ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
PEYGAMBERLER
VE GEÇMİŞ ÜMMETLER


88- HZ. İBRAHİM’LE CENNET ARKADAŞI
89- CEBRAİL’İN MÜJDESİ
90- NE MAL EBEDİ KALIR NE DE EVLAT!
91- TEMİZ DİL VE TEMİZ KALPTEN ÇIKAN DUANIN KABUL OLMASI
92- ALLAH’IM UYGUN OLANI YAP!
93- KİMLE OTURUP KALKALIM?
94- YAPILMASI EMREDİLEN BEŞ ŞEY
95- DAVUD PEYGAMBERİN ARKADAŞI
96- HIZIR (A.S)’IN KÖLE OLARAK SATILMASI!



88- HZ. İBRAHİM’LE CENNET ARKADAŞI

Bir gün Halil’ur-Rahman olan İbrahim (a.s) Beyt’ül-Mukaddes dağında koyunlarına bir otlak yer ararken bir adamın namaz kılmakla meşgul olduğunu gördü.

İbrahim (a.s) ibadet eden adama: “Ey Allah’ın kulu! Kimin için namaz kılıyorsun?”

Abit: Göklerin Rabbi için.

İbrahim (a.s): Akrabalarından yaşayanlar var mı?

Abit: Hayır!

İbrahim (a.s): Nereden yiyecek temin ediyorsun?

Abit: Yazın bu ağacın meyvesini topluyor ve kışta ise yiyorum.

İbrahim: Evin nerededir?

Abit dağa işaret ederek: Oradadır.

İbrahim (a.s): Beni evine götürmen ve bu gece misafirin olmam mümkün mü?

Abit: Yol üzerinde bir su vardır, oradan geçmek mümkün değildir!

İbrahim (a.s): Sen nasıl geçiyorsun?

Abit: Ben suyun üzerinde yürüyorum.

İbrahim (a.s): Beni de kendinle götür; Allah sana rızk olarak verdiğini bana da verir inşaallah.

Suyun yanına vardıklarında yaşlı abit, İbrahim (a.s)’ın elinden tutarak her ikisi de sudan geçip onun evine gittiler.

Hz. İbrahim (a.s) abide: En önemli gün hangisidir?

Abit: Kıyamet günü; o öyle bir gündür ki, Allah Teala insanların amellerinin karşılığını o gün verecektir.

İbrahim (a.s): Allah Teala’nın, bizi o günün şerrinden koruması için elimizi açıp dua edelim!

Abit: Benim duamın ne etkisi vardır! Allah’a andolsun ki, otuz yıldır sürekli Allah’a dua ediyorum ama henüz duam kabul olmamıştır!

İbrahim (a.s): Duanın neden kabul olmadığını diyeyim mi?

Abit: Evet, buyurunuz!

İbrahim (a.s): Allah Teala bir kulu sevdiğinde, daha fazla dua etmesi ve ondan bir şeyler talep etmesi için duasını çabuk kabul etmiyor. Kulunun sürekli böyle istekte bulunmasını seviyor. Ama Allah’ın sevmediği bir kul O’ndan bir şey isterse, onun duasını çabuk icabet eder veya onun gönlünü o duadan çevirir  ve atık bir şey istememesi için onu ümitsiz eder.

Sonra İbrahim (a.s) abide: Sen ne dua ediyordun?

Abit: Otuz yıl önce buradan bir koyun sürüsü geçiyordu, saçları uzun olan yakışıklı bir genç onları güdüyordu. Ona: Bu koyunlar kimindir? diye sordum. O genç: “Bu koyunlar İbrahim Halil’ur-Rahman’ındır” dedi. Ben o zaman şöyle dua ettim:

“Allah’ım! Eğer yeryüzünde bir halil ve dostun varsa, onu bana göster.”

İbrahim: Ey yaşlı abit! Allah Teala duanı kabul etmiştir. Ben Halil’ur-Rahman olan İbrahim’im.

Abit hemen kalkarak İbrahim (a.s)’ın boynuna sarıldı.[1]

 

89- CEBRAİL’İN MÜJDESİ

Hz. İbrahim (a.s) misafirler babasıydı. Misafir yanında olmayınca çıkıp misafir arıyordu.

