eKitap: www.islamkutuphanesi.com
HADİSLER IŞIĞINDA RESULULLAH'IN ŞEMAİLİ
Peygamber efendimizin (s.a.a) üstün ahlâkı ve güzel edebini
yansıtan Kur'ân ayetlerinin büyük bir kısmı, emir ve yasak şeklinde
sunulmuştur. Bu yüzden bu bölümde, Peygamberimizin (s.a.a)
üstün ahlâkı hakkında bütünsel bir fikir veren, onun güzel edebine
işaret eden, aynı zamanda Kur'ân ayetleriyle desteklenen örnekleri,
onun (s.a.a) sünnetine dayanan rivayetlerden derlemeyi
uygun gördük.
1- Meani'l-Ahbar adlı eserde Ebu Hâle Temimî'den, o da İmam
Hasan b. Ali'den (ikisine de selâm olsun), diğer bir kanalda da İmam
Rıza'dan, o da atalarından, onlar Ali b. Hüseyin'den, o Hasan
b. Aliden (hepsine selâm olsun), başka bir rivayet kanalında da
Ebu Hâle-nin çocuklarından birinden, o da Hasan b. Ali'den (her ikisine
selâm olsun) rivayet eder ki:
"Dayım Hind b. Ebu Hâle Peygamber efendimizi (s.a.a) iyi vasfeden
biriydi. Ben de Peygamberin (s.a.a) vasıflarını özümseyip
kalben bağlanırım diye onun bana Peygamberi anlatmasını çok
isterdim. Bu yüzden Peygamberin (s.a.a) nasıl biri olduğunu ona
sordum. Dedi ki:
"Resulullah (s.a.a) iri ve heybetli birisiydi. Yüzü on dördündeki
ay gibi parlardı. Orta boylu birinden daha uzun, ince uzun boylu birinden
daha kısaydı. Başı büyükçeydi. Saçları ne kıvırcık, ne de
düzdü, hafif dalgalıydı. Saçlarını salıverdiği zaman ortadan ayırırdı.
................................................ 423
Topladığı zaman da kulak memesini geçmezdi. Parlak ve berrak
renkliydi. Alnı genişti. Kaşları ince, uzun ve genişti, bitişik değildi.
İki kaşının arasında sinirlendiğinde belirginleşen bir damar vardı.
Bu damar öyle bir parlaktı ki, dikkat etmeyenler onu burnunun
devamı sanırlardı. Sakalları gürdü. Yanakları düz ve az etliydi. Ağzı
nispeten büyük ve genelde dudakları hafifçe açıktı. Dişleri beyaz
ve seyrekti. Göğsünün ortasından karna uzanan kılları inceydi.
Boynu ceylan boynu gibi güzel, gümüş gibi parlaktı.
Dengeli bir vücut yapısı vardı. Cüsseli ve sağlam yapılıydı. Karnı
ve göğsü dümdüzdü. İki omzunun arası genişti. Eklemleri iriydi.
Geniş göğüslüydü. Vücudu oldukça güzel ve uyumluydu. Boyun
çukurundan göbeğine kıldan bir çizgi uzanıyordu. Bunun dışında
memeleri ve karnı kılsızdı. Kolları, omuzları ve göğsünün üst kısmı
daha kıllıydı. Bilekleri uzundu. El ayası genişti. Elleri ve ayakları iriydi.
Dört bir yanı düzgündü. Kemikleri düz ve çıkıntısızdı. Ayaklarının
altı çukurdu (düz taban değildi). Ayakları genişti, suya bassa
altından su kaynıyor gibi olurdu. Yere bastığında tam basardı. Ayağını
kaldırdığında tam kaldırarak yere sürtmezdi. Adımlarını
denk atardı. Teenni ve vakarla yürürdü. Çabuk yol alırdı. Yürüdüğü
zaman yokuş aşağı iniyormuş gibi yürürdü. Bir tarafa baktığında
bütün vücuduyla o tarafa dönerdi. Bakışlarını yere indirirdi. Göğe
baktığından çok yere bakardı. Bakışlarının çoğu anlıktı. Karşılaştığı
kimseye ilk selâm veren o olurdu."
"Ona dedim ki: 'Şimdi de bana Peygamberimizin (s.a.a) konuşma
tarzını anlat.' Dedi ki:
"Sürekli hüzünlüydü. Devamlı düşünceli olurdu. Dinlenmesi ve
rahatı yoktu. Uzun süre sessiz kalırdı ve gerekmedikçe
konuşmazdı. Avurtlarıyla söze başlar ve avurtlarıyla sözü tamamlardı
(açık ve net konuşurdu). En açıklayıcı ve anlamlı sözlerle konuşurdu,
sözünde faz-lalık ve eksiklik bulunmazdı. Yumuşak huyluydu.
Kaba ve aşağılayıcı değildi. Az dahi olsa onun katında nimet
değerliydi. Hiçbir nimeti kötülemezdi. Tattığı yiyecekleri yermediği
gibi övmezdi de."
"Dünya ve dünyalık şeyler onu öfkelendirmezdi. Hak çiğnendiği
zaman da (gazabından) kimse onu tanımazdı ve onu alıncaya
kadar kimse öfkesinin önünde duramazdı. Bir şeyi gösterdiğinde
bütün eliyle işaret ederdi. Bir şeye hayret ettiği zaman elini ters
424 .................................... – c.6
çevirirdi. Konuştuğu zaman ellerini kavuşturur, sağ elinin ayasını
sol elinin baş parmağının ayasına vururdu. Bir şeye kızdığı zaman
ondan yüz çevirir, gözlerini yumardı. Gülmesi genellikle gülümse
şeklindeydi. Gülümsediği zaman inci dişleri görünürdü."
Şeyh Saduk der ki: "Buraya kadar olan kısım, Kasım b. Menî'in
İsmail b. Muhammed b. İshak b. Cafer b. Muhammed'den aktardığı
rivayettir. Sonuna kadar geri kalan kısmı ise Abdurrahman'ın
rivayetidir."
İmam Hasan (a.s) der ki: "Bu rivayeti bir süre Hüseyin'e (a.s)
açmadım. Sonra ona anlattım. Baktım ki, o bu rivayeti benden
önce duy-muş. Bunu nereden öğrendiğini sordum. Baktım ki, babasından
(a.s) Peygamberimizin (s.a.a) girişini, çıkışını, oturuşunu,
şeklini sormuş, Peygamberimizle (s.a.a) ilgili olarak öğrenilmesi
gereken hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır."
İmam Hüseyin (a.s) dedi ki: "Babama Peygamberimizin (s.a.a)
bir yere nasıl girdiğini sordum. Buyurdu ki: Peygamberin (s.a.a)
eve girmesi kendi elinde olan bir durumdu (dilediği zaman eve girerdi).
Evine girdiği zaman zamanını üç kısma ayırırdı. Bir kısmını
Allah için, bir kısmını ailesi için, bir kısmını da kendisi için ayırırdı.
Sonra kendisi için ayırdığı kısmı kendisi ile insanlar arasında pay
ederdi. Bunu özel dostları aracılığı ile bütün halka teşmil ederdi.
Bu zamandan, onlardan esirgeyip sırf kendine sakladığı zaman
olmazdı."
"Günlük hayatının ümmete ayırdığı kısmında faziletli kimselere
öncelik vermesi onun (s.a.a) edebinin bir göstergesiydi. Onları
da dindeki değerlerine göre ayırırdı. İçlerinde kimisi bir, kimisi iki
ve kimisi de daha fazla ihtiyaç sahibi olurdu. Durumlarına göre onlarla
ilgilenirdi. Onların durumlarını düzeltecek, kendilerini ıslâh
edecek şeylerle uğraşmaya yöneltirdi. Ümmetinin hâlini sorardı.
Onlar için gerekli olan şeyleri bildirmeye özen gösterirdi ve şöyle
derdi: Burada bulunanlar benim sözlerimi bulunmayanlara bildirsin.
İhtiyacını bana bildirmeye güçleri yetmeyenlerin ihtiyaçlarını
bana bildirin. Çünkü bir yöneticiye, ihtiyacını bildirmeye güç yetirmeyen
birinin ihtiyacını bildiren kimsenin kıyamet günü yüce Allah
ayaklarını sabitleştirir. Onun yanında sadece bunlardan söz edilebilirdi.
Hiç kimsenin bundan başka bir şey söylemesini kabul
.............................................. 425
etmezdi. İnsanlar ihtiyaçlarını bildirmek için onun yanına girip çıkarlardı.
Bir şey tatmadan evinden çıkan olmazdı. Aydınlanmış,
hayra delâlet edebilecek bir hâlde evinden çıkarlardı."
"Ona, Peygamberimizin (s.a.a) evinden çıkarken nasıl hareket
ettiğini de sordum. Buyurdu ki: Peygamberimiz (s.a.a) kendisini ilgilendirmeyen
meselelerle ilgili olarak konuşmaktan kaçınırdı. İnsanları
kaynaştırırdı, ayırıp dağıtmazdı. Her kavmin saygın kişilerine
saygı gösterir, onları kavimlerine yönetici olarak atardı. İnsanlardan
sakınır, kendisini onlardan korurdu. Ama güler yüzünü ve
üstün ahlâkına uygun davranışını hiç kimseden esirgemezdi. Ashabının
hâl hatırını sorardı. İnsanları başka insanlardan sorardı. İyi
işlerin iyiliğini vurgular ve onu güçlendirirdi. Çirkin işlerin çirkinliğini
söyler ve onu aşağılardı. İşlerinde ılımlıydı ve çelişkiye
düşmezdi."
"Halkın gaflet edip batıla eğilim göstermelerinden endişe ettiği
için durumlarından gafil kalmazdı. Haktan hiçbir eksikliğe
gitmez, hakkın sınırlarını da aşmazdı. İnsanlar içinde ona en yakın
ve dost olanlar, insanların en hayırlıları olurdu. Müslümanların en
çok hayrını isteyenler, onun katında en üstün konuma sahip olurdu.
Katında en saygın yere sahip olanlar, yardım ve destek bakımından
en güzel örneği sergileyen kimseler olurdu."
İmam Hüseyin (a.s) der ki: "Ona (babam Hz. Ali'ye -a.s-), Peygamber
efendimizin (s.a.a) oturuşunu da sordum. Buyurdu ki: Allah'ı
anmadan oturmaz ve yerinden kalkmazdı. Bir mecliste kendisine
yer ayırmaz ve başkalarının da yer beğenip ayırmalarına
engel olurdu. Bir kavmin oturduğu yere geldiğinde kimsenin oturmadığı
boş bir yere otururdu ve insanlara da böyle davranmalarını
emrederdi. Yanında oturan herkesle ilgilenirdi. Yanında oturanların
hiçbiri, bir başkasının onun yanında kendisinden daha saygın
ve daha değerli olduğunu düşünmezdi. Onun yanında oturan kimse,
o oradan ayrılmadan yanında kalmaya devam ederdi. Ondan
bir ihtiyacının giderilmesini isteyen kimse, ihtiyacını almadan veya
en azından güzel bir söz duymadan dönüp gitmezdi."
