BİRİNCİ BÖLÜM
ONDÖRT MASUM (A.S)


61- İMAM CEVAD (A.S)’IN

DOSTLARINDAN BİRİNE MEKTUBU

62- İMAM HADİ (A.S) FAKİRLERİN  KERVANSARAYINDA

63- İMAM HADİ (A.S)’IN EVİNE SALDIRI
64- SIKINTI ANINDA  ALLAH’IN NİMETLERİNİN HATIRLATILMASI

65- YÜZÜK KAŞI!
66- İMAM HASAN ASKERİ (A.S) VE İŞKENCECİLER

67- İMAM HASAN ASKERİ (A.S)’IN

BÜYÜK ALİMLERDEN BİRİNE MEKTUBU

68- RESULULLAH (S.A.A)’İN SÖZLERİNDE

HZ. MEHDİ (A.S)’IN GAYBETİ

69- HZ. ALİ (A.S)’IN SÖZÜNDE İMAM MEHDİ (A.S)’IN GAYBETİ

70- İLGİNÇ BİR ÖYKÜ
71- MUKADDES-İ ERDEBÎLÎ İMAM ZAMAN (A.S)’IN HUZURUNDA



41- YANLIŞ TEFSİRLERİN TEHLİKESİ
42- HAKARET YASAK!
43 – ASLANLARLA YÜK TAŞIYABİLME!
44 – ŞİDDETLİ SICAKTA ÇALIŞMAK

45 – ANİ ÖLÜMDEN KURTULUŞUN YOLU

46- ZORLUK VE SIKINTILARDAN ŞİKAYET

47- DUA VE İNFAKIN KABUL OLMA ŞARTLARI

48- ANNEYE KARŞI KABALIK YAPAN

49- İMALI ÖĞÜT

50- DOĞRU İNANÇ

51- CENNET KOKUSUNUN KENDİLERİNE

ULAŞMAYACAĞI KİMSELER

52- KENDİ ZAMANININ EN ÇOK

İBADET EDENİ

53- İMAM MUSA KAZIM (A.S)’IN

ŞİALARA TEVECCÜHÜ

54- İŞİN DEĞERİ
55- ZALİMLERLE YARDIMLAŞMAK YASAK

56- HERKESTEN DAHA YAKIN!

57- İMAM RIZA (A.S) VE YOLDA

KALAN YOLCU

58- ÖNCE ANLAŞMA SONRA İŞ

59- BABAYLA İYİ GEÇİNMENİN GEREKLİLİĞİ

60- RABBANİ ALİMLERDEN TAKDİR

 

21- ENOVŞİRVAN’IN KAFATASININ KONUŞMASI

22- HZ. FATIMA (A.S)’IN İFFET VE EDEBİ
23- HZ. FATIMA (A.S)’IN EĞİTİMİNDEN BİR PARILTI

24- İMAM HASAN (A.S)’IN GÖZ YAŞLARI

25- VAHİY MEKTEBİNDE BİR ÇOCUK
26- İMAM HASAN (A.S)’IN MUAVİYE’YE CEVABI

27- NÜBÜVVET AĞACINDAN BİR DAL
28- ŞAKACI ADAM

29- İMAM HÜSEYİN (A.S) VE FAKİR
30- İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN ELÇİSİ

31- İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN ZİYARETÇİSİ
32- ELİ BOŞ VE İŞSİZ ADAM
33- ZAVALLI İNSAN OĞLU!
34- DERUNİ İNKILAP
35- İMAM MUHAMMED BAKIR (A.S)’DAN

BİR MUCİZE
36- CİNLER İMAM MUHAMMED BAKIR (A.S)’IN HUZURUNDA

37- KUMRUNUN EŞİNDEN ŞİKAYETİ
38- BATIL İÇİN HAK TERK EDİLMEMELİ
39- İMAM CAFER SADIK (A.S) VE DİLENCİ
40- MAZERET YOLUNUN KAPANMASI

 

1- GÜNAHLAR NASIL DÖKÜLÜYOR?
2- ŞÜKREDEN KUL
3- DÜNYA HAYATI
4- CENNET BAHÇELERİNİ DÜNYA HURMASINA SATAN ŞAHIS!

5- GÜZEL HASLETLER
6- AMEL DEFTERİNDE KÜÇÜK YALAN
7- DİLİ KORUMAK
8- MUTLU İNSAN
9- ÖLÜLERİN DİRİLMESİ
10- AHİR ZAMANIN ALAMETLERİ

11- ADALET MAZHARI ALİ (A.S)
12- AHİRET DÜŞÜNCESİNDE
13- KARDEŞİNİN KALBİ BİZİMLE MİYDİ?

14- İKİ REKAT İHLASLI NAMAZ
15- RAMAZAN AYINDA ŞARAP
16- İSLAM’DA SADE YAŞAYIŞ
17- NEDEN DUALARIMIZ KABUL
OLMUYOR

18- HZ. ALİ’YE DUYULAN SEVGİ
19- MÜMİNLERİN RUHLARININ TOPLANDIĞI YER

20- BAL KABI OLAYI

 



 



1- GÜNAHLAR NASIL DÖKÜLÜYOR?

Ebu Osman şöyle diyor: Selman-i Farisî ile bir ağacın altında oturmuştuk. O, ağacın bir dalından tutarak onu silkti. Derken ağacın üzerindeki bütün yapraklar döküldü. Bu esnada bana dönerek: “Neden böyle yaptığımı sormuyor musun?” dedi.

Ben de: “Neden böyle yaptınız?” diye sordum.

Selman-i Farisi şöyle dedi: “Bir gün Resulullah (s.a.a)’in huzurunda bir ağacın altında oturmuştuk. Resulullah (s.a.a) ağacın kurumuş dalını tutarak onu silkti. Derken ağacın bütün yaprakları yere döküldü. Daha sonra şöyle buyurdular:

“Ya Selman! Neden böyle yaptığımı sormuyor musun?”

Ben: “Neden böyle yaptınız?” diye sordum.

Buyurdular ki: “Müslüman bir kimse, güzel bir şekilde abdest alarak beş vakit namazını kılarsa, bu ağacın yapraklarının döküldüğü gibi onun da günahları dökülür.” [1]

 

2- ŞÜKREDEN KUL

İmam Ali (a.s), Yahudi birisine Resulullah (s.a.a)’in her açıdan bütün peygamberlerden daha üstün olduğunu vasfederken O Hazretin ibadetine değinerek şöyle buyurdular:

“Resulullah (s.a.a) namaza kalktığında, şiddetli bir şekilde ağladığından dolayı kaynayan tencereden duyulan bir ses gibi O Hazretin göğüs ve karnından ağlama sesi duyuluyordu. Oysa Allah Teala O’nu kendi azabından güvende kılmıştı. Bu ibadet ve ağlamasıyla Rabbine huşu etmek ve ona uyanlara imam ve örnek olmak istiyordu. O kadar namaz ve ibadet için ayakta dururdu ki, ayakları şişer ve yüzünün rengi sararırdı. Gecelerin hepsini ibadetle geçiriyordu; öyle ki Allah-u Teala ayet nazil ederek şöyle buyurdu:

“Tâhâ! Biz sana bu Kur’ân’ı güçlük çekmen için indirmedik.”[2]

Birisi Resulullah’ın bu halini görünce: “Ya Resulellah! Allah-u Teala senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmemiş midir; o halde neden bu kadar zahmet çekiyorsun?” dediğinde Resulullah (s.a.a): “Evet öyledir ama Allah’ın şükreden kulu olmayayım mı?” diye buyurdular.”[3]

 


3- DÜNYA HAYATI

İbn-i Sinan, İmam Sadık (a.s)’dan şöyle nakletmektedir:

Bir adam (İbn-i Mesud) Resulullah (s.a.a)’in yanına geldiğinde O Hazretin bir hasır üzerinde yatmış olduğunu ve uykudan uyandığında hasır ve liften olan bu yastığın O’nun bedeni ve yüzünde iz bırakmış olduğunu görüyor. Derken elini iz bırakılan yere sürerek şöyle diyor: “Ne Kesra[4] ve ne de Kayser[5] böyle bir duruma razı olmamışlardır. Onlar ipek ve kadife üzerinde yatıyorlardı. Oysa sen bu hasır üzerinde yatmışsın!”

Resulullah (s.a.a) onun bu sözüne karşılık şöyle buyuruyor:

“Allah’a andolsun ki, ben onlardan daha üstünüm; ben onlardan daha değerliğim. Ben nere, dünya nere! (Dünya benim için önemli değildir.) Dünyanın durumu, gölgesi olan ağacın altına gidip kısa bir süre orada dinlenen, gölge kaybolunca da kalkıp oradan göçüp giden ve orayı terkeden bir yolcunun durumuna benzer.”[6]

(Dünya, sürekli kalıcı bir yurt değildir. Öyleyse, baki ve sürekli kalacağımız yurt için uğraşıp orayı onarmaya çalışalım.)

 

 

4- CENNET BAHÇELERİNİ DÜNYA

HURMASINA SATAN ŞAHIS!

İbn-i Abbas şöyle diyor:

Bir şahsın hurma ağaçlarından birisinin dalı, fakir bir komşusunun bahçesine geçmişti. Ağaç sahibi bazen izinsiz olarak komşusunun evinin bahçesine geçip hurma toplamak için ağacın üzerine çıkıyordu. Bazen birkaç hurma fakir adamın bahçesine düşüyordu; düşür düşmez fakir adamın çocukları o hurmaları götürüyorlardı. Ama ağaç sahibi ağaçtan aşağı indiğinde yere dökülen hurmaları o çocukların elinden alıyordu. Hurmalardan birini çocukların ağzında gördüğünde hemen parmağını onların ağzına sokarak o hurmayı onların ağzından çıkarıyordu.

Fakir adam, ağaç sahibinin bu davranışını görünce, Resulullah (s.a.a)’in huzuruna giderek ağaç sahibini şikayet etti.

Resulullah (s.a.a) fakir adama: “Sen git, ben bu sorunu halletmeye çalışacağım” buyurdular.

Resulullah (s.a.a) ağaç sahibini görüp: “Dalı falan adamın evine sarkan hurma ağacını cennette olan bir hurma ağacı karşılığında bana veriyor musun?” diye buyurdular.

Adam cevaben: “Benim pek çok hurma ağacım vardır ama onların arasında bu ağacın meyvesi kadar sevdiğim bir ağaç yoktur” dedi.

Resulullah (s.a.a): “Eğer o ağacı bana verirsen karşılığında cennette bir bahçe sana veririm” buyurdular.

Cahil adam: “Hayır, veremem!” dedi.

Peygamber (s.a.a)’in ashabından olan Ebu Dahdah Resulullah (s.a.a)’in bu sözünü duyunca şöyle dedi: “Ya Resulullah! Eğer bu ağacı alıp size verirsem, o adama bu ağaç karşılığında vereceğin şeyi bana da verir misin?”

Resulullah (s.a.a): “Evet” diye buyurdu.

Ebu Dahdah hurma ağacı sahibiyle konuşmak için o adamın yanına gitti. Adam Ebu Dahdah’a şöyle dedi: “Muhammed bu ağacın karşılığında bana cennet ağaçları vermek istiyordu ama ben kabul etmeyerek O’na: ‘Benim pek çok hurma ağacım vardır. Ama onların arasında bu ağacın meyvesi kadar sevdiğim biri yoktur’ dedim.”

Ebu Dahdah: “O ağacı bana satmaya hazır mısın?”

Ağaç sahibi: “Hayır! Ama eğer karşılığında kırk hurma ağacı verirsen o başka.”

Ebu Dahdah: “Bu eğri ağaç karşılığında ne kadar da ağaç istiyorsun!”

Ebu Dahdah biraz sustuktan sonra: “Tamam kırk hurma ağacı veriyorum.”

Tamahkar adam: “Doğra söylüyor isen birkaç şahit getir.”

Ebu Dahdah birkaç şahit getirip muameleyi tamamladıktan sonra Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Söz konusu hurma ağacını aldım. Artık o benim mülküme geçti. Şimdi onu size takdim ediyorum; lütfen kabul buyurunuz ve o adamın kabul etmediği cennet bahçesini de bana bağışlayınız.”

Peygamber (s.a.a) daha sonra fakir adamın yanına giderek: “Bu ağacı falan adam ağaç sahibinden senin ve ailen için aldı” diye buyurdular.[7]

İşte böylece kısır görüşlü tamahkar adam birkaç günlük dünya hayatı için cennet bahçesini elden verdi. Ebu Dahdah ise, o bahçeye ilaveten diğer bahçelere de sahip oldu.

 

5- GÜZEL HASLETLER

Hişam b. Salim İmam Sadık )a.s)’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Bir grup kafir esiri Peygamber (s.a.a)’in yanına getirdiklerinde, Peygamber (s.a.a) bir kişi hariç hepsinin öldürülmesini emretti.

Ölümden kurtulan şahıs şaşkınlıkla: “Neden onların arasından sadece beni serbest bıraktınız?!” diye sordu.

Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular:

“Cebrail, Allah-u Teala’dan, Allah ve resulünün sevdiği şu beş hasletin sende olduğunu bana haber verdi:

1-     Namusuna çok kıskanç (ona leke gelmeye razı olmayacak) birisisin.

2-     Cömertsin.

3-     Güzel ahlaka sahipsin.

4-     Doğru konuşansın.

5-     Şecaatli ve yiğit birisisin.

Esir olan adam Resulullah (s.a.a)’in bu sözlerini duyunca Müslüman oldu ve son anına kadar da bu akide üzere baki kaldı.”[8]

 

6- AMEL DEFTERİNDE KÜÇÜK YALAN

Umeys kızı Esma şöyle diyor:

Ben Aişe’nin evlendiği gece ona eşlik ediyordum. Onu hazırlayıp bir grup kadınla birlikte Resulullah (s.a.a)’in yanına götürdüm. Allah’a andolsun ki, Resulullah (s.a.a)’in yanında bir süt kabından başka yiyecek bir şey yoktu. Resulullah (s.a.a) o sütten bir miktar içti. Sonra o süt kabını Aişe’ye verdi. Aişe onu almaktan utandı. Ona: “Resulullah’ın elini geri çevirme, onu al” dedim. Aşie de utandığı bir halde o süt kabını alıp ondan biraz süt içti.

Daha sonra Resulullah (s.a.a): “Süt Kabını arkadaşlarına ver” dedi.

Onlar: “Bizim iştahımız yoktur” dediler.

Onların bu sözü üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Açlıkla yalanı asla bir araya toplamayın.”

Esma şöyle diyor: Ben dedim ki: “Ya Resulellah! Eğer bizlerden biri, bir şeyi istediği halde iştahım yoktur derse bu yalan mı sayılır?”

Peygamber (s.a.a) buyurdular ki: “Evet, yalan sayılıyor ve amel defterine küçük yalanlar dahi küçük yalan olarak yazılmaktadır.” [9]

 

7- DİLİ KORUMAK

Hişam b. Salim İmam Sadık (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor:

Resulullah (s.a.a), yanına gelen bir sahabeye şöyle buyurdular: “Seni, Allah’ın onun vesilesiyle cennete götürecek bir işe kılavuzluk edeyim mi?”

Sahabe: Evet ya Resulellah.”

Peygamber (s.a.a): “Allah’ın sana verdiğinden halka infak et ve diğerlerine de ver.”

Sahabe: “Kendim diğer kimselerden daha muhtaç olursam ne yapayım?”

Peygamber (s.a.a): “Mazluma yardımda bulun.”

Sahabe: “Kendim ondan daha güçsüz olursam ne yapayım?”

Peygamber (s.a.a): “Cahili hidayet et.”

Sahabe: “Eğer kendim ondan daha cahil olursam ne yapayım?”

Peygamber (s.a.a): “O zaman hayır şeyler dışında dilini koru. Seni cennete götürecek olan bu hasletlerden birinin sende olmasını istemiyor musun?”[10]

 

8- MUTLU İNSAN

İmam Sadık (a.s)’dan naklen şöyle rivayet etmişlerdir: Bir gün Resulullah (s.a.a) ashabıyla birlikte iki dağ arasındaki yoldan geçerken şöyle buyurdular: “Şimdi karşınıza, şeytanın kendisine üç gün yaklaşmadığı bir şahıs çıkacaktır.”

Çok geçmeden derisi kemiklerine yapışan, gözleri çukura inen ve dudakları çok yeşillik yediğinden dolayı yeşil olan bir Arap gözüktü.

Yakına gelince: “Peygamber kimdir?” diye sordu.

Peygamber (s.a.a)’i ona gösterdiklerinde, Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gelerek: “Ya Resulellah! İslam’ı bana öğret” dedi.

Peygamber (s.a.a) buyurdular ki: “De ki: “Eşhedu en lâ ilahe illâllah ve eşhedu enne Muhammed’en resulullah”[11]

Göçebe Arap bu şehadet kelimesini ikrar etti.

Resulullah (s.a.a): “Beş vakit namazlarını kılmalısın; Ramazan ayı orucunu tutmalısın.”

Göçebe Arap: “Kabul ediyorum.”

Resulullah (s.a.a): “Hac amellerini yapman, zekatını vermen ve cenabet guslü dökmen gerekir.”

Göçebe Arap: “Kabul ettim.”

Peygamber-i Ekrem ve ashabı, söz konusu Arap İslam’ı kabul ettikten sonra kendi yollarına devam ettiler. Bir miktar yol kat ettikten sonra göçebe Arab’ın devesi kafileden geriye kaldı.

Peygamber (s.a.a) onu göremeyince durup onu sordu. Ashap: “Onun devesi iyi hareket edemediğinden dolayı kafileden geri kaldı” dediler.

Müslümanlar geri dönerek onu aramaya koyuldular. Nihayet onu ordunun arkasında buldular. Onun devesinin ayağı bir farenin yuvasına geçerek hem devenin ve hem de onun boynu kırılmıştı; ikisi de orada can vermişlerdi.

Peygamber (s.a.a) orada bir çadır kurmalarını ve ona gusül vermelerini emretti. Daha sonra kendisi çadıra girerek onu kefenledi.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) alnından ter döküldüğü halde çadırdan dışarı çıkarak şöyle buyurdular:

“Bu göçebe Arap aç olduğa bir halde dünyadan göçtü; o, iman edip imanını zulümle karıştırmayan kimselerdendir; o, tertemiz bir imanla dünyadan ayrıldı. İşte bundan dolayı huriler cennet meyveleriyle onu karşılamaya geldiler; onun etrafını sararak şöyle diyorlar: Ya Resulellah! Siz aracı olunuz da bu adam cennette bizimle evlensin ve biz onun eşi olalım.”[12]

 

9- ÖLÜLERİN DİRİLMESİ

“Ubey b. Halef” isminde İslam düşmanlarından biri, çürümüş bir kemik ile (Resulullah’ın mead hakkındaki sözlerini batıl etmek hayaliyle) Peygamber (s.a.a)’in huzuruna geldi. O çürümüş kemiği elinde ezerek havaya serpip şöyle dedi:

“Hangi bir kudret, bu çürümüş ve toprak olmuş kemikleri yeniden diriltebilir ve hangi akıl onu kabullenebilir?”

Allah-u Teala Peygamber (s.a.a)’e onun cevabında şöyle buyurmasını vahyetti:

“Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: ‘Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecek?’ O, her yaratmayı bilir.”[13]

 

10- AHİR ZAMANIN ALAMETLERİ

İbn- i Abbas diyor ki:

Resulullah (s.a.a) ömrünün son yılında yapmış olduğu veda haccında biz de O’nunla birlikte idik. Resulullah (s.a.a) Ka’be’nin kapısının halkasını tutarak bize dönüp şöyle buyurdular:

“Ey insanlar! Ahir zâmanın alametlerini size söyleyeyim mi?”

O gün Resulullah (s.a.a)’e herkesten yakın olan Selman: “Evet ya Resulellah” diye cevap verdi.

Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:

“Namazı zayi etmek, şehvet peşice gitmek, heva hevese uymak, zenginleri ululamak ve dini dünyaya satmak ahir zamanın alametlerindendir. O zaman müminin kalbi, gördüğü kötülüklerden ve onları önlemeğe gücünün olmadığından dolayı, tuzun suda eridiği gibi karnında erir.”

Selman: “Ya Resulellah! Böyle bir şey vaki olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, canım elinde olan Allah’a andolsun ki, böyle bir durum vaki olacaktır. Ya Selman, o zamanda amirler zalim, vezirler fasık, başkanlar zalim, eminler ise hâin olacaklar.”

Selman: “Ya Resulellah! Böyle bir şey vuku bulacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Allah’a andolsun ki, evet. Ya Selman, o zaman iyi işler kötü ve kötü işler ise iyi sayılacak; hâin emin sayılacak, emin ise hıyanet edecek; yalancı doğrulanacak, doğru konuşan ise yalanlanacaktır!”

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar gerçekleşecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman! O zaman kadınlar emirlik (yöneticilik) yapacak, cariyelerle istişare edilecek, çocuklar minbere çıkacak, yalan konuşmak hoş ve güzel sayılacak, zekat vermek zarar, beyt’ul-mala ait mal ise ganimet sayılacak; evlatlar, anne ve babalarına kaba, arkadaşlarına ise iyi davranacaklar; kuyruklu yıldız doğacaktır!”

Selman: “Ya Resulellah! Böyle bir şey vuku bulacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, böyle olacaktır. Ya Selman! O zamanda kadınlar ticarette kocalarıyla ortak olacaklar, yağmur gayet azalacak, cömertler cimri olacak, fakirler küçümsenecek, pazarlar birbirine yakın olacak, biri: “Bir şey satmadım” diyecek, diğeri: “Bir kâr etmedim” diyecek; herkes Allah’tan şikayet edecek.”

Selman: “Ya Resulellah! Bu gibi şeyler olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar gerçekleşecektir. O zaman halka öyle insanlar hükümet edecek ki, itiraz etmek için konuşurlarsa, öldürülürler; susarlarsa, malları yağma edilir; hakları çiğnenir, kanları dökülür, kalpleri korkuyla dolar; onları korkuya kapılmış olarak görürsün.”

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, canım elinde olan Allah’a andolsun ki, bunlar vuku bulacaktır. Ya Selman! O zamanda doğu ve batıdan eşyalar (ve kanunlar) getirilecek, ümmetim çeşitli renklere girecek (ahlakları bozulacak), ümmetimden (dini bilgi açısından) zayıf olanların vay haline, Allah'tan taraf onların vay haline! Ne küçüğe acıyacaklar, ne büyüğe saygı gösterecekler ve ne de günahkarın suçundan geçecekler. Sözleri sövüş ve çirkin sözlerdir; cüsseleri insan cüssesi gibidir oysa kalpleri şeytanların kalpleri gibidir.”

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar gerçekleşecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman! O zamanda erkekler erkeklerle, kadınlar da kadınlarla yetinecek; evdeki kızlara kıskanıldı gibi erkek çocuklara da kıskanılacaktır; erkekler kendilerini kadınlara benzetecek, kadınlar da kendilerini erkeklere benzetecekler; kadınlar eğeri olan bineklere binecekler, ümmetimden taraf Allah’ın laneti onların üzerine olsun!”

Selman: “Ya Resulellah, bunlar vuku bulacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar vuku bulacaktır. Kilise ve havraların süslendiği gibi camiler süslenecektir; Kurânlar ziynetlenecektir; minareler yükselecektir; namaz kılanların safları, kalplerin birbirlerine karşı kin duymasına ve dillerin farklı olmasıyla birlikte artıp çoğalacaktır.”

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar vuku bulacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, böyle olacaktır. (Ya Selman!) O zaman ümmetimin erkekleri altınla süslenecek, ipek elbise ve kaplanın postunu giyecekler.

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar vaki olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a ant olsun ki bunlar vaki olacaktır. Ya Selman! O Zaman halk arasında fâiz yaygınlaşacak, gaybet ve rüşvetle muamele yapılacak ve din bırakılıp dünya tutulacaktır.”

Selman: “Ya Resulellah! Bu durum gerçekleşecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, ruhum elinde olan Allah’a andolsun ki, böyle olacaktır. Ya Selman! O zaman talak artacak, Allah için had (şer’i ceza) uygulanmayacak ve (bu işleriyle) Allah’a bir zarar dokunduramayacaklar.”

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar vaki olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar vaki olacaktır. Ya Selman! O zaman şarkı söyleyen kadınlar ve çalgı aletleri ortaya çıkacak ve ümmetimin kötüleri onların peşice gidecekler.”

Selman: “Ya Resulellah! Bunlar olacak mı?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar olacaktır. Ya Selman! O zaman ümmetimin zenginleri gezi, orta hallileri ticaret, fakirleri ise gösteriş için hacca gidecekler. İşte o zaman bir grup insan, Kur’an’ı Allah’tan gayrisi için öğrenecekler, onunla şarkı için algılayacaklar, veled’üz-zinalar çoğalacak, Kur’an’la teğanni edilecek, dünya için birbirlerine düşman olacaklar.”

Selam: “Ya Resulullah! Bunlar gerçekleşecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, canım elinde olan Allah’a andolsun ki, böyle olacaktır. Ya Selman! O zaman ihtiram kalkacak, günah kazanılacak, kötüler iyilere musallat olacak, yalan yaygınlaşacak, inat aşikar olacak, fakirlik çoğalacak, elbiselerle övünecekler, zamansız yağmurlara uğrayacaklar, tavla, satranç, küçük davul ve çalgı aletlerini benimseyecekler; iyiliğe emretmek ve kötülükten sakındırmayı kötü sayacaklar, gerçek mümin o zamanda cariyeden daha hor ve hakir olacak, Kurân okuyanlar ve ibadet edenler birbirlerini azarlayacaklar; oysa onlar gökler aleminde ercas ve encas (çirkef ve necis) olarak çağrılmaktalar.”

Selman: “Ya Resulullah! Bunlar gerçekleşecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman! O zaman zenginler fakirlikten korkacak; öyle ki fakir bir adam cemaatin arasında dolaştığında eline bir şey bırakan kimse bulunmayacaktır.”

Selman: “Ya Resulullah! Böyle bir zaman gelecek mi?”

Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, böyle bir zaman vuku bulacaktır. Ya Selman! O zaman ruveybize insanlar söz sahibi olacaklar.”

Selman: “Ya Resulullah, anam ve babam sana feda olsun “ruveybize” kimdir?” diye sorduğunda Resulullah buyurdular ki:

“Toplumun işleri hakkında konuşmaya liyakati olmayan (hakir ve ahmak) kimsedir. Çok geçmeksizin herkesin duyacağı bir şekilde yerden bir ses çıkacak, sonra yer içerisindeki altın ve gümüş hazinelerini dışarı çıkaracak, ama (kıyamet yaklaştığından dolayı) insana bir faydası olmayacaktır...”[14]

 

11- ADALET MAZHARI ALİ (A.S)

Hz. Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra İmare’nin kızı “Sude”, Muaviye’nin kendilerine tayin etmiş olduğu zalim bir validen şikayet etmek için onun yanına gitti.

Sude, Siffin savaşında Hz. Ali (a.s)’ın ordusuyla birlikte idi ve halkı Muaviye’nin ordusu aleyhine kışkırtıyordu.

Muaviye onun kim olduğunu öğrenince onun şikayetini dinlemedi ve onu kınayarak şöyle dedi:

“Sıffin savaşında Ali’nin ordusunu aleyhimize kışkırtmış olduğunu unutmuş musun?” Nihayet şöyle dedi: “İsteğin nedir?”

Sude cevaben şöyle dedi:

“Allah-u Teala, bizim işimiz ve sana farz kıldığı hakkımız hakkında seni sorgulayacaktır. Sürekli senden taraf bazı kimseler (vali olarak) bize geliyor, senin onlara vermiş olduğun saltanat gücüyle bizlere baskı ve zulüm yapıyor, buğday sümbülü gibi bizi biçiyor, üzerlik gibi bizi çiğniyor, bizi hor-hakir ediyor ve ölümü bize tattırıyor. İşte bu “Buşr b. Ertat” sizden taraf gelerek erkeklerimizi öldürdü, mallarımızı yağmaladı. Eğer senin itaatini gözetmeseydik, ona karşı çıkabilirdik, zulmünün önünü alabilirdik. Onu azledersen teşekkür ederiz, aksi takdirde size karşı düşman kesiliriz. Muaviye onun bu sözlerine karşı şöyle dedi:

“Ey Sûde, beni kavminle mi tehdit ediyorsun? Seni serkeş deveye bindirterek Buşr b. Ertat’ın yanına döndürmeği ve senin hakkında onun hüküm vermesini karar aldım!”

Sûde, (Muaviye’nin bu tavrına karşı) başını önüne eğip biraz düşündükten sonra şu iki beyt şiiri okudu:

“Allah rahmet etsin o ruha ki, kabrin onu kuşatmasıyla adalet de onunla defnedildi.

O, hakkın dışında bir şey aramayacağına dair onunla ahitleşmişti; derken hakla iman (onun imanıyla hak) birleşmiş oluverdi.”

Muaviye: “Ey Sude! Bu sözden kimi kastediyorsun? diye sorduğunda, Sude cevaben şöyle dedi:

“Allah’a andolsun ki, o şahıs Emir’ul-Müminin Ali b. Ebi Talib’dir. Onun hükümeti döneminde memurlardan biri sadaka toplamak için bizim bölgeye geldi. Bize zulmedince onu şikayet etmek için Hz. Ali’nin yanına gittim. Onun yanına vardığımda o namaz kılmak için ayağa kalkmıştı. Beni görünce namazdan vazgeçip şefkat ve merhametle benim yanıma gelerek: “Bir işin mi vardır?” diye sordu. Ben de “Evet” dedim. Sonra memurun bize yaptığı zulmü ona anlattım. Sözlerimi duyunca ağladı. Daha sonra şöyle buyurdu: “Allah’ım, sen şahitsin ki ben onlara, yaratıklarına zulüm yapmaları için emretmedim.”

Sonra bir deri çıkararak şöyle yazdı:

“Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. Rabbinizden taraf size bir delil ve burhan (Kur’an) gelmiştir. O halde muamelelerde ölçü ve terazileri doğru ve tam tutun; halkın eşyalarından bir şey azaltmayın, onları eksik ölçmeyin; yeryüzünde onu ıslah ettikten sonra bozgunculuk yapmayın; inanmış iseniz bu sizin için daha hayırladır. Mektubumu okuduğunda, emrimiz doğrultusunda toplamış olduğun malları, onları senden alacak birisi yanına gelene dek koru. Vesselam.”

Sonra o mektubu, o şahısa ulaştırmam için bana verdi. Ben de o mektubu sahibine ulaştırdım. Derken o memur, mezkur mektupla azledilmiş olduğu halde bizden uzaklaşmış oldu.”

Muaviye bu sözleri duyunca şöyle dedi: “Bu kadına, istediği şekilde bir mektup yazın ve onu bir şikayeti olmaksızın razı olduğu halde kendi şehrine geri döndürün.”[15]

 

12- AHİRET DÜŞÜNCESİNDE

Suveyd b. Ğafle şöyle diyor:

Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti için halktan biat alındıktan sonra, bir gün O’nun huzuruna vardım. Huzuruna vardığımda O’nun küçük bir hasır üzerinde oturmuş olduğunu gördüm. O’nun oturduğu odada o hasırdan başka bir şey yoktu.

Bu durumu görünce şöyle dedim:

“Ya Emir’el-Muminin! Beyt’ul-Mal sizin yetkinizde olduğu halde, odanızda hasırdan başka ihtiyaç duyulan diğer bir şey görmüyorum!”

Emir’ul-Müminin Ali (a.s) cevaben buyurdular ki:

“Ey Ğafle! Akıllı bir kimse, kendisinden başka bir yere göçüp gideceği bir evde ev eşyası toplamaz. Bizim, varacağımız huzurlu ve emniyetli bir ev önümüzde vardır; en iyi eşyalarımızı oraya gönderiyoruz. Biz yakında oraya göç edeceğiz.”[16]

 

13- KARDEŞİNİN KALBİ BİZİMLE MİYDİ?

Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti döneminde vuku bulan ilk savaş, Cemel savaşı idi. Hz. Ali (a.s)’ın ordusu bu savaşta galip olmasıyla savaş sona erdi. Hz. Ali (a.s)’ın ashabından olup savaşa katılmış olanlardan biri şöyle dedi:

“Keşke kardeşim burada olsaydı da, Allah Teala’nın sizi düşmana nasıl galip ettiğini görseydi; o da hoşnut olarak ecir ve mükafata erişmiş olurdu.

İmam (a.s) o sahabeye: “Kardeşinin kalp ve fikri bizimle miydi?”

Sahabe: “Evet.”

İmam (a.s): “Öyleyse o da bu savaşta bizimle beraber olmuştur. Sadece o değil, babalarının sulbünde ve annelerinin rahimlerinde olanlar bile, bizimle aynı fikir ve akide üzere olurlarsa, onlar da bizle bu savaşta hazır olmuşlardır; onlar yakında dünyaya ayak basacaklar ve din onların vesilesiyle güçlenecektir.”[17]

 

14- İKİ REKAT İHLASLI NAMAZ

Resulullah (s.a.a) için iki iri deve getirdiklerinde Hazret ashabına şöyle buyurdu:

İçinizde dünya hakkında düşünmeksizin iki rekat namaz kılacak birisi var mıdır? Kim kılarsa ona bu iki deveden birini vereceğim.”

Resulullah (s.a.a) bu sözünü birkaç kez tekrarladı. Ashaptan hiç kimse cevap vermeyince Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s) ayağa kalkarak: “Ya Resulellah! Ben buyurduğunuz şekilde iki rekat namaz kılmaya hazırım” dedi.

Resulullah (s.a.a): “Çok iyi, kıl” diye buyurdu.

Emir’ul-Müminin Ali (a.s) namaza başladı. Namazın selamını verdiğinde Cebrail yeryüzüne inerek şöyle dedi: Allah-u Teala buyuruyor ki: Bu develerden birini Ali’ye ver.”

Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:

“Ben, namaz kılarken dünya işleriyle ilgili herhangi bir şeyi düşünmemeyi şart koşmuştum. Oysa Ali teşehhüt okurken: “Develerden hangisini alayım” diye düşündü.”

Cebrail: “Allah-u Teala buyuruyor ki: Ali’nin hedefi, semiz olan deveyi alıp onu keserek fakirlere vermekti, bundan dolayı düşüncesi Allah içindi, kendisi veya dünya için değildi” dedi.

Bu esnada Peygamber (s.a.a), Hz. Ali’ye teşekkür ve onu takdir etmek için her iki deveyi ona verdi.

Allah-u Teala da bir ayetin zımnında Hz. Ali’yi takdir etmek için şöyle buyurdu:

“İnne fî zalike lezikra limen kane lehu kalbun ev elka’s-sem’a ve huve şehid.”

“Hiç şüphesiz bunda, kalbi olan ya da bir şahit olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.”[18]

Sonra Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

“Kim iki rekat namaz kılar da dünya işleri hakkında bir şey düşünmemiş olursa, Allah-u Teala ondan razı olup günahlarını affeder.”[19]

 

15- RAMAZAN AYINDA ŞARAP

Şair olan Neccaşi Hz. Ali (a.s)’ın taraftarlarından biridir ve söylediği coşkulu şiirlerle Hz. Ali (a.s)’ın ordusunu Muaviye’nin aleyhine tahrik ediyordu. Defalarca Hz. Ali (a.s)’ın ordusunda düşmana karşı savaştı. Ama bu şahıs bir kez şeytanın vesvesesine uyarak Ramazan ayında şarap içti. Halk Onun şarap içtiğini görünce onu yakalayıp Hz. Ali (a.s)’ın  yanına getirdiler ve onun şarap içtiğini ispatladılar.

Hz. Ali (a.s) onun şarap içmiş olduğuna kanaat edince kendisi ona seksen kırbaç vurdu ve bir gece de hapse attı. Sonraki gün Neccaşi’nin getirilmesini emretti. Getirdiklerinde ona yirmi kırbaç daha vurdu.

Neccaşi iki kez kırbaçlandığını görünce şöyle dedi:

“Ya Emir’el-Muminin! Bu yirmi kırbaç ne içindi?”

Hz. Ali (a.s) cevaben: “Bu yirmi kırbaç, Ramazan ayının ihtiramını gözetmediğin ve bu ayda şarap içmeye cesaret ettiğin içindi.”[20]

 

16- İSLAM’DA SADE YAŞAYIŞ

Kadı Şureyh[21] şöyle diyor:

Seksen dinara bir ev alarak kendi adıma yazdırdım ve buna dair şahitler tuttum.

Bunun haberi Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’a ulaşınca beni çağırtarak şöyle buyurdu:

“Ey Şureyh! Seksen dinara bir ev almış ve bir mektup yazarak da buna dair tanıklar mı tutmuşsun?!”

Ben: “Evet, doğrudur” dedim.

Hz. Ali (a.s), bana sert bir şekilde bakarak şöyle buyurdular:

“Ey Şureyh! Allah’tan kork. Yakın bir zamanda Azrail sana doğru gelecektir, ne yazına (senedine) bakacak ve ne de şahitlerinden soru soracak ama seni o evden çıkarıp kabrine teslim edecektir.

Ey Şureyh! Çok iyi düşün! Sakın bu evi başkasının malıyla almayasın ve onun değerini helal olmayan maldan vermiş olmayasın! Bu durumda dünya ve ahirette zarara uğrayanlardan olursun.”

Daha sonra şöyle buyurdular:

“Ey Şureyh! Bil ki, eğer evi aldığında benim yanıma gelmiş olsaydın, senin için bu senede öyle bir yazı yazardım ki, bu evi bir dirheme ve bir dirhemden daha aza bile almaya rağbet etmezdin. Ben şöyle bir senet yazardım:

“Bu ev, zelil bir kulun, ahiret yurduna göçmeye hazır olan ölü bir şahıstan aldığı bir evdir; öyle bir ev ki, aldatıcı evlerdendir; fani ve helak olacakların toprağındandır. Bu evin dört sınırı vardır: Birinci sınır, âfet ve belalara ulaşır; ikinci sınır, musibet ve ölümlere yetişir; üçüncü sınır, helak edici heva ve heveslere dayanır; dördüncü sınır ise, aldatıcı şeytana varır; işte bu ev, dördüncü sınıra açılmaktadır.

Bu evi, arzularla aldanmış bir şahıs, kanaat izzetinden çıkarak dünyaya tapma zilletine düşmek değeriyle, kısa bir süreden sonra ölecek bir kimseden almıştır...”[22]

Evet, zahit ve basiretli insanların dünya malına bakışları işte böyledir.

 

17- NEDEN DUALARIMIZ KABUL

OLMUYOR

Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s) bir Cuma günü Kufe’de çok güzel bir konuşma yaptı. Konuşmasının sonunda şöyle buyurdular:

“Ey millet! Şu yedi büyük musibetten Allah’a sığınmamız gerekir:

1-     Alimin sürçmesinden.

2-     Abidin ibadetten usanmasından.

3-     Müminin muhtaç olmasından.

4-     Eminin hıyanet etmesinden.

5-     Zenginin fakir olmasından.

6-     Azizin zelil bir duruma düşmesinden.

7-     Fakirin hasta olmasından.”

Bu esnada bir adam ayağa kalkarak şöyle dedi: “Doğru buyurdunuz ey Emir’ul-Muminin! Biz saptığımızda sen kıblemizsin, karanlıkta kaldığımızda sen nursun. Allah Teala'nın: “Ud’unî estecib lekum” (Bana dua edin size icabet edeyim)[23] diye buyurmuş olduğu sözü hakkında senden soru sormak istiyorum. Allah-u Teala’nın böyle buyurmasına rağmen neden duamız kabul olmuyor?”

