- Secde ederken eller kulakların hizasında olmalı.
- Secdede erkekler dirseklerini yere yapıştırmamak ve iki taraftan iki kanat gibi açılmalıdırlar.
- Sadece alın değil, burun da yere bırakılmalıdır.
- Namaz kılan kişi iki secde arasında oturunca, bedenin ağırlığı sağ ayağın üzerine gelecek şekilde sağ ayağın üst kısmını sol ayağın içine bırakmalıdır; çünküsol batılın ve sağ ise hakkın sembolüdür.
- Secdede, farz olan zikrin yanı sıra salâvat getirilmeli, dua edilmeli ve Allah'ın korkusundan göz yaşı dökülmelidir.
- Secdeden kalkınca tekbir getirilmeli, tekbir getirilince de eller yukarı kaldırılmalı.
Pak olması kaydıyla toprak, taş ve ağaç üzerine secde edilebilir. Fakat İmam Hüseyin'in (a.s) türbetinin apayrı bir özelliği vardır. Bu yüzden İmam Cafer Sadık (a.s) Kerbelâ toprağı dışında başka bir şeyin üzerine secde etmezdi.
Kerbelâ toprağı üzerine secde etmek, yedi hicabı ortadan kaldırır. Namazın yücelere çıkıp kabul olmasına neden olur, namaz kılan kişiyi maddiyat bataklığından kurtarıp cihat, kan ve şehadetle tanıştırır.
İmam Hüseyin'in (a.s) toprağı üzerine edilen secde, kılman namazın velayetle birlikteliğini gösterir.
İmam Hüseyin'in (a.s) toprağına edilen secde, namaz kılanın şehadete hazır olduğunu gösterir.
İmam Hüseyin'in (a.s) toprağı üzerine secde etmek, namaz uğruna kanını verenleri anmak demektir.
İmam Hüseyin'in (a.s) toprağı üzerine edilen secde, "her gün Aşura, her yer Kerbelâ" bilincinin simgesidir.
İmam Hüseyin'in (a.s) toprağı üzerine secde etmek, zulümle mücadelede can ve baş verme pahasına da olsa zilleti kabul etmemek demektir.
Evet, İmam Hüseyin'in (a.s) mezarı cennet bahçelerinden bir bahçe, cennet kapılarından bir kapıdır.
Onun kubbesinin altında dua kabul olur, orada kılınan namaz Allah'ın katında sevimli ve makbuldür.
O topraktan yapılan Tesbih, sahibi sussa bile ona "subhanellah" mükâfatı yazılır; Tesbihin sahibi Allah'ı zikrederse her zikir için yetmiş kat mükâfat yazılır.
Şunu da hatırlatalım ki, Kerbelâ toprağı için nakledilen önem, İmam Hüseyin'in (a.s) mezarından dört mil uzaklığa kadarki topraklar için geçerlidir.[292]
Secde namazla sınırlı bir husus değildir; namazın dışında yapılan secdeler de söz konusudur, hatta bazen, tilâvet secdesinde olduğu gibi farz da olabilir.
Şükür ifadesi sayılan şeylerden biri de, "şükür secdesi"dir; hadislerde şükür secdesinin önemi vurgulanmıştır.
Şükür secdesi, Allah'ın bize ve ailemize verdiği sonsuz nimetlerine karşılık teşekkür ifadesidir. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
"Bir nimeti hatırlayınca, teşekkür etmek için yüzünü yere koy; insanların seni gördüğünü fark edersen, saygı ifadesi olarak birazcık eğil."[293]
Resulullah'ın (s.a.a), devesinden yere inerek beş secde yaptığı ve şöyle buyurduğu nakledilir:
128
"Cebrail nazil oldu ve bana beş müjde verdi; bunun üzerine her müjdeye karşılık bir şükür secdesi yaptım."[294]
Hz. Ali (a.s) bazen şükür secdesinde bayılırdı.[295] İmam Mehdi'nin (Allah zuhurunu çabuklaştırsın), "Şükür secdesi en gerekli sünnettir." buyurduğu nakledilmiştir.[296]
Şükür secdesinde her türlü zikir ve dua söylenebilir; fakat "şükren lillah" ve "el-hamdulillah" söylemek ve en büyük nimet olan Ehlibeyt'in (a.s) velayetini anmak tavsiye edilmiştir.[297] Allah Tealâ buyuruyor ki, "Şükreden kimseyi teşekkür ederek mükâfatlandırırım."[298]
Şükür secdesi için belli bir zaman ve mekân söz konusu değildir, ancak en uygun zaman, namazdan sonra ve namazın takibatından biri olarak yapılmasıdır.
