolculuğu daha uzun ve ebedidir. O halde nasıl oldu da ölüm zamanı, ümmetin ihtilaf ve fitneye düşmeyeceğinden emin olarak kendi yerine halife tayin etmedi de dünyanın birkaç günlük yolculuğunda, ümmetin ihtilafa düşeceğinden korkup da yerine halife tayin etti? Oysa Hazretin kendisi hayatta idi ve ihtilafları da ıslah edebilirdi?!”

İbn-i Ramin, İmam Rıza (a.s)’ın mantıklı sözleri karşısında bir şey söyleyemeyerek susup kaldı. [76]

 

62- KENDİLERİ İLE ALAY EDENLER

İmam Rıza (a.s) alaydan sayılan şeyler hususunda şöyle buyurmuştur:

“Yedi şey, yedi şey olmaksızın alaydandır:

1- Kim diliyle mağfiret diler de kalbiyle pişman olmazsa, şüphesiz kendisi ile alay etmiştir.

2- Kim Allah’tan tevfik diler de çaba sarfetmezse, şüphesiz kendisi ile alay etmiştir.

3- Kim ihtiyat etmek ister de ihtiyat etmezse, şüphesiz kendisi ile alay etmiştir.

4- Kim Allah’tan cenneti diler de zorluklara tahammül etmezse, şüphesiz kendisi ile alay etmiştir.

5- Kim cehennem ateşinden Allah’a sığınır da dünya şehvetlerini terk etmezse, şüphesiz kendisi ile alay etmiştir.

6- Kim Allah’ı anar da O’nunla mülakat etmeye koşmazsa, şüphesiz kendisi ile alay etmiştir. [77]

(Yedinci şey, Bihar’da zikrolunmamıştır.)

 

63- İMAM RIZA (A.S) VE BOZUK İTİKADA KARŞI MÜCADELE

Bir adam İmam Rıza (a.s)’ın yanına gelerek: “Allah’ın sıfatlarını bize beyan et” dedi.

İmam (a.s), Allah’ın celal ve cemal sıfatlarından bazılarını beyan etti.

O adam şöyle dedi: “Annem ve babam size feda olsun! Bizim yanımızda, sizi sevdiğini iddia eden ve bu sıfatların Hz. Ali’de olduğunu ve O’nun alemlerin rabbi olan Allah olduğunu söyleyen bir şahıs vardır.”

İmam (a.s) bu sözü duyunca titredi ve terledi. Sonra şöyle buyurdu:

“Allah, bu zalim ve kafirlerin dedikleri sözlerden çok daha yüce ve münezzehtir. Hz. Ali (a.s) da yemek yiyenler gibi yemek yemiyor muydu? Su içenler gibi su içmiyor muydu? Evlenenler gibi evlenmiyor muydu? Konuşanlar arasında konuşmuyor muydu? Bunlarla birlikte namaz kılıyordu, tevazuda bulunuyordu, Allah’ın karşısında zelil idi, O’na yalvarıp yakarıyordu. Acaba bu sıfatlara sahip olan birisi Allah olabilir mi? Eğer bu Allah olursa, sizin hepiniz bu sıfatlarda onunla ortak olup Allah olursunuz!” [78]

 

64- İMAM CEVAD (A.S)’DAN BİR MUCİZE

Zeydiye mezhebinden olan Ali b. Halid şöyle diyor:

 Ben Samirra şehrinde idim. Bu şehirde, Şam bölgesinde peygamberlik iddiasında bulunup devlet eliyle yakalanarak zindana atılan bir şahısın olduğunu duydum. Onun durumunun neden ibaret olduğunu öğrenmek için onu görmeye gittim. Onu anlayışlı ve akıllı bir kimse olarak gördüm. Ona şöyle dedim: “Ey adam! Maceran nedir, neden zindana atılmışsın?”

Cevabımda şöyle dedi: “Ben Şam halkındanım, İmam Hüseyin (a.s)’ın kesik başının bırakılmış olduğu yerde, sürekli ibadetle meşguldüm. Bir gece aniden bir şahıs karşıma çıkarak şöyle buyurdu: “Kalk birlikte gidelim!” Ben de elimde olmaksızın kalkarak onunla yola koyuldum. Biraz yürüdükten sonra Kufe camisinde olduğumu gördüm. Buyurdu ki: “Bu camiyi tanıyor musun?”

Cevabında: “Evet, Kufe camisidir” dedim. O namaz kıldı, ben de namaz kıldım. Yine birlikte hareket ettik. Çok geçmeden kendimi Medine camisinde gördüm. Yine namaz kıldık, Resulullah’a selam gönderdi, O’nu ziyaret etti. Daha sonra oradan çıktık. Az sonra Mekke’de olduğumu gördüm ve tüm merasimleri ve Allah’ın evinin ziyaretini o şahısla yaptım. Daha sonra yine yola koyulduk. Biraz yürüdükten sonra aniden Şam’da eski yerimde olduğumu gördüm ve o şahıs da gözümden kayboldu.

Bu olaydan bir yıl geçti, ben yine orada ibadetle meşgul idim. Hac mevsimi ulaştı, aynı şahıs yine gelerek beni kendisiyle birlikte o kutsal yerlere götürdü. Önceki gibi o kutsal yerleri yine ziyaret ettik, geçen yılın amellerini tekrar yaptık. Nihayet beni Şam’a geri çevirdi. Benden ayrılmak istediğinde şöyle dedim. “Sana böyle bir güç veren Allah aşkına söyle; sen kimsin?”

Biraz başını aşağı eğdikten sonra bana bakarak şöyle buyurdu: “Ben Muhammed b. Ali. Musa b. Cafer’im. (Yani İmam Cafer Sadık’ın oğlu Musa Kazım’ın oğlu Ali Rıza’nın oğlu Muhammed Taki’yim.)”

Ben bu olayı yakın dostlarımdan birkaç kişiye söyledim. Bu haber, (Mutesim’in veziri olan) Muhammed b. Abdulmelik-i Zeyyat’a yetişti. O benim tutuklanmamı emretti ve bana “bu adam peygamberlik iddiasında bulunuyor” diye iftirada bulundu. Şu anda gördüğün gibi (o iftiradan dolayı) zindandayım.”

Ona şöyle bir öneride bulundum: “Başından geçen bu olayı Muhammed b. Abdulmelik’e yazman iyi olur. Bu mektup zindandan kurtuluşuna sebep olabilir.” O da benim bu önerim üzerine başından geçen olayı ona yazdı.

