AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
el-Kâfi'de Ali b. İbrahim'in, adlarını bildirmediği bazı ravilere
dayanılarak verdiği bilgiye göre ravilerin son halkasını oluşturan
kişi şöyle dedi: "Temim-i Darî, İbn-i Bendî ve İbn-i Ebu Mariye bir
yolculuğa çıkmışlardı. Temim-i Darî Müslüman, İbn-i Bendî ile İbn-i
Ebu Mariye Hıristiyan idi. Temim-i Darî'nin yanında bir heybe ve bu
heybenin içinde bazı eşyalar, altın işlemeli bir kap ile bir gerdanlık
vardı. Bu malları bazı Arap pazarlarında satmaya götürmüştü."
"Yolda Temim-i Darî ağır bir hastalığa tutuldu. Ölümün eşiğine
gelince, heybesindeki malları İbn-i Bendî ile İbn-i Ebu Mariye'ye
teslim ederek onları mirasçılarına ulaştırmalarını istedi. İki Hıristiyan
Medine'ye döndüler. Emanet eşyalar arasında bulunan altın
işlemeli kap ile gerdanlığı çıkarıp aldıktan sonra geride kalanları
Temim'in vârislerine ulaştırdılar."
"Vârisler altın yaldızlı kap ile gerdanlığın kaybolduğunu görünce,
Temim'in yol arkadaşlarına 'Ölen yakınımız uzun süre hastalık
çekti de tedavi için büyük masraflara mı girdi?' diye sordular. Adamlar
'Hayır, hastalığı sadece birkaç gün sürdü' dediler. Vârisler,
'Peki, bu yolculuğu sırasında bir şey çaldırdı mı?' diye sordular.
294 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
Adamlar 'Hayır' dediler. Vârisler 'Peki, zarar ettiği bir alış veriş etti
mi?' diye sordular. Adamlar 'Hayır' dediler. Vârisler 'Onun yanındaki
en değerli eşyalar olan altın yaldızlı ve mücevher kaplamalı
bir kap ile bir gerdanlığı bulamadık, bunlar ne oldu?' diye sordular.
Adamlar, bize verdiklerini size teslim ettik, dediler."
"Vârisler bu yol arkadaşlarını Peygamberimize (s.a.a) götürdüler.
Peygamberimiz (s.a.a) onlardan yemin etmelerini istedi. Adamlar
da yemin edince, Peygamberimiz (s.a.a) onları salıverdi.
Fakat bir süre sonra o altın yaldızlı kap ile gerdanlık onlarda görüldü.
Bunun üzerine Temim'in yakınları Peygamberimize (s.a.a)
gelerek, 'Ya Resulullah, İbn-i Bendî ile İbn-i Ebu Mariye'nin çaldığını
iddia ettiğimiz eşya onlarda görüldü' dediler. Bunun üzerine
Peygamberimiz (s.a.a) yüce Allah'ın bu konuda bir hüküm indirmesini
beklemeye koyuldu."
"Nitekim bir süre sonra
'Ey inananlar! Sizden birinize ölüm gelipçatınca vasiyet edeceği zaman aranızdaki gereken şahitlik,
sizden adalet sahibi iki kişinin şahadetidir veya yeryüzünde yolculuk
ederken başınıza ölüm musibeti gelirse, sizden (Müslüman)
olmayan iki kişinin şahadetidir.'
ayeti indi. Böylece yüce Allahsadece yolculukta olunduğunda ve Müslüman şahit bulunmadığı
zaman Ehlikitap'tan olan kimselerin vasiyet konusunda şahit
tutulmalarına izin vermiş oldu."
"Ardından şöyle buyurdu:
'Eğer (bu gayrimüslimlerin şahitliklerikonusunda) kuşkuya düşerseniz, namazdan sonra onları
alıkorsunuz; onlar da 'Akraba da olsa şahitliğimizi hiçbir paraya
satmayacağız ve Allah'ın şahitliğini saklamayacağız, yoksa biz
elbette günahkârlardan oluruz' diye Allah'a yemin ederler.'
Bu ilkşahitliktir ki Peygamberimiz (s.a.a) adamlara yemin ettirdi.