Bir gün misafir bulmak için evin kapısını kapatıp dışarı çıktı. Eve döndüğü zaman bir adamı evinde gördü. Bunun üzerine: “Ey Allah’ın kulu! Kimin izniyle eve girdin?” dedi.

Adam üç kez: “Rabbimin izniyle girdim” dedi.

İbrahim (a.s) onun Cebrail (a.s) olduğunu anladı. Bu yüzden Rabbine hamd etti.

Sonra Cebrail (a.s) şöyle dedi: Rabbin beni, kullarından birini kendisine halil (dost) yapmak için göndermiştir.

İbrahim: O kimdir? Bana tanıt da ölene kadar ona hizmet edeyim!

Cebrail: O, sensin!

İbrahim: Ne için ben Allah’ın halili (dostu) olmuşum?

Cebrail: Çünkü sen kesinlikle kimseden bir şey istememişsin ve senden bir şey isteyen kimseye de hayır dememişsin![2]

 

90- NE MAL EBEDİ KALIR NE DE EVLAT!

Lokman, oğlu (Natan’a) şöyle dedi:

Oğlum! Halk senden önce evlatları için bir takım mallar topladılar; ne mallar baki kaldı ve ne de malların kendilerine toplandığı evlatlar. Sen bu dünyada müstecir (kiracı) bir kulsun; çalışmakla görevlisin ve buna karşılık ücret almak sana vâdedilmiştir. O halde işini yap ve ücretini al.

Bu dünyada yeşilliğe girip otlayan bir koyun gibi olma. Zira semizleşmesiyle ölümü de ulaşmış olur.

Dünyayı, bir nehrin üzerine kurulmuş olan, üzerinden geçtiğin ve bir daha da ona dönmeyeceğin bir köprü gibi kabul et...

Bil ki, yarın kıyamet günü Allah Azze ve Celle’nin karşısında durduğunda şu dört şey hakkında senden soru sorulacaktır:

1-     Gençliğini nerede çürüttün?

2-     Ömrünü nerede tükettin?

3-     Malını nereden kazandın?

4-     Malını nerede harcadın?

O halde o gün için hazırlan ve kendine cevap hazırla.[3]

 

91- TEMİZ DİL VE TEMİZ KALPTEN

ÇIKAN DUANIN KABUL OLMASI

Beni İsrail’de evladı olmayan bir adam vardı ve o Allah Teala’nın kendisine bir evlat vermesini çok istiyordu. Üç yıl dua etti ama bir netice alamadı. Allah Teala’nın onun duasını kabul etmediğini görünce şöyle dedi:

“Allah’ım! Ben senden uzak mıyım ki duamı işitmiyorsun? Yoksa sen bana yakınsın da duamı kabul etmiyorsun?”

Uykuda bir adam şöyle dedi:

“Üç yıl Allah’ı, kötü bir dil, temiz olmayan bir kalp ve doğru olmayan bir niyetle çağırdığından dolayı duan kabul olunmadı. Duanın kabul olması için dilini çirkin sözlerden alıkoy; kalbini arıt ve niyetini güzelleştir.”

O adam, uykuda kendisine denilen sözlere amel edince Allah Teala ona bir evlat verdi.[4]

 

92- ALLAH’IM UYGUN OLANI YAP!

Beni İsrail’de iki kızı olan bir adam vardı. Onlardan birini çiftçiye ve diğerini ise çömlekçiye vermişti.

Bir gün onları görmeye gitti. İlk önce çiftçiye verdiği kızının evine uğradı. Onun hal ve hatırını sordu. Kızı cevabında şöyle dedi:

“Babacığım! Kocam çok ekin ekmiştir. Eğer Allah-u Teala yağmur yağdırırsa, bizim durumumuz Beniisrail arasında herkesten iyi olacaktır!”

O kızından ayrılıp diğer kızının evine gitti. Onun da hal ve hatırını sordu. O da şöyle dedi:

“Babacığım! Kocam pek çok çömlek yapmıştır; eğer Allah-u Teala çömlekler kuruyuncaya dek yağmur yağdırmazsa, Beniisrail arasında bizim durumumuz herkesten daha iyi olacaktır!”

Adamcağız kızının evinden dışarı çıkınca şöyle dedi:

“Allah’ım! Sen neyi uygun görürsen, onların hakkında öyle yap!”[5]

 

93- KİMLE OTURUP KALKALIM?

