NÜKTELER

İbn-i Ebi’l- Halid (Nehc’ul- Belağa’yı şerh eden) şöyle diyor:

Hz. Peygamber (s.a.a)’in damadının esir olma ve daha sonra O Hazretin tavsiyesi üzerine serbest bırakılması hikayesini üstadım Ebu Cafer’e okuduğumda o şöyle dedi:

Acaba Ebu Bekir ve Ömer (Bedir savaşında) Resulullah (s.a.a)’in bu tavrına (kızının hatırı için onun eşini affetmesine) şahit olmamışlar mıydı? Acaba Hz. Fatıma (a.s)’a saygı ve ihsan, Fedeğin ona verilmesini ve müslümanlardan onun Hz. Fatıma (a.s)’a bağışlanmasını istemeği gerekli kılmıyor muydu? Acaba O’nun Resulullah (s.a.a) yanındaki makamı dünya kadınlarının hanımefendisi olmasına rağmen bacısı Zeynep’ten daha az mıydı? Oysa müslümanlardan Fedeği Hz. Fatıma (a.s)’a bağışlanmasını istemek Resulullah (s.a.a)’in Fedeği ona bağışlaması ve miras yoluyla ona yetişmesi sabit olmadığı takdirde ancak geçerli olabilir.

İbn-i Ebi’l- Halid şöyle devam ediyor:

Üstadıma dedim ki: Fedek, Ebu Bekir’in naklettiği rivayete göre müslümanların hakkı idi. Ebu Bekir’in onu müslümanlardan alıp ona vermesi câiz değildi.

Üstadım bu sözüme cevaben şöyle dedi: “Ebu’l- As’ın fidyesi de müslümanların haklarından bir hak idi ve Resulullah (s.a.a) onu onlardan alarak kızı Zeyneb’e geri çevirdi.”

Dedim ki: Resulullah (s.a.a) şerait ve kanun sahibi olduğundan emri geçerliydi. Ama Ebu Bekir böyle bir durumda değildi.

Dedi ki: Ben; “Neden Ebu Bekir Fedeği müslümanlardan zorla alarak Hz. Fatıma (a.s)’a vermedi?” demedim; ben dedim ki: Neden Resulullah (s.a.a)’in Ebu’l- As’ın fidyesinin bağışlanmasını istediği gibi Ebu Bekir de onun hatırı ve ihtiramı için müslümanlardan kendi haklarından vazgeçmelerini ve onu Hz. Fatıma (a.s)’a bağışlamalarını istemedi? Eğer Ebu Bekir: “Ey Müslümanlar! Peygamberinizin kızı Hz. Fatıma (a.s) gelmiş Fedeği istiyor. Acaba Fedeğin ona verilmesine razı mısınız?” deseydi, müslümanlar Fedeği ona vermezler miydi? Peygamber (s.a.a)’in kızının hatırı için kendi haklarından vazgeçmezler miydi?

İbn-i Ebi’l- Hadid daha sonra şöyle diyor:

“Bu sözün değişik bir şeklini Kad’ıl-Kuzat Ebu’l Hasan bin Cebbar bin Ahmed de söylemiştir...”[1]



[1] - Bihar, C. 19, S. 349.

index