'Eğerdaha sonra şahitlerin günah işledikleri anlaşılırsa'
Yani yalan yereyemin ettikleri ortaya çıkarsa,
'iki başka kişi onların yerine geçer.'yani davacının yakınlarından olan iki kişi
'vasiyete daha yakınolan iki kişinin'
yani ilk iki şahidin 'haklarına tecavüz etmekistediği kimselerden olmak üzere iki başka kişi onların yerine
geçer ve Allah'a yemin ederler.'
Yani bu davada ilk iki şahittendaha doğru konuştukları ve onların Allah adına yaptıkları yeminlerin
yalan olduğu yolunda Allah adına yemin ederler.
'Mutlaka bizimşahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir, biz (hakka)
Mâide Sûresi 106-109 .................................................. 295
tecavüz etmedik, yoksa biz elbette zalimlerden oluruz."
"Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a) Temim-i Darî'nin yakınlarından
emredildiği gibi yemin etmelerini istedi. Onlar da yemin
edince gerdanlık ile altın yaldızlı kabı İbn-i Bendî ile İbn-i Ebu
Mariye'den alarak Temim-i Darî'nin yakınlarına verdi.
Bu, şahitliğigerektiği gibi yapmalarına veya yeminlerinden sonra yeminlerin
reddedilmesinden korkmalarına daha yakın ve uygundur."
[Füru-iKâfi, c.7, s.5, h:7]
Ben derim ki: Bu rivayetin bir benzerine Tefsir'ul-Kummî'de de
yer verilmiştir. O kitapta,
"Onları namazdan sonra alıkorsunuz."ifadesinden sonra şöyle deniyor: "Yani ikindi namazından sonra..."
Peygamberimizin (s.a.a) "evveleyn
=ilk iki şahidin" sözü, anlaşıldığıkadarıyla tesniyedir ve maksat ilk iki şahittir ve bu söz ayetteki
"evleyani" ibaresinin açıklaması amacını taşır. Anlaşıldığına göre
Peygamberimiz (s.a.a) "istehakke" fiilini malum sıygasında okumuştur.
Hz. Ali'nin (a.s) de bunu böyle okuduğu nakledilmiştir.
Daha önce açıkladığımız gibi bu anlam bu okuyuşa göre muhtemel
anlamların en açık olanıdır.
ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde şöyle deniyor: "Tirmizî -zayıf olduğunu
belirterek- İbn-i Cerir, İbn-i Ebu Hatem, Nasih adlı eserinde
Nuhhas, Ebu'ş-Şeyh, İbn-i Mürdeveyh, el-Marifet adlı eserde
Kelbî'y-le aynı kişiler olan Ebu Nadır'a dayanarak Ebu Nuaym,
Ümmü Hani-nin azatlısı Bazan'dan, o da İbn-i Abbas'tan naklettiğine
göre Temim-i Darî'nin
'Ey inananlar! Sizden birinize ölüm gelipçatınca vasiyet edeceği zaman aranızdaki gereken şahitlik,
sizden adalet sahibi iki kişinin şahadetidir.'
diye başlayan iki ayethakkında şöyle dediği nakledilir:
"Bu iki ayet benden ve Adiyy b. Bedda'dan başka hiç kimse ile
ilgili değildi. Bu iki kişi Hıristiyan'dı ve Müslüman olmadan önce
sık sık Şam'a gidip gelirlerdi. Bir seferinde ticaret amacı ile Şam'a
gitmişlerdi. Yanlarında yine ticaret amacı ile Sehm kabilesinin azatlı
kölesi Bedil b. Ebu Meryem de vardı. Adamın yanında gümüş
bir sürahi vardı. Onu hükümdara vermek istiyordu. En değerli ticaret
malı bu idi. Adam hastalandı ve o iki kişiye geride bıraktığı
malları ailesine teslim etmelerini vasiyet etti."
"Temim-i Darî devamla diyor ki: Adam ölünce o sürahiyi aldık
ve bin dirhem bedelle satarak parasını ben ve Adiyy b. Bedda a
296.......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
ramızda bölüştük. Adamın ailesinin yanına vardığımızda, yanımızda
getirdiğimiz eşyasını kendilerine verdik. Ailesi sürahiyi aradı ve
bizden ne olduğunu sorunca, 'Bize bunlardan başka bir şey bırakmadı,
bize başka bir şey vermedi' dedik."
