Rehberin Konuşmaları

Ayetullah Seyyid Ali Hameneinin, 15 Şaban 1416 (5 Ocak 1996) ve 15 Şaban 1417 (26 Aralık 1996) tarihlerinde Hz. Mehdi aleyhi’ s-selâm’ın doğum günü münasebetiyle yapmış oldukları konuşmalarını özet olarak yayınlıyoruz.

 

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla

Tarihin en parlak olaylarından olan bu büyük gündeki hatırayı, dünyadaki bütün mustaz’âflara, özellikle de Müslümanlara tebrik eder ve bu bayramın sizlere mübarek olmasını, yüce Yaradanın apaçık delili ve ilahi adaletin mazharının doğum gününün bereketine kavuşmamızı ümit ederim.

Vaat edilmiş olan Hz. Mehdi’nin (canlarımız ona feda olsun) doğum günü bütün insanlık için, zulüm görenler, ezilenler, dünyanın her yerinde adaletsizliklere uğrayanlar, (tarih boyunca) musibetlere tahammül edenler için, gerçek bir bayramdır. Onların hepsi bugünün anısından dolayı, huzur ve mutluluk hissetmişlerdir.

Bu büyük doğum belirli bir millet ve zamana has değil, bütün insanlığa aittir. Bu, “Allah’ın insanoğlundan aldığı bir ahittir.” Bu, “Allah’ın, gerçekleşmesine kefil olduğu bir vaattir. Tarih boyunca bütün insanlar, bu hayret verici vakıaya kalben ihtiyaç duymuşlardır; çünkü tarih, başlangıcından bugüne kadar ve bugünden o ilahi zahirenin zuhuruna kadar zulümle, kötülüklerle ve çirkefliklerle dolmuştur. Bütün bu zulümler karşısında ezilenlerin (kendilerine zulüm edilmiş olanlar olsun, ya da başkalarına yapılan zulümleri görüp de üzülenler olsun) kalplerinde insanlık ve tarihin bu büyük kurtarıcısının doğum gününde anılmasıyla, ümit filizleri yeşermektedir. Bundan dolayı sizler de görüyorsunuz ki bu hakikat, sadece Şia’ya ait değildir.

Bütün dinler ve mezhepler, tarihin belirli bir bölümünde ilahi bir güç ve kurtarıcının gelip, insanlığı zulüm bataklığından mucizevi bir şekilde kurtaracağına inanıyorlar. Biz Şiilerin, diğer İslam fırkalarıyla ve Müslüman olmayanlarla olan farkı, bu büyük şahsı, annesini, aziz babasını tanıyor, ismini, doğum tarihini ve onunla ilgili vakıaları biliyor olmamızdır. Ama diğerleri bunları bilmiyorlar ya da başka nedenlerden dolayı inanıyorlar. Ancak, biz biliyoruz ve inanıyoruz. Aramızdaki fark budur. Bu da Şia’daki tevessülün daha canlı, daha manalı ve daha çok boyutlu olmasının bir delilidir.

O halde bugün gerçek bir bayramdır, yani bu doğum günü, bütün insanlık ve tarih için -hatta öncekiler için bile- bayramdır. Zalim sultanların, Ebu Cehillerin, Nemrutların, Firavunların karanlık dönemlerinde, fakirlik, zulüm ve ayrıcalık görüp ezilerek ölenler, iyilik yüzü görmeyen kimseler için de bugün bir bayramdır. Eğer onların ruhları berzah aleminde, bazı faziletlerden yararlanan ruhlardan ise, yakinen onlar da böyle bir günde mutlu olacaklardır. Bugün, diğer günler ve bayramlardan farklı bir gündür. Gerçekten biz bugünü “İydullah-i Ekber” (En Büyük Bayram) olarak adlandırsak mübalağa etmiş olmayız.