Şükür Secdesinin Bereketleri
Hadislerde, şükür secdesi için bir çok bereketler açıklanmıştır; burada özetini sunmaya çalışacağız:
Eğer namazda bir noksanlık olur da bu nafilelerle giderilmezse şükür secdesiyle telafi edilebilir. Şükür secdesi Allah Tealâ’ınn rızasını kazandırır, insanla melekler arasındaki mesafenin kalkmasına neden olur. Secdede yapılan dua kabul olur; karşılığında on salâvat sevabı verilir, on büyük günahın yok olmasına sebep olur.
Şükür secdesinin değer ve konumu hakkında, Allah Tealâ'nın meleklere karşı şükür secdesiyle övünmesi yeter.[299]
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
"İbrahim'i (a.s) Halilullah makamına ulaştıran toprağa yaptığı çok secdelerdi."[300]
Hz. Ali (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) düşmanların saldırısından kurtulması için onun yatağında yatacağı gece, "eğer bu işi yapacak olursam siz selamet kalacak mısınız? diye sordu. Resulullah (s.a.a) olumlu cevap verince Hz. Ali (a.s) gülümseyerek bu lütuftan dolayı şükür secdesi yaptı."[301]
Resulullah (s.a.a), müşriklerin önderi Ebu Cehl'in kesik başını yanma getirdiklerinde şükür secdesine kapandı.[302]
İmam Seccad (a.s) her namazın sonunda, namazı yerine getirebildiği için şükür secdesi yapıyordu, kendisinden bir bela defedildiğinde veya iki Müslüman'ın arasını bulduğunda yine buna karşılık secdeye kapanıyordu. İmam secdelerini o kadar uzatırdı ki, ter içinde kalırdı.[303]
1- Üzerine secde edilen yer, değer kazanır. Bu hususla ilgili olarak hadislerde şöyle geçer: Namazdan sonra hastalıklardan, afetlerden ve tatsız olaylardan güvende kalmak için secde edilen yere el sürerek yüzüne vebedenine çek.[304]
2- Yatsı namazından sonra şükür secdesi unutulmamalıdır; şükür secdesinde yapılan dua kabul edilir.[305]
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
"Kim ezanla ikame arasında secde yapar da secdede "secettu leke hazien, haşien, zelîlen (Huzu, huşu ve zillet içerisinde sana secde ettim) derse, Allah Tealâ müminlerin kalbine sevgisini, münafıkların kalbine ise heybetini düşürür."[306]
3- Secde Allah'a özgüdür, hiç kimsenin, hatta Peygamberin, imamların ve imamzadelerin mezarları karşısında saygı amacıyla secde caiz değildir.[307]
Müslümanlardan bir grup kendilerine yönelik uygulanan baskı ve zulümden kurtulmak amacıyla Habeşistan'a hicret ettiklerinde, kâfirler, Müslümanları geri döndürmek için bir gurubu kral Necaşi'yle görüşmek üzere Habeşistan'a gönderdiler. Kureyş'in temsilcileri o dönemdeki gelenek gereğince Habeşistan kralı Necaşi'nin karşısında secdeye kapandılar, fakat Müslümanların temsilcisi olan Hz. Ali'nin (a.s) kardeşi Cafer secde etmedi ve "biz Allah'tan başka kimsenin karşısında secde etmeyiz." dedi.[308]
Hz. Yakup'la oğullarının Hz. Yusuf karşısında secdeleri de Yusuf için değil, Allah içindi ve Yusuf a kavuşma nimetinden ötürüydü: "Ve hepsi onun için secdeye kapandılar."[309]
Namaz kılan kişi, rükû ve secdede Allah Tealâ'yı Tesbih eder.
"Öyleyse büyük Rabbinin adını yücelt."[310] ayeti nazil olunca Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: Bu emri rükû yaparken yerine getirin ve şöyle deyin:
"Subhane Rabbiye'l-azîmi ve bi-hamdih." (Yüce Rabbim bütün kusurlardan münezzehtir ve ben O'na hamd ederim.)