"Güzel ahlâkıyla bütün insanları kuşatmıştı. İnsanlara bir baba
gibi davranırdı. Hak söz konusu olduğunda bütün insanlar onun
yanında eşitti. Onun oturduğu meclis, hilmin, hayânın, doğruluğun
ve güvenilirliğin meclisi olurdu. Meclisinde sesler yükselmez, say
426....................................... – c.6
gınlıklar çiğnenmezdi. Bir sürçme olduğunda onun tekrarı olmazdı.
Orada oturanlar dengeli davranır ve sürekli olarak takva duygusuna
bağlı kalırlardı. Mütevazı olur, büyüklere saygı gösterir,
küçüklere merhamet ederlerdi. İhtiyaç sahiplerini kendilerine tercih
eder ve yabancıları korurlardı."
"Sonra, Peygamberimizin (s.a.a) oturuşlarındaki davranışı nasıldı?
diye sordum. Buyurdu ki: Daima güler yüzlüydü. Yumuşak
huyluydu. Yanındaki insanlara son derece yumuşak davranırdı. Kırıcı,
kaba, gürültücü değildi. Çirkin söz söylemez, kimseyi ne ayıplar,
ne de överdi. Hoşuna gitmeyen, canının çekmediği bir şeyden
hoşlanmadığını belli etmezdi. Dolayısıyla ondan ümit kesilmezdi,
ümit bağlayanlar ümitsizliğe kapılmazdı."
"Üç şeyden uzak dururdu. Gösteriş, çok mal biriktirmek, kendisini
ilgilendirmeyen şeylerle ilgilenmek. İnsanlar hakkında da üç
şeyden uzak dururdu: Hiç kimseyi yermez, ayıplamazdı; hiç kimsenin
kusurlarını ve ayıplarını araştırmazdı; ancak sevabını umduğu
şeyler hakkında konuşurdu. Konuşmaya başladığı zaman yanında
oturanlar başlarının üzerinde kuş varmış gibi pür dikkat kesilirlerdi.
Ancak o sustuktan sonra konuşmaya başlarlardı. Onun
yanında laf dalaşına girmez, çekişmezlerdi. Birisi konuşunca diğerleri,
o sözlerini tamamlayıncaya kadar seslerini keserlerdi. Onun
yanında birbirlerinin sırasını gözeterek konuşurlardı. Onların
güldüğü şeye kendisi de gülerdi. Hayret ettikleri şeye o da hayret
ederdi."
"Yabancı bir kimsenin istekleri ve konuşması kabaca da olsa
ona karşı sabırlı davranırdı. Öyle ki kimi kaba yabancılara karşı
ashabı harekete geçer, onu Peygamberden uzaklaştırmak isterlerdi.
Ama o, 'Bir ihtiyaç sahibinin bir şey istediğini gördüğünüz
zaman ona yardım edin.' buyururdu. Bir nimetin karşılığında teşekkür
mahiyetinde olmadığı sürece kimsenin övgüsünü kabul
etmezdi. Hiçbir kimsenin konuşmasını kesmezdi. Ancak o kimse
hakkın sınırlarını aştığı zaman ya onu böyle konuşmaktan
nehyeder veya yanından kalkardı."
"Ona Peygamberin (s.a.a) sükûtunu da sordum. Buyurdu ki:
Onun sükûtu dört şeyden ileri gelirdi. Hilim, sakınma, değerlendirme,
düşünme. Değerlendirmeye gelince; insanları gözlemleme
................................................. 427
ve onları dinleme şeklinde olurdu. Düşünmeye gelince; kalıcı ve
yok olup gidici olanın düşünürdü. [Hilme gelince;] hilim ve sabır nitelikleri
onda birleşmişti, hiçbir şey onu öfkelendirmez, metanetini
kırmazdı. Sakınmaya gelince; dört şeyde kendisini gösterirdi: Güzele
uyardı ki, insanlar onu örnek alsınlardı. Çirkini terk ederdi ki,
insanlar ondan kaçınsınlar-dı. Ümmetinin ıslâhı üzerinde düşünürdü.
Dünya ve ahiret hayrına olacak işleri yapardı."
Ben derim ki: Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserin müellifi bu hadisi
Muhammed b. İshak b. İbrahim Taleganî'nin kitabından naklen
aktarmıştır. Taleganî de bu hadisi güvenilir ravileri aracılığıyla Hz.
Hasan (a.s) ve Hüseyin'den (a.s) aktarmıştır. Bihar'ul-Envar adlı
eserde şu açıklamaya yer verilir: "Bu rivayet meşhurdur. Birçok Ehlisünnet
âlimi de bu hadisi eserlerinde rivayet etmişlerdir."
Bu hadisin tümünün anlamını veya bazı bölümlerinin anlamını
içeren başka rivayetler çok sayıdaki sahabîden de aktarılmıştır.
Hadiste geçen "el-Merbû" kelimesi, uzun boylu ile kısa boylu
arasında bir boy uzunluğuna sahip olan kimse (orta boylu) demektir.
el-Müşezzeb, bedeni fazla etli olmayan (ince) uzun boylu demektir.
Rec-l'uş-şa'r, düz ile kıvırcık arası saç (hafif dalgalı) demektir.
el-Akîka, top edilmiş uzun saç demektir. Ezher'ul-levn, parlak
ve berrak renk anlamındadır.
el-Ezc, ince ve uzun kaş demektir. es-Sevabiğ, geniş kaş anlamındadır.
el-Karan, kaşların bitişik olmasıdır. eş-Şemem, güzel
ve düzgün olup ortası kemerli burun anlamındadır. Kess'ül-lihye,
uzun olmayıp gür olan sakal demektir. Sehl'ül-hadd, yanağın düz
olup çok etli, tombul olmaması demektir. Zalî'ul-fem, ağzın büyük
olması anlamındadır. Erkekler için ağzın büyük olması bir güzellik
belirtisi kabul edilir. el-Müfellec, ayakların, ellerin veya dişlerin arasının
açık olması demektir. el-Eşneb, beyaz dişli demektir.
el-Meşrebe, göğsün ortasından karna uzanan kıllar demektir.
ed-Dumye, ceylan demektir. el-Minkeb, baş, omuz ve kasın buluştuğu
yer (omuz) demektir. el-Keradîs, el-kurdus'un çoğuludur ve
bir mafsalda buluşan iki kemiğe denir. Enver'ül-mütecerrid; elmütecerrid,
et-tecerrüd kelimesinin ism-i faili olsa gerek, elbise ve
benzeri şeyleri üstünden çıkarmak, soyunmak demektir. Bununla
428 ............................. – c.6
Peygamberimizin (s.a.a) elbisesini çıkardığında dış görünüşünün
güzel, bedensel yaratılışının hoş ve çekici olduğu kastedilmiştir.
el-Lübbe, göğüste gerdanlığın yeri anlamındadır. es-Sürre, bildiğimiz
göbektir. ez-Zend, kol ile elin buluştuğu kısım (bilek) demektir.
eş-Şesen, ayakların ve ellerin iri olması anlamına gelir.
Sebît'ül-ka-sab, kemiklerin düzgün olması, çarpık olmaması demektir.
Ahmas'ul-kadam, ayağın altında yere değmeyen çukur anlamındadır.
el-Hum-san, karnı çekik olan demektir. Humsan'ulahmaseyn,
ayakların altının yere değmeyecek şekilde iyice çukur
olması demektir. el-Fusha, genişlik demektir. el-Kal', güçlü yürüme
anlamına gelir.
et-Tekeffu, meyilli yürümek demektir. Zerî'ul-meşye, hızlı yürüme
anlamındadır. es-Sabab, yolun veya yerin baş aşağı olması
demektir. Hâfız'ut-tarf ifadesi, sonrasındaki cümlede "yere bakardı"
şeklinde açıklanmıştır.
el-Eşdâk, şıdk'ın çoğuludur. Yanakların iç kısmı (avurt) demektir.
Sözün avurtlarla açılıp onlarla son bulması, düzgün ve açık konuşmadan
kinayedir. Araplar, "teşeddeka=tüzgün ve fasih konuşmak
için avurtlarını eğdi." derler. ed-Demes, ed-dimâse kökünden
gelir. Bir sonraki cümle (Kaba ve aşağılayıcı değildi) bunun açıklaması
konumundadır. ez-Zevak, yiyecekten tadılan şey demektir.
İnşahe, en-nuşuh kökünden gelir ve "yüz çevirdi" demektir.
Yefterru misle habb'il-ğe-mam, güzel ve tatlı gülmek anlamını ifade
eder. Habb'ul-ğemam, dolu anlamına gelir. Bu ifade, Peygamberimizin
(s.a.a) güzel ve tatlı güldüğünden ve gülerken dişlerinin
göründüğünden kinayedir.
"Sonra kendisi için ayırdığı kısmı kendisi ile insanlar arasında
pay ederdi..." Yani kendine ayırdığı vaktinde yalnız kalırdı, ama bu,
insanlarla bütün irtibatını kestiği anlamına gelmezdi. Bilakis çok
yakınında olanlar aracılığıyla insanlarla ilişkisini sürdürürdü, onların
sorularına cevap verir, ihtiyaçlarını giderirdi. Kendine ayırdığı vaktinden,
insanlardan esirgeyip kendisine sakladığı bir bölüm olmazdı.
er-Ruvvad, er-râid'in çoğuludur. Halka önderlik eden veya kafilenin
önünde gidip onlar için mera veya konaklayacak menzil arayan
kimse demektir.
......................................... 429
"Bir mecliste kendisine yer ayırmaz ve başkalarının da yer
beğenip ayırmalarına engel olurdu." Burada kastedilen, başta
veya önde olayım diye kendisi için özel bir yer seçmediğidir.
Dolayısıyla hadiste geçen "Bir kavmin oturduğu yere geldiğinde..."
ifadesi, bu cümlenin bir açıklaması gibidir. "Meclisinde...
saygınlıklar çiğnenmezdi." Yani, onun yanında insanların
saygınlıkları ayıplanmazdı. el-Ubne, ayıp de-mektir. el-Hurum ise,
hürmet (saygınlık) kelimesinin çoğuludur.
"Bir sürçme olduğunda onun tekrarı olmazdı." el-Feletat, elfelte-
nin çoğuludur; sürçme demektir. Yani yanında oturanlardan
biri bir yanlışlık yapıp sürçtüğü zaman o hatayı onlara açıklar, böylece
dikkat eder, ikinci kez o hataya düşmezlerdi. el-Bişr, güler yüzlülük
demektir. es-Sahhab, çok haykıran, feryat eden, gürültü çıkaran
anlamına gelir.
"Onun yanında birbirlerinin sırasını gözeterek konuşurlardı."
el-Evliye, el-velî'nin çoğuludur. Bunun anlamı da ardından gelen,
tâbidir. Kastedilen anlam şudur: Onlar birbirinin ardından sırayla
konuşurlardı, birbirlerinin sözlerine müdahale etmez, birbirlerinin
sözlerini kesmez, biri konuşurken gürültü çıkarmazlardı. "Öyle ki
kimi kaba yabancılara karşı ashabı harekete geçer, onu Peygamberden
uzaklaştırmak isterlerdi." Yani ashabı Peygambere karşı
kaba davranan yabancıyı çekip Peygamberi ondan kurtarmak isterlerdi.