Bu büyük şahsın doğmuş olması ve bu hakikate inanmanın faydaları, iki açıdan ele alınabilir:

1- Bu inancın insanın manevi, ruhi ve ferdi tekamülündeki rolü: Açıktır ki bu inanca sahip olan kimse, Hakk’ın rahmet nurlarının asıl noktası ve ilahi faziletlerin merkeziyle ruhi bir rabıta kurar. Allah’a yakınlaşma ve ruhi yükselme vesilelerinden daha fazla faydalanma muvaffakiyetini elde eder. Mana ve batın ehli olan kimseler, dualarında Hak Teala’nın adalet, kudret ve rahmet mazharı o büyük şahsa daima ruhi teveccüh ve tevessül ederek, kalbi bağlılıklarını ortaya koyarlar. Bu da insanın yetişerek yükselmesine sebep olacak en büyük etkendir. İnsanın ruhen ve manen ilerleme vesilelerinin hazırlığı da buna bağlıdır.

Bu, geniş bir meydandır. Herkes kalbinde, batınında ve yüreğinde bu yüce insan ile ne ölçüde irtibatı olursa o ölçüde faydasını görür. İşte bu gerçek anlamda bir teveccüh ve bağlılığı gerektirir. Yoksa sözde olan bağlılığın hiç bir tesir ve faydası yoktur. Biz buna bireysel, yani ferdi boyut diyoruz.

2- Meselenin toplumsal boyutu: Bu da insanlığın ve milletlerin kaderiyle irtibatlıdır. Bu alanda da, Mehdi aleyhi’s-selâm’a, onun zuhurunun gerçekleşmesine ve zuhurunu beklemeye olan inanç, büyük bir ümit kaynağıdır. Siz, fırtınalı havada, bir gemiyi düşünün; gemidekiler, sahile bin fersah* yol olduğunu, biraz su ve ekmek dışında bir şeylerinin bulunmadığını, her halükarda çabalarının ölümle sonuçlanacağını düşünmeleri halinde, geminin hareket etmesi için çaba harcayabileceklerini düşünebilir misiniz? Hayır; çünkü onlar, kesinlikle öleceklerini düşünmektedirler. İnsanın ölümünün kesin olduğu, umudunun kalmadığı bir zamanda hareket ve telaşının hiç bir anlamı olmaz; çünkü ümit kalmamıştır artık. Bunların yapabileceği tek şey, herkesin kendi haline düşmesidir. Rahat ölüm ehli olan kimse, yatıp ölümü bekler; hak tanımayan kimse, bir kaç saat fazla yaşayabilmek için de olsa onların haklarına tecavüz eder ve ellerinden alır.

Şimdi de, gemiyi bir sahile çıkarma inancına sahip olan kimselerin gemide bulunduğunu düşünün. Onlar, sahilin uzak ya da yakın olduğunu bilmeseler de, ulaşabilecekleri bir sahilin varlığından haberdar olsalar, ne yaparlar? Onlara, bir saatlik zaman tanınsa dahi kendilerini sahile ulaştırmaya çalışırlar; o bir saati akıllıca kullanıp hareket ederler; kendilerini o sahile ulaştırmak için beraber düşüp çözüm yolu ararlar ve ortak çaba gösterirler.

Ümidin, böylesine önemli bir rolü vardır. Bu kadar bir ümit ışığı insanın kalbine yerleşirse, ölüm apar topar oradan uzaklaşır. Ümit, insanın telaş ve hareket etmesine, ilerlemesine, mücadele etmesine ve canlı kalmasına sebep olur. Zalim bir sultanın hükmü altında yaşayan ve hiç ümidi kalmayan bir milleti düşünün. Bu millet, teslim olmaya mahkumdur. Eğer teslim olmazsa, kısır ve sonuçsuz işler yapar. Ama bunun zıddı olsa, yani kalplerinde ümitleri olsa ve sonuca ulaşacaklarını bilseler, doğal olarak mücadele edecekler, yönlendirecekler ve eğer önlerinde bir engel olursa, onu ortadan kaldıracaklardır.

