Back Index

 

Ayrıca, Ehl-i Beyt İmamlar (a.s)'ından nakledilen rivayetler her türlü kazançtan humus ödenmesi gerektiğini vurgulamış ve bu konuda kapalı bir nokta bırakmamıştır.[221]

Bunlar, Şiâ'nın, haklarında farklı görüşe sahip olduğu bir takım fıkhî ayrıntılardır. Elbette Şiâ'nın diğerleriyle teferruatta ihtilafı değindiğimiz bu konularla sınırlı değildir. Örneğin humus, vasiyet, miras bablarında[222] da görüş farklılığı vardır; fakat ahkamın külliyatında Şiâ'nın diğer İslam mezhepleriyle aynı görüşe sahip olması dışında, uygulamalı olarak fıkıh tedrisi ve özellikle Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Ehl-i Beyt'inin (a.s) delile dayalı görüşlerini dikkate almak Şiilerle Sünnilerin arasındaki mesafeyi bir o kadar azaltabilir.

149. İlke:

İslam medeniyeti, İslam ümmetinin yorulmak bilmez çabalarına borçludur. Çeşitli milletlere sahip olan İslam ümmeti iman ve inanç sayesinde İslam'da ve ona hizmet yolunda erimiş, tüm çabalarını İslam'ın yüce hedefleri doğrultusunda harcamış ve sonuçta günümüz toplumunun kendisine borçlu olduğu parlak medeniyetin temelini atmıştır.

Bu arada Şiâ, İslam medeniyetinin yüce yapısında etkili bir rol ifa etmiştir; her yerde Şiâ bilginlerinin isimlerinin parladığını görmek için İslam medeniyeti ve İslam bilimleriyle ilgili kitapların sayfalarını karıştırmamız yeterlidir.

Edebiyat ve edebiyat bilimlerinin temelini Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) atmış, onun yolunu öğrencisi Ebu'l Esved Duelî sürdürmüş ve ondan sonra da çoğunlukla Irak'da yaşayan Mazenî (ö:248), İbn-i Sikkit (ö:244), Ebu İshak-i Nahvî -İmam Musa Kâzım (a.s)'ın ashabından-, “el-Ayn” kitabının yazarı Halil b. Ahmed-i Fefahî (ö:170), “el-Cemhere”nin yazarı İbn-i Dureyd (ö:321), “el-Muhit” kitabının yazarı Sahib b. İbbad (ö:386) gibi Şiâ'nın ileri gelenleri ve her biri kendi asrında lügat, nahiv ve sarf veya şiir ve aruz mercii olan yüzlerce diğer Şii edebiyatçısı yer almıştır.

Tefsir ilminde, Hz. Resulullah (s.a.a)'ten sonra ilk müfessir Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) ve Ehl-i Beyt İmamları (a.s) ve onlardan sonra Abdullah b. Abbas (ö:68) ve onların diğer öğrencileriydi ve on dört asır boyunca, Kur'an-ı Kerim'e çeşitli şekillerde yüzlerce tefsir yazmışlardır. Biz, tarih boyunca Şiâ'nın tefsir yazımı seyrini Şeyh Tusî'nin “et-Tibyan” adlı eserinin ön sözünde kaydettik.

Hadis ilminde, Şiâ diğer İslam fırkalarından önde geçmiş, halifelerin döneminde hadis yazımı yasakken Hz. Resulullah (s.a.a)'in sünnetini yazarak ve birbirlerine anlatarak ezberlemişlerdir. Bu konuda örnek olarak İmam Ali (a.s)'ın ashabından “Abdullah b. Ebi Rafi'“, “Rabiat ibn-i Semi'“ ve “Ali b. Ebi Rafi'“i ve daha sonra İmam Seccad (a.s), İmam Muhammed Bâkır (a.s) ve İmam Sadık (a.s)'ın parlak öğrencilerini gösterebiliriz.

İmam Sadık (a.s) döneminde hadis ilmi o kadar ilerledi ki Hasan b. Ali el-Vuşşa, “ben Kufe mescidinde tümü, “Cafer b. Muhammed (İmam Sadık) (a.s) bana şöyle rivayet etti” diyen dokuz yüz kişi gördüm diyor.[223]

Fıkıh alanında, Ehl-i Beyt önderleri (a.s) mektebinde Eban b. Tağlib (ö:141), Zurare b. E'yun (ö:150), Muhammed b. Müslim (ö:150), otuz kitabın yazarı Safvan b. Yahya-i Becelî (ö:210) gibi seçkin müçtehidler ve kendilerinden geriye çok değerli eserler bırakan Seyyid Murtaza, Şeyh Tusî, İbn-i İdris, Muhakkik Hilli, Allame Hillî gibi yüzlerce güçlü fakihler sunmuştur.

Şiâ sadece bu bilimlerde çaba harcayıp hizmet sunmakla kalmamış, tarih, savaşlar, rical, dirayet (hadis), şiir ve edebiyat gibi diğer bilimlerde de İslam dünyasına tümüne bu özet kitabımızda değinemeyeceğimiz büyük hizmetler sunmuştur.

Naklî bilimlerde Şiâ mektebi bu hizmetlerde bulunmuştur; fakat kelam ve felsefe gibi aklî bilimlerde de tüm mezheplere öncülük yapmıştır; çünkü Şiâ mektebi diğer mezheplerden daha çok akla önem vermiş, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s)'ın ve onun masum evlatlarının (a.s) buyruklarından ilham alarak İslam akaidini açıklamada haddinden fazla çaba harcamış, İslam dünyasına büyük mütekellimler ve değerli filozoflar sunmuştur. Şiâ kelamı, Kitab ve sünnetin yanında akıl ve mantıktan da en güzel bir şekilde yararlanan İslam'ın en verimli kelam mekteplerindendir.

Bilim medeniyetinin temellerinden biri, tabiat alemi ve ona hakim olan kanunları tanımaktır; İmam Sadık (a.s)'ın döneminde o hazretin meşhur öğrencisi Cabir b. Heyyan doğa bilimlerinde öyle bir yere ulaştı ki günümüzde onu kimya biliminin babası diye adlandırmaktadırlar.

Coğrafya biliminde, Yakubî diye meşhur olan Ahmed b. Yakub (ö:290) geniş İslam topraklarını gezerek “el-Buldan” isminde bir kitap yazan ilk coğrafyacıdır.

Şiâ bilginleri bu tüm yönlü çalışmayı hicretin birinci yılından günümüze kadar devam ettirmiş ve bu yolda sürekli bilim ve bilgiyle insanoğluna hizmet sunan çok sayıda ilmiye havzaları, medreseler ve üniversiteler kurmuşlardır. Bu söylediklerimiz İslam ilim ve medeniyetinden Şiâ'nın rolüne kısa bir bakıştır; daha geniş bilgi için bu konuda yazılmış olan kitaplara müracaat edebilirsiniz.[224]

150. İlke:

İmamiyye Şiâsı, füruatta ihtilafı, İslamî kardeşlik ve sömürge karşısında Müslümanların saflarının birliği için engel görmüyor ve yine sakin bir ortamda bilimsel müzakere ve münazaralarla -yer yer Müslümanların siyasî vahdet ve birliklerine engel görünen- bir çok fıkhî ve fikri ihtilaflara son verilebileceğine inanıyor. Esasen fikir ve düşünce farklılığı insanoğlunun ayrılmaz bir parçası olup bilimsel tartışma ve müzakere kapısını ulemanın üzerine kapatmak ilim ve bilginin, düşünce ve tefekkürün ölümüne neden olur. İşte bu nedenle ileri gelenlerimiz bütün asırlarda bilimsel ve itikadi müzakereler düzenleyerek gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışmış ve pratikte de İslam'ın yeminli düşmanlarına karşı Müslümanların her türlü vahdet ve birliğini savunmuşlardır.

Şiâ'nın bütün düşünürlerinin ve ıslah yanlılarının sloganı şudur:

İslam iki temel üzerine kurulmuştur:

1- Bir ve tek olan Allah'a tapmak;

2- Vahdet ve birlik.

 

* * *

 

Allah'ım! İslam'ın şanlı bayrağını dünyanın dört bir yanında dalgalandır! Sömürgeci güçlerin lehine çalışan tefrikacı kişileri kahret! Kendi lütuf ve ihsanın hürmetine müşrikler, münafıklar ve benliklerini kaybetmişler karşısında Müslümanların güç ve kudretini artır ve bizi doğru yola hidayet et!

KAYNAKLAR

- Kur'an-ı Kerim'den sonra.

1- İrşad-us Sarî li Şerh Sahih-i Buharî; İbh-i Hacer Kastalanî, Ahmed b. Muhammed (ö: 923 hicri), 8 cilt, Dar-u İhya-it Turas-il Arabi - Beyrut, Bitâ ofset.

2- el-İ'tisam; Şatibî, Ebu İshak İbrahim b. Musa Ğarnatî (ö: 790 hicri)

3- İ'tikadat; Saduk, Muhammed b. Ali b. Hüseyin (İbn-i Babeveyh) Kummî (ö: 381 hicrî), Aftab matbaası, Tahran 1371 hicrî.

4- el-İlahiyat; Subhanî, Cafer, 2 cilt, ed-Dar-ul İslamiyye, Beyrut, 1410 hicrî / 1989 miladî.

5- Emalî; Saduk, Muhammed b. Ali b. Hüseyin (İbn-i Babeveyh) Kummî (ö: 381 hicrî), Müesseset-ul E'lemî - Beyrut- 1400 hicrî.