"Rabbinin yüce adını Tesbih et."[311] ayeti nazil olunca da, onu secdede okuyun ve şöyle deyin:
"Subhane Rab'iye'1-a'lâ ve bi-hamdih." (Her şeyden üstün Rabbim bütün kusurlardan münezzehtir ve ben O'na hamd ederim.)[312]
Allah'ı Tesbih ve tenzih etmek, İslâm'ın bütün doğru düşünce ve inançlarının köküdür. Şöyle ki:
Tevhit, Allah'ı ortağı bulunmaktan münezzeh bilmektir: "Allah onların ortak koştukları şeyden münezzehtir."[313]
Adalet, Allah'ı zulümden münezzeh bilmektir: "Allah münezzehtir; doğrusu biz zulmedenler olmuşuz."[314]
Nübüvvet ve imamet, Allah'ı hedefsizlik, programsızlık ve insanları hevesler ve zevkler okyanusunda kendi başlarına bırakmış olmaktan münezzeh bilmektir: "Allah'ı şanına yaraşır biçimde tanıyamadılar, zira 'Allah, insana bir şey indirmedi.' dediler."[315]
Mead, Allah'ı, yaratışı boş, batıl ve dünyanın sonunu da yokluk kılmak hususunda tenzih etmektir: "Rabbimiz; bunu boş yere yaratmadın, sen münezzehsin."[316]
"Bizim sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?"[317] Evet, Allah bu boş işten münezzehtir.
Allah'ı Tesbih etmek, sadece İslâm akaidinin kaynağı değil, birçok ruhî ve manevî kemalatın da kaynağıdır aynı zamanda.
Subhanellah, rıza'nın kaynağıdır. O'nu bütün kusurlardan münezzeh bilecek olursak, O'nun takdirine rıza gösterir ve hikmet üzere olan iradesine teslim oluruz.
Subhanellah, tevekkülün kaynağıdır. Neden bütün ihtiyaçlardan uzak, her türlü zaaf ve acizlikten münezzeh olan bir zata dayanmayalım ve tevekkül etmeyelim? "O'nu tenzih ederim, O zengindir."[318]
Subhanellah, Allah'a aşkın kaynağıdır. Her türlü kusur ve eksiklikten münezzeh olan bir zat insanın sevgilisidir, insan ona aşk besler.
Subhanellah, hamd ve övgünün ön hazırlığıdır; hiçbir çirkinlik ve kötülüğü bulunmayan bir zatı övmek. Dolayısıyla, tesbihat-ı erbaa'da "subhanellah" kelimesi "el-hamdu lillah" kelimesinden önce söylenir.
Subhanellah, tüm beşerin uydurmalarından ve hurafelerinden kurtulmanın anahtarıdır: "Arş’ın sahibi Allah, onların nitelendirmelerinden yücedir."[319]
Sıralanan bu nedenlerden dolayı Kur'ân-ı Kerim'de zikirler içerisinde Tespihe daha fazla önem verilmiştir. On altı kez Tesbih, sekiz kez istiğfar, beş defa Allah'ı zikretme, iki kez tekbir emredilmiştir. İnsanın sürekli Allah'ı göz önünde bulundurması ve sürekli O'nu kusur ve eksikliklerden münezzeh bilmesi için her hâlde ve her zamanda Tesbih etmesi emredilmiştir:
"Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini överek Tesbih et; gece saatlerinden bir kısmında ve gündüzün taraflarında (Onu) Tesbih et."[320]
Hem zafer ve sevinç anında Allah'ı Tesbih edin:
"Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman... Rabbini överek Tesbih et."[321]
Hem de zorluk ve sıkıntıların zirvesindeyken; çünkü Tesbih kurtuluşa neden olur:
"Eğer (Yunus) Tesbih edenlerden olmasaydı, yeniden diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı."[322]
Evet, insan sınırlı bir varlık olması itibariyle Allah'ı bilgice tam olarak kuşatması mümkün değildir; o hâlde kendi zaafını itiraf etmesi ve "sen düşünce ve hayallerin ulaşmasından münezzehsin, nitelemelerden pek yücesin" demesi daha uygun olur:
"Haşa, O, onların dediklerinden münezzehtir; çok yücedir; uludur."[323]
Sadece Allah'ın halis ve temiz kıldığı kulları ilâhî yardım ve kılavuzluklarla Allah'ı niteleyebilirler:
"Haşa Allah, onların taktıkları sıfatlardan münezzehtir; fakat Allah'ın teiniz kıldığı kulları hariç."[324]
İmam Cafer Sadık (a.s) Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakleder:
