Teşehhütte "La ilahe illallah" cümlesiyle yetinmiyoruz;aksine "Vahdehu la şerike leh=tektir; O'nun ortağı yoktur" diyoruz. Ne yaratışta, ne varlık âlemini idarede ve ne de kanun koymada şeriki yoktur: "Mülkte ortağı olmayan"[362] Allah'a kulluk Allah velileri için en büyük iftihardır: " İzzet olarak bize, senin kulun olmak yeter."[363]
Allah'a kulluk etmek, insanın tüm kayıt ve bağlardan özgür olması demektir; bu, insana öyle bir güç verir ki hiçbir süper güçten korkmaz artık. Firavun'un eşi Allah'ın kulu olması nedeniyle öyle etkilenmez bir unsur hâline geldi ki Firavun'un parası ve gücü onda hiçbir etki bırakmadı ve Firavun herkesi kendine kul-köle ettiği hâlde, o, yalnız Allah'ın kuluydu ve tarihin bütün erkekleri ve kadınları için örnek olacak bir makama erişti:
"Allah inananlar hakkında da Firavun'un karısını misal verdi."[364]
Her halükârda, Peygamberin kulluğuna tanıklık etmek onun risaletine tanıklık etmekten önce gelir, bundan alınacak dersler ve mesajlar vardır. "Eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve resuluh=Şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir."
Peygamberlik ve risalete tanıklık etmek, tüm beşerî mektepleri reddetmek demektir. Son peygamberin risaletinin ebedî ve evrensel oluşunu kabullenmek, bütün tağutları reddetmek anlamındadır.
Hz. Muhammed'in (s.a.a) risaletine tanıklık etmek, Allah Tealâ'nın tüm peygamberlerden aldığı bir sözdür, eğer onun peygamberliğini kabul etmeyecek olsalardı peygamberliğe ulaşmazlardı.[365] Dolayısıyla, "Eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve resuluh=Şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir." diyen sadece ben değilim; aksine bütün peygamberler bunu ikrar etmektedirler.
Günümüzde Allah'a tapanların çoğunun sorunu dille "La ilahe illallah" söyleyip amelde Allah'tan başkasına yönelmeleri, izzet ve kudreti başka yerlerde aramalarıdır. O'ndan başkasına itaat edip O'ndan başkasına aşk beslemekteler.
Gerçekten şirk insanın kendisine karşı işlediği büyük bir zulüm ve Rabbine karşı da edepsizliktir. "Allah'a ortak koşmak (şirk), büyük bir zulümdür."[366] Çünkü ortağı olmak, işlerde zaaf ve acizliğin nişanesi, Allah'ın eşi ve benzeri olması anlamındadır; oysa Allah Tealâ hakkında bunların bir anlamı yoktur.
"Eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh"
Kulluk, peygamberlerin eriştiği en yüksek makamdır; risalet ve nübüvvet makamı için bir ön hazırlıktır.
Hz. Peygamber'in (s.a.a) miraca yükselmesini sağlayan şey, onun sunmuş olduğu kulluktur:
"Geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan yürüten münezzehtir."[367]
Yine ona vahyin inmesini sağlayan husus, kulluktur: "Kulumuza indirdiğimiz."[368]
Allah Tealâ da peygamberlerini sunmuş oldukları kullukla övmekte, Hz. Nuh (a.s) hakkında buyurmaktadır ki:
"Doğrusu o çok şükreden bir kuldu."[369]
Hz. Davut hakkında ise şöyle buyuruyor: "Ne güzel kuldu!"[370]
Peygamberlerle buluş sahibi insanların bir farkı da işte bunda yatmaktadır: Onlar üstün zekâları, yaptıkları sürekli çalışmalar ve gerçekleştirdikleri deneyler sonucu istediklerine ulaşmışlardır; ancak peygamberler Allah'a kulluk ve Allah'ın lütfüyle istedikleri sonuca varmış, mucize gösterebilmişlerdir. Kısacası kulluk peygamberlerin eriştiği tüm makamların kaynağıdır.
Peygamberlerin kulluğunu ikrar etmek, bizi Allah velilerinin makamları hususunda her türlü ifrat ve aşırılığa düşmekten alıkoyar, yaratıkların en üstünü olan Hz. Peygamber'in de (s.a.a) Allah'ın kulu olduğunu anlamamıza yardımcı olur.
Açıktır ki bu tanıklık gerçek ve sadakatle olmalıdır; yoksa münafıklar da Resulullah'ın (s.a.a) yanında onun peygamberliğine tanıklık ediyorlardı; Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Allah, senin O'nun peygamberi olduğuna tanıklık eder, fakat münafıklar yalan söylüyorlar; çünkü onların tanıklıkları sadakatle değildir."[371]
"Allahumme salli ala Muhammedin ve Al-i Muhammed" Tevhid ve risalete tanıklık ettikten sonra, Muhammed ve Ehlibeyti'ne salâvat getiririz.
