İmam Zeynelabidin (a.s) "Şikayet Edenlerin Münacatı" adlı duasında kendi nefsinden yüce Allah'a yakınarak şöyle diyor:
"Allah'ım! Heveslere meyilli olan ve haktan kaçan nefsimden sana şikâyette bulunuyorum."
Günahı insana tatlı ve kolay gösteren, "sonra tövbe edersin" veya "başkaları da bu işi yapıyor" diyerek günah işlemeye geçerlilik kazandıran şey nefistir. Nefis yaramaz bir çocuk gibidir, babası gözetmezse elini babasının elinden kurtarıp istediği yere gider, her an bir tehlike tehdidi altında olur.
Bu azgın nefsi kontrol etmenin en iyi yolu günde birkaç defa onu Allah'ın huzuruna çıkarıp maddiyat bataklıklarında boğulmaktan kurtarmak için gafletini gidermektir.
6- Varlık Üzerinde Egemenlik Kurmak
Namaz ve ibadetin bereketlerinden biri de insanın tedricen ve adım adım varlık âlemi üzerinde egemenlik kurmasıdır.
Birinci Adım: Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: Takva insana nuraniyet ve basiret kazandırır, yani insana hakla batılı ayırt edebileceği bir bakış açısı verir.
"Eğer Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırt edici bir anlayış verir."[43]
Başka bir yerde de "Size nur verir."[44] şeklinde bir ifade kullanılır. O hâlde, temelini Allah'a kulluk ve namazın oluşturduğu takva, nuraniyet ve basiret kazanmak için bir adımdır.
İkinci Adım: Allah, ilâhî hidayeti kabul edip hak yörüngesinde yer alanların hidayetini artırır:
"Hidayet bulanlara gelince, Allah onların hidayetlerini artırmıştır."[45]
O hâlde onlara bahşedilen nur ve hidayet durmak bilmez; aksine göstermiş oldukları teslimiyet ve sundukları kulluktan dolayı sürekli yakınlaşma ve mükemmelleşme halindedirler ve varlık kapasiteleri gittikçe genişler.
Üçüncü Adım: Bu insanlar Allah yolunda çaba harcadıkları için, Allah Tealâ, kemale ulaşsınlar diye onlara bir çok yollar gösterir:
"Bizim yolumuzda çaba harcayanları biz yollarımıza iletiriz."[46]
Dördüncü Adım: Şeytan onlara yöneldiğinde hemen Allah'ı anıp ondan bağışlanma dilerler:
"Kendilerine Şeytandan gelen bir vesvese dokunduğu zaman -Allah'ı- hatırlarlar."[47]
Beşinci Adım: Kendini yetiştirmek, günah ve çirkinliklerden uzak durmak için namaz en iyi etkendir:
"Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden men eder."[48]
Bu adımlardan sonra, insan kendi nefsi üzerinde sulta kurur, nefsini dizginler, vesvese ve kaygılara tutsak olmasının önüne geçer; iç vesveselerin ve dış zorbaların baskısı arttığında da yine namaz ve sabır ilkesinden yardım alır:
"Sabır ve namazla yardım dileyin."[49]
Altıncı Adım: İlâhî nurla aydınlanan takvalı kişiler, kıldıkları her namazla bir adım ileri giderler; çünkü namaz anlamsız bir tekrarlama eylemi değildir, bir uçuştur, miraçtır. Bir merdivenin tüm basamakları birbirine benzer; fakat her basamak insanı bir adım yukarı çıkarır. Nitekim bir kuyu kazan kişi, görünüşte aynı şeyi tekrarlamış görünse, sürekli kazma sallar olsa da, her kazmada daha fazla derinliğe inmektedir.
Namazın rekâtları da aynen böyledir; tekrarlanan bir iş gibi görünse de, gerçekte insan mükemmellik merdiveninin basamaklarından yukarı çıkıyor, marifet ve iman alanında daha bir derine iniyor.
Namaz kılan kişi, ömrünün şeytanın otlağı olmasına ve onun at koşturmasına izin vermez.
İmam Zeynelabidin (a.s) "Mekarim'ul-Ahlâk" adlı duasında Allah-u Tealâ'ya şöyle yalvarmaktadır:
"Allah'ım! Eğer ömrüm şeytanın otlağıysa, kes kopar onu."