"İnsan subhanellah dediği zaman arşın altındaki her şey onunla birlikte Tespih eder ve onu söyleyene on kat mükâfat verilir; "elhamdülillah" deyince de Allah Tealâ kendisiyle mülakat edip ahiret nimetlerine ulaşıncaya kadar onu dünya nimetleriyle rızklandırır."[325]
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
"Allah Tealâ'nın kullarına gerekli kıldığı en zor ve en önemli şeylerden biri O'nu çok zikretmektir, sonra, maksadım "subhanellah, ve'l-ham-dulillah ve la ilahe illellah ve'llahu ekber" değildir", buyurdu; bu da onun bir parçasıdır aslında. Maksadım "Allah'ın helal ve haram ettiği şeyler hususunda O'nu anmaktır." Yani işlerde Allah'ın anmaktır; Allah'a itaat etmek ve O'na karşı günah sayılan işlerden de sakınmak.[326]
Biri İmam Cafer Sadık'ın (a.s) huzuruna vardı. İmam'ı rükûda Allah'ı Tespihle meşgulken gördü. İmam Tesbihi rükûda altmış, secdede ise beş yüz defa tekrarladı.[327]
Tesbih sadece namazda değil, hac amellerinde de tekrarlanır. Hacının gözü Hacer'ul-Esved'e ilişince, Safa'yla Merve arasında sa'y yapınca ve diğer yerlerde Tesbihi tekrarlaması tavsiye edilmiştir.
Namazda, rükû ve secde zikrine ilaveten, üçüncü ve dördüncü rekâtta da tesbihat-ı erbaa tekrarlanır; Şia ve Sünnî kaynaklarına göre Kehf Suresi'nin 46. ayetindeki "bakiyat-i salihaf'tan maksat da tesbihat-ı erbaadır.[328]
Hz. Ali'nin (a.s) buyurduğu üzere, Hz. İbrahim'in (a.s) Kabe'yi tamir ederken, "subhanellah, ve'l-hamdulil-lah ve la ilahe illellah ve'llahu ekber" zikrini söylerdi.[329]
Şimdi burada atalarımızın İslamî kültüründe Allah'ı anmanın konumuna bir bakalım ve onların yanında bunun ne kadar değer ve önem taşıdığını anlayalım:
Anne ve babalarımız bir şeye şaşırdıklarında "maşallah", "subhanellah" diyorlardı, eve girdiklerinde "ya Allah" ve birbirlerinden ayrıldıklarında ise "Allah'a emanet ol" diyorlardı. Yerlerinden kalktıkları zaman "ya Ali", yorgunluklarını gidermek için "Allah kuvvet versin", birisi hallerini sorduğunda "elhamdülillah" ve yemeğe davet etmek için "bismillah" diyorlardı, yemek bitince de sofra duası okuyup Allah'a şükrediyorlardı.
Nineler de masal anlatırken, "bir varmış bir yokmuş, Allah'tan başka kimse yokmuş" diyerek başlarlardı masala.
Açıktır ki böyle bir ortamda yaşamak ve böyle bir eğitimden geçmek, her zaman ve her yerde kalpte Allah'ın zikrini ve dilde O'nun ismini anmayı sağlar. Ama zulmet dolu bir dönemi de atlattık biz; o dönemde Allah'ın ismini unutmuştuk; şehirlerin kapıları, duvarları ve hatta elbiselerin tümü batı kültürü ve artistlerin resimleriyle dolup taşıyordu. Fakat İslâm sayesinde tekrar şehirlerin, caddelerin duvarları ve tablolar Allah'ın zikriyle donandı.
Tüm varlık âlemi, yedi kat göklerden tutun yere ve bu ikisinin arasındaki şeylere kadar her şey O'nu Tesbih etmektedir.[330] Kuşlar gibi canlılar; dağ[331] ve yıldırım[332] gibi cansızlar hepsi O'nu Tesbih etmekteler; hem de bilinçli ve şuur üzere!
"Her biri kendi duasını ve Tespihini bilmiştir."[333]
Meleklerin Tesbihi o kadar yaygındır ki Resulullah (s.a.a) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Göklerde meleklerin namaz ve Tesbih hâlinde olmadığı bir karış yer yoktur."[334]
İmam Cafer Sadık şöyle buyuruyor:
"Hz. Davut Zebur'u okuduğu zaman ona eşlik etmeyen hiçbir dağ, taş ve kuş kalmazdı."[335]
Hadislerde şöyle geçer:
"Dört ayaklı hayvanların yüzlerine vurmayın; çünkü onlar Tesbih halindedirler."[336]
"Eğer gaybe gözün açılırsa / Cihanın zerreleri sırdaşın olur.