6- el-İmamet-u ve's Siyase; İbn-i Kuteybe, Abdullah b. Müslim (ö: 276 hicrî), 2 cilt, el-Mektebet-ut Ticariyyet-il Kubra -Kahire-, Bîtâ ofset.

7- Evail-ul Mekalat fi'l Mezahib-i ve'l Muhtarat; Mufid, Muhammed b. Muhammed b. Nu'man (ö: 413 hicri), Mektebet-i Hakikat, Tebriz, 1371 hicrî.

8-  Enis-ul A'lam, Fahr'ul İslam, Muhammed Sadık Urmevî (ö: 1327 hicrî), 2 cilt, Tahran (taş basımı), Bîtâ ofset.

9- Bihar-ul Envar; Meclisî, Muhammed Bâkır (ö: 436 hicrî), 110 cilt, Müesseset-ul Vefâ, Beyrut, 1403 hicrî.

10- Tarih-u Bağdad; Hatib Bağdadî, Ahmed b. Ali (ö: 463 hicrî), 14 cilt, el-Mektebet-us Sulfiyye, Medinet-ul Munevvere, Bîsâ ofset.

11- Tarih-ul Hulefâ, Siyutî, Abdurrahman b. Ebubekir, (ö: 911 hicrî), Dar-ul Ceyl, Beyrut, 1408 hicri / 1988 miladi.

12- Tarih-ur Rusul ve'l Muluk; Taberî, Muhammed b. Cerir, Ebu Cafer, (ö: 310 hicrî), 13 cilt, Dar-ul Fikr, Beyrut, 1407 hicrî / 1987 miladi.

13- Tefsir-ul Kur'an-il Azim; İbn-i Kesir, İsmail, Ebu Feda, (ö: 774 hicrî), 7 cilt, Dar-ul Fikir, Beyrut, 1403 hicrî, 1983 miladi.

14- Temeddun-i İslam ve Arab; Gustawlubun, Farsça tercümesi Seyyid Muhammed Takiy Fahru Dâî Gilanî, İlmî matbaası, Tahran 1334 hş.

15- Tenzih-ul Enbiyâ; Seyyid Murtaza Elem-ul Hudâ (355-436), Tebriz basımı, taş baskı 1290 hicrî.

16- et-Tevhid; Saduk, Muhammed b. Ali b. Hüseyin (İbn-i Babeveyh) Kummî, (ö: 381 hicri), Mektebet-us Saduk, Tahran, 1387 hicri.

17- Tehzib-ul Usul; Subhanî, Cafer, 2 cilt, Müesseset-un Neşr-il İslamî, Kum, 1405 hicrî / 1363 şemsî.

18- Câmi-ul Usul fi Ehadis-ir Resul; İbn-i Esir-i Cezrî (ö: 606 hicri), 11 cilt, Dar-ul Fikr, Beyrut, 1403 hicri / 1983 miladi.

19- Câmi-ul Beyan fi Tefsir-il Kur'an; Taberî, Muhammed b. Cerir (Ebu Cafer) (ö: 310 hicri), 39 cilt, Dar-ul Marifet, Beyrut, 1400 hicri / 1980 miladi.

20- el-Hikmet-ul Mutaaliye fi'l Esfar-il Erbaa; Sadruddin-i Şirazî (ö: 1050 hicri), 9 cilt, Dar-ul İhya-it Turas-il Arabi, Beyrut, 1981 miladi.

21- Hilyet-ul Evliyâ; Ebu Naim-i İsfehanî, Ahmed b. Abdullah (ö: 430 hicri), 10 cilt, Dar-ul Kitab-il Arabi, Beyrut, 1387 hicri / 1967 miladi.

22- Hasais-ul İmam-i Emirulmüminin Ali (a.s); Nesaî, Ahmed b. Şuayb (ö: 303 hicri), Muhammed Bâkır Mahmudi'nin inceleme ve yayımı, 1403 hicri / 1983 miladi.

23- el-Hasais-ul Kubra; Siyuti, Abdurrahman b. Ebubekir, (ö: 911 hicri).

24- el-Hisal; Saduk, Muhammed b. Ali b. Hüseyin (İbn-i Babeveyh) Kummî (ö: 381 hicri), Camiet-ul Muderrisin basımı, Kum, 1403 hicri / 1362 şemsi.

25- el-Hilaf; Tusî, Muhammed b. Hasan Şeyh-ut Taife (ö: 460 hicri), 6 cilt, Müesseset-un Neşr-il İslamî, Kum, 1416 hicri.

26- ed-Dürr-ül Mensur fi'l Tefsir-i bi'l Me'sur; Siyuti, Abdurrahman b. Ebubekir, (ö: 911 hicri), Dar-ul Fikr, Beyrut, 1403 hicri / 1983 miladi.

27- Rical-un Neccaşi; Neccaşi, Ahmed b. Ali (ö: 450 hicri), 2 cilt, Dar-ul Ezvâ, Beyrut, 1408 hicri / 1988 miladi.

28- Ruh-ul Meani fi Tefsir-il Kur'an…; Alusî, Mahmud Bağdadî (ö: 1270 hicri), 22 cilt, Dar-u İhya-it Turas-il Arabi, Beyrut, Bitâ ofset.

29- Sünen-i İbn-i Mace; İbn-i Mâce, Muhammed b. Yezid-i Kazvinî (ö: 458 hicri), Dar-u İhya'it Turas-il Arabi, Beyrut, 1395 hicri / 1975 miladi.

30- Sünen-i Beyhakî; Beyhakî, Ahmed b. Hüseyin b. Ali (ö: 458 hicri), 10 cilt, Dar-us Sadır ofset, Beyrut.

31- Sünen-i Tirmizî; Tirmizi, Muhammed b. İsa (ö: 297 hicri), 5 cilt, Dar-u İhya-it Turas-il Arabi, Beyrut, Bitâ ofset.

32- Sünen-i Daremî; Daremî, Abdullah b. Behram (ö: 255 hicri), 2 cilt, Dar-ul Fikr, Beyrut, Bitâ ofset.

33- Es-Sünne; Ahmed b. Hanbel, (ö: 241 hicri), Dar-ul Kutub-i İlmiye, Beyrut, 1405 hicri / 1985 miladi.

34- es-Siret-un Nebeviye, İbn-i Hişam, Abdulmelik b. Eyyub Himyeri (ö: 213 veya 218 hicri), 4 cilt, Dar-u İhya-it Turas-i Arabi, Beyrut, Bitâ ofset.

35- Şerh-u Usul-i Hamse; Abdulcabbar b. Ahmed (ö: 415 hicri), Mektebet-u Vehbiyye, Kahire, 1408 hicri / 1988 miladi.

36- Şerh-ut Tecrid; Qoşçi, Ali b. Muhammed, Alauddin (ö: 879 hicri), taş basımı, Tebriz, 1307 hicri.

37- Şerh-uz Zerkanî ala Muvatta-i Malik; Zerkanî, Muhammed b. Abdulbâki (ö: 12 hicri), 4 cilt, Abdulhamid Ahmed b. Hanefi basımı, Kahire, Bitâ ofset.

38- Şerh-i Akaid-i Saduk (Tashih-ul Akaid); Mufid, Muhammed b. Muhammed b. Nu'man (ö: 413 hicri), Mektebe-i Hakikat, Tebriz, 1371 hicri.

39- Şerh-ul Mekasid; Taftazanî, Ömer Es'aduddin (ö: 792 hicri), Busnevî basımı, İstanbul, 1305 hicri.

40- eş-Şifâ; İbn-i Sinâ, Hüseyin b. Abdullah, Ebu Ali (427 miladi), Şeyh-ur Reis, Bidar yayınları, Kum, Bitâ ofset.

41- Sahih-i Buharî; Buharî, Muhammed b. İsmail (ö: 246 hicri), 9 cilt, Dar-u İhya-it Turas-i Arabi, Beyrut, 1400 hicri.

42- Sahih-i Müslim; Müslim b. Haccac-i Kaşiri-i Nişaburî (ö: 261 hicri), 8 cilt, Dar-ul Ceyl, Beyrut, Bitâ ofset.

43- Sevaik-ul Muhrikâ, İbn-i Hacer Haysemi-i Mekkî, Şehabuddin Ahmed (ö: 974 hicri), Mektebet-ul Kahire, Kahire, 1385 hicri.

44- Umdet-ul Kari Şer-i Sahih-i Buharî; Aynî, Mahmud b. Ahmed, Bidaruddin (ö: 855 hicri), 22 cilt, Dar-ul Fikr, Beyrut, Bitâ ofset.

45- Uyun-u Ahbar-ir Rıza (a.s); Saduk, Muhammed b. Ali b. Hüseyin (İbn-i Babeveyh) Kummî (ö: 381 hicri), Müesseset-ul E'lemi, Beyrut, 1404 hicri.

46- el-Gadir; Eminî, Abdulhüseyin Ahmed (ö: 1390 hicri), 11 cilt, Dar-ul Kutub-il Arabi, Beyrut, 1387 hicri.

47- Feth-ul Barî bi Şerh-i Sahih-i Buharî; Askelanî, Ahmed b. Hacer (ö: 852 hicri), 13 cilt, Dar-u İhya-it Turas-i Arabi, Beyrut, 1402 hicri.

48- Feth-ul Kadir; Şevkanî, Muhammed b. Ali San'anî (ö: 1250 hicri), Dar-ul Marifet, Beyrut, Bitâ ofset.

49- Fahr-ul İslam, Ahmed Emin-i Mısrî (ö: 1373 hicri).

50- Fırak-uş Şiâ, Nubahtî, Hasan b. Musa (ö: 310 hicri), Dar-ul Ezvâ, Beyrut, 14014 hicri / 1984 miladi.