Muhammed b. Abdulmelik, gönderilen mektubun altına şöyle yazmıştı: “Seni bir gecede Şam’dan Kufe’ye, oradan da Medine’ye ve Medine’den de Mekke’ye götüren ve daha sonra Şam’a geri çeviren kimseye de ki bu zindandan da seni kurtarsın.”

Ali b. Halid şöyle devam ediyor:

“Abdulmelik’in cevabını okuduğumda çok rahatsız oldum ve bu şahısın haline acıdım. Ona dedim ki: “Sabret ve işin sonucunun ne olacağına bak.”

Sonra zindandan dışarı çıktım. Sabahleyin onun halini sormak için zindana gittim. Oraya vardığımda, pek çok bekçi, memur ve halkın, zindanın etrafında dolaştıklarını gördüm. “Ne olmuş?” diye sordum.

Dediler ki: “Peygamberlik iddiasında bulunan mahbus, bütün kapılar kapalı olmasına rağmen zindandan yok olmuş; yere mi girmiş, kuş olup göğe mi yükselmiş, bilemiyoruz!”

Evet, İmam Muhammed Taki (a.s) onu böylece zindandan kurtarmıştı. Ali b. Halid, bu olayı gördükten sonra, kendi mezhebinden (Zeydi’likten) el çekti ve İmam Muhammed Taki (a.s)’ın takipçilerinden oldu. [79]

 

65- OKUNACAK BİR MÜNAZARA

Memun, kızı Ümmü Fazl’ı İmam Cevad (a.s)’la evlendirdikten sonra bir gün büyük bir meclis düzenlendi. Memun, İmam Cevad (a.s), Yahya b. Eksem ve Ehl-i Sünnet’ten bir grup kimse de o mecliste bulunuyorlardı. Yahya b. Eksem, hassas bir meseleyi söz konusu ederek İmam Cevad (a.s)’a şöyle dedi:

“Ey Resulullah’ın oğlu! Nakledildiğine göre Cebrail-i Emin, Allah Resulüne nazil olarak şöyle dedi: “Ya Muhammed! Allah selam söylüyor ve buyuruyor ki: “Ben Ebubekir’den razıyım, ondan sor; acaba o da benden razı mıdır?”

Bu meşhur rivayet hakkında sizin görüşünüz ve sözünüz nedir?

İmam Cevad (a.s) cevabında şöyle buyurdu: “Ben Ebubekir’in faziletini inkar etmiyorum. Ama bu rivayeti nakleden kimse, Resulullah (s.a.a)’in Haccet’ul-Veda’da beyan etmiş olduğu hadisi de göz önünde bulundurmalıdır. Resulullah (s.a.a) o gün şöyle buyurmuştur:

“Bana yalan isnat edenler çoğalmıştır, benden sonra da çoğalacaktır. Her kim kasıtlı olarak bana yalan isnat ederse, onun yeri cehennem ateşi olacaktır. Benden bir hadis nakledildiğinde onu Allah’ın kitabıyla ve sünnetimle kıyas ediniz (ölçünüz); Allah’ın kitabına ve benim sünnetime uygun olanı alınız; bunlara muhalif olanı ise reddediniz.”

İmam Cevad (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Ebubekir hakkındaki bu rivayet, Allah’ın kitabına uygun değildir. Zira Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: “Şüphesiz insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” [80]

Acaba Allah-u Teâla, Ebubekir’in O’ndan razı olup olmadığını bilmiyor muydu ki onu Cebrail vasıtasıyla Peygamber (s.a.a)’den sormaya gerek duysun? Bu aklen doğru değildir.”

Yahya b. Eksem: “Ebubekir ve Ömer hakkında şöyle bir rivayet nakledilmiştir: “Ebubekir ve Ömer yeryüzünde, gök yüzündeki Cebrail ve Mikail gibidirler.” Acaba bu rivayet doğru mudur?

İmam Cevad (a.s) şöyle buyurdu: Bu rivayet hakkında da düşünülmeli ve dikkat edilmelidir. Zira Cebrail ve Mikail hiçbir günah işlememiş ve bir an olsun dahi Allah’ın itaatinden ayrılmamış iki mukarreb melektirler. Oysa Ebubekir ve Ömer, gerçi İslam zuhur ettikten sonra Müslüman olmuşlardır ama ömürlerinin çoğunu şirke ve puta tapmakla geçirmişlerdir. Allah Teâla’nın bunları o iki yüce meleğe benzetmesi imkansızdır.”

Yahya b. Eksem: “Rivayet olmuştur ki: “Ebubekir ve Ömer, cennet yaşlılarının efendileridirler.” Sizin bu konuda görüşünüz nedir?”

İmam Cevad (a.s): “Bu rivayetin doğru olması imkansızdır. Zira cennet ehlinin hepsi gençtirler, onların arasında yaşlı yoktur. Bu rivayeti Beni Ümeyye, İslam Peygamberi’nin: “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler” diye onların hakkında buyurmuş olduğu hadisin karşısında uydurmuşlardır.”

Yahya b. Eksem: Rivayet edilmiştir ki: “Ömer b. Hattab, cennet ehlinin kandilidir.”

İmam Cevad (a.s): “Bu rivayet de doğru değildir. Zira cennette, Allah’ın mukarreb melekleri, Hz. Adem, Hz. Muhammed (s.a.a), bütün Peygamberler ve resuller vardır; cennet onların nurlarıyla bile aydınlanmıyor, nerede kaldı ki Ömer’in nuruyla aydınlanmış olsun.” (Cennet karanlık değildir ki bir kandile ihtiyaç olsun, cennet her zaman aydındır.)

Yahya b. Eksem: Rivayet edilmiştir ki: “Sekine  Ömer’in diliyle konuşuyor.”

İmam Cevad (a.s): “Ben Ömer’in faziletini inkar etmiyorum ama Ebubekir Ömer’den üstündür. Buna rağmen minberin üzerinde şöyle demiştir: “Benim bir şeytanım vardır ki bazen bana musallat oluyor; yoldan saptığımı gördüğünüzde beni doğru yola getiriniz.”

Yahya b. Eksem: Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Eğer ben peygamberliğe seçilmiş olmasaydım, mutlaka Ömer peygamber olurdu!”

