Alevilikte Dolu Kavramı

Mehmet Ali BEKLEYEN

Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz ve çoğu kere dem, bade ve şerbet gibi kavramlarla da ifade edilen dolu kavramı acaba Alevîlikte neyi karşılamaktadır? Acaba dolu kavramı bazı araştırmacıların dediği gibi, bildiğimiz ve günümüz modern toplumlarında fazlaca tüketilen içki ve çeşitleri midir, yoksa bunun Alevîlikte özel bir anlamı mı vardır? Biz bu makalemizde kısaca bu konuya değinmek istiyoruz. Elbette referansımız, günümüz aydınlarının pısırık ve cılız yorumları değil, Alevîliğin öz kaynakları, yani Alevî şairlerinin günümüze kadar ulaşmış şiirleri olacaktır.

İslâm irfanını az veya çok bilen herkes, irfanda ilâhî aşkın, yani Allah aşkının şaraba benzetildiğini bilir. Bunu Muhyiddin İbn-i Arabî’de, Mevlâna’da, Hafız-ı Şirazî’de, Niyazî’de ve diğer ariflerde görmek mümkündür. Şiirlerinde belirttiklerine göre, bunlar hep şarap içerler; meyhaneden, puthaneden, sevgilinin yanından ayrılmazlar; sevgilinin zülüflerine vurgundurlar; namazdan, oruçtan usanmışlardır... Ama gelin görün ki günlük hayatlarında bu arifler, ibadetten başlarını kaldırmazlar. Böyle bir yaşam ve söylem çelişkisi karşısında, bize de bu ifadelerin altında başka manalar aramak düşüyor. Yani işin batınına inmek -ya da yükselmek mi deseydik- gerekiyor.

Alevî ariflerinin de şiirlerini okuduğumuzda çok derin manalar ve ifadelerle karşılaşırız. Baktığımızda onları da şaraptan, doludan, badeden, demden, aşktan, sevgiliden, meyhaneden, puthaneden... bahseder görürüz. Ama başka şiirlerini okuduğumuzda İslâm inancını, Ehl-i Beyt mektebini en ince ayrıntısına kadar bildiklerini anlarız. Öyleyse burada da ifadelerin altında başka manalar aramaya yöneliyoruz.

On İki İmamlardan bize ulaşan rivayetlere göre, İslâm’da asıl olan şekil değil, özdür; ticaret değil aşktır. Eğer şekil önemli olsaydı, -ruhlarımız ona feda olsun- Hz. Ali İslâm’ı şekil olarak yaşayan, fakat özde bir taassup, bilgisizlik, sevgisizlik ve yobazlık inşa eden Haricî fırkasıyla savaşmaz, onları alt etmezdi; İmamlarımızdan imanın sevgi ve nefret olduğuna dair yüzlerce hadis rivayet edilmezdi. Nitekim -ona selâm olsun- Efendimiz Muhammed’in İslâm’ın ayrıntılarından bahseden ve bu ayrıntılara uymayanları ‘...bizden değildir’ diyerek reddettiği hadisleri, bu bağlamda düşünmek, yani İslâm’ın özüne verdiği değer olarak görmek lâzım. Evet, İslâm aşktır ve İslâm’ı en doğru biçimde bizlere aktaran On İki İmamların takipçileri olan biz Alevîler için de İslâm özdür ve aşktır. Bu dün böyleydi ve bugün de böyledir. Dün böyleydi, çünkü atalarımız, şekilciliği reddeden ve İslâm’ın öz olduğunu, aşk olduğunu anlatan binlerce şiiri ve yazılı kaynağı bize miras bırakmışlardır. Bugün de böyledir, çünkü bugün bu şiirleri ve eserleri doğru biçimde okuyan Alevîler vardır.

Alevî düşüncesinde irfan, yani aşk, kaynağı ve membaını Hz. Ali’den almıştır. Bütün İslâmî  ilimlerde olduğu gibi, irfanı da Peygamberden sonra Hz. Ali yaşatmış ve insanlara öğretmiştir. On yedinci yüz yıl Alevî şairlerinden Kararsız Veli bu gerçeğin altını şu mısraları ile şöyle çizmektedir.

