MERHABA ERENLER
Rıza BAKIRLI

Son yıllarda Alevîlik üzerindeki tartışmalar ve yorumlar epeyce yol almıştır. Birtakım olumsuzluklara rağmen, bu yorum ve tartışmaların, Alevî kimliği üzerinde kamuoyunun fikir sahibi olmasını sağlaması açısından yararlı olduğu söylenilebilir.

Geçmişten günümüze kadar, bütün aşağılamalara, horlamalara, karalamalara, dahası aşağılık iftiralara rağmen, bugüne kadar Alevî toplumunun içinde Ehl-i Beyt sevgisini taşıyarak gelmesi sevindiricidir. Ancak ne var ki, öteden beri Alevîler üzerinde oynanan oyunlar ve asimilasyon politikaları sonucunda, Alevî kültürünün özü boşaltılmış, boşaltılmaya da devam edilmektedir.

Türkiye’de bugün kendisini Alevî olarak tanımlayan yirmi milyona yakın insan yaşamaktadır. Bütün dünyada meydana gelen değişim rüzgarlarının ülkemizde yaşayan Alevî toplumunu da etkilemesi pek doğaldır. Bugün görmekteyiz ki, Alevî toplumunu öze dönüş aşkı ve yaşadığımız çağın nimetlerinden yararlanma talebi sarmıştır. Bu talep ve istekler ise, bazı odakları rahatsız ederken, bazılarının da iştahını kabartarak, pastada payını almalarını sağlamıştır.

Alevîliğin tanımını ve tarihî gelişim sürecini başka yazılarımda ele alacağım. Dolayısıyla burada bir tanımlamaya girmeyeceğim. Çünkü bu ayrı bir konu ve kapsamlı olarak ele alınmayı gerektirmektedir.

Burada peşin olarak şunu diyebilirim ki, bu yazılardan ve araştırmalardan amacım bir bölen olmak değil, hizmet etmek olacaktır.

Bu bir gerçektir ki, bugün Alevîler bir Sünnîleştirme furyası ile karşı karşıyadırlar. Alevîler, plânlı ve programlı bir asimilasyon projesi ile Sünnîleştirilmekte veya safsatalarla Alevîlerin kafaları karıştırılarak Ehl-i Beyt yolundan uzaklaştırılmak istenmektedir. Bu ise, ülkemizde gerçek anlamda laikliğin yaşanmadığını ve düşünce ve inanç özgürlüğü diye bir şeyin olmadığını göstermektedir. Demek ki, bu alandaki bütün tebligat ve söylentiler söylentiden öteye gitmemekte, gerçekte ise sadece belli bir mezhep ve düşünceye özgürlük ve yaşama hakkı tanınmaktadır.

Ülkemizde milyonlarca Alevî olmasına rağmen, Alevîlerin kendi içtihatlarını öğrenecekleri bir kurumun olmaması, buna karşılık devlet bütçesinden ayrılan trilyonların sadece belli bir mezhep için harcanması düşündürücü değil midir? Kısaca laiklik, devletin bütün din ve inançlara eşit mesafede durması, farklılıkları yok etmesi değil, korumasıdır. Oysa ülkemizde bu anlamda bir laiklik ve inanç özgürlüğünden söz etmek olası değildir.

Aslında bu sorunu yaşayan sadece Alevîler de değildir. Ülkede korunan resmî mezhep ve inanç dışında kalan bütün inanç ve düşünce akımları aynı sorunu yaşamaktadır. Oysa Alevîlerin ve diğer inanç topluluklarının eşit ve adil bir muameleye tabi tutulması doğru olanıdır. Ancak yıllardır politikacıların bu açık yanlışı düzelteceklerine dair verdikleri sözleri nedense, sözden öteye gitmemektedir. Hâlbuki demokratik yoldan gerekli düzeltmelerin yapılması mümkün.

Bugün ülkemizin yönetiminin demokratik, laik ve hukuk devleti olduğunu söylüyoruz. Şimdi soruyorum: Laik olduğu söylenen bu ülkede Diyanet denilen devlet kuruluşunun yaptığı hizmetten hangi Alevî yararlanmış ve yararlanmaktadır? İslâm dini içerisinde farklı inanışlara sahip gruplara hangi hizmetler götürmüş ve götürülmektedir?

Ne yazık ki, bu sorulara müspet cevap vermek mümkün değildir. Dahası, hizmet götürmeyi bırak, zaman zaman diyanet bünyesinde çalışanların Alevî ve diğer inanç sahibi vatandaşlara karşı olumsuz davranışlarda bulundukları dahi görülmüştür. Oysa Diyanet’in sözde kuruluş amacı, sadece Sünnî İslâm’ın bir kolu olan Hanefîlere hizmet etmek değil, bütün Müslümanların gereksinimlerini karşılamaktır.

Bizler bu ülkenin realitesiyiz. Alevîler olarak Sünnîleri de kendimize kardeş görürüz. Ne var ki, yok deseler de bu ülkede Alevî-Sünnî ayrımcılığı sorun olarak yaşanmaktadır. Çünkü hâlâ kimlikler gerçek anlamda zeminleri üzerine oturmamış durumdadır. Kısaca ülkemizdeki inanç grupları istismara açık ve müsait konumdadır.

Ancak yukarıda bahsettiğim konular olumsuzluk anlamında ele alınmamalıdır. Bu coğrafyada yarattığımız değerlerimiz ve ortak yanlarımız vardır. Aynı vatanı ve aynı dini paylaşıyoruz. Beraber sevinip, beraber üzülüyoruz. Yani kaderimiz ortaktır. Fakat, farklılıklarımız olmakla birlikte aynı dinin mensuplarıyız. Bu farklılıkları da zenginlik olarak algılamalıyız.

Son olarak Alevîlerin bugün sabırsızlıkla beklediği, yıllardır süre gelen haksızlığın, horlanmanın ortadan kaldırılarak, devletin bu sorunları çözmede gerekli çalışmayı ivedi olarak yapmasıdır. Bunun için de devlet, Diyanet vasıtasıyla verdiği hizmetten Alevîlerin de yararlanmasını sağlamalı, bu anlamda yasal düzenlemeye gitmelidir. Kısaca Alevîliğin geleceği güvence altına alınmalıdır.