Hz. İsa (a.s) havarilerine şöyle buyurdu:

Ey dostlar! Çalışın Allah’ın dostu olun ve O’na yaklaşın.

Havariler: Ya Ruhellah! Nasıl Allah’ın dostu olalım ve O’na yaklaşalım?

Hz. İsa (a.s): Günahkarları sevmemek ve onlara öfkelenmekle Allah’ın hoşnutluğunu arayın.

Havariler: Ya Ruhellah! Bu durumda kiminle oturup kalkalım?

Hz. İsa (a.s): Görünüşü size Allah’ı hatırlatan, konuşması ilminizi artıran ve ameli sizi ahirete yönelten kimseyle oturup kalkın.[6]

 

94- YAPILMASI EMREDİLEN BEŞ ŞEY

Allah-u Teala Peygamberlerinden birine şöyle vahyetti:

Yarın sabahleyin karşına ne çıkarsa onu ye! İkincisinin üzerini kapat! Üçüncüsünü kabul et! Dördüncüsünü ümitsiz etme! Beşincisinden kaç!

Söz konusu Peygamber sabah olunca evinden dışarı çıktı. İlk önce büyük bir siyah dağla karşılaştı. Biraz durarak kendi kendisine: “Allah Teala bu dağı yememi emretmiştir” dedi. Onu nasıl yiyebilirim diye şaşkınlığa uğradı. Sonra, Allah’ın mümkün olmayan bir şeye emretmeyeceğini ve bu dağın yenilebilir bir şey olduğunu düşünerek dağa doğru hareket etti. Her ne kadar ilerliyorduysa dağ o kadar küçülüyordu. Nihayet dağ bir lokma haline geldi. Onu yediğinde ne kadar güzel ve tatlı bir şey olduğunu anladı.

O yerden geçip gittiğinde altın bir leğen gördü. Kendi kendisine: “Allah Teala bunun üzerini kapatmamı emretmiştir” dedi. Derken bir çukur kazarak altın leğeni onun içerisine bıraktı ve üzerine toprak döküp gitti. Biraz ilerledikten sonra arkasına bakınca, altın leğenin dışarı çıkmış olduğunu gördü. Kendi kendisine: “Ben Allah’ın emrine amel ettim ve leğenin üzerini toprakla kapattım” dedi.

Daha sonra şahinin takip ettiği bir kuş gördü. Kuş gelerek onun etrafında dönmeğe başladı. Allah’ın peygamberi kendi kendisine: “Allah Teala onu kabul etmemi emretmiştir” diyerek gömleğinin yenini açtı ve kuş gelerek gömleğinin yenine girdi.

Şahin peygambere: “Ey Allah’ın peygamberi! Avımı benden aldın; ben kaç günden beri onu takip ediyordum” dedi.

Allah’ın peygamberi kendi kendine: “Rabbim bana onu ümitsiz etmememi emretmiştir” diyerek bacağından bir miktar et kesip ona doğru attı.

Oradan geçip biraz ilerledikten sonra kokuşmuş bir et parçası gördü. Kendi kendine: “Allah’ın emrine göre ondan kaçmam gerekir” diyerek ondan kaçıp evine döndü.

Geceleyin uykuda ona şöyle denildi: Emrolunduğun şeyi iyi bir şekilde yaptın. Yaptığın şeylerin hikmetini biliyor musun?

Cevaben: “Hayır, bilmiyorum” dedi.

Ona denildi ki: Dağdan maksat, öfke idi. İnsan öfkelendiğinde sinirinden dolayı kendini görmüyor ve kendi değerini bilmiyor. Ama eğer insan kendine hakim olur ve öfkesini yerse, sonuçta yediğin tatlı bir lokma gibi olur.

Altın leğenden maksat da, hayır ameldir. İnsan onu gizlediğinde Allah onu, kulunu onunla süslenmesi için açığa çıkarır. Üstelik ahirette de onun için bir sevap ve mükafat vardır.

Kuştan maksat da, gelerek sana nasihat eden kimsedir. Onun sözünü ve nasihatini kabul etmek gerekir.

Şahinden de maksat, bir ihtiyaç için senin yanına gelen kimsedir. Onu ümitsiz etmemek gerekir.