‘Serçeşmedir evladımız pirimiz

Pirimiz Muhammed Ali’dir bizim

Beli dediğimiz yerden dönmeyiz

Sürdüğümüz irfan yoludur bizim

Canım biz müminler ile eşleriz

Münkirleri lânet ile taşlarız

Onun için eseriz sarhoşlarız

İçtiğimiz kadeh doludur bizim’[1]

On yedinci yüzyıl Alevî şairlerinden Fakir Edna, bade içmeyeni, ne aşık sayar, ne arif ve ne de talip. Ona göre Hz. Ali’nin yolunda talip olan aşk badesini içmelidir.

‘Aşık mıdır türlü bade içmeyen

Arif metaına baha biçmeyen

Talip midir kıl köprüsü geçmeyen

İsm-i Şah, talibin yoludur Haydar’[2]

On  sekizinci yüzyıl Alevî şairlerinden Kul Şükrü de Hz. Ali ile aşk dolusunu birlikte anmakta, İslâm irfanının Hz. Ali kaynaklı olduğunu tekrar etmektedir.

‘Gerçekler Ali’den dolu içtiler

Yedi nefisten ruhların seçtiler

Bu mülke konanlar konup geçtiler

Rıza ile konup göçegör gönül’[3] 

Beli/evet dediği yoldan dönmez Alevîler; sürdükleri yol,  Muhammed Ali’den öğrendikleri irfan yoludur; içtikleri kadeh doludur, aşk şerbetidir. On dokuzuncu asrın sonlarında yaşayıp, yirminci asrın hemen başında vefat eden Sarıkamışlı Eyüp, açıkça aşk şerbeti içmeyi tevhid inancı, yani Allah’ı birlemek olarak tanıtır.

‘Aşk şerbetin içenler

Gafletten gözün açanlar

Pervazı vurup uçanlar

Tevhide gelin tevhide.’[4]

On altıncı yüzyıl Alevî şairlerinden Kalender Abdal ise, bir şiirinde namaz kılmayı ve ibadet etmeyi “Hak’tan gelen dolu”, İslâm irfanındaki Allah’a doğru yol almayı ise, kendisine menzil gösterilmesi olarak görür.

‘Geçti seccadeye oturdu kendi

Cemali nurundan çırağ uyandı

İşaret eyledi sakiler sundu

Bize Hak’tan gelen doluyu gördüm.

İçtim o doludan aklım yitirdim

Çıkardım kisvetim ikrar getirdim

Menzil gösterdiler, geçtim oturdum

Kement ile bağlı belimi gördüm.’[5]

Alevîlerin yedi büyük ozanından birisi olan ve hayatını Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in kabrine hizmetle geçiren Fuzulî ise, Ramazan ayında açılan ilâhî ziyafet kapılarını meyhane kapılarına benzetir; meyhanelerin kapısının açılması için ise anahtar Fatiha Suresi’dir. (Burada Hz. Ali’nin Fatiha Suresi’ni Kur’an’ın anahtarına benzettiğini hatırlayalım.) Fuzulî Ramazan ayını kuru ibadetle, yani şekille geçirmek, zayi etmek istemez; o, manevî ziyafet, yani öz ve ruh ister.

‘Ramazan ayı gerek açıla cennet kapusu

Ne reva kim ola meyhane kapusu bağlu

Feth-i meyhane içün okuyalım fatihalar

Ola kim yüzümüze açıla bir bağlu kapu.’[6]

Yine on altıncı yüzyıl Alevî şairlerinden Seher Abdal, meyi, yani içkisini vahdet meyi, vahdet içkisi olarak adlandırır. Ve bu birlik içkisini Seher Abdal, Saki-i Kevser’den, yani  Hz. Muhammed’in hadislerinde varlığını haber verdiği Kevser Havuzu’nun sakisinden, yani Hz. Muhammed’in ta kendisinden alır.