Hz. Ali (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Dualarınızın kabul olmamasının sebebi, kalplerinizin sekiz şey hususunda hiyanet etmesinden dolayıdır:

Birincisi: Siz Allah’ı tanıdınız fakat size farz kıldığı şekilde hakkını eda etmediniz. Bu yüzden bu tanıyış size bir şeyi kazandırmadı.

İkincisi: Siz Allah’ın Peygamberine iman ettiniz ama onun sünnetine karşı çıktınız ve şeriatini öldürdünüz. O halde imanınızın neticesi nerede kaldı! (Yok olup gitti.)

Üçüncüsü: Allah’ın size nazil etmiş olduğu kitabı (Kur’an’ı) okudunuz fakat onunla amel etmediniz; Kur’an’ı canı gönülden kabul ettik ve ona uyacağız dediniz ama ona muhalefet ettiniz.

Dördüncüsü: Biz cehennem ateşinden korkuyoruz dediniz, o halde korkunuz nerede kaldı?!

Beşincisi: Cennete rağbet etmekteyiz, dediniz. Ama her an sizi ondan uzaklaştırmakta olan şeyleri yapıyorsunuz; o halde cennete olan rağbet ve iştiyakınız nerede kaldı?!

Altıncısı: Siz Allah’ın nimetini yediniz. Ama o nimete karşı Allah’a şükür etmediniz.

Yedincisi: Allah-u Teala sizi şeytanla düşman olmaya emretti ve buyurdu ki: “Şüphesiz şeytan sizin düşmanınızdır; o halde ona düşman kesilin.” Ama siz dilde onunla düşmanlık ettiniz, amelde ise muhalefet etmeksizin onu dost edindiniz (ona uydunuz).

Sekizincisi: Siz halkın kusurlarını gözlerinizin önüne diktiniz. Ama kendi ayıplarınızı attınız (onları görmezlikten geldiniz) ve kınanmaya kendisinden daha layık olduğunuz kimseyi kınamaya kalkıştınız. Bununla birlikte hangi dua sizin için kabul olabilir! Oysa siz duanın kapı ve yollarını kapadınız. O halde Allah’tan korkun, amellerinizi düzeltin, biatinizi halis edin, iyiliğe emredin, kötülükten sakındırın. Bunları yaptığınız takdirde Allah-u Teala duanızı kabul eder.”[24]

 

18- HZ. ALİ’YE DUYULAN SEVGİ

Zenci birisi Hz. Ali (a.s)’ın huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ya Emir’el-Muminin! Ben hırsızlık yaptım, beni günahtan arındır (bana had uygula)!”

Hz. Ali (a.s): “Şayet koru olmayan yerden hırsızlık yapmışsın” buyurarak yüzünü ondan çevirdi.

Zenci: “Ya Emir’el-Muminin! Koruk olan yerden hırsızlık yaptım, had (şer’i ceza) uygulayarak beni arındır!”

Hz. Ali (a.s): “Şayet (şer’i cezayı gerektiren) nisap miktarınca hırsızlık yapmamışsın” buyurarak tekrar yüzünü ondan çevirdi.

Zenci adam: “Ya Emir’el-Muminin! Nisap miktarınca hırsızlık yaptım!”

Zenci adam üç kez ikrar ve itiraf edince Hz. Ali (a.s) onun (sağ elinin dört) parmağını kesti. Hz. Ali (a.s)’ın yanından ayrılıp parmakları kesik olduğu halde evine döndüğünde, ağır bir darbe almasına rağmen yol boyunca yüksek bir sesle şöyle diyordu:

“Ey millet! Elimi, müminlerin emiri, muttakilerin imamı, secde azaları nurlu olanların komutanı, dinin lideri ve vasilerin efendisi olan Hz. Ali (Allah’ın emrine göre) kesti...”

Bu sözleriyle Hz. Ali (a.s)’ı durmadan methediyordu. İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s) onun bu sözlerini duyunca ona doğru giderek onu karşıladılar. Daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın yanına gelerek: “Eli kesilmiş olan Zenci birisinin yolda seni methettiğini gördük” dediler. Hz. Ali (a.s) eli kesilmiş olan zenciyi getirdiklerinde ona hitaben: “Elini kesmiş olduğum halde beni mi methediyorsun?” diye buyurdu.

Zenci adam cevaben şöyle dedi: “Ya Emir’el-Muminin! Sen beni günahtan arındırdın; şüphesiz senin sevgin benim et ve kemiğime işlemiştir; eğer sen beni doğram doğram etsen de senin sevgin benim kalbimden çıkmaz.”

Hz. Ali (a.s) onun hakkında dua etti, sonra kesilen parmaklarını kendi yerine bıraktı; derken parmakları eskisi gibi düzelip sağ-salim oldu.”[25]

 

19- MÜMİNLERİN RUHLARININ

TOPLANDIĞI YER

Esbeğ b. Nebate şöyle diyor:

Bir gün Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s) Kufe’den çıkıp Ğariyyeyn’e (Kufe’nin dışında iki kutsal mekana) geldi ve oradan geçtiğinde biz ona ulaştık. Onun, altında bir şey olmaksızın sırt üstü toprak üzerinde uzanmış olduğunu gördük.

Kanber Hz. Ali (a.s)’ın toprak üzerinde yatmış olduğunu görünce şöyle dedi: “Ya Emir’el-Müminin! Abamı altınıza sermeme müsaade eder misiniz?”

Hz. Ali (a.s): “Hayır! Burası müminlerin türbetidir (mekanıdır) ve bu iş onların meclislerinde rahatsızlıklarına sebep olmaktır” buyurdu.

Esbağ diyor; arzettim ki: “Ey Emir’el-Muminin! Müminlerin türbetinin ne olduğunu biliyoruz ama ‘onların meclislerinde rahatsızlıklarına sebep olmaktadır’ ne demektir!”

Hz. Ali (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

“Ey İbn-i Nebate (Nebate’nin oğlu)! Perde gözlerinin önünden kalkmış olursa, müminlerin ruhlarının burada halkalar halinde birbirlerini ziyaret etmelerini ve birbirleriyle konuşmalarını görmüş olursun. İşte burası müminlerim ruhlarının bulunduğu yerdir.”[26]

 

20- BAL KABI OLAYI

Hz. Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra kardeşi Akil Muaviye’nin sarayına uğradı. Muaviye Akil’den, kızartılmış demir olayını sordu. Akil kardeşi Ali (a.s)’ı hatırlayınca ağlayarak şöyle dedi:

Ey Muaviye! İlk önce kardeşim Ali hakkında diğer bir şey söyleyeceğim, daha sonra sorunun cevabını vereceğim.

Bir gün Hz. Ali (a.s)’ın oğlu Hüseyin’e bir misafir geldi. Hüseyin (a.s) onu ağırlamak için bir dirhem borç ederek onunla bir ekmek aldı. Ekmekle yenilecek bir katık olmadığından dolayı hizmetçileri Kanber’e, Yemen’den getirilmiş olan bal tulumlarından birini getirip açmasını istedi. Hüseyin (a.s) bir rıtl (ölçek/litre) bal ondan götürdü.

Hz. Ali (a.s) (Müslümanların arasında) onu bölmek istediğinde, tulumun ağzının açıldığından şüphelendiğinden dolayı şöyle buyurdu:

“Ey Kanber! Galiba bu tulumun ağzı açılmış ve bir şeyler yapılmıştır!

Kanber cevaben: “Evet, doğrudur” diyerek olayı ona anlattı. Hz. Ali (a.s) çok sinirlendiğinden: “Hüseyni bana getirin” diye emretti. Hüseyin (a.s)’ı getirdiklerinde kırbacı kaldırıp ona vurmak istediğinde Hüseyin (a.s): “Amcam Cafer’in hakkı hürmetine beni affet” dedi. Hz. Ali’yi kardeşi Caferi Tayyar’ın hakkına ant verdiklerinde öfkesi yatışıyordu. Hz. Ali (a.s) bu sözü duyunca onu vurmaktan vazgeçerek şöyle buyurdu:

“Neden bal müslümanların arasında bölünmeden ona el vurdun?”

Hüseyin (a.s) cevaben: “Babacığım! Bizim onda bir hakkımız vardır, ben ödünç olarak ondan bir miktar götürdüm, bizim payımızı verdiğinizde borcumu ödeyeceğim” dedi.

Hz. Ali (a.s) buyurdular ki:

“Baban sana feda olsun, senin onda hakkın olsa da müslümanlar kendi hakkından yararlanmadıkça (onların hakkı verilmedikçe) senin ondan yararlanmaya hakkın yoktur.”

Sonra buyurdular ki:

“Eğer Resulullah’ın senin ön dişlerinden öptüğünü görmüş olmasaydım, bu işinden dolayı canını incitirdim.”

Daha sonra Kanber’e bir dirhem vererek ona: “Bununla edebildiğin kadar en iyi bal al onun yerine bırak” diye emretti.

Akil diyor ki:

Hz. Ali (a.s)’ın tulumun ağzını açarak Kanber’in alınan balı ona döktüğünü ve Hazretin onun ağzını eliyle kıvırarak bağladığını görür gibiyim! Hz. Ali (a.s) ağladığı halde şöyle diyordu:

“Allah’ım! Hüseyin’i bağışla; zira o farkına varmamıştır.”[27]

Muaviye bu sözleri dinledikten sonra şöyle dedi:

“Öyle bir kimsenin faziletinden söz ettin ki, kimse onun faziletini inkar etmemektedir. Allah rahmet etsin Ebu’l- Hasan’a, şüphesiz o, kendisinden öncekilerden (fazilet açısından) öne geçmiştir ve kendisinden sonra gelecekleri de aciz bırakmıştır. Şimdi kızartılmış demir hikayesini bize anlat...”[28]

 

21- ENOVŞİRVAN’IN KAFATASININ

KONUŞMASI

Hz. Ali (a.s), Muaviye’nin savaş teçhizatıyla donatılmış bir orduyla İslam topraklarına saldırmak için karar aldığını haber alır almaz, düşman ordusunu ezmek için donatılmış bir orduyla Kufe’den çıkarak Sıffin’e doğru hareket etti. Yolun yarısında (Sasanî padişahlarının başkenti olan) Medain’e yetişerek Kesra’nın sarayına girdiler.

Hz. Ali (a.s) namazı (cemaatle) kıldıktan sonra bir grup yareniyle birlikte Enovşirvan sarayının viranelerini (kalıntılarını) gezmekle meşgul oldular. Sarayın her bölümüne yetiştiklerinde Hz. Ali (a.s) orada yapılmış olan işleri ashabına izah ediyordu; öyle ki, ashap şaşırıp kalıyordu. Nihayet onlardan biri şöyle dedi:

“Ya Emir’el- Muminin! Sarayın durumunu öyle bir şekilde anlatıyorsun ki, sanki siz yıllarca burada yaşamışsınız!”

Sarayın yıkık oda ve salonlarını gezdikleri sırada Hz. Ali (a.s) harabenin bir köşesinde çürümüş bir kafatasını görerek yarenlerinden birine: “Onu al ve bizimle birlikte getir” diye emretti.

Daha sonra Hz. Ali (a.s) Medain sarayının divan hanesine gelerek orada oturdu. Sonra bir leğen getirmelerini, bir miktar da içerisine su dökmelerini ve kafa tasını getirenin de onu leğenin içerisi bırakmasını emretti. O da kafatasını getirerek leğenin içerisine bıraktı.

Hz. Ali (a.s) bu esnada kafa tasına hitaben şöyle buyurdu:

“Ey kafatası! Allah aşkına söyle, ben kimim ve sen kimsin?”

Kafatası açık bir ifadeyle: “Sen müminlerin emiri, vasilerin efendisi ve muttakilerin de liderisin; ben de Allah’ın kullarından bir kulum!” dedi.

Hz. Ali (a.s): “Durumun nasıldır?”

Kafatası: “Ey Emir’el-Muminin! Ben adaletli bir padişahtım ve benim hükümetimde kimsenin zulüm görmesine razı olmazdım. Ama Mecusi (ateşe tapma) dini üzerinde idim. İslam Peygamberi (s.a.a) dünyaya gelince benim sarayım yarıldı. Peygamberliğe seçildiğinde ben İslam’ı kabullenmek istedim. Ama saltanat hevesi beni iman ve İslam’dan alıkoydu; şimdi ise, pişmanım. Keşke ben de iman etmiş olsaydım, şimdi cennetten mahrum kalmışım.”[29]

 

22- HZ. FATIMA (A.S)’IN İFFET VE EDEBİ

Hz. Fatıma (a.s) hayatının son günlerinde Umeys kızı Esma’ya [30] şöyle buyurdu:

“Ey Esma! Ben, kadınların cenazesinin, üzerine bir bez atılarak dört ağaç üzerinde mezarlığa doğru götürülmesini sevmiyorum. Zira onun bedeninin izleri parçanın altından gözükmekte ve herkes onun bedeninin hacmini görmektedir.[31]

Esma Hz. Fatıma (a.s)’ın bu sözüne karşılık şöyle dedi: “Ben Habeşistan’da bir şey (tabut) görmüşüm, şimdi onun şeklini sana göstereceğim.”

Esma bunu dedikten sonra birkaç yaş çubuk getirmelerini istedi, sonra onları eğerek (şimdiki tabut şekline sokarak) üzerine bir bez attı ve onu böylece pratikte Hz. Fatıma (a.s)’a göstermiş oldu.

Hz. Fatıma (a.s) onu görünce gülümseyerek şöyle buyurdu: “Ne güzel bir şeydir! Zira cenaze onun içerisine bırakıldığında artık cenazenin erkek veya kadın olup olmadığı belli olmuyor.”[32]

 

23- HZ. FATIMA (A.S)’IN EĞİTİMİNDEN BİR PARILTI

Fizze, Hz. Fatıma (a.s)’ın cariyesi idi. O’nun yanında eğitilmişti, uzun bir zamandan itibaren sözlerini Kur’an ayetleriyle karşı tarafa anlatıyordu.

Ebu’l- Kasım Kuşeyrî bir şahıstan şöyle naklediyor:

Mekke’ye hareket eden bir kafileden ayrılmıştım ve çölde (şaşkınlık ve üzüntü içerisinde olan) bir kadınla karşılaştım. Ondan ne soruyordumsa, Kur’an ayetiyle cevabımı veriyordu.

“Sen kimsin?” diye sordum.

Cevaben dedi ki:

“Qul selamun, fesevfe ta’lemun”

Selam de. Artık onlar bilecekler.[33]

Ben selam verip dedim ki: “Burada ne yapıyorsun?”

Cevaben dedi ki:

“Men yehdillah fema lehu min muzill”

Allah kimi hidayete eriştirirse, onun için bir saptırıcı yoktur.”[34]

(Onun bu sözünden yolu kaybettiğini anladım.)

“Cinlerden misin, insanlardan mısın?” diye sordum.

Cevaben dedi ki:

“Ya beni Adem, huzu ziynetekum.”

Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının.[35]

(Bu sözüyle insanlardanım demek istedi.)

“Nereden geliyorsun?” diye sordum.

Cevaben dedi ki:

“Yunadevne min mekanin beîd.”[36]

Uzak bir yerden seslenilirler.”

(Bu sözüyle uzak bir yerden geldiğini anladım.)

“Nereye gidiyorsun?” diye sordum.

Cevaben dedi ki:

“Lillahi alennasi hicc’ul-beyt.”[37]

Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır.”

(Mekke’ye gitmek istediğini anladım.)

“Kafileden kaç günden beri kopmuşsun?” diye sordum.

Dedi ki:

“Velekad halekne’s- semavati vel arza (vema beynehuma) fi sitteti eyyamin”[38]

Andolsun, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık.

(Kafileden, altı günden beri kopmuş olduğunu anladım.)

“Yemek yemeğe iştahın var mı?” diye sordum.

Dedi ki:

“Vema cealnahum ceseden la ye’kulun’et-taame.[39]

Biz onları, yemek yemez cesetler kılmadık.”

(Yemek yemeğe isteği olduğunu anlayarak ona yemek verdim.)

“Acele et, biraz çabuk gel” dedim.

Dedi ki:

La yukellifullahu nefsen illa vus’aha”[40]

Allah kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez.

(Bu sözünden yorgun olduğunu anladım.)

“Yol yürüyemediğine göre seni devemin sırtına alayım mı?” dedim.

Dedi ki:

“Lev kane fiyhima alihetun illellahu lefesedeta.”[41]

“Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilahlar olsaydı, hiç tartışmasız ikisi de bozulup giderdi.”

(Yani erkekle namahrem kadının bir deveye binmesi bozgunculuğa yol açar. Bu sözünden dolayı ben deveden inerek onun binmesini istedim.)

Bu duruma karşılık şöyle dedi:

“Subhanellezi sehhare lena haza”[42]

“Bunu bize ram eden Allah münezzehtir.”

(Bu sözüyle Allah’a şükür etti.)

Kafileye ulaşınca: “Kafilede akrabalarından bir kimse var mıdır?” diye sordum.

Dedi ki:

“Ya Davud’u inna cealnake halifeten fi’larzi”[43] “Ve ma Muhammed’un illa resul”[44] “Ya Yahya huzil kitabe bikuvvetin”[45] “Ya Musa, innî ene rebbuk”[46]

Kafilede dört kişinin onun akrabalarından olduğunu ve isimlerinin de; Davud, Muhammed, Yahya ve Musa olduğunu anladım.

Bu esnada onları çağırdı, onlar da koşarak ona doğru geldiler. “Bunlar senin neyin oluyorlar?” diye sordum.

Cevaben dedi ki: “El-malu ve’l- benun ziynet’ul- hayat’id- dünya.”[47]

(Bu dört kişinin onun oğulları olduğunu anlamış oldum.)

Onlar annelerinin yanına geldiklerinde anneleri şöyle dedi: “Ya ebeti iste’cirhu inne hayre men iste’certe’l- kaviyy’ul- emin.”[48]

(Bu ayeti okumakla bana ücret vermelerini onlara anlatmış oldu, onlar da bana bir miktar para verdiler.)

Daha sonra şöyle dedi: “Vallahu yuzaifu limen yeşâu”[49]

(Bu ayeti okumakla ücretimi artırmalarını istemiş olduğunu anlamış oldum; onlar da artırdılar.)

Onlardan: “Bu kadın kimdir?” diye sordum.

Dediler ki: “Bu kadın, Hz. Fatıma (a.s)’ın cariyesi olan annemiz Fizze’dir; o yirmi yıldır ki, Kur’an ayetleri dışında bir söz söylememiştir.”[50]

 

24- İMAM HASAN (A.S)’IN GÖZ YAŞLARI

İmam Sadık (a.s) babasından ve o da babasından şöyle naklediyor:

“İmam Hasan (a.s) kendi zamanında insanların en çok ibadet edeni, en çok zahit olanı ve en üstünü idi. Hacca gittiğinde yaya olarak gidiyordu ve çoğu zamanlar ayak yalın gidiyordu. Ölümü hatırladığında ağlıyordu, huzurunda kabirden söz edildiğinde ağlıyordu, kıyameti ve haşrolmayı hatırladığında ağlıyordu, sırat köprüsünden geçmeği hatırladığında ağlıyordu, halkın hesap için Allah Teala’nın huzurunda duracağını hatırladığında o günün vahşet ve korkusundan dolayı feryat ederek bayılıyordu. Namaza duruğunda Allah korkusundan azaları titriyordu, cennet ve cehennemi hatırladığında yılan ısıran birisi gibi kıvranıyordu, Allah’tan cenneti isteyip cehennemden ise O’na sığınıyordu. Kur’an’dan “Ya eyyuhellezine amenu” (Ey iman edenler) ayetini okuduğunda: “Lebbeyk! Allah’umme lebbeyk” (Emrine hazırım, Allah’ım emrine hazırım) diyordu. Her halinde Allah’ı anıyordu...”[51]

Abdest aldığında azaları titriyordu, mübarek yüzü sapsarı oluyordu. “Abdest alırken neden bu duruma düşüyorsunuz?” dediklerinde: “Arşın Rabbinin huzurunda duran bir kimsenin renginin sararması ve azalarının titremesi gerekir” buyuruyordu.