Tarihte ve günümüzde, toplumların durumunu kasırgaya yakalanmış gemideki insanların durumuna benzetebiliriz. İnsanoğlu, her zaman için, güç ve kuvvet sahibi zalimlerin ve mazlum insanlara musallat olan kimselerin eliyle çeşitli adaletsizlik ve baskılara maruz kalmıştır. Ümit, insanların mücadele etmesine, önünün açılmasına ve ilerlemesine sebep olur. Size, bir miktar bekleyin denilirse bu içinde bulunduğunuz durum ve sıkıntıların sürekli olmayışı ve bir gün mutlaka biteceği anlamına gelir. Bakınız, bu ümit insana ne kadar diriliş ve hareket ruhu veriyor; Zamanın İmam’ına (canlarımız ona feda olsun) olan inancın rolü de budur işte. Bu, vaat edilmiş Mehdi aleyhi’s-selâm’a olan itikadın bir neticesidir. Bu inançtan dolayı Şia, bugüne kadar yoluna çıkan bir sürü güçlükleri, engelleri ve zorlukları aşabilmiş ve Allah’a hamd olsun ki bugün, İslam’ın ve Kur’an’ın, izzetli ve yüce bayrağı, Müslüman İran milletinin elinde dalgalanmaktadır. Böylesine bir inanç nerede olsa, ora-da da aynı ümit ve mücadele var olacaktır.

Mehdilik inancı Şia’ya özgü değildir; bütün dinler ve mezheplerde bir gün bir kurtarıcının zuhur edeceği ve beşeriyeti, zulüm ve sitemden kurtaracağı inancı vardır.

Bu sebeplerdir ki sömürgeciler, müstekbirler ve onların uşaklarının en önemli işlerinden birisi de ümit ve mücadele ruhunu halkın elinden alma çabalarıdır. Defalarca bu ışığı söndürmek istediler, ama başaramadılar. Biz, istikbarın bu yolda -yalnız İran’da değil, bütün İslam dünyası üzerinde- ne kadar çaba sarf ettiğini, bu ışığı söndürmek istediğini biliyoruz. İstikbar güçlerinin daha rahat çalışabilecekleri ortamı hazırlamak için Avrupa’dan, Afrika’nın kuzeyine tebliğ amaçlı Hıristiyan gruplar gönderme yöntemine başvurdukları, elimizde bulunan bazı önemli raporlarda kayıtlıdır. Dindarların üzüntüsü, Hıristiyan ülkelere musallat olan güçlerin aleni bir şekilde dünyada Hıristiyanlık propagandası yapmalarının asıl sebebi, istikbarın daha rahat ilerleyebilmesi için, Hıristiyanlığın bir araç olarak kullanılmasıdır. Misyonerler zahirde Hıristiyanlığı yaymak için çalışıyorlardı. Ancak bunların asıl görevleri, o günün Avrupa sömürgecilerinin çeşitli Müslüman ülkelerine nüfuz ve siyasi egemenliği için zemin hazırlamak idi. Üzülerek belirtmek gerekir ki, birçok yerde de başarılı oldular.

Bu rapor, Kuzey Afrika’daki misyoner gruplara aittir. Raporu yazan şöyle bildiriyor: “Bizim Kuzey Afrika, Tunus ve Merakeş’te Hıristiyanlığı yayma propagandasında karşılaştığımız zorluklardan birisi de vaat edilmiş olan Mehdi aleyhi’s-selâm’ın gelip İslam’ı yüceltmesi inancının halk arasında yaygın olmasıdır.” Bunu, kendi resmi raporlarında yazarak bu işle görevli sorumlu heyete gönderiyorlar. Bu rapora göre, Mehdiliğe olan inanç, istikbarı zorluğa düşürüyor. Halbuki dünyanın o bölgelerinde yaşayan kardeşlerimizin itikadı, bugün bizim apaçık ve      aşikar bir şekilde inandığımız inanç gibi değildir; orada ismi ve özellikleri olmayan bir Mehdilik inancı vardır; yani netlik yoktur, kapalı ve belirsizlik hakimdir. Böyle olması bile, sömürge odaklarını korkutmaktadır.