"Bir nimetin karşılığında teşekkür mahiyetinde olmadığı sürece
kimsenin övgüsünü kabul etmezdi." Yani bir başkasına verdiği
herhangi bir nimetin karşılığı olarak teşekkürden başka hiçbir
övgüyü kabul etmezdi. Hadiste geçen "mukâfi" kelimesi, "kâfee"
fiilinden gelir, karşılığını verdi demektir. Ya da eşitlik anlamına gelen
el-mukâfee kökünden türemiştir. Bu durumda, verdiği bir nimetin
hakkı olan abartısız ve aşırılığa kaçmayan bir övgünün dışında
hiçbir övgüyü hoş karşılamazdı, anlamı çıkar. "Hiçbir kimsenin
konuşmasını kesmezdi. Ancak o kimsenin hakkın sınırlarını
aştığı..." Yani bir kimse konuşurken hakkın sınırlarını aşsaydı, onu
bu işten sakındırır veya yanından kalkıp giderdi. el-İstifzaz, küçük
düşürmek ve metaneti yitirmek anlamına gelir.
2- İhya'ul-Ulûm adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimizin
(s.a.a) konuşmaları son derece fasih ve tatlı idi... Özlü sözlerle
konuşurdu. Konuşmasında eksiklik ve fazlalık olmazdı. Sözleri
430 ................ – c.6
nuşurdu. Konuşmasında eksiklik ve fazlalık olmazdı. Sözleri birbirine
bağlı idi. Sözleri arasında duraklamalar olurdu. Bu duraklamalarda
dinleyiciler sözlerini algılayıp anlama imkânı bulurlardı.
Sesi gür ve son derece tatlı nağmeli idi." [c.7, s.135)
3- et-Tehzib adlı eserde İshak b. Cafer'e, o da kardeşi İmam
Musa Kâzım'a (a.s), o da dedelerine dayanılarak verilen bilgiye göre
Hz. Ali (a.s) şöyle diyor: "Peygamberimizin (s.a.a) şöyle dediğini
duydum: Ben üstün ve güzel ahlâk örnekleri ile gönderildim."
4- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre Ebu Said
Hudrî şöyle diyor: "Peygamberimiz (s.a.a) evden dışarı çıkmamış
utangaç bir genç kızdan daha da utangaçtı. Hoşlanmadığı bir şey
olunca, bunu onun yüz ifadesinden anlardık." [s.17]
5- el-Kâfi adlı eserde Muhammed b. Müslim'e dayanılarak verilen
bilgiye göre İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor:
"Bir gün bir melek Peygamberimize (s.a.a) gelerek dedi ki: 'Allah
seni mütevazı bir kul peygamber olmak ile padişah peygamber
olmak arasında serbest bırakıyor.' dedi. Peygamber efendimiz
(s.a.a) Cebrail'e baktı. Cebrail de ona eli ile, 'Mütevazı ol.' işaretini
yaptı. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a), 'Mütevazi bir kul peygamber
olmayı tercih ediyorum.' dedi. Yeryüzü hazinelerinin anahtarları
yanında olan o melek de, 'Böyle olman, Allah katındaki derecende
hiçbir noksanlığa yol açmaz.' dedi." [c.2, s.122, h:5]
6- Nehc'ül-Belâğa adlı eserde verilen bilgiye göre Hz. Ali (a.s)
şöyle diyor: "Temiz ve pâk Peygamberini (s.a.a) örnek al (ona uy).
Dünyada... ağız dolusu bir lokma yemediği gibi, gözünün ucuyla bile
bakmadı ona. Dünya ehlinin bedeni en zayıf ve karnı en aç olanıydı
(karnı dünyadan yana boştu). Dünya ona olduğu gibi sunuldu,
fakat onu kabul etmedi. Allah'ın bir şeyden nefret ettiğini öğrenince
o da ondan nefret etti, bir şeyi küçümsediğini öğrenince o
da onu küçük gördü. Eğer Allah'ın nefret ettiğini sevmekten ve
küçük gördüğünü yüceltmekten başka kusurumuz olmasa bu kusur,
Allah'a isyan etme, O'nun emrine karşı çıkma bakımından tek
başına yeterli bir kusurdur. Peygamber (s.a.a) yerde yemek yer,
köleler gibi otururdu. Ayakkabısını kendi eli ile tamir ederdi. Çıplak
sırtlı merkebe biner ve birini de arkasına bindirirdi."
.............................. 431
"Evinin kapısında asılı perdede bir resim görünce, eşlerinden
birine, 'O resmi kaldır. Çünkü ona baktığımda dünya ve onun cazibeleri
aklıma geliyor.' derdi. Kalbi ile dünyadan yüz çevirmişti. Onun
nefsindeki anısını öldürmüştü. Bu yüzden onun süslerinin gözünden
uzak olmasını istiyordu. Böylece dünyanın süslü elbiselerini
heves etmek, dünyada yerleşmeyi düşünmek ve dünyadan
makam ummak istemiyordu. Dünyayı gönlünden çıkarmış, kalbinden
sıyırmış ve gözünden uzaklaştırmıştı. Bu böyledir; insan bir
şeyden nefret edince, ona bakmaktan ve onun yanında anılmasından
da nefret eder."
7- el-İhticac adlı eserde Musa b. Cafer'in (a.s) babasından, onun
da dedelerinden, onların da İmam Hasan'dan (a.s) naklederek
verdikleri bilgiye göre İmam Ali (a.s) uzun bir rivayetin bir yerinde
şöyle buyurmuştur: "Peygamberimiz (s.a.a) öyle çok ağlardı
ki, namaz kıldığı yer ıslanırdı. Hiçbir günahı olmadığı hâlde Allah'-
tan korktuğu için ağlardı..." [c.1, s.331, en-Nu'man Yayınevi]
8- el-Menakıb adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz
(s.a.a) baygın düşene kadar ağlardı. Kendisine, 'Senin önceki ve
sonraki bütün günahların affedilmiş değil mi?' diye sorulduğunda,
'Ben şükreden bir kul olmayayım mı?' karşılığını verirdi. Peygamberimizin
(s.a.a) vasîsi olan Hz. Ali (a.s) de ibadetleri sırasında böyle
baygın düşerdi."
Ben derim ki: Peygamberimize (s.a.a) bu soruyu soran kimse,
ibadetin amacının azaptan kurtulmak olduğu faraziyesine dayanıyordu.
Rivayetlere göre bu tür ibadet kölelerin ibadetidir. Peygamberimizin
(s.a.a) verdiği cevap ise, ibadetin Allah'a şükretmek
maksadı ile yapılması gerektiği ilkesine dayanıyor ki, bu da seçkinlerin
ibadetidir ve ibadetlerin başka ve farklı bir çeşididir. Ehlibeyt
İmamlarından (Allah'ın selâmı onlara olsun) gelen rivayete
göre, öyle ibadetler var ki, azap korkusu ile yapılır. Bu ibadetler
kölelerin ibadetidir. Öyle ibadetler var ki, sevap arzusu ile yapılır.
Bu ibadetler tacirlerin ibadetidir. Öyle ibadetler de var ki, Allah'a
şükretmek için, bazı rivayetlere göre ise Allah sevgisinin etkisi ile,
diğer bazı rivayetlere göre de Allah buna lâyık olduğu için yapılır.
[bkz. Bihâr'ul-Envâr, c.70, s.255, h:7]
Bu rivayetlerin anlamını dördüncü ciltte, "Şükredenleri ise Allah
ödüllendirecektir." (Âl-i İmrân, 144) ayetinin tefsiri sırasında
432.......................... – c.6
uzun uzun açıkladık. Orada şu gerçeği vurguladık: Allah'a ibadet sırasında
O'na şükretmek, O'na ihlâsla yönelmek demektir. Şükreden
kullar, "Hâşâ Allah, onların taktıkları sıfatlardan münezzehtir.
Fakat Alah'ın halis kulları hariç." (Sâffât, 159-160) gibi ayetlerde
kastedilen halis edilmiş seçkin kullardır.
9- İrşad-i Deylemî adlı eserde şöyle yer alır: "İbrahim Peygamber
(a.s) namaz kılarken Allah korkusunun etkisi ile, korkuya kapılmış
kimselerin seslerine benzer bir ses çıkarırdı. Peygamber
(s.a.a) de öyle yapardı."" [c.1, s.105]
10- Ebu'l-Futuh tefsirinde Ebu Said Hudri'den şöyle nakledilir:
"Yüce Allah, 'Ey inananlar! Allah'ı çok zikredin.' (Ahzâb, 41) ayetini
indirdiğinde, Peygamberimiz (s.a.a) o kadar çok Allah'ı zikretmeye
daldı ki, kâfirler, 'Bu adamı cinler çarptı' dediler."
11- el-Kâfi adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Zeyd
Şeh-ham'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Pey-gamberimiz (s.a.a) her gün yetmiş kere Allah'a tövbe
ederdi." Kendisine, "Peygamberimiz (s.a.a) 'estağfirullahe ve
etûbu ileyhi (Allah'tan af diler, ona tövbe ederim)' diyerek mi tövbe
ederdi?" diye sordum. İmam bana, "Hayır, etûbu ilellah (Allah'a
tövbe ederim) derdi" karşılığını verdi. Kendisine, "O tövbe ettikten
sonra günah işlemezdi. Biz ise tövbe ediyor, fakat arkasından yine
günah işliyoruz" dedim. Buyurdu ki: "Allah yardımcımız olsun." [Usûl-
i Kâfi, c.2, s.432]
12- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde Kitab'un-Nübüvvet adlı eserden
aktarılarak verilen bilgiye göre İmam Ali (a.s) Peygamberimizi
(s.a.a) tanıtırken şöyle derdi: "O insanların en cömerdi, en cesuru,
en doğru sözlüsü, en ahdine sadık olanı ve en yumuşak huylusu
idi. Yakınları da en saygın yakınlardı. Onu ilk görenler, ondan korkup
çekinirlerdi. Onunla oturup kalkarak onu tanıyanlar onu severlerdi.
Ben, ne ondan önce ve ne ondan sonra onun gibi birini görmedim.
Allah'ın selâm ve rahmeti onun üzerine olsun." [s.18]
13- el-Kâfi adlı eserde Ömer b. Ali'ye dayanılarak verilen bilgiye
göre İmam Ali (a.s) şöyle dedi: "Peygamberimizin (s.a.a) yeminlerinden
biri 'Lâ ve's-teğfirullahe (Hayır, Allah'tan af dilerim.)' şeklinde
idi." [Fürû-i Kâfi, c.7, s.140]
14- İhya'ul-Ulûm adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberi
................................ 433
miz (s.a.a) şiddetli vecde geldiği zaman sık sık mübarek sakalını
sıvazlardı. [c.7, s.140]
15- Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) insanların
en cömerdi idi. Yanında dinar ve dirhem diye hiç para kalmazdı.