‘Alub nûş eyledik vahdet meyin sâki-i kevserden’[7]

On yedinci yüzyıl Alevî şairlerinden Kul Nesimî  de doluyu ve badeyi vahdet yani  birlik kaynağından almıştır. O sarhoş edici olan her şeyi ve doğal olarak şarabı da reddeder; çünkü onun badesi vardır, hakikat sırrına ermiş, sevgilisine ermiş bir hâldedir ve badesini birlik kaynağından kana kana içmektedir.

‘Vahdet kaynağından dolu içenler

Kanmıştır badeye şarap istemez

Hakikat sırrına candan erenler

Ermiştir mahbuba mihrap istemez.’[8]

Tahir ise irfanı temiz bade olarak adlandırır ve İmam Cafer-i Sadık’ın aşkına sakiden bade ister.

‘İçelim saki getir ol bade-i cam-ı tahur

Cafer-i Sadık imamı müktedanın aşkına’[9]

On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Alevî şairi Kemterî de, ‘Hak kapısının açılmasını, aşk dolusunun sunulması’ olarak açıklamaktadır.

‘Açıldı Hak kapusu

Sunuldu aşk dolusu

O dört kapıdan içre

Girenin canına hû’[10]

Şüphesiz, örnekleri çoğaltmak ve konuyu daha farklı boyutlarıyla açıklamak olası; ama şimdilik bu kadarı yeterlidir. Ümit ediyoruz ki, maksadımız açığa kavuşmuş ve Alevîlikte dolu kavramı dosdoğru açıklanmıştır. Yine ümit ediyoruz ki, artık bazı araştırmacılar yanlış fikirlere uyup, Alevîlikte dolu, mey, bade, şerbet gibi kavramları somut anlamları ile kullanarak ipe sapa gelmez iç karartıcı iddialarda bulunmazlar ve bu değerli şairlerin hatıralarına hürmetsizlik etmezler. İrfanî metinlerde mutlaka derinlik aranmalı, batınları dikkat-i nazara alınmalıdır. Çünkü Miratî’nin de dediği gibi, ariflerin sözleri gizlidir ve muamma gibidir; ancak görme yetisi olanlara aşikârdır.

‘Miratî sözlerin gizli muamma

Ululebsar olanlara hüveyda

Elsiziz belsiziz dilsiziz amma

Gezeriz âlemde erkekçesine’[11]

Makalemizi çağdaş Alevî şairlerinden Aşık Esirî’nin sitem ve biraz da öfke kokan şu şiiri ile noktalayalım.

‘Ey münafık, başka yol istemeyiz

Bizi Hakk’a götüren yolumuz vardır

Al da sen iç içki denen zıkkımı

Biz içki bilmeyiz dolumuz vardır

Sağcısı, solcusu olsun hep senin

Pisliğe dönüşsün lânetli kanın

Ateşte yansın o fesat canın

Münafık haklayan kolumuz vardır

 

Der Aşık Esirî gönlümde yara

Tertemiz bir yolu ettiniz kara

Sen de gideceksin bilinen yere

İmam Ali gibi ulumuz vardır’



[1]- Saadettin Nuzhet ERGUN, On Yedinci Asırdan Beri Bektaşî- Kızılbaş Alevî Şairleri ve Nefesleri, İstanbul Maarif Kütüphanesi, s.50

[2]- ERGUN, aynı eser, s. 39

[3]- EYUBOĞLU, aynı eser,  S.246

[4]- Kemal SAMANCIGİL, 1946, Alevî Şairleri Antolojisi, Gün Basımevi, s. 68

[5]- İsmet Zeki EYUBOĞLU, Alevî Bektaşi Edebiyatı, 1991, Der Yay., s.128

[6]- EYUBOĞLU, aynı eser,  S.153

[7]- EYUBOĞLU, aynı eser,  S.170

[8]- EYUBOĞLU, aynı eser,  S.228

[9]- ERGUN, aynı eser, s. 125

[10]- EYUBOĞLU, aynı eser,  S.310

[11]- EYUBOĞLU, aynı eser,  S.130