Alevîliğin Tarihi Seyri
Selçuk YILDIZ

 

Alevîlik hepimizin de bildiği gibi daha Hz. Ali (a.s) hayatta iken başlamıştır. Peygamberimiz Hz Muhammed’in Hz Ali’nin taraftarları ile ilgili hadisleri hadis kitaplarında yerini almıştır.

Peygamberimizin “Ali’nin dostu mümin, düşmanı münafıktır.” şeklindeki hadisi de oldukça çarpıcıdır.

Bu gerçeklerden hareketle Alevîliğin tarih boyunca doğuşu, yayılışı ve çeşitli coğrafyalarda uğradığı sapmalarını kısaca ele alacağız.

Alevîliğin Anadolu Alevîliği, İran Alevîliği ya da Arap Alevîliği şeklinde millî (kavmî) esaslara göre ayrıldığını sananlar elbette yanılmışlardır. Alevî İslâm, bir bütün olup, esasları Allah’ın Kitabı Kur’an’a, Hz Muhammed’in sünnetine ve Peygamberimizin Ehl-i Beyti olan On İki İmam’ın Allah Resulü’nden istifade edip halka sundukları maarife dayanır. Bunların dışında çeşitli coğrafyalarda tarih boyunca meydana gelen sapmalar ve yanlış yorumlar Alevîliğe mal edilmemelidir. Alevîlik, ancak en eski Alevî kaynaklarına ve hadis kitaplarına dayanılarak ortaya konulup açıklanabilir. Hiçbir aslı olmayan ve dinî - tarihî kaynaklara dayandırılamayan görüş ve düşünceler Alevîlik değildir. Zaten akıl mantık sahibi, taassuptan uzak olan insanlar, bunu bilir ve anlarlar. Bu söylediğim bilimsel yönteme de uygundur.

Biz Türkiye’de yaşadığımız için, daha çok Anadolu Alevîliğinde meydana gelen bazı yanlışlıkları ele alacağız. Anadolu Alevîleri çoğunlukla Alevî-Bektaşî olarak adlandırılır. Kendilerine Caferî, Kızılbaş vb. isimler veren kesimler de vardır.

Alevîlik; dört halife devri çekişmeleri, ardından Hz Ali (a.s) ile Muaviye arasındaki savaşlar, Hz Hüseyin ile Yezit arasındaki Kerbelâ faciasından sonra, İslâm’ın özü ve esası olarak şekillenmiş, bütün hak inanç esaslarını kendinde toplamıştır. On İki İmam’ın yaşadığı dönemlerde, çeşitli siyasî ve sosyal nedenlerden dolayı, bir kısım Alevîlerin On İki İmam’ın görüşlerini terk etmesiyle, günümüzde de taraftarları bulunan Zeydiye ve İsmailiye mezhepleri ortaya çıkmıştır. Ancak bunlara tümüyle Alevî demek mümkün değildir. Çünkü On İki İmam’ın hepsine inanmamaktadırlar. Bunlar daha çok Yemen ve Pakistan taraflarında yaşamaktadırlar. Alevîlik içinde azınlığı oluşturan bu iki mezhep dışındaki çoğunluk On İki İmam’a inanmaktadır.

Yurdumuzda yaşayan Alevî-Bektaşî kesim ise aslen Alevî bir tarikat olan Bektaşîliğe dahil olup, geçmişi Horasan ve Türkistan’a dayanır. Bu tarikat, tasavvuf inancına inanan ve Horasan’da ortaya çıkan bazı sufî tarikatların Anadolu’daki uzantısıdır. Anadolu’da bu tarikata Bektaşî tarikatı da denir. Kurucusu Hacı Bektaş-i Veli’dir. Bu tarikat mensupları Alevî olup On İki İmam’a inanır. Kerbelâ matemini oruç tutarak gözetlerler. Muharremde tutulan bu oruca “On İki İmam Orucu” da derler. Ancak Osmanlı yöneticilerince üzerlerinde oynanan birtakım siyasî oyunlar sonucu yer yer On İki İmam’ın çizgisinden uzaklaşmalar olmuştur. Anadolu Alevîleri Osmanlı devletinin baskı ve zulmü altında zorla Sünnîleştirilmeye çalışılmıştır. Kendi mezheplerini öğrenme, araştırma ve yaşama hürriyetleri ellerinden alınmıştır. Gönüllerde ekilen Alevî düşmanlığı günümüzde de bazı art niyetli Sünnî din adamları tarafından gizliden gizliye körüklenerek alevlendirilmektedir. Bu yolla Alevî inancı baskı altında tutulmaya çalışılmaktadır. Bu yüzden Alevî-Bektaşîler On İki İmam’ın ortaya koyduğu ilkelere tam olarak ulaşamamış ve bazı hatalara düşmüşlerdir. Sünnîler tarafından sapık ve kâfir olarak adlandırılmışlardır. Günümüzde Alevîliği daha doğru bilen ve yaşayanlar kendilerini Caferî olarak adlandıran ve çoğunluğu İran, Irak, Pakistan, Hindistan, Bahreyn, Kuveyt, Suriye, Lübnan ve Azerbaycan’da yaşayan Alevîlerdir.

Bektaşîlik tarikatı tasavvufa inanan bazı Sünnî tarikatlar gibi içinde Alevî İslâm’a ters düşen bazı görüşleri zaman içinde benimsemek zorunda kalmıştır. Hatta bu sahte tasavvufçuların bir kısmı Hz Ali’ye ilâh ya da peygamber diyerek Alevîlikten sapmışlardır.

Eski Alevî kaynaklarından biri olan Sefinet’ül-Bihar’da On İki İmam’ın sekizincisi olan İmam Rıza (a.s) tasavvufa inanan ve aşırı giderek Alevî İslâm’ın dışına çıkan sufîler hakkında şöyle buyurmuştur: “Kimin yanında sufîler anılır da onları diliyle, gönlüyle inkâr etmezse, bizden değildir. Ama inkâr ederse, Resulullah’ın (s.a.a.s) safında savaşmış gibidir.”

Tabiî kanaatimizce burada inkâr edilip uzak durulması gereken sufîler, Hacı Bektaş-i Veli, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Mevlâna gibi İslâm’ın irfanî görüşünü benimseyip Kur’an’ın dışına çıkmayan sufîler değildir. Burada kastedilen Alevî İslâm’ın ve Kur’an’ın emirlerini dinlemeyen, onlara uymayan, Alevîlik dışı görüşler benimseyen ve bu görüşlerini de herhangi bir kaynağa akılcı bir şekilde dayandıramayan başı boş sufîlerdir. Bunların bir kısmı Hıristiyanların Hz İsa (a.s)’a ilâh demesi gibi Hz Ali’ye ilâh demektedirler. Ayrıca Kur’an’ın hükümlerini önemsememekte ve uymamaktadırlar. Günümüzde Anadolu’da yaşayan bu tür yanlış görüşleri benimseyen, kendilerine Alevî diyen insanlar az da olsa bulunmaktadır. Bu tür görüşlerin Alevîlikle bir ilgisi yoktur. Bazı din dışı çevrelerce Alevîliğe kasıtlı olarak sokulmuştur.

Selamlar ve saygılar.