Eğer elinde bir şey kalır da onu birine vermeden akşam
olurduysa, onu ihtiyacı olan birine vermeden evine gitmezdi. Allah-
'ın kendisine verdiklerinden sadece yıllık geçimini karşılayacak
kadarını alırdı. Bunlar da en ucuzundan bir miktar arpa ve hurma
olurdu. Diğerlerini Allah yolunda harcardı."
"Kendisinden ne istenirse verirdi. Sonra yıllık geçimi için sakladığı
azığa döner, onu da muhtaçlara vererek onları kendinden
öne geçirirdi. Öyle ki, birçok zaman dünya malından kendisine bir
şeyler gelmemiş olurduysa, yıl sonu gelmeden muhtaç duruma
düşerdi. Kendisine ve dostlarına zararı dokunsa da hakkı yerine
getirirdi. Düşmanları arasında korumasız gezerdi. Dünyanın hiçbir
işi onu korkutmazdı."
"Fakirlerle oturup kalkar, yoksullarla birlikte yemek yerdi. Faziletli
kimseleri ahlâkları yüzünden üstün tutar, şerefli kimselere
iyilik ederek onlarla yakınlık kurardı. Yakınları ile sık sık görüşür,
fakat onları kendilerinden daha faziletli olan kimselere tercih
etmezdi. Hiç kimseye zulmetmez, hakkını çiğnemezdi. Özür beyan
edenlerin mazeretlerini kabul ederdi."
"Köleleri ve cariyeleri vardı. Fakat yemekte ve giyimde kendini
onlardan üstün tutmazdı. Bütün zamanını ya Allah için bir amel işleyerek
veya kendi için faydalı olan bir iş yaparak geçirirdi. Dostlarının
bahçelerinde gezintilere çıkardı. Hiç kimseyi fakir ve hastalıklı
olduğu için küçümsemezdi. Hiçbir padişahtan da padişah olduğu
için korkmazdı. Her ikisini (padişahı da, fakiri de) aynı üslûpla Allah'a
çağırırdı." [c.7, s.120]
16- Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) insanların
en zor öfkeleneni ve en çabuk hoşnut olanı idi. İnsanlara
insanlarn en şefkatlisi, insanlar için insanların en hayırlısı ve insanlara
insanların en yararlı olanı idi." [c.7, s.115]
17- Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a)
sevinince ve hoşnut olunca, insanların en güzel hoşnut olanı idi. Öğüt
verirken ciddî idi. Öfkelendiğinde -ki yalnız Allah için öfkelenir
434...................... – c.6
di- öfkesine hiçbir şey karşı koyamazdı. Bütün işlerinde böyle idi.
Başına bir dert geldiğinde, işi Allah'a havale eder, kendinde güçkuvvet
olmadığını belirtir ve Allah'tan kurtuluş yolu göstermesini
isterdi."
Ben derim ki: Allah'a tevekkül etmek, işleri O'na havale etmek
ve insanın güç-kuvvetten uzak olduğunu belirterek Allah'tan çıkış
yolu göstermesini istemek, birbirine bağlı ilkelerdir ve hepsi birlikte
aynı temel inançtan kaynaklanırlar. Bu temel inanç, bütün gelişmelerin
Allah'ın yenilmez iradesine, sonsuz ve ezici gücüne dayandığı
gerçeğidir. Kur'ân'da ve sünnette bu gerçeğe yönelik çağrı
sık sık vurgulanmaktadır. Şu ayetlerde olduğu gibi, "Tevekkül edenler
yalnız Allah'a tevekkül etsinler." (İbrahîm, 12) "Ben işimi Allah'a
havale ediyorum." (Mü'min, 44) "Kim Allah'a tevekkül ederse,
O ona yeter." (Talâk, 3) "Biliniz ki, yaratmak da, emretmek de, O'a
mahsustur." (A'râf, 54) "Ve şüphesiz son varış Rabbinedir." (Necm,
42) Kur'ân'da bu anlamda daha birçok ayet olduğu gibi bu konudaki
rivayetler de sayılamayacak kadar çoktur.
Bu ahlâkla ahlâklanmak ve bu edep kurallarını gözetmek, insana
gerçeklerin mecrasını izleme ve realitelerle uyumlu işler
yapma imkânı verir, onu fıtrat dinine bağlı tutar. Çünkü bütün işlerin
Allah'ın iradesine dayandığı ilkesi, kesin bir gerçektir. Nitekim
yüce Allah, "İyi bilin ki, bütün işler Allah'a döner." (Şûrâ, 53) buyuruyor.
Ayrıca bu düşüncenin başka önemli bir faydası da vardır ki,
o da şudur: İnsanın sonsuz bir gücün ve yenilmez bir iradenin sahibi
olduğuna inandığı Rabbine dayanması, onun iradesini güçlendirir
ve azminin dayanaklarını pekiştirir. O zaman, insan önüne
çıkan hiçbir engel yüzünden tökezlemez, hiçbir sıkıntı ve yorgunluk
yüzünden azmi gevşemez, hiçbir nefsanî dürtünün ve hiçbir
şeytanî vesvesenin, içinde uyandırdığı vehimler yüzünden yolundan
dönmez.
Hz. Muhammed'in (s.a.a) Gündelik Hayatındaki Bazı
Sünnetler ve Edep Kuralları
18- İrşad-i Deylemî adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz
(s.a.a) elbiselerini kendisi yamalar, pabuçlarını kendisi diker, kölelerle
birlikte yemek yer, yerde oturur, eşeğe biner ve arkasına biri
...................................... 435
ni bindirirdi. Ailesinin ihtiyaçlarını eve taşımaktan utanmazdı.
Zenginlerle de, fakirlerle de el sıkışır, el sıkıştığında karşı taraf elini
bırakmadıkça kendisi karşı tarafın elini bırakmazdı. Zenginfakir,
büyük-küçük karşılaştığı herkese selâm verirdi. Çürük hurma
olsa bile kendisine edilen ikramı küçümsemezdi."
"Peygamberimiz (s.a.a) az masraflı geçinir, yüce karekterli,
güzel geçimli ve güler yüzlü idi. Tebessüm eder, fakat gülmezdi.
Mahzun görünüşlü idi, ama asık suratlı değildi. Alçak gönüllü idi,
ama zillet görüntüsü vermezdi. Cömertti; fakat israfa kaçmazdı.
İnce kalpli idi. Bütün Müslümanlara karşı merhametli idi. Çok yemek
yediği için geğirdiği hiç işitilmemiş, hiçbir zaman hiçbir şeye
karşı tamahkârlık göstermemiştir." [c.1, s.115, Beyrut baskısı]
19- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz
(s.a.a) aynaya bakar, saçını ve sakalını tarardı. Kimi zaman
[ayna bulamadığında] suya bakarak saçını düzeltirdi. Aile fertlerine
karşı yaptığından daha çok ashabı için süslenirdi ve 'Allah, kulunun
arkadaşlarının yanına giderken hazırlanıp süslenmesini sever.'
derdi." [s.34]
20- İlel'uş-Şerâyi, Uyûn-u Ahbar'ir-Rıza ve el-Mecalis adlı eserlerin
İmam Rıza'ya (a.s), onun da dedelerine (hepsine selâm olsun)
dayanarak verdiği bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) şöyle
dedi: "Şu beş şeyi ölünceye kadar bırakmam: Kölelerle birlikte yer
sofrasında yemek yemek, çıplak sırtlı eşeğe binmek, elimle keçi
sağmak, yünden dokunmuş elbise giymek ve çocuklara selâm
vermek. Bunları, benden sonra sünnetim olsun diye yapıyorum."
[İlel'üş-Şerâyi, s.130, bab:108, h:1]
21- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre
İmam Ali (a.s), Benî Sa'd kabilesinden birine şöyle dedi: "Sana
kendim ve eşim Fatıma hakkında bir bilgi vereyim istemez misin?...
Bir sabah biz henüz yataktayken Peygamber (s.a.a) bize
geldi ve 'es-Selâmu aleykum' dedi. Biz içinde bulunduğumuz durumdan
utandığımız için ses çıkarmadık. Arkasından yine, 'es-
Selâmu aleykum' dedi. Biz yine ses çıkarmadık. Arkasından bir
daha 'es-Selâmu aleykum' deyince, eğer cevap vermezsek geri
döner diye korktuk. Çünkü hep böyle yapardı. Bir eve varınca, kapıda
üç kere selâm verir ve eğer girmesine izin verilmezse geri
dönerdi. İşte bu endişe ile, 'Ve aleyk'es-selâm, ey Allah'ın Resulü,
436 ................................. – c.6
buyur.' dedik. Bunun üzerine içeri girdi." [c.1, s.11, h:32]
22- el-Kâfi adlı eserde Rib'î b. Abdullah'a dayanılarak verilen
bilgiye göre İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle dedi: "Peygamberimiz
(s.a.a) kadınlara selâm verir, onlar da onun selâmına cevap verirlerdi.
İmam Ali (a.s) de kadınlara selâm verirdi. Fakat genç kızlara
selâm vermek istemezdi. Bunun sebebini şöyle açıklardı: Seslerinin
hoşuma gideceğinden ve böylece selâm vermekten beklediğim
sevaptan daha büyük zarara uğrayacağımdan korkuyorum."
[Usûl-i Kâfi, c.2, s.148, h:1]
Ben derim ki: Bu rivayeti, Şeyh Saduk mürsel olarak [raviler
zincirine yer vermeyerek]1 ve Tabersî'nin torunu, el-Mişkat adlı eserinde
el-Mehasin adlı eserden iktibas ederek nakletmiştir.
23- Yine el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdülazim
b. Abdullah el-Hasanî'nin merfu olarak aktardığı bir hadiste
şöyle dediğini nakleder: "Peygamberimizin (s.a.a) üç türlü oturuşu
var-dı: 'Kurfesa' diye adlandırılan birinci şekilde ayak bileklerini
diker ve ayak bileklerinin önünden elleri ile dirseklerini kavrardı.
İkincisinde dizleri üzerine çömelirdi. Üçüncüsünde bir ayağını
büker ve öbür ayağını onun üzerine uzatırdı. Bağdaş kurarak
oturduğu hiç görülmemiştir." [Usûl-i Kâfi, c.2, s.558, h:2]
24- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserin Kitab'un-Nübüvvet adlı eserden
iktibas ederek naklettiğine göre İmam Ali (a.s) şöyle diyor:
"Peygamberimizin (s.a.a), el sıkıştığı kişinin elini karşı taraf elini
çekmeden bıraktığı hiç görülmemiştir. Biri ona uzun uzun bir ihtiyacını
arz ettiğinde veya onunla arasında yaptığı konuşmayı uzattığında,
karşı taraf konuşma yerinden ayrılmadan önce onun konuşma
yerinden ayrıldığı hiç görülmemiştir. Biri onunla tartıştığında
susardı (tartışmayı kesen taraf mutlaka o olurdu), karşı taraf
susana kadar onu dinlerdi. Onunla oturana doğru ayaklarını uzattığı
hiç görülmemiştir. "
"İki iş arasında tercih yapması istendiğinde, mutlaka zor olanı
seçerdi. Şahsına yapılan hiçbir haksızlığın intikamını almaya
kalkışmazdı. Yalnız Allah'ın yasaklarının çiğnendiği durumlar hariç.