İmam Cevad (a.s): “Allah’ın kitabı (Kur’an-ı Kerim) bu hadisten daha doğrudur. Allah-u Teâla kitabında şöyle buyurmaktadır: “Hani biz Peygamberlerden (misak) kesin söz almıştık; senden, Nuh’dan…” [81]

Bu ayetten anlaşıldığına göre Allah-u Teâla, peygamberlerden kesin söz almıştır. O halde kendi sözünü değiştirmesi (Ömer’i Hz. Muhammed’in yerine peygamber seçmesi) nasıl mümkün olabilir? Peygamberler bir göz kırpmak kadar bile Allah’a şirk koşmamışlardır; o halde nasıl olur da Allah-u Teâla, ömrünün çoğunu şirk ve küfürde geçiren bir kimseyi peygamberliğe seçebilir?! Halbuki Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Adem, ruhla cisim arasında iken ben peygamber idim.”

Yahya b. Eksem: Yine Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Hiçbir zaman vahiy benden kesilmedi; meğer ki Hattab (Ömer’in babası) ailesine nazil olduğunu (risalet makamının benden onlara intikal ettiğini) zannettim.”

İmam Cevad (a.s): “Bu da doğru değildir. Zira Peygamber (s.a.a)’in kendi peygamberliğinden şüphe etmesi mümkün değildir. Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: “Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da.” [82] O halde peygamberliğin, Allah’ın seçtiği kimseden, kendisine şirk koşan kimseye intikal etmesi nasıl mümkün olabilir?!”

Yahya b. Eksem: Nakledildiğine göre Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Azap nazil olsaydı, Ömer’den başka kimse ondan kurtulamazdı.”

İmam Cevad (a.s): “Bu da muhaldır. Zira Allah-u Teâla şöyle buyurmaktadır: “Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.” [83]

Burada Yahya b. Eksem, İmam Cevad (a.s)’ın güçlü delilleri karşısında susup kaldı. Ehl-i Sünnetin büyükleri, İmam Cevad (a.s)’ın, küçük yaşta olmasına rağmen Bağdat kadısı Yahya b. Eksem’in sorularını böyle cevaplandırdığını ve Yahya b. Eksem’in de İmam (a.s)’ın soruları karşısında aciz kaldığını görünce şaşkınlığa uğradılar. [84]

 

66- NETİCESİZ KALAN KOMPLO

Yakub b. Yasir şöyle diyor:

Abbasi halifesi olan Mütevekkil sürekli şöyle diyordu: İbn’ur-Rıza (İmam Hadi)’nın işi beni aciz etmiştir. Şarap içmesi ve meclisimde oturması için her ne kadar çaba sarfettimse de muvaffak olamadım. Onu bu işe çekmek için de bir türlü fırsat bulamıyorum.

Etrafındakiler dediler ki: Eğer İbn’ur-Rıza’yı böyle bir işe çekemiyorsan, onun kardeşi Musa şarap içen, çalıp oynayan, yeyip içen ve eğlenen birisidir. Onu Medine’den buraya getirt, onu halka İbn’ur-Rıza olarak tanıtıp meşhur ederiz ve böylece hedefimize ulaşmış oluruz. (Bu vesileyle İmam Hadi’nin halk orasındaki olan mevki ve şahsiyetini lekelemek istiyorlardı.)

Mütevekkil, onların bu önerisi üzerine, birisini bir mektupla İmam Hadi’nin kardeşi Musa’nın peşine gönderdi. Onu ihtiram ve saygıyla Bağdat’a getirdiler. Ordu komutanları, ülkenin büyükleri ve Beni Haşim onu karşılamaya gittiler.

Mütevekkil, Musa Bağdat’a vardığında, bazı mülkleri ona vermeyi, onun için görkemli bir bina yaptırmayı, şarap sunucuları ve şarkı söyleyen kadınları onun yanına göndermeyi, yiyip içme ve eğlenme araç gereçleri tekmil olduktan sonra kendisi de onu görmek için yanına gitmeyi kararlaştırmıştı.

Musa Bağdat’a vardığında, İmam Hadi (a.s), genellikle misafirlerin karşılandığı yer olan Vasif köprüsünde onunla mülakat etti, selamlaştıktan ve hal hatır sorduktan sonra şöyle buyurdu: “Mütevekkil senin ihtiramını yok etmek onuruna dokunmak ve senin değerini düşürmek istiyor. Sakın ona; “ben şarap ehliyim ve şarap içiyorum” deme.

Musa, İmam (a.s)’ın cevabında şöyle dedi: “Eğer o beni bu amaçla davet etmiş olursa, o zaman çarem nedir?”

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Kendi ihtiramını koru ve böyle bir işi yapma. Mütevekkil’in amacı sadece seni rezil etmektir.”

İmam (a.s) ona her ne kadar öğüt verip nasihat ettiyse de Musa kabul etmedi. İmam (a.s), Musa’nın bu sözleri dinlemediğini görünce şöyle buyurdu:

“Şunu bil ki Mütevekkil’in, tertiplemiş olduğu toplantıyı asla görmeyeceksin ve arzuna da kavuşmayacaksın.”

Musa, Bağdat’ta olduğu üç yıl boyunca, her gün sabah Mütevekkil’i görmeye gidiyordu, fakat cevabında şöyle diyorlardı: “Halifenin bugün işi vardır, git yarın gel.”

Diğer gün gittiğinde yine şöyle diyorlardı: “Şimdi şarap içip sarhoş olmuştur, git yarın gel.”

Sonraki gün yine şöyle diyorlardı: “Bugün hastadır, ilaç kullanmıştır, görüşme hali yoktur.”

Günler böylece geçip gitti, nihayet Mütevekkil öldürüldü, sonuçta onlar bir defa bile bir şarap meclisinde oturmaya muvaffak olamadılar. [85]

 

67- İLAHÎ PEYGAMBERLERİN MUCİZELERİ

Abbasî halifesi olan Mütevekkil, mümkün olan her yolla İmam Hadi (a.s’)a eziyet ediyordu. Bazen etrafındaki kimselere, İmam Hadi (a.s)’ı mağlup edebilmek için O’na çok zor sorular sormalarını emrediyordu.

Bir gün İbn-i Sikkit’e [86] şöyle dedi: “Benim huzurumda İbn’ur-Rıza’dan (İmam Hadi’den) bir takım zor sorular sor.”

İbn-i Sikkit de İmam (a.s)’a şöyle bir soru sordu:

“Neden Allah-u Teâla Hz. Musa’yı asayla, Hz. İsa’yı sağırlara, körlere, abraş hastalığına yakalananlara şifa vermek ve ölüleri diriltmekle, Hz. Muhammed (s.a.a)’i de Kur’an ve kılıçla peygamberliğe seçmiştir?”

