Bu konuda söylenebilecekler, detaylı kitapların sayfalarına bile sığmayacak kadar geniştir. Fakat biz bu kısıtlı satırlarda, sadece bu sonsuz fezaya bir giriş yapabilme amacıyla, bu değerli şahıslara özgü olan ve başka hiç kimsede bulunmayan istisnai faziletlerin az bir kısmına değineceğiz.
Bu ayet, nebilerin ve resullerin efendisinin apaçık mucizesi olan bir olayı ölümsüzleştirmiştir.
Necran Hıristiyanlarının gönderdiği heyet, Peygamber-i Ekremin yanına gelmişti. Kendilerinin hak olduğunu ve tüm dinlere üstün geleceklerini iddia ediyorlardı. Mutlak kadir olan Allah, seçkin peygamberine hitap ederek buyurdu: Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefsimizi ve nefsinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim. [1]
Şimdi, Allah-u Teala bu makamlar için kimleri seçmiştir?
Allah Resulünün bu ayet için birer reel örnek olarak belirlediği kimseler şu gruptan ibarettir: Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin. Bunlardan başkası değil! [2]
Bagavi, tefsirinde demiştir ki: Ayette geçen oğullarımız ile söylenmek istenen, Hasan ve Hüseyin; kadınlarımız ile işaret edilen Fatıma Zehra ve nefsimiz ile kast edilen ise Peygamber (s.a.a) ve Alinin (r.a) ta kendisidir. [3]
Fahr-i Razi demiştir ki: Bu ayet, Hasan ve Hüseyinin (a.s) Allah Resulünün çocukları olduğuna bir delildir. Çünkü O, Nasranilere, mübahele için oğullarını getireceğine dair söz verdi ve sonra da Hasan ve Hüseyini getirdi. Dolayısıyla Hasan ve Hüseyinin (a.s) Peygamberin oğulları olduğu ispatlanmış olmaktadır. [4]
Allah Resulünün (s.a.a), Ali (a.s) hakkında da şöyle buyurduğu söylenmiştir: Ve kendimizi çağıralım. Daha sonra da kararlaştırılan günde Aliyi yanında getirdi ve ümmetinin kadınları arasından seçtiği tek kadın da Hz. Zehra-i Betül idi.
Zemahşeri diyor ki: Ayette, ebna ve nisa, enfus kelimesinden önce gelmiştir. Bunun nedeni ise onların büyüklüğünün letafetini ve derecelerinin yakınlığını beyan edebilmektir. Söylenmek istenen onların enfustan daha öncelikli ve enfusun onlara feda olma konumunda olduğudur. [5]
Bu olay Kisa Ashabının [6] faziletine en büyük delildir. Ayrıca Peygamber-i Ekremin nübüvvetinin doğruluğu hakkında da açık bir burhan niteliğindedir. [7]
Zemahşerinin de şahitliğiyle Kisa ashabının Allahın elçisi Muhammed (s.a.a), Ali (a.s), Fatıma (a.s), Hasan (a.s) ve Hüseyinden (a.s) ibaret olduğu daha önce beyan edildi.
Şimdi Kisa hadisinin ne olduğunu ve Tathir ayetiyle ne gibi bir bağlantısının olduğunu görelim:
Müslim kendi Sahihinde Aişeden şöyle rivayet etmiştir: Bir gün, sabahleyin Peygamber-i Ekrem, üzerinde yünlü, siyah renkli ve nakışlı bir aba (aleyhe mirtun murahhel) [8] olduğu halde evden dışarı çıktı. Sonra Hasan ve ardından Hüseyin, Fatıma ve de İmam Ali (a.s) sırayla geldiler. Peygamber-i Ekrem hepsini abasının altına aldı ve o anda buyurdu: Ancak ve ancak Allah, ey Ehl-i Beyt, sizden her çeşit pisliği, suçu gidermeyi ve sizi tam bir temizlikle tertemiz hale getirmeyi diler. [9]
Zemahşeri bu hadisi kendi tefsirinde aktarmıştır. Fahr-i Razi de bunu nakletmiş ve sonunda şöyle söylemiştir: Bilinmesi gerekir ki bu rivayet, tefsir ve hadis ehlinin doğruluğunda ittifak ettikleri rivayetlerdendir. [10]
Tirmizi Ümmü Selemenin hadisini şöyle nakletmiştir: Peygamber (s.a.a) abayı Hasan, Hüseyin, Ali ve Fatımanın üzerine çekti ve şöyle dedi: Allahumme haulai Ehl-i Beyti ve hammeti, ezhib anhumur-ricse ve tahhirhum tathira. (Ya Rabbi! Bunlar benim Ehl-i Beytim ve yakınlarımdır. Onları her türlü pislikten uzak ve tertemiz kıl.)