O zaman yüce Allah adına öfkeye kapılırdı. Ölünceye kadar bir
1- [Men La Yahzuruh'ul-Fakih, c.3, s.300, h:19]
...................................... 437
şeye yaslanarak yemek yediği olmadı. Kendisinden bir şey istenip
'Hayır' dediği hiç olmazdı. Biri ondan bir şey isteyince ya isteğini
karşılar veya güzel sözlerle gönlünü alırdı. Namazı hem hafif, hem
de eksiksiz olurdu. Hutbeleri (konuşmaları) kısa ve özlü olurdu. Bir
yere gelmekte olduğu, yaydığı güzel kokudan bilinirdi."
"Bir toplulukta yemek yediğinde yemeğe ilk o başlar ve en son
o sofradan el çekerdi. Yemek yerken önünden yerdi. Sadece meyve
ve hurma yerken elini tabakta gezdirirdi. Suyu üç nefeste içerdi.
Suyu yudum yudum içerdi, bir kere de yutmazdı. Yemek yemesi,
su içmesi, alması ve vermesi sağ eli ile olurdu. Her şeyi sadece
sağ eli ile alır ve mutlaka sağ eli ile verirdi. Sol elini bedeninin diğer
işlerinde kullanırdı. Elbise giymeye, ayakkabı giymeye ve taranmaya
varıncaya kadar bütün işlerini sağ eli ile yapmayı severdi."
"Dua ederken duasını üç kere tekrarlar, konuşurken sözlerini
tekrarlamaz, bir defa söylerdi. Bir yere girerken üç kere izin isterdi.
Herkesin anlayacağı açıklıkta konuşurdu. Konuşurken dişlerinin
arasından nur çıkıyor gibi görünürdü. Onu gördüğünde üst dişlerinin
seyrek olduğunu sanırdın, ama öyle değildi."
"Bakarken göz ucu ile bakardı. Hiç kimseye hoşuna gitmeyecek
söz söylemezdi. Yürürken yokuş iner gibi heybetli yürürdü. Devamlı,
'En iyileriniz, ahlâkı en güzel olanınızdır' derdi. Hiçbir zevki
yermez ve de övmezdi. Yanında konuşanlar tartışmaya
girmezlerdi. Ondan söz edenler 'Onun gibisini ne ondan önce ve ne
ondan sonra gözlerim görmedi' derlerdi." [s.23]
25- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cemil b.
Derrac'tan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Peygamberimiz (s.a.a) bakışlarını ashabı arasında bölüştürür ve
her birine eşit şekilde bakardı. Arkadaşları arasında ayaklarını uzatarak
oturduğu hiç görülmemiştir. Biri ile el sıkıştığında, karşı
taraf elini bırakmadan elini çekmezdi. Herkes bu durumun farkında
olduğu için onunla kim el sıkışsa, elini kendine doğru çekerek,
Peygamberin elini bırakırdı." [Usûl-i Kâfi, c.2, s.671, h:1]
26- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle nakledilir: "Resulullah
(s.a.a) her konuşmasında sözlerini gülümseyerek söylerdi." [s.21]
27- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Yunus Şeybanî şöyle
438 ........................ – c.6
diyor: "İmam Cafer Sadık (a.s) bana, 'Birbirinizle şakalaşıyor musunuz?'
diye sordu. Ben, 'Ara sıra.' dedim. İmam bana şöyle dedi:
Şakalaşsanız ya... Çünkü şakalaşmak iyi ahlâkın bir göstergesidir.
İnsan şakalaşınca Müslüman kardeşini sevindirmiş olur. Peygamberimiz
(s.a.a) karşısındakilerle onları sevindirmek maksadı ile
şakalaşır, latife yapardı." [s.21]
28- Yine Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserin Ebu'l-Kasım Kufî'nin
Kita-b'ul-Ahlâk adlı eserinden iktibas edip naklettiğine göre İmam
Cafer Sadık (a.s) şöyle diyor: "Her müminin espri konusu olacak
bir özelliği vardır. Peygamberimiz (s.a.a) insanlarla şakalaşır, fakat
(şakasında da) sadece gerçeği söylerdi." [s.21]
29- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muammer
b. Hallad'ın şöyle dediğini nakleder: "İmam Ebu'l-Hasan'a
(a.s), 'Canım sana feda olsun, insan öyle bir toplulukta oluyor ki,
insanlar bazı sözler söyleyerek birbirleri ile şakalaşıp gülüşüyorlar,
buna ne dersin?' diye sordum. İmam '...olmadıkça bir sakıncası
yok.' dedi. Öyle zannediyorum ki, İmamın 'olmadıkça' ifadesinden
maksadı, küfür ve çirkin, edep dışı sözlerdir."
"Sonra İmam sözlerine şöyle devam etti: Peygamberimize
(s.a.a) bir bedevî gelir, ona hediye getirirdi. Arkasından da Peygamberimize
(s.a.a), 'Hediyemizin bedelini ver.' diye takılırdı. Peygamberimiz
(s.a.a) de onun bu sözüne gülerdi; öyle ki canı sıkıldığında,
dertli zamanlarında, 'Bizim bedevî ne yapıyor? Keşke bize
gelse!' derdi." [Usûl-i Kâfi, c.2, s.663, h:1]
30- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Talha b.
Zeyd'e dayanarak verdiği bilgiye göre İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle
dedi: "Peygamberimiz (s.a.a) çoğunlukla yüzü kıbleye dönük olarak
otururdu."
31- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimize
(s.a.a) hayır dua etsin diye getirilen çocukları efendimiz çocukların
ailelerini onurlandırmak için kucağına alırdı. Kimi zaman
küçükler kucağında çiş ederlerdi. Bunu görenler bağırıp çağırınca,
'Çocuğun sidiğini kesmeyin de işini bitirsin.' derdi. Sonra çocuğa
hayır dua eder veya ad takardı. Ailesi bu durumdan son derece
memnun olurdu. Peygamberimizi, çocuklarının kucağında çiş etmiş
olmasından rahatsız olmuş görmezlerdi. Onlar gittikten sonra
.......................................... 439
Peygamberimiz elbisesini yı-kardı." [s.25]
32- Yine aynı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a)
hayvan sırtındayken hiç kimsenin yanında yaya yürümesine izin
vermezdi. Mutlaka yanındakini de bineğine alırdı. Eğer adam binmeyi
reddederse 'Önümden git ve istediğin yerde buluşalım' derdi."
[s.22]
33- Yine aynı eserde Ebu'l-Kasım Kufî'nin, Kitab'ul-Ahlâk adlı
eserde şöyle dediği nakledilir: "Rivayetlerden edindiğimiz bilgiye
göre Peygamberimizin (s.a.a) şahsı için intikam aldığı asla görülmemiştir.
O her zaman affeder, karşı tarafın kusurunu bağışlardı."
34- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Peygamberimiz
(s.a.a) arkadaşlarından birini üç gün görmeyince ne olduğunu sorardı.
Eğer yolculuğa çıkmışsa, ona dua eder; eğer evinde olursa,
onu görmeye gider ve eğer hasta olduğunu öğrenirse, ziyaretine
koşardı." [s.19]
35- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Enes b. Malik şöyle
diyor: "Peygamberimize (s.a.a) hizmet ettiğim dokuz yıl boyunca
bana, 'Şu işi şöyle yapsaydın ya.' dediğini veya herhangi bir konuda
beni azarladığını hiç hatırlamıyorum." [s.16]
36- İhya'ul-Ulûm'da verilen bilgiye göre Enes b. Malik şöyle diyor:
"Peygamberimizi (s.a.a) hak üzere gönderen Allah adına
yemin ederim ki, hoşuna gitmeyen hiçbir iş için bana, 'Bunu niye
yaptın?' dediği olmadı. Eşleri ne zaman beni azarlamağa kalkışsalardı,
'Bırakın onu, onun yaptığı kitap ve takdir gereğidir' derdi."
[c.7, s.112]
37- Yine aynı eserde Enes b. Malik'ten şöyle rivayet eder: "Kim
olursa olsun, ashabından biri veya bir başkası Resulullah'ı (s.a.a)
kendisini çağırdığında ona, "Lebbeyk=buyur" diye karşılık verirdi."1
[c.7, s.145]
38- Yine aynı eserde şöyle nakledilir: "Peygamberimiz (s.a.a),
ashabını onurlandırmak ve gönüllerini almak için onları künyeleri
ile çağırırdı. Künyesi olmayanlara ise künye takardı ve o adam artık
Peygamberin kendisine verdiği künye ile çağrılırdı. Çocuklu ka-
1- [Bu rivayet, İhya'ul-Ulûm adlı eserde aynı şekilde yer almıştır; ama rivayetin
ravisi Enes değildir.]
440 ..................... – c.6
dınlara olduğu gibi, çocuksuz kadınlara da künye takardı. Hatta
çocuklara bile künye takarak onların gönüllerini hoş ederdi." [c.7,
s.115]
39- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz
(s.a.a) yanına gelenleri kendi minderine oturturdu. Eğer adam oturmak
istemese ısrar ederek ona minderinde oturmayı kabul ettirirdi.
[c.7, s.114]
40- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Aclan'ın
şöyle dediğini nakleder: "Bir gün İmam Cafer Sadık'ın (a.s) yanında
idim. O sırada bir dilenci geldi. İmam kalktı ve hurma dolu bir
sepetin yanına gitti ve bir avuç hurma alarak dilenciye verdi. Sonra
bir dilenci daha geldi. İmam yine yerinden kalkarak ona da bir
avuç hurma verdi. Arkasından bir başka dilenci daha geldi. İmam
yine kalktı ve ona da bir avuç hurma verdi. Bir süre sonra yine bir
başka dilenci gelince, 'Bize de, sana da Allah rızk versin.' dedikten
sonra sözlerine şöyle devam etti:
"Peygamberimiz (s.a.a) kendisinden dünya malı bir şey isteyen
herkese istediğini verirdi. Bir gün kadının biri oğlunu Peygambere
gönderdi. Gönderirken oğluna, 'Git ve ona isteyeceğin şeyi
söyle. Eğer 'Verecek bir şeyimiz yok' derse, 'Bana sırtındaki gömleği
ver, de.' diye tembih etti. Çocuk da annesinin dediğini yapınca,
Peygamberimiz (s.a.a) gömleğini çıkararak çocuğun önüne attı.
(Başka bir nüshaya göre çıkarıp çocuğa verdi.)"