İmam (a.s) şöyle cevap verdi: “Allah-u Teâla halkın arasında ilim ve sihir yaygın olduğu bir dönemde Hz. Musa’yı asa ve yed-i beyzayla (beyaz ve parlayan elle) gönderdi. Hz. Musa da, onların sihirlerine galip gelmek için aynı türden bir takım mucizeler onlara getirdi.

Hz. İsa’yı, sağırları, körleri ve abraş hastalığına yakalananlara şifa vermek ve ölüleri diriltmekle göndermesinin sebebi de, o zamanda halkın tıp ilmi açısından güçlü olmalarından kaynaklanıyordu. Hz. İsa bu mucizelerle, Allah’ın izniyle onlara galip oldu.

Hz. Muhammed (s.a.a)’i de Kur’an ve kılıçla peygamberliği meb’us kılmasının sebebi ise, o asırda şiir ve kılıcın yaygın olmasından dolayıdır. Peygamber (s.a.a) ışık saçan Kur’an ve keskin kılıçla onların şiir ve kılıçlarına galip oldu.”

İbn-i Sikkit sonra şöyle bir soru yöneltti: “Şimdi halka hüccet nedir?”

İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu: “İnsanın aklıdır. Zira insan akıl vasıtasıyla, Allah’a yalan isnat edeni tanır ve onu tekzip eder.”[87]

 

68- DOST VE DÜŞMAN AÇISINDAN İMAM HASAN ASKERİ (A.S)

Sa’d b. Abdullah şöyle diyor:

Bir gün, Samirra’da bulunan Âl-i Ebi Talib’lerden, onların mezheplerinden ve sultanın yanındaki makam ve değerlerinden söz edilince, Ehl-i Beyt (a.s)’ın katı düşmanlarından olan Ahmed b. Ubeydullah b. Hakan [88] şöyle dedi:

Samirra’da, vakar, züht, yücelik, keramet ve iffetlilikte Hasan Askeri gibi birisini görmedim. O herkesin yanında saygın ve herkesten önde idi.

Bir gün babamın meclisinde oturmuştum, babam da halkın sorunlarıyla ilgileniyordu, bu esnada kapıcı gelerek şöyle dedi: “İbn’ur-Rıza [89] kapıda bekliyor.” Babam yüksek sesle şöyle dedi: “Müsaade edin gelsin.”

Bu sırada güzel simalı bir genç, özel bir heybet ve vakarla içeri girdi. Babam yerinden kalkarak onu karşıladı, onu bağrına bastı, yüzünü ve omuzlarını öptü, namaz halısının üzerine oturttu, kendisi de onun yanında oturdu, onunla konuşmaya daldı ve sürekli şöyle diyordu: “Babam anam sana feda olsun ve canım sana kurban olsun!”

Ben bu olayı görmekle çok şaşırdım, kendi kendime; “acaba bu kimdir ki babam ona bu kadar ihtiram ediyor ve ona saygı gösteriyor” dedim. Bu esnada kapıcı gelerek: “Muvaffak [90] geliyor” dedi.

Muvaffak babamın yanına geldiğinde, bekçi ve komutanlar, o babamın yanından ayrılana dek kapıyla babamın oturduğu yer arasında sıraya geçip duruyorlardı. Babam Muvaffak’ın geldiğini (İmam) Hasan Askeri’ye bildirerek şöyle dedi: “Fedan olayım! İstiyorsanız siz dışarıya çıkın.”

Sonra hizmetçilerine şöyle dedi: “Muvaffak’ın onu görmemesi için, onu sıranın arkasından götürünüz.”

Hasan Askeri kalkıp gitmek istediğinde babam yerinden kalkarak onu bağrına bastı ve yüzünden öptü. Daha sonra Hasan Askeri gitti. Ben bekçi ve hizmetçilere: “Babamın kendisine bu kadar ihtiram edip saygı gösterdiği bu adam kimdir?” diye sordum. Onlar cevaben: “Alevilerden biridir; ismi Hasan b. Ali’dir ama İbn’ur-Rıza olarak meşhurdur” dediler.

Benim şaşkınlığım daha çok arttı. O gün akşama kadar rahatsız bir şekilde onun ve babamın ona karşı davranışı hakkında düşünüp durdum. Akşam olunca, babam adeti gereği her gece yatsı namazından sonra oturup halkın işlerine yetişiyordu. Ben babamın yanına giderek onun karşısında oturdum. Babam bana bakarak: “Ahmed! Bir işin mi vardır?” diye sordu.

Ben de cevaben: “Evet, müsaade ederseniz size bir sorum olacaktır” dedim.

Babam: “İstediğin şeyi sorabilirsin.”

Ben: “Babacığım, bugün kendisine böyle davrandığın ve sürekli; “canım sana feda olsun” dediğin ve o kadar saygı gösterdiğin şahıs kimdi?”

Babam: “Oğlum! İbn’ur-Rıza diye meşhur olan Rafizi’lerin (Şia’ların) önderiydi.”

Babam biraz sustuktan sonra şöyle dedi: “Oğlum! Eğer hilafet Beni Abbas’ın elinden çıkmış olursa, Beni Haşim’den iffet, vakar, takva, zühd, ibadet ve güzel ahlâkından dolayı onun kadar hilafete layık olacak bir kimse yoktur. Keşke babasını görseydin! Babası yüce, azametli, fazıl ve hayır ehli bir şahıs idi.”

Ben onun hakkında bu sözleri duyunca babama oldukça kızdım ve daha çok düşünceye daldım. Artık ondan sonra sürekli onun hakkında araştırma yapıyor ve daha çok bilgi edinmek istiyordum. Onun hakkında dost veya düşman her kimden soru sordumsa, herkes onun fazilet, makam ve yüceliğinden söz ediyor ve onu Rafizilerin önderi biliyorlardı. İşte bundan dolayı onun kadri ve değeri benim yanımda oldukça yükseldi. Çünkü dost ve düşman herkes onu övüyor ve methediyordu.” [91]

 

69- YUMUŞAK ELBİSENİN ALTINDAKİ KABA ELBİSE

Bazı sorular sormak için İmam Hasan Askeri (a.s)’ın yanına varan Kamil-i Medeni şöyle diyor:

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın huzuruna vardığımda, O’nun beyaz ve yumuşak elbise giydiğini gördüm. Kendi kendime dedim ki; “Allah’ın hüccet ve velisi yumuşak elbise giyiyor ama bize, kardeşlerle eşitliği sağlamayı ve onların halini gözetmeyi ve böyle elbiseler giymekten sakınmayı emrediyor.”