Salâvat, İslâm'ın değerli peygamberinin Ehlibeytine sadakat, sevgi ve muhabbetin nişanesidir, Kur'ân-ı Kerim bu sevgiyi Resulullah'ın (s.a.a) risaletinin mükâfatı bilmiştir.[372]
Salâvat, insanın paslanmış ruhunu parlatır[373] ve nifakın kökünü kazır.[374] Salâvat, günahların temizlenmesi için bir etken,[375] gökyüzünün kapılarının açılması için bir vesile,[376] meleklerin insan hakkında dua etmesine ve bağışlanma dilemesine bir sebep[377] ve kıyamet günü Resulullah'a (s.a.a) yaklaşarak onun şefaatine erişme vesilesidir.[378]
Hayırlı akıbeti olan, dünyadaki son sözü salâvat olan kimsedir.[379]
Allah Tealâ önce kendisi peygambere salâvat getirmekte ve sonra da bize emretmektedir:
"Allah ve melekleri, Peygamber'e salât ederler. Ey inananlar, siz de ona salât edin ve içtenlikle selâm edin."[380]
Bu ayetten ve onunla ilgili olarak nakledilen hadislerden şu nükteler aydınlığa kavuşur:
1- Salâvat, dille yapılan bir saygıdır; fakat bundan önemlisi amelen itaat etmektir ve "içtenlikle selâm edin"cümlesi de buna işaret etmektedir.
2- Allah ve meleklerin salâvatı süreklidir: "Salât ederler."
3- Allah'ın salâvatı keramet, meleklerin salâvatı rahmet ve insanların salâvatı ise duadır.
4- Hadislerde şöyle geçer: Allah Tealâ Hz. Musa'ya(a.s), "Muhammed ve Ehlibeyt'ine salâvat getir; çünkü ben ve meleklerim ona salâvat getirmekteyiz." diye hitap etti.[381]
5- Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah'ı anmak ibadettir; beni anmak da ibadettir; benim halifem Ali b. Ebu Talib'i (a.s) anmak da ibadettir."[382]
6- Hadislerde şöyle geçer: Duaların kabul olması için duadan önce salâvat getirin.[383]
[Şunu da hatırlatmakta yarar vardır ki,] sadece Resulullah'ın (s.a.a) ismini duyduğumuzda salâvat getirmek yetmez, onun mübarek ismini yazdıktan da sonra salâvat yazmak müstehaptır. Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
"Kim yazısında bana salâvatı kaydederse, ismim yazılı olduğu müddetçe melekler onun için bağışlanma dilerler."[384]
Ehlisünnet’in kaynak kitaplarında Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: Salâvat getirirken, Hz. Peygamber'in (s.a.a) isminin peşinden kesinlikle Ehlibeytinin (a.s) de ismini ekleyin; aksi durumda salâvatımz eksik ve kısır olur.[385]
Ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde Ehlisünnet'in en önemli kitaplarından olan Sahih-i Müslim, Buharı, Tirmizî, Nesaî, Ebu Davud ve İbn-i Mace'den şöyle nakledilmiştir:
Adamın biri Resulullah'a (s.a.a), "biz sana nasıl selâm vereceğimizi biliyoruz; ama nasıl salâvat getirmemiz gerektiğini bilmiyoruz." dedi. Resulullah (s.a.a) şöyle deyin buyurdu: "Allahumme salli alâ Muhammedin ve alâ Âl-i Muhammed, kema salleyte alâ Ibrahime ve Âl-i ibrahim. İnneke Hamidun Mecid."[386]
Şafiilerin imamı Şafiî bu konuyu şiirinde şöyle dile getirmiştir:
"Ey Resulul'un Ehlibeyt'i, sevginizi, / İndirdiği Kitab'ta farzı kılmıştır Allah.
Sizin yüce şanınız için yeter şu ki, / Size salât etmeyenin namazını batıl kılmış Allah."[387]
Namazda Ehlibeyt'i (a.s) anmak, Resul-i Ekrem'den (s.a.a) sonra diğerlerinin değil, onların izinden hareket etmemiz gerektiğini gösterir. Aksi durumda, yollarını sürdürmeye gerek olmayan kimselerin isimlerini anmak, hele bir de namazda olursa, boş bir iş olur.
Adamın biri kendini Kâbe’ye yapıştırmış salâvat getiriyordu, fakat Âl-i Muhammed'in ismini söylemiyordu; İmam Cafer Sadık (a.s) -bunu görünce- "Bu, bize haksızlıktır." buyurdu.[388]
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
"Ehlibeytimi salâvattan mahrum edenler, kıyamette cennetin kokusunu alamayacaklardır."[389]
Allah'ın (c.c), Resulullah'ın (s.a.a) ve Ehlibeytinin isimlerinin anılmadığı toplantılar da kıyamet günü hasrete neden olacaktır.'[390]
İlginç olan şu ki, rivayetlerde şöyle geçer:
"Allah'ın peygamberlerinden birinin ismi anıldığında önce Muhammed ve Ehlibeytine salâvat getirin, sonra o peygamberi selâmlayın."[391]
Resulullah (s.a.a) da şöyle buyuruyor:
"Asıl cimri, benim ismimi duyduğu hâlde bana salâvat getirmeyendir. O, insanların en zalimi ve en sadakatsizidir."[392]
Salâvat zikrinden sonra, üç selâm verilir: Biri Resulullah'a (s.a.a), ikincisi Allah velilerine ve üçüncüsü de müminlere ve din kardeşlerimize.