Caminin kapısına ulaştığında yüzünü göğe doğru çevirerek şöyle diyordu:

“İlahî, misafirin kapının önündedir; ey ihsanda bulunan Allah, günahkâr sana gelmiştir; ey kerim ve şefkatli olan Allah, indindeki güzelliklerden dolayı indimdeki çirkinliklerden geç!”[52]

 

25- VAHİY MEKTEBİNDE BİR ÇOCUK

İmam Hasan (a.s) yedi yaşında Resulullah (s.a.a)’in meclisinde hazır oluyor ve Kur’an ayetlerini duyup onları ezberliyordu. Sonra annesinin yanına gelerek ezberlediği ayetleri annesine okuyordu. Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s) eve geldiğinde, Hz. Fatıma (a.s) yeni nazil olan ayeti ona okuyordu.

Emir’ul-Müminin (a.s): “Bu ayeti kimden öğrendin?” diye sorduğunda Hz. Fatıma (a.s): “Oğlun Hasan’dan” diye cevap veriyordu.

Bunun üzerine bir gün Hz. Ali (a.s) (bu durumu görmek için) evin bir köşesine saklandı. İmam Hasan (a.s) Resulullah (s.a.a)’den duymuş olduğu ayeti geçmiş günlerdeki gibi annesine okumak istediğinde dili tutulmaya başladı.

Hz. Fatıma (a.s) bu duruma şaşırdığında, İmam Hasan (a.s): “Anneciğim, şaşırma! Şüphesiz büyük bir şahsiyet sözümü dinlemektedir; onun dinlemesi beni söz söylemekten aciz bırakmıştır” dedi.

Bu esnada Hz. Ali (a.s) dışarı çıkıp aziz oğlu İmam Hasan (a.s)’ı bağrına basarak onu öpüp okşadı.”[53]

 

26- İMAM HASAN (A.S)’IN

MUAVİYE’YE CEVABI

Bir gün Muaviye İmam Hasan’a: “Ben senden üstünüm” dedi.

İmam (a.s): “Ey Hind’in oğlu, nasıl üstünsün?”

Muaviye: “Halkın benim etrafımda toplandığı, senin etrafının ise boş olduğundan dolayı.”

İmam (a.s): “Heyhat, heyhat! (Ne kadar da haktan uzaklaştın)! Ey ciğer yiyen Hind’in oğlu! Bu sahip olduğun makam ne de kötüdür. Zira senin etrafında toplanan insanlar iki kısımdan ibarettir: Ya muti (itaat eden)dir veya mecbur. Sana itaat edenler Allah’a isyan etmekteler; itaat etmeye mecbur olan kimseler ise Allah’ın kitabına (Kur’an’a) göre mazurdurlar. Ama ben, senden üstünüm demiyordum. Çünkü sende, kendimi senin gibi birisiyle kıyaslayacak herhangi bir hayır yoktur. Fakat şunu diyorum: Allah-u Teala seni faziletlerden (üstün sıfatlardan) uzaklaştırdığı gibi beni de rezailden (çirkin ve aşağılık) sıfatlardan uzaklaştırmıştır.”[54]

Evet, insanın şahsiyeti, insani ve ahlakî değerlerle ölçülür; maddi özelliklerle değil.

 

27- NÜBÜVVET AĞACINDAN BİR DAL

İmam Hasan (a.s)’ın evlatlarından olan Amr, İmam Hüseyin (a.s)’ın kervanıyla birlikte Kerbela’ya gelmişti. Onbir yaşında olduğundan dolayı öldürülmeyip esirlerle birlikte Kufe’ye ve daha sonra Şam’a gönderildi.

Kerbela esirleriyle birlikte Şam’da Yezid’in saraylarından birine girdiklerinde Yezid’in gözü İmam Hasan (a.s)’ın oğlu Amr’a ilişti. Ona hitaben: “Oğlum Halid’le güreşmek istiyor musun?” diye sordu.

Amr cevaben: “Hayır, fakat hangimizin daha şecaatli olduğunu öğrenmen için bir bıçak bana, bir bıçak da ona ver, böylece savaşalım!”dedi.

Yezid, esir bir çocuğun böyle yiğitçe sözüne şaşırarak şu şiiri okudu:

Bir tabiat ki onu Ahzem’de görmüşüm,

Yılandan yılan doğar ancak.[55]

Yezid bu sözüyle Amr’ın, nübüvvet ağacından bir dal olduğunu ve onun da babaları gibi onlara karşı düşman olduğunu söylemek istemiştir.

 

28- ŞAKACI ADAM

İmam Hasan (a.s)’ın şakacı bir dostu vardı. Bir müddet İmam (a.s)’ın yanına gelmedi. Bir gün İmam (a.s)’ın yanına geldiğinde İmam (a.s) ona: “Nasıl sabahladın?” diye sordu. Adam cevaben şöyle dedi:

“Ey Resulullah’ın oğlu! Kendimin, Allah’ın ve Şeytanın isteğine aykırı olarak sabahladım.”

İmam (a.s) gülerek: “Nasıl olur? İzah et” diye buyurdu.

Adam cevaben şöyle dedi: “Çünkü Allah-u Teala kendisine itaat edip isyan etmememi istiyor; oysa ben öyle değilim. Şeytan da Allah’a isyan etmemi ve O’na itaatte bulunmamamı istiyor; oysa ben öyle de değilim. Kendim de ölmememi ve sürekli dünyada kalmamı istiyorum; oysa durum böyle de değildir; nihayet bir gün bu dünyadan göçüp gideceğim.”

Bu sırada bir adam ayağa kalkarak şöyle dedi:

“Ey Resulullah’ın oğlu! Neden biz ölümü sevmiyoruz?”

İmam (a.s) cevabında buyurdular ki:

“Bunun sebebi, dünyanızı onarıp ahiretinizi bozduğunuzdan dolayıdır. İşte bundan dolayı onarılmış bir yerden virane bir yere gitmek istemiyorsunuz.”[56]

 

29- İMAM HÜSEYİN (A.S) VE FAKİR

Göçebe bir Arap Medine şehrine gelerek: “Bu şehirde en cömert ve en çok bağışta bulunan şahıs kimdir?” diye sorduğunda, onu İmam Hüseyin (a.s)’ın yanına gönderdiler. Göçebe adam camiye girerek İmam Hüseyin (a.s)’ı namaz halinde gördü. İmam’ın karşısında durarak hâcetini şu şiirle dile getirdi:

Sana ümit eden şimdiye kadar ümitsiz olmamıştır,

Senin kapının halkasını çalan eli boş geri dönmemiştir.

Sen cömert ve güvenilir birisin,

Baban (ise) fasık kimseleri öldürendir.

Eğer ilk baştan sizler olmasaydınız,

Bizler cehennem ateşine duçar olurduk.

Göçebe adam şiirlerini okuyordu ve İmam (a.s) ise, namaz halinde idi. Namazın selamını verir vermez evine dönerek hizmetçisi Kanber’e: “Hicaz malından bir şey kalmış mıdır?” diye sordu.

Kanber de: “Evet, dört bin dinar kalmıştır” dedi.

İmam (a.s): “O paraları getir; o mala bizden daha müstahak olan bir kimse gelmiştir” buyurdu.

Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) abasını omzundan çıkararak yere bıraktı ve o paraları onun içerisine dökerek abayla onu sardı ve göçebe kimseden utandığından dolayı da elini kapının yarığından dışarı çıkarıp onu o muhtaç göçebeye vererek şu şiiri okudu:

Şu dinarları al, şüphesiz senden mazeret diliyorum,

Bil ki ben sana karşı şefkatliyim.

Eğer bugün hakkım kendi yetkimde olsaydı,

Bundan daha fazla yardımda bulunurdum.

Ama zaman, değişimiyle bize cefa etmiştir,

Bundan dolayı şimdi elimizde bir şey yoktur.

İmam (a.s) bu şiiriyle ondan mazeret diledi ve göçebe Arap da paraları alarak ağladı.

İmam (a.s): “Neden ağladın, bağışımızı az mı buldun?” diye sordu.

Göçebe: “Hayır, ağlamamın sebebi, toprağın, bağışta bulunan bu elleri nasıl kapsayacağından ve onların toprak altında kalacağından dolayıdır” dedi.[57]

 

30- İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN ELÇİSİ

İmam Hüseyin (a.s)’ın kafilesi Kufe yolunda “Haciz” konağına ulaştığında Kufe halkına şöyle bir mektup yazdı:

“Bismillahirrahmanirrahim... Allah’a hamd, Peygambere salat ve selamdan sonra, bize yardımda bulunmak ve hakkımızı talep etmek için toplanmış olduğunuzu bildiren Müslim b. Akil’in mektubu bana ulaştı. Allah Teala’dan akıbetimizi hayır etmesini ve bu ittihada karşı da büyük mükafatlar vermesini niyaz ederim. Ben de Zilhicce ayının sekizi, salı günü Mekke’den ayrılıp size doğru hareket ettim. Elçim size ulaştığında işlerinizi hemen düzene sokun. Ben de bu birkaç günün içerisinde gelip size ulaşacağım.”

İmam (a.s) mektubu Kays b. Musahhar- i Saydavi’ye vererek onu Kufe’ye doğru gönderdi. Kays süratle Kufe’ye doğru hareket etti. Ama “Kadisiye”de, o bölgeyi kontrol altında bulunduran Husayn b. Numeyr onu yakalayarak üzerini arayınca Kays İmam (a.s)’ın mektubunu (okunmaması için) yırtıp attı. Husayn b. Numeyr onu İbn-i Ziyad’ın yanına gönderdi. Kays İbn- i Ziyad’ın karşısında yer alınca, İbn-i Ziyad: “Sen kimsin?” diye sordu.

Kays: “Ben Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’ın Şiilerinden ve aynı zamanda O’nun evlatlarındanım.”

İbn-i Ziyad: “Neden mektubu yırttın?”

Kays: “Mektupta yazılanı bilmemen için.”

İbn-i Ziyad: “Mektup kimden, kime yazılmıştı?”

Kays: “Mektup, İmam Hüseyin’den taraf, isimlerini bilmediğim bir grup Kufe halkına yazılmıştı.”

İbn-i Ziyad öfkelenerek: “Kendilerine mektup gönderilen kimselerin isimlerini söylemedikçe veya minbere çıkıp Hüseyin’e, babasına ve kardeşine lanet etmedikçe senden vazgeçmeyeceğim; aksi takdirde seni doğram doğram edeceğim.”

Kays: “Onların isimlerini söylemeyeceğim. Ama lanet etmeye hazırım!”

Kays, bir minberin üzerine çıkarak Allah’a hamd-u sena ve Peygamber’e salat ve selamdan sonra, İbn-i Ziyad ve Beniümeyye’yi lanetleyerek şöyle dedi: “Ey Kufe halkı! Ben, İmam Hüseyin (a.s)’ın size gönderdiği elçisiyim. İmam (a.s)’ın kafilesi “Haciz” konağındadır. Onun davetine icabet edin!”

İbn-i Ziyad, Kays’ın bu sözlerinden oldukça gazaplanarak onun Dar’ul-İmare’nin üzerine götürülüp oradan yere atılmasını emretti. Kays, onun emri üzere oradan yere atılarak kemikleri kırıldı. Daha canı varken, İbn-i Ziyad’ın adamlarından olan Abdulmelik b. Umeyr onun başını bedeninden ayırdı. Böylece Kays b. Musahhar-i Saydavi şahadete erişmiş oldu.[58]

 

31- İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN ZİYARETÇİSİ

Ahmed b. Davud şöyle diyor:

Muhammed oğlu Ali isminde bir komşum vardı, o şöyle dedi:

Ben ayda bir defa Kufe’den İmam Hüseyin (a.s)’ın kabrinin ziyaretine gidiyordum. Yaşlanıp güçsüzleştiğimde İmam (a.s)’ın ziyaretine gidemedim. Ama bir defasında İmam (a.s)’ı ziyaret etmek için piyade olarak yola koyuldum. Birkaç günden sonra İmam (a.s)’ın kutsal kabrinin ziyaretine müşerref oldum, selam verdim ve iki rekat ziyaret namazı kıldıktan sonra uyudum. Rüya aleminde İmam Hüseyin (a.s)’ın kabirden dışarı çıkarak şöyle buyurduğunu gördüm:

“Ey Ali! Neden benim hakkımda cefa ettin; halbuki ben sana karşı şefkatli idim?”

Arzettim ki: Ey mevlam! Cismim zayıflamış, ayaklarımın artık yol yürümeğe takati yoktur ve ömrümün sona erdiğini zannediyorum. Şimdi de çok zorluklarla ziyaretinize gelebildim. Ey mevlam! Nakledilmiş olan bir rivayeti sizin bizzat kendinizden duymak istiyorum.

İmam (a.s): “Hangi rivayeti?” diye sordular.

Arzettim ki: Şöyle buyurduğunuzu rivayet etmişlerdir: “Kim hayatında beni ziyaret ederse, ben onu vefatından sonra ziyaret ederim.”

İmam (a.s): “Evet, ben bunu söylemişim; eğer beni ziyaret eden bir kimsenin cehennem ateşine duçar olduğunu görmüş olursam, onu o ateşten kurtarırım” buyurdular.[59]

 

32- ELİ BOŞ VE İŞSİZ ADAM

 Medine’de, kendi hareketleriyle halkı güldüren eli boş işsiz bir adam vardı. Kendisi şöyle diyordu:

“Ben şimdiye kadar ne yaptıysam bu adamı (Ali b. Hüseyin’i) güldüremedim.”

Bir gün İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s) hizmetçileriyle beraber onun yanından geçerken, Hazretin cübbesini omzundan alarak kaçtı! İmam (a.s) onun bu çirkin hareketini önemsemeyerek herhangi bir tepki göstermedi. Ama İmam (a.s)’ın hizmetçileri cübbeyi o adamdan alarak İmam (a.s)’ın omzuna bıraktılar.

İmam (a.s): “Bu adam kimdir?” diye sordu.

Hizmetçileri: “İşleriyle halkı güldürmeye çalışan eli boş işsiz bir adamdır” dediler.

İmam (a.s) buyurdu ki: “Ona deyin ki: “Allah Teala’nın, boş işlerle uğraşan kimselerin zarar göreceği bir günü vardır!”[60]

 

33- ZAVALLI İNSAN OĞLU!

Bir adam İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s)’ın huzuruna vararak yaşamından şikayet etti.

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Zavallı insan oğlu her gün üç musibete duçar olmakta, ama buna rağmen onlardan ibret almamaktadır. İbret alırsa, dünya zorluk ve sıkıntıları ona kolay gelir.

Birinci musibet şudur ki; her gün ömründen azalmaktadır. Eğer malında zarara uğrarsa, üzüntüye kapılır. Oysa mal tekrar geri dönebilir ama ömrün geriye dönmesi imkansızdır.

İkinci musibet de şudur ki; her gün rızkını yiyor; helal olursa, hesabını vermelidir; haram olduğu takdirde ise cezasını görmelidir.

Üçüncüsü ise daha önemlidir.”

O nedir? dediklerinde buyurdu ki: “Her günü sona erdirdiğinde bir adım daha ahrete yaklaşmaktadır. Ama cennete mi yoksa cehenneme mi yaklaştığını bilmiyor!”

Sonra şöyle buyurdular: “İnsanın (önem açısından) en büyük günü, anneden doğduğu gündür.”

Bilginler demişlerdir ki: Bu sözü, İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s)’dan önce kimse söylememiştir.[61]

 

34- DERUNİ İNKILAP

Ubeydullah b. Ziyad’ın kapıcısı şöyle diyor:

Ehl-i Beyt esirlerini, Şam pazarındaki mescidin kapısı önünde beklettiklerinde -ki esirleri genellikle orada bekletiyorlardı- Şam halkından yaşlı bir adam ileri çıkarak şöyle dedi: “Hamd Allah’a ki, sizi öldürdü ve fitne ateşini söndürdü...”

Yaşlı adam bu çirkin sözlerden çok sarfetti. Sözü sona erince, İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s) ona şöyle buyurdu:

“Kur’an okumuş musun?”

Yaşlı adam: “Evet, okumuşum.”

İmam (a.s): “Acaba bu ayeti okumuş musun?: “De ki: Ben buna (çektiğim zahmetlere) karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.”[62]

 Yaşlı adam: “Evet, okumuşum.”

İmam (a.s): “Peygamber (s.a.a)’in akrabaları ve Ehl-i Beyti biziz. Acaba şu ayeti okumuş musun?: “Akrabaya hakkını ver...”[63]

Yaşlı adam: “Evet, okumuşum.”

İmam (a.s): “Kendilerine haklarının verilmesiyle emrolunan Peygamber (s.a.a)’in yakın akrabaları bizleriz.”

Yaşlı adam: “Gerçekten sizler onlar mısınız?”

İmam (a.s): “Evet, onlar bizleriz. Acaba bu ayeti okumuş musun?: “Ancak ve ancak Allah siz Ehl-i Betten ricsi (bütün çirkinlikleri) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.”[64]

Yaşlı adam: “Evet, okumuşum.”

İmam (a.s): “Onlar bizleriz.”

Yaşlı adam İmam (a.s)’ın sözlerini duyduktan sonra ellerini göğe kaldırarak üç kez şöyle dedi: “Allah’ım! Tövbe ettim. Allah’ım! Ben, Muhammed Peygamberinin Ehl-i Beytini öldürenlerden uzağım. Ben önceden defalarca Kur’an okumama rağmen şimdiye kadar bu gerçekleri bilmiyordum.”[65]

 

35- İMAM MUHAMMED BAKIR (A.S)’DAN

BİR MUCİZE

İmam Muhammed Bakır (a.s)’ın özel ashabından olan Ebu Besir şöyle diyor:

İmam Bakır (a.s)’a dedim ki: “Siz Peygamber (s.a.a)’in varisleri misiniz?”

İmam (a.s): “Evet.”

Dedim ki: “Peygamber (s.a.a), bütün peygamberlerin ilimlerinin varisi miydi?

İmam (a.s): “Evet, onların bütün ilimlerinin varisiydi.”

Dedim ki: “Siz de Peygamber (s.a.a)’in ilminin varisi misiniz?”

İmam (a.s): “Evet.”

Dedim ki: “Acaba siz de ölüleri diriltebilir misiniz? Âmalara ve abraş hastalığına yakalananlara şifa verebilir misiniz?”

İmam (a.s): “Evet, Allah’ın izniyle.”

 Bu sırada İmam (a.s) bana: “Yakına gel” dedi.

Yanına gittiğimde mübarek elini gözlerime çekti. Elini gözlerime çeker çekmez çölleri, dağları, yeri, göğü iyice gördüm.”

Sonra şöyle buyurdu: “Acaba böyle kalıp da diğer insanlar gibi kıyamet gününde hesap kitaba çekilmeyi mi istiyorsun yoksa ilk önceki gibi âma kalıp da kolay bir şekilde cennete gitmeyi mi istiyorsun?”

Dedim ki: “Önceki halime dönmek istiyorum. Bu sırada İmam (a.s) mübarek elini gözlerime çekti ve tekrar âma oldum.”[66]

 

36- CİNLER İMAM MUHAMMED

BAKIR (A.S)’IN HUZURUNDA

Sa’d-i İskaf şöyle diyor:

İmam Muhammed Bakır (a.s)’ın huzuruna vardım. İçeriye girmek için izin istediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Acele etme! Kardeşlerinizden bir grup kimseler yanımdadır, sözleri vardır.”