Bu esnada İmam (a.s) yenlerini yukarı çemredi. İmam (a.s)’ın yumuşak elbisenin altından siyah renkli kaba bir elbise giymiş olduğunu gördüm. İmam (a.s) tebessüm ederek şöyle buyurdu: “Ey Kamil! Bu kaba elbise Allah içindir ve üzerinden giymiş olduğum bu yumuşak elbise ise sizin içindir.” [92]

Evet, bütün işlerde Allah’ın rızayetini göz önünde bulundurmak ve zahiri şahsiyeti de korumak gerekir.

 

70- YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAK OLAN ÇOCUK

Ahmed b. İshak (İmam Hasan Askeri (a.s)’ın Kum’daki vekili) şöyle diyor:

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın huzuruna vararak, O’nun vasisi hakkında soru sormak istiyordum. İmam (a.s), ben bir şey söylemeden şöyle buyurdu:

“Ey Ahmed! Allah-u Teâla, Adem’i yarattığı günden şimdiye kadar yeryüzünü hüccetsiz bırakmamıştır, kıyamet gününe kadar da hüccetsiz bırakmayacaktır. İlahi hüccetin bereketiyle yeryüzü halkından sıkıntılar giderilir, yağmur yağar ve yer bereketlerini dışarı çıkarır.”

Arzettim ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Sizden sonra İmam ve vasi kimdir?”

İmam (a.s) aceleyle yerinden kalkarak iç odaya geçti ve omzunda üç yaşındaki nur topu gibi bir çocuk olduğu halde gelerek şöyle buyurdu:

“Ey Ahmed! Eğer Allah-u Teâla katında ve O’nun hüccetleri yanında değerli birisi olmasaydın bu çocuğu sana göstermezdim. İşte bu oğlum, Resulullah (s.a.a)’in adını ve künyesini taşımaktadır. Bu, yeryüzünü, zulümle dolduktan sonra adaletle dolduracak olan kimsedir.

Ey Ahmed! Onun misali ümmetin arasında Hızır ve Zulkarneyn misali gibidir. Allah’a andolsun ki O, gaybete çekilecektir; öyle ki O’nun gaybeti döneminde, Allah-u Teâla’nın, Mehdi’nin imametine itikat etmede sabit kıldığı ve O’nun zuhuru için dua etmeye muvaffak ettiği şahıslar hariç kimse helak olmaktan kurtulamayacaktır.”

Arzettim ki: “Ey mevlam! Bu çocuğun imametine daha çok mutmain olacağım ve onun Kâim-i Bihak’ın kendisi olduğunu gösterecek bir nişanesi var mıdır?”

Bu esnada o çocuk fasih bir Arapça’yla şöyle buyurdu:

“Ben, Bakıyyetullah’ım (Allah’ın yeryüzündeki kalan son hüccetiyim), Allah’ın düşmanlarından intikam alacak olan benim! O halde Allah’ın hüccetini gözünle gördükten sonra artık diğer bir nişane isteme.”

Ahmed b. İshak diyor ki: “Ben çok sevinçli bir halde İmam Hasan Askeri’den izin alarak dışarı çıktım. Ertesi gün İmam (a.s)’ın yanına dönerek arzettim ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Dün bana lütufta bulunduğunuzdan (aziz evladınızı bana gösterdiğinizden) dolayı çok mutlu oldum. Ama Hızır ve Zulkarney’den ondaki olan sünnet ve nişane nedir?”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Ey Ahmed! Gaybetinin uzun olmasıdır…” [93]

 

71-   İMAM MEHDİ (A.S)’IN İSHAK’IN MEKTUBUNA CEVABI

İshak b. Yakub şöyle diyor:

Muhammed b. Osman-ı Amiri’den, birtakım zor meseleleri içeren mektubumu Hz. Mehdi (a.s)’ın huzuruna ulaştırmasını rica ettim. Mektubumun cevabı, mevlamız Hz. Mehdi (a.s)’ın kendi hattıyla bana ulaştı. Mektubun cevabı şöyleydi:

“Akraba ve amca oğullarımdan beni inkar etmeleri hakkındaki sorduğun soruya gelince; -Allah seni hidayet edip direnişli kılsın- bilmelisin ki, Allah’la hiç kimse arasında akrabalık bağı yoktur. Kim beni inkar ederse, benden değildir. Onun yolu, Nuh’un oğlunun yoludur. Amcam Cafer ve oğullarının yolu ve tutumları, Yusuf’un kardeşlerinin yol ve tutumları gibidir…

Mallarınıza gelince; onları kabul etmemizin sebebi pâk olmanız içindir. Öyleyse isteyen versin istemeyen vermesin. Allah’ın bize verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır.

Ferecin (kurtuluşun) gerçekleşmesine gelince; o Allah’ın iradesine bağlıdır. Zuhur için vakit belirleyenler yalancıdırlar...

Vuku bulan vakıalara gelince; o vakıalarda, hadislerimizi rivayet edenlere müracaat ediniz. Zira onlar, sizlere olan hüccetimdir; ben de Allah’ın onlara olan hüccetiyim…

Mallarımızı ellerinde bulunduranlara gelince; kim o mallardan bir şeyi helal bilip yerse, ateş yemiştir…

Gaybetin vuku bulmasının nedenine gelince; Allah Teâla buyuruyor ki: “Ey iman edenler! Size açıklandığında hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın.” [94] Babalarımdan her birinin boynunda, zamanlarındaki tağutların biati vardı, ama ben öyle bir zaman kıyam edeceğim ki tağutlardan hiçbirinin biati boynumda olmayacaktır.

Gaybetim döneminde benden faydalanmaya gelince; bu dönemde benden faydalanmak, bulutlarla örtülen güneşten yararlanmaya benzer. Ben yeryüzü ehli için kurtuluş ve emniyet vesilesiyim. Nitekim yıldızlar da gök ehli için emniyet vesileleridir. Öyleyse sizi ilgilendirmeyen şeyleri sormayın. Sizden istenilmeyen şeyleri görmek için kendinizi zahmete düşürmeyin. Ferecin çabuk olması için çok dua edin. Çünkü dua sizin kurtuluş vesilenizdir.