"Ama yüce Allah, onu infakta, ne israf, ne de cimrilik etmeyip
mutedil olması yönünde terbiye etmek amacıyla şu eğitici mesajı
indirdi: Elini boynuna bağlanmış yapma (cimri olma), tamamen
de açma. Sonra kınanır, hasret içinde kalırsın." (İsrâ, 29] [Fürû-i Kâfi,
c.4, s.55, h:7]
41- Yine aynı eserde Cabir'e dayanılarak verilen bilgiye göre
İmam Bâkır (a.s) şöyle diyor: "Peygamberimiz (s.a.a) hediye olarak
verilen yiyecekten yer, fakat sadakadan yemezdi." [Fürû-i Kâfi, c.5,
s.143, h:7]
42- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Musa b. İmrân b. Bezî'
şöyle dedi: "Bir gün İmam Rıza'ya (a.s) 'Canım sana feda olsun,
insanların rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz (s.a.a) bir yere
giderken kullandığı yolu değiştirerek başka bir yoldan dönerdi. Bu
rivayet doğru mu?' diye sordum. İmam bana şu cevabı verdi: 'Evet,
......................................... 441
doğrudur. Ben de çoğu zaman öyle yaparım. Sen de öyle yap.' Ardından
İmam, 'Bil ki eğer böyle yaparsan, daha çok rızk elde edersin.'
dedi." [Fürû-i Kâfi, c.5, s.314, h:14]
43- el-İkbal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam
Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakleder: "Peygamberimiz
(s.a.a) her zaman güneş doğduktan sonra evden çıkardı." [s.281]
44- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdullah
b. Muğîre'den, o da adını verdiği bir raviden şöyle nakleder: "Peygamberimiz
(s.a.a) bir eve girince, girdiği zaman topluluğun kapıya
en yakın olan noktasına otururdu." [Usûl-i Kâfi, c.2, s.662, h:6]
Ben derim ki: Bu rivayete, Tabersî'nin torunu da Mişkat'ul-
Envâr adlı eserinde, el-Mehasin ve diğer kaynaklara dayanarak yer
vermiştir. [s.204]
45- Peygamberimizin (s.a.a) temizlik ve süslenme ile ilgili sünnetleri
ve edepleri konusunda, Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle
deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) başını ve sakalını sidr ile yıkardı."
46- el-Caferiyyat adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cafer
b. Muhammed'den (a.s), o da dedelerinden İmam Ali'nin (a.s)
şöyle buyurduğunu nakleder: "Peygamberimiz (s.a.a) sık sık saçlarını
tarayıp düzeltirdi. Çoğu zaman taranırken su kullanır ve 'Su
mümin için yeterli güzel kokudur' derdi." [s.156]
47- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre
Peygamberimiz (s.a.a) şöyle dedi: "Mecusiler sakallarını kısaltıp
bıyıklarını uzatırlar. Biz ise bıyıklarımızı kısaltıp sakallarımızı uzatırız."
[c.1, s.76, h:334]
48- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam
Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Tırnakları kesmek Peygamberin
(s.a.a) sünnetidir."
49- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde şöyle deniyor: "Rivayete
göre kesilen saçları, tırnakları ve kanı toprağa gömmek sünnettir."
[c.1, s.74, h:94]
50- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed
b. Müslim'in şöyle dediğini nakleder: "İmam Muhammed Bâkır'a
(a.s) kına ile saç boyama konusu soruldu. İmam da bu soruya,
'Peygamberimiz (s.a.a) kına ile saçlarını boyardı. İşte onun biz
442............................. – c.6
de bulunan boyanmış saçı!' diye cevap verdi." [c.1, s.69, h:53]
51- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz
(s.a.a) vücuduna yağ sürerdi. Vücudunun entarisi dışında
kalan bölgelerine yağ süren biri yağ sürer, sıra entarisinin
altına gelince yağ sürme işini kendisi yapardı. [s.35]
52- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde İmam Ali'den (a.s)
şöyle nakleder: "Koltuk altı tüylerini almak kötü kokuyu giderir.
Bunu yapmak temizliktir ve temizlik Peygamberimizin (s.a.a) emrettiği
bir sünnettir." [c.1, s.68, h:264]
53- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimizin
(s.a.a) bir sürme kalemi vardı. Her gece onunla gözlerine
sürme çekerdi. Kullandığı sürme, İsmid (Antimon) sürmesi
(taşı) idi. [s.34]
54- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Usame'ye
dayandırdığı rivayette İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini
nakleder: "Dişleri misvaklamak (fırçalamak), Peygamberin
(s.a.a) sün-netidir." [Fürû-i Kâfi, c.3, s.23, h:2]
55- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet
zinciriyle Hz. Ali'nin (a.s) 400 kelimelik hadisinde şöyle dediğini rivayet
eder: "Dişleri misvaklamak Allah'ı razı eden, Peygamberin
(s.a.a) sünneti olan ve ağzı temizleyen bir uygulamadır."
Ben derim ki: Peygamberin (s.a.a) dişlerini misvakladığı [ve
bunu kendinden bir sünnet olarak bıraktığı] konusunda, her iki
mezhep kanalı ile nakledilen çok sayıda rivayet vardır.
56- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre
İmam Sadık (a.s) şöyle diyor: "Şu dört şey peygamberlerin ahlâkındandır:
Güzel koku sürünmek, ustura ile tıraş olmak, vücuttaki
istenmeyen tüyleri nure (kıl döken bir ilâç çeşidi) ile temizlemek
ve eşlerle çok yatıp kalkmak." [c.1, s.77, h:120]
57- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdullah
b. Sinan'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini nakleder:
"Peygamberimizin (s.a.a) bir misk hokkası vardı. Her abdestten
sonra onu ıslak eline alırdı. Böylece dışarı çıktığında yaydığı temiz
kokudan onun gelmekte olduğu anlaşılırdı." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.515,
h:3,]
58- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre Peygamberimiz (s.a.a)
kendisine ikram edilen her ıtırdan sürünür ve
"Kokusu güzel ve taşınması kolay." derdi. Eğer kokudan sürünmez
ise, parmağını içine batırıp koklardı. [s.34]
59- Aynı eserde verilen biliye göre Peygamberimiz (s.a.a) Ud
ağacının buharını koklardı. [s.34]
60- Zahîret'ul-Mead adlı eserde verilen bilgiye göre Peygamberimizin
(s.a.a) en sevdiği koku türü misk idi.
61- el-Kâfi adı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İshak
Tavil Attar'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Pey-gamberimiz (s.a.a) yemek için yaptığı harcamadan daha
çoğunu koku için yapardı." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.512, h:18]
62- Aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Cafer
Sadık'tan (a.s) İmam Ali'nin (a.s) şöyle dediğini nakleder: "Bıyıklara
güzel koku sürmek, peygamberlerin ahlâkındandır ve amelleri
yazan meleklere saygı göstermektir." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.510, h:5]
63- Yine aynı eserde müellifin kendi rivayet zinciriyle Seken
Hazzaz'a dayandırdığı hadiste İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediği
rivayet edilir: "Bulûğ çağındaki her erkeğin her cuma günü bıyıklarını
kısaltması, tırnaklarını kesmesi ve güzel koku sürünmesi
gerekir. Peygamberimiz (s.a.a) cuma günü olunca eğer yanında
güzel koku yoksa, eşlerinden birinin kokulu baş örtüsünü ister,
suda ıslattıktan sonra onunla yüzünü ovardı." [Fürû-i Kâfi, c.6, s511,
h:10]
64- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet
zinciriyle Ammar'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu
nakleder: "Peygambere (s.a.a) Ramazan Bayramında güzel
koku hediye edildiğinde, kokuyu ikram etmeye önce eşlerinden
başlardı."1
65- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz
(s.a.a) çeşitli yağlar sürünürdü. Çoğunlukla menekşe
yağı sürünür ve "Bu, yağların en iyisidir." derdi. [s.33]
66- Peygamberimizin (s.a.a) yolculukla ilgili adabı hakkında,
1- [Men La Yahzuruh'ul-Fakih kitabının c.2, s, 113. hadisinde bu rivayet
mürsel olarak nakledilmiştir. Fakat aynı kitabın c.4, s.170'de bu hadis bu senetle
dipnotta rivayet edilmiştir.]
444 ........................................ – c.6
Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle
Abdullah b. Sinan'dan İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) şöyle
buyurduğunu nakleder: "Peygamberimiz (s.a.a) perşembe günleri
yola çıkardı." [c.2, s.173, h:3]
Bu anlamda çok sayıda hadis vardır.
67- Emân'ul-Ahtâr ve Mısbah'uz-Zâir adlı eserlerde, Avarif'ul-Meârif
adlı eserin şöyle rivayet ettiği yer alır: "Peygamberimiz (s.a.a)
yolculuğa çıkarken yanında şu beş şeyi taşırdı: Ayna, sürmelik, tarak,
misvak ve -bir rivayete göre- makas."
Ben derim ki: Mekarim'ul-Ahlâk ile el-Caferiyat adlı eserlerde
de bu rivayet nakledilmiştir.
68- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde İbn-i Abbas'a dayanılarak
verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) yürürken yorgun ve
tembel olmadığı anlaşılacak şekilde yürürdü. [s.22]
69- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet
zinciriyle Muaviye b. Ammar'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle
buyurduğu nakledilir: "Peygamberimiz (s.a.a) yolculukları sırasında
yokuş aşağı inerken, 'La ilâhe illallah' ve yokuş yukarı çıkarken,
'Allahu Ekber' derdi." [c.2, s.179, h:1]
70- Kutb'un Lübb'ül-Lübab adlı eserinde verilen bilgiye göre,
Peygamberimiz (s.a.a) yolculuk sırasında konakladığı yerden ayrılmak
istediğinde, orada mutlaka iki rekât namaz kılar ve "Konakladığımız
yerler şahitlik etsinler diye bu namazları kılıyorum"
derdi.
71- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre,
Peygamberimiz (s.a.a) [yolculuğa çıkan] müminlerle vedalaşırken
şöy-le dua ederdi: "Allah, takvayı yol azığınız yapsın. Sizi bütün hayırlara
yöneltsin. Bütün isteklerinizi yerine getirsin. Dininizi ve
dünyanızı tehlikelerden korusun. Sağ, salim ve bol ganimetlerle,
kârlarla dönmenizi nasip etsin." [c.2, s.179, h:1]
Ben derim ki: Peygamberimizin (s.a.a) vedalaşma sırasındaki
duaları ile ilgili farklı rivayetler vardır. Fakat farklılıklarına rağmen,
sağ salim ve bol ganimetlerle dönme temennisi hepsinde vardır.
72- el-Caferiyat adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam
Cafer Sadık'tan (a.s), o da dedelerinden İmam Ali'nin (a.s)
şöyle buyurduğunu nakleder: "Peygamberimiz (s.a.a) Mekke'den
.................................... 445
(hacdan) gelen birine şöyle dua ederdi: Allah ziyaretlerini kabul
etsin, günahlarını affetsin ve harcadıklarının yerini doldursun."
[s.75]
73- Peygamberimizin (s.a.a) giyimle ilgili adabı hakkında, İhya'ul-
Ulûm adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) izar,
rida, gömlek ve cübbeden ne bulursa onu giyerdi. Yeşil elbiseler
hoşuna giderdi. Çoğunlukla beyaz elbise giyerdi ve 'Beyaz kumaşı
dirilerinize giydirin ve ölülerinize kefen yapın.' derdi."