Ben kapının dışında durdum. Çok geçmeksizin Hindistanlılara benzer sarıklı bir grup kimse dışarı çıktı. Birbirlerine çok benziyorlardı. Sanki bir anne babadandılar. Özel elbiseler giyinmişlerdi. Bana selam verdiler, ben de selamlarının cevabını verdim.

Daha sonra İmam (a.s)’ın yanına giderek şöyle dedim: Fedan olayım! Huzurunuzdan çıkan bu şahısları tanımadım. Bunlar kimlerdi?

İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Cin taifesinden olan sizin dini kardeşlerinizdir.”

Dedim ki: Cinler de mi sizin yanınıza geliyorlar?

İmam (a.s): “Evet, onlar da sizin gibi gelip helal, haram ve dini meseleleriyle ilgili sorular soruyorlar.”[67]

 

37- KUMRUNUN EŞİNDEN ŞİKAYETİ

Muhammed b. Muslim şöyle diyor:

İmam Bakır (a.s)’ın huzurunda olduğum bir sırada aniden bir çift kumru, İmam (a.s)’ın huzuruna gelerek ötmeye başladılar. İmam (a.s) da onlara bir şeyler buyurdu.

Daha sonra uçarak bir duvarın üzerine kondular. Orada da biraz öttükten sonra uçup gittiler.

Ben, İmam (a.s)’a: “Fedan olayım, kumrular neden öyle ötüyorlardı?” diye sordum.

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Ey İbn-i Muslim! Allah’ın yaratmış olduğu bütün kuşlar, hayvanlar ve canlı olan bütün yaratıklar bize itaat etmektedirler. Bu erkek kumru, eşi hakkında kötü zanda bulunmuştu. Dişi kumru, o kötü işi yapmadığına dair yemin ediyordu. Nihayet dişi kumru erkeğine şöyle bir öneride bulundu:

“Bizi yargılaması için Muhammed b. Ali’nin (İmam Bakır’ın) yanına gidelim.”

Erkek kuş bu öneriyi kabul ederek benim yanıma geldiler.

Ben de erkek kumruya: “Eşin doğru söylüyor. O suçsuzdur. Sen ona zulmediyorsun” dedim. Onlar da bu yargıyı kabullenerek çekip gittiler.”[68]

 

38- BATIL İÇİN HAK TERK EDİLMEMELİ

İmam Muhammed Bakır (a.s)’ın özel ashabından olan Zürare şöyle diyor:

İmam Bakır (a.s), Kureyşli bir adamın cenazesini teşyi etmeye giderken ben de O’nunla beraber gittim. Ölen kimsenin hanımı çığlık atarak ağlamaya başladı. Cenazeyi teşyî etmeye hazır olan Ata,[69] eşi ölen kadına hitaben: “Sus! Susmaz isen geri döneriz” dedi.

Kadın susmayınca Ata da geri dönüp cenaze törenine katılmadı.

Ben, İmam Bakır (a.s)’a: “Ey Resulullah’ın oğlu! Ata geri döndü” dedim.

İmam (a.s): “Neden?” diye buyurdu.

Cevaben arzettim ki: Kocası ölen kadına: “Sus! Susmaz isen geri döneriz” dedi. Kadın susmayınca Ata da geri dönerek cenaze törenine katılmadı.”

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Biz cenazeyi teşyî edeceğiz, başkalarıyla işimiz yoktur. Batılın hakla karıştığını gördüğümüzde, batıldan dolayı hakkı terk edersek, müslümanın hakkını eda etmiş sayılmayız.”[70]

Daha sonra İmam (a.s) cenaze namazı kıldı. Cenaze sahibi ileri çıkarak İmam (a.s)’a teşekkür etti ve şöyle dedi: “Allah size merhamet etsin, mükafatlanasınız; siz yaya olarak yürüyemezsiniz, geri dönün.”

İmam (a.s) dönmekten imtina etti.

Arzettim ki: “Efendim! Eza sahibi dönmenize izin verdi. Benim de diyeceğim bir söz vardır.”

İmam (a.s): “Biz onun izniyle gelmemiştik ki onun izniyle de geri dönelim. Bu bir sevaptı, biz de onun peşindeydik. İnsan cenaze peşice ne kadar giderse o kadar mükafatlanır.” [71]

İşte böylece İmam (a.s) kendi vazifesine amel etti ve batıldan dolayı hakkı terk etmedi. İnşaAllah O’nun takipçileri de öyle olurlar.

 

39- İMAM CAFER SADIK (A.S) VE DİLENCİ

Mesma’ b. Abdülmelik şöyle diyor:

Biz Mina’da İmam Cafer Sadık (a.s)’ın huzurunda oturmuş ve yanımızda bulunan üzümden yiyorduk. Bu sırada bir dilenci gelerek İmam (a.s)’dan yardım istedi. İmam (a.s) da bir salkım üzümün ona verilmesini emretti.

Dilenci: “Benim üzüme ihtiyacım yoktur; para varsa para veriniz” dedi.

İmam (a.s): “Allah sana genişlik versin” buyurdu.

Dilenci gitti. Birkaç adım attıktan sonra pişman olarak geri dönüp: “Üzümü veriniz” dedi.

İmam (a.s): “Allah sana genişlik versin” buyurarak ona bir şey vermedi.

Daha sonra başka bir dilenci geldi. İmam (a.s) ona üç tane üzüm verdi.

Dilenci üzümü alarak: “Allah’a hamd olsun ki, beni rızıklandırdı” dedi.

Gitmek istediğinde İmam (a.s) ona: “Dur!” dedi. Sonra ona bir avuç dolusu üzüm verdi.

Dilenci üzümü alarak: “Allah’a hamd olsun ki, beni rızıklandırdı” dedi.

İmam (a.s) tekrar ona: “Dur, gitme!” buyurdu.

İmam (a.s) hizmetçiye: “Yanında ne kadar para vardır?” diye sordu.

Hizmetçi: “Yaklaşık yirmi dirhem” dedi.

İmam (a.s): “Onu da bu fakire ver” diye emretti.

Dilenci tekrar şöyle dedi: “Allah’ım, sana hamdolsun; bu nimet yalnız sendendir; sen teksin ve eşsizsin.”

Gitmek istediğinde İmam (a.s): “Dur, gitme” diye buyurdu.

Daha sonra gömleğini çıkararak fakire: “Al, giy” buyurdu.

Dilenci o gömleği giyip şöyle dedi: “Allah’a hamd olsun ki, bana elbise verdi ve beni giyindirdi.”

Daha sonra İmam (a.s)’a dönerek: “Allah size iyi mükafat versin” dedi. Artık bundan başka bir şey söylemedi ve çekip gitti.

Ravi diyor ki: Bizim tahminimiz şuydu ki, eğer fakir adam bu defa da Allah’a şükredip İmam (a.s)’a dua etmeseydi, İmam (a.s) yine ona bir şeyler verecekti ve durum böylece devam edecekti. Çünkü Allah’a şükrettikçe İmam (a.s) ona bağışta bulunuyordu.[72]

 

40- MAZERET YOLUNUN KAPANMASI

Âl-i Sâm’ın kölesi Abdul’a’la şöyle diyor: İmam Cafer Sadık (a.s)’dan şöyle buyurduğunu duydum:

“Güzelliğinden dolayı günaha bulaşan güzel bir kadını, kıyamet günü İlahi adalet mahkemesine getirdiklerinde: “Neden günah işledin?” diye soracaklar.

Cevaben şöyle diyecektir: “Allah’ım, beni güzel yarattın, bu yüzden günah işledim!”

Bu sırada Allah-u Teala, Hz. Meryem’i getirmelerini emredecektir. O kadına: “Sen mi daha güzelsin yoksa bu mu? Biz onu daha güzel yarattık ama o güzelliğinden dolayı aldanıp günaha düşmedi!”

Daha sonra yakışıklığından dolayı günaha düşen yakışıklı bir erkeği sorguya çektiklerinde: “Neden günaha düştün?” diye soracaklardır. O cevaben şöyle diyecektir: “Allah’ım, beni yakışıklı yarattın; bundan dolayı kadınlar bana yöneldi, ben de aldanarak günaha düştüm!”

Bu sırada Yusuf (a.s)’ı getirerek ona: “Sen mi daha yakışıklısın yoksa Yusuf mu? Biz ona cemal ve güzellik verdik ama o aldanarak günaha düşmedi!” denilecektir.

Daha sonra bela ve sıkıntılarından dolayı isyan ederek günaha düşen birisini getirecekler. “Neden isyan ederek günaha düştün?” dediklerinde şöyle diyecek: “Allah’ım, bana şiddetli bela, musibet ve sıkıntılar verdin, bu yüzden isyan ederek günaha düştüm.”

Bu sırada Eyyub (a.s)’ı getirerek o adama şöyle denilecek: “Senin belan mı daha şiddetli idi yoksa Eyyub’un mu? Halbuki biz onu şiddetli belaya uğrattık ama o isyan ederek günaha düşmedi.”[73]

İşte böylece özür ve bahane yolu günahkarlara kapanmış olacaktır.

 

41- YANLIŞ TEFSİRLERİN TEHLİKESİ

Ebu Muhammed el-Askeri babasından İmam Cafer Sadık (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor:

Avam halkın bir şahsı överek onun şahsiyeti ve yüceliği hakkında konuştuklarını duydum. Tanınmayacak bir şekilde onu yakından görmek ve şahsiyetinin ne derecede olduğunu öğrenmek istedim.

Bir gün onu, etrafı avam halkla sarılmış olduğu bir halde gördüm. Ben de yüzümü kapatarak tanınmayacak bir şekilde bir köşede durup onun hareketlerini göz altında bulundurdum. O, halkı aldatıcı bir kılık ve kıyafette idi. Yavaş yavaş halktan ayrılarak bir yola koyuldu. Halk da kendi işleri peşice gittiler.

Ben de onun nereye gittiğini ve ne yaptığını öğrenmek için onun peşine takıldım. Çok geçmeksizin ekmek fırınına gitti. Fırın sahibini dalgın ve gafil bir durumda görünce, iki ekmek çaldı ve onları elbisesinin altına saklayarak yoluna devam etti.

Ben onun bu işine şaşırdım. Kendi kendime dedim ki: Fırıncıyla anlaşmış olabilir ve ihtimalle ekmeyin parasını önceden vermiş veya sonradan verebilir.

Oradan geçip nar satan bir manava ulaştı. Nar satan manavın önünde biraz durdu. Onun meşgul olduğunu görünce, iki tane nar alarak yoluna devam etti.

Benim şaşkınlığım oldukça çoğaldı. Yine kendi kendime dedim ki: “Onunla bir anlaşması olabilir. Ama neden hırsızlar gibi davranıyor! Onlar meşgul olduklarında onların mallarını götürüyor!” Böylece şaşkınlık içerisindeydim. Nihayet hasta bir adamla karşılaştı; ekmekleri ve narları ona vererek yoluna devam etti. Peşice gederek ona ulaştım. Dedim ki: “Ey Allah’ın kulu! Senin methini duymuştum ve seni yakından görmek istiyordum. Ama bugün senden ilginç şeyler gördüm. Senin bu yaptıkların beni üzdü. Üzüntümün giderilmesi için senden soru sormak istiyorum.”Söz konusu şahıs:

- Ne gördün?

- “Fırıncıdan iki adet ekmek ve manavdan ise iki tane nar çaldın.”

- Sen kimsin?

- “Adem oğullarından ve Muhammed (s.a.a) ümmetindenim.”

- Hangi ailedensin?

- “Peygamber Ehl-i Beytinden.”

- Hangi şehirdensin?

- “Medine şehrinden.”

- Sen Cafer b. Muhammed misin?

- “Evet, ben Cafer b. Muhammed’im.”

- Yazık ki bu nesebi şerafetin sana hiçbir faydası olmamıştır. Zira senin bu soru sorman, baban ve dedenin ilim ve bilgisinden ve Kur’an’dan habersiz olduğunu göstermektedir. Kur’an’dan haberdar olsaydın, beni eleştirmez ve övülecek şeyi inkar etmezdin!.

- “O nedir?”

- Allah’ın kitabı olan Kur’an’dır.

- “Cahil olduğum şey nedir?”

- Allah’ın şu sözüdür: “Kim (Allah’ın huzuruna) iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse, o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.”[74]

Binaenaleyh, ben iki ekmek çaldım iki günah işledim ve iki nar çaldım yine iki günah işledim. Toplam dört günah işlemiş oldum. Ama onları Allah yolunda sadaka verdiğim için onların her birine karşılık on sevap kazandım. Toplam kırk sevap elde etmiş oldum. Dört günah kırk sevaptan azaltılmış olursa, geriye otuz altı sevap kalır. O halde benim şimdi otuz altı sevabım vardır. İşte bundan dolayı, ilim ve bilgiden habersizsin diyorum.

-“Annen yasında ağlasın! Kur’an’dan habersiz olan sensin. Zira Allah Teala buyuruyor ki: “Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.”[75]

Sen ilk önce iki ekmek çaldın, iki günah işledin. İki tane de nar çaldın yine iki günah işledin. Toplam dört günah işlemiş oldun. Halkın malını onların izni olmadan başkalarına sadaka olarak verdin, sevap işlememenle birlikte dört günah daha işlemiş oldun. Toplam sekiz günah işledin. Dört günahın karşısında kırk sevap kazanmış olmadın.

O adam inat ederek bu sözleri kabul etmedi ve ben de onu kendi haline bırakıp gittim.”

İmam Sadık (a.s) bu kıssayı dostlarına naklederken şöyle buyurdular: “Dini meselelerde bu çeşit yanlış tefsir ve yorumlar, bir takım insanların, -hem kendilerinin ve hem de diğer kimselerin- sapmalarına yol açmaktadır.”[76]

 

42- HAKARET YASAK!

Köylü bir adam sürekli olarak İmam Cafer Sadık (a.s)’ın yanına gelip gidiyordu. İmam (a.s) bir süre onu göremeyince yanındakilerden o adamın halini sordu.

İmam (a.s)’ın huzurunda bulunanlardan birisi, o adamı küçümsemek ve onu İmam (a.s)’ın yanında küçük düşürmek için şöyle dedi: “Efendim! O adam avam ve cahil birisidir ve çok önemli bir şahıs değildir!”

İmam (a.s) onun bu sözüne karşı şöyle buyurdu: “İnsanın aslı onun aklıdır; hasebi (şerafet ve üstünlüğü) dinidir; değeri takvasıdır. İnsanlar soy açısından eşittirler; herkes Adem’dendir.”

O adam, İmam (a.s)’ın bu sözünden dolayı utanıp sıkıldı ve artık bir şey demedi.[77]

 

43 – ASLANLARLA YÜK TAŞIYABİLME!

Ebu Hazim Abdulgaffar b. Hasan şöyle diyor:

Mensur’un hükümeti döneminde İbrahim b. Edhem Kufe’ye geldi ve ben de onunla birlikte idim. Ebu Abdullah Cafer b. Muhammed b. Ali el-Alevi de Kufe’ye geldi. Bu sırada İmam Cafer Sadık (a.s) Kufe’den çıkıp Medine’ye dönmek istiyordu. Kufe’nin alim ve büyükleri de İmam (a.s)’ı yolcu ediyorlardı.

Süfyan-i Sevri ve İbrahim b. Edhem (sofuların önderi) İmam (a.s)’ı yolcu edenlerdendi. İmam (a.s)’ı yolcu edenlerden bazıları O’ndan daha ileride gidiyorlardı. Yolun yarısında aniden bir aslanla karşılaştılar.

İbrahim b. Edhem şöyle dedi: “Bekleyin de İmam Sadık gelsin. Bakalım bu aslana ne yapacaktır.”

Derken İmam (a.s) gelip yetişti. Aslanın yolda yattığını Hazrete söylediler. İmam (a.s) aslana yaklaşarak kulağından tutup onu yoldan uzaklaştırdı. Sonra şöyle buyurdu: “İnsanlar Allah’ın emirlerine uymuş olurlarsa, yüklerini bu aslanlara yükleyebilirler.”[78]

 

44 – ŞİDDETLİ SICAKTA ÇALIŞMAK

Ebu Amr eş-Şeybani şöyle diyor:

Bir gün İmam Cafer Sadık (a.s)’ın, işçi elbisesini giyip eline kürek alarak kendi bahçesinde çalıştığını ve mübarek sırtından terler aktığını gördüm.

İmam (a.s)’ı bu halde görünce: “Fedan olayım! Küreği verin de ben çalışayım” dedim.

İmam (a.s): “Hayır! Ben, insanın geçimini sağlaması için güneşin sıcağında zahmet çekmesini seviyorum.” [79]

 

45 – ANİ ÖLÜMDEN KURTULUŞUN YOLU

Bir gün Abbasi halifesi olan Mensur, bir kimseyi İmam Cafer Sadık (a.s)’ı çağırmak için gönderdi. İmam (a.s) onun yanına geldiğinde, Mensur İmam (a.s)’ı, kendi yanında O’nun için serilen halının üzerinde oturttu.

Daha sonra birkaç defa: “Muhammed ve Mehdi’yi yanıma getiriniz” diye seslendi. “Şimdi gelirler” diye cevap verdiler.

Mehdi geldiğinde Mensur İmam (a.s)’a dönerek şöyle dedi: “Ya Eba Abdullah! Sila-i rahim hakkında naklettiğin hadisi, oğlum Mehdi’nin de duyması için tekrar söyleyiniz.”

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Evet! Babam babasından, o da dedesinden, o da Ali (a.s)’dan, o da Resulullah (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Ömründen üç yıl kalan kimse, sıla-i rahim (akrabalara iyilik) ettiğinde, Allah-u Teala onu otuz yıla dönüştürür. Ömründen otuz yıl kalan kimse de sıla-i rahimi (akrabalarla ilişkiyi) kestiğinde, Allah-u Teala, sıla-i rahimi kestiğinden dolayı otuz yıl kalan ömrünü üç yıla dönüştürür.”

İmam (a.s) daha sonra şu ayeti okudu:

“Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır.”

Mensur: “Bu hadis güzeldir ama maksadım bu hadis değildi.”

İmam (a.s): “Evet! Babam babasından, o da dedesinden, o da Ali (a.s)’dan ve o da Resulullah (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu nakletti:

“Sıla-i rahim, evleri onanır; iyi adam olmasalar dahi ömürleri çoğaltır.”

Mensur: “Ya Eba Abdullah! Bu da iyidir ama benim istediğim bu hadis değildir.”

İmam (a.s): “Sıla-i rahim, hesabı kolaylaştırır; (insanı) kötü ölümden korur.”

Mensur: “Evet! Bu hadisi istiyordum.”[80]

Mensur’un hedefi, oğlunun bu hadisi duyarak sıla-i rahim yapmak hususunda onu bu amele teşvik etmekti.

 

46- ZORLUK VE SIKINTILARDAN ŞİKAYET

Mufazzal b. Kays b. Rummane şöyle diyor:

İmam Sadık (a.s)’ın huzuruna vardım. Hayat zorluğu ve geçim sıkıntılarından şikayet ettim ve bana dua etmesini istedim.

İmam (a.s) cariyesine: “Ey cariye! Bize gönderilmiş olan o keseyi getir” dedi.

Cariye istenilen keseyi getirdiğinde İmam (a.s) onu bana vererek: “Bu kesenin içerisinde dört yüz dinar vardır. Onunla geçimini sağla” diye buyurdular.

Arzettim ki: “Canım sana feda olsun! Vallahi halimin perişanlığını anlatmaktan maksadım bu değildi. Sadece bana dua etmenizi istiyordum.

İmam Sadık (a.s) buyurdu ki:

“Dua edeceğim. Ama bütün sorunlarını halka anlatma. Böyle yapmış olur isen, halkın yanında küçülür ve hakir olursun.”[81]

47- DUA VE İNFAKIN KABUL

OLMA ŞARTLARI

Bir şahıs İmam Sadık (a.s)’ın huzuruna vararak şöyle dedi: Kur’an’ı Kerim’de tevilini bilmediğim iki ayet vardır.