Suyun sesi, toprağın sesi, gülün sesi / Gönül sahiplerine aşikâr olur.
Alemin tüm zerreleri gizlice / Gece-gündüz seninle konuşur olur:
Biz duyarız, görürüz ve uyamayız / Biz siz yabancılara karşı suskun oluruz."
Bir grup serçe öterek ederek İmam Seccad'ın (a. s) karşısından geçince İmam etrafındakilere dönerek, "kuşlar her sabah Allah'ı Tesbih ederek günlük rızklarını isterler." buyurdu.[337]
Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki:
"Hayvanlar Allah'ın Tespihini zayi ettiklerinde ölürler."[338]
Bazıları da şöyle demişlerdir: "Varlıklar Tesbih ve secde ediyorlar" sözünden hakikî anlam değil, mecazî anlam kastedilmiştir. Güzel bir tablo ressamın zevkini, şiir divanı şairin üstünlüğünü gösterir; varlıkların esrarengiz yapıları da Allah Tealâ'nın ilim, güç, hikmet ve dikkatine tanıklık eder, O'nu her türlü kusur ve eksiklikten münezzeh kılar. Varlıkların Tespihinin anlamı işte budur.
Oysa birincisi, bunun hiçbir delili yoktur. İkincisi, kelimenin zahirî anlamını esas almak imkansız olduğu durumda sadece tevile başvurulur; "Allah'ın eli ellerinizin üstündedir."[339] ayetinde olduğu gibi; cisimlerde olduğu gibi Allah için el düşünülemediği için "Allah'ın eli"nden "güç" kastedildiği sonucuna varırız. Ayetinin anlamını bilmediğimiz için tevil yapmaya hakkımız yoktur.
Nasıl tevile baş vurabiliriz?! Oysa Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:
"O'nu övgüyle Tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların Tespihlerini anlayamazsınız."[340]
Nasıl tevile baş vurabiliriz?! Oysa Kur'ân şöyle buyuruyor:
"Size ilimden pek az bir şey verilmiştir."[341]
Defalarca Kur'ân-ı Kerim'de, sonsuz ilme bağlı olan Resulullah'ın (s.a.a) "ben bilmem"[342] buyurduğunu görmekteyiz. Eğer biz de "bilmiyoruz ve anlamıyoruz" dersek ne olur sanki?
İlginç olanı şu ki Allah Tealâ bu bilgisizliğimizi apaçık bir şekilde bize bildirmiştir: "Ama siz onların Tespihlerini anlayamazsınız." Fakat gururlu beşer, "varlık âleminin sırlarını ve bu cümleden varlıkların Tespihini anlamıyorum." demeye rıza göstermez.
Kur'ân-ı Kerim açıkça şöyle buyurmuyor mu: Hud-hud Sebe kavminin güneşe taptığını öğrenerek onu Süleyman'a bildirdi, dedi ki: Sebe bölgesinin padişahı bir kadındır; Sebe padişahı büyük bir tahta oturmuş ve halkı güneşe tapıyor.[343]
Gökteki hudhud nere, yerin ismini bilmek nere, erkekle kadını tanıması, padişahla halkı ayırt etmesi, tevhitle şirki tanıması ve benzeri şeyleri bilmesi nere?! Bütün bunlar varlıkların şuuru olduğunu göstermektedir.
Kur'ân-ı Kerim şöyle buyurmuyor mu: Karıncalardan biri diğer karıncalara, "Yuvalarınıza girin; Süleyman'ın ordusu geçerken farkına varmadan sizi ezmesin." dedi?![344]
Bu ayetlerde, insanların hareketlerini ve isimlerini (Süleyman) bilmek, mesleklerini (askeri), onların ayaklarının altındaki şeylere dikkat etmediklerini bilmek ve o karıncanın diğerlerine acıması bütün bunlar bizlere varlık âleminin idrak sahibi ve şuurlu olduğunu göstermektedir.
Eğer şuurun varlığını kabul ediyorsak -ki Kur'ân-ı Kerim'in açık naslarından hareketle kabul etmeliyiz- artık varlıkların Tesbihi hakkında gereksiz yorumlara başvurmanın anlamı ve gereği kalmaz.