51- Kâfi; Kuleyni, Muhammed b. Yakub (ö: 329 hicri), (Usul-u Kâfi), 2 cilt, Dar-us Sa'b - Dar-ut Tearif, Beyrut, 1401 hicri.

52- Keşf-ul Gumme fi Marifet-il Eimme; İrbili, Ali b. İsa (692 hicri), Dar-ul Ezvâ, Beyrut, 1405 hicri.

53- Keşf-ul Murad fi Şerh-i Tecrid-il İ'tikad; Allame Hillî, Hasan bi Mutahhar (648 - 726), Müesseset-un Neşr-il İslamiyye, Kum, 1413 hicri.

54- Kifayet-ul Eser; Hazzaz-i Kummî, Ali b. Muhammed (ö: hicri 4. asır), Bidar yayınları, Kum, 1401 hicri.

55- Kemal-ud Din ve Temam-un Nimet; Saduk, Muhammed b. Ali b. Hüseyin (İbn-i Babeveyh) Kummî, (ö: 381 hicri), Müesseset-un Neşr-il İslamî, Kum, 1405 hicri.

56- Kenz-ul Ummal fi Sünen-il Akval ve'l E'mal; Muttaki Hindî, Ali b. Hisamuddin (ö: 975 hicri), 16 cilt, Mektebet-ut Turas-il İslami, Haleb, Bitâ ofset.

57- Mecma-ul Beyan; Tabersî, Fazl b. Hasan (ö: 548 hicri), 5 cilt, el-Mektebet-ul İlmiyyet-il İslamiyye, Tahran, 1398 hicri / 1978 miladi.

58- Mehasin-ut Te'vil; Kasimî, Cemaluddin Muhammed (ö: 1332 hicri), 17 cilt, Dar-ul Fikr, Beyrut, 1398 hicri / 1978 miladi.

59- el-Müstedrek-u ale's Sahihayn; Hakim Nişaburî, Hafız Ebu Abdullah (ö: 405 hicri), 4 cilt; Dar-ul Marifet, Beyrut, Bitâ ofset.

60- Müsned-i Ahmed; Ahmed b. Hanbel, (ö: 241 hicri), 4 cilt, Dar-u İhya-it Turas-i Arabi, Beyrut, Bitâ ofset.

61- Meani'l Ahbar; Saduk, Muhammed b. Ali b. Hüseyin (İbn-i Babeveyh) Kummî (ö: 381 hicri), Dar-ul Marifet, Beyrut, 1399 hicri / 1979 miladi.

62- Mefatih-ul Gayb (Tefsir-i Kebir-i Razî); Razî, Fahrurrazi (ö: 606 hicri), Dar-ul Kutub-il İlmiye, Tahran, Bitâ ofset.

63- el-Mufredat'u fi Ğarib-il Kur'an; Ragıb İsfahanî, Hüseyin b. Muhammed (ö: 502 hicri), el-Mektebet-ul Murtezaviye, Tahran, 1332 şemsi.

64- Mekalat-ul İslamiyyin ve İhtilaf-ul Musallin; Eş'ari, Ebu'l Hasan, Ali b. İsmail (ö: 324 hicri), Dar-un Neşr-i Feranzştayz; Visbavon, Bitâ ofset.

65- Mekayiz-ul Lügat; İbn-i Faris, Ahmed b. Zekeriyya (ö: 395 hicri), 6 cilt, Dar-u İhya-il Kutub-il Arabi, Kahire, Bitâ ofset.

66- el-Milel-u ve'n Nihel; Şehristanî, Abdulkerim, (ö: 548 hicri), Dar-ul Kutub-il İlmiye, Beyrut, 1410 hicri / 1990 miladi.

67- el-Menar-u fi Tefsir-il Kur'an; Reşid Rıza (ö: 1354 hicri), 12 cilt, Dar-ul Menar, Kahire, 1373 hicri.

68- Menakıb; Harezmi, Muveffak b. Ahmed b. Muhammed-i Mekkî (ö: 548 hicri), Müesseset-un Neşr-il İslami, Kum, 1411 hicri.

69- Men La Yehzuru-hu'l Fakih; Saduk, Muhammed b. Ali b. Hüseyin, (İbn-i Babeveyh) Kummî (ö: 381 hicri), 4 cilt, Dar-ut Tearuf, Beyrut, 1411 hicri / 1990 miladi.

70- el-Mevaiz-u ve'l İ'tibar bi Zikr-il Hutet-i ve'l Asar (Hutet-i Mukrizi); Mukrizi, Tekiyyuddin (ö: 845 hicri), 2 cilt, Dar-u Sadir, Beyrut, Bitâ ofset.

71- Mizan-ul İ'tidal; Zehebî, Muhammed b. Ahmed, Şemsuddin (ö: 748), 4 cilt, Dar-ul Marife, Beyrut, Bitâ ofset.

72- el-Mizan fi Tefsir-il Kur'an; Tabatabaî, Seyyid Muhammed Hüseyin, 20 cilt, Muesseset-ul E'lemî, Beyrut, 1393 hicri / 1973 miladi.

73- Nehc-ul Belağa; Reziy, Ebu'l Hasan Muhammed (ö: 406 hicri), Dr. Subhi Salih'in kayıt ve fihristti, Beyrut, 1387 hicri / 1395 miladi.

74- Vahy-i Muhammedî; Munşi'l Menar Reşid Rıza (ö: 1354 hicri).

75- Vesail-uş Şiâ; Hürr-i Amili, Muhammed b. Hasan (ö: 1104 hicri), 20 cilt, Dar-u İhya-it Turas-i Arabi, Beyrut, 1403 hicri / 1983 miladi.

76- Yenabi-ul Mevedde; Kunduzî, Baba Hace Hüseynî (ö: 1303 hicri), Ahtar matbaası, İstanbul, 1301 hicri.


İÇİNDEKİLER

Birinci Bölüm

İslam'da Tanıma Yolları

1. İlke:

İslam dini dünya ve din gerçeklerini tanımak için üç vesileden yararlanmakta: "His", "akıl" ve "vahiy".

2. İlke:

Peygamberlerin daveti inançla birlikte amele yöneliktir; çünkü din açısından amelsiz inanç ve inançsız da amel insanı saadete götürmez.

3. İlke:

İnanç ve din hükümleri, akıl ve vahiyden ibaret olan Allah'ın iki hüccetinden alınır.

4. İlke:

Akıl ve vahiy -her ikisi de- Allah'ın hücceti olduğu için hiçbir zaman bu ikisi arasından gerçek bir çelişki söz konusu olmaz; nitekim ilimle vahiy de böyledir.

5. İlke:

Varlık aleminin gerçekleri, düşünce ve tasavvurumuzun ötesinde müstakil bir varlığa sahiptirler ve hakikat ebedî bir konudur.

İslam Açısından Varlık

6. İlke:

Alem -Allah Teala dışındaki her şey- Allah Teala'nın yaratığıdır; ondaki varlıklar Allah'a ait olup O'na bağımlılıktan başka bir gerçeği yoktur ve kâinat bir an bile Allah'tan gâni olmamış ve olmayacaktır da; çünkü eşyaların, onlara sürekli varlık veren ocaktan her türlü ilişkiyi kesmeleri onların yok olmasıyla eşittir.

7. İlke:

Dünyanın mevcut düzeni ebedî ve sürekli bir düzen değildir ve bir gün dağılacaktır.

8. İlke:

Varlık alemi neden ve sonuç temeli üzerine kurulmuştur ve varlıkların birbirinin üzerinde etki bırakması Allah Teala'nın izin ve iradesine bağlıdır.

9. İlke:

Varlık, maddî tabiat alemiyle eşit değildir; varlık aleminin büyük bir bölümünü tabiat ötesi oluşturmaktadır.

10. İlke:

Alem bütünüyle hidayet edilmiş bir gerçektir ve alemdeki tüm zerreler, bulundukları derecede, kendi hallerine uygun olarak Allah'ın genel hidayet nurundan yararlanmaktadırlar.

11. İlke:

Varlık alemi, en güzel şekilde yaratılmış en mükemmel ve en güzel düzendir.

12. İlke:

Alem, mutlak hak olan Allah Teala'nın fiili ve onun yarattığı bir varlık olduğu için bir hedefi vardır; abes ve boş yere yaratılmamış.

 

İslam Açısından İnsan

13.  İlke:

İnsan cisim ve ruhtan oluşan bir varlıktır. Ölümden sonra cismi dağılır; fakat ruhu hayatına devam eder.

14. İlke:

Her insan tertemiz bir fıtrat ve tevhidle yaratılmıştır; hiç kimse annesinden günahkâr veya kötü dünyaya gelmemiştir.

15. İlke:

İnsan, hayatın yol ayırımlarında kendi teşhisiyle seçim ve amel serbestisi olan irade sahibi ve seçim hakkı olan bir varlıktır.

16. İlke:

İnsan eğitilmesi mümkün olan bir varlık olup her zaman yükselme ve Allah'a dönme yolu yüzüne açıktır.

17. İlke:

İnsan, akıl nuru ve irade lütfüne sahip olması nedeniyle Allah huzurunda, peygamberler ve diğer insanlar karşısında sorumludur.

18. İlke:

İnsan, en barizi takva ve sakınmak olan manevî mükemmelliklere sahip olması dışında hiç kimsenin diğerinden üstünlüğü yoktur.

19. İlke:

Ahlakî değerler insanda fıtrî kökü olan sabit ve ebedî ilkelerdir; zamanın geçmesi ve toplumsal değişimler onların değişmesine neden olmaz.

