ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
PEYGAMBERLER VE GEÇMİŞ ÜMMETLER

 

90- Hz. Yusuf (a.s) ve Züleyha
91- Hz. Süleyman (a.s) ve Karıncanın Konuşması
92- Üç Anneden Üç Kardeş
93- Kötülerle İyilerin Cezalanması
94- Ölümü Düşünme
95- Günahkardan Nasihat

96- Kurdun Ağzında Bir Çocuk
97- Lokman’ın Oğluna Tavsiyesi


 

90- Hz. Yusuf (a.s) ve Züleyha

Bir gün Hz. Yusuf (a.s), bir grup hizmetçileriyle birlikte bir mahalleden geçiyordu. Mısır melikesi (kraliçesi) Züleyha ise, çöplük dökülen bir yerde oturmuştu. Hz. Yusuf (a.s)’ın oradan geçtiğini görünce şöyle dedi: “Hamd O Allah’a ki, padişahları günahlarından dolayı köle ediyor ve köleleri de itaatlerinden dolayı padişah ediyor.”

Sonra şöyle dedi: “Ey Yusuf! Fakirliğe duçar olmuşuz; bize ihsanda bulun!”

Hz. Yusuf (a.s) cevaben: “ Nankörlük her nimetin afetidir. İsyan ettiğinizden dolayı Allah nimetleri elinizden aldı. Öyleyse günah çirkefleri senden temizlenmesi için Allah’a yönel ve tövbe et. Çünkü isteklerin kabul olması temiz kalp ve temiz amellere bağlıdır.”

Züleyha: Günahlardan tövbe etmedikçe Allah’dan bir şey istemekten utanıyorum. Daha göz yaşı dökmem ve kıskançlık faturasını nedametle ödemem gerekir.”

Hz. Yusuf (a.s): “O halde gayret et; fırsat elden çıkmadan ve süre sona ermeden tövbe et.”

Züleyha: “Ben de aynı itikat üzereyim. Eğer yaşarsam yakında haberi sana ulaşacaktır.”

Sonra Hz. Yusuf (a.s) büyük bir miktarda altının ona verilmesini emretti.

Züleyha ise şöyle dedi: “Ölmeyip yaşayacak kadar yiyecek bana yeterlidir. Ben rahatlık ve refaha dönecek birisi değilim; ben Allah’ın gazabına yakalanmış birisiyim.”

Hz. Yusuf (a.s)’ın evlatlarından biri: “Babacığım! Bu kadın kimdir; onun haline çok acıdım?” diye sordu.

Hz. Yusuf (a.s): “İntikam tuzağına yakalanmış fakir bir kadındır” buyurdu.

Daha sonra Hz. Yusuf (a.s) onunla evlendi; onu bakire bulunca: “Neden böyle; oysa senin kocan vardı?” dedi.

Züleyha: “Kocam, (cinsi ilişkide) iktidarsız birisi idi.” diye cevap verdi.[1]

 

91- Hz. Süleyman (a.s) ve Karıncanın Konuşması

Allah-u Teala Hz. Süleyman’a eşsiz bir saltanat bağışladı. Cinleri hizmet etmeleri için onun emrine bıraktı. Büyük teşkilatını istediği yere götürebilmesi için rüzgarı onun emrine verdi ve yaratıkların dillerini ona öğretti.

Cin, insan ve kuşlarla beraber gittiği bir yolculukta karıncaların vadisinden geçerken karıncalardan biri şöyle dedi: “Ey karınca topluluğu! Kendi yuvalarınıza girin. Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi ezip geçmesinler.”[2]

Rüzgar, karıncanın bu sözünü Hz. Süleyman havadan onların vadisi üzerinden geçerken onun kulağına ulaştırdı. Hz. Süleyman durarak: “Karıncayı bana getirin” diye emretti. Karıncayı getirdiklerinde Hz. Süleyman: “Benim Allah’ın Peygamberi olduğumu ve kimseye zulmetmeyeceğimi bilmiyor musun?” dedi.

Karınca: “Evet, biliyorum” dedi.