Ey İshak b. Yakub! (Allah’ın) selamı sana ve hidayete tabi olanlara olsun.” [95]

 

72- İMAM MEHDİ (A.S) AÇISINDAN BABAYA HİZMET

Necef’ul-Eşref’te işçi bir adamın yaşlı bir babası vardı, ona hizmet etmede hiçbir kusur yapmazdı. Öyle ki babasının tuvalet ibriğini bile kendisi götürüyor ve o dışarı çıkana kadar bekliyordu, dışarı çıktıktan sonra da onu odasına yetiştiriyordu.

O sürekli Çarşamba geceleri Sehle camisine gidip ibadetle meşgul oluyordu. Sehle camisinin amellerinden dolayı, çarşamba geceleri babasının hizmetinde bulunamıyordu. Ama bir müddetten sonra Çarşamba geceleri Sehle camisine giderek orada ibadet etmeyi terk etti.

Ona: “Neden artık Sehle camisine gitmiyorsun?” diye sorduklarında şöyle cevap verdi:

“Kırk Çarşamba gecesi oraya gittim, kırkıncı Çarşamba gecesi de Sehle cemisinde ibadet yapmak için öğleden sonra yola çıkmada çabuk davranmadım. Guruba yakın bir zamanda yalnız başıma yola koyuldum. Yolun üçte biri kalmıştı, hava da çok karanlıktı. Aniden ata binmiş bir Arab’ın bana doğru geldiğini gördüm. Ben kendi kendime; “Bu adam yol kesicidir, beni soymak istiyor” diye düşündüm. Bana yetişir yetişmez Arapça: “Nereye gidiyorsun?” diye sordu.

Ben: “Sehle cemisine” diye cevap verdim.

Atlı: “Yanında yiyecek bir şey var mı?”

Ben: “Hayır!”

Atlı: Elini cebine sok!”

Ben: “Cebimde bir şey yoktur.”

Atlı bu defa biraz sert bir şekilde aynı sözünü tekrarladı. Ben elimi cebime soktuğumda, çocuklar için almış olduğum fakat unuttuğum bir miktar kuru üzüm olduğunu gördüm. Bu esnada üç kez şöyle buyurdu: “Usiyke bil’avd, usiyke bil’avd” [96] “Geri dönerek yaşlı babanın hizmetinde olmanı tavsiye ediyorum.”

Daha sonra gözümden kayboldu. Sonra onun Hz. Mehdi (a.s) olduğunu ve hatta Çarşamba geceleri dahi babamın hizmetinde olmamı istediğini anladım. Bu yüzden artık Sehle camisine gitmedim ve o ibadetleri terk ettim.” [97]

 

73- HEMEDAN HALKINDAN BİRİSİNİN İMAM ZAMAN (A.S)’LA GÖRÜŞMESİ

Büyük mühaddislerden olan Ahmed b. Faris Edib şöyle rivayet ediyor:

Hemedan’da “Beni Raşid” olarak meşhur olan bir taife vardı, bunların hepsi Şii ve İsna Aşeri idiler. Onlardan bazılarına: “Neden Hemedan halkı arasında sadece sizler şiisiniz?” diye sordum.

Aralarından, simasından salih ve mümin biri olduğu belli olan yaşlı birisi şöyle dedi: “Bizim Şii olmamızın nedeni şudur ki; bizim dedemiz olan Raşid- ki bizim kabilemiz ona mensuptur- bir yıl Mekk’eye gitti, o şöyle diyordu:

“Mekke’den döndüğümde birkaç konak yol kat ettikten sonra deveden inip biraz yaya olarak yürümek istedim. Bunun üzerine deveden inip epeyce yaya olarak yürüdüm. Yorulup güçsüzleşince kendi kendime şöyle dedim: Yorgunluğumun çıkması için biraz yatayım, kafile yetişince kalkarım. Bu düşünceyle yattım ama güneşin sıcaklığını bedenimde hissedince uyandım. Uyandığımda kafilenin geçip gittiğini ve o çölde kimsenin olmadığını anladım. Bundan dolayı dehşete kapıldım. Çünkü ne yolu tanıyordum ve ne de kafileden bir eser göze çarpıyordu. Allah’a tevekkül ederek şöyle dedim: Yoluma devam edeceğim, Allah nereye isterse oraya götürecektir.

Fazla bir yol katetmemiştim ki aniden yeşillik ve bayındır bir yerde olduğumu gördüm, sanki oraya yeni yağmur yağmıştı, toprağı ise çok güzel kokulu bir toprak idi. O bölgede kılıç gibi parlayan bir saray gördüm. Kendi kendime dedim ki: Keşke, şimdiye kadar eşini ve benzerini görmediğim ve duymadığım bu sarayın ne ve kimin malı olduğunu bir bilseydim! Derken o saraya doğru hareket ettim. Sarayın kapısına yetiştiğimde, beyaz derili iki hizmetçinin olduğunu gördüm. Selam verdim, onlar en güzel bir şekilde selamının cevabını verdiler. Sonra bana: “Otur! Allah senin mutluluğunu istemiştir” dediler. Ben de orada oturdum.

Onlardan biri saraya girdi, kısa bir süre sonra dışarı çıkarak: “Kalk içeri gir” dedi. Sarayın içerisine girdiğimde, çok azametli ve eşsiz bir saray olduğunu gördüm. Hizmetçi ileri giderek, odanın kapısına asılan perdeyi kenara itti, derken odanın ortasında oturmuş olan bir genci gördüm; bir kılıç da onun başının üzerine asılmıştı, neredeyse kılıcın ucu onun başına dokunacaktı. O genç, karanlık bir gecede parlayan dolunay gibi nurlu idi. Ben selam verdim, o da en güzel bir şekilde cevap verdi. Sonra şöyle buyurdu: “Benim kim olduğumu biliyor musun?”

Cevabında: “Allah’a andolsun ki hayır” dedim.

Buyurdu ki: “Ben Kâim-i Âl-i Muhammed’im! Ben ahir zamanda, bu kılıcımla kıyam edecek olan şahısım. Yeryüzünü zulümle dolduktan sonra adaletle dolduracak olan benim.”

Bu sözü duyunca yere kapanıp yüzümü toprağa sürdüm. Buyurdu ki: “Böyle yapma, ayağa kalk. Sen Hemedan halkından falan şahıssın.”