"Peygamberimizin (s.a.a) Medine'ye gelmesinden sonra ben
Müs-lüman olunca, bu günahtan dolayı vicdan azabına kapıldım
ve ailesine giderek durumu anlattım ve kendilerine almış olduğum
beş yüz dirhemi geri verdim. Ayrıca bir o kadar daha paralarının
yol arkadaşımda olduğunu kendilerine söyledim. Bedil'in ailesi
yol arkadaşımı Peygamberimizin (s.a.a) yanına götürdü. Peygamber
onlardan iddialarına dair şahit istedi. Onlar şahit getiremediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a), yol arkadaşıma
dininin kutsal değerleri üzerine yemin verdirilmesini emretti. Adam
da yemin etti."
"Bunun üzerine,
'Ey inananlar! Sizden birinize ölüm gelip çatıncavasiyet edeceği zaman aranızdaki gereken şahitlik, sizden
adalet sahibi iki kişinin şahadetidir... Bu, şahitliği gerektiği gibi
yapmalarına veya yeminlerinden sonra yeminlerin reddedilmesinden
korkmalarına daha yakın ve uygundur.'
ayetleri indi. Buayetin arkasından Amr b. As ile bir başka kişi ayağa kalkarak yemin
ettiler ve böylece Adiyy b. Bedda'dan beş yüz dirhem geri alındı."
Ben derim ki: Açıkça görülüyor ki bu rivayet, zayıflığının yanı
sıra ayetle de tam olarak bağdaşmıyor. İbn-i Abbas ile İkrime'den
yukarıda Tefsir'ul-Kummî'de yer alan rivayete yakın bir başka rivayet
nakledilmiştir.
Yine aynı eserde belirtildiğine göre, Faryabî, Abd b. Humeyd,
Ebu Übeyd, İbn-i Cerir, İbn-i Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Ali b. Ebutalip'ten
(a.s) şöyle rivayet ederler: "O, ayeti şöyle okurdu: Minellezîne'stahakka
aleyhim'ul-evleyani."
Yine aynı eserde, İbn-i Mürdeveyh ve -sahih olduğunu belirterek-
Hâkim, Ali b. Ebutalip'ten (a.s) şöyle rivayet ederler:
"Resulullah (s.a.a), ayeti, 'minellezîne'stahakka aleyhim'ulevleyani'
şeklinde okurdu."
Yine aynı eserde İbn-i Cerir'e dayanılarak verilen bilgiye göre
İbn-i Abbas bu ayetin neshedildiğini söylemiştir.
Mâide Sûresi 106-109 .............................................. 297
Rivayette belirtilen ayetin neshedilme olayını ispatlayan bir
delil yoktur.
el-Kâfi adlı eserde Muhammed b. İsmail'den, o da Fadl b.
Şazan ve Ali b. İbrahim'den, o da babasından, babası da İbn-i Ebu
Ümeyr-den, o da Hişam b. Hakem'den, o da İmam Cafer Sadık'tan
(a.s)
"veya sizden olmayan iki başka kişidir." ifadesiyle ilgili olarakşöyle rivayet edilir: "Eğer bir kişi hiçbir Müslüman'ın bulunmadığı
bir beldede olursa, yapacağı vasiyete Müslüman olmayan şahitler
tutması caizdir."
[Füru-i Kâfi, c.7, s.4, h:3]
Bu rivayetin anlamı ayetten anlaşılıyor.
Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Yahya b. Muhammed'den
şöyle rivayet eder: "İmam Cafer Sadık'a (a.s)
'Ey inananlar!Sizden birinize ölüm gelip çatınca vasiyet edeceği zaman
aranızdaki gereken şahitlik, sizden adalet sahibi iki kişinin
şahadetidir veya yeryüzünde yolculuk ederken başınıza ölüm
musibeti gelirse, sizden (Müslüman) olmayan iki kişinin şahadetidir.'
ayetinin anlamını sordum. Bana şu cevabı verdi: 'Sizden olan
iki kişi'den maksat Müslümanlar ve 'Sizden olmayan iki başka
kişi'den maksat Ehlikitap olan kişilerdir. Eğer Ehlikitap olan kişiler
bulunmazsa, Mecusîlerden şahit tutulur. Çünkü Resulullah (s.a.a)
cizye konusunda Ehlikitab'a yaptığı uygulamanın aynısını Mecusîlere
de uygulamıştır."