Ümmü Seleme Acaba ben de onlardan biri miyim ya Resulullah? dedi. Hazret-i Peygamber (s.a.a) ise şöyle buyurdu: (inneki ala hayrin) Sen şüphesiz hayır üzeresin. [11]
Aynı zamanda Kisa ashabının, Mübahele ayetinde işaret edilen aynı beş kişi olduğu da doğrulanmaktadır. Sad bin Vakkasın naklettiği gibi: Bu ayet (Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, çağıralım . ) nazil olduğunda Allah Resulü; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyini (a.s) çağırdı ve şöyle söyledi: Allahım! Bunlar benim Ehl-i Beytimdir. [12]
Vahidi şöyle demiştir: Bu ayet (Mübahele ayeti), şu beş kişinin hakkında nazil olmuştur: Peygamber (s.a.a), Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s). [13]
Muhibb-i Taberi [14] bu konuyla ilgili bir bölüm açmış ve şöyle isimlendirmiştir:
Allahın Kuranda; Ancak ve ancak Allah, ey Ehl-i Beyt, sizden her çeşit pisliği, suçu gidermeyi ve sizi tam bir temizlikle tertemiz hale getirmeyi diler. buyurarak işaret ettiği Ehl-i Beytin; Fatıma, Ali, Hasan ve Hüseyin (a.s) olduğunun açıklanması babı. [15]
Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir. [16]
Zemahşeri şöyle diyor: Rivayet edildiği üzere bu ayet nazil olduğunda Allah Resulüne: Allahın bizim üzerimize muhabbetlerini farz kıldığı yakınların kimlerdir? diye sordular. Peygamber buyurdu: Ali, Fatıma ve onların iki oğludur. [17]
Bu rivayeti Fahr-u Razi de Zemahşeriden nakletmiş ve ardından şöyle söylemiştir: Bu delilden dolayı, adı geçen dört büyük şahsiyetin Peygamberin en yakın akrabaları olduğu doğrulanmaktadır. Bu konunun doğrulanması ise onlara özel olarak fazladan bir saygı gösterilmesini farz kılmaktadır. Bu hususa delil teşkil eden sebepleri şimdi açıklayacağız:
1) Kuran ayeti: Ancak yakınlarıma sevgidir
2) Şüphesiz, Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Fatımayı (s.a) seviyor ve hakkında şöyle buyuruyordu: Fatıma, benim vücudumun bir parçasıdır. Onu inciten, şüphesiz beni incitmiştir. Tevatür olarak doğrulandığı üzere, Hz. Peygamber, Ali, Hasan ve Hüseyini (a.s) de seviyordu. Hazretin onlara sevgisi doğrulandığı takdirde, tüm ümmete de onları sevmek ve onları takip etmek farz olur. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur: O Peygambere inanıp ona saygı gösteren, yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nura uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır. [18] Ayrıca şöyle de buyurmuştur: Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. [19]
3) Hz. Peygamberin ailesine dua etmek ve salavat göndermek, çok yüce bir makamdır. Bundan dolayı, namazların teşehhüdü şu dua ile bitmektedir: Allahumme salli ala Muhammed ve al-i Muhammed. Bu tür bir saygı, Muhammed ailesinden (a.s) başka hiç kimse hakkında yoktur. Tüm bunlar, Muhammed ve Onun ailesini (a.s) sevmenin herkese farz olduğunu göstermektedir. İmam Şafi bu konu hakkında şöyle bir şiir yazmıştır:
Eğer risalet ailesini sevmek Rafızilik ise
Cinler ve insanlar şahit olsunlar ki, ben Rafıziyim. [20]
Allah ve melekleri Peygambere salavat gönderirler, Siz de ey müminler! Ona salavat gönderin. [21] Bu emir herkesin bildiği bir şeydir ve bizler farz ve sünnet namazlarımızda bu vazifeyi yerine getirmekteyiz. Hz. Peygambere salavatın nasıl olması gerektiği sorulduğunda, şöyle buyurmuştur: Deyin ki: Allahım! İbrahime ve ailesine salavat gönderdiğin gibi, Muhammede ve ailesine de salavat gönder. İbrahime ve ailesine bereket verdiğin gibi, Muhammede ve ailesine de bereket ver. [22]
İmam Şafinin bu konu hakkında meşhur olan iki beyti şöyledir:
a- Ey Resulullahın ailesi! Allah sizi sevmeyi farz kılmıştır ve bunu da Kuranda nazil buyurmuştur.