Allah Tealâ "Ey inananlar, siz de ona salât edin ve içtenlikle selâm edin" ayetinde, Resulullah'a (s.a.a) salâtın ardından ona selâm vermeyi emrediyor; dolayısıyla, namazda salâvattan sonra ona selâm vermekteyiz:
"es-Selâmu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuh."
İftitah tekbiriyle halktan kopup Hakk'a bağlandık. Namazın sonunda da önce varlık âleminin gülüne, yani Resul-i Ekrem'e (s.a.a) ve sonra da Allah'ın salih kullarına selâm veririz:
"es-Selâmu aleyna ve alâ ibadillah'is-salihin."
Bu selâm bütün geçmiş peygamberleri, vasileri ve masum imamları kapsar.
Allah Tealâ'nın kendisi de peygamberlerini selâmlamıştır:
"Selâm olsun gönderilen elçilere."[393] "Selâm olsun Nuh'a."[394] "Selâm olsun İbrahim'e."[395] "Selâm olsun Musa ve Harun'a."[396]
Selâmla, kendimizi Allah'ın salih kullarına bağlamaktayız. Zaman ve mekân sınırlarının ötesinde bir ilişki ve bağla, tarih boyunca -gelip geçen ve gelecek olan salih kullarla el ele vermekteyiz.
Sonra din kardeşimiz olan günümüzde yaşayan müminlere geliyor sıra; onlar Müslümanların cemaatine katılmış ve bizimle bir safta yer almışlardır. Onlara ve Müslümanların topluluğunda hazır olan meleklere ve yine bizim için görevlendirilen iki meleğe selâm vermekteyiz:
"es-Selâmu aleykum ve rahmetullah-i ve berekâtuh."
Namaza Allah'ın adıyla başlayıp Allah'ın kullarına selâm vererek bitiriyoruz.
Bu selâmlarda, sıralamayı gözetmeye de dikkat ediyoruz, önce Resulullah'a (s.a.a), peşinden diğer peygamberlere, velilere ve salihlere ve son olarak da onların takipçilerine ve müminlere selâm veriyoruz.
Selâm, Allah'ın isimlerinden biridir. Selâm, cennet halkının birbirlerine esenlik dilekleridir.
Selâm, cennete girenlere meleklerin esenlik dilekleridir.
Selâm, Rahim olan Allah'ın mesajıdır.
Selâm, Kadir gecesinde sunulan ve insanların kendisiyle ağırlandığı şeydir.
Selâm, Müslümanın Müslüman üzerindeki ilk hakkıdır.
Selâm, her söze ve yazıya başlamanın anahtarıdır.
Selâm, her türlü korku ve kötülükten güvence belgesidir.
Selâm, en basit güzel ameldir.
Selâm, tevazu ve alçak gönüllülüğün nişanesidir.
Selâm, barış bildirişidir.
Selâm, iki insanın birbirine ilk hediyesidir.
Selâm, Allah kulları için sağlık ve selametlik dileğidir.
Selâm, evrensel barışa davettir.
Selâm, ümit ve sevinç vericidir.
Selâm, geçmiş kırgınlıkları gidericidir.
Selâm, varlığını belirtmek ve giriş izni istemektir.
Selâm, giriş ve çıkışta en güzel sözdür.
Selâm, dilde hafif, fakat terazide ağır olan bir sözdür.
Selâm, toplumun ıslahı yönünde ıslahçılara yol göstericidir.
Selâm, muhatabı ölülerle diriler olan bir sözdür.
Selâm, tazim ve ikram belirtisidir.
Selâm, Allah'ın rızasına ve şeytanın gazabına neden olur.
Selâm, kalplere neşe ve mutluluk kazandırır.
Selâm, günahların keffareti ve iyiliklerin çoğalmasını sağlar.
Selâm, üns ve dostluk mesajıdır.
Selâm, kibir ve bencilliğin ilacıdır.
Selâm, ilâhî bir edeptir.
Selâm, bütün hayır ve iyilikleri hoş görmektir.
Selâm, verilmediği takdirde cimriliği, kibiri, inzivayı, küskünlüğü ve yakınlarla ilişkiyi kesmeği beraberinde getirir.
Selâm, insanların başının üzerine yaydığımız rahmet bulutudur; dolayısıyla "selâmun lekum=selâm size olsun" değil, "selâmun aleykum=selâm sizin üzerinize olsun." diyoruz.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor:
"Ben ölünceye kadar çocuklara selâm vermeyi terk etmem."[397]
Selâm vermek müstehap olsa da selâmı almak farzdır; ancak selâm verenin sevabı, selâmı alanın sevabından onlarca kat fazladır.
Hadislerde şöyle geçer: Süvari olan yayaya, ayakta olan oturana, içeri giren içeridekilere selâm versin.[398] Kur'ân-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
"Bir selâm ile selâmlandığımz zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin."[399]
Allah'ın Selâmı, Rahmeti ve Bereketi Üzerinize Olsun
SON