Doğa, Tarih, Teknik ve İnsan
Hasan ÇELİK

 

Dini ve tasavvufu, yeniden ve daha geniş anlamlarıyla gündeme getirip modern çağın sağladığı imkânlarla derinlemesine inceleyip anlamazsak, insanımızı mekanikleştirmiş ve kuru bir maddeci, bir başka deyişle masalcı olarak, finans kapitalizminin ve teknolojinin kulu, kölesi yaparız.

İrfan; Allah’ı ve O’nun yaratmış olduğu varlıkları, kendini, toplumu, doğayı ve gökyüzünü tanıyıp tanımlama ilmidir. Çünkü kişi, toplum, doğa ve gökyüzünden oluşan sonsuz evren, Allah’ın bir yansımasıdır.

Allah’ın yansıması olan sonsuz evrenin içindekileri tanıma ve tanımlama ilmi ile basiret üzere Allah’a yakınlaşmaktansa, onun zıtlık yasasının yaratıcılığı sonucunda ortaya çıkmış olan maddî veya manevî varlıktan herhangi birini, bir ilâhî delil ve kanıt olmadan putperest anlayışı ile kutsayıp yücelterek, dokunulamaz, eleştirilemez, değiştirilemez kılarak, bunlara törenler, merasimler düzenleyerek Allah’a şirk koşmak, çoğunluğun kolayına ve işine geliyor. Allah yaratmış işte deyip, şekle sokulmuş ibadet ve inanç biçimlerini de din sayarak, ne Allah’a yakın, ne de Allah dininden oluruz. Olsak olsak bu çağın putperestleri oluruz.

Kişi ve toplumdan yansıyan maneviyat, (yani kişide görünen kişilik ve toplumda görünen vahiy ötesi yasalar, gelenek ve görenekler,) kişi, toplum, doğa ve gökyüzündekilerin etkileşimleri sonucunda ortaya çıkmış olan manevî üretimin ürünleridirler. TARİH.

Kişi ve toplumdan yansıyan maddiyat, (yani kişide ve toplumda görünen aletler ve malzemeler,) gene kişi, toplum, doğa ve gökyüzündekilerin etkileşimleri sonucunda ortaya çıkmış olan maddî üretimin ürünleridirler. TEKNİK.

Kişi ve toplum tarihi ile tekniğin ham maddesi, yani bunların atası tabiattır. DOĞA.

Doğanın tarihî akışı ve tekniğin etkisi ile, hayvan düzeyindeki insandan, sosyal canlı düzeyine sıçramış olan da, İNSAN’DIR.

Doğa, Tarihî akış, Teknik ve İnsan, bir toplumun ana itici güçleridirler. Kısaca şöyle de diyebiliriz: DOĞA, TARİH, TEKNİK, İNSAN.

Kişi, toplum, tabiat ve gökyüzündekilerin de içinde yer almış olduğu sonsuz evrenin kendisi Allah’ın bir yansıması ve Allah’tan olduğuna göre; kişi, toplum, tabiat ve gökyüzündekilerin etkileşimi ile ortaya çıkmış olan kişi ve toplumdan yansıyan, görünen her türlü maddî ve manevî üretimin kendisi de, bu üretim sonucunda ortaya çıkan yeni ürünler de, doğal olarak Allah’ın bir yansıması ve O’ndandırlar. Kişideki ruh ve beden, toplumdaki tarih ve teknik, doğadaki enerji ve madde bütünlüğü ve iç içeliği ne ise, sonsuz evrende görünen bu dünya ve görünmeyen öteki dünya, gerçekte iç içe olan bir bütünlüktedir. Ve sürekli içinde bir şeyleri diriltip öldüren bir canlı organizma gibidir. Her şey sonunda O’na döner. Dirilten de, öldüren de, yöneten de, yönlendiren de, mükâfatlandırıp cezalandıran da O’dur. Kim, zerre kadar kötülük yaparsa onun huzursuzluğunu, kim de zerre kadar iyilik yaparsa onun huzurunu, hem görünen bu dünyada, hem de görünmeyen öteki dünyada yaşar. İşte Allah bu kadar adaletli ve eşitlikçidir.