b- Sizin makamınızın büyüklüğünü göstermeye şu yeter ki, her kim namazında size salavat göndermezse onun kıldığı namazın geçerliliği yoktur. [23]
Derken Allahta korumuştur onları, bu günün şerrinden ve yüzlerine bir parlaklık ve gönüllerine bir sevinç vermiştir. Ve sabretmelerine karşılık da mükafatları, cennet ve (oradaki) ipeklerdir. [24]
Tüm Müslümanlar, bu ayetin Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olduğunda ittifak etmişlerdir. Onlar iftar için ayırmış oldukları ekmeklerini miskin, yetim ve esire sadaka vermişlerdir (ve bunun üzerine söz konusu ayet nazil olmuştur). Bu konuyu müfessirlerin bir çoğu kaydetmişlerdir. [25]
Peygamber-i Ekrem, Bu nur, o evlerdedir ki Allah, oralarda adının yüceltilmesine ve anılmasına izin vermiştir... [26] ayeti hakkında Kastedilen hangi evlerdir? diye sorulunca Enbiyanın evleridir. diye buyurmuştur. Ebu Bekir; Ali ve Fatımanın (a.s) evini göstererek: Acaba bu ev onlardan mıdır? diye sorunca Hazret: Bundan da öte bu ev, onların en üstünüdür. diye buyurdu. [27]
Evet, Allah Resulünün kardeşi, insanlardan en çok sevdiği ve tüm Arapın efendisi Ali bin Ebi Talib (a.s); Allah elçisinin vücudunun parçası ve cennet kadınlarının efendisi Fatıma Zehra (s.a) ve Resulün iki güzel kokulu çiçeği, torunları ve cennet gençlerinin efendileri Hasan ve Hüseyini (a.s) içinde barındıran bu ev, nasıl olurda tüm peygamberlerin evlerinden daha üstün olmaz?
En yakın akrabalarını (Allahın azabına karşı) uyar (Şuara/214) ayeti nazil olduğunda Hz. Peygamber (s.a.a) Haşim oğullarından yaklaşık 45 kişiyi yemeğe davet etti. Yemekte Ebu Lehebin yaptığı saygısızlıktan dolayı, uyarıyı akrabalarına iletemedi. Tekrar yemek verdi ve bu defa uyarıyı bildirme imkanı doğdu. Bilinen tarihi sözlerinin sonunda şöyle buyurdu: Öyleyse sizden hangi biriniz bana bu risalet işinde yardım eder, ki böylece sizin aranızda kardeşim, vasim ve halifem olur? Soruya Aliden başka cevap veren olmadı. İkinci ve üçüncü seferlerde yine Ali ayağa kalkıp: Ey Allahın Resulü! Ben bu işte senin yardımcınım dedi. Hz. Peygamber mübarek elini Alinin elinin üstüne koyup şöyle buyurdu: İnne haza ahi ve vasiyyi ve halifeti fikum. Yani: Gerçekten bu, sizin aranızda benim kardeşim, vasim ve halifemdir. [28] Halebinin nakline göre, vezirim ve vasim kelimeleri de cümlede bulunmaktadır.
Daha sonra Haşim oğulları, Alinin babası Ebu Talibe dönüp alaycı bir şekilde O sana, oğluna itaat etmeni emrediyor. demişlerdir. Ne yazık ki, Cerir-i Taberi tarihinde bunu açıkça zikretmiş, ancak tefsirinde ayetin nüzul sebebini açıklarken olayın azametini gölgelemek için şöyle demiştir: Ala haza-l emr Ali en yekune ahi ve keza ve keza yani: Ali bu iş üzerine benim kardeşim ve falan ve filanımdır. Böylece vasim ve halifem kelimelerini zikretmemiştir.
Bu tür oynamalar tarih kitaplarında ve hatta tefsirlerde de sıkça görülmektedir ve günden güne de bu şekil oynamalar artmaktadır. Özellikle zamanımızda eski alimlerin kitapları yeniden basılırken Şianın görüşünü ve Ehl-i Beytin velayetini destekleyen hadisler, mutaassıp araştırmacılar tarafından ortadan kaldırılmakta veya üzerinde oynamalar yapmaktadırlar.
İbni Kesir de Taberinin yolunu devam ettirmiş ve tefsirinde Taberinin tarihi yerine tefsirine müracaat ederek aynı kelimeleri kullanmıştır.
