Zahiri ve Batıni Oruç

Mehmet ÖZDURMAZ

Değerli canlar, bizler İslam’ı ve İslami hükümleri öğrenip yaşamımızda eyleme dönüştürürken öğrenmemiz gereken çok önemli bir şey vardır, o da Kur’an’ın ve bedenin hem zahiri, hem de batını olduğu gibi oruç, namaz, hac, cihad, gibi ahkam-ı diniyenin de hem zahiri ve hem de batıni manalarının olduğunu bilmemizdir. Bunu bilmemek eksikliktir. Bu eksiklik ise alimlerindir, bilgililerindir. Çünkü onlar insanlara hem zatı, hem de sıfatı açıklamakla mükelleftirler. Seyyid Nesimi’nin buyurduğu gibi:

“Ey Nesimi can Nesimi bil ki Hak aynındadır,

Bunca mahlukun vebalı ulema boynundadır.”

Alim dinin zahiri yönünü anlatırken, batını olan gerçek manasını da anlatmalı ki halk ona göre amel etsin ve onunla hem dışını, hem içini temizlesin ki ibadeti riya olmasın. Zaten aslında zahirden maksat, özü kavramaktır. Zahir, bilmek; öz ise, bildiklerini yaşama geçirmektir. Al-i İmran suresinin yedinci ayeti bunu şöyle ifade etmektedir: “Kitabı sana indiren O’dur; onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki onlar kitabın anasıdır, diğer ayetler de müteşabihlerdir.” İşte bu muazzam kitabın ayat-i celilesi iki kısım üzerine inzal olunmuştur. Bir kısmı, ayat-ı muhkemattır. Bu muhkem ayetlerin manası zahir ve vazıhtır. Havas da, avam da ondan hissesini alır. Onun için bunlar ümmü’l-kitaptır. Yani kitabın aslıdır. Binaenaleyh, muhkem olan ayetler, umumun iktidası vacip olan öğütlerdir. Diğer kısmı ise müteşabih ayetlerdir ki, bunların manası gizlidir ve ilimde derinleşmiş, yani tamamıyla Hak’da fani olmuş olanlar çözebilir. Bunlarsa Velayet Makamına sahip olan imamlardır.

Bugün İslam’da mezhep kargaşası yaşanmaktadır, aslında mezhep denilen şey içtihattır. İçtihat ise Kur’an’da ve hadiste müteşabih olan hükümleri ve meseleleri yorumlayarak bir emir meydana çıkarmaktır. Bu hususta “Bilmiyorsanız zikir ehline sorun” ifadesiyle Ehlibeyt işaret edilmiştir. Çünkü bu sırra agah onlardır. Onlar Hz. Muhammed (s.a.a)’in sırrının heybeleridirler. Hz. Muhammed (s.a.a.) de Hakk’ın sırrının heybesidir. Yani sır kapısının anahtarı Ehlibeyttir ve o kapı onlara açılır. Kalplerinde eğrilik olup şüphe perdeleriyle örtülmüş, kararmış, envar-ı ilahiden mahrum kalmış zahiri ve batını cem etmeden Hak yolundan çıkmış kişilerin, heva-yı hevasatına uyanların müteşabih ayetleri çözmeleri ne mümkün. Dolayısıyla bunlar ayet-i ilahiye değil, nefislerine tabi olurlar ve nası fitneye sürerek akidelerini bozarlar. Bu sırra nail olan masum imamlardır dedik. Çünkü onlar tathir olduklarından sırat-ı müstakim üzere hidayet olmuşlardır. Onların Allah’a münacatları her zaman şöyle olmuştur: “Ey neş’e-i tevhidinle bizi terbiye eden Rabbimiz! Bu kadar geniş lütfunla bizi sırat-ı müstakime hidayet ettikten sonra bizim kalbimizi oradan ayırma… Bizi, bize bırakma. Ba-husus menba’-ı hidayet olan Resulullah’a ve Kitabullah’a kavuştuktan sonra bizi ondan uzak kılma. Ezelen ve ebeden istemeden bağışlayan Rabbimiz! Bize taraf-ı Sübhaninden rahmetin bağışla! İvasız ve garazsız ancak sen ihsan edersin. Ey Rabbimiz, Halikimiz, Hadimiz! Bizim heva-yı hevesatamızın, şehevatımızın, tabayiimizin karanlığı ile senin zirve-i tevhidine gelecek yolu karartma… Sen ezelde ebedde Vehhab olan Allah’sın.” İşte onların bu münacatları üzere cenabı Hak, Bakara suresindeki 124. ayetin hükmüyle İbrahim soyu olan Ehlibeyt’i ahzap suresinin 33. ayetinin hükmüyle tathir eyledi ve o makama uygun hale getirdi, Enbiya suresinin 73. ayetiyle de imam tayin eyledi.

Gelelim oruç konusuna, orucun zahiri manasını Bakara suresinin 183. ayeti şöyle buyurmaktadır: “Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korumanız umulmaktadır.”

Yani oruç tutma süresince orucu bozan şeyler olan yemekten, içmekten, cinsi münasebetten nefislerinizi menetmekle mükellefsiniz! Bu süre imsak vaktinden başlayıp (oruca başlama zamanı) iftar vaktine kadar devam eder. Ancak bir de mutlak olan oruç vardır ki, o da Hak’tan gayrisinden i’raz olunan oruçtur ki, o daimidir. Onun süresi ancak ölümle biter. Ey Ehlibeyt muhipleri! Oruç kelimesi iki mana teşkil eder ki, bunlardan biri zahiri, diğeri de batınidir. Zahiri manası, oruç süresince bedenin yemeden, içmeden ve cinsi münasebetten kesilmesidir; batıni manası ise, cismani ruhun her türlü kötülüğe karşı perhizli olmasıdır ki, bu daimidir. Yani zahirdeki bütün azalara ve batındaki bütün sıfatlara oruç farz kılınmıştır. Şunu iyi bilmeliyiz ki, bir adet edilen oruç ve namazın kimseye bir faydası olmaz. Fayda, onların gerçek manalarını anlamak ve anladıklarını yaşama geçirmektedir. Yani asıl gaye kalbin, ruhun ve sırrın oruçları olup envar-ı huzur-i ilahide bulunmalarıdır. Oruç, bir ibadettir ve ibadet anlaşılmışsa anlam kazanır. Aksi takdirde Hz. Ali (as.)’ın buyurduğu gibi “ibadet üç türlüdür, kölelerin ibadeti, tacirlerin ibadeti ve hürlerin ibadeti” Burada kastedilen birinci ibadet, anlamı anlaşılmamış, içinde Allah rızası bulunmayan sadece şekilden ibaret olan içi boş bir ibadettir; ikincisi ise, nefsin arzularına dayalı, cennet ve cehennem pazarlıklı olan ibadettir; bunda da Allah rızası yoktur, sadece nefsin rızasını kazanmak ve onun isteklerini elde etmek istenmektedir; ama üçüncüsü, nefsin esirliğinden, ve köleliğinden kurtulmuş hiçbir menfaat kokusu almaksızın Allah’a aşık olanların ibadetidir; zaten makbul olan da budur. Şimdi diyeceksiniz ki, öyleyse neden cennet ve taamları ödül olarak vadedilmiştir? Cevabı şudur ki, yeni okula başlayan bir çocukta talim ve terbiyenin şevkini meydana getirmek için ona birtakım hediyeler vadedersiniz, ama zamanla ilim ve terbiyenin hazzını alan olgunlaşmış kişi bu geçmiş hallerine güler. İşte bu derece ariflik mertebesidir ve aşklık makamıdır. Bu makamdakilerin tek arzusu didardır, görmektir. Mevlana Celaleddin Rumi hazretlerinin buyurduğu gibi:

“Namaz-ı eblehan sevhi sücut-est

Namaz-ı arifan terk-ı vücut-est”

Yani, ibadeti idrak etmeyen akılsızların namazı sevhi secde ile uğraşmak, anlayışlıların namazı ise kendinden geçmektir. Evet abdest, namaz, oruç, ve zekat avam halk için beden amelleridir. Aşıklar için bir de can ameli vardır. Aşıkların can amelinde güsul, gönlünü Hak’tan gayrı her şeyden yıkamaktır. Gönlünde şerre dair bir nesne kalmışsa o kimse cünüptür. Bu kirlilikle yüz bin yıl başını secdeden kaldırmasa da sevgilinin makbulü değildir. Aşk abdest-i iki cihan sevgisi ve düşüncesinden el ve yüz yıkamaktır. Bu yolda gerçek kıble inanmış kimsenin kalbidir. Çünkü inananlar müminlerdir. Müminler Hak ile hak olanlardır. Onların gönül kıblesine yönelenler Hakk’a yönelmiştir. Çünkü onlar meleklerin secde ettiği Adem misalidirler. Adem Hakk’ın tecellisiyle eylemdedir. Sonuçta yöneliş bedenin perdelediği Hakk’adır. Aşığın buyurduğu gibi:

“Vechi Adem Hak duruptur aleme, Hakk’a erdi secde eden Adem’e”

Orucun da amacı anlaşılırsa oruç ibadetin en büyüğüdür. Zekat, bir malı meşrulaştırmak ve onu helal dairesine çekmektir. Oruç da bedenin zekatı ise, o zaman hakiki oruç, bedenin eylemlerini daimi olarak oruçlu tutarak bedeni, eylemleriyle birlikte helal olan işlere yönlendirmektir. Avamın orucu, iki yolunu kaza-ı şehvetten korumaktır. Yani yemek içmek ve cinsi münasebetten sakınmaktır.

Havass’ın orucu ise, bu esaslara riayet ile beraber aklını, gözünü, kulağını, dilini, elini, ayağını ve diğer azalarını günahtan korumaktır. Ahassü’l-Havass’ın orucu ise, bütün bunlara riayet etmekle beraber, hasis ameller, dünya düşüncelerinden ve Allah’tan başka her şeyin haramından kendini çekerek bütün mevcudiyetiyle Allah-u Teala’ya bağlanmaktan ve hatırına O’ndan başkasını getirmemekten ibarettir. Bu gibilerin gönlüne Allah’tan başka bir şey geldiği anda oruçları bozulur. Ancak dünyanın ahirete yarayışlı kısmını düşünmek mani değildir. Hatta bu aşamadaki zatların akşam iftarımı neyle açarım düşüncesine kapılmaları bile onları günaha sevk eder. Hz. Resulullah’ın oruçla ilgili şu hadisi çok önemlidir, buyuruyor ki: “Oruç yiyip içmekten kesilmek değil, sözün kötüsünden, nefsi emmarenin çirkinlik ve rezaletinden münkatı olmaktır. Biri sana taaruzda bulunuyorsa, sen kendi kendine ben oruçluyum de.” buyurmuştur. Yani taaruz, kötülüğü meydana getiren bir eylemdir. O eyleme karşı korunmak ve onun seviyesine inmemek ise oruçtur. Oruç, hem bedensel bir eylemdir, hem de ruhani olgunluktur. Kötülükten, kibirden, kinden, gıybetten, haram kazançtan, küfürden, zinadan, alay etmekten, yalandan ve benden meydana gelebilen her türlü kötü eylemden arınmaktır.

Oruç, bütün azaların günahından korunmaktır demiştik, bu korunma yedi hal ile mümkün olur: 1- Akıl, 2- Göz, 3- Dil, 4- Kulak, 5- Kalp, 6- El, 7- Bel şehveti.

1- Aklı korumak: Aklın Hak’tan gayrı bir şeyi tasarlamasına, yani kötü şeyleri düşünmesine olanak tanımamaktır.

2- Gözü korumak: Gözü, kalbi meşgul edecek, insanı Allah’ı hatırlatmaktan alıkoyacak şer’an bakılması mezmum ve mekruh olan her şeye bakmaktan sakındırıp korumaktır. Peygamber efendimiz buyurur ki: “Şehvet nazarı ile bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Allah korkusundan kim onu terk ederse, Allah-u Teala ona öyle bir iman nasip eder ki zevkini kalbinde duyar.”

3- Dili korumak: Dili, hezeyan, yalan, gıybet, kovuculuk, ağız bozukluğu, dokunaklı söz ve mücadeleden koruyarak bu gibi hallerde dili susturmaktır. Cabir (r.a) Enes (r.a)’den rivayet eder ki, Resul-i Ekrem (s.a.a): “Beş şey orucu bozar: 1- Yalan konuşmak 2- Gıybet etmek 3- Kovuculuk etmek 4- Yalan yere yemin etmek 5- Şehvetle bakmak.” buyurmuşlardır. Oruç, insanın cehennemini hazırlayan bütün kötülüklere karşı gerçek bir siperdir. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) zamanında oruç tutan iki kadın, akşama doğru, yani iftar vakti oruçlarını açmak için Resul-i Ekrem’den (s.a.a) müsaade almak üzere bir kişi gönderirler. Peygamber efendimiz kadınların gönderdiği bu kişiye bir boş çanak vererek şöyle der: “O kadınlara söyle, yediklerini bu bardağa kussunlar.” O kişi, çanağı alıp gider ve kadınlara der ki; Resul-i Ekrem (s.a.a) buyurdu ki, yediklerini bu çanağa kussunlar. Bu kadınlardan biri safi kan ve et kusar ve diğeri de aynı şekilde çanağı doldururlar. Bu duruma herkes şaşırır, bu şaşkınlığa Peygamber efendimiz şöyle buyurur: “Bunlar, Allah Teala’nın kendilerine helal kıldığı şeylere karşı oruç tuttular, fakat haram ettiği şeylerle iftar ettiler.” Bu manalı cümleleri anlamayan insanlar, Hz. Resul’den (s.a.a) anlayacakları şekilde bir cevap isterler; Hz. Resulullah (s.a.a) bu konuşmasının devamını şöyle tamamlar: “Bunlar, bir araya gelerek halkın gıybetini ettiler, işte şu gördüğünüz etler yedikleri (gıybet ettikleri) insanların etleriydi.” buyurdular. Hucurat suresinin 12. ayeti de gıybeti şöyle dile getirir: “Ey iman edenler! Birçok zandan uzak durun. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Gizli sırlarınızı araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. İğrendiğiniz halde, biriniz kardeşinin etini yemek ister mi? Ve Allah’ın yasalarını çiğnemekten sakının. (ve bilin ki) Allah, tövbeleri kabul eden ve acıyandır.” Bu ayette dikkate değer dört konu var. Bu ayet; 1- Gıybet edenin günahkar olduğunu, 2- Sinsi casus, yani şeytan gibi olduğunu, 3- Gıybetin ölü etini çiğnemek ve yemek kadar tiksindirici olduğunu, 4- Bu hal ile hallenenlerin mutlaka tövbe etmeleri gerektiğini bildirmektedir.

Hal böyleyken yılın on bir ayını her türlü çirkeflik içerisinde geçirenler bir ay ağzını ve midesini bağlasalar ne olur, bağlamasalar ne olur?

4- Kulağı korumak: Şer’an dinlenmesi caiz olmayan ve mekruh olan her şeyden kulağı çekmektir. O kulak, Hakk’ı işitmek için verildi, konuşulması Hak Teala tarafından men edilen şeyleri dinlemek için değil. Bu gibi şeyleri dinleyenlerle haram yiyenler aynı suça ve cezaya tabidirler. Maide suresinin 42. ayeti yalana ve gıybete kulak verenler için şöyle der: “Onlar yalana iyice kulak verirler, haramı tıka basa yerler…”Aynı surenin 63. ayetinde gıybet edenleri ve haram yiyenleri uyarmayan alimleri ikaz eder; şöyle ki: “Uleması, fukehası onları günah söylemekden, haram mal yemekten men etmeliydi.” Gıybete susmak haramdır ve o sohbetleri duyduğunuz yerde men ediniz; aksi takdirde sizler de günahta onlara ortak olursunuz ki, bu da iki yüzlülüktür. Yani insanlara yüz yüze iken dost görünüp arkasında da gıybet edenler iki yüzlülerdir.

Yüce Allah (s.a.a) bu kişiliktekilere 4. surenin 138. yüce ayetinde şöyle buyurur: “İki yüzlülere şunu muştula (müjdele): Kendileri için korkunç bir azap öngörülmüştür.” Hz. Resulullah (s.a.a) bir hadisinde buyurur ki: “Gıybet eden ve dinleyen günahta ortaktırlar.” Çünkü bu tür gıybetler nice ocaklar söndürmüş ve nice cinayetlere sebep olmuş şeytani fiilerdir. İşte oruç bu tür hallerden arınmak için vesiledir.

5- Gönlü korumak:Yani gönlünden dünya sevgisini çıkarıp Hak sevgisinden gayrı bir şey o gönülde bırakmayacak ve her türlü vesveseden gönlünü pak edecek.

6- Eli korumak: Yani kendisine ait olmayan bir şeye el uzatmayacak, eliyle kan dökmeyecek, yıkıcı olmayacak, yapıcı olacak. Elini hayır için, yaşatmak için ve dertlilerin yaralarını sarmak için uzatacak, yara açmak için değil. Rahmani olacak, şeytani değil.

7- Beli korumak: Kendi helalinden ayrısına kuşak çözmeyecek ve herkesi kardeşi gibi, kızı gibi, oğlu gibi, annesi gibi ve babası gibi bilecek ki, kimseye şehvet sevgisi beslemeye ve sırat’ül-müstakim üzere ola.

Evet, değerli canlar, bir insanın aklı baliğ çağına erdiği andan itibaren bu anlamda oruç tutmak (ahlaklı olmak) ona farz olur. Yani aklı baliğ çağına eren bir kişi, iyi ve kötü eylemlerinden dolayı, günaha ve sevaba tabi olduğundan dolayı kötü eylemlerinden korunması için ahlak orucu ona farz kılınmıştır. Ayette de, “O sayılı günlerde oruç tutmak size farz kılındı.” buyurur. Bize verilen ömür sayılı günlerden ibaret değil midir? İşte bu sayılı günlerde ahlaksal değerler bizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi bizim üzerimize de farz kılınmıştır. Hakiki oruçlular azalarını günahlardan koruyanlardır, sırf âdet yerini bulsun diye oruç tutanlar değil. Haram, kişinin imanını öldüren zehir misalidir. Helalın aşırı yenilmesi ise oburluktur ve zararlıdır; ölçülü olanı ise faydalı olan bir ilaçtır. Nitekim Peygamber Efendimiz: “Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçla açlık ve susuzluktan başka bir şey elde etmezler.” buyurmuşlardır.

Oruçlu kişi sessizdir, sükun içerisindedir; yüzü asık değildir, mülayimdir ve oruçlu olduğuna dair gösteriş yapmaz. İftar vakti beden temizliğini yapar, ev halkıyla niyazlaşır, sofrasının başına oturur, tuttuğu orucun ve bütün inananların oruçlarının kabulü için Allah’a münacatta bulunur. İftarını az bir yemekle açar, sofradan kalkmadan Allah’ın verdiği nimetlere şükreder, bu nimetlerden muhtaç olanların da nasiplenmesi için Allah’tan niyazda bulunur ve bütün müminlerin mağfiretini dileyerek duasını bitirir, kalkar. Allah katında kapların en kötüsü helalden tıka basa dolmuş olan midedir. Gündüz yemediğini akşam toplayıp yerse, artık şehvetini yenmek ve Allah-u Teala’nın düşmanı olan şeytanı kahretmek nasıl mümkün olur? Kimileri, yıl içinde en güzel yiyecekleri Ramazan ayı için ayırıp saklar; çeşitli, mütenevvi ve nefis yemeklerle akşam sofrasına oturup diğer aylarda yemediklerini bu ayda yemeyi alışkanlık haline getirmişler. Bu hal, kişiyi Allah’tan istediği neticeye erdirir mi? Malumdur ki, oruçtan maksat, takvaya ulaşmak için biraz acıkmak ve şehveti kırmaktır. Orucun ruh ve sırrı fenalığa baş vuran nefsin gücünü zayıflatıp kuvvetini yok etmektir. Aksine iki öğünlük yiyeceği akşam iftarda mideye indirip vaktin bir kısmını da uykuda geçirmek değildir.

Hatta oruçlunun açlığı tatması ve bedeninin zayıfladığını görmesi için gündüzleri uyumaması orucun adabındandır. İşte o vakit kalbi cilalanır, her gece biraz daha hafifleşir.

Teheccüdünü, gece namazını ve evradını kolaylıkla yapar. Umulur ki bu sayede şeytan kalbine yaklaşamaz da melekut aleminin gizliliklerini görmüş olur.

İşte Kadir gecesi, melekut aleminin esrarından bazı sırların keşfolunduğu gecedir. Allah-u Teala’nın “Biz onu kadir gecesinde indirdik” buyruğundan maksat da budur. Kalbi ile göğsü arasındaki yemek torbasını bulunduranın ve onu tıka bas doldurmaktan başka gayesi olmayanların melekut aleminin esrarını müşahede etmesi mümkün mü? Bununla berarer yalnız mideyi boşaltmak da kafi değil, aradan perdenin kalkması için, himmetini de Allah’tan  gayrısından kesmesi lazımdır. Eğer oruç iki öğünlük yemeği geciktirmek olsaydı, Peygamberimiz (s.a.a)’in “Nice oruç tutanlar vardır ki, açlık ve susuzluktan başka bir şey elde edemezler.” buyruğunun bir manası kalmazdı. Ebu’d-Derda; “Akıllı adamların uykuları da, yemeleri de ne güzeldir. Ahmakların oruç ve uykusuzluklarını nasıl ayıplamazlar? Yakin ve takva sahiplerinin bir zerre ibadetleri, ahmakların dağlar kadar ibadetlerinden daha efdal ve daha üstündür.” demiştir.

Yine alimin biri oruç hakkında şöyle buyurur: “Birçok oruç tutan vardır ki, orucunu bozmuştur; nice yiyen de vardır ki oruçludur.” Yediği halde oruç tutmuş sayılan, yiyip içerken, kendisini günahtan koruyandır. Oruçlu olduğu halde orucunu bozan ise günah şirkinden el ve eteklerini çekmeyen ve nefisine hakim olmayandır. Orucun mana ve sırrını böylece anlayan kimse bilir ki yemek, içmek ve cinsi münabesebetten çekindiği halde fenalıklardan sakınmayan kimse, abdest alırken su dökmeden azasını kuru kuruya üç kere mesheden kimseye benzer; görünüşte sayıya uymuştur, ama asıl mühim olanı kullanmamıştır. Şemseddin Yeşil’in Füyuzat tefsirinin 205. sayfasında Bakara suresinin 183. ayetinin tefsirinde şöyle bir yazı ilgimi çekti; yazıyor ki: “Âdet halindeki Müslümanlıktan hayır gelmez. Ruhun orucu naimi değil, Mün’imi arayacak. Sırrın orucu Hak’tan gayrı göreceği kalmayacak. İşte orucun afakını (zahiri) ve enfüsünü tatbik ederek saim olan kimseye Likaullah güneşi tulû eder. Yoksa bir âdet olarak oruç tutup gönül kıracaksa ve fenalıktan arınmayacaksa bu oruçtan ona bir fayda gelmez. Oruç tutan kimse Hak sıfatlı olur. İşte bunun için Cenabı Allah: “Oruçlunun nefesinin kokusunu severim” buyurmuştur. Sen bu kokunun açlık kokusu olduğunu zannetme! Cenabı Hak buyuruyor ki: “Essavmü li ve ene eczi bih” yani oruç benim içindir, onun ecrini ben veririm.”

Allah (c.c) cümlemizin orucunu kabul edip hakiki oruçlardan eylesin. Değerli dostlar, bu açıklamalardan da anlaşılan şudur ki her ibadetin zahiri ve batını, kabuğu ve özü vardır. Kabuğun da dereceleri ve her derecenin tabakaları vardır. İnsan oğlu manevi yükseliş derecesinde özgürdür. İsterse dinin sadece kabuğunda kalır, isterse öze dalarak basiret sahiplerinin arasına karışıp irfan ehli olur. Yüce Allah dileyicinin dileğini istediği doğrultuda kabul buyursun. Orucun manası çok teferruatlıdır, ama biz anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az düşüncesiyle konumuzu burada noktalıyor ve hafif nesneler misali yüceliğin doruğuna erişmemizi niyaz ediyoruz…