Kokuşmuş etten maksat da, halkın arkasında dedi kodu yapmak ve gıybet etmektir. Öyleyse ondan kaçınmak ve bir kimsenin gıybetini etmemek gerekir.[7]

 

95- DAVUD PEYGAMBERİN ARKADAŞI

Bir gün Hz. Davud Rabbine: Ey Rabbim! Cennet arkadaşımı ve benim derecemde olacak kimseyi bana tanıt” diye arzetti.

 Allah-u Teala cevabında: Senin cennetteki arkadaşın (Hz.) Yunus’un babası Metta’dır. Hz. Davud, Allah-u Teala’dan Metta’yı görmek için izin istedi. Allah-u Teala da izin verdi.

Hz. Davud oğlu Hz. Süleyman’la birlikte Metta’nın yaşadığı bölgeye gittiler. Orada hurma lifinden yapılmış bir ev gördüler. Oradakilere: “Metta nerededir?” diye sordular. Cevaben: “Pazara gitmiştir” dediler.

Her ikisi pazara giderek Metta’nın yerini sordular.

Cevaplarında: “O, odun satılan pazardadır,” dediler.

Odun satılan pazara giderek yine onu sordular.

Bazıları cevaben: “Biz de onu bekliyoruz” dediler.

Davud ve oğlu Süleyman, onu beklemek için oturdular.

Çok geçmeksizin Metta, başı üzerinde bir miktar odun olduğu halde geldi. Halk onun ihtiramı için ayağa kalktı ve başındaki odunu alarak yere bıraktılar.

Metta Allah’a hamd ettikten sonra odunları satışa koyarak şöyle dedi: Kim helal parayla helal odun almak istiyor?

Orada bulunanlardan biri onun odunlarını aldı. Bu sırada Davud ve Süleyman ona selam verip, hal ve hatırını sordular. Metta onları evine davet etti. (Onlar da onun davetini kabul ettiler.)

Metta odunun parasıyla bir miktar buğday alarak evine götürdü. Sonra onu un yapıp hamur etti ve pişirmek için bir ateş yaktı ve hamuru ateşin üzerine bıraktı. Ekmek pişinceye kadar onlarla konuşmaya başladı. Sonra pişen ekmekten bir miktarını bir tahta tabağa bırakarak üzerine biraz tuz serpti ve bir kap su da içerisine koyarak misafirlerin önüne getirdi. Kendisi de diz çökerek getirilen ekmeği yemekle meşgul oldular.

Metta “bismillah” diyerek ağzına bir lokma bıraktı; onu yuttuktan sonra da “el-hamdu lillah” dedi. Sonraki lokmalarda da bu zikirleri tekrarladı. Sonra yine “bismillah” diyerek biraz su içti; suyu yere bırakmak istediğinde ise Allah’a hamd etti.

Daha sonra şöyle dedi: İlahî! Bana bağış ve ihsanda bulunduğun kadar kime bağış ve ihsanda bulunmuşsun? Bana gören göz, duyan kulak ve sağlam bir beden vermişsin ve beni güçlü kılmışsın; öyle ki hiç dikmediğim ve korumasında hiçbir zahmet çekmediğim bir ağacın yanına gidebildim. O ağacı benim için bir rızk vesilesi kılmışsın ve bir kimseyi gönderdin de onu benden aldı ve onun parasıyla ekmediğim bir buğdayı aldım ve ateşi bana ram ettin, onunla ekmek pişirdim, ibadet ve itaatinde güçlü olmam için rağbetle onu yedim. Allah’ım, sana hamd olsun.

Metta, bu sözleri söyledikten sonra ağladı. Bu esnada Davud, oğlu Süleyman’a: “Oğlum! Kalk gidelim. Ben kesinlikle bu adam gibi Allah’a şükreden bir kul görmedim” dedi.[8]

 

96- HIZIR (A.S)’IN KÖLE OLARAK

SATILMASI!

Bir gün Hızır (a.s) Beniisrail pazarından geçerken bir fakirin gözü ona ilişti ve şöyle dedi: Bana sadaka ver, Allah sana bereket versin.

Hızır (a.s): Ben Allah’a iman etmişim ama sana verecek bir şeyim yoktur.

Fakir: Allah’ın vechi (yüzü, rızası, azameti) için bana yardımda bulun! Ben senin yüzünde hayır görüyorum ve senden hayır umuyorum!

Hızır (a.s): Sen büyük bir şeyi vasıta kılarak benden istekte bulundun. Ama benim, sana ihsanda bulunacak bir şeyim yoktur. Ancak beni tutup bir köle olarak satabilirsin.

