Editörden

Ramazan bayramı arifesindeyiz. Bayram günleri, insanların her türlü hüznü, kederi, kin ve nefreti bir kenara bırakıp sevinci, coşkuyu ve kardeşliği paylaştığı tatlı günlerdir. Öyle ki insanın, içinden keşke yılın üç yüz altmış beş günü de bayram olsaydı diyesi gelir. Sahiden keşke yılın her günü bayram olsaydı da insanlar arasında  kinden, nefretten bir eser kalmasaydı. Keşke her gün bayram olsaydı da hep kardeşlik, hep sevgi olsaydı. Keşke her gün bayram olsaydı da küskünlükler, dargınlıklar tümden unutulup gitseydi.

Bayramlar milli olduğu gibi dini de olabilir. Açıktır ki, ister milli olsun ister dini, olur olmaz gerekçelerle her hangi bir gün bayram ilan edilemez. Bir günün bayram kabul edilebilmesi için, o günde ulus veya din adına önemli bir olayın vaki olması ve önemli bir kazancın elde edilmesi şarttır. Milli bayramlar bir ulusun, bir milletin kendi ulus ve milleti adına kazanmış olduğu önemli bir başarıyı simgelerken, dini bayramlar da din adına elde edilen önemli bir kazancı simgelemektedir.

Ramazan bayramı, İslam dinin ortaya koyduğu iki önemli bayramdan biridir. Bütün İslam toplumu bu bayramı coşkulu bir şekilde kutlamaktadır. İslam toplumunun bir parçası, hatta öz parçası olarak biz Ehl-i Beyt muhiplerinin de böylesi bir kutsal bayramı önemsememesi veya İslam toplumunun yaşadığı bu coşkuyu paylaşmaması düşünülemez, aksine bizler bu coşkuyu en üst seviyede paylaşmalıyız, zaten bunda bir kuşku da söz konusu değildir.

Ancak önemli olan, bayramların manasını idrak etmek ve zahiri anlamda bir bayram yapmakla kalmayıp, bu önemli günleri hakiki anlamıyla yaşamaktır. Bunun için de bayram günlerinin hangi gerekçe ve manaya binaen kutlandığının farkında olmak ve bu anlam ve gerekçeye binaen bayram yapmak gerekir. Örneğin, esaret altına girerek istiklaliyetini kaybetmiş bir millettin kurtuluş gününü bayram olarak kutlamasının bir anlamı yoktur. Dini bayramlar da böyledir. Eğer her hangi bir dinde bir gün bayram ilan edilmişse, bu, bir mana ve gerekçeye binaen yapılmıştır. Eğer o günde, o din mensuplarının arasında bu mana ve gerekçeden bir eser yoksa, artık o günün şeklen kutlanması hiçbir anlam taşımamaktadır.

Ramazan bayramını bu açıdan ele aldığımızda, İslam dininin bu günü bayram olarak telakki etmesinin altında zorlu bir mücadele sonucu elde edilen başarının kutlanmasının yattığını görmekteyiz. İslam dini inananları, Ramazan ayı süresince nefislerinin zahiri ve batıni isteklerine karşı mukavemet etmeye ve onu kendinden daha üstün olan aklın ölçülerine boyun eğdirmeye davet etmiş, bu davete icabet edip de bu süre zarfında nefisleriyle mücadele edenler için ise bir sonraki ayın ilk gününü elde edilen başarının kutlanması için bayram ilan etmiştir.

Nefsin zahiri isteklerinin başında yemek, içmek, cinsel tatmin isteği gelmektedir. İslam dini, Ramazan ayı süresince günün başlangıcı olan şafak vaktinden akşam vaktine kadar inananları, nefsin bu isteklerine karşı sakınmakla yükümlü kılarken, insanın, bu istekler karşısında kayıtsız şartsız teslim olan hayvan türünden bir canlı olmadığını, aksine insanda akıl denen bir cevherin de var olduğu ve bu değerli cevhere sahip olan insanın dilediğinde nefsin bu isteklerine mukavemet edebileceği gerçeğini ortaya koymaktadır. Ancak İslam dininin Ramazan’la ilgili beyanlarına baktığımızda, bu nefsi isteklere karşı direniş emrini, sırf insanın irade gücünü ortaya koymak için de vermediğini, bu emrin ardında insan için zorunlu olan bir takım sırların ve hikmetlerin de yattığını görmekteyiz. Bir kere nefsinin zahiri isteklerini kontrol altına alan bir insan, bu sayede onun batınî isteklerini de zorlanmadan kontrol altına alabilir. Nefsini, zahiri ve batınî açıdan kontrol edip akıl ölçülerine boyun eğdiren bir insan da insan-ı kamil olup hikmet sahibi sayılır. Hikmet ise, insanın sahip olabileceği en üstün değerdir. Allah Teala’nın “Hikmeti istediğine verir, kime de hikmet verilmişse, muhakkak ona büyük bir hayır verilmiştir” buruğu bu manaya işaret etmektedir. Oruç tutarak nefse karşı direnme ise bu değere ulaşmak için en etkili yoldur. Allah Resulü ve Ehl-i Beyt İmamları’ndan Ramazan orucu hakkında gelen; orucun, insanda sukuta ve sukutun da hikmete vesile olduğuna dair açıklamalar bu sırrı vurgulamaktadır. Karşılığında, mide ve şehvet esirlerinin -suret bakımından insan görüntüsü arz etseler bile- siret bakımından hayvan, hatta hayvandan daha aşağı oldukları bizzat Allah’ın kutsal kitabında yer almıştır. Demek ki, aslında Ramazan bayramı, mide ve şehvetlerinin esiri olan hayvan siretlilerin değil, mide ve şehvetleri de dahil olmak üzere bütün nefsi isteklerini kontrol altına alabilen hem suret hem de siret bakımından insan olanların bayramıdır. Hz. İmam Hasan (a.s)’ın Ramazan bayramı günü karşılaştığı lâubalî davranışlar sergileyen bir gruba: “Allah Ramazan ayını kulları için yarış meydanı kılmıştır, onda O’nun rızasını kazanmak için yarışırlar. Bir kısmı bu yarışta öne geçip saadete ererken, bir kısmı geri kalıp zarara uğrar. İhsan ehlinin saadete ulaştığı, batıl ehlinin ise zarara uğradığı bir günde laubalilik yapanların durumu ne de ilginçtir! Andolsun Allah’a eğer perde kalksaydı, bu günde ihsan ehlinin ihsanlarının mükafatına, kötülük yapanların da kötülüklerinin karşılığına kavuştuklarını görürdünüz” şeklinde uyarıda bulunması da bu manaya işaret etmektedir. Nitekim Ramazan ayının ulu şehidi Hz. Emir-ül Müminin Ali (a.s) da asıl bayram günün Allah’a isyan edilmeyen gün olduğunu belirterek; “Allah’a isyan edilmeyen her gün bayramdır” buyurmuşlardır.

Sözümüzü burada noktalarken Erenler dergisi olarak başta Ehl-i Beyt dostları olmak üzere bütün İslam aleminin mübarek Ramazan bayramını kutlar, cümlemize Hz. Ali (a.s)’ın buyurduğu hakiki bayramlara ulaşmayı cenabı Allah’tan niyaz ederiz.