20. İlke:

İnsan amellerinden dolayı, ahiret yurdunda mükafatlandırılacağı veya cezalandırılacağı gibi, -Allah'ın müdebbirleri tarafından yönetilen- dünya alemi de insanların amellerine karşı ilgisiz olmayıp Allah'ın iradesiyle tepki gösterir.

21. İlke:

Milletlerin ilerlemesi veya gerilemesi, dış etkenler dışında onların inanç, ahlak ve davranışlarının sonucudur ve bu ilke Allah'ın kaza ve kaderiyle de çelişmez, aksine onun bir parçasıdır.

22. İlke:

İnsanoğlunun tarihinin parlak bir geleceği vardır ve sonunda yeryüzüne salihler hakim olacaktır.

23. İlke:

İnsan özel bir saygınlığa sahiptir; öyle ki yaratılışının başında meleklerin secdegâhı olmuştur. İnsanın bu saygınlığını koruması ve ona aykırı olan her şeyden sakınması gerekiyor.

24. İlke:

 İnsanın yaşamında akıl ve düşünceden yararlanması İslam açısından özel bir yere sahiptir. İşte bu nedenle düşünüp taşınmadan körükörüne taklitten sakınmalıdır.

25. İlke:

İnsanın iktisadî, siyasî ve diğer alanlarda kişisel özgürlükleri, onun manevî yücelişiyle çelişmemeli ve genel maslahatları zedelememelidir.

26. İlke:

İman, zorla insanın kalbine yerleşmeyen kalp inancıdır; İslamî cihad da insanları dini kabul etmeye zorlamak için yapılmaz; cihattan hedef, "doğru yolun belli olması" için ilahî mesajın insanların kulağına ulaşmasını engelleyen etkenleri ortadan kaldırmak ve toplumu fesat ve günah etkenlerinden temizlemektir.

İkinci Bölüm

Tevhid ve Mertebeleri

27. İlke:

Allah'ın varlığına inanmak, bütün semavî dinlerde çeşitli yollarla istidlal edilen ortak ilkedir.

28. İlke:

Tevhidin ilk mertebesi, tehvid-i zatîdir; yani Allah Teala'nın zatı tek ve eşsizdir; O'nun zatı basittir (yalındır); parçalardan oluşan bir mürekkeb değildir; O, ne akılda ve ne de dışarıda parçalara ayrılmaz.

29. İlke:

Allah Teala'nın kemali sıfatları mefhum bakımından çeşitli ve farklı, dışarıdaki gerçeği bakımından ise tümü Allah'ın zatında birleşir (tevhid-i zahtî) ve sıfatların dışarıda bir oluşu ise, Allah'ın zatından kemal sıfatlarını nefyetmek anlamında değildir.

30. İlke:

Allah'tan başka yaratıcı yoktur ve varlıkların tümünü yaratan O'dur (yaratıcılıkta tevhid). İnsan tamamen serbest olarak varlık lütfünden yararlanır ve doğal olarak amellerinden de kendisi sorumludur.

31. İlke:

Varlık aleminin yegane Rabbi ve yöneticisi Allah Teala'dır (Rububiyet ve yönetimde tevhidin); melekler gibi diğer yöneticiler ise sadece O'nun hekimane izin ve iradesiyle vazife yaparlar.

32. İlke:

Varlık aleminde varlıkların müdebbir ve yöneticisi Allah Teala olduğuna göre, din ve yasama işlerinde de mutlak hakim ve emir sahibi O'dur; diğerlerinin bazı din işlerini üstlenmeleri ise onun izniyledir.

33. İlke:

İbadette tevhid, bütün semavî dinlerin ortak ilkesidir; peygamberlerin gönderilmesinden hedef ise, bu ilkenin hatırlatılması ve vurgulanmasıdır.

Üçüncü Bölüm

Allah Teala'nın Sıfatları

34. İlke:

Allah Teala'nın cemal ve celal veya subûtî ve selbî sıfatları vardır; celal veya subûtî sıfatlar O'nun varlıktaki kemalini, celal veya selbî sıfatlar ise O'nun eksikliklerden münezzeh oluşunu anlatır.

35. İlke:

Allah Teala'nın sıfatlarını tanımak için "akıl" ve "vahiy" ismindeki iki vasıtadan yararlanıyoruz ve bu iki merci Allah Teala'yı en üstün sıfatlarla övmektedir.

36. İlke:

Allah Teala'nın sıfatları, zat ve fiil sıfatları olmak üzere iki kısma ayrılır; Allah'ın fiilleri O'nun zatından ve zatî kemalinden kaynaklanır.

37. İlke:

İlim ve bilgi, güç ve kudret, hayat ve yaşam, irade ve serbestlik Allah Teala'nın zatî sıfatlarından sayılmakta ve Allah Teala'nın iradesi, gerçekte O'nun fiillerinde serbest oluşudur.

38. İlke:

Allah Teala'nın fiilî sıfatlarından biri de onun insanlarla konuşmasıdır; Şurâ suresinin 51. ayetinde bu konuşma üç şekilde sınırlandırılmıştır. Bu üçü dışında, bütün varlık alemi bir açıdan Allah'ın kelamı ve sözüdür; nitekim Hz. İsa (a.s) da bu açıdan "Kelimetullah = Allah'ın sözü"dür.

39. İlke:

Allah Teala'nın fiilî sıfatlarından olan kelamı, hadistir; kadim değil. Zatî bakımından kadim olan tek varlık Allah Teala'dır ve O'nun dışında her türlü ezelî kadimin tasavvuru tevhid-i zatiyle çelişmektedir.

40. İlke:

Allah Teala'nın sıfatlarından biri de "Sıdk = doğruluk"tur ve yalan, çirkin olması nedeniyle Allah Teala'nın zatı ondan münezzehtir.

41. İlke:

Allah Teala'nın fiilî sıfatlarından biri de "hikmet"tir; nitekim "Hekim" de O'nun isimlerindendir. Allah Teala'nın fiilleri nihaî kemal ve sağlamlığa sahiptir; her türlü abes işleri yapmaktan münezzeh olduğu için O'na "Hekim" denilmektedir.

42. İlke:

Allah Teala, ister dünyada olsun ister ahirette, hiçbir zaman gözlere görünmez; çünkü görünür olmak cisim olmayı gerektirir; fakat O'nu iman ve kalp gözüyle görmek mümkündür.

43. İlke:

"Allah'ın eli", "Allah'ın veçhi", "Allah'ın gözü ve "Allah'ın arşa istivâ etmesi" gibi naklî sıfatların tefsirinde, ayetlerdeki karineleri göz önünde bulundurarak maksadı açıklamak gerekir; böyle bir tefsir, ayetin batınî değil, zahirî tefsiridir ve yine tevil değil, onun zahiri anlamını tutmaktır.

Dördüncü Bölüm

Adl-i İlahî

44. İlke:

Adalet, Allah Teala'nın, akıl ve vahiy tarafından onaylanan cemal sıfatlarından biridir ve Allah Teala'nın şanı cehalet, acizlik ve muhtaç olmaktan ibaret olan zulümden münezzehtir.

45. İlke:

Akıl, işlerin iyi ve kötü olduğunu idrak etmektedir; bu kapı aklın üzerine kapatılacak olursa, şer'an bile şeylerin iyi veya kötü oluşları ispatlanmaz.

46. İlke:

İlahî adaletin tekvin, teşrî ve ceza kanunlarında çeşitli tecellileri vardır. İyiliklere davet, kötülüklerden sakındırmak, gücü miktarınca mükellefiyet ve cezalandırmada adalet; tümü teşride adaletin tecellilerindendir.

47. İlke:

İnsan ve dünyanın yaratılışı hedefsiz değildir. Allah Teala'nın fiili her türlü abes ve boş işten münezzehtir ve O'nun fiilinin hedefli oluşu, O'nun muhtaç olmasından kaynaklanmaz.

Kaza ve kader

48. İlke:

Kazâ ve kader kesin İslam inançlarından biridir. Fikren kazâ ve kaderin karışık konularını çözümleme hazırlığı olmayanlar bu meydana girmemelidirler; bu konuta genel bir bilgiye sahip olmaları yeterlidir.

49. İlke:

Kader şeyleri "ölçüme" ve kazâ ise onların "kesinlik" kazanması anlamındadır. Bunların her ikisi de kendi arasında ilmî kaza ve kader ve fiilî ve aynî kaza ve kader olmak üzere iki kısma ayrılır.

50. İlke:

Allah Teala'nın kaza ve kaderi, insanın irade ve serbestliğiyle çelişmez; aksine, Allah Teala insanın fiilinin tamamen özgür ve serbest bir şekilde gerçekleşmesini takdir etmiştir.

İnsan ve İrade

51. İlke:

İnsanın irade ve özgürlüğü gözle görülür inkâr edilmez bir gerçektir. Her insanın vicdanı ve yine akıl sahiplerinin gidişatı buna tanıklık eder; aksi durumda esasen peygamberlerin gönderilişi abes ve anlamsız olur.

52. İlke:

İnsan fiilinde mecbur olmamakla birlikte tamamen kendi başına bırakılmış bir varlık da değildir. Başa bir tabirle: Ne cebr vardır ne de tefviz (başıboş bırakma); bu ikisi arasında bir şeydir.

53. İlke:

Allah Teala'nın ezelden beri amel ve işlerimizden haberdardır ve bu ezelî ilmin insanın irade ve özgürlüğüyle hiç bir çelişkisi yoktur.

Peygamberlerin Gönderilmesinin Gerekliliğinin Delilleri

54. İlke:

Allah Teala'nın hekimane iradesi, tekamül yolunu katetmek için insanlara peygamberler göndermesini ve insanı yüce yaratılış hedeflerine yönlendirmede aklî hidayetlerle yetinmemesini gerektiriyor.