"Savaşta veya başka zamanlarda işlemeli kaftan giyerdi. İnce
atlastan kaftanı vardı. Bu kaftanın yeşil rengi beyaz tenine güzel
giderdi. Bütün elbiseleri topuklarından aşağı inmezdi. İzarı ise
bunların üzerinde daha kısa olur ve bacaklarının ortasına kadar
inerdi. Bel bağı ile bu izarı bağlardı. Bazen namazda ve namaz dışında
bu bel bağını açardı."
"Zaferan ile boyanmış bir abası vardı. Kimi zaman sadece buna
bürünerek namaz kıldırırdı. Kimi zaman sadece kisaya bürünür,
üzerinde başka elbise olmazdı. Keçeden yapılmış bir boy elbisesi
vardı. Onu giyer ve 'Ben bir kulum, köleler gibi giyinirim' derdi.
Sırf Cuma günleri giydiği, diğer elbiselerinden ayrı iki kat elbisesi
vardı. Kimi zaman bir izar giyer, üzerinde başka bir elbise olmazdı.
İzarın uçlarını omuzları arasında bağlardı. Cenaze namazlarını bu
kıyafetle kıldığı da olurdu."
"Bazen evinde tek bir izar içinde, izara bürünmüş, sol ucunu
sağ omzuna ve sağ ucunu da sol omzuna atmış hâlde namaz kılardı
ve bu izar eşi ile münasebet hâlinde sırtında bulunan izarı olurdu.
Geceleri sadece izar içinde namaz kıldığı da olurdu. [Aslında
bu izar bir tür çarşaf görevini yapmaktaydı. Şöyle ki:] İzarın bir
kısmını kendi üzerine bağlar, diğer tarafını eşlerinden biri üzerine
sarkıtır, namazını öyle kılardı."
"Siyah renkli bir elbisesi vardı. Onu birine hediye etti. Eşi
Ümmü Seleme, 'Anam-babam sana feda olsun, o siyah elbiseye
ne oldu, ne yaptın onu?' dedi. 'Onu birine giydirdim.' dedi. Eşi, 'Siyah
renkli olma-sına rağmen siyahlığına senin beyaz tenin kadar
yakışan bir şey görmedim.' dedi."
"Enes der ki: 'Uçları bağlanmış kilime bürünerek bize öğle
namazı kıldırdığı olurdu.' Yüzük takardı. Kimi zaman evden çıkar
446............................... – c.6
ken bir şeyi hatırlasın diye yüzüğüne iplik bağlardı. Mektupları
(resmî yazıları) yüzüğü ile mühürler ve 'Yazıları mühürlemek, töhmete
maruz kalmak-tan daha iyidir.' derdi."
"Peygamberimiz (s.a.a) bazen sarığı altında ve bazen sarıksız
olarak fes giyerdi. Kimi zaman da fesini başından çıkarıp önüne
sütre yaparak namaz kılardı. Kimi zaman da sarığı bulunmaz, başına
ve alnına bir örtü bağlardı. Peygamberimizin 'Sehab=bulut'
adında bir sarığı var-dı. Onu İmam Ali'ye hediye etmişti. Bu yüzden
bazen İmam Ali (a.s) uzaktan bu sarıkla görününce Peygamberimiz,
'Ali, Sehab (bulut) içinde size geldi' diye espri yapardı."
"Peygamberimiz (s.a.a) elbise giyerken sağ tarafından giyinmeye
başlar ve 'Mahrem yerimi örten ve insanlara karşı süsleneceğim
bu elbiseyi bana giydiren Allah'a hamdolsun.' derdi. Elbisesini
çıkarırken de sol yanından çıkarmaya başlardı. Yeni bir elbise
giyince, eskisini bir yoksula verir ve 'Kim eskimiş elbisesini Allah
rızası için bir yoksula giydirirse, o yoksul bu elbiseyi giydiği sürece,
ister ölü olsun, ister haytta, o kimse Allah'ın güvencesi, koruması
ve hayrı altında olur.' derdi."
"İçi lif dolu, tabaklanmış deriden bir döşeği vardı. Boyu iki arşın,
eni de bir arşından fazla idi. Gittiği yerlerde ikiye katlanıp altına
serilmek için bir de abası vardı. Altında başka bir şey olmayan
(kuru) bir hasır üzerinde yattığı da olurdu."
"Binek hayvanlarına, silâhına ve eşyasına isim takma huyu
vardı. Sancağının adı Ukab, savaşlarda yanında bulundurduğu kılıcının
adı Zülfikâr idi. Bunun dışında Mıhzen, Rusub ve Kadip adlarında
kılıçları vardı. Kılıcının sapı gümüş işlemeli idi. Deriden bir
kayışı vardı. Bu kayışın üzerinde üç gümüş halka vardı. Okunun
adı Ketum ve ok kesesinin adı Kâfur idi. Devesinin adı Adbâ, atının
adı Düldül, merkebinin adı Ya'fur ve sütünü içtiği koyunun adı
Ayne idi."
"Seramik bir matarası vardı. Onu abdest almak ve su içmek
için kullanırdı. İnsanlar, akılları başlarında küçük çocuklarını Peygamberimize
gönderirlerdi. Bu çocuklar hiç kimse tarafından engellenmeden
Peygamberimizin (s.a.a) yanına giderlerdi. Eğer matarasında
su bulurlarsa içerler, uğur beklentisi ile yüzlerine ve vücutlarına
sürerlerdi." [c.7, s.130]
......................................... 447
74- el-Caferiyat adlı eserin İmam Cafer Sadık'a (a.s), onun dedelerine,
dedelerinin de İmam Ali'ye (a.s) dayanarak verdiği bilgiye
göre, Peygamberimiz (s.a.a) dikişli fes giyerdi... Zat'ul-Fuzul adı
ile anılan bir zırhı vardı. Üzerinde üç gümüş halka bulunan bu zırhın
bir halkası ön tarafında, iki halkası da arka tarafında idi...
[s.184]
75- el-Avalî adlı eserde bir rivayete dayanarak verilen bilgiye
göre, Peygamberin (s.a.a) siyah bir sarığı vardı. Onu başına takıp
namaz kılardı.
Ben derim ki: Rivayet edildiğine göre, Peygamberimizin (s.a.a)
sarığı üç veya beş kat idi.
76- el-Hısal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam
Ali'nin (a.s) dört yüz kelimelik hadisinin bir yerinde şöyle dediğini
nak-leder: "Pamuklu elbise giyin. Çünkü o, Resulullah'ın (s.a.a) elbisesidir.
Peygamberimiz (s.a.a) sadece zorunlu durumlarda tüylü
ve yünlü elbise giymiştir." [s.162]
Ben derim ki: Bu rivayeti Şeyh Saduk ayrıca mürsel olarak ve
Safvanî de Kitab'ut-Tarif adlı eserinde nakletmiştir. Bu rivayet sayesinde,
Peygamberimizin (s.a.a) yünlü elbise giydiği yolundaki
önceden geçen rivayetin anlamı da açıklık kazanıyor. Dolayısıyla
bu iki rivayet arasında çelişki yoktur.
77- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet
zinciriyle İsmail b. Müslim'den, o da İmam Sadık'tan (a.s) babası
İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: "Peygamberin
(s.a.a) alt ucu demirli küçük bir asası vardı. Ona dayanırdı.
Ramazan ve Kurban Bayramı namazlarında onu elinde bulundururdu."
[c.1, s.323, h:2]
Bu rivayet el-Caferiyyat adlı eserde de yer almıştır.
78- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Hişam b.
Salim'den İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Pey-gamberimizin (s.a.a) yüzüğü gümüştendi." [Fürû-i Kâfi, c.6,
s.468, h:1]
79- Yine aynı eserde müellifin kendi rivayet zinciriyle Ebu Hatice'ye
dayandırdığı hadiste İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediği
nakledilir: "Yüzük taşı yuvarlak olmalıdır." Ardından İmam şöyle
buyurdu: "Resulullah'ın (s.a.a) yüzüğü öyle idi." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.468,
448 .......................... – c.6 h:4]
80- el-Hisal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdurrahim
b. Ebu Bilad'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğni
nakleder: "Peygamberimizin (s.a.a) iki yüzüğü vardı. Birinin üzerinde
'La ilâhe ilallah, Muhammedun Resulullah (Allah'tan başka
ilâh yoktur ve Muhammed Allah'ın resulüdür)', öbürünün üzerinde
de 'Sadakallahu (Allah'ın dediği doğrudur)' diye yazıyordu." [s.61]
81- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Hüseyin b.
Halid'den, İmam Rıza'nın (a.s) bir hadiste şöyle buyurduğunu nakleder:
"Peygamberimiz (s.a.a), Hz. Ali (a.s), İmam Hasan (a.s), İmam
Hüseyin (a.s) ve diğer İmamlar sağ ellerine yüzük takarlardı."
82- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde İmam Sadık'tan (a.s), Hz. Ali'nin
(a.s) şöyle buyurduğu nakledilir: "Peygamberler gömleklerini
şalvarlarından önce giyerlerdi." [s.101]
Ben derim ki: Bu rivayet el-Caferiyyat adlı eserde de yer almıştır.
Değindiğimiz konularla ilgili çok sayıda rivayet vardır.
83- Peygamberimizin (s.a.a) evi ve onunla ilgili adabı hakkında,
İbn-i Fahd'ın et-Tahsin adlı eserinde şöyle deniyor: "Peygamberimiz
(s.a.a) tuğla üzerine tuğla koymadan vefat etti."
84- Lübb'ül-Lübab adlı eserde verilen bilgiye göre İmam (a.s),
"Mescitler peygamberlerin toplantı yerleridir" dedi.
85- el-Kâfi adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle
Sekûni'den İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Peygamberimiz (s.a.a) yazın evinden çıkarken perşembe günü
çıkar, kışın soğuklar nedeniyle evine dönmek isteyince, cuma
günü dönerdi." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.532, h:14]
Ben derim ki: Bu rivayet mürsel olarak el-Hisal adlı eserde
[s.391] de yer almıştır.
86- Allâme Hillî'nin kardeşi Şeyh Ali b. Hasan b. Mutahhar (Allah
her ikisine de rahmet etsin) tarafından yazılan el-Uded'ül-
Kaviyye adlı eserde, Hz. Hatice'den (r.a) şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) eve gelince su ister ve namaz için temizlik yapardı.
Sonra uzatmadan iki rekât namaz kılar, arkasından yatağına
girerdi."
87- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abbad b.
.................................... 449
Suheyb'in İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet ettiğini nakleder:
"Peygamberimiz (s.a.a) hiçbir düşmana gece pususu kurmamıştır."