İmam (a.s): “Hangi ayetlerdir?”

- Biri; “Beni çağırın (dua edin) size icabet edeyim”[82] ayetidir. Oysa ben Allah’ı çağırmama rağmen duam kabul olmuyor.

- Allah’ın, vaadine aykırı hareket ettiğini mi sanıyorsun?

- Hayır!

- Öyleyse ne demek istiyorsun?

- Bilmiyorum.

- Diğer ayet hangisidir?

- “Neyi infak ederseniz, Allah onun yerine bir başkasını verir”[83] ayetidir.

- Allah’ı vaadine sadık kalmadığını mı sanıyorsun?

- Hayır!

- Öyleyse ne demek istiyorsun?

- Bilmiyorum.

- İnşaallah bu konuyu sana açıklayacağım. Eğer Allah’ın emrettiği şeye itaat ettikten sonra O’nu çağırsaydın sana icabet ederdi. Ama sen Allah’a muhalefet ve isyan etmektesin, o da sana icabet etmiyor.

İnfak ettiğin şeyin yerini başka bir şeyin doldurmadığı sözüne gelince; eğer helal yolla kazanarak yerinde infak etmiş olsaydın, bir dirhem bile olsaydı Allah onun yerine bir başkasını verirdi. Eğer O’nu dua metoduyla çağırsaydın, günahkâr bile olsaydın yine sana icabet ederdi.

- Dua metodu nedir?

- Farzı edâ ettiğinde Allah’ı ulularsın, ta’zim edersin ve edebildiğin kadar O’nu methedersin, Peygamber (s.a.a)’e salât gönderirsin, O’na çokça salât gönderirsin, risaletini tebliğ ettiğine şehadet edersin, hidayet İmamlarına salât gönderirsin. Allah’a hamd-u sena, hidayet İmamlarına salât ve selamdan sonra Allah’ın sana iyiliklerini, güzel ihsanıyla imtihanlarını, sana verdiği nimetlerini, sana yaptığı güzel işlerini hatırlayarak bunlara karşı Allah’a hamd ve şükredersin. Daha sonra hatırladığın günahlarına bir bir ve hatırlamadığın günahlarına ise genel olarak itiraf edersin. Bütün günahlarından Allah’a tövbe ederek, tekrar günaha dönmeyeceğine karar verirsin. O günahlardan pişmanlık duyarak doğru bir niyet, korku ve ümitle Allah’tan bağışlanma diler ve şunları söylersin:

“Allah’ım! Ben günahlarımdan dolayı senden özür ve bağışlanma diliyorum, sana tövbe ediyorum. Öyleyse beni itaatine yönelt, beni bana farz kıldığın, yani seni hoşnut eden her şeye muvaffak kıl. Şüphesiz ben, kendisini nimetlendirmediğin halde senin itaatinden birine ulaşan, onu yapmaya muvaffak olan hiç kimseyi görmedim. Öyleyse, bana öyle bir nimet ver ki, onunla rızvanına ve cennetine ulaşayım.”[84]

Daha sonra hâcetlerini iste. Ümit ederim ki, Allah seni mahrum etmez inşaallah.

 

48- ANNEYE KARŞI KABALIK YAPAN

İbrahim b. Mahzem şöyle diyor:

Ben İmam Sadık (a.s)’ın huzurunda idim. Geceleyin Medine’deki evime döndüm. Annem de benimle birlikte idi. Benimle annem arasında bazı sözler oldu ve ben anneme karşı kabalık yaptım. O gecenin sabahı, sabah namazından sonra İmam Sadık (a.s)’ın yanına gittim. Huzuruna varır varmaz, ben henüz bir söz söylemeden İmam (a.s) şöyle buyurdu:

“Ey İbn-i Mahzem! Neden dün gece annenle konuşurken ona karşı sert davrandın. Bilmiyor musun ki, onun karnı senin iskan ettiğin bir evdi; eteği dinlendiğin bir beşikti, göğsü süt içtiğin bir kaptı. O halde ona karşı sert davranma!”[85]

 

49- İMALI ÖĞÜT

Resulullah (s.a.a)’in hizmetçisi Şekrani şöyle diyor:

Ebu Cafer (Mensur Devanikî) zamanında Beyt’ül-maldan hissemi almak için aracı olacak bir kimsem yoktu. Beyt’ül-malın kapısında şaşkın bir vaziyette durmuştum. Bu esnada gözüm İmam Cafer Sadık (a.s)’a ilişti. Yanına vararak dedim ki: “Allah beni sana feda etsin! Ben sizin hizmetçiniz Şekrani’yim.”

İmam (a.s) bana merhaba dedi ve hal hatırımı sordu. Ben de isteğimi arzettim.

İmam (a.s) bineğinden inerek içeri girdi. Çok geçmeksizin Beyt’ül-maldan bana bir pay alıp getirdi ve torbasını benim torbama boşalttı. Daha sonra şöyle buyurdu:

“Şekranî! Güzel iş herkesten güzeldir ama bize olan nispetinden dolayı bu işin senden (olması) daha güzeldir. Kötü iş herkesten kötüdür ama senden (olması) daha kötüdür!”

İmam (a.s) imalı öğütlerle ona nasihat etti. Çünkü Şekranî şarap içiyordu.[86]

 

50- DOĞRU İNANÇ

Amr b. Harîs şöyle diyor:

İmam Cafer-i Sadık (a.s)’ın huzuruna vardım. İmam (a.s) kardeşi Abdullah’ın evinde idi...

Arzettim ki: “Fedan olayım! İnandığım inancı (doğru olup olmadığını öğrenmek için) sana anlatayım mı?”

İmam (a.s): “Anlat ey Amr!” dedi.

Arzettim ki: Şu inanç üzereyim:

Şehadet ediyorum ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed (s.a.a) O’nun kulu ve elçisidir. Kıyamet günü gelecektir. Namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan ayının orucunu tutmak, müstetî’ olduğunda hacca gitmek, Resulullah (s.a.a)’den sonra Hz. Ali (a.s)’ın, İmam Hasan’ın, İmam Hüseyin’in, İmam Zeyn’ul-Abidin’in, İmam Muhammed Bakır’ın ve ondan sonra da sizin velayetiniz farzdır ve sizler benim İmamlarımsınız. Bu inanç üzerine yaşıyorum, bu inanç üzerine öleceğim ve  bu itikat üzerine de Allah’a itaat ve ibadet edeceğim.”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Ey Amr! Allah’a andolsun ki, benim ve babalarımın dini de -gizlide ve açıkta- böyledir. O halde Allah’tan kork! Hayır dışında dilini koru. Ben kendi kendimi hidayet ettim, deme. Hayır! Allah seni hidayet etmiştir. Öyleyse Allah’ın sana vermiş olduğu nimet karşısında O’na şükret. Geldiğinde yüzüne karşı kınanılan, arkasında yerilen kimselerden olma. Halkı boynuna bindirme (kendine musallat etme). Boynuna bindirmiş olur isen, boynunun kemiklerini kırarlar.”[87]

 

51- CENNET KOKUSUNUN KENDİLERİNE

ULAŞMAYACAĞI KİMSELER

İmam Cafer Sadık (a.s)’ın hizmetçilerinden olan Salime şöyle diyor:

İmam Cafer Sadık (a.s)’ın vefat anında O Hazretin yanında idim. İmam (a.s) bir ara bayıldı. Kendisine gelince şöyle buyurdular: “Hasan b. Ali b. Hüseyin-i Eftas’a yetmiş dinar ver, falan adama bu kadar ver ve falan adama da bu kadar ver.”

Arzettim ki: “Kılıç çekerek seni öldürmek isteyen adama bağışta bulunmak mı istiyorsun?”

Buyurdu ki: “Allah Teala haklarında şöyle buyurduğu kimselerden olmamı istemiyor musun?: “Onlar Allah’ın gözetlemesini emrettiği şeyleri gözeten, Rablerinden sakınan ve kötü hesaptan korkan kimselerdir.”[88]

Evet, ey Salime! Allah Teala cenneti yarattı; kendisini ve kokusunu güzel kıldı. Cennetin kokusu iki bin yıllık bir mesafeden alınmaktadır. Onun bu güzel kokusunu, anne ve babaya karşı gelen, akrabalarla ilişkiyi kesen ve onlara iyilikte bulunmayan bir kimse alamaz.”[89]

 

52- KENDİ ZAMANININ EN ÇOK

İBADET EDENİ

Ravi şöyle diyor:

İmam Musa Kazım (a.s), kendi zamanında en abit, en fakih, en cömert ve en değerli birisi idi.

İmam Musa Kazım (a.s) sürekli olarak gece nafilelerini kılardı. Öyle ki, onlardan sonra sabah namazına başlardı. Sabah namazından sonra da gün çıkıncaya dek takibatla meşgul oluyordu. Sonra secdeye kapanır ve öğleye dek öylece secdede kalırdı.[90]

İmam (a.s) sürekli şöyle dua ederdi:

“Allah’ım! Senden, ölüm zamanı rahatlık, hesap zamanı ise âf diliyorum.”

Yine duasında şöyle derdi: “Azum’ez- Zenbu min abdik? Felyuhsun’il- affu min indik.”

“Allah’ım! Kulunun günahı büyük olmuştur; senin affın ise güzel olmalıdır.”

İmam (a.s), Allah korkusundan öyle ağlardı ki, sakalı göz yaşlarıyla ıslanırdı. İmam (a.s) ailesine ve akrabalarına herkesten daha çok yetişir ve iyilik ederdi. Geceleri sepetiyle Medine fakirlerine un, hurma, altın ve gümüş götürürdü. Bunları tanınmayacak bir şekilde onlara verirdi. Onlar, yardım eden bu şahsın kim olduğunu bile bilmezlerdi.[91]

Ama vefat edince, yardımlar kesildiğinden dolayı o yardım eden şahsın İmam Kazım (a.s) olduğunu anladılar.

 

53- İMAM MUSA KAZIM (A.S)’IN

ŞİALARA TEVECCÜHÜ

İbn-i Sinan şöyle diyor:

Bir gün Harun Reşid, Rum padişahının kendisine gönderdiği bir miktar elbise ve altın dokumalı siyah bir cübbeyi bağış olarak Ali b. Yaktin’e verdi.

Ali b. Yaktin, o elbiseleri ve cübbeyi, malının humusundan bir miktar malla birlikte İmam Kazım (a.s)’a gönderdi. O mallar İmam (a.s)’a ulaşınca, İmam (a.s) o elbise ve malları kabul etti ama cübbeyi o malları getiren şahısla geri çevirdi. Ali b. Yaktin’e de bir mektup yazarak şöyle dedi:

“Bu cübbeyi sakla ve onu elinden çıkarma. Zira yakın bir zamanda ona ihtiyacın olacaktır.”

Ali b. Yaktin, o cübbenin kendisine geri çevrilmesiyle şüpheye düştü ve bunun sebebini de anlayamadı. Bununla birlikte onu sakladı.

Böylece birkaç gün geçti. Ali b. Yaktin’in hizmetçisi de onun İmam (a.s)’a gönderdiği hediyelerden haberdardı. Bu yüzden Harun’un yanına giderek şöyle dedi:

“Ali b. Yaktin, Musa b. Cafer’i (İmam Kazım’ı) İmam biliyor. Her yıl malının humusunu ona gönderiyor. Hatta filan zamanda ona bağışta bulunduğun cübbeyi de humuslarla birlikte O’na gönderdi.”

Harun çok sinirlenerek: “Bunu mutlaka araştıracağım. Eğer durum dediğin gibi olursa, Ali b. Yaktin’i mahvedeceğim” dedi.

Aynı saatte Ali b. Yaktin’in ihzar edilmesini emretti.

Ali b. Yaktin geldiğinde: “Sana bağışta bulunduğum cübbeyi ne yaptın?” diye sordu.

Ali b. Yaktin cevabında şöyle dedi:

“Ey müminlerin emiri! O yanımdadır. Ona koku sürüp ağzı kapalı bir sandığa bırakmışım. Onu koruyorum. Her sabah sandığın kapağını açarak teberrük için onu öpüyor, tekrar yerine bırakıyorum.”

Harun: “Şimdi onu getir!”dedi.

Ali b. Yaktin: “Ey müminlerin emiri! Şimdi onu getiririm” dedi.

Ali b. Yaktin, hizmetçilerinden birini çağırarak şöyle dedi: “Falan eve git ve odanın anahtarını falan hazinedardan al, odanın kapısını açarak üzerini damgaladığım falan sandığı alarak getir!”

Çok geçmeksizin hizmetçi damgalanmış sandığı getirerek Harun’un önüne bıraktı. Harun, damganın kırılarak sandığın açılmasını emretti.

Harun, sandık açıldığında cübbeyi güzel koku sürülmüş bir halde görünce öfkesi yatıştı ve Ali b. Yaktin’e: “Sandığı kendi yerine çevir ve başarılı olarak dön. Artık ara vurucuların senin hakkındaki sözlerini kabul etmeyeceğim” dedi.

Harun, tekrar Ali b. Yaktin’e ödül verilmesini emretti. Daha sonra ara vurucuya bin kırbaç vurmalarını emretti. Söz konusu şahısa beş yüz küsur kırbaç vurulduğunda dayanamayarak öldü.[92]

 

54- İŞİN DEĞERİ

Ali b. Ebi Hamza şöyle diyor:

İmam Musa b. Cafer (a.s)’ı kendi tarlasında çalışırken gördüm. Mübarek bedeni ter içindeydi. İmam (a.s)’ın bu halini görünce dedim ki:

“Fedan olayım! İşçiler nerededirler?”

Buyurdu ki: “Ey Ali! Benden ve babamdan daha iyi olanlar elleriyle çalışmışlardır.”

Ben: “Onlar kimlerdir?” dedim.

Buyurdu ki: Resulullah (s.a.a), Emir’ul-Müminin Ali (a.s) ve bütün babalarım elleriyle çalışıyorlardı. Çalışmak, peygamberlerin, resullerin, vasilerin ve salih insanların adetidir.[93]

 


55- ZALİMLERLE YARDIMLAŞMAK YASAK

Safvan b. Mehran el-Cemmal[94] şöyle diyor:

Bir gün Ebu’l-Hasan İmam Musa Kazım (a.s)’ın yanına uğradım. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Safvan! Senin bir işin hariç diğer bütün işlerin güzeldir!”

Safvan: Fedan olayım! Hangi işim iyi değildir?

İmam (a.s): “Develerini bu adama (Harun Raşid’e) kiraya vermen.”

Safvan: Ey Resulullah’ın oğlu! Haram bir iş için kiraya vermemişim. Harun hacca gitmek istiyor ve ben onları hac yolculuğu için kiraya vermişim. Üstelik kendim de onunla beraber gitmeyeceğim, hizmetçilerimden bazılarını onunla göndereceğim.

İmam (a.s): “Acaba sen Harun’un, alacağını verinceye dek yaşmasını istemiyor musun?”

Safvan: Evet, istiyorum.

İmam (a.s): “Kim, onların (o zalimlerin) bekasını istiyorsa, o da onlardandır; kim de onlardan olursa, ateşte olacaktır.”           

Safvan sözünün devamında şöyle diyor: Ben İmam (a.s)’ın yanından ayrılır ayrılmaz gidip develerimin tümünü sattım. Bu haber Harun’a ulaşır ulaşmaz Harun beni çağırdı. Yanına vardığımda: “Safvan! Develerinin tümünü sattığını duydum!” dedi.

Ben cevabında: “Evet, hepsini sattım” dedim.

Harun: “Neden?!” dedi.

Cevaben: Ben artık yaşlanmışım, hizmetçiler de işlerini iyi yapmıyorlar” dedim.

Harun: “Hayır! Sana böyle yapmayı emreden şahsın kim olduğunu biliyorum. Böyle yapmayı Musa b. Cafer sana emretmiştir” dedi.

Benim Musa b. Cafer’le ne işim vardır!” dedim.

Harun sinirli bir şekilde: Bu sözleri bir kenara bırak! “Andolsun ki, eğer eski dostluğumuz olmasaydı, şimdi başının bedeninden ayrılmasını emrederdim.”[95]

 

56- HERKESTEN DAHA YAKIN!

Bir gün Ebu Hanife, İmam Cafer Sadık (a.s)’ın huzuruna vararak şöyle dedi:

“Ben oğlun Musa’yı (İmam Kazım’ı) namaz kılarken gördüm. Halk onun önünden geçiyordu, o ise onlara mani olmuyordu. Halbuki bu iş doğru değildir!”

İmam Sadık (a.s): “Oğlum Musa’yı çağırın gelsin” dedi. İmam Musa Kazım (a.s) babasının yanına geldiğinde İmam Sadık (a.s) ona şöyle buyurdu:

“Ebu Hanife diyor ki: Musa namaz kılıyordu, halk da onun önünden geçiyordu ama o, onları bu işten nehy etmiyordu.

İmam Musa Kazım (a.s) babasının cevabında şöyle dedi: “Babacığım! Kendisi için namaz kıldığım zat, herkesten bana daha yakındır. Zira Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Biz insana, onun şah damarından daha yakınız.”[96]

İmam Sadık (a.s) (küçük yaşta olan) oğlunu bağrına basarak şöyle buyurdu: “Babam ve anam sana fada olsun ey kalbinde ilahi sırlar olan!”[97]

 

57- İMAM RIZA (A.S) VE YOLDA

KALAN YOLCU

Yese b. Hamza şöyle diyor: 

İmam Rıza (a.s)’ın huzurunda oturup konuşuyorduk Bir grup kimseler de helal ve haramla ilgili meseleler soruyorlardı. Bu sırada uzun boylu esmer bir adam içeri girerek şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın oğlu! Ben, sizi ve dedelerinizi sevenlerdenim. Hacdan dönüyorum. Yol azığım tükenmiş ve beni vatanıma ulaştıracak param da kalmamıştır. Eğer uygun görüyorsanız, şehrime ulaştıracak miktarda bana yardımda bulununuz. Ben orada verdiğiniz para miktarında sizden taraf sadaka vereceğim. Çünkü ben sadaka ehli değilim.

İmam (a.s) o adama: “Otur Allah sana merhamet etsin” buyurdu. Sonra halka dönerek onlarla konuşmaya başladı. Nihayet halk dağıldı. Odada o adam, Süleyman-i Caferi, Hayseme ve ben kaldık...

Daha sonra İmam (a.s) kalkarak diğer bir odaya girdi. Az sonra elini kapının üzerinden çıkararak: Horasanlı nerededir?” buyurdu.

Horasanlı adam: “Ben buradayım” dedi.

İmam (a.s): “Bu iki yüz dinarı al, yolculuk ihtiyaçlarını karşıla, onunla teberrük et ve benden taraf da onu sadaka vermen gerekmez. Dışarı çık da ne ben seni göreyim ve ne de sen beni göresin!”

Horasanlı adam çıkıp gittiğinde İmam (a.s) içeri geldi. Süleyman İmam (a.s)’a: “Fedan olayım! Ona büyük lütufta bulundun, ona çok merhamet ettin! Dinarları verirken neden kapı arkasında saklandın?” diye sordu.

İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdular: “Onun yüzünde, istekte bulunma ezikliğini görmemek için böyle yaptım...”[98]

 

58- ÖNCE ANLAŞMA SONRA İŞ

İmam Rıza (a.s)’ın dostlarından olan Süleyman b. Cafer el-Caferî şöyle diyor:

Ben bir iş için İmam Rıza (a.s)’ın yanına gitmiştim, işim bitince evime dönmek istedim. Ama İmam (a.s): “Bu gece bizim yanımızda kal” diye buyurdular.

İmam (a.s)’la beraber O’nun evine gittik. İmam (a.s)’ın hizmetçileri çalışmakla meşguldüler. İmam (a.s), onlardan olmayan bir zencinin de onlarla birlikte çalıştığını görünce: “Bu adam kimdir?” diye sordu.

Hizmetçileri: “Bize yardım ediyor. Ona bir şey vereceğiz” dediler.