55. İlke:

Kur'an-ı Kerim, peygamberlerin gönderilmesinin hedefini, tevhid temellerini güçlendirmek, ruhları arındırmak ve temizlemek, Kitab'ı öğretmek ve insanların adaletle davranmaları olarak belirtiyor.

56. İlke:

Gerçek peygamberleri, yalan yere peygamberlik iddiası edenlerden üç yolla tanıyabiliriz: 1- Mucizeyle, 2- Bir önceki peygamberin tasdikiyle, 3- Doğruluğunu onaylayan bir takım karine ve belirtilerle.

57. İlke:

Mucizeyle peygamberlik iddiasının doğruluğu arasında mantıklı bir ilişki vardır ve mucize ikna edici bir delil değil, iddianın doğruluğunu gösteren mantıklı bir delildir.

58. İlke:

Peygamberlik iddiasıyla yapılan olağan üstü işe "mucize" denir; ancak bu olağan üstü işi, peygamberlik iddiasında bulunmayan salih bir kul yaparsa, buna da "keramet" denir.

59. İlke:

Mucize, şu dört özellikle sihir ve cadıdan ayrılır: 1- Eğitim görmemiş olmak, 2- Meydan okumak 3- Mücadele edilmez olmak, 4- Olağan üstü işleri yapmada çeşitlilik.

60. İlke:

Peygamberlerin gayb alemiyle irtibatı, akıl, his ve zahirî bulgularla değil, vahiy yoluyla gerçekleşmektedir. İlahi vahyin gerçeği normal ölçülerle idrak edilemez.

61. İlke:

Vahiy, maddecilerin sandığının tam aksine ne peygamberlerin düşünce ve fikirlerinin ürünüdür ve ne de onların ruhî ve psikolojik haletlerinin tecellisidir. Vahyi (içerik bakımından) bu şekil yorumlamak, sonuç bakımından, "(Muhammed'in söyledikleri) karmakarışık rüyalardır!" diyen cahiliye döneminin müşriklerinin sözlerinin tâ kendisidir.

Peygamberlerin Masum Oluşu

62. İlke:

Allah tarafından gönderilen peygamberler vahyi alma, koruma ve onu ümmete duyurma alanında her türlü kasıtlı ve kasıtsız sürçmelerden masundurlar ve vahyi aldıkları andan itibaren onu iblağ edinceye kadar tamamen meleklerin gözetimi altındadırlar.

63. İlke:

Peygamberler, her türlü günah ve sürçmeden korunmuşlardır ve insanların onların davasının doğruluğuna güveni, ancak günahtan masun olmaları durumunda gerçekleşir. Ayrıca onlar hidayet bulmuş kişiler olduklarından, onların yüce ilmî ve manevî makamları dalalet ve sapıklıkla bağdaşmaz.

64. İlke:

Peygamberler, günahtan masum olmaları dışında, kavga ve tartışmalarda hakemlik, normal yaşam meselelerinde ve dinî mevzuların hükümlerinin teşhisinde de hata ve yanlışlıktan masumdurlar; esasen halkın güveni ve peygamberlerin gönderilişinin hedefleri, onların her alanda masum olması durumunda gerçekleşir.

65. İlke:

Peygamberler, değindiğimiz konularda masum olmakla birlikte insanların onlardan uzak durmasına neden olan ve kişilerin alçak bir ruha sahip olduklarını gösteren hastalıklardan münezzeh olmalıdırlar.

66. İlke:

Bazı ayetlerin zahirine dayanarak peygamberlerin masum olmadığı doğrultusunda getirilen deliller, sakınılması gereken bir nevi aceleci bir hakemliklerdir ve böyle bir girişimden sakınmak için ayetleri ve onlardaki karineleri dikkate alarak tefsir etmek gerekir.

67. İlke:

Peygamberlerin masumiyeti, onların, Allah Teala'nın celal ve cemali hakkındaki büyük marifetlerinden, dünya ve ahirette itaatin parlak sonucu ve günahların kötü akıbetinden haberdar olmasından kaynaklanıyor.

68. İlke:

Peygamberin masumiyeti, onun özgürlük ve iradesiyle çelişmez; aksine paygamberin, tam anlamıyla Allah'ı gücünden veya O'nun emrine itaatsizlik etmesinin kötü akıbetlerinden haberdar olması, beşerin günah ve takvayı seçme noktasındaki zatî iradesini ondan almaz.

69. İlke:

Bütün peygamberler masumdurlar. Fakat buna rağmen, bir kişi masum olduğu halde peygamber olmayabilir de; nitekim Kur'an-ı Kerim'in açıkça, İmran kızı Meryem'in (s.a) peygamber olmadığı halde masum ve seçilmiş bir kadın olduğunu vurgulamaktadır.

Altıncı Bölüm

Özel Risalet

70. İlke:

Hz. Muhammed b. Abdullah (s.a.a), ebedî mucizesi (Kur'an-ı Kerim)le meydan okuyarak peygamberliğine başlayan peygamberler silsilesinin son halkasıdır; o, karşısında yer alan insanları Kur'an-ı Kerim'in sureleri gibi sadece bir tek sure getirmeye davet etmiş; fakat kimse bunu yapamamıştır.

71. İlke:

Kur'an-ı Kerim'in indiği asırda, bu Kitab'ın kelimelerinin güzelliği, terkiplerinin yeniliği ve anlamlarının derinliği fesahat ve belagat hocalarını dize getirmiş ve hepsi onun üstünlüğüne itiraf etmişlerdir. Ondan sonra da, düşünürlerin bu Kitab karşısında saygıyla eğilmeleri devam etmiş ve hatta günden güne artmıştır da.

72. İlke:

Kur'an-ı Kerim edebiyat bakımından mucize olması dışında diğer çeşitli yönlerden de mucizedir: Kur'an-ı Kerim'i getiren, okuma-yazması olmayan ümmî bir kişidir. Kur'an-ı Kerim'in içeriği, tedricen  ve savaşta, barışta, seferde, vatanda, zorlukta ve rahatlıkta ve benzeri çeşitli şartlar altında nazil olmasına rağmen onun metot ve içeriğinde en küçük bir uyumsuzluk yoktur. Bu Kitap kanun koymak için insanoğlunun sabit ve tertemiz fıtratını mihver edinmiş ve insanın fıtratının sebat ve sürekliliğini göz önünde bulundurarak kanunlarını ebedileştirmiştir.

73. İlke:

Kur'an-ı Kerim ilahi ayetleri açıklarken, varlık aleminin, o gün insanının vahiy kanalı dışında bilemeyeceği bir takım sırlarını beyan etmiştir. Yine bu kutsal Kitab, bir takım olaylardan vuku bulmadan haber vermiştir; gelecek konusunda bu haberlerin doğru çıkışı, o haberleri verenin gayb alemiyle bağlantısını göstermektedir.

74. İlke:

Çeşitli ve güvenilir karine ve deliller Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in iddiasının doğruluğunu göstermektedir: Hz. Resulullah (s.a.a)'ın Mekke halkının çok iyi bildiği geçmişi, ortamın çirkinliklerinden arınmış oluşu, davetinin içeriğinin sağlamlığı, hedefine ulaşmak için yararlandığı araçlar, ona uyanların parlak kişilikleri ve nihayet onun getirdiği din insanoğlu tarihinde eşine az rastlanan veya eşsiz bir medeniyetin temelini atmadaki etkisi, onun davasının doğruluğunu göstermektedir.

75. İlke:

Peygamberleri tanımanın yollarından biri de bir önceki peygamberin onaylamasıdır. İslam peygamberinin zuhurunun müjdesi, Tevrat ve İncil gibi geçmiş semavî kitaplarda (özellikle Yuhanna İncilinde, 14-16. bölümlerde) kaydedilmiştir.

76. İlke:

İslam peygamberinin Kur'an-ı Kerim dışında diğer mucize ve kerametleri de vardı; örneğin: Ayı ikiye ayırması, miraç olayı, Mübahele olayında ehl-i kitaba galibiyeti, gayptan haber vermesi ve…

Hz. Resulullah (s.a.a)'in Peygamberliğinin Özellikleri

77. İlke:

İslam dini, bir kavim ve ırka veya belli bir bölge ve iklime has bir din değil, evrensel bir dindir. Bu dinin semavî kitabı Arapça'ysa bunun sebebi, ilahi sünnet gereğince, peygamberlerin, anlayabilmeleri için sürekli kendi kavimlerinin diliyle konuşmalarıdır.

78. İlke:

İslam peygamberi son peygamber, onun kitabı kitapların sonuncusu ve onun dini de bütün ilahi dinlerin sonuncusudur. Ondan sonra ne bir peygamber gelecek, ne bir kitap inecek ve ne de bir din gelecektir.

79. İlke:

İslam dini, insanoğlunun fıtratının bütün ihtiyaçlarını temin eden sabit ve ebedî kurallara sahip bir dindir. Nitekim meseleleri cevaplamada ve yeni çıkan problemleri halletmede akıl, daha önemli olan bir şeyi, önemli olan şeyden öne geçirme, canlı ve sürekli içtihad, sanevî hükümlerin ilkel hükümlerden ileri geçirilmesi kuralı gibi şeylerden yararlanır.