"Şöyle ki, bir Müslüman kişi eğer yabancı bir yerde ölür de iki
Müslüman şahit bulamaz ise, Ehlikitap'tan olan iki kişiyi şahit tutar.
Bu şahitler ikindi namazının arkasından alıkonur ve kendilerine
'Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir paraya satmayacağız. Allah'ın
şahitliğini saklamayacağız, yoksa biz elbette günahkârlardan
oluruz.'
diye yüce ve aziz Allah'a yemin ettirilir. Bu yemin verdirmeuygulamasına, ölünün velisinin şahitlerin şahitliklerinden
şüphelenmesi hâlinde başvurulur."
"Bu şahitlerin yalan söyledikleri ortaya çıktığı takdirde, şahitliklerinin
geçersiz sayılabilmesi için onların yerine başka iki şahit
bulunması ve bu iki şahidin,
'Mutlaka bizim şahitliğimiz onlarınşahitliğinden daha gerçektir, biz (hakka) tecavüz etmedik, yoksa
biz elbette zalimlerden oluruz.'
diye Allah'a yemin etmesi gerekir.Eğer yeni şahitler böyle yemin ederlerse, ilk iki şahidin şahitlikleri
298 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
geçersiz olur ve sonrakilerin şahitlikleri geçerlilik kazanır. Yüce Allah
bu konuyu
'Bu, şahitliği gerektiği gibi yapmalarına veya yeminlerindensonra yeminlerin reddedilmesinden korkmalarına
daha yakın ve uygundur.'
şeklinde bağlıyor." [Füru-i Kâfi, c.7, s.4, h:6]
Ben derim ki: Görülüyor ki, bu rivayet yukarıda açıkladığımız
ayetin anlamı ile uyuşuyor. el-Kâfi'de ve Tefsir'ul-Ayyâşî'de İmam
Cafer Sadık (a.s) ile İmam Kâzım'dan (a.s) bu anlama gelen başka
birçok rivayet nakledilmiştir. Rivayetlerin bazılarında,
"sizden olmayaniki başka kişi"
ifadesi kâfirler anlamında tefsir edilmiştirki, bu yorum Ehlikitap ile birlikte diğer bütün kâfirleri de kapsar.
Nitekim el-Kâfi-de Ebu's-Sabbah Kenanî aracılığı ile İmam Cafer
Sadık'tan (a.s) böyle bir rivayete yer verilmiştir.
1
Tefsir'ul-Ayyâşî'de de Ebu Üsame'den şöyle rivayet edilir: "İmam
Cafer Sadık'a (a.s)
'sizden olmayan iki başka kişi' ifadesininne demek olduğunu sordum. 'Bunlar iki kâfir şahittir.' cevabını
verdi.
'Sizden olan iki adil kişi' ifadesinin anlamını sorunca da,'Bunlar iki Müslüman şahittir.' karşılığını verdi."
2Bu iki rivayet birbirleri ile uyumlu ve olumlu nitelikte (icabî) oldukları
için itlak ve takyit kurallarına göre Ehlikitap'la kayıtlı olan
ilk rivayetin ikinci rivayeti kayıtlandıracağı söylenemez ise de ilk
rivayetin içeriği ikinci rivayetin mutlaklığını kayıtlandırma işlemi
ile örtü-şecek şekilde tefsir etmektedir.
el-Burhan tefsirinde belirtildiğine göre, Şeyh Saduk, Ebu Zeyd
Ayyâş b. Yezid b. Hasan'a vardırdığı rivayet zinciriyle, o da babası
Yezid b. Hasan'dan şöyle rivayet ettiği belirtilir: İmam Musa Kâzım
şöyle dedi: "İmam Sadık (a.s)
'Allah'ın elçileri toplayacağıgün(den korkun ki, Allah) 'Size ne cevap verildi?' diye soracak.'