Fakir: Bu doğru bir iş değildir. Seni bir köle olarak nasıl satabilirim?

Hızır (a.s): Sen beni Allah vechine yemin verdin ve yardım istedin. Ben seni ümitsiz edemem. Beni pazara götürerek köle adına sat ve ihtiyaçlarını gider!

Fakir adam, Hızır (a.s)’ı pazara götürerek dört yüz dirheme sattı.

Hızır (a.s) bir müddet efendisinin yanında kaldı. Ama efendisi ona ağır bir iş yaptırmıyordu.

Efendisi: Seni zahmetli işe sokmak istemiyorum. Sen yaşlı birisin.

Hızır (a.s): Ben güçlü biriyim; bana zahmet değildir.

Efendisi: Öyleyse bu taşları buradan falan yere taşı.

Taşları bulunduğu yerden söylenen yere taşımak için bir gün boyunca altı kişinin çalışması gerekmesine rağmen, Hızır (a.s) o taşları bir saatte taşıdı.

Efendisi Hızır (a.s)’ın bu işini görünce: Aferin, hiçbir kimsenin yapamayacağı bir işi yaptın! dedi.

Efendisinin yolculuğa gitmesi gereken bir işi çıktı. Yolculuğa gitmek istediğinde Hızır (a.s)’a: Ben seni emin ve dürüst biri olarak biliyorum; sefere gitmek istiyorum; sen ailem arasında benim halifem ol ve seferden dönene kadar aileme karşı iyi davran. Yaşlı olduğundan dolayı sana iş yapmak için zahmet de vermek istemiyorum.

Hızır (a.s): Hayır! Bana zahmet değildir.

Efendisi: O halde ben dönene kadar bir miktar kerpiç yap.

Hızır (a.s)’ın efendisi sefere gitti. Hızır (a.s) tek başına kerpiç yaparak güzel bir bina yaptı.

Efendisi seferden döndüğünde, Hızır (a.s)’ın kerpiç yapıp onunla güzel bir bina yaptığını görünce çok şaşırdı ve şöyle dedi: Allah’ın vechi (yüzü) hürmetine, söyle bakalım sen kimsin ve işin nedir?

 Hızır (a.s) cevabında şöyle dedi: Beni Allah’ın vechine yemin verdiğinden dolayı -zaten böyle bir yemin vermek beni zahmete düşürdü ve köle olarak satılmama sebep oldu- olayın neden ibaret olduğunu sana söylemek zorundayım:

Bir fakir benden sadaka istedi ve benim de dünya malından ona verecek bir şeyim yoktu. Beni Allah’ın vechine yemin verdi. İşte bu yemin için beni bir köle adıyla satıp ihtiyacını gidermesini önerdim. O da beni sana sattı.

Şimdi sana bildirmem gerekir ki, kimden, Allah Azze ve Celle’nin vechi hürmetine bir şey istenilirse, istekte bulunan kimseyi, ona yardım edebilecek güçte olup da reddederse, kıyamet günü yüzünde et, deri ve kan olmadığı ve sadece yürürken ses çıkaran bir iskelet olduğu halde haşrolacaktır.

Efendisi Hızır (a.s)’ı tanıyınca: Kusura bakma seni tanıyamadım, seni zahmete düşürdüm!

Hızır (a.s): Sakıncası yoktur. Sen beni sakladın ve bana iyilikte bulundun.

Efendisi: Anam babam sana feda olsun! Bütün varlığım senin yetkindedir; nasıl uygun görürsen öyle hükmet.

Hızır (a.s): Allah’a ibadet etmem için beni serbest bırakmanı istiyorum.

Efendisi: Sen serbestsin.

Hızır (a.s): Allah’a hamd olsun ki, kölelikten sonra beni azat etti.[9]



[1] - Bihar, c. 12, s. 76.

[2] - Bihar, c. 12, c. 13.

[3] - Bihar, c. 73, s. 69.

[4] - Bihar, c. 93, s. 377.

[5] - Bihar, c. 14, s. 488.

[6] - Bihar, c. 77, s. 147; c. 14, s. 330.

[7] - Bihar, c. 75, s. 250.

[8] - Bihar, c. 14, s. 402.

[9] - Bihar, c. 13, s. 321.

index