80. İlke:

İslam dininin özelliklerinden biri de, inançlarının kolay, programlarının kapsamlı ve mutedil oluşudur. Bu özellik, diğer dinlerde (özellikle günümüzdeki tahrif olmuş şekillerinde) yoktur. Örneğin İhlas suresi Müslüman bir kişinin tevhid hakkındaki inancını açıklamaktadır; günümüzdeki diğer dinlerin ve özellikle Hıristiyanlığın karışık ve makul olmayan itikad ve inançlarıyla karşılaştırmak gerçekten ilginç olup bir çok gerçekleri anlatmaktadır insana.

81. İlke:

Müslümanların semavî Kitab'ı, her türlü tahriften masun kalmıştır; ne bir şey eklenmiştir ona ve ne de ondan bir şey eksiltilmiştir. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in İslam toplumuna bıraktığı Kur'an-ı Kerim'in yüz on dört kamil suresi günümüze kadar o halde katmıştır. Kur'an-ı Kerim'in tahrif olmadığına delalet eden sağlam aklî ve naklî deliller vardır.

82. İlke:

Kur'an'ın tahrif edildiği doğrultusunda bazı Ehl-i Sünnet ve Şiâ kitaplarına geçen rivayetlerin pratikte hiçbir değeri yoktur. Çünkü bu rivayetlerin bir bölümünün sadece tefsir yönü olup ayetlerin anlamları hakkında Hz. Resulullah (s.a.a)'in açıklamaları hükmündedir; gerçekte Kur'an'ın bir bölümü olup daha sonra silinmiş değildir; Kur'an-ı Kerim'in tahrif olduğunu iddia eden bu rivayetlerin diğer bir bölümü ise, güvenilir olmayan kişiler tarafından nakledilmiş olup, senet ve rivayetin metni bakımından gerekli ölçülere sahip değillerdir. Ayrıca rivayetin hadis kitaplarında yer alması da o kitapların yazar ve hazırlayanının ona inandığını göstermez.

Yedinci Bölüm:

İmamet Ve Hilafet

83. İlke:

Hz. Resulullah (s.a.a)'ın vefatından sonra İslam toplumunun rehberlik ve önderliğini, Hz. Ali (a.s) ve onun masum evlatlarının hakkı bilenlere "Şiâ" denir; İmam'ın vasilik ve hilafetini Hz. Resulullah (s.a.a)'ın mübarek dilinden duyan ve o hazretin vefatından sonra da bu ilkeye bağlı kalan Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sahabeleri de tarihte "Ali Şiâsı" diye bilinmektedir. Gerçekte, Şiâ'nın, İslam'dan başka bir tarihi ve İslam geçmişi dışında bir geçmişi yoktur.

84. İlke:

Ebedî bir dine temel atan bir kişinin, kendisinden sonra o dinin hayatını sürdürmesini tazmin edecek bir önder ve lider göz önünde bulurmuş olmaması kesinlikle makul bir görüş değildir.

85. İlke:

Rum, İran ve (Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in vefatının son günlerinde İslam ve Müslümanları ciddi bir şekilde tehdit eden) içteki münafıklar üçgeni tehlikesini göz önünde bulundurarak, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kendisinden sonraki halifeyi tanıtmayışı, karışıklık ve İslam ümmetinin ihtilafa düşmesine neden olur ve tekrar cahiliyetin hakim olmasına yol açar; oysa halife tayini her türlü kavga ve ihtilafın kökünü kuruturdu. Dolayısıyla Şiâ, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in ümmetin kargaşa ve şaşkınlığa düşmemesi için Allah Teala'nın emriyle kendisinden sonraki halifeyi tayin ettiğine inanıyor.

86. İlke:

Allah Teala hekimane iradesiyle, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kendisinden sonraki imam ve önderi tanıtmasını dilemiş, o hazret de çeşitli yerlerde kendisinden sonra halife olarak Ali (a.s)'ı tanıtarak bu önemli görevi yerine getirmiştir.

87. İlke:

Hicretin onuncı yılında, Zilhiccet-ul Haram ayının on sekizinci günü "Ey Elçi, Rabb'inden sana indirileni duyur" ayeti nazil olmuş ve Allah Teala, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'i o günde İslam toplumunun gelecekteki önderini tayin etmek üzere görevlendirmiştir. O hazret de on binlerce insanın karşısında uzun bir hutbe okuduktan sonra Hz. Ali (a.s)'ı kendi halifesi olarak ümmete tanıtmıştır.

88. İlke:

Gadir Hadisi, sahabeden 110, tabiinden 89 kişinin naklettiği ve Ehl-i Sünnet ulemasından 350 kişinin kendi kitaplarında kaydettikleri mütevatir hadislerdendir; Müslüman yazarlar bu konuda geniş kitaplar yazmışlardır.

89. İlke:

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) kendisinden sora halife tayin etmekle, ölümünden sonra İslam'ın ışığını söndürme sevdasını tasarlayan bütün İslam düşmanlarını ümitsizliğe düşürmüştür; çünkü halife tayiniyle peygamberin (peygamberlik dışında) çeşitli vazifeleri devam edecek ve hayatını sürdürecekti.

90. İlke:

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in vefatından sonra, sahabeler, halife tayinine meşru ve zarurî bir ilke olarak bakıyorlardı. Dolayısıyla, ikinci halife birinci halife tarafından, üçüncü halife de ikinci halifenin tayin ettiği altı kişilik bir şura tarafından seçildi; oysa Şiâ halifenin, bir önceki halifenin hatalı olabilecek teşhis ve tayiniyle değil, Allah Teala'nın tayin ve atamasıyla hilafete geçirilmesi gerektiğine inanmaktadır.

91. İlke:

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in vefatından sonra imamın vazifesi şunlardan ibarettir: Kur'an kavramlarını açıklamak, din hükümlerini açıklamak, toplumu her türlü sapmalardan alıkoymak, dinî ve itikadî soruları cevaplamak, düşmanlar karşısında İslam sınırlarını korumak, toplumda adaleti uygulamak ve… Dolayısıyla, Şiâ açısından böyle biri, Allah Teala'nın özel lütuflarına mahzar olup gaybî eğitimler sayesinde böyle bir makama ulaşmış olması gerekir.

92. İlke:

Yukarıda değindiğimiz önemli vazifeleri göz önünde bulundurarak imam da (peygamber gibi) her türlü günah ve hatadan masun olması gerekir; dolayısıyla, "Tathir ayeti" ve "Sekaleyn hadisi" Ehl-i Beyt İmamlar (a.s)'ın masum olduklarını vurgulamaktadır.

93. İlke

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in vasileri on iki kişidir; dolayısıyla, Ehl-i Sünnet ve Şiâ kaynaklarında "İsnâ aşer = On iki halife" tabiri geçmiştir. Ayrıca her iman kendisinden sonraki imamı tayin eder; onların birincisi Hz. Ali b. Ebutalib (a.s) ve sonuncusu ise Hz. Hüccet b. Hasan-il Askeri (Hz. Mehdi)dir -Allah zuhurunu yakınlaştırsın-.

94. İlke

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Ehl-i Beyt'ini sevmek Kur'an'dan kaynaklanan bir ilke ve İslamî bir fazdır; bu ailenin ilmî ve amelî mükemmelliklerini göz önünde bulundurarak, bu sevgi, onların sevgililerinin kemale ermelerine neden olur.

On İkinci İmam

Gaybet ve Zuhur

95. İlke:

Ahir zamanda, Hz. Resulullah (s.a.a)'in Ehl-i Beyt'inden bir kişinin adaleti uygulamak için zuhur edeceği, Sünnî ve Şiî hadislerinin vurguladığı kesin İslamî inançlardan biridir.

96. İlke:

Bu evrensel ıslah edicinin on iki özelliği rivayetlerde geçmiştir; bazı fırkaların ihtilafı ise o hazretin varlığında değil, dünyaya gelip gelmediğindedir. Bu konuda, biz Şiiler o hazretin hicretin 255. yılında, Şaban ayının 15'inde, İmam Hasan Askeri (a.s)'ın evinde, "Nercis" hatundan dünyaya geldiğine, günümüze kadar da yaşadığına ve kıyam etmek için Allah Teala'nın emrini beklediğine inanmaktayız.

97. İlke:

Allah'ın velileri iki kısımdır: "Gözle görünenler" ve "Gözle görünmeyip kayıp olanlar." Kur'an-ı Kerim Kehf suresinde (Hz. Musa (a.s)'ın Hz. Hızır'la karşılaşması kıssasında) her iki veliden bahsetmiştir; Hz. Mehdi (a.f) de gaybet döneminde Allah'ın gayıp velilerindendir.

98. İlke:

İmam Mehdi'nin -Allah zuhurunu yakınlaştırsın- vazifelerinden bir bölümü gaybet döneminde gerekli tüm şartlara sahip olan fakihlere bırakılmıştır; halkın o hazretin zuhurundan mahrumiyeti, gaybetini kaçınılmaz kılan bazı nedenlerden ve bu cümleden halkın salahiyet ve hazırlığının olmayışından kaynaklanmıştır.

99. İlke

Geçmişte bazı peygamberlerin de gaybete çekildiğini göz önünde bulundurarak, Hz. Mehdi (a.f)'in gaybete çekilişi bizi hayrete düşürmemelidir. İmam Mehdi (a.f)'in gaybete çekilmesinin sırlarından biri, o hazretin, dünya halkının adaletin uygulanmasını kabullenecek yeterli hazırlığa sahip olduğu bir zamanda zuhur edecek olmasıdır. Çünkü o hazretin kıyam ve zuhurunun gerekli olan genel hazırlıktan önce gerçekleşmesi, zalim ve zorba güçler karşısında yenilgiye uğrayıp şehid olmasına neden olur.