ayeti hakkında şöyle buyurdu: 'Peygamberler; senden başkası
hakkında bir bilgimiz yok, şeklinde cevap verirler.' İmam daha
sonra şöyle buyurdu: Kur'ân'ın tümü takridir ve batını takrib (yakınlaştırma)
dir."
el-Burhan tefsirinin sahibi sözlerine şöyle devam ediyor: "İbn-i
Babeveyh: İmam, bu sözleri ile azar ve tehdit içerikli ayetlerin öte-
1- [Füru-u Kâfi, c.7, s.3, h:1]
2- [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.384, h:216]
Mâide Sûresi 106-109 ................................................ 299
sinde rahmet ve af içerikli ayetlerin olduğunu kastetmiştir." şeklinde
açıklama yapmıştır.
Ben derim ki: el-Burhan tefsiri yazarının Şeyh Saduk'tan İmamın
"Kur'ân bütünü ile takridir ve batını takribdir" sözüyle ilgili olarak
naklettiği yorum hadis ile uyuşmaz. Bu yorum bir kere rivayetin
başlangıcı ile uyuşmaz. Çünkü peygamberlerin
"senden başkasıhakkında hiçbir bilgimiz yok."
şeklindeki cevapları ileKur'ân'ın vaat ve tehditten oluşan iki tür ayetlerden oluşması görüşü
arasında bir bağlantı yoktur.
Ayrıca bu yorum İmamın "Kur'ân bütünü ile takridir ve batını
takribdir." cümlesinin içeriği ile de uyuşmaz. Çünkü bu sözün açık
an-lamı şudur: Kur'ân'ın bütünü takri ve aynı zamanda takribdir.
Farklılık, batınîlikten ve zahirîlikten kaynaklanıyor. Kur'ân batını
ile takrib ve zahiri ile takridir. İmamın söylemek istediği budur.
Yoksa Kur'ân'ın iki kısma ayrıldığını, bir kısmını takri ayetlerinin
oluşturduğunu ve öbür kısmının da takrib ayetlerinden meydana
geldiğini söylemek istemiyor.
Eğer rivayetin baş tarafını göz önünde bulundurarak İmamın
bu sözünü incelersek şu sonuca varırız: İmamın takri teriminden
kastettiği anlam, bu terimi takrib teriminin karşıtı olarak kullandığını
göz önüne aldığımız takdirde, takri kelimesinin anlamının gerektirdiği
anlam olduğunu ve bu anlamın da takribin karşıtı olan
teb'id (uzaklaştırma) olduğunu görürüz. Kur'ân bütünü ile bilgilerden
ve gerçeklerden oluşur. Zahiri ile bu gerçekleri birbirinden uzaklaştırıyor,
parçalarını birbirinden ayırıyor. Batını ile ise bu gerçekleri
birbirine yaklaştırıp pekiştiriyor ve birleştiriyor.
Buna göre İmamın sözünün maksadı şudur: Kur'ân, zahiri ile
birbirinden ayrı ve kopuk bazı gerçekler ifade ediyor. Fakat bu
gerçekler çokluklarına, aralarındaki kopukluğa ve birbirinden uzak
olmalarına rağmen batın hasebiyle birbirlerine yaklaşırlar, farklı
olan anlamları bütünleşir ve sonunda bir tek gerçek hâlinde birleşirler.
Bu tek gerçek Kur'ân'ın bütününü saran bir ruh gibidir ve
tevhit gerçeğinden başka bir şey değildir. Şu ayette buyrulduğu
gibi:
"Bu Kur'ân, her işi yerinde ve her şeyden haberdar olan Allahtarafından muhkem, uyumlu cümleler ile örülen, sonra ayrıntılı
biçimde açıklanan ayetlerden oluşmuş bir kitaptır."
(Hûd, 1)
300 ............................. El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
O zaman bu sözün, İmamın rivayetin başında söyledikleri ile
uyuştuğu ortaya çıkar. Bilindiği gibi İmam, rivayetin başlangıcında
peygamberlerin
"Bizim bir bilgimiz yok." şeklindeki cevaplarının"Bizim senden başkası hakkında bir bilgimiz yok." anlamına geldiğini
söylemişti. Çünkü insan veya herhangi bir âlim bildiğini Allah
aracılığı ile bilir. Şu anlamdaki, sadece yüce Allah bizzat bilinir,
O'nun dışındakiler ancak O'nun aracılığı ile bilinir.