Sadece şeytan değil, bazen hayal ve kuruntular insanın ruhuna egemen olur, onu hak ve hakikatten uzaklaştırır.
Evet, Peygamber efendimiz uykuda da uyanıktı; oysa biz uyanıkken, hatta namaz hâlinde bile uykudayız ve ruhumuz şeytan ve hayallerin at koşturduğu bir meydandır; Mevlana'nın dediği gibi:
"Dedi yüce Peygamber: Sadece gözlerim uyur. Kalp uyur mu hiç âlemlerin Rabbinden. Senin gözün açık; ama kalbin uykuya dalmış Ancak benim gözüm kapalı, kalbim yeni kapılar fethetmede."
Yine şöyle diyor:
"Dedi ki Peygamberimiz: Kalp bir melek gibi
Geniş bir çölde serseri esiri.
Rüzgar tüyü uçurur dört bir yana
Bazen sola, bazen sağa, yüzlerce mekâna."
Dizginlenmeyen nefis her an insanı fesada sürükleyebilir:
Doğrusu nefis, sürekli kötülüğü emreder; ancak Rabbinin merhamet ettiği bir nefis dışında"[50]
İşte bu nedenledir ki Kur'ân-ı Kerim cenneti, sadece dilleriyle değil, kalplerinde bile üstünlük tasarlamayan ve fesat düşünmeyen kimselere has kılmıştır.[51] Ve nefislerini heveslerden alıkoyanlara cenneti sığmak kılmıştır.[52]
Allah'ın velileri, düşüncelerine hakimdirler; düşüncelerinin mahkumu değildirler. Allah'a kulluk etmeleri sonucu nefisleri üzerinde öylesine bir velayet ve sulta kurmuşlardır ki kalplerinden hatta bir tek vesvesenin bile geçmesine izin vermezler.
"Ben zirveye tırmanan bir kuş gibiyim, düşünceyse sinek / Sineğin bana ulaşmasına elbette imkân yok."
Nura, marifete ulaşan, ne yaptığının bilincinde olan; irfan aşk ve bilinç üzere kıldığı namazla nefsini kontrol edip ruhunu Allah'ın rızası doğrultusunda yönlendiren ve kendi nefsi üzerinde velayet sahibi olan ve tasarrufta bulunabilen bir insan, varlık âlemi üzerinde de tasarrufta bulunabilir. Bu dereceye ulaşmış insanın duası kabul olur ve diğer insanların yapamadığı işleri yapabilir.
"Kulluk, derinliği rububiyyet olan bir cevherdir." sözünden kastedilen, Allah'a ihlâsla sunulan kulluk sonucu varlık âlemi üzerinde tasarrufta bulunmaktır.
Bir hadiste Allah Tealâ'nın şöyle buyurduğu yer alır:
"İnsan müstehap ve nafile amellerle adım adım bana yaklaşır; nihayet benim sevgilim olur; bu makama ulaşınca da ben onun gözü, kulağı, dili ve eli olurum; onun bütün işleri ilâhî olur ve amaç taşır. Nihayet öyle bir seviyeye ulaşır ki tıpkı Hz. İbrahim (a.s) gibi şöyle der: 'Doğrusu benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir,'[53] Bu hâlde dua edecek olursa duası kabul olur; bir "şey de istese kendisine verilir."[54]
Namaz hakkında ne kadar söz söylense, ne kadar yazı yazılsa yine hakkıyla açıklanamaz; dinin direği, İslâm'ın sancağı, dinlerin ve peygamberlerin hatırası ve bütün amellerin kabulünün odak noktası olan bir ibadet, birkaç cümleyle nasıl anlatılabilir?!
• Namaz her sabah ve her akşam uygulanan bir programdır. Sabahleyin ilk söylenmesi gereken söz, namazdır; akşamleyin de en son söylenmesi gereken sözdür. Yani, güne namazla başlayıp namazla bitirmek durumundayız. O hâlde her günün başlangıcı ve sonu, Allah'ı anmak ve O'nun rızasını kazanmak olmalıdır.