Kunut, lügatta "huzuyla itaat" anlamındadır. Allah Tealâ'nın Hz. Meryem'e hitaben buyurduğu şu söz de bu anlamda kullanılmıştır:
"Ey Meryem, Rabbine divan dur."[345]
Ancak namazla ilgili olarak söz konusu edildiğinde, tüm namazların ikinci rekâtında okunan dua kastedilir. İmam Cafer Sadık (a.s), "Bütün gönlünle O'na yönel." ayetinin tefsirinde şöyle buyuruyor:
"Ayetin orijinalinde geçen "tebettel"den maksat, namazda dua için elleri kaldırmaktır."[346]
"Tebettel" sözlükte "Allah'tan başkasından ümit kesmek" anlamına gelir.[347]
Kur'ân-ı Kerim, "Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin."[348] buyurmaktadır. Allah'a yalvarma ve tazarru etmenin nişanelerinden biri de dua için elleri kaldırmaktır. Fakir ve muhtaç olan insan mutlak zengine el açar, sadece O'ndan ister ve O'ndan başkasına gönül vermez.
Evet, namazda kunut tutmak müstehaptır; fakat o kadar önemsenmiştir ki İmam Rıza (a.s) Me'mun'a mektubunda şöyle yazmıştır:
"Kunut günlük namazların tümünde, farz bir sünnettir."[349]
Elbette bu sözden İmam'ın maksadı kunutun önemini vurgulamaktır. Nitekim insan rükûya varmadan önce kunut okumayı unutursa, rükûdan sonra kaza etmesi müstehaptır, secdede hatırlarsa selâmdan sonra kaza edebilir.
Kunut adabında şöyle geçer: Elleri yüzün karşısına kadar kaldırın; ellerin için göğe baksın; iki eli birbirinin yanında tutun ve başparmak dışında diğer parmaklan birbirine bitiştirin. Dua okurken ellerinizin içine bakın ve duayı -namazı cemaatte kılıyorsanız- cemaat imamının duymayacağı şekilde yüksek sesle okuyun.[350]
Kunutun özel bir duası yoktur, insan istediği duayı okuyabilir; duanın Arapça olması da gerekmez, herkes kendi diliyle isteklerini isteyebilir. Elbette ki Kur'ân dualarını ve Ehlibeyt İmamlarının (a.s) okudukları duaları okumanın apayrı bir fazileti vardır.
Namazların tümünde kunut sayısı aynı değildir; beş vakit namazın her birinde, ikinci rekâtın rükûsundan önce bir kunut vardır. Fakat iki rekât olan cuma namazında iki kunut vardır; biri birinci rekâtın rükûsundan önce, diğeri ise ikinci rekâtın rükûsundan sonra.
İki rekât olan Ramazan ve Kurban Bayramı namazında dokuz kunut vardır; beş kunut arka arkaya birinci rekâtta rükûdan önce ve dört kunut da ikinci rekâtta; ama bu kunutların özel bir duası vardır. İki rekât olan ve her rekâtta beş rükû yapılan Ayat namazında ikinci, dördüncü, altıncı, sekizinci ve onuncu rükûlardan önce kunut okunması müstehaptır; fakat onuncu rükûdan önce bir kunut okumak da yeterlidir. Bir rekâtlık olan ve gece namazının sonunda kılman Vitir namazında uzun bir kunut vardır ve onda bir çok duanın okunması müstehaptır; örneğin 70 defa istiğfar etmek, 300 defa "el-afv" demek ve kırk mümine dua etmek.
Yağmur namazında da bayram namazı gibi birinci rekâtta beş kunut, ikinci rekâtta ise dört kunut vardır.
Her halükârda, kunutu uzatmak müstehaptır. Ebuzer, Resulullah'a (s.a.a), "Hangi namaz daha üstündür?" diye sorunca, şöyle buyurdu: "Kunutu uzun olan namaz; kunutunu uzatan kimse kıyametin korkunç menzillerinde daha rahat olur."[351]
İbn-i Mesud, Müslüman olmasının nedenini Resulullah (s.a.a), Hz. Ali (a.s) ve Hz. Hatice'nin kıldığı üç kişilik namazı ve onların uzun kunutunu görmesi olduğunu söylemektedir.[352]
Al-i Yâsîn ziyaretinde Hz. Mehdiye (a.f) selâm verirken şöyle diyoruz:
"Selâm olsun sana namaz kıldığın ve kunut okuduğun an."