İmam (a.s): “Onun ücretini belirlemiş misiniz?” diye sordu.

Hizmetçileri: “Hayır! Her ne verirsek razı olur” dediler.

İmam (a.s) onların bu işlerinden dolayı çok sinirlendi.

Ben: Fedan olayım! Neden böyle rahatsız oluyorsunuz? dedim.

İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Ben defalarca demişim ki, bir işçinin ücretini belirlemeden onu çalıştırmayın. Eğer bir adam ücret tayin edilmeden bir iş yaparsa, ücretinin üç misli kadar ona para da versen, yine de az verdiğini sanacaktır. Ama eğer ücretini önceden tayin etmiş olsan ücretini verdiğinde, sözüne amel ettiğinden dolayı senden razı ve hoşnut olacaktır. Eğer anlaştığın ücretten az da olsa bir miktar fazla vermiş olur isen, fazla verdiğini anladığından dolayı sana teşekkür edecektir.”[99]

 

59- BABAYLA İYİ GEÇİNMENİN

GEREKLİLİĞİ

Bekr b. Salih şöyle diyor:

Damadım İmam Cevad (Muhammed Taki)(a.s)’a bir mektup yazarak şöyle dedi: Babam nasibi (Ehl-i Beyt düşmanı) ve inancı bozuk birisidir. Ondan taraf çok zorluk ve çileler çekmişim. Fedan olayım, bana dua ediniz. Kurbanınız olayım, sizin bu konuda görüşünüz nedir? Canım size feda olsun, ona karşı düşmanlık mı edeyim, yoksa onunla müdara mı edeyim?

İmam Cevad (a.s) onun cevabında şöyle yazdı:

“Mektubunun içeriğini ve babanla ilgili yazdığın sözleri anladım. İnşaallah senin hakkında dua etmeyi terk etmeyeceğim. Şunu da bil ki, müdara etmek senin için düşmanlık yapmaktan daha iyidir; her zorlukla bir de kolaylık vardır. O halde sabret; güzel sonuç muttakiler (Allah’tan korkanlar) içindir. Allah seni, Ehl-i Beyt’in velayet ve dostluğunda sabit kılsın. Biz ve siz Allah’ın emanetleriyiz, Allah kendi emanetlerini zayi etmez.”

Bekr diyor ki: Artık ondan sonra damadımızın babasının ahlakı değişti ve hiçbir şeyde oğluyla muhalefet etmedi.[100]

 

60- RABBANİ ALİMLERDEN TAKDİR

Muhammed b. İshak ve Hasan b. Adem şöyle diyorlar:

Biz, Zekeriyya b. Adem’in [101] vefatından sonra hac amellerini yapmak için Mekke’ye doğru hareket ettik. Yolun yarısında İmam Cevad (Muhammed Takî) (a.s)’ın mektubu bize ulaştı. İmam (a.s) o mektupta şöyle yazmıştı: “Allah Teala’nın, Zekeriyya b. Adem hakkındaki kazasını hatırladım. Allah-u Teala ona, doğduğu, öldüğü ve dirileceği gün rahmet etsin. O, hayatı boyunca hakkı tanıyan bir şahıs olarak yaşadı, ona kalpten inandı, onun için bütün zorluklara katlandı, Allah ve Resulünün sevdiği şeyi yapmaya çalıştı.

O, herhangi bir şeyi bozmadan ve haksız yere herhangi bir şeyi değiştirmeden tertemiz dünyadan göçtü. Onun vasisi (Hasan b. Muhammed b. İmran) hakkında da görüşümüz değişmemiştir. Biz onu söylenenden daha iyi tanıyoruz.”[102]

 

61- İMAM CEVAD (A.S)’IN

DOSTLARINDAN BİRİNE MEKTUBU

İmam Cevad (a,s)’ın, mübarek eliyle Ali b. Mehziyar’a yazdığı mektubu okudum. Mektubun içeriği şöyleydi:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Ey Ali b. Mehziyar! Allah Teala sana en iyi mükafatta bulunsun; cennetinde seni yerleştirsin; dünya ve ahiret horluğundan seni korusun; Allah seni bizimle haşr etsin.

Ey Ali! Seni, hayır severlikte, itaat etmede, hizmette, saygı göstermekte ve dini vazifelerini yapmada denedim. Eğer senin gibi birisini görmemişim diyecek olursam, doğru söylemişimdir. Allah senin yerini Firdevs cenneti kılsın.

Ey Ali! Senin gece ve gündüz, sıcakta ve soğukta yapmış olduğun hizmetler bize gizli değildir. Allah’tan, kıyamet günü bütün mahlukların bir araya toplanacağı gün seni herkesin gıpta edeceği bir rahmetin içerisine almasını diliyorum. Allah duaları duyan ve icabet edendir.”[103]

 

62- İMAM HADİ (A.S) FAKİRLERİN

KERVANSARAYINDA

Salih b. Said şöyle diyor:

İmam Hadi (a.s)[104] Samerra’ya geldiği gün O’nun huzuruna vardım. Arzettim ki: Fedan olayım! Bu zalimler, mümkün olan her vesileyle sizin nurunuzu söndürmek ve sizi küçük düşürmek istiyorlar. Öyle ki, fakir ve dilencilerin yeri olan bu kötü kervansarayda size yer vermişlerdir.

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Ey İbn-i Said! Fakirlerin bulunduğu bu yerde olduğumuzu mu zannediyorsun?!”

Daha sonra eliyle bir yöne işaret ettiler. Bu esnada çok güzel meyveli bahçeler, akan nehirler, inci gibi güzel hizmetçiler gördüm. Oldukça şaşırmıştım. İmam (a.s) (bu durumumu görünce) şöyle buyurdular: “Ey İbn-i Said! Biz nerede olursak, bu (nimetler) bizim içindir. Biz fakir ve dilencilerin kervansarayında değiliz!”[105]

 

63- İMAM HADİ (A.S)’IN EVİNE SALDIRI

Muhammed Bathanî isminde bir şahıs, kovuculuk için Abbasî halifesi Mütevekkil’in yanına giderek: “Ebu’l-Hasan’ın (İmam Hadi’nin) aleyhinizde kıyam yapmak için evinde bir takım silah ve mallar vardır” dedi.

Mütevekkil, Said-i Hacib’e, geceleyin İmam Hadi (a.s)’ın evine saldırmasını ve evinde bulunan bütün silah ve malların kendisine götürülmesini emretti.

Said şöyle diyor: Geceleyin İmam Hadi’nin evine gittim. Kendimle bir tane de merdiven götürmüştüm. Onunla damın üzerine çıktım. Sonra ondan inerek İmam’ın evine girdim. Gece çok karanlıktı. Odaya nereden ve nasıl gireceğimi bilmiyordum. İmam Hadi, odasından bana: “Ey Said! Mum getirmeleri için olduğun yerde dur!” diye seslendi. Çok geçmeksizin bir mum getirdiler. İçeriye girdiğimde İmam Hadi’nin, üzerinde yünden bir cübbe, başında bir külah, önündeki hasırın üzerinde seccadesinin açılı olduğunu ve kendisinin de kıbleye yönelik oturmuş olduğunu gördüm. Bana hitaben: “Bu odaları arayabilirsin!” dedi.

Odaları teker teker aradım ama önemli bir şey bulamadım. Sadece Mütevekkil’in annesinin damgasıyla damgalanmış bir kese vardı. İmam Hadi: “Bu seccadenin altına da bak” dedi. Seccadeyi kaldırdığımda kınında olan bir kılıç gördüm. Onu da alarak hepsini Mütevekkil’in yanına götürdüm.

Mütevekkil, annesinin kesenin üzerindeki damgasını görünce, onun peşi sıra adam yolladı. Annesi geldiğinde olayın neden ibaret olduğunu sordu.

Annesi cevabında şöyle dedi: Sen hastalandığında, iyileştiğin takdirde kendi malımdan on bin dinar Ebu’l-Hasan’a (İmam Hadi’ye) vermem için adakta bulundum. Sen iyileştikten sonra o miktar parayı bu keseye bırakarak ona gönderdim. İşte bu kese üzerindeki damgandır ve Ebu’l-Hasan hala onu açmamıştır.”

Mütevekkil ikinci keseyi açtı; onda ise dört yüz dinar vardı. Sonra bir keseyi de annesinin kesesi üzerine bırakmamı ve her iki keseyi o kılıçla beraber Ebu’l-Hasan’a geri çevirmemi emretti.

Said sözünün devamında şöyle diyor:

“Ben keseleri ve kılıcı İmam Hadi’ye geri çevirdim ve O’ndan oldukça utandım. Bu yüzden şöyle dedim: Efendim! İzinsiz evinize girmem bana çok ağır geldi ama ben bu iş için görevliydim.”

İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Haksızlık edenler, hangi dönüşe döndürüleceklerini (hangi cezaya uğrayacaklarını)  yakında bileceklerdir.”[106]

 

64- SIKINTI ANINDA  ALLAH’IN

NİMETLERİNİN HATIRLATILMASI

Ebu Haşim-i Caferî şöyle diyor:

Bir ara şiddetli bir şekilde sıkıntı içerisinde idim ve İmam Hadi (a.s)’ın yanına uğradım. İçeriye girmek için İmam (a.s) bana izin verdi. İmam (a.s)’ın huzurunda oturduğumda şöyle buyurdular:

“Ey Ebu Haşim! Allah’ın sana vermiş olduğu nimetlerinin şükrünü yerine getirebilir misin?”

Benim dilim düğümlendi ve ne diyeceğimi bilemedim. Ben konuşmadan İmam (a.s) buyurdu ki:

“Allah-u Teala sana iman vermiştir ve bundan dolayı da bedenini cehennem ateşine haram kılmıştır. Sana sağlık vermiştir; bu vesileyle itaat ve kulluk etmek için sana yardımda bulunmuştur. Sana kanaat vermiştir; bununla da senin haysiyetini korumuştur.”

Sonra şöyle buyurdular: “Ey Ebu Hişam! İlk başta bu nimetleri sana hatırlatmamın sebebi, bunları sana veren kimse hakkında bana şikayette bulunmandan korktuğumdan dolayıdır. Şimdi yüz dinarın (altının) sana verilmesini emrettim ve onlarla geçimini sağla.”[107]

 

65- YÜZÜK KAŞI!

İmam Hadi (a.s)’ın Samerra’da Yunus isminde nakkâş bir komşusu vardı. Sürekli İmam (a.s)’ın huzuruna varıp hizmetinde bulunuyordu. Bir gün titrer bir halde İmam (a.s)’ın yanına gelerek şöyle dedi: “Efendim! Aileme iyilikte bulunmanızı vasiyet ediyorum.”

İmam (a.s): “Ne olmuş?”

Yunus: “Ölüme hazırlanmışım!”

İmam (a.s) gülümseyerek: “Ne için?”

Yunus: Musa b. Boğa[108] üzerinde nakış yapmam için çok değerli bir yüzük kaşı bana gönderdi. Nakkaşlık yaparken yüzük kaşı kırılarak ikiye bölündü. Yarın onu vermem gerekir. Musa b. Boğa’nın nasıl birisi olduğu ise herkesin malumudur. Eğer onun kırıldığını öğrenirse, ya beni öldürecektir veya bana bin kırbaç vuracaktır.

İmam (a.s): “Git evine. Yarın hayırdan başka bir şeyle karşılaşmayacaksın.”

Yunus ertesi gün, tekrar titrer bir vaziyette İmam (a.s)’ın yanına gelerek: “Musa b. Boğa’nın elçisi yüzük kaşını almak için gelmiştir” dedi.

İmam (a.s): “Onun yanına git; hayırdan başka bir şey görmeyeceksin.”

Yunus: “Efendim! Ona ne söyleyeyim?”

İmam (a.s) gülümseyerek: “Onun yanına git ve ne diyeceğini dinle, hayırdan başka bir şey olmayacaktır.”

Yunus, İmam (a.s) sözü üzerine gitti. Çok geçmeksizin gülümseyerek geri dönüp şöyle dedi: Efendim! Musa b. Boğa’nın yanına gittiğimde şöyle dedi: Kadınlar birbirleriyle kavga yapıyorlar. Mümkünse o yüzük kaşını ikiye böl. Böyle yaparsansa, seni müstağni kılarım.

İmam (a.s) Allah’a şükrettikten sonra Yunus’a: “Ona ne söyledin?”

Yunus: Ona dedim ki: Bana fırsat ver de onun hakkında düşüneyim.

İmam (a.s): “İyi söylemişsin.”[109]

İşte böylece nakkâş Yunus, kendi hayatını tehdit eden sorundan kurtulmuş oldu.

 

66- İMAM HASAN ASKERİ (A.S)

VE İŞKENCECİLER

Abbasi halifesi Muhtedi zamanında İmam Hasan Askerî (a.s)’ı zindana attılar. Zindan ban (gardiyan) ise Salih b. Vasif’ti.

Ehl-i Beyt düşmanlarından bazı kimseler, zindan banın yanına giderek ondan, İmam Hadi’ye daha fazla baskı yapılmasını ve işkenceye tabi tutulmasını istediler.

Zindan ban onların cevabında şöyle dedi: Ne yapayım? En kötü insanlardan iki kişiyi, Hasan Askeri’yi işkenceye tabi tutmakla görevlendirdim. O iki kişi, onun ibadet, dua, hal ve hareketlerini görerek etkilenip onlar da namaz ve ibadete koyuldular.

Sonra onları ihzar ederek: “Neden böyle oldunuz? Neden ona işkence yapmıyorsunuz?” diye sordu.

Onlar cevabında şöyle dediler: “Gündüzleri oruç tutan, geceleri ise ibadetle geçiren birisi hakkında ne diyebiliriz? O ne konuşuyor ve ne de ibadetten başka bir işle meşgul oluyor. Bize baktığında bedenimiz titriyor ve kendimize hakim olamayacak bir şekilde bizi korku sarıyor.

Ehl-i Beyt düşmanları bu sözleri duyunca, ümitsiz bir şekilde başlarını öne eğerek geri dönüp gittiler.[110]

 

67- İMAM HASAN ASKERİ (A.S)’IN

BÜYÜK ALİMLERDEN BİRİNE MEKTUBU

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın, Şia’nın büyük alimlerinden olan Ali b. Babeveyh-i Kummî’ye yazdığı mektup:

“Bismillahirrahmanirrahim... Ey Ali! Sürekli sabırlı ol, fereci (kurtuluşu) bekle. Nitekim Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin en üstün ameli kurtuluşu beklemektir.” Şialarımız, Kâim olan oğlum (Hz. Mehdi) zuhur edene dek sürekli sıkıntı ve üzüntü içerisinde olacaklardır. Nitekim Resulullah (s.a.a) onun zuhur edeceğini müjdeleyerek şöyle buyurmuştur: “O, yeryüzünü, zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi adalet ve kıstla dolduracaktır.” Ey şeyhim! Ey Ebu’l-Hasan! Sabret ve bütün Şialara da sabretmelerini söyle. Şüphesiz, yeryüzü (onun saltanat ve mülkiyeti) Allah’ındır. Onu, İstediğine miras olarak verir. Sonuç da (zafer açısında) Allah’tan çekinenler içindir. Allah’ın selam, rahmet ve bereketi, sana ve bütün Şialarımızın üzerine olsun. Allah’ın salat ve selamı da Muhammed ve Âli’ne olsun.”[111]

 

68- RESULULLAH (S.A.A)’İN SÖZLERİNDE

HZ. MEHDİ (A.S)’IN GAYBETİ

İmam Ali (a.s) diyor ki: Resulullah (s.a.a) bana hitaben şöyle buyurdular:

“...Ya Ali! Sen bendensin ve ben de sendenim. Sen benim kardeşim ve vezirimsin. Vefat ettiğimde bir takım kimselerin göğüslerinde sana karşı kin ve düşmanlıklar kendini gösterecektir. Benden sonra bir takım helak edici kör fitneler vuku bulacaktır. Bu fitne herkesi saracaktır. Bu olay, senin soyundan olan yedinci İmam’ın (Hz. Sadık’ın) evlatlarından beşincisi İmam’ın (Hz. Mehdi’nin) gaybetinden sonra baş gösterecektir. Onun gaybete çekilmesiyle yer ve gök ehli mahzun olacaklardır. Nice mümin erkek ve kadınlar, onun gaybeti döneminde âh çekecek, dertli ve hayranlık içerisinde olacaklardır.”

Daha sonra Resulullah (s.a.a) başını aşağı eğdi. Sonra başını kaldırarak şöyle buyurdular:

“Babam ve anam, adaşım olan, benim ve Musa b. İmran’ın benzeri olan kimseye feda olsun. Onun üzerinde nurdan elbiseler vardır...

Onun gaybetinde dertli ve üzüntülü olanlar için üzülüyorum. Onlar, yakından duyulan bir ses gibi uzaktan bir ses duyacaklar. Bu ses, müminler için bir rahmet ve kafirler için ise bir azaptır.”

Emir’ul-Müminin (a.s) diyor ki: Resulullah (s.a.a)’e: “O ses ne sesidir?” dediğimde buyurdular ki: “Recep ayında üç defa, uzakta ve yakında olanların duyacağı bir ses gelecektir. Birinci seste şöyle denilecektir: “Ela lanetullah alel kavm’iz- zalimin.” (Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.)

İkinci seste ise, şöyle denilecektir: “Ezifet’il- azife.” (Kıyamet günü yaklaşmıştır.)

Üçüncü seste ise, güneşin yakınında birisinin şöyle dediği görülecektir: “Ey insanlar! Bilin ki, Allah-u Teala falan oğlu falanı -İmam Ali’ye kadar babalarının ismini sayacaktır- göndermiştir. Artık zalimlerin helak olma zamanı gelmiştir. İşte bu zaman kurtuluş zamanıdır (Hz. Mehdi’nin zuhur etme zamanıdır); dostlarının göğüslerine şifa verecektir; kalplerindeki hıncı giderecektir.”

Emir’ul-Müminin Ali (a.s) diyor ki Hz. Peygamber’e: “Ya Resulellah! Benden sonra kaç İmam olacaktır?” diye sorduğumda buyurdular ki: “Hüseyin’den sonra dokuz İmam olacaktır; onların dokuzuncusu ise, onların kâimi (kıyam edeni)’dir.”[112]

 

69- HZ. ALİ (A.S)’IN SÖZÜNDE İMAM

MEHDİ (A.S)’IN GAYBETİ

İmam Hasan (a.s), babası Hz. Ali (a.s)’dan şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Allah-u Teala, ahir zamanda, çok sıkıntılı bir dönemde ve halkın dini meselelerden cahil kaldığı bir asırda, (insanların hidayeti için) bir şahıs gönderecektir. Allah Teala onu melekleriyle teyit edecek, onun yardımcılarını koruyacak, kendi ayet ve nişaneleriyle ona yardımda bulunacak ve onu yeryüzüne musallat kılacaktır; öyle ki, herkes isteyerek veya istemeyerek Allah’ın dinini kabul etmek zorunda kalacaktır.

O yeryüzünü adalet, nur ve burhanla dolduracaktır. Yeryüzünde yaşayan bütün insanlar ona boyun eğecektir. İman etmemiş bir kafir, ıslah olmamış bir facir bile kalmayacaktır.

Onun saltanatı zamanında yırtıcı hayvanlar sulh içerisinde yaşayacak, yeryüzü bitkilerini çıkaracak, gök bereketini indirecek, hazineler onun için aşikar olacak ve 40 yıl doğu ve batıya hükümet edecektir. Ne mutlu onun dönemini gören ve sözlerini duyan kimseye!”[113]

 

70- İLGİNÇ BİR ÖYKÜ

Ahmed b. Ebî Ruh şöyle diyor:

Dinever halkından bir kadın beni çağırdı. Yanına gittiğimde şöyle dedi: “Ey Ebu Ruh’un oğlu! Sen bizim bölgede, din ve takva açısından herkesten daha güvenilir birisin. Sana, sahibine ulaştırman için bir emanet vermek istiyorum.”