Daha şaşırtıcı olan ise, Dr. Heykelin Hayatu Muhammed adlı kitabında yaptığıdır. O sadece birinci cümleyi (: Öyleyse sizden hangi biriniz bana bu risalet işinde yardım eder, ki böylece sizler arasında, kardeşim, vasim ve halifem olur?) nakletmiş ve Alinin (a.s) ayağa kalktıktan sonraki Hz. Peygamberin buyurduğu (Gerçekten bu, sizin aranızda benim kardeşim, vasim ve halifemdir.) cümlesini hiç aktarmamıştır. Bu kitap, bu eksik hadis ile Mısırda yayınlandığında, mutaassıp çevreler bu hadisi naklettiği için, onu eleştirmiştir. Sonuç olarak Dr. Heykel, insanların rızasını kazanmak için, Allahın rızasını bırakarak kitabının ikinci ve sonraki baskılarında her iki cümleyi tamamen kaldırmıştır.
Sizin veliniz ancak Allah, Resulü ve namaz kılıp rüku halinde zekat veren muminlerdir. (Maide/55)
Bir dilenci mescide gelip yardım istedi. Ancak hiç kimseden bir şey alamayınca Allaha şikayette bulundu. O esnada namaz kılan ve rüku halinde olan Hz. Ali (a.s) parmağını dilenciye göstererek yüzüğü almasını işaret etti. Dilenci yüzüğü alıp gitti. Bu sahneyi gören Hz. Peygamber (s.a.a) ellerini göğe kaldırıp şöyle dedi: Allahım, kardeşim Musa sana: bana ailemden bir vezir ver, kardeşim Harunu; Onunla arkamı kuvvetlendir, onu işime ortak yap (Taha/25-32) diye duada bulundu, sen de: Seni kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve ikinize bir yetki vereceğiz (Kasas/35) diye tevratı indirdin. Allahım, ben de peygamberin Muhammedim, benim de göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, bana da ailemden Aliyi vezir yap ve bununla arkama kuvvet ver dedi. Bu duanın ardından vahiy meleği gelerek Maide 55i tilavet etti.
İbni Abbas, Ammar, Ebu Zerr, Cabir, Ebu Rafi, Enes b. Malik ve Abdullah b. Selame, bu hadisi nüzul sebebine göre nakleden sahabelerdir. [29]
Ehli Sünnet, ayette geçen veli kelimesine dost manasını yüklemekte ve bu ayetin Hz. Alinin (a.s) velayetine delil olamayacağını söylemektedir. Ancak Hz. Peygamberden (s.a.a) gelen bazı hadisler veli kelimesinin önder, rehber, imam, halife vs. manasında geçtiğini desteklemektedir. Örnek olarak Ahmed b. Hanbelin müsnedinde (4. c. 437. s.) ve Hakimin Müstedrekinde (3. c. 111. s.) naklettikleri hadis zikredilebilir. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Aliye (a.s) şöyle buyurmaktadır: Ey Ali! Sen benden sonra tüm müminlerin velisisin. Dikkat edilirse, hadiste geçen benden sonra ibaresi gizlenen gerçeği gün yüzüne çıkarmaktadır. Eğer hadiste geçen veli kelimesinden kastedilen dostluk ve sevgi ise, benden sonra ibaresinin hiçbir manası kalmamaktadır. Zira, Hz. Peygamberin (s.a.a) kastı ben öldükten sonra tüm müminlerin sevgilisisin değildi. Bunu iddia etmek, İslama ters düşmektir. Çünkü İslam müminlerin birbirini her zaman sevmelerini emretmektedir.
Hakikatte, ayette geçen veli kelimesi, Ahzab suresi 6. ayette geçen evla kelimesi ile aynı manadadır. Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: Nebi, müminler üzerinde, kendilerinden ziyade tasarruf ve velayet hakkına sahiptir.
Hz. Peygamberin (s.a.a) bulunduğu makamdan dolayı, ümmet üzerinde bir hakka sahip olduğu şek götürmez bir gerçektir. Hz. Peygamberin (s.a.a) makamını Kuran şöyle açıklamaktadır:
1-Hakimlik makamı: Biz sana kitabı, insanlar arasında Allahın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye bir gerçek olarak indirdik. (Nisa/105)
2-İtaat makamı: Allaha ve Resulüne itaat edin (Nisa/59)
3-Nüfuz makamı: artık onun emirlerine aykırı hareket edenler, bir sığınmaya uğramaktan, yahut da elemli bir azaba düşmekten sakınsınlar. (Nur/63)
Değindiğimiz bazı ayetler, Hz. Peygamberin (s.a.a) velayet ve hükümet makamlarıdır ki bu konularda ümmete söz hakkı düşmemekte ve Hz. Peygamberin (s.a.a) herkesten üstün olduğu anlaşılmaktadır.