Allah’ın dini yalnızca Kur’an’dan yansımaz. Görünen ve görünmeyen yüzü olan sonsuz evrenin tamamından yansır. Kişi, toplum, tabiat ve gökyüzündekilerin etkileşimleri sonucunda ortaya çıkmış olup da kişi ile toplum içerisinde yansıyan tüm maddî ve manevî üretimin ürünleri de, Allah’ın bu yansıma yaratıcılığının bir sonucu olarak ortaya çıkmış olan soyut (GÖRÜNMEYEN) ve somut (GÖRÜNEN) varlıklarıdırlar.

BUNU BİRAZ AÇALIM:

Sonsuz evrenin kendisi Allah’ın bir yansıması olup O’ndan olduğuna göre ve tüm varlar da bu yansıma eyleminin yaratıcılığı ile varolduklarına göre, Peygamber, Kitap ve Din de Allah’tandır ve O’nu yansıtan, O’na bağlı olan birer parçalardırlar. Eğer bunları, Allah’ın kutsaması ötesinde kutsayıp, yüceltir ve dine atfedilen her ilkeyi dokunulmaz, eleştirilmez, değiştirilmez kılar ve bunlara tabi olduğumuzu öne sürer ve bu doğrultuda bir yaklaşım ve ayrımcılık içerisine girer isek, Allah’a eş koşan şirkçilerden ve iki yüzlü münafıklardan oluruz. Oysa yalnızca O’na ve O’nun dinine -ki aynı zamanda evrenin dini ve hareket yasalarıdır- tabi olmalı ve uymalıyız.

Demek ki, Allah’ın yaratmış olduğu varlardan herhangi birini veya birilerini, Allah’ın kutsaması ve yüceltmesi ötesinde, ilâhî bir burhan ve kanıt olmadan kutsallaştırır, yüceltir, dokunulmaz, eleştirilmez, değiştirilmez kılar ve bunlara uyulması gerektiğini öne sürer ve bu durumu da bizi Allah’a yakınlaştırmanın aracı ve mazeretleri olarak görür, gösterirsek, çağımızın putperestleri oluruz. Yani bu yaklaşım, küfürdür, şirktir, münafıklıktır, kâfirliktir, BATIL yoldur. Zaten putperestler de aynen böyle yaparlarmış.

HAK KİŞİLİK, gerçeği arayış istemi ile, Allah’ın yaratmış olduğu varları tanıyıp, tanımlayarak, Allah’a yakınlaşmak, O’nun dinine uymak, bu yolla toplum ve tabiat içerisinde, maddî ve manevî istemlerini tatmin ederken, başta kendine, başkalarına, toplum, ve tabiata da madden veya manen zarar vermeden bir yaşam sürebilmektir. Buna paralel olarak, geçmiş tarihi olayları öğrenip, bunları araştırarak, eleştirerek, tartışarak, deneme - yanılma yöntemleri ile dersler çıkararak, anlayış, hoşgörü ve akıl ile sorunları çözen, zamanın maddî ve manevî koşullandırmalarına uyan, yenilikçi, yardımcı, yol gösterici ve üretken olan, öze bağlı özgürlükçü, adaletçi ve birleyicidir. Allah’tan başka hiçbir maddî veya manevî vara, aracılık misyonuyla da olsa tapmaz, Allah’ın kutsayıp yüceltmesi ötesinde, kimseyi kutsamaz, yüceltmez, onun kulu esiri olmaz.

BATIL KİŞİLİK, Allah’ın kutsaması dışında ata toplum biçimlerini kutsayıp yücelterek, onları dokunulmaz, eleştirilmez, değiştirilmez kılarak, onları yalnızca taklit ve tekrar ederek bir yaşam sürmeye çalışan, onları şekli ibadetler ve merasimlerle var kılmaya çalışan, toplum ve tabiat içerisinde, maddî ve manevî istemlerini tatmin ederken, kendine, başkalarına, topluma ve tabiata zarar veren, bağnazlığı, yobazlığı ve tutuculuğu ile sorunlara sorun katan, zamanın maddî ve manevî koşullandırmalarına uymayan, gerici, tüketici, ayrımcı, yasakçı, sömürücü olup, kin, nefret, kıskançlık ve düşmanlık gibi duyguları yüksek olur.