[Fürû-i Kâfi, c.5, s.28, h:3]
88- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle geçer: "Peygamberimizin
(s.a.a) döşeği bir aba idi. Yastığı ise, içine hurma lifi doldurulmuş
bir deri idi. Bir gece aba ikiye katlanmıştı. Sabah olunca
Peygamberimiz (s.a.a), 'Bu gece bu döşek (rahat olduğu için) namaza
kalkmama engel oldu.' dedi ve döşeğinin tek kat olarak serilmesini
emretti. Onun bir de içinde hurma lifi doldurulmuş deriden
bir döşeği vardı. Ayrıca bir yere gittiğinde iki kat yapılarak altına
serilen bir abası vardı." [s.38]
89- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre İmam Muhammed
Bâkır (a.s) şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) uykudan kalkar kalkmaz
mutlaka Allah için secdeye kapanırdı." [s.39]
90- Peygamberimizin (s.a.a) kadınlar ve evlâtlarla ilgili adabı
konusunda, Şeyh Murtaza'nın Risalet'ul-Muhkem ve'l-Müteşabih
adlı eserinde Tefsir-i Nu'manî'ye dayanılarak verilen bilgiye göre
İmam (a.s) Ali şöyle dedi: "Sahabîlerden birkaç kişi eşleri ile yatağa
girmeyi, gündüzleri yiyip içmeyi ve geceleri uyumayı kendilerine
yasakladılar. Ümmü Seleme bunu Peygamberimize (s.a.a) haber
verince, Peygamberimiz (s.a.a) ashabının yanına gitti ve onlara
şöyle dedi: Eşlerinizden uzak duruyorsunuz öyle mi? Oysa ben
hem eşlerimle yatağa girerim, hem gündüzleri yer içerim ve hem
de geceleri uyurum. (Bunlar benim sünnetimdir.) Kim benim sünnetimden
yüz çevirirse, benden değildir..."
Ben derim ki: Bu anlamdaki rivayetler birçok kanaldan nakledilmiş
olarak hem Sünnî, hem de Şiî kitaplarda yer almıştır.
91- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet ziciriyle İshak b.
Ammar'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini nakleder:
"Kadınları sevmek, peygamberlerin ahlâkındandır." [Fürû-i Kâfi, c.5,
s.320, h:1 ve s.321, h:7]
92- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet ziciriyle Bekkar b.
Kerdem'in ve birden fazla başka ravilerin İmam Cafer Sadık'tan
(a.s) şöyle rivayet ettiklerini nakleder: "Peygamberimiz (s.a.a) şöyle
dedi: "Benim göz aydınlığım namazda ve haz kaynağım da kadınlarda
karar kılındı." [Fürû-i Kâfi, c.5, s.320, h:1]
450 ............................ – c.6
Ben derim ki: Yaklaşık bu anlamı taşıyan rivayetler başka kanallardan
da gelmiştir.
93- Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre,
Peygamberimiz (s.a.a) bir kadınla evlenmek isteyince birini onu
görmeye gönderirdi... [c.3, s.245, h:2]
94- Tefsir'ul-Ayyâşî'de Hüseyin b. Bint-i İlyas'a dayanılarak verilen
bilgiye göre İmam Rıza (a.s) şöyle dedi: "Yüce Allah, geceleri
ve kadınları sükunet sebebi yaptı. Evliliği geceleyin yapmak ve
yemek yedirmek sünnettendir." [c.1, s.371]
95- el-Hisal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam
Ali'nin (a.s) dört yüz kelimelik hadisinin bir yerinde şöyle dediğini
nakleder: "Çocuklarınızı yedinci günlerine girdiklerinde tıraş edin
ve saçlarının ağırlığı miktarında bir fakir Müslümana sadaka verin.
Peygamberimiz (s.a.a) Hasan ve Hüseyin için ve diğer evlâtları için
böyle yaptı." [c.2, s.619]
Peygamberimizin (s.a.a) yemekle ilgili adabı hakkında
96- Peygamberimizin (s.a.a) yeme-içme ve sofra ile ilgili adabı
hakkında, Kuleynî el-Kâfi adlı eserde kendi rivayet zinciriyle Hişam
b. Salim ve başkalarından İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini
nakleder: "Peygamberimizin (s.a.a) en sevdiği şey, devamlı aç ve
Allah korkusu hâlinde olmaktı." [Ravzat'ül-Kâfi, c.8, s129, h:99]
97- Tabersî, el-İhticac adlı eserde kendi rivayet zinciriyle Musa
b. Cafer'den, o da babalarından Hz. Hüseyin b. Ali'nin (hepsine selâm
olsun), İmam Ali'nin (a.s) Şamlı bir Yahudinin sorularına verdiği
cevap-ları rivayet ettiği uzun hadisin bir bölümünde şöyle yer
aldığını nakleder: "Yahudi İmam'a, 'Halk, İsa'nın zahit olduğunu ileri
sürüyor. Doğru mu?' diye sordu. İmam Yahudiye şu cevabı
verdi: Evet, öyle idi. Muhammed (s.a.a) ise peygamberlerin en zahidi
idi. Cariyeler dışında on üç eşi oldu. Buna rağmen yemek artığı
ile önünden kaldırılan bir sofrası hiç olmadı. Hiç buğday ekmeği
yemedi. Arka arkaya üç gece doyasıya arpa ekmeği yediği hiç olmadı."
[c.1, s.335]
98- Şeyh Saduk'un el-Emalî adlı eserinde verilen bilgiye göre
Ays b. Kasım şöyle dedi: "İmam Sadık'a (a.s), 'Peygamberimizin
(s.a.a) doyasıya buğday ekmeği hiç yemediğini söylediği yolunda
babandan bir hadis rivayet ediliyor, doğru mu?' diye sordum. Bana
şöyle cevap verdi: Hayır, doğru değil. Peygamberimiz (s.a.a) buğ
.................................... 451
day ekmeği hiç yemedi ve doyasıya arpa ekmeği de hiç yemedi."
99- Kutb'un ed-Daavat adlı eserinde şöyle deniyor: "Rivayet
edildiğine göre, Peygamberimiz (s.a.a) hiç yaslanarak yemek yemedi.
Sadece bir kere yaslanarak yemeğe başladı, arkasından
hemen yere oturdu ve 'Allahım, ben senin kulun ve resulünüm'
dedi."
Ben derim ki: Bu anlamdaki rivayetleri Kuleynî ve Şeyh Tusî
çok kanallı olarak nakletmişlerdir. Ayrıca Şeyh Saduk, Barkî ve ez-
Zühd adlı eserde Hüseyin b. Said de bu anlamı içeren hadisler rivayet
etmişlerdir.
100- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Zeyd-i
Şehham'dan şöyle rivayet eder: "İmam Cafer Sadık (a.s), 'Peygamberimiz
(s.a.a) peygamber olduğu günden vefat ettiği güne
kadar hiçbir zaman bir şeye yaslanarak yemek yemedi. Köleler
gibi yemek yer ve köleler gibi otururdu.' buyurdu. Kendisine, 'Niçin
böyle yapıyordu?' diye sordum. 'Allah'a karşı alçak gönüllülüğünü
göstermek için.' cevabını verdi." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.27, h:1]
101- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Hatice'den
şöyle nakleder: "Benim de yanlarında olduğum bir sırada
Beşir Dehhan, İmam Cafer Sadık'a (a.s), 'Peygamberimiz (s.a.a)
sağına veya soluna yaslanarak yemek yer miydi?' diye sordu. İmam
bu soruya 'Hayır, Peygamberimiz (s.a.a) sağına veya soluna
yaslanarak yemek yemezdi. O köleler gibi oturur, öyle yerdi.' diye
cevap verdi. Ben, 'Niçin öyle yapıyordu?' diye sordum. 'Yüce Allah-
'a karşı alçak gönüllülüğünü göstermek için.' cevabını verdi." [Fürû-i
Kâfi, c.6, s.271, h:7]
102- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cabir'den
İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) şöyle dediğini rivayet eder:
"Resulul-lah (s.a.a) köleler gibi yemek yer, köleler gibi otururdu.
Toprak üzerinde yemek yer ve uyurdu." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.271, h:1]
103- İhya'ul-Ulûm adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz
(s.a.a) yemek yerken namazdaki insanın oturuşu gibi dizlerini
ve ayaklarını birleştirerek otururdu. Yalnız dizlerinin ve ayaklarının
birini öbürü üzerine koyardı ve "Ben bir kulum, köle gibi oturur
ve köle gibi yemek yerim." derdi. [c.7, s.121]
104- Safvanî'nin Kitab'ut-Tarif adlı eserinde verilen bilgiye gö
452................................ – c.6
re, İmam Ali (a.s) şöyle dedi: "Peygamberimiz (s.a.a) sofraya oturduğunda
köleler gibi oturur ve sol uyluğuna yaslanırdı."
105- Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet
eder: "Peygamberimiz (s.a.a) yerde oturur, koyunu ayakları arasına
alıp sağar ve kölelerin davetlerine icabet ederdi."
106- el-Mehasin adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle
Ham-mad b. Osman'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini
nakleder: "Resulullah (s.a.a) yemek yerken parmaklarını yalardı."
[s.443, h:313]
107- el-İhticac adlı eserde Mevalîd'us-Sadıkîn adlı eserden
nakledilerek şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) her çeşit yemeği
yerdi. Allah'ın helâl kıldığı yiyecekleri, yemek yedikleri zaman
ailesi ve hiz-metçileri ile beraber yerdi. Aynı şekilde yemeğe
çağırdığı Müslümanlarla birlikte de yerdi. Onlar neyin üzerinde
yiyorlardıysa, onun üzerinde ve onların yediğinden [veya onlar yediği
sürece] yerdi. Yalnız eğer misafir gelirse, [ailesi ve hizmetçileriyle
değil,] misafiri ile birlikte yerdi... En sevdiği yemek, kalabalık
topluluk ile birlikte yenen yemekti."
Ben derim ki: Rivayetteki "Onlar neyin üzerinde yiyorlardıysa"
ifadesinden maksat, sofra ve büyük tepsi gibi şeylerdir. "Ve mâ
ekelû" ifadesinin orijinalindeki "mâ" edatı, ya mevsuledir [yani onların
yediğinden] ya da tevkıtiyedir [yani onlar yediği sürece]. "Yalnız
eğer misafir gelirse" ifadesi, "ailesi ve hizmetçileri ile beraber"
ifadesinden yapılmış bir istisnadır. [Yani misafir gelince, ailesiyle
yemezdi, misafiri ile birlikte yerdi.]
108- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İbn-i
Kad-dah'tan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:
Resu-lullah (s.a.a) bir toplulukla birlikte yemeğe oturunca,
yemeğe ilk başlayan ve yemekten en son el çeken kişi olurdu. Bunu
topluluk yemek yesin diye yapardı. [Fürû-i Kâfi, c.6, s.285, h:2]
109- Aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed b.
Müslim'e dayandırdığı bir hadiste İmam Muhammed Bâkır'dan
(a.s) Hz. Ali'nin (a.s) şöyle dedini nakleder: "Peygamberler akşam
yemeğini akşam namazından sonra yerlerdi. Akşam yemeğini
yemeyi ihmal etmeyin. Çünkü akşam yemeği yememek vücudun
harap olmasına yol açar." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.288, h:2]
-----------------
DEVAMI
----------------------------
Asrın en büyük tefsiri olan el-Mizan Tefsirinin 6. cilden faydalanılarak hazırlanmıştır
www.islamkutuphanesi.com
Dualarınızda bizleri unutmayın lütfen:)