• Mukimlikte veya seferde; karada veya havada; fakirlikte veya zenginlikte kılman namazların sırrı ve mesajı şudur: Ey insan, kim olursan ol, nerede olursan ol, sadece Allah'a kul ol, O'ndan başkasına boyun eğme.
• Namaz, Müslümanın inancını, düşüncesini, isteklerini ve edindiği örnekleri ortaya koyan bir pratiktir.
• Namaz, değerleri sağlamlaştırır, insanların kişiliğinin yok olmasını ve toplumun parçalarının dağılmasını önler. Eğer binada kullanılan malzemeler kalitesiz olursa bina çökebilir.
• Namaz için okunan ezan, İslâm'ın dağınık ordusunu bir safta, bir bayrak altında ve adil bir önderin arkasında toplayan tevhit nidasıdır.
• Cemaat imamının bir oluşu; işlerin idaresinin bir noktada merkezleşmesini sağlamak amacıyla toplumun önderinin de bir olması gerektiğini gösteren bir şifredir.
• Cemaat imamı cemaatin en zayıfının durumunu gözetmek zorundadır, bu da toplumsal kararlarda mahrum tabakanın durumunun gözetilmesi gerektiğini vurgulayan bir derstir. Resulullah (s.a.a) namazda bir çocuğun ağladığını duyunca annesinin namazdaysa çocuğunu susturması için hemen namazını bitirirdi.[55]
• İnsan yaratılışının ardından verilen ilk emir secdeydi; Allah Tealâ, meleklere "Adem'e secde edin." buyurdu.[56]
• Su istilâsından kurtulup ilk kuruyan yer (Mekke ve Kâ'be), ibadet yeriydi.[57]
• Resulullah'ın Medine'ye hicret ettikten sonra ilk işi mescit yapmaktı.
• Namaz hem iyiliği emretmek, hem de kötülükten sakındırmaktır. Her gün ezan ve ikamede "Namaza koş. Kurtuluşa koş. En hayırlı amele koş." demekteyiz. Bütün bunlar iyiliklerin en üstünü olan namaza emirdir. Diğer taraftan, namaz insanı fesat ve kötülükten men eder."Doğrusu namaz kötülük ve çirkinlikten alıkoyar."[58]
• Namaz bilinç ve bilgiden kaynaklanan bir harekettir. Emri üzere, O'nun için ve O'nunla ünsiyet bulmak amacıyla kıyam ettiğimiz Allah'ı bilmekten kaynaklanıyor; dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim namazda söylediğimiz şeylerin bilinçli olması için bizi sarhoşken[59] ve halsizken[60] namaz kılmaktan sakındırmıştır.
• Namaz insana bilinç kazandırır. Her hafta Cuma günleri cuma namazı kılınmakta ve namazdan önce de iki hutbe okunmaktadır. Bu iki hutbe namazın iki rekâtı yerine okunmaktadır. Yani namazın bir parçasıdır. Bu hutbeler İmam Rıza'nın buyurduğu gibi insanları dünyadaki bütün meseleler hakkında bilinçlendirmelidir.[61]
• Hutbeleri dinledikten sonra namaz kılmak, bilinçlendikten sonra namaz kılmak anlamına gelir.
• Namaz insanın kendisinden kopup Allah'a doğru yükselişidir. Kur'ân-ı Kerim buyuruyor ki:
"Kim Allah ve Elçisi için göç etmek amacıyla evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse, onun mükâfatı Allah'a düşer."[62]
İmam Humeyni şöyle buyuruyor:
"Gönül evinden Allah'a hicret etmek, ayetin örneklerinden birisidir. Kendini beğenmişlik, egoistlik ve kibirden ayrılıp Allah'a tapmak, Allah'ı dilemek ve her şeyden Allah'a doğru hicret etmek hicretlerin en büyüğüdür."[63]
• Namaz Allah'ın en yüce ismi konumundadır, hatta İsm-i A'zam'ın tâ kendisidir.
• Namazda Rabbin izzeti ve kulun zilleti söz konusudur ve bu da çok yüce bir makamdır.