100. İlke:

İmamın varlığı Allah Teala'nın büyük lütuflarından biridir; insanlar onu gerektiği gibi kabullenecek olurlarsa ondan son derece istifade ederler. Dolayısıyla, halkın mahrumiyetinin nedeni, birinci derecede onların kendileridir (elbette o hazretin kendisi de gaybet perdesi arkasında, bulut arkasındaki güneş gibi yararlı ve faydalıdır).

101. İlke:

Zamanın velisi Hz. Mehdi (Allah zuhurunu yakınlaştırsın) hicretin 255. yılında dünyaya gelmiştir; dolayısıyla, günümüzde o hazretin mübarek ömründen on bir asırdan fazla geçmektedir. Allah'ın sonsuz ve geniş güç ve kudretini göz önünde bulundurduğumuzda, Allah'ın hüccetinin böyle uzun bir hayat yaşadığını kabullenmek hiç de zor bir şey değildir.

102. İlke:

İmam Mehdi (a.f)'in ne zaman zuhur edeceğini hiç kimse bilmiyor ve onun vakti, kıyamet günü gibi herkese gizlidir. Buna rağmen rivayetlerde zuhur nişanelerinden bir çoğu belirtilmiştir.

Sekizinci Bölüm

Ölümden Sonra Hayat

103. İlke:

Ölümden sonraki hayata inanmak, bütün semavî dinlerin ortak ilkelerdendir ve esasen ahiret gününe inanmaksızın dinin bir anlamı yoktur. Dolayısıyla, bu ilkenin önemi nedeniyle Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinin büyük bir bölümü kıyametle ilgilidir.

104. İlke:

Allah Teala mutlak hak olduğundan onun fiili de kendisi gibi abesten uzak hak olmalıdır. Bu konuyu ve yine ebedî hayat olmaksızın insanın yaratılışının boş ve abes olacağını göz önünde bulundurarak, ölümden sonraki hayatın gerekliliği anlaşılmaktadır. Ayrıca, iyi kişilerle kötüler hakkında ilahî adaletin gerçekleşmesi, gelecekte, varlık alemde böyle bir günün olmasını gerektiriyor.

105. İlke:

Kur'an-ı Kerim kıyametle ilgili şüpheleri cevaplamakta, bu hususta bazen Allah'ın mutlak gücüne dayanmakta, yer yer ilk yaratılışı, ölümden sonra dünyaya dönüşün ve insana yeniden hayat verilmesinin mümkün oluşunun nişane ve belirtisi saymakta ve bazen insanın dirilişini ilk baharda yerin dirilişine benzetmektedir…

106. İlke:

Kıyamet günü insanlar hem cismen ve hem de ruhen dirilip geri döneceklerdir. Şöyle ki, insan ahiret yurdunda hem beden olmaksızın gerçekleşmesi mümkün olmayan mükafat ve cezaları görecek, hem de ruhunun taşıyıp kabul edeceği ruhî ve manevî mükafat ve cezaları görecektir.

107. İlke:

Ölüm, insan hayatının sonu değildir; aksine insan ölümle sadece bu dünyadan başka bir dünyaya intikal eder. Ayrıca, bu dünya ve ahiret yurdu arasında, kendine has hayat, nimet ve cezası olan "Berzah alemi" isminde başka bir alem daha vardır.

108. İlke:

Berzah hayatı, ruhun bedenden alınmasıyla başlar. İnsanın cenazesi toprağa verildikten sonra Allah'ın melekleri tarafından sorguya çekilir; berzah alemi müminler için rahmet tecellisi, kafirler ve münafıklar için ise azap meydanıdır.

109. İlke:

Bazıları, semavî dinlerin kabul ettiği meadı reddederek onun yerine "tenasüh" (insanların öldükten sonra ruhlarının başka bedenlere taalluk edişi) denilen düşünceyi ileri sürmüşlerdir. "Tenasüh", İslam mantığı açısından batıl ve imkansız bir şey olup, tenasüh inancı kıyamet inancına engeldir.

110. İlke:

Geçmiş ümmetlerde gerçekleşen mesh (insanların çirkin hayvanlar şekline dönüşü) olayı "tenasüh" şeklinde olmayıp, insanların sadece görünüşte simalarının domuz ve maymun şekline dönüşüdür, fakat insanî kişilikleri kalıyordu; meshin tenasühle bir çok farkı vardır.

111. İlke:

"İşrat-us Saet", kıyamet gününün yaklaşmasını bildiren alamet ve nişanelerdir. Bu nişaneler kısaca şunlardan ibarettir: 1- Son Peygamberin (s.a.a) gönderilişi, 2- Ye'cuc ve Me'cuc barajlarının yıkılması, 3- Gökyüzünü siyah bir dumanın kapsaması, 4- Hz. İsa (a.s)'ın inişi, 5- Yerden bir Dabbe (canlı)nın çıkışı.

112. İlke:

Kıyamet gününden önce iki defa Sûr'a üfürülecektir. Birinci üfürülüşte yeryüzündeki bütün insanlar ölecek ve ikinci üfürülüşte ise dirileceklerdir.

113. İlke:

Kıyamet gününde, özel metotlarla bütün insanlar hesaba çekileceklerdir. Ayrıca herkesin eline verilen amel defteri dışında diğer bir çok tanıklar da onun dünyadaki iyi veya kötü işlerine tanıklık edeceklerdir.

114. İlke:

Kıyamet gününde Allah'ın izniyle şefaat edenlerin, ümmetin günahkarlarına şefaat edeceği Kur'an-ı Kerim'in vurguladığı kesin bir ilke olup bu konuda rivayet edilen oldukça fazla hadis vardır.

115. İlke:

Allah Teala'nın, şefaat etmelerine izin verdiği kimselerden şefaat talebinde bulunmak sakıncasızdır. Çünkü şefaat talebi, gerçekte dua talebinde bulunmaktır; mümin bir kişiden dua talebinde bulunmak ise Kur'an-ı Kerim ve hadislerin müsaade ettiği, hatta davet ettiği bir ameldir.

116. İlke:

Tövbe kapısı günahkâr kulların üzerine her zaman (ölüm anı dışında) açıktır ve tövbe inancı da şefaat inancı gibi felsefe, adap ve şarlarına dikkat edilecek olursa, insanları günaha teşvik etmez; tövbe kapısının açık oluşu, hayatlarının kalan kısmında temiz ve arınmış olmak isteyenler kişilerde hazırlık oluşturmak içindir ve Allah'ın geniş ve kapsamlı rahmeti, insanların "Allah'ın rahmetinden ümitsizlik" ipiyle ebedî dalalet kuyusuna düşmelerini kabul etmez.

117. İlke:

İnsan ahiret yurdunda işlediği iyi ve kötü amellerin karşılığını görecektir; insanın işlediği kötü ameller, Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği ve "habt-ı e'mal" (amellerin batıl oluşu) denilen mürted olma gibi durumlar dışında genellikle iyi amellerini yok etmez.

118. İlke:

Cehennemde ebedî kalış kafirlere hastır; fakat günahkâr müminler (eğer dünya ve berzah aleminin azapları ve temiz kişilerin şefaati dosyalarını tamamen temizlemezse) cehennemde bir süre azap gördükten sonra bağışlanarak cehennemden kurtulacaklardır.

119. İlke:

Kur'an-ı Kerim ayetleri ve hadislerden, cehennem ve cennetin, her ne kadar yerleri bilinmese de şimdi bile var olduğu anlaşılmaktadır.

Dokuzuncu Bölüm

İman, Küfür, Bid'at, Takva, Tevessül, Beda...

120. İlke:

İmanın asıl yeri kalptir ve bir insana "Müslüman" denilmesi için genel olarak bir ve tek olan Allah'a, kıyamet gününe, Hz. Resulullah (s.a.a)'in peygamberliğine ve o hazretin getirdiklerine inanması yeterlidir. Bunun karşısında küfür ise, insanın en azından bunlara bile inanmamasıdır.

121. İlke:

Kalp imanı, kişinin izhâr etmesi veya en azından görünürde aksine hareket etmemesi durumunda etkilidir. Ayrıca kalp inancı, tek başına, insanın saadet ve kurtuluşa ermesi için yeterli olmayıp, Allah'ın emir ve hükümlerine uymayı da gerektirmektedir.

122. İlke:

Üç temel ilkeye inanan bir Müslüman'ı, diğer meselelerde farklı görüşe sahip olsa bile tekfir etmek haramdır.

123. İlke:

"Bid'at", lügatte, geçmişi olmayan yeni bir iştir; ıstılahta ise, insanın, dinde olmayan bir şeyi dine nispet vermesidir. İşlerin dine nispet verilişi, ancak din metinlerinde (özel veya genel olarak) cevaz ve meşruiyetlerine işaret edilmediği takdirde "bid'at" kapsamına girer.

124. İlke:

İnsanın sahip olduğu gerçek inancını açıklaması can, mal, namus ve haysiyetinin tehlikeye düşmesine neden olursa akıl ve Kur'an-ı Kerim'in açık tasrihiyle inancını açıklamamalıdır; hatta eğer gerekirse onun aksini ortaya koymalıdır; Şiâ mektebinde buna "Takiyye" denmektedir. Takiyyenin nifakla tamamen zıt olduğuna dikkat edilmelidir. Çünkü takiyye imanı gizleyip küfrü izhar etmek, nifak ise küfrü gizleyip imanı izhar etmektir.

125. İlke:

Takiyye, bazı şartlarda farz olur; fakat takiyye yapmak dinin temelinin tehlikeye düşmesine neden olursa, bu durumda takiyye yapmak haramdır. Dolayısıyla, bugüne kadar Şiâ mektebinde, takiyye bahanesiyle, bu mektebin inancının aksine bir kitap yazılmış değildir; Şiâ inancını savunma konusunda canlarını feda eden ulemanın sayısı yüzleri ve hatta binleri geçmektedir.