Birilerinin efendileşmesi, birilerinin köle olma istemindendir. Şu apaçık bir gerçekliktir ki, daha Hz. Muhammed’in ölümünün hemen arkasından maddî ve manevî çıkar için, onun soyuna yapılmış olan zulüm ve katliamlar, onun fikirlerinin çarpıtılması ile birlikte -ki istisnalar kaideyi bozmaz- olmuştur. İslâm toplumu o gün bugündür, gün geçtikçe Allah’tan uzaklaşarak O’nun dininden çıkmıştır.

İslâm toplumunun geri kalmışlığını, başkalarının icat etmiş olduklarını tüketerek bir yaşam sürüyor olmalarını kâfir ve gavur dedikleri milletlerden adalet, iş ve aş dilenmelerini, Allah’tan başka Allah’ın yaratmış olduğu birçok maddî ve manevî varları, ilâhî burhan ve kanıt olmadan kutsamalarını, onlara tapınmalarını, onları yüceltmelerini, törenler şekli ibadetler, merasimler ile tatmin olmalarını, terör, düşmanlık, acı, yokluk, baskı, kin, nefret, ayrımcılık içerisinde olmalarını başka neyle izah edebiliriz ki? Allah kendine yakın olanları ve dinine uyanları hiç bu hâle sokar mı? Bu durum, İslâm toplumunun kendi elleri ile işlemiş oldukları şirke karşılık, Allah’ın vermiş olduğu takdirî bir cezadır.

Maddî ve manevî yücelim, para ve rahat yaşam, güç ve mülkiyet, ve egemenlik için, bu ülkede parti kurup lider olmak veya bundan pay kapmak için dinin, imanın, Peygamberin, Kitabın çıktığı Arabistan Mekke’sine gitmeyip de Siyonist egemenli, şeytanın ülkesi dedikleri beyaz saraylı (gerçek kıbleleri orası olsa gerek) ABD’ye veya gavur dedikleri Avrupa ülkelerine giden, tapınılan, kutsanan, dokunulmaz, eleştirilmez kılınan kimselere ve bunların destekçilerine ne demeli, bunları başka nasıl izah etmeli? Allah’ın adaleti işte böyle tecelli ediyor! Kendilerine ve dosta - düşmana karşı açıktan açığa rezil rüsva ederek, nasıl iki yüzlü ve şirk içerisinde olduklarını, kendi elleri ve dilleri ile işlediklerini apaçık ortaya koymaktadır.

Yalnızca ata toplum yaşam biçimlerini taklit ve tekrar ederek insan insanlaşıyor olsaydı, atalarını binlerce yıldır profesyonel denebilecek düzeyde taklit ve tekrar ederek yaşamlarını sürdüre gelen hayvan sürüleri sürülükten çıkıp toplum olurlardı. Onun için, taklit ve tekrardan ziyade olanlardan dersler çıkarıp, bu güne göre yeni toplumsal düzenlemeler geliştirmeliyiz. Tüm peygamberlerin yaptığı gibi, yozlaşmış, çürümüş, gericileşmiş, saltanatın, zulmün ve sömürünün birer aracı hâline dönüştürülmüş, üretkenlikten uzak, insanların birer meşguliyeti hâline düşmüş, ata toplum biçimini çıkarmak lâzım. Zamanın maddî ve manevî koşullandırmalarını tekrardan HAK yoluna sokmak lâzım. Yani kısacası, kişinin, toplumun ve tabiatın bu günkü hâllerini göz önünde bulundurarak kişi ve toplum olarak, ekonomik ve sosyal yapımızı yeniden düzenlemeliyiz.