Bugün aramızda bulunan ve muhterem vücutlarının bereketlerinin halk üzerinde etkisi olan çok kıymetli ve büyük alimlerimizden birisi bana şöyle naklettiler: “Fasit ve uğursuz Pehlevi rejimi, hakim olduğu ilk dönemlerde bu cunta rejiminin her türlü marifet ve maneviyattan yoksun hükümdarı Rıza Pehlevi, saraya bağlı olan din alimlerinden (saray mollalarından) birini çağırarak: “Bize bu kadar zorluk çıkaran Zamanın İmamı meselesi nedir?” diye sormuş. Bu alim (!) de onun isteği doğrultusunda cevap vermiş. O zorba da meseleyi halletmelerini isteyerek bu inancı milletin kalbinden söküp atmaları emrini vermiş!! O adam, bu işin o kadar kolay olmadığını ve birçok zorluğu olacağını söz konusu ederek, yavaş-yavaş zemin hazırlanarak başlamanın gerekli olduğunu önermiş.” Elbette Allah’ın fazlı, Rabbani alimlerin çabaları ve aydın kimselerinin hareketleriyle bir sonuç elde edemediler ve o uğursuz hayallerine ulaşamadılar. Görüldüğü gibi, geçmişte ülkemize hakim olan rejim halka hakim olmak, İran’ı kendi elleriyle düşmana teslim etmek, Mehdilik inancını milletin kalbinden söküp atmak için, istismar güçleri tarafından görevlendirilmişti. Zamanın İmamı olan Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’a inanmak, gerçek anlamda kalplere yerleştiği zaman, gayıpta bulunan İmam halk arasında hissedilir. Alemin kutbu ve bütün mahlukatın bağımlı olduğu aziz ve mâsum İmam, her ne kadar gözlerden uzak ve zuhur etmemiş olsa da hazırdır. Acaba, hiç tesir ve katkısının olmayışı düşünülür mü? Mü’min bu tesiri, kalbiyle, vücuduyla, kendi hisleriyle algılar. Oturup, Allah’a yalvarıp yakaran, Nudbe Duasını içtenlikle okuyan, Âl-i Yasin Ziyaretini okuyup ağlayan kimse ne dediğinin farkındadır. Onlar, her ne kadar henüz aşikâr olmayıp gözlerden uzak olsa da, bu büyük insanın varlığını, vücutlarının bütün zerreleriyle hissederler. Onun görülmeyişi, varlığının hissedilmesine engel olamaz. Zuhur etmemiştir ama hem kalplerde ve hem de milletin yaşantısında tam manasıyla etkisi ve varlığı hissedilmektedir. Acaba onun varlığının olmayışı düşünülebilir mi?

İyi bir Şia, İmamın varlığını hisseden ve kendisini onun huzurundaymış gibi gören kimsedir. Bu ise insana ümit ve mutluluk verir. Bu büyük milletin her şeyden daha çok bu ümide ihtiyacı vardır. Allah yolunda İslam’ın azameti için mücadele eden, savaşan, İslam bayrağını zamanımızda dalgalandırmaya aday olan bir millet, her şeyden daha çok, bu parlak ümide ihtiyaç duymaktadır. Onlara bu ümidi veren de bu inançtır.

İnkılap gerçekleşmeden önce, düşmanlar her vesileyle, halkın İnkılabın başarıya ulaşması hususundaki ümidini kırmak istiyorlardı. Diyorlardı ki, elinde hiçbir şeyi olmayan halk, baştan ayağa silahlı bir gücün karşısında direnip, başarı elde edebilir mi? Kesinlikle mümkün değildir! Bu ümitsizliği bin bir türlü entrika ve yönteme başvurarak, halka empoze etmek istiyorlardı; ama başaramadılar ve halk hiçbir zaman ümidini yitirmedi.