Arzettim ki: “Evet, ey efendim ve mevlam.”

Buyurdu ki: “Ailenin yanına dönmek istiyor musun?”

Arzettim ki: “Evet, ey mevlam! Onların yanına dönerek Allah’ın bana lütufta bulunduğu bu kerameti onlara anlatmak ve onları müjdelemek istiyorum.”

İmam (a.s) bu esnada hizmetçisine işaret etti, o da elimden tutarak bana bir kese para verdi ve benimle birlikte dışarı çıktı. Birkaç adım attıktan sonra aniden bir takım gölgeler, ağaçlar ve caminin minaresini gördüm.

Benimle birlikte olan şahıs: “Burayı tanıyor musun?” diye sordu.

Cevabında: “Bizim şehrimizin yakınında “Esed Abad” isminde bir şehir vardır, burası o şehre benziyor” dedim.

Buyurdu ki: Evet, burası Esed Abad’dır; git muvaffak olasın.”

Bu esnada o adam gözümden kayboldu, her tarafa baktım artık onu göremedim. Sonra Esed Abad’a gittim, orada keseyi açınca, içerisinde kırk veya elli dinar olduğunu gördüm. Oradan da Hemedan’a giderek akrabalarımı bir araya toplayıp başımdan geçen olayı onlara anlattım. O paralar yanımızda bulunduğu müddetçe, sürekli refah, hayır ve bereket içerisinde yaşıyorduk.” [98]

 

74- İMAM-I ZAMAN (A.S)’IN HÜKÜMETİ

İmam Cafer-i Sadık (a.s)’dan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.

“İmam Mehdi (a.s) kıyam ettiğinde, adaletle hükmedecektir, O’nun hükümeti döneminde zulüm ve haksızlık olmayacaktır, yollar emniyet ve güven içerisinde olacaktır, yeryüzünün bereketleri aşikar olacaktır, her hak sahibine ulaşacaktır, her mezhep ve meşrebin takipçileri Müslüman olup mümin olarak tanınacaklardır. Allah-u Teâla buyuruyor ki: “Yeryüzünde ve gökte olan herkes, istek ve rağbetle O’na teslim olacaklardır…”

Daha sonra İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdular:

“Bizim hükümetimiz hükümetlerin en sonu olacaktır, bizden önce bir takım gruplar, bizim hükümet yöntemimizi gördüklerinde; “hükümet bizim elimize geçseydi, biz de onlar gibi hükümet ederdik” diyememeleri için Allah Teâla onlara da yeryüzünde hükümet yapmaları için güç ve kudret verecektir. Ama onlar hakkı uygun bir şekilde uygulayamayacaklardır.” [99]

 

75-  İMAM MEHDİ (A.S)’IN ZUHURU

Seyyid Himyeri şöyle diyor:

Ben önceleri Gali mezhebinden [100] idim, Muhammed b. Hanefiyye’nin İmam olduğuna inanıyordum. Uzun bir müddet bu sapık inanç üzereydim. Nihayet Allah-u Teâla, bana lütufta bulunarak İmam Sadık (a.s) vesilesiyle beni hidayet etti, beni cehennem ateşinden kurtardı ve beni doğru yola hidayet etti. İmam Sadık (a.s)’da, O’nun bütün insanlara Allah’ın hücceti ve itaati herkese farz olan bir imam olduğuna dair yakinen iman etmeme sebep olan bir takım nişaneler gördüm.

Bir güm İmam Sadık (a.s)’a şöyle dedim: “Ey Resulullah’ın oğlu! Yüce babalarınızdan, İmamlardan birisinin gaybetiyle ilgili bazı haberler nakledilmiştir, acaba sizden hanginiz gaybete çekilecektir?”

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:

“Bu gaybet, benim soyumdan altıncı torunum için gerçekleşecektir; O, Peygamber-i Ekrem’den sonra 12. İmamdır; O’nların ilki Emir’ul-Muminin Ali (a.s) ve sonuncusu ise Kâim’un bihak’tır, yeryüzünde Bakiyyetullah’tır, Sahib’uz-Zaman’dır. O, bir gün zuhur edecek ve yeryüzünü, zulüm ve sitemle dolduktan sonra adaletle dolduracaktır.” [101]

 


[1] - Bihar, c. 76, s. 273

[2] - Tevbe / 49

[3] - Bihar, c. 21, s. 193

[4] - Bihar, c. 75, s. 95

[5] - Bihar, c. 15, s. 392

[6] - Bihar, c. 15, s. 401

[7] - Bihar, c. 96, s. 279

[8] - Bihar, c. 22, s. 131; c. 75, s. 281

[9] - “Azim olan Allah (bütün noksan sıfatlardan münezzehtir), O’na hamd ediyorum, yüce ve azim olan Allah’ın gücü ve kudreti dışında bir güç ve kudret yoktur.”

[10] - “Allah’ım! Beni kendi tarafından hidayet et, fazl ve ihsanından bana akıt, rahmetinden bana yay ve bereketinden bana indir.”

[11] - Bihar, c. 86, s. 19

[12] - Nebe / 18

[13] - Bihar, c. 7, s. 89

[14] - Bihar, c. 6, s. 254

[15] - Bihar, c. 94, s. 56

[16] - Bihar, c.103, s. 248

[17] - Bihar, c. 74, s. 56

[18] - Bihar, c. 43, s. 296

[19] - Bihar, c. 82, s. 92

[20] - Bihar, c. 96, s. 158. Uddet’ud-Dai kitabında ise şöyle nakledilmiştir: “… adeta ateş yemektedir.”

[21] - Çünkü düşman savaş meydanında Peygamber (s.a.a)’in öldüğünü ilan etmişti.

[22] - Bihar, c. 22, s. 62

[23] - Âl-i İmran / 90-93

[24] - Bihar, c. 41, s. 16-22; c. 69, s. 275-276; c. 77, s. 401; c. 87, s. 201

[25] - Bihar, c. 6, s. 179

[26] - Bihar, c. 40, s. 331; c. 41, s. 138; c. 66, s. 322. Az bir farklılıkla.

[27] - Bihar, c. 40, s. 324; c. 74, s. 143; c. 103, s. 93. Az bir farklılıkla.