126. İlke:

İnsanoğlunun yaşamı (ve esasen tabiatın akışı) sebep ve vesilelerden yararlanma üzerine kurulmuştur ve bu konuda tabii vesilelerle gayr-i tabii vesileler arasında bir fark yoktur. Ancak müvahhid kişi sebep ve vasıtalara bir "vesile" gözüyle bakmalı ve onların etki bırakmada müstakil ve bağımsızlığına inanmamalıdır.

127. İlke:

Allah'ın isimlerine ve yine salih kişilerin duasına tevessül etmek, Kur'an-ı Kerim'de apaçık bir şekilde değinilen gaybi ve tabiat ötesi vesilelerdendir.

128. İlke:

Allah'ın kesin takdirleri değişmez; fakat şartlı ve muallak takdirleri değişebilirler. Şiâ'nın inandığı bu değişime "Bedâ" denir. Beda'nın temeli ve anlamı, tüm varlık boyutlarında Allah Teala'nın mutlak kudret ve saltanatını kabul etmek ve insanın iyi ve kötü amellerinin -Allah'ın takdiriyle- onun kaderinde etkili olduğuna inanmaktan başka bir şey değildir.

129. İlke:

Geçmiş ümmetlerde bir grup Allah'ın iradesiyle bu dünyaya geri döndüğü gibi ahir zamanda da belli bir grup dünyaya geri dönecektir; Şiâ mektebinde "ric'at" denen bu inancın ayrıntı ve özellikleri akaid kitaplarında açıklanmıştır.

130. İlke:

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sahabesi, ister Bedir, Uhud, Ahzab ve Huneyn savaşlarında şehadet şerbetini içenler olsun, ister o hazretin vefatından sonra İslam'ı korumak ve ilerletmek konusunda çaba harcayanlar olsun, tümü Şiâ mektebinde saygındırlar. Fakat buna rağmen sadece Hz. Resulullah (s.a.a)'in görmek ve onun yanında yer almak kişilerin ebediyen adaletli olmasına, onların sürekli ve mutlak bir şekilde günah ve hatadan korunmasına neden olmaz; bu bakımdan sahabeyle tabiin arasında bir fark yoktur. Dolayısıyla, din talimlerinin berrak pınarının bazı kişilerin hava, heves ve bencillikleriyle bulaşmaması için bilhassa sahabeden rivayet nakletme ve onların Hz. Resulullah (s.a.a)'den naklettikleri rivayetlerinin içeriğine göre davranma konusunda, onların yaşam dosyasını açıp iyice inceleyerek söz ve davranışlarının doğru olup olmadığını öğrenmek gerekir.

131. İlke:

Hz. Resul-i Ekrem ve Ehl-i Beyt'i aleyhimusselama sevgi beslemek, Kur'an-ı Kerim ve o hazretin sünnetinin önemle vurguladığı İslam'ın ilkelerinden biri olup yıl boyunca Hz. Resulullah ve Ehl-i Beyti aleyhimusselamı anmak bu sevginin tecellisidir. Bu sevgi Kur'an-ı Kerim'e dayandığı için bid'at da değildir.

132. İlke:

Şehidler için ağıt yakıp matem tutmanın felsefesi Hz. Yakub (a.s) ve Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in Uhud savaşındaki ameline dayanmaktadır. Ayrıca belli günlerde onlar için merasim düzenlemek mekteplerinin korunmasına neden olur.

133. İlke:

Dünyada akıl sahipleri, atlarının eserlerini tarihi eser olarak korumaktalar. Ve yine peygamberlerin evlerini yüceltmek Kur'an-ı Kerim'de önemle vurgulanan konulardandır. Ashab-ı Kehf'in mezarlarının yanında anıt ve mescit yapılışı, şehidlerin ve Allah'ın salih kullarının mezarlarının yanı başında mescit yapmanın ve onları saygı göstermenin caiz oluşunun en açık delilidir.

134. İlke:

Müminlerin, peygamberlerin ve Allah'ın velilerinin mezarlarını ziyaret etmek, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in emrettiği, İslam'ın yapıcı etkisi olan ilkelerindendir.

135. İlke:

"Guluv" haddi aşmak anlamındadır; peygamberler ve masum din önderlerinin makamlarında haddi aşanlar "gulat" olup İslam toplumundan tardedilmişlerdir.

Onuncu Bölüm

Hadis, İçtihad ve Fıkıh

136. İlke:

Güvenilir (sıqa) ve adil kişilerin Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'den naklettikleri hadislerin tümü Şiâ uleması tarafından kabul edilmektedir. Şiâ'nın fıkıh ve içtihad temeli Allah'ın Kitab'ı, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kesin sünneti, icmâ ve akla dayanır.

137. İlke:

On İki İmam (a.s)'dan bize ulaşan rivayetlerin tümü müstakim veya gayr-i müstakim olarak vahiy ocağına ulaşmaktadır. Çünkü Ehl-i Beyt İmamları (a.s) ya o rivayetleri (vasıtasız olarak veya değerli babaları vasıtasıyla) Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kendisinden duymuşlardır veya İmam Ali (a.s)'ın kitabından nakletmişlerdir ya da -mühaddes olmaları hasebiyle- onlara telkin edilmiştir.

138. İlke:

Hz. Resulullah ve onun tertemiz Ehl-i Beyti aleyhimusselamın hadisleri Şiâ uleması tarafından meşhur kitaplarda toplanmıştır ve Kutub-u Erbaa (Kâfi, Fakih, Tehzib ve İstibsâr) Şiâ mektebinde en önemli içtihad kaynaklarındandır.

139. İlke:

Şiâ fıkhında, içtihad kapısı ilk günden beri fakihlerin üzerine açık kalmış ve günümüze kadar da kapanmamıştır. Yine onların içtihadı, belli bir mezhep ve gidişat dairesinde değil, mutlak içtihaddır. Şiâ mektebinde içtihadın temelini de daha önce değindiğimiz gibi Kitab, Sünnet, icmâ ve akıl oluşturmaktadır.

140. İlke:

Sahabenin sözü, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sünnetini naklederse hüccettir; fakat Kur'an ve Sünnet'ten kendi anlayışını aktarırsa, bu söz diğer bir müçtehid için hüccet olmaz.

141. İlke:

Temel akaid konusunda her Müslüman'ın kesin bilgi edinmesi gerekir. Fakat füruat ve ayrıntılarda bir müçtehidin fetvasına uyabilir.

Bazı İhtilaf Konuları

142. İlke:

Şiâ, abdest alırken kollarını yukarıdan parmak uçlarına doğru yıkar; parmak uçlarından yukarı doğru değil. Yine abdestte ayakları mesheder, yıkamaz; Şiâ'nın bu amelinin kaynağı ise Kur'an-ı Kerim ayeti ve Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sünnetidir.

143. İlke:

Şiâ, secde halinde normal yere veya yerden biten şeylere secde edilmesi gerektiğine inanır; tarih de, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in kendi hayatı döneminde böyle yaptığına, fakat daha sonraları bu sünnete uyulmayıp onun yerine sergi ve elbisenin üzerine secde edildiğine tanıklık eder.

144. İlke:

Öğleyle ilkindi ve akşamla yatsı namazlarını birbirinden ayırıp -her birini fazilet vaktinde kılmak- müstehap olmasına rağmen bunları birleştirmenin de bir sakıncası yoktur; nitekim bütün Müslümanlar Arafe ve Müzdelife'de böyle yapmaktalar; Peygamber efendimiz (s.a.a) de hiçbir mazereti olmaksızın böyle yaparak namazları cemetmede ümmeti serbest bırakmıştır.

145. İlke:

Geçici evlilik (mut'a nikahı) meşru bir evlilik çeşididir. Kur'an-ı Kerim geçici evliliğin meşruiyetini vurgulamış, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) ve sahabe de buna uymuşlar ve bu ilke hiçbir zaman neshedilmemiştir.

146. İlke:

Namazda elleri bağlamamak gerektiği gibi eli bağlı namaz kılmak da bid'attır. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'in namaz kılış şeklini anlatan Ebu Hamid Saidî ismindeki sahabenin rivayetinde, o hazretin ellerini bağladığına rastlanmamaktadır ve bu ise, Hz. Resulullah (s.a.a)'in döneminde sahabenin ellerini bağlamadığını ve bunun, o hazretin vefatından sonra çıkarılan bid'atlerden olduğunu göstermektedir.

147. İlke:

Ramazan ayının gecelerinin nafilelerini kılmak müstehap bir ameldir; fakat bu namazları cemaatle kılmak "bid'at" olup diğerlerinin kendi reylerine göre içtihadları, bu amele meşruiyet kazandırmaz.

148. İlke:

Enfal suresinin kırk birinci ayetinin hükmüyle, her Müslüman'ın kazancının beşte birini Kitab ve Sünnet'te belirtilen yerlerde harcaması gerekir.

149. İlke:

İslam medeniyeti, bütün Müslümanların hiç durmaksızın çalışmalarına borçludur; Şiâ'nın ise, bütün alanlarda İslam medeniyetinin temelini atmada çok önemli bir rolü olmuştur.

150. İlke:

Bazı teferruatta İslam fırkaları arasındaki fark, İslam düşmanları karşısında onların vahdet ve birlik içerisinde olmasını engellemez ve engellememelidir de; bilimsel kongreler düzenleyip araştırma müzakereleri yaparak yavaş yavaş bu ihtilaflar giderilebilir.

Hamd alemlerin Rabb'i Allah'a mahsustur.

 

Back Index