Tam manasıyla rehber olan İmam Humeyni (Allah ondan razı olsun) uğraşısının çoğunu halkın ümitli olmasına ayırmıştı. Halk ümitli olduğu zaman hareket eder ve bütün çabasını ortaya koyar. Milletin hareketi karşısında ise, hiç bir güç ve kuvvet dayanamaz. Değerli rehberimiz İmam Humeyni bütün manevi, ilahi vesilelerden istifade ederek, halkın ruhuna ümidi yerleştirdi ve bunun bereketiyle de başarıya ulaşıldı. İnkılabın gerçekleşmesinden sonra da düşman, sürekli olarak milleti ümitsizliğe sürüklemeye çalıştı. “Siz ülkeyi idare edemezsiniz” dediler, Amerika’ya muhalefet etmek mümkün müdür? Acaba maddi dünya karşısında direnme gücünüz var mıdır? Hayır! faydası yok, teslim olmak ve kabullenmek gerekir!!” Nerede bir başarı elde ettiysek, medya yalanladı. Ya başarıyı dile getirmediler ya da çarpıtarak yansıttılar! Küçük bir başarısızlık olduğunda ise, onu bir dağ gibi büyüterek abartıp, yaymaya çalıştılar. Bütün bu propagandalar karşısında milletimiz ümidini yitirmeyerek, mücadele ve savaşa devam ettiler. Savaşı geride bırakarak ülkede üretim ve yapıma başladılar. Yüce Allah’ın fazlıyla milletimiz çalışıp çabaladı, ümitleri gün geçtikçe arttı. Çünkü kendi gözleriyle başarı ve kalkınmayı gördüler. Bu millet İnkılabın ilk günlerinde neredeydi, bugün nerededir? O gün, bizim sahip olduğumuz tek şey, enkaza dönüşmüş ülkeden başka bir şey değildi. Her şeyiyle bağımlıydı. Geçmiş rejimden bize kalan; dışa bağımlılık, işe yaramaz temelsiz birçok çürük ve kof şeylerdi. Bugün milletimiz hareketli, güçlü, zulüm ve istikbara karşı nasıl mücadele edileceğini biliyor; onarım tecrübesi var ve yüce Allah’ın fazlıyla herkes, ülkenin her köşesinde hareketlilik ve kalkınma hamlelerini gözlemlemektedir.

Şimdi düşman, kendini rezil edici çabalara yönelmiştir. Bunu siz görüyorsunuz; Amerika bu gün Müslüman İran milleti ve devleti karşısında ne yapacağını şaşırmıştır. Bu, sizin ümidinizin ve kudretinizin eseridir. Bu milletin sağlam iradesinin neticesidir ki düşman, İran milleti karşısında ne yapacağını şaşırmıştır ve ahmakça işler peşinde koşmaktadır....

Bazı zayıf, şahsiyetsiz ve kendi milletinden kopmuş hükümet ve devlet adamlarının, Amerika’nın yaygaralarından, tehditlerinden korkması ve teslim olması mümkündür. Ama şahsiyetli ve kendi milletiyle uyumlu devletler, ne Avrupa’da, ne Asya’da ve ne de Afrika’da Amerika’nın tehditleri karşısında teslim olmayacaklardır. Eğer İran’ın mücadeleci milleti gibi bir milleti olursa, mücadele meydanlarında tecrübe kazanmış, bu kadar şehit vermiş, kan dalgalarını aşmış, kadınıyla-erkeğiyle tehlikeli meydanlarda yürekli bir aslan gibi olan bir millet karşısında, Amerika, bir adım dahi öne atamaz; attığında da, böyle bir milletten ağzına öyle bir yumruk yer ki, bir daha kolay-kolay kendine gelemez.

 Allah’a inanan, mü’min ve O’na sığınan bir millet, geleceğe ümitle bakar, gayp alemindekilerle irtibatı olur. Allah’ın lütuf ve yardımına güvenen ve kalbinde ümit güneşi besleyen bir millet, hiçbir zaman teslim olmaz, ürkmez ve bu kof tehditlerle meydandan çekilmez. Bu Mehdi aleyhisselam’ın maneviyatına olan inancın özelliğidir. Zamanın İma-mına olan inancın, ferdin hem iç dünyasında, hem toplumsal hareketinde, hem şu anında ve hem de geleceğinde böylesine büyük tesiri vardır. Bunun kıymetini bilmek lazım.