Cevabında. “Allah’ın izniyle bunu yaparım” dedim.

Dedi ki: “Bir miktar para bu mühürlü kese içerisindedir. Sakın onu açarak ona bakma. Bu parayı, kesenin ağzını açmadan içerisinde olanı sana söyleyen kimseye ver ancak. Bu da, on dinar değerinde olan küpemdir; on dinar değerinde olan üç tane inci de onun içerisindedir. Benim Sahib’uz- Zaman (a.s)’a bir hacetim vardır. Ondan sormadan onu bana bildirmesini istiyorum.

“Hacetin nedir?” diye sorduğumda şöyle dedi: Annem, evliliğimde on dinar borç almıştır. O borcu kimden aldığını ve onu kime ödeyeceğimi bilmiyorum! Eğer Sahib’uz- Zaman (a.s) onun kim oluğunu sana söylerse, bu keseyi İmam (a.s)’ın gösterdiği kimseye verirsin.

Ben kendi kendime dedim ki: “Eğer Cafer b. Ali (İmam Ali Naki zamanında imamet iddiasında bulunan yalancı Cafer) onu benden isterse, ne söylemem gerekir?

Daha sonra kendi kendime şöyle dedim: Bu, benimle Cafer arasında bir çeşit imtihandır (yani eğer o, zamanın imamı olursa, demeden bilecektir ve benim dememe bile gerek yoktur).

 Ahmed b. Ebi Ruh sözünün devamında şöyle diyor:

Ben o malı alıp Bağdat’ta (İmam (a.s)’ın Vekili olan) Haciz b. Yezid-i Veşşa’nın yanına gittim. Selam verip oturdum.

Haciz: “Bir işin mi vardır?” diye sordu.

Cevabında şöyle dedim: Bir miktar mal yanımda vardır. O zaman onu size verebilirim ki, Sahib’uz-Zaman (a.s) tarafından onu ve miktarını kimin gönderdiğini söyleyesin. Bunları söylediğin takdirde onu size verebilirim ancak.

Haciz dedi ki: “Ey Ahmed! Bu malı Samerra’ya götür.”

Dedim ki: Lâ ilâhe illellah! Ne büyük bir işi üstlenmişim!

Oradan dışarı çıkarak Samerra’ya gittim. Kendi kendime dedim ki: İlk önce Cafer’e uğrayayım. Daha sonra dedim ki: Hayır! İlk önce İmam Hasan Askeri (a.s)’ın evine gideceğim. Eğer doğru cevap verirlerse, emaneti onlara veririm aksi takdirde Cafer’in yanına giderim.

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın evine yetiştiğimde, bir hizmetçi evden dışarı çıkarak: Sen Ahmed b. Ebi Ruh musun?” diye sordu.

Cevabında: “Evet!” dedim.

Hizmetçi: “Bu mektubu al oku!” dedi.

Mektubu alıp okuduğumda şöyle yazılmış olduğunu gördüm:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Ey Ebu Ruh’un oğlu! Dîranî kızı Atike, emanet olarak sana bir kese vermiştir. Senin zannınca bin dirhem onun içerisinde vardır; oysa öyle değildir. Ne keseyi açtın ve ne de onda ne kadar olduğunu öğrenebildin. Ama bil ki, kesede bin dirhem ve elli dinar vardır. Yine o kadın, değerinin on dinar olduğunu tahmin ettiği bir küpe sana vermiştir. Tahmini doğrudur. İki yüzük kaşıyla üç inci de o kesenin içerisindedir. O incileri on dinara almış ama onların değeri on dinardan fazladır. O küpeleri falan hizmetçimize ver; onları ona bağışladım. Sonra Bağdat’a giderek paraları Haciz’e ver ve o paradan bir miktarını ise, yol masrafın için sana verecektir; o parayı al.

Kadının, evlendiğinde annesinin birisinden borç aldığı ve kimden aldığını da bilmediği on dinara gelince; bil ki o, annesinin aldığı borcu, nasibi (Ehl-i Beyt) düşmanı bir kadın olan Ahmed kızı Gülsüm’den almış olduğunu biliyor. Ama o parayı nasibi bir kadına vermek Atike’ye ağır geliyor. O, o parayı fakir kız kardeşleri arasında bölmek istiyor ve bizden de bu konuda icâze istemiştir. O halde o parayı fakir kız kardeşleri arasında taksim etsin.

Ey Ebu Ruh’un oğlu! Cafer’in yanına giderek onu denemen de gerekli değildir. Çabuk kendi evine dön ki, amcan vefat etmiştir. Allah onun mal ve ailesini sana rızk olarak vermiştir.”

Ahmed b. Ebî Ruh diyor ki: Ben hemen Bağdat’a döndüm; para kesesini ise Haciz’e verdim. Haciz de paraları saydı. Para, İmam (a.s)’ın yazdığı miktarda idi. Haciz o paralardan otuz dinar bana verdi. Ben de otuz dinarı alarak Bağdat’taki evime döndüm. Orada amcamın vefat ettiğini bana söylediler. Akrabalar benden, onların yanına gitmemi istediler. Ben de onların yanına gittim. Gerçekten amcam vefat etmişti. Amcamdan üç bin dinarla yüz bin dirhem bana miras yetişti.[114]

 

71- MUKADDES-İ ERDEBÎLÎ

İMAM ZAMAN (A.S)’IN HUZURUNDA

Bir grup cemaat, çok değerli bir alim olan Seyyid Emir Allam’dan şöyle dediğini nakletmektedir:

Gecelerin birinde Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’ın hareminin avlusunda dolaşıyordum ve gecenin çoğu geçmişti. Bu esnada bir adamın hareme doğru geldiğini gördüm. Ona doğru gittim. Yaklaştığımda bir de baktım ki, o şahıs üstad ve mevlamız Ahmed-i (Mukaddes-i) Erdebili’dir. Kendimi ondan sakladım. O haremin kapısına doğru gitti. Kapı kapalıydı ama o kapıya yetişir yetişmez kapı açıldı, o da içeri girdi. Onun, biriyle yavaşça konuştuğunu duydum. Daha sonra haremden dışarı çıktı ve onun çıkmasıyla kapı da kapandı.

Ben onun arkasına takıldım. Necef şehrinden dışarı çıkarak Kufe’ye doğru hareket etti. Ben de, o beni görmeyecek bir şekilde onun peşice gidiyordum. Nihayet Kufe mescidine ulaştı. Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’ın şehit olduğu mihraba doğru gitti. Bir müddet orada durdu. Sonra dönüp camiden dışarı çıkarak Necef’e doğru hareket etti. Ben Necef şehrinin giriş kapısına kadar öylece onun peşice gidiyordum. Orada öksürmem tuttu ve kendimi kontrol edemeyerek öksürdüm. Benim öksürmemi duyunca geriye dönüp bana baktı. Bana: “Sen Emir Allam mısın?” dedi.

Cevabında: “Evet!” dedim.

Üstad: “Burada ne yapıyorsun?” diye sordu.

Dedim ki: “Siz Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’ın hareminin avlusuna girdiğiniz andan itibaren ben sizinleyim. Seni bu kabrin sahibine ant veriyorum ki, bu gece senin için gerçekleşen şeyleri baştan sonuna kadar bana anlat.”

Üstad: “Anlatırım şu şartla ki, hayatta olduğum müddetçe kimseye söylemeyesin!” dedi.

Kimseye söylemeyeceğimden emin olunca şöyle buyurdular: “Evladım! Bazen ilmî meselelerle ilgili bazı sorunlarla karşılaşıyorum. Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’ın huzuruna vararak sorunun çözümünü ondan istiyorum. O Hazret de bu sorularıma cevap veriyor. Bu gece de bir sorunun çözümü için O’nun huzuruna vardım ve Allah’tan, mevlam Ali (a.s)’ın sorularıma cevap vermesini istedim. Aniden kabr-i şeriften bir sesin şöyle buyurduğunu duydum:

“Kufe camisine git ve onu oğlum Kâim (Hz. Mehdi)’den sor! Zira o senin İmamındır.”

Ben de bu emir gereğince Kufe camisine gittim. Sahib’uz-Zaman’ın hizmetine vardım, sorumu sordum ve cevaplarımı alarak geri döndüm. Şimdi de kendi evime gidiyorum.”[115]




[1]- Bihar, c. 82, s. 319.

[2] - Tâha / 1-2.

[3] - Bihar, c. 17, s. 257 ve 287.

[4] - İran padişahı.

[5] - Rum kıralı.

[6] - Bihar, c. 16, s. 282; c. 73, s. 123 ve 126; c. 79, s. 322.

[7] - Bihar, c. 22, s. 60 ve 100; c. 96, s. 117; c. 103, s. 127. Bu öykü, üç rivayetten istifade edilerek nakledilmiştir.

[8] - Bihar, c. 18, s. 108; c. 69, s. 383; c. 71, s. 384.

[9]- Bihar, c. 72, s. 258.

[10]- Bihar, c. 71, s. 296.

[11]- “Tanıklık ediyorum ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed de O’nun elçisidir.”

[12]- Bihar, c. 22, s. 75; c. 68, s. 282.

[13]- Yâsin / 78. Bihar, c. 18, s. 202.

[14]- Bihar, c. 6, s. 306.

[15]- Bihar, c. 41, s. 119.

[16]- Bihar, c. 70, s. 321.

[17]- Bihar, c. 32, s. 245; c. 100, s. 96.

[18]- Kâf /  37.

[19]- Bihar, c. 36, s. 191.

[20]- Bihar, c. 40, s. 297.

[21]- Kadı Şureyh, köse ve çok kurnaz birisi idi; halkın ihtilaflarını çok ilginç bir şekilde çözüyor ve kadılık işlerinde şaşırılacak bir uzmanlığa sahipti. Ömer b. Hattap onu Kufe’ye kadı olarak atamıştı. Ama Hz. Ali (a.s) onu (bazı nedenlerden dolayı) kadılık makamından azletmek istedi. Fakat Kufe halkı bu karara karşı çıkarak: “Şureyh’i azletmemelisin. Çünkü onu bu makama Ömer atamıştır. Biz sana, Ebu Bekir’le Ömer’in yaptıklarını değiştirmemek şartı üzere biat ettik!” demeye başladılar.

Muhtar-ı Sakafi, hükümeti ele geçirdiğinde onu Kufe’den, halkının hepsi Yahudi olan bir köye sürdü. Haccac Kufe’nin hakimi olduğunda onu Kufe’ye getirtti ve çok yaşlı olmasına rağmen kadılıkla meşgul olmasını istedi. Ama o, bu emir hususunda mazeret diledi ve mazereti de kabul edildi.

Onun hakkında ilginç bir hikaye nakledilmiştir. O hikaye şöyledir:

Şureyh bir müddet Necef-i Eşref’te idi. (Şehrin dışında) Namaza durduğunda, bir tilki gelip onun etrafında oynayarak fikrini dağıtıyordu. Bu olay bir süre böylece devam etti. Nihayet Şureyh bir adam heykeli yaparak onu bir yere bıraktı. Ondan sonra o tilki, onu gerçek bir adam zannederek gelip onun etrafında oynamaya başlıyordu. Bir gün Şureyh arkadan gelerek o tilkiyi yakaladı. Bundan dolayı bu olay Arapların arasında bir darb’ul-mesel olarak söylendi. Şöyle diyorlardı: “Şureh’u edha min’es- sa’leb.” (Şureyh, tilkiden daha kurnaz ve hilekardır.)

Şureyh yetmiş beş yıl kadılık yapmış, sadece ömrünün son iki yılı bu makamdan uzak kalmıştır. Yüz yirmi yaşında ise vefat etmiştir.

[22]- Bihar, c. 33, s. 458; c. 41, s. 155; c. 77, s. 297.

[23]- Mü’min /  60.

[24]- Bihar, c. 93, s. 376.

[25]- Bihar, c. 41, s. 202.

[26] - Bihar, c. 6, s. 242. (Bazı hadislerde müminlerin ruhlarının “Vadiy’us-Selam”da toplandıkları nakledilmiştir. Çev.)

[27] - Bu olay, İmam Hüseyin (a.s)’ın imamet makamından önce vuku bulmuştur. Bihar’ul-Envar 41. cildinin 112. sayfasında ise bu olay imam Hasan’a nispet verilmiştir.

[28] - Bihar, c. 42, s. 117.

[29] - Bihar, c.

[30] - Esma Hz. Fatıma (a.s)’ın yakınlarından ve Habeşe muhacirlerindendi. O, ilk önce Cafer b. Ebî Talib’in eşi idi. Cafer Mute savaşında şehit olunca, Ebu Bekir b. Kuhfe ile evlendi. O büyük bir ihtimalle Hz. Fatıma (a.s)’a gusül verildiğinde Hz. Ali (a.s)’a yardımda bulunmuştur. Şimdiki tabutların şekli onun önerisi üzerine yapılmıştır. Çünkü eski zamanlarda, hatta bazı yerlerde şimdi de cenazeyi birkaç ağacın üzerine koyarak gasil haneye ve kabristana doğru götürüyorlar.

[31] - Ben Şia’yım diyen bir kimse, işte böyle olmalıdır. Ölüsünü bile erkeklerin görmesini istemiyor. Ama ben Şia'yım deyip de erkeklerin önünde soyunan veya dans eden kadın ve kızların veya onların böyle olmasını isteyen ana ve babaların vay hallerine!

[32] - Bihar, c. 43, s. 189.

[33] - Zuhruf / 89.

[34] - Zümer / 37.

[35] - A’râf / 31.

[36] - Fussılet / 44.

[37] - Âl-i İmrân / 97.

[38] - Kâf / 38.

[39] - Enbiyâ / 8.

[40] - Bakara / 286.

[41] - Enbiya / 22.

[42] - Zuhruf / 13.

[43] - “Ey Davud, gerçek şu ki biz seni yeryüzünde bir halife kıldık.” (Sâd / 26)

[44] - “Muhammed, yalnızca bir peygamberdir.” (Âl-i İmrân / 144)

[45] - “Ey Yahya, Kitabı kuvvetle tut.” (Meryem / 12)

[46] - “Ey Musa, gerçekten ben senin Rabbinim.” (Tahâ / 11-12)

[47] - “Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsleridir.” (Kehf / 46)

[48] - “Onlardan biri dedi ki: “Ey babacığım, onu ücretli olarak tutuver; çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı; gerçekten o kuvvetli ve güvenilir biridir.” (Kasas / 26)

[49] - “Allah, dilediğine kat kat arttırır.” (Bakara / 261)

[50] - Bihar, c. 43, s. 86.

[51] - Bihar, c. 43, s. 331.

[52] - a. g. e, c. 43, s. 339.

[53] - Bihar, c. 43, s. 338.

[54] - Bihar, c. 44, s. 104.

[55] - “Yılandan yılan doğar ancak” tabiri, Araplar arasında bir atasözüdür. Bu söz genellikle yiğit ve şecaatli kimseler hakkında söylenir. (Bihar, c. 45, s. 143)

[56] - Bihar, c. 44, s. 110.

[57] - Bihar, c. 44, s. 190.

[58] - Bihar, c. 44, s. 369.

[59] - Bihar, c. 101, s. 16.

[60] - Bihar, c. 46, s. 68.

[61] - Bihar, c. 78, s. 160.

[62] - Şura / 23.

[63] - İsra / 26.

[64] - Ahzab / 33.

[65] - Bihar, c. 45, s. 155-166. (Az bir farklılıkla.) Şimdi de bu ayetleri defalarca okumalarına rağmen gerçek manalarını anlamayan milyonlarca nice cahil ve hatta sözde alim insanlar vardır. Bunları aydınlatmak hepimizin görevidir. (Müt.)

[66] - Bihar, c. 46, s. 237 ve 249. (Az bir farklılıkla.)

[67] - Bihar, c. 27, s. 19, rivayet: 8; c. 47, s. 158; c. 63, s. 103. (Bu öykü, verilen adreslerden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır. Müt.)

[68] - Bihar, c. 46, s. 238.

[69] - O zaman kadı’l-kuzat (baş yargıç) idi.

[70] - Gerçi kadının çığlık atarak ağlaması  doğru bir iş değildi ama cenazeyi teşyî etmek hak bir iştir. Kadının ağlamasından dolayı, cenazenin teşyî edilmesinin de terk edilmesi doğru bir iş değildir.

[71] - Bihar, c. 46, s. 300.

[72] - Bihar, c. 47, s. 42.

[73] - Bihar, c. 7, s. 285; c. 12, s. 341.

[74] - En’am / 160.

[75] - Mâide / 27.

[76] - Bihar, c. 47, s. 238.

[77] - Bihar, c. 78, s. 202.

[78] - Bihar, c. 47, s. 139; c. 71, s. 191.

[79] - Bihar, c. 47, s. 57.

[80] - Bihar, c. 47, s. 163; c. 74, s. 93.

[81] - Bihar, c. 47, s. 34.

[82] - Mü’min / 60.

[83] - Sebe’ / 39.

[84] - Bihar’ul-Envar, c. 93, s. 319; Felah’us-Sâil, s. 38; Uddet-ud Daî, s. 16.

[85] - Bihar, c. 47, s. 349.

[86] - Bihar, c. 47, s. 349.

[87] - Bihar, c. 69, s. 5.

[88] - Ra’d / 21.

[89] - Bihar, c. 74, s. 96.

[90] - Galiba İmam (a.s) zindanda olduğu sırada böyle uzun secdeler yapıyormuş.

[91] - Bihar, c. 48, s. 101.

[92] - Bihar, c. 48, s. 137.

[93] - Bihar, c. 48, s. 115.

[94] - Safvan-i Cemmal, Ehl-i Beyt (a.s)’ın dostlarından, akıllı ve takvalı birisi idi. Birçok devesi vardı. Onları kiraya vererek geçimini sağlıyordu. Safvan, halife Harun Raşid’le, onun hac yolculuğu eşyalarını develeriyle taşıması için bir anlaşma yaptı. Daha sonra İmam Kazım (a.s)’ın yanına uğradı. İmam (a.s) onu bu hususta uyardı...

[95] - Bihar, c. 75, s. 376.

[96] - Kâf / 16.

[97] - Bihar, c. 48, s. 171; c.10, s. 204; c. 83, s. 297 ve 299.

[98] - Bihar, c. 49, s. 101.

[99] - Bihar, c. 49, s. 106.

[100] - Bihar, c. 50, s. 55.

[101] - Bihar, c. 50, s. 104.

[102] - Zekeriyya b. Adem.

[103] - Bihar, c. 50, s. 105.

[104] - İmam Hadi (Ali Naki a.s) H. 212’de Zilhicce ayının yarısında Sorya’da (Medine yakınlarında bir köy) dünyaya geldi. H. 254’de de Recep ayının yarısında 41 yaşında Samerra’da vefat etti. İmamet süresi 33 yıl sürmüştür. Annesinin ismi ise “Semane” idi.

Abbasi halifesi olan Mütevekkil, İmam Hadi (a.s)’ı Yahya b. Herseme’nin memuriyetiyle Medine’den Samerra’ya getirtti. İmam Hadi (a.s), dünyadan göçünceye dek o şehirde kaldı. (Bihar, c. 50, s. 197)

[105] - Bihar, c. 50, s. 202.

[106] - Bihar, c. 50, s. 199.

[107] - Bihar, c. 50, s. 129.

[108] - Abbasi halifesi Mütevekkil’in iktidarlı serdarı.

[109] - Bihar, c. 50, s. 125.

[110] - Bihar, c. 50, s. 308.

[111] - Bihar, c. 50,s. 317. İmam (a.s)’ın bu mektubu, diğer kitaplarda daha geniş nakledilmiştir.

[112] - Bihar, c. 36, s. 337; c. 51, s. 108.

[113] - Bihar, c. 44, s. 20; c. 52, s. 280.

[114] - Bihar, c. 51, s. 295.

[115] - Bihar, c. 52, s. 174.

index