• Namaz İslâm'ın sancağıdır: "İslâm'ın sancağı namazdır."[64] ' Sancak bir belirti ve simge olduğu gibi namazda Müslümanlığın belirti ve simgesidir. Bayrak saygın bir şey olup ona ihanet, bir millet ve ülkeye ihanet olduğu gibi, namaza ihanet ve ilgisizlik de bütün bir dine ilgisizliktir. Bayrağın dalgalanışı siyasî ve askerî hayatın ve gücün göstergesi olduğu gibi namazın ikame edilmesinde de bütün bunlar söz konusudur.
Bazı ayetlerde namazla Kur'ân bir arada zikredilmişlerdir; örneğin: "Allah'ın kitabını okuyanlar ve namazı kılanlar."[65] "Kur'ân'a sarılırlar ve namazı dosdoğru kılarlar."[66]
Namaz ve Kur'ân için aynı sıfat açıklanmıştır; örneğin "Zikir" sözcüğü hem Kur'ân hakkında kullanılmıştır: "Doğrusu zîkri biz indirdik"[67], hem de namazın felsefesi sayılmıştır: "Zikrim=beni anmak için namaz kıl."[68]
Daha ilginci şudur ki bazen namaz kelimesi yerine Kur'ân kelimesi kullanılmıştır; örneğin: "İnne Kur'ân'el-fecri kane meşhuda" yani "Sabah okunan Kur'ân görünecektir elbet."[69] Fecir Kur'ân'ından maksadın sabah namazı olduğu söylenmiştir.
Ayrıca namazda Kur'ân-ı Kerim'den Fatiha Suresi'nin yanı sıra başka herhangi bir surenin okunması farzdır. Kaldı ki namaz konusu, Kur'ân-ı Kerim'in çoğu surelerinde; hem en büyük suresinde (Bakara) ve hem de en küçük suresinde (Kevser) geçmiştir.
Sadece İslâm dininde değil, bütün ilâhî dinlerde kısas kanunu söz konusudur. Bu kanuna göre, adaletin uygulanması için kulağa karşı kulak kesilir, dişe karşı diş kırılır. Kısas konularından biri de hırsızın elinin kesilmesidir; fakat sadece dört parmağı kesilir, el ayası bırakılır. Çünkü yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de buyuruyor ki: "Secde yerleri Allah'a mahsustur."[70]
İnsan secde hâlinde el ayasını yere bırakmak zorundadır, dolayısıyla hırsızın cezası hususunda namaz ve secde olayına dikkat edilmesi ve hatta hırsızın da ibadet hakkının korunması için el ayasının kesilmemesi gerekiyor!
İbadet ancak yüzeysel olmadığı, marifet üzere, ilâhî önderi tanıma ve velayetini kabullenme, huşu ve kendine has adabıyla yapıldığı durumda değer kazanır.
Hz. Ali (a.s), tarihte Marikin ve Haricîler diye tanınan, kendilerine kutsiyet görünümü veren bir grup namaz kılan kimselerle muhatap olmuştu; uzun ve sürekli secdelerden dolayı alınları kabarmış, nasır tutmuştu onların. Fakat Hz. Ali'ye (a.s) baş kaldırdılar, kılıç çektiler. Rivayetlerde şöyle geçer: "Zamanın imamı Hz. Mehdi (a.s) zuhur edince, cami halkından bir grup ona karşı gelirler."
İmam Hüseyin'i öldürmek için Kerbelâ'ya gelenlerin tümünün namaz kılmadıklarını sanmayın; onlar namazlarını cemaatle kılıyorlardı! Yezid ve Muaviye'de cemaate imamlık yapıyorlardı!
Evet, bilinçsizce yapılan bir ibadet, insanların en abidini mihrapta öldürmeyi ibadetlerin en büyüğü sayar ve Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla, hem de Kadir gecesinde Ali'yi (a.s) öldürmeyi kasteder!
Sadece namaz değil, diğer ibadetler de hak önderi tanıma ve ona itaatle yapılmalıdır, dolayısıyla rivayetlerde Allah Tealâ'nın haccı, insanların, evinin etrafında toplanmaları ve bu toplantı merkezinde masum imamlarla bağlantı kurmaları için farz kıldığı geçmektedir. Fakat bugün milyonlarca insan Kabe'nin etrafında dönmekte, sadece semavî bir önderleri olmadığı için birbirinden ayrılmış, parçalanmış vaziyetteler; vahdet merkezine sahip olmalarına ve iktisat kaynaklarını ellerinde bulundurmalarına rağmen bir grup Yahudi'nin elinde perişan bir haldeler!