Hz. Süleyman: “O zaman neden karıncaları benim zulmümden korkuttun ve ‘Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin’ dedin?”

Karınca: “Karıncaların, senin ziynet ve saltanatına bakıp ona meftun olmalarından ve böylece Allah’tan uzaklaşarak diğer şeylerle meşgul olmalarından korktum” dedi.

Karınca daha sonra: “Ey Süleyman!... Neden Allah-u Teala, diğer güçler arasından rüzgarı senin emrine verdi?”

Hz. Süleyman: “Benim bu konuda bir bilgim yoktur.”

Karınca: “Allah-u Teala, onu sana vermekle şunu kastetmiştir: Bu rüzgarı senin emrine verdiğim gibi, bu dünyayı senin emrine vermiş olsam, onların zevali rüzgarın zevali gibidir (rüzgarın hareketi gibi onlar da hemen yok olup gitmektedir.)

İşte bu esnada Hz. Süleyman (a.s), onun bu sözünden dolayı güldü.[3]

 

92- Üç Anneden Üç Kardeş

İmam Muhammed Bakır (a.s)’dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“İsrail oğulları arasında çok serveti olan akıllı bir kişi vardı. O adamın üç oğlu vardı. Onlardan biri iffetli ve takvalı kadından doğmuştu. Diğer ikisiyse, iffetli ve salihe olmayan kadınlardandı. İffetli kadından olan oğlu kendisine daha çok benziyordu.

Adamın ölüm zamanı ulaştığında oğullarına: “Benim bu servetim sadece sizlerden birisi içindir” dedi.

Baba öldükten sonra büyük oğul: “Babamın maksadı ben idim” dedi. İkinci oğul: “Hayır, babamın maksadı bendim” dedi. Küçük oğul da o şahısın kendisi olduğunu söyledi.

Sorunlarının çözümü için hakimin yanına gittiler.

Hakim cevaben şöyle dedi: Sizin sorununuz hakkında hüküm verecek ve ihtilafınızı giderecek herhangi bir sözüm yoktur.

Siz Beniğimam (veya Benieğnam) kabilesindeki üç kardeşin yanına gidiniz; onlar sizin sorununuza çözüm bulurlar.

Üç kardeş birlikte Beniğimam kardeşlerinden birinin yanına gittiler ve onu çok yaşlı bir şahıs olarak gördüler. Macerayı ona anlatınca, o: “Yaşı benden büyük olan kardeşimin yanına gidin” dedi.

Onlar ikinci kardeşin yanına gittiklerinde, onu orta yaşlı birisi olarak gördüler; o simada birinci kardeşten daha genç görünüyordu.

O da bunları yaşça daha büyük olan üçüncü kardeşin yanına gönderdi. Bunlar onun yanına varınca, onu diğer iki kardeşlerinden daha genç gördüler. İlk önce onların durumunu, yani küçük kardeşlerinin neden büyük kardeşlerinden daha yaşlı göründüğünü sordular. Daha sonra kendi meselelerini söz konusu ettiler.

O cevaben şöyle dedi: Görmüş olduğunuz küçük kardeşimin kötü huylu bir hanımı var ve sürekli olarak ona eziyet ediyor. O da daha büyük bir belaya düşmemesi için sabrediyor. İşte bu yüzden o görünüş olarak daha çökmüş ve daha yaşlı gözüküyor.

İkinci kardeşime gelince; onun da, bazen onu incitip bazen de hoşnut eden bir hanımı var. Bu yüzden ilk kardeşimize oranla genç kalmıştır.

Bana gelince; benim çok insan ve değerli bir hanımım var. Beni asla rahatsız etmez, aksine hoşnut etmektedir. Şimdiye kadar ben ondan bir kötülük görmemişim. İşte benim daha genç kalmam bundan dolayıdır.

Babanızın vasiyetine gelince; siz ilk önce, gidin onun kabrini açın ve kemiklerini çıkararak onu yakın ve daha sonra aranızda hükmetmem için benim yanıma gelin.