Başka bir deyişle bilgi herhangi bir şeyle ilgi kurduğu zaman
önce lâyık olacağı şekilde yüce Allah ile ilgi kurar. Çünkü her şey
hakkındaki bilgi Allah katındadır ve O, bilginin dilediği kadarını dilediği
kuluna nasip eder. Nitekim
"Onlar O'nun bilgisinin sadeceO'nun dilediği kadarını kavrayabilirler. O'nun kürsüsü gökleri ve
yeri içine alır."
(Bakara, 255) ayetinde ifade edilen gerçek budur. ÂliSam'ın azadlısı Abdula'la'nın İmam Sadık'tan (a.s) naklettiği ve
yukarıda aktardığımız rivayet ile başka bazı rivayetler bu anlamı
dile getirmektedir.
Buna göre peygamberlerin,
"senden başkası hakkında hiçbirbilgimiz yok. Şüphesiz ancak sen gaybleri bilensin."
şeklindekicevaplarının İmamın tefsirine göre anlamı şöyledir: Biz senin dışında
hiçbir şey bilmiyoruz. Bildiklerimizi seni bilmemiz ciheti ile
biliyoruz. Çünkü ilmin bütünü sana aittir. Dolayısıyla sen onu bizden
daha iyi biliyorsun. Bizim herhangi bir şeye ilişkin bilgimiz senin
dilemenle ve armağan etmenle o şey hakkında kavrayabildiğimiz
orandaki senin bilgindir.
Buna göre,
"Şüphesiz ancak sen gaybleri bilensin." ifadesininyu-karıda ifade edilenden daha yüksek başka bir anlamı ortaya
çıkıyor ki, o da şudur: Her varlık diğer varlıklardan ayrı olduğu için
diğerlerine göre gayptır. Bu yaratıkların varlıkları sınırlı ve belirli
olduğu için sadece Allah'ın dilediği oranda bilgiyi kavrayabilirler.
Oysa Allah her şeyi kavrayan ve bütün gaybları bilendir. Herhangi
bir varlık ise diğer bir varlığı ancak her türlü noksanlıktan münezzeh
olan Allah ciheti ile bilebilir.
Böyle olunca, meseleleri gayb olanlar ve bilgimize açık olanlar
diye ikiye ayırmak, aslında onları yüce Allah'ın kavramamızı istediği
meseleler ile bizden saklanan meseleler şeklinde ikiye ayırmak
demektir.
"O, gaybı bilendir. Kendi görünmez bilgisini kim
Mâide Sûresi 106-109 ........................................................ 301
seye göster-mez. Ancak razı olduğu elçilerine gösterir."
(Cin, 27)ayetinin zahiri belki de bu anlamı destekliyor. Çünkü gayb kelimesi
Allah'ın yerini tutan zamire izafe edilmiştir. Bu inceliği bu noktada
iyi düşünmek gerekir.
Tefsir'ul-Ayyâşî'de Yezid-i Künasî'den, o da İmam Bâkır'dan
(a.s)
"Allah'ın elçileri toplayacağı gün..." ayeti hakkında şöyle rivayetedilir: "Allah peygamberlere, 'Yerinize halife bıraktığınız
kimseler hakkında ümmetleriniz size ne karşılık verdiler?' diye
soracak. Peygamberler de 'Bizden sonra onların ne yaptıklarını
bilmiyoruz.' diye cevap verecekler."
[c.1, s.349, h:220]
Bu rivayet Tefsir'ul-Kummî'de Muhammed b. Müslim aracılığı
ile İmam Bâkır'dan (a.s) nakledilmiştir.
el-Kâfi'de de Yezid aracılığı ile İmam Cafer Sadık'tan (a.s) gelen
bu anlamda bir rivayet vardır. Bunlar bir uyarlama, ayetin anlamı
ile ilgili bir örnek gösterme kabilindendir veya ayetin batınî
anlamıdır.