Milletimizin, Elhamdulillah geçmişte Ehl-i Beyt’e bağlılığı vardı, şu anda da vardır ve İnkılaptan sonra yüce Allah’ın fazlıyla birkaç kat daha artmıştır. Ben Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’a olan teveccühlerini daha nitelikli bir şekilde devam ettirmelerini tavsiye ediyorum. Bu Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın da onlara teveccüh etmesine sebep olur. O değerli ve büyük şahsiyet, şu anda mevcuttur, kendi milletinden ve Şiisinden ayrı ve uzak değildir. O, her zaman milletimizle beraberdir. Halk ona teveccüh ettikçe, inşallah, hidayet, fetih ve başarı yoluna ulaşacaktır.

Aziz kardeşlerim ümit ederim ki, o büyük İmamın tertemiz dualarına şamil olursunuz ve onun zuhurunu bekleyen bütün gözler, o değerli ve büyük insanın cemaliyle aydınlanır.

26 Aralık 1996 (15 Şaban 1417)’de İmam Mehdi (a.s)’ın Doğum Gününde Yapılan Konuşmanın Özeti

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamenei, Beşeriyet Aleminin Kurtarıcısı, Zamanın İmamı, Allah’ın Velisi ve Hücceti İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın mübarek doğum günü yıldönümlerinde, İmam Humeyni Hüseyniye’sinde halkın çeşitli kesimlerinden binlercesi ile görüştüler.

Veliyy-i Emr-i Müslimin bu görüşmede İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın mübarek doğum günü münasebetiyle dünya mustaz’aflarını, İslam ümmetini ve İran Milletini tebrik ederek buyurdular ki:          Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhurunun intizarında (beklentisinde) olmak, gelecekte, dünyanın tüm insanlar için adaletle dolmasının, zulmün beşerin hayat sahnesinden silinmesinin, manevi ve maddi bakımdan daha güzel bir dünyaya kavuşmanın beklentisinde olmak demektir.

Bunun için 15 Şaban, çok büyük bir bayramdır ve dünya, bu günde dünyaya gelen mübarek ve kutsal kimseyi beklemektedir. Beşeriyet onun liderliğine ve hidayetine susamıştır.”

Ayetullah Hamenei, halkın çoğunun gönlünde var olan Zamanın İmamı Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın beklenti ve intizarını, Allah Teala’nın, inkılap döneminde İran milletine bahşettiği lütuflardan biri olarak tanımlayıp şöyle buyurdular: “Bu yüce zat, bizim toplumumuzun zihni ve manevi fezasında mevcuttur. Mü’min ve ihlaslı gençler de kalben onunla irtibat halindedirler.

Bu irtibat kelimenin tam manasıyla iki taraflıdır, karşılıklıdır. İran milletinin bu yüce zata karşı besledikleri seçkin şevk, muhabbet ve duygular bunun bir tarafını oluşturmaktadır.”

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamenei, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhurunu beklemenin, beşeri toplumlarda, kurtuluş beklentisinin ruhunun canlanmasına sebep olduğunu vurgulayarak şöyle buyurdu: “İntizar, insanın daha iyi ve güzel bir vaziyete kavuşmak için duyduğu iştiyaktır. Ve beşer sürekli kendisinde bu haleti korumalı ve devamlı ilahi kurtuluşu bekleyiş halinde olmalıdır.”

İslam İnkılabı Rehberi, rahmet ve marifet kapılarının açılıp, insanın gönlüne marifet çeşmelerinin akmasını, en yaygın intizar-ı ferec numunelerinden biri olarak tavsif ederek buyurdular ki: “İnsan maneviyat aleminde bitmez tükenmez çabasını, Allah Teala’ya kâmil bir yakınlığa ulaşma ve Hakkın marifetini elde etmeye doğru kanalize etmelidir ve bu yolda hiçbir şeyle gani olmamalıdır. Çünkü insanın kemale doğru ilerlemesinde tüm maddi engellerden sıyrılmasına sebep olan tek şey Hakkın marifetidir.”