Bunlar evlerine döndüklerinde küçük kardeş eline bir kılıç ve diğer iki büyük kardeşleriyse ellerine kazma alarak kabristana gittiler. İki büyük kardeş babalarının kabirlerini açmaya yeltenince, küçük kardeş şöyle dedi: “Babamın kabrini açmayın; ben kendi payımı size vermeye hazırım.”

Sonra onlar birlikte hakimin yanına dönerek durumu ona anlattılar.

Hakim onların sözünü duyunca şöyle dedi:

“Sizin yaptığınız bu iş, sorunun çözümü için yeterli bir belgedir. Gidin babanızın malını benim yanıma getirin.”

Malı getirdiklerinde hakim küçük oğula: “Bu servet senin malındır; eğer onlar da onun oğulları olsaydı, onların da acıma duyguları olur ve bu işlerinden dolayı utanıp hayâ ederlerdi” dedi.[4]

 

93- Kötülerle İyilerin Cezalanması

Allah-u Teala Şuayb peygambere şöyle vahyetti: “Ey Şuayb! Senin ümmetinden kırk bini kötü ve geri kalanı ise iyi olmak üzere yüz bin insanı cezalandıracağım.”

Şuayb bu sözü duyunca: “Ey Rabbim! Kötülerin cezalanması gerekir ama iyiler neden?” diye sordu.

Allah-u Teala şöyle buyurdu:

“Çünkü iyiler, kötülerin yaptıkları çirkin hareketlere karşı çıkmadılar (onları o günahlardan alı koymadılar). Benim günahkarlara gazap etmeme rağmen onlar gazaplanmadılar.”[5]

 

94- Ölümü Düşünme

İskender-i Zulkarneyn uzun bir yolculuğunda Musa (a.s)’ın kavminden olan bilgin bir toplulukla karşılaştı. Onlar hak, adalet ve insaf üzere hareket ediyorlardı.

İskender onlara hitaben: “Ey millet! Kendi hal ve durumunuzu bana anlatın. Ben yeryüzünün doğusuna ve batısına, denizine ve karasına, dağına ve deresine, nuruna ve karanlığına gittim ama sizin gibi bir kavim görmedim. Bana söyleyin; neden ölülerinizin kabirleri evlerinizin önündedir?”

Onlar: “Ölümü unutmamak ve onun anısı sürekli kalbimizde kalması için böyle yaptık” dediler.

Zulkarneyn: “Neden evlerinizin kapısı yoktur?”

Onlar: “Bizim aramızda hırssız ve hain olmadığı ve bizim halkımızın hepsi emin ve güvenilir insanlar olmasından dolayıdır.”

Zulkarneyn: “Neden hakim ve valiniz yoktur?”

Onlar: “Çünkü birbirimize zulmetmiyor ve bundan dolayı da hükümet ve valiye gerek duymuyoruz...”

İskender birkaç soru daha sorduktan sonra şöyle dedi: “Ey cemaat! Bana söyleyin: Acaba babalarınız da sizin gibi mi davranıyorlardı?”

Onlar cevaben: “Biz babalarımızı şöyle gördük: Fakirlere acıyorlardı; onlara yardımcı oluyorlardı; onlara zulmedeni affediyorlardı; onlara kötülük yapanlara iyi davranıyorlardı; onlara mağfiret diliyorlardı; akrabalarına iyilik yapıyorlardı; emanetleri sahiplerine geri çeviriyorlardı; doğru konuşuyorlardı ve yalan konuşmazlardı. İşte bundan dolayı Allah Teala onların işlerini ıslah etti (düzeltti).”

Zulkarneyn o halkı sevdiğinden dolayı ömrümün sonuna kadar onların yanında kaldı. Nihayet beş yüz yaşında dünyadan göçtü.[6]

 

95- Günahkardan Nasihat

Bir adam İsa bin Meryem (a.s)’ın yanına gelerek: “Ya Ruhullah! Ben zina yaptım, beni temizle!” dedi.

Hz. İsa (a.s), o adamın günahtan temizlenmesi için herkesin toplanmasını emretti. Halk toplandığında günah işlemiş olan şahıs, onun için kazılmış olan çukura girerek yüksek bir sesle: “Günah işleyerek şer’i olan cezayı hakkeden kimse, lütfen bana şer’i cezayı uygulamasın” dedi.