[28] - Zümer / 9

[29] - Bihar, c. 33, s. 399

[30] - Bihar, c. 41, s. 34; c. 74, s. 407

[31] - Bihar, c. 74, s. 205

[32] - Bihar, c. 75, s. 455

[33] - Bihar, c. 33, s. 260

Tarihte nakledildiğine göre, Darmiye’nin kırıcı sözlerinden sonra Muaviye onun bu ihanetinin intikamı için şöyle dedi: “İşte bundan dolayı karnın şişmiştir!”

Darmiye söz altında kalmayarak: “Bütün millet, karnın büyüklüğü hususunda senin annen Hind’i örnek verirler!” dedi.

Muaviye: “Ali’yi nasıl gördün?”

Darmiye: “Hz. Ali asla hilafetle aldanmadı, dünya O’nu aldatmadı, O’nun sözleri karanlık kalpleri aydınlatıyordu ve kalplerin pasını gideriyordu.”

Muaviye: Doğru söyledin. Şimdi benden ne istiyorsun?

Darmiye: Kızıl yünlü yüz deveye ihtiyacım vardır.

Muaviye onun isteğini yerine getirdikten sonra şöyle dedi: “Allah’a andolsun ki, Ali yaşasaydı, kesinlikle bu kadar mal sana vermezdi.”

Darmiye: “Doğru söyledin, Hz. Ali, heva ve hevesi üzerine, kimseye Müslümanların malından bir dirhem bile vermezdi.”

[34] - Bihar, c. 100, s. 252. Hz. Ali (a.s)’ın şahadeti hicri 40’da vuku bulmuştur, Harun Reşid ise hicri 170’de hilafete yetişmiştir; binaenaleyh Hz. Ali (a.s)’ın kabri takriben 130 yıl saklı kalmıştır.

[35] - Bihar, c. 8, s. 35; c. 36, s. 288; c. 43, s. 21

[36] - Bihar, c. 14, s. 198; c. 43, s. 31

[37] - Bihar’ul- Envar, c. 8, s. 309

[38] - Bihar, c. 12, s. 264; c. 43, s. 155; c. 82, s. 86

[39] - Bihar, c. 43, s. 225

[40] - Bihar, c. 43, s. 238

[41] - Bihar, c. 43, s. 346

[42] - Bihar, c. 44, s. 150; c. 6, s. 159

[43] - Bihar, c. 43, s. 239

[44] - Bihar, c. 44, s. 266

[45] - Bihar, c. 78, s. 118

[46] - Bihar, c. 44, s. 186

[47] - Bihar, c. 44, s. 318

[48] - Al-i İmran Sure'sinin 28. ayetine işarettir.

[49] - A'raf / 200

[50] - Bihar, c. 6, s. 223

[51] - Ankebut / 69

[52] - Bihar, c. 46, s. 38

[53] - Bihar, c. 45, s. 332

[54] - Bihar, c. 46, s. 289

[55] - Maide / 3

[56] - Bihar, c. 46, s. 306

[57] - Bihar, c. 70, s. 56

[58] - A'raf / 201.

[59] - Bihar, c. 78, s. 163

[60] - Bihar, c. 47, s. 79

[61] - Bihar, c. 75, s. 102; c. 61, s. 253

[62] - Bihar, c. 47, s. 55

[63] - Bihar, c. 74, s. 93

[64] - Bihar, c. 47, s. 165

[65] - Talak / 2-3

[66] - Bihar, c. 22, s. 131

[67] - Bihar, c. 70, s. 104

[68] - Bihar, c. 1, s. 226

[69] - Kuf / 18

[70] - Bihar, c. 76, s. 21

[71] - Ebva’ Medine ile Mekke arasında bir köyün ismidir. Peygamber (s.a.a)’in annesi “Amine” de orada toprağa verilmiştir.

[72] - Bihar, c. 48, s. 1

[73] - Bihar, c. 48, s. 2

[74] - Bihar, c. 48, s. 172

[75] - Bihar, c. 25, s. 133 ve z. 141, az bir farklılıkla.

[76] - Bihar, c. 23, s. 75

[77] - Bihar, c. 78, s. 356

[78] - Bihar, c. 25, s. 275

[79] - Bihar, c. 50, s. 38

[80] - Kaf / 16

[81] - Ahzab / 7

[82] - Hac / 75

[83] - Enfal / 33

[84] - Bihar, c. 50, s. 80

[85] - Bihar, c. 50, s. 159

[86] - İbn-i Sikkit-i Ehvazi, edebiyatçı, şair, Şia’nın büyük bilginlerinden, İmam Cevad ve İmam Hadi’nin vefalı dostlarından biri idi. Mütevekkil, bu ünlü bilgini zorla, iki oğlu olan Mu’tez’le Mueyyed’in eğitimi için görevlendirmişti.

Bir gün Mütevekkil ona: “Benim bu iki oğlum mu senin yanında daha sevimlidirler yoksa  Hasan’la Hüseyin mi?”

İbn-i Sikkit, onun bu yanlış mukayesesinden oldukça sinirlendi ve tam bir cesaretle şöyle dedi: “Allah’a andolsun ki, Hz. Ali’nin kölesi Kanber bile benim yanımda senin oğullarından daha iyi ve daha sevimlidir.”

Mütevekkil, onun bu sözünü duyar duymaz, öyle sinirlendi ki, İbn-i Sikkit’in dilinin boynunun arkasından çıkarılmasını emretti. İbn-i Sikkit böylece 58 yaşında şahadete erişti. Onun şahadetinin niteliği hakkında diğer sözler de söylenmiştir.

[87] - Bihar, c. 50, s. 164

[88] - Ahmed b. Ubeydullah, O zamanın halifesi tarafından, Kum halkından maliyet toplamakla görevli idi.

[89] - İmam Cevad, İmam Hadi ve İmam Hasan Askeri’ye İbn’ür-Rıza diyorlardı.

[90] - Muvaffak, Mutemid alallah’ın kardeşi, aynı zamanda onun ordu komutanı idi.

[91] - Bihar, c. 50, s. 325

[92] - Bihar, c. 50, s. 253; c. 70, s. 117; c. 72; s. 163; c. 79, s. 302

[93] - Bihar, c. 52, s. 24

[94] - Maide / 101

[95] - Bihar, c. 53, s. 180

[96] - Avd, onların dilinde yaşlı babaya deniliyordu.

[97] - Bihar, c. 53, s. 246

[98] - Bihar, c. 52, s. 41

[99] - Bihar, c. 52, s. 338

[100] - Gali Mezhep, İmamları Allah’ın mertebesine çıkaran kimselere denir.

[101] - Bihar, c. 47, s. 317

 index