Masumlardan her birinin kunutta okudukları uzun dualar nakledilmiştir; zamanımız müsait olmadığı için onlara değinmeyeceğiz. Kunuttaki bu kadar bereketlere rağmen Ehlisünnet'te bunun uygulanmayışı insanı hayrete düşürmektedir; Hz. Ali ve Hulefa-i Raşidin namazlarında kunut okumuyorlar mıydı ki?
Kunutta sadece kendimizi ve şahsî isteklerimizi düşünmeyelim. Hz. Zehra (s.a) "Önce komşu, sonra evin içi"[353] buyuruyor. Allah Tealâ, diğerleri için dua edenin şahsî isteklerini kabul edeceğini vaad etmiştir.
Kunutta din düşmanlarına beddua etmeli, Allah'tan İslâm ve Müslümanların zaferini dilemeliyiz.
Resul-i Ekrem (s.a.a) kunutunda bir grubun ismini söyleyerek lanet ediyordu. Hz. Ali (a.s) de namazının kunutunda Muaviye ve Amr-ı As'a lanet ediyordu.[354] Her halükârda, tevelli ve teberri dinimizin bir parçası ve hatta temelidir:
"Din sevgiden ve buğzeden başka bir şey değildir."[355]
"Eşhedu en la ilahe illellah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh. Allahumme salli ala
Muhammedin ve Ali Muhammed" Namazın farzlarından biri de, ikinci ve son rekâtta okunan teşehhüttür. Teşehhütte, Allah Tealâ'nın birliğine, peygamberi Muhammed'in (a.s) risaletine tanıklık etmekteyiz. Gerçi ezan ve ikamede buna defalarca tanıklık etmişizdir; fakat orası namazın girişi, burası ise namazın çıkışıdır.
Bu kadar tekrarın hikmeti, insanın çok çabuk gaflete ve unutkanlığa düşmesinde yatıyor. Bu cümleler, tıpkı insanın gemisini olayların dalgalarında koruyan bir ip gibidir.
"La ilahe illallah" bütün peygamberlerin ilk sloganıdır.
"La ilahe illallah" bütün ilim sahiplerinin meleklerle birlikte ikrar ettiği tanıklıktır: "Allah, kendisinden başka tanrı olmadığına şahitlik etti. Melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka tanrı olmadığına adaletle şahitlik ettiler."[356]
"La üâhe illallah", her Müslüman'ın dünyaya geldiğinde duyduğu, ölünce kendisiyle teşyi edildiği ve mezarda telkin edildiği bir kelimedir.
"La ilahe illallah", Allah Tealâ'nın yanında en sevimli kelime ve terazide en ağır ameldir.[357]
"La ilahe illallah", Allah'ın, içeri giren kimsenin azaptan güvende olacağı sağlam kalesidir.
"La ilahe illallah kelimesi benim sağlam kalemdir; kim benim sağlam kaleme girerse azabımdan güvende olur."[358]
"La ilahe illallah", küfürle İslâm'ın sınırıdır; her kâfir bu kelimeyi söyleyerek İslâm'ın güvencesi altına girer. Resulullah (s.a.a), düşman askerlerinden birinin "La ilahe illallah" söylemesini önemsemeyerek öldüren bir Müslüman'ı eleştirerek şöyle buyurmuştur:
"Kim bu kelimeyi söylerse, bunu söylemekte gerçekçi olduğunu bilmezsek bile güvende olur."[359]
"La ilahe illallah", Müslümanların kıyamette Sırat köprüsünden geçerken sloganıdır.[360]
Tarihte, Ebu Cehl'in Resulullah'a (s.a.a), "biz 360 putu bırakıp da tek ilâhı mı kabul edelim? Biz 10 kelime söylemeye razıyız, fakat bunu söylemeye asla." dedi. Fakat Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Sizi izzet ve kudrete ulaştıracak ve sizi bütün ümmetlerden üstün kılacak olan cümle budur işte."[361]
İmam Hüseyin'in (a. s) Arefe duasına ve İmam Seccad'ın (a.s) Şam'daki hutbesine bakacak olursak, Allah velilerinin tüm varlıklarıyla bu şehadette bulunduklarını, hatta bu şehadetlerine yer ve zamanı tanık tuttuklarını görürüz.