Hz. Yahya ve Hz. İsa (a.s)’dan hariç orada toplanmış olan halk bu sözü duyur duymaz dağılıp gitti.

Hz. Yahya (a.s) o günahkar adama yaklaşarak: “Ey günahkar! Bana nasihat et!” dedi.

Günahkâr: “Ey Yahya! Sakın ve sakın heva ve hevesine uyma; aksi takdirde helak ve bedbaht olursun.”

Hz. Yahya: “Yine nasihat et!”

Günahkar: “Sakın hata yapan birisini yaptığı hatadan dolayı kınama; onu hidayet etmeye çalış.”

Hz. Yahya: “Biraz daha mev’ize et!”

Günahkar: “Öfkelenme!”

Hz. Yahya (a.s) bu esnada: “Yaptığın nasihatlar bana yeter” dedi.[7]

 

96- Kurdun Ağzında Bir Çocuk

İsrail oğulları arasında birkaç yıl çok kötü bir kıtlık oldu. Bir ekmek parçasını ağzına bırakıp onu yemek isteyen bir kadına bir dilenci: “Ey Allah’ın kulu, açım!” dedi.

Kadın kendi kendine: Böyle bir zaman ve durumda bu lokmayı sadaka olarak vermem daha uygundur"”diyerek ekmeği ağzından çıkararak dilenciye verdi.

Bu kadının küçük bir çocuğu vardı, bu çocuk odun toplamakla meşgul iken bir kurt gelerek onu ağzına alıp kaçtı.

Halkın feryat sesi yükseldi. Çocuğun annesi kurdu takip etmeye koyuldu. Ama kurt çocuğu süratle kaçırıyordu, annenin ona yetişmesi imkansızdı. Bu esnada Allah-u Teala bir meleği göndererek çocuğu kurdun ağzından çıkarıp annesine vermesini emretti. Sonra şöyle dedi: “Ey Allah’ın kulu, bir lokma (ekmek) karşılığında, aldığın bir lokmaya (çocuğa) razı oldun mu?![8]

 

97- Lokman’ın Oğluna Tavsiyesi

Lokman bir tavsiyesinde oğluna şöyle dedi:

“Oğulcuğum! İnsanlar senden önce kendi evlatlarına mal ve servet topladılar ama ne topladıkları mallar kaldı ve ne de evlatları. Sen çalışmaya emredilen, karşılığında ise ücret verileceği vaat edilen işçi bir kulsun. O halde işini kamil olarak yap ve ücretini al.

Bu dünyada, sadece yemyeşil bir tarlaya girip yiyerek semizleşmiş ve semizleşmesiyle de ölüm zamanı gelip çatmış bir koyun gibi olma. Fakat bu dünyayı, bir nehrin üzerinde kurulmuş ve üzerinden geçip artık bir de ona doğru dönmeyeceğin bir köprü kabul et. Sen onu onarmakla görevlenmedin; aksine sen ona gönül vermemek ve zahit olmakla emredildin. Bil ki, kıyamet günü Allah’ın huzurunda durduğunda, dört şey hakkında senden sorulacaktır:

1-    Gençliğini nerede geçirdin?

2-    Ömrünü nerede tükettin?

3-    Malını nereden kazandın?

4-    Malını nerede ve hangi yolda harcadın?

Oğulcuğum! O gün için bir cevap hazırla...”[9]  

 

 

 



[1] - Bihar, C. 12, S. 255.

[2] - Neml/ 18.

[3] - Bihar, C. 14, S. 92.

[4] - Bihar, C. 14, S. 49; C. 103, S. 233; C. 104, S. 296.

[5] - Bihar, C. 12, S. 386; C. 100, S. 81.

[6] - Bihar, C. 12, S. 176. Bu öyküyü özet olarak aktardık.

[7] - Bihar, C. 14, S. 188.

[8] - Bihar, C. 96, S. 123.

[9] - Bihar, C. 13, S. 425; C. 73, S. 69.

index