Bu konuya dikkat ederek, başlığımız olan ayetin değindiği konu şudur; Allahın, Resulünün ve namaz kılarken rüku halinde zekat veren üçüncü bir şahsın velayeti, gerçekte bir manadadır. Yani Allahın ve Resulünün insanlar üzerinde tasarruf hakkına sahip olmaları demek, gerçekte üçüncü şahsın da bu hakka sahip olması demektir.
Bunların üçünün velayetinin bir olduğuna delil ise, bir sonraki ayettir.
Ve kim, Allahtan, Resulünden ve müminlerden (müminlerden kasıt, rüku halinde zekat verenlerdir) yüz çevirirse, bilsin ki hiç şüphesiz Allah taraftarlarıdır galip gelecek olanlar. (Maide/56)
Bu ayetten anlıyoruz ki; onların velayetini kabul, gerçekte Allahın taraftarlarına katılmaktır ve onların velayetini kabul etmemek ise, Allahın hizbinden ayrılmaktır. Bunun kendisi dahi, veli kelimesinin sevgi ve dostluk manasında olmadığına delildir. Velayeti kabul etmemek aslında, Hizbullah dairesinden çıkmaktır.
[1] Al-i İmran/61.
[2] Sahih-i Müslim, 4:1871/ (32/2404); Sünen-i Tirmizi, 5:225/ 2999; Mesahibus-Sünne, 4:183/ 4795; El Kamilu fit-Tarih, 2:293; Esbabun Nuzuli lil-Vahidi, s.60; Tefsir-i Razi, 8-81; Tefsir-i Zemahşeri 1:368; Tefsir-i Kurtubi, 4:104; Tefsirul-Alusi (Ruhul Meani), 3:188-9; Tefsirun-Nesefi, 1:221; Tefsir-i Ebi es-Sur, 2:46; Tefsir-u Fethil Gadir, eş- Şevkani, 1:347-8; Mealim ut-Tenzilil Bagavi, 1:480; Camiul-Usul, 9:470/6479 ve daha bir çok tefsir kitapları ile Ehli Beytin (a.s) faziletlerini içeren kitaplar.
[3] Mealimut-Tenzil, 1:480.
[4] Tefsir-i Razi, 8:81.
[5] Şöyle söylenilebilir: Peygamber (s.a.a), Bunlar benden ve Aliden daha önceliklidir ve biz ikimiz onlara feda oluruz. fikrini beyan etmek için bu işi yapmıştır. Tıpkı Fatıma Ümmü ebiha ve fedaha ebuha ( Fatıma babasının annesidir ve babası ona feda olsun.) ile Ene min Huseyn (Ben Hüseyindenim.) vb. cümleler ki gerçekte, Eğer Hüseyin ve kıyamı olmasaydı, Fatıma ve masum evlatları olmasaydı; ben, Ali ve Allahın dininden geriye bir şey kalmazdı. ana fikrini taşımaktadır.
[6] Bir sonraki bölümün hadisinde değinilecektir.
[7] Tefsirul-Keşşaf, 1:369-70 (Çok defa kendilerini Ehl-i Beyte feda ederek onları korumak için savaşırken ölen insanlar olduğu görülmüştür. Birkaç satır önce a.g.e.
[8] Arapça mirt, yünden veya kürkten yapılmış elbise demektir. Murahhel ise,söz konusu parçanın üzerine insan şekli ya da başka alametler işlenmiş olduğunda kullanılıyor.
[9] Ahzab/ 33. Sahih-i Müslim, Kitab-u Fezailis-Sahabe 4: 1883/ 2424.
[10] Tefsir-i Fahr-i Razi, Al-i İmran 61 ayetinin devamında, 8:80.
[11] Sünen-i Tirmizi, Kitab ut-Tefsir, 351/3205 ve Kitabul-Menakıb,5:663/3787 ve 669/3871.
[12] Sahih-i Müslim, 4:1871 (32-2404); Sünen-i Tirmizi, 5:638/3724; Mesabihus-Sünne, 4:183/95/47; Camiul-Usul, 9:470; el-İstiab- Haşiye-i el-İsabe- 3:37; Usdul-Gabe, 4:24 ve diğerleri.
[13] Esbabun-Nuzuli Vahidi.
[14] Muhibbuddin-i Ahmed (doğumu hicri 694, miladi 1295) Şeyhul-Harem. Şafi mezhebi fıkıh alimi, hadis ve tarih konularında bilgili. Mekkede doğmuş ve orada ölmüştür. Kