Toplumlar ve İlkeler

Ali C. YILDIZ

“Varolmak bir büyük sonuç için sadece bir ön koşuldur...” Erenler’in ilk sayısındaki yazım tam da bu tümceyle bitiyordu. Sözü edilen yazının varmak istediği sonucu da özetleyen bu tümceyle ileri sürülmek istenen, Alevi toplumunun bir ön koşul olarak varlığının (mevcudiyetinin) bugünkü dünyada nasıl bir sonuç üreteceğinin ilkesel ölçekte de olsa bir tanımın yapmaktı. Böylece, tek-tek yada bir bütün olarak bütün Alevilerin “Ben yada biz Aleviyiz.” demelerinin ötesinde hem kendileri hem de içinde yaşadıkları tüm insanlık için, yine hem tek-tek (birey) hem de bir bütün olarak üstlendikleri tarihi sorumlukları olduğu gerçeğini öğrenme olanakları ortaya çıkacaktı. Bu yazıda “var olma” ön koşulu ile “var etme-üretme” sonucu arasındaki diyalektik ilişkiye, naçizane Alevi toplumuna uzun süreçte yararlanabileceği planlar oluşturma adına, bu yönde büyük gelişmeler göstermiş ve göstermekte olan toplum ve topluluklardan örnekler vererek açıklamaya çalışacağım.

Bir yerde birilerinin yaşayıp yaşamadığını araştırıp ortaya koyma işini günümüzde arkeoloji bilimi üstlenmiştir. Bu bilim sayesinde bizler hangi bölgelerde kimlerin nasıl ve ne zaman yaşadığını öğrenebiliriz. Tarih yazımına da katkıda bulunan arkeoloji biliminin elindeki en önemli araçlar kazılarda ortaya çıkarılan buluntulardır. Arkeologların bu buluntu ve kalıntılar üzerinde yaptığı titiz inceleme ve araştırmalar sonucunda bir zamanlar tarih sahnesinden geçmiş yada hala geçmekte olan toplum ve toplulukların gizemli hikayeleri ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda bizler yazıyı üç bin yıl önce Sümerlilerin, parayı ise yine binlerce yıl önce Lidyalıların bulduğunu bu incelemelerden öğreniyoruz. Yine şimdi bile kimi toplumların övündüğü dünyanın yedi harikasının kimler tarafından ve hangi amaçla yapıldığını da bu buluntuların incelenmesi sonucunda öğrenebilmekteyiz. Özellikle kağıt, pusula, barut, matbaa vb. hala kullanılabilen nesneleri ilk üreten toplumlar saygınlık ve güçlerini bir ölçüde dünya kültürü ve piyasasına sundukları bu gibi ürünlere borçludurlar denilebilir. Sayısal olarak daha çok çoğaltılması mümkün olan bu örneklerin de göstermiş olduğu gibi toplumların/düşüncelerin uzun insanlık tarihi boyunca varlıklarını pekiştiren, saygın ve güçlü kılan biricik sonuç yada gösterge, onların ortaya koymuş oldukları kültürel birikim ve üretimlerdir. Buradan hareketle kendimize şu soruyu dürüstçe sormak durumundayız: Aleviler olarak kültürel mirasımız nitelik ve nicelik olarak ne durumdadır? Bu yazının amacı her ne kadar Alevilerin kültürel mirasının bir envanterini ortaya çıkarmak olmasa da, muhalif kimlikli bütün toplumlara özgü bir durumu bu topluluk açısından da burada belirtmekte yarar görmekteyim. Aleviler olağanüstü baskı ve kısıtlamalara rağmen varlıklarını çok büyük ödünler vermeden bugüne değin sürdürmüşlerdir. Yüzlerce yıllık faşizan bir baskıya karşılık Alevilerin varlıklarını böylesine dinç ve devingen olarak sürdürebilmeleri ancak ve ancak onları yaşamlarını doğa ve kültürün diyalektik özüne bağlı kalarak sürdürmeleri ve üretimde bulunmaları sonucu mümkün olmuştur. Yani, bu toplumun bugün bile inancının ve bu doğrultudaki yaşam felsefesinin dünya ölçeğinde benimsenmesi ve araştırılmaya değer görülmesi, bu toplumun baskıya karşı sergilediği direncin sarsılmaz somut bir göstergesidir denilebilir. Dahası, dünyanın farklı bölgelerinde özellikle akademik çevrelerde Alevilik, Alevi kültürü ve düşüncesi üzerine yapılan incelemeler, bu toplumun inanç, gelenek-görenek ve yaşam pratiklerinin hemen-hemen her dönem ver olduğu çağla eş zamanlı bir nitelik gösterdiği ve bu yüzden de içinde var olan dinamiği hiç yitirmediğini belgelemektedir. Bu açıklamaya şu saptamayı da ekleyebiliriz: Toplumların düşünce sistemlerinin dinamikliği kaçınılmaz olarak onları nitelikli üretime ve yaratmaya iter. Yalnız, o toplumların ürünlerinin niteliği ve niceliği o dönemin nesnel koşulları tarafından belirlenir. Bu belirleme artırma şeklinde olabileceği gibi azalma ve sınırlama şeklinde de olabilmektedir. Buradan hareketle, Hemen her döneme ait nesnel koşulların Alevilerin üretimlerini sınırlayıcı ve yok edici olduğu sonucuna varılabilir. Buna rağmen Alevilerin sözel kültürü dünya ölçeğinde bir nitelik ve niceliğe sahiptir denebilir. Daha güzel ve estetik binaları, dolu-dolu kütüphaneleri, daha farklı türleri içeren edebiyatı, çok daha kapsamlı ve yaygın dinsel kurum ve ritüelleri olmaz mıydı. Halbuki bugün sadece yada daha doğrusu ağırlıklı olarak Alevi kültürü ve yaşamı sözel kültürün egemenliği altındadır. Bu durumu yadsımamakla birlikte, yöntem olarak sözel kültürü günümüz koşulları bakımından yetersiz de gördüğümü burada belirtmek durumundayım.

Sonuç olarak, bu yazıda var olmanın sadece bir ön koşul olduğu ve üretim niteliğindeki sonuçlara varılmadıkça bu ön koşulun varlığını daha fazla sürdüremeyeceği anlamına gelen önermenin, Alevi toplumu açısından ne anlama geldiğinin kısa bir değerlendirmesi yapılmaya çalışıldı. Bu bölümde diğer kültürler bağlamında Alevi kültürünün yeri saptanmaya çalışıldı. Buna bağlı olarak, sürekli ve sistemli baskı ve yıldırmalara rağmen Alevi toplumunun bir ön koşul olarak varlığını (mevcudiyetini), sınırlı sayı ve oranda da olsa nitelikli kültürel ürünler ortaya koyarak pekiştirdiği sonucuna varabiliriz. Özet olarak, Alevi düşünce ve inancının bugünkü itibarı, Alevilerin zamanı boş yere yaşayarak geçirmediğini, olanakları ölçüsünde büyük mücadeleler vererek sadece kendisi için değil bütün insanlık için seçkin ve özgün yaşam modelleri ve ürünleri verdiğini göstermektedir. Geçmişte yaşamış Alevi erenleri, mürşitleri, pirleri, velileri ve rehberleri, yaşam felsefelerini ayakta tutmak, yok olmasını engellemek için canlarını ortaya koydular. Pir Sultan asıldı, Nesimi yakıldı ve Hallac-ı Mansur yüzüldü. Binler, yüz binler var olmak için öldü. Niçin? Bugün için, bizim için, insanlık için...Fakat onların geçmişte yaptıkları her şey bugün bize daha çok sorumluluk ve görev (misyon) yüklüyor. Bir sonraki yazıda bize düşen bu sorumluluk ve görevleri açıklamaya çalışacağım...