Evet; İslâm birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Velayeti kabul etmeksizin namaz kabul görmez. Zekât vermeksizin namaz makbul olmaz; nitekim namazsız infak da kabul değildir.
İslâm'ın emirleri, hiçbiri diğerinin yerini doldurmayan vücut organlarına benzer; ne göz kulağın işini görür, ne de kulak elin işini. İslâm dininde de namaz kılmak zekâtın yerine geçmez; nitekim bunlardan hiçbiri de cihat ve Allah yolunda savaşmanın yerine geçmez; İslâm bunların tümünden oluşmuştur.
Namaz ilâhî önderler tarafından ikame edilecek olursa, bu durumda zulüm ve zorbalık yok olur. İmam Rıza'nın (a.s) bayram namazı öyle bir ihtişam ve azametle başladı ki zalim hükümet titreyiverdi; namaz bittiğinde Abbasoğulları'nın hükümetinin de biteceğini anladı, dolayısıyla Me'mun, İmam'ı yolun yarısından geri çevirmelerini emretti.
Müslümanların bu günkü namazlarının bir etkisinin olmayışının delili, Kur'ân-ı Kerim'in bir bölümüne uyulması ve diğer bir bölümünün ise unutulmuş olmasıdır. Yüce Allah buyuruyor ki: "Namazı kılın, zekât verin ve Peygamber'e itaat edin."[71]
Bugün bazıları namaz kılıyor, fakat zekât vermiyor. Bazılarıysa namaz kılıp zekât vermelerine rağmen kâfirlerin velayetini kabul etmişlerdir. Başka bir tabirle, Allah'a inanıyorlar, fakat küfrü reddetmiyorlar; bu ise eksik bir imandır. Oysa Allah Tealâ şöyle buyuruyor:
"Kim tağutu reddeder de Allah'a inanırsa,
muhakkak ki o, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır."[72]
Yani hem tağutu reddetmeli, hem de Allah'a iman etmeli; fakat bu gün Müslümanlar küfür ve zalimlerden beri olduklarını ilân etmeyi unutmuşlardır. Kur'ân-ı Kerim zalimlere müracaat edenler hakkında, "onlar mümin olduklarını sanırlar" buyurmaktadır:
"İman ettiklerini sananları görmedin mi?"[73]
Eğer bir çocuğa, "Babanı, anneni niçin seviyorsun?" diye soracak olursak, "Bana şeker, elbise ve ayakkabı aldığı için." der! Fakat genç birisine "Niçin onları seviyorsun?" diye soracak olursak, "Anne ve babam kişiliğimin belirtisi, beni eğiten ve benim için yakınan kişilerdir." der.
Çocuk her ne kadar büyürse anne-babasıyla ünsiyet kurmak onun için bir o kadar tatlı olur; artık ayakkabı ve şapkayı düşünmez. Nice evlâtlar vardır ki anne ve babalarına hizmeti kendileri için bir kemal ve Allah'a yaklaşmak için bir vesile bilirler ve maddiyat ötesi düşünürler. Allah'a ibadet ve tapınma da böyledir; herkes farklı bir nedenle Allah'a ibadet eder. İbadetin merhaleleri vardır:
Birinci merhale: Bazıları, bahşetmiş olduğu nimetler ve onların şükrünü yerine getirmek için Allah'a ibadet ederler. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de genel halka hitaben şöyle buyuruyor:
"O hâlde sizi açlıktan kurtaran ve korkudan güvence veren bu evin Rabbine ibadet etsinler."[74]
"Şükür ibadeti" ismini verdiğimiz ibadetin birinci basamağı, tıpkı anne ve babasını ayakkabı ve şeker satın aldığı için seven çocuğun sevgisi gibidir!