Ayetullah Hamenei, dünya milletlerinin, süper güçler tarafından düşürüldüğü zillet dolu vaziyete alıştırılması ve razı ettirilmesini, müstekbir ve Siyonist güçlerin bir arzusu olarak değerlendirip şöyle buyurdular: “Dünya müstekbirleri ve Siyonizm, kendi sultası altındaki milletleri düşürüldükleri bu duruma alıştırmak ve onu değişmez, ebedi bir hal olarak kabul ettirmek için çaba sarf etmektedirler. İstikbar güçleri, dünya milletlerinin gaflette kalmasını, uyumasını, hedefsiz ve hareketsiz olmasını arzuluyorlar ve böyle bir durumu, kendileri için cennet olarak biliyorlar. Ama Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhurunu ve kurtuluşu beklemek, insanın mevcut hale boyun eğmemesine, daha iyi bir duruma kavuşma isteğine sebep olur.”

 Ayetullah Hamenei, İmam-ı Zaman Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhurunu ve gerçek adaletle kâmil ilahi ve İslami adaletle dolu bir dünyanın oluşmasını, insanın maddi ve manevi yaşantısının en yüce hedeflerinden biri olarak değerlendirip, konuşmasına şöyle devam etti: “Eğer insani fıtrat, istikbar güçlerinin baskısı altında tekmelenip işlerliğini yitirmezse, gönüller fıtri ve tabii olarak böyle bir geleceği beklemektedir. Hiç şüphesiz, mutlak ilahi adalete dayanan o kudret, bayrağını dalgalandıracaktır. Mazlumların, mustaz’afların, salih kulların ve İran milletinin liyakatli, mü’min ve fedakâr gençlerinin, o güne ve o günün sahibine ulaşmalarını ümit ederim.”

İslam İnkılabı Rehberi, şeytani güçlerin, insanın kalbindeki ümit ışığını yok etmek için sürekli çalıştıklarına işaret ederek buyurdular ki: “Tağuti güçlerin asıl gayeleri, gönüllerdeki ümit ışığını yok etmek ve tüm ümitleri maddi imkanlara yöneltmek, yani ellerinde olan paraya ve dünyanın önemsiz ziynetlerine çevirmek istiyorlar. Her şeyi parayla ölçüyorlar, maneviyatı saf dışı bırakıyorlar. Özellikle de, Allah Teala tarafından geleceği bildirilmiş olan o günü, milletlerin gözünden uzaklaştırma çabası içerisindedirler. Ama milletler, Allah’ın bu kesin vaadinin daha çabuk gerçekleşmesi için sürekli ve daha çok ümit içerisinde olmalıdırlar.”

Ayetullah Hamenei günümüzde zulmün, tuğyan ve fesadın istikbarın güç merkezleri tarafından yayılmasını, tarihin hiçbir devrinde benzeri görülmemiş şekilde had safhaya vardığını belirterek, şöyle buyurdular: “Cehennemlik istikbar ve Siyonizm, günümüzde kitle iletişim araçları vasıtasıyla insan hakları, kadın hakları, milletlerin temel hakları gibi aldatıcı slogan simsarlığı yaparak, dünya milletlerine zulmetmekte ve fesat, iki yüzlülük, dolandırıcılık, nifak ve riyakârlık gibi nahoş sıfatları dünyada yaymaktadırlar. Tarih boyunca bu tür zulüm dolu şartlar tahakkuk bulmamıştı. Ama İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhurunun gerçekleşmesi için zulmün, adaletsizliğin var oluşu yeterli değil. Salih insanların, güçlü vesilelerin, imanları sağlam insanların ve nurlu gönüllerin varlığı da gerekli, kaçınılmaz ve zaruridir.”



* Bir fersah, yaklaşık olarak, 6 Km. uzunluğunda bir mesafedir.