İkinci merhale: Bu merhalede, insan ibadetin sonuç ve bereketlerinden dolayı Allah'a ibadet eder; namazın ruhî ve manevî etkilerini göz önünde bulundurur; Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"Doğrusu namaz kötülüklerden ve iğrenç şeylerden alıkoyar."[75]
"Gelişim ibadeti" diye adlandırdığımız ibadetin bu merhalesi ise aynen anne ve babasına kendisini eğittiği, yetiştirdiği, tehlikelerden ve sapmalardan koruduğu için saygı duyan gencin sevgisi gibidir.
Üçüncü merhale: Önceki merhaleden daha üstün olan bu merhaleyle ilgili olarak Allah azze ve celle Hz. Musa'ya "Beni anmak için namaz kıl."[76] buyurmaktadır.
Hz. Musa (a.s), namazı, su ve ekmek için kılmıyordu. Kötülük ve çirkinliklerden korunmak için de kılmıyordu. O esasen mide düşkünü değildi ve kötülüklerden uzaktı. O, ululazim peygamberlerden biriydi ve namazı Allah Tealâ'yla ünsiyet kurmak ve Allah'ı anmak için kılıyordu. Allah'ın velileri için Allah Tealâ'yla ünsiyet kurmak, ibadet için en geçerli delildir.
Evet, çocuklar bir toplantıda daha iyi ağırlanmak için meclisin başında toplumun ileri gelenlerinin yanında otururlar! Fakat, bazıları da ileri gelen kişilerin yanında oturmayı onlardan manevî istifade etmek için isterler, ağırlanmaya hiç önem vermezler. Bilginlerle ünsiyet kurmak onlar için bir değerdir.
Dördüncü merhale: ibadetin en yüksek ve en üstün merhalesidir. İbadet; şükür, kemale ermek ve ünsiyet kurmak için değil, kurb ve Allah'a yakınlaşmak içindir.
Kur'ân-ı Kerim'de dört secde ayeti vardır, bu ayetleri okuyan kimsenin secde etmesi farzdır. Secde ayetlerinden birinde ibadetle Allah'a yakınlaşmak söz konusu e-dilmiş ve "Secde et ve yaklaş." buyrulmuştur.[77]
Her halükârda, ibadetin, insanların marifet ve imanına göre farklı derece ve merhaleleri vardır.
• İbadet ve kulluk, Resulullah'ı (s.a.a) miraca çıkardı:
"Geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götüren münezzehtir."[78]
• İbadet meleklerin inişi için zemin hazırlar:
"Vahyi -meleklerle - kulumuza indirdik."[79]
• İbadet duanın kabul olmasına neden olur, çünkü namaz Allah'ın ahdidir.[80] Kim Allah'ın ahdine uyarsa, Allah da onun ahdine vefa gösterir:
"Bana verdiğiniz sözü tutun ki ben de size verdiğim sözü tutayım."[81]
• Allah'a ibadet etmeyen bir insan taş ve diğer cansız varlıklardan daha aşağıdır; Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Gerçekten öyle taşlar var ki Allah korkusundan yere düşer."[82] Fakat bazı insanlar da vardır ki varlık âleminin kaynağı ve yaratıcısı karşısında eğilmez, itaat etmezler.
• İbadet insanın irade ve kişiliğinin belirtisidir. Bir insan içgüdü ve eğilimlerinin baskısı altındayken onlara sırt çevirip Allah'a doğru yönelirse değer kazanır; oysa şehvet ve gazapları olmayan melekler sürekli ibadet halindedirler.
• İbadet, yeryüzünün en tanınmaz, bilinmez insanını gökyüzünün en meşhur kişisi yapar.
• İbadet, yani tüm varlığa kuşbakışı bakmak.
• İbadet, yani insanın içinde gizli olan manevî ve irfanı kabiliyetlerin ortaya çıkışı.
• İbadet, irade ve çaba sonucu elde edilmeyen ailevi değerlerin veya kabiliyetlerin aksine, irade ve kendi isteği sonucu ulaştığı bir değerdir.
• İbadet, insanın Allah Tealâ'ya ahdini yenilemesi ve manevî hayatın canlılığını korumasıdır.
• İbadet, günahlar karşısında bir engel ve onların etkilerini gideren bir etkendir. Günahı, bilgili olmak ve onu bilmek değil, Allah'ı anmak engeller.
• İbadet, ruh kapasitesini Allah'ın zikriyle doldurmaktır; eğer bu kapasite O'ndan başkasıyla dolacak olursa insanlık cevherine yazık edilmiş olur.
• İbadet, toprak zemine öyle bir değer kazandırır ki ona taharetsiz girmek mümkün olmaz; aynen cami, Kâbe ve Kudüs gibi.
• İbadet ve kulluk bir değerdir; dua ve niyazlarımız kabul görmese bile bu böyledir.
• İbadet hem sevinçliyken yapılmalı, hem de üzüntülüyken. Kevser'i verince Peygamberine namaz kılmasını tavsiye ediyor:
"Biz sana Kevser'i verdik. O hâlde Rabbin için namaz kıl."[83]
Zorluk ve sıkıntılarla karşılaşıldığında da namaz kılmayı emrediyor:
"Sabır ve namazla yardım dileyin."[84]
İslâm dini, sıkıntımız olduğunda belirlenen namazları kılarak Allah'tan sıkıntımızı gidermesini dilememizi emrediyor.
Örnek olarak bu namazlardan birine değinelim:
Cafer-i Tayyar, Hz. Ali'nin (a.s) kardeşidir. Habeşistan'a hicret ettiğinde sunduğu delillerle ve sergilediği davranışlarla Habeşistan kralı Necaşi de dahil olmak üzere çok sayıda insanın kalbini İslâm dinine meyillendirip Afrika kıtasında İslâm'ın temelini atmıştır.
O, Mute savaşında Allah yolunda iki ellerini kaybetmiş ve Allah Tealâ onun yerine ona cennette iki kanat vermiştir; işte bu nedenle "Cafer-i Tayyar" diye meşhur olmuştur.
Cafer, Habeşistan'dan dönünce Resulullah (s.a.a) ona, "Sana değerli bir hediye vermemi ister misin?" diye sorduğunda, insanlar Peygamber efendimizin altın veya gümüş vereceğini sanarak vereceği hediyeyi görme merakıyla toplandılar. Fakat Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Sana öyle bir namaz hediye ediyorum ki, bu namazı her gün kılacak olursan senin için dünya ve dünyada bulunan tüm şeylerden daha hayırlıdır. Eğer her gün veya her cuma günü veya her ay ya da her yıl kılacak olursan, Allah Tealâ iki namazının arasındaki günahlarını (arası bir yıl olsa bile) affeder."[85]
İmam Cafer Sadık (a.s) buyuruyor ki:
"Bir sıkıntı veya sorununuz olduğu zaman Cafer-i Tayyar namazını kıldıktan sonra dua edin; böyle yaparsanız inşallah duanız kabul olur."
Bu namaz muteber senetlerle Şia ve Ehlisünnet kaynaklarında nakledilmiş ve "büyük iksir" veya "simya" ismini almıştır.[86]
Bu namazın kılmış tarzı Mefatih'ul-Cinan kitabının baş tarafında, cuma gününün amelleri bölümünde, Ehlibeyt İmamlarının namazlarından sonra açıklanmıştır.
Elbette bu namaz, sıkıntıların giderilmesi için kılınması tavsiye edilen onlarca namazdan birisidir. Son zamanlarda, yaklaşık üç yüz elli namazı isim ve kılmış şekilleriyle içeren "Müstehap Namazlar" adında bir kitap yazılmıştır; bu kadar çeşitli namazın varlığı ve her münasebetle bir namazın rivayet edilmiş olması da namazın önemini göstermektedir.
Namaz o kadar kutsaldır ki yemin etmek ve tanıklıkta bulunmak gibi bazı törenlerin uygulaması namazdan sonra yapılır.
Kur'ân-ı Kerim'de, Mâide Suresi'nin 106. ayetinde şöyle geçiyor: Kim yolculukta hastalanır ve ölümün eşiğinde bulunursa Müslümanlardan veya gayrimüslimlerden iki kişiyi vasiyetine tanık tutsun; yalnız tanıklık namazdan sonra yapılmalıdır; yani bu iki kişi namazdan sonra gelerek yemin edip söz konusu şahsın yolculukta vasiyet ettiği şeye tanıklık etmeleri gerekmektedir.
Günümüzde yemin töreni Kur'ân'ın karşısında ve Kur'ân'a el basılarak yapılmaktadır; fakat Kur'ân-ı Kerim bu hususta, yemin töreninin namazdan sonra yapılması gerektiğini vurguluyor!
Allah Tealâ hem yaratıkları yaratırken, hem de emir verirken, en mükemmeli yaratmış ve en yüce emirleri vermiştir. Örneğin anne sütünde, bebeğin ihtiyaç duyduğu tüm vitaminleri bırakmıştır.
İnsanın yaratılışına bakacak olursak, tabiatta olan tüm şeylerin insanın varlığına da yerleştirildiğini görürüz.
Tabiatta yıldırım sesi varsa, buna karşılık insanda da feryat var.
Tabiatta bitki varsa insanda da aynı konumda olan, yeşeren tüyler vardır.
Tabiatta nehirler ve ırmaklar varsa insanda da küçüklü büyüklü damarlar var.
Tabiatta tuzlu ve tatlı sular varsa, insanda da tuzlu gözyaşı ve tatlı ağız suyu var.
Tabiatta çok büyük madenler varsa, insanda da birçok istidat ve yetenekler var.
Hz. Ali'ye (a. s) ait olduğu söylenen bir şiirde şöyle geçer:
"Sen kendini küçük bir varlık mı sanırsın? Oysa sende büyük bir âlem gizlidir."
Namaz da, Allah'ın, bütün değerleri yerleştirdiği ilâhî bir sanat gösterisidir. İnsan için bir değer sayılıp da namazda olmayan hiçbir kemal yoktur.
Allah'ı anmak bir değer olup kalplere huzur veren tek vesiledir; bildiğiniz gibi namaz da Allah'ı anmaktır: "Allah-u Ekber."
Kıyameti anmak insanı günah ve fesattan alıkoyan bir değerdir; namaz ise "kıyamet günü"nü hatırlatır.
Peygamberlerin, şehitlerin ve Salihlerin çizgisinde olmak bir değerdir, biz de namazda Allah'tan bizi "kendilerine nimet verdiği kimselerin yoluna" hidayet etmesini dilemekteyiz. "Gazap ettiklerinin ve sapıkların değil" sözüyle de zalimlerden ve sapıklardan nefret ettiğimizi ve onlardan beri olduğumuzu ilân etmekteyiz.
Bütün değerlerin başında gelen adalet, cemaat imamında şart koşulmuştur.
Namazda cemaat imamını izlemek, kendi başına buyruk ve yalnız hareket etmek yerine adil bir rehbere uymayı vurgulayan önemli bir toplumsal değerdir.
Cemaat imamının seçiminde sürekli değerler ölçü alınmaktadır: en adil, en fakih, en fasih...
Kıbleye doğru durmak bir çok değerleri hatırlatmaktadır insana; Mekke, Bilal'in işkence edildiği, İsmail'in kurban götürüldüğü, Ali b. Ebu Talib'in doğum yeri, Hz. Mehdi'nin kıyam merkezi, Hz. İbrahim'in imtihan yeri, bütün peygamberlerin ve velilerin ibadet mekânıdır.
Namazda, her sabah ve akşam, rükûda, secdede ve kıyamda, camiye ve mescide giderken gösterilen bir hareketlilik vardır; o hâlde sessiz, sakin ve inzivaya çekilmiş olmaktan çık, sürekli çaba ve hareket hâlinde ol; elbette ilâhî yönde ve Allah'a doğru.
Namazda insanın ruh ve canının tozu alınır. Namaz gurur ve kibir tozlarını döker; çünkü insan her gün onlarca defa bedeninin en yüce noktasını toprağa sürer. Toprak üzerine secde etmek, taş üzerine secdeden daha iyidir. Çünkü alnın toprağa sürülmesi âlemlerin Rabbinin karşısında insanın zilletini daha net bir şekilde gözler önünde sergiler.
Yer ve yerden biten şeylere secde edilir; tabi ki mideyi hatırlatmaması için bunların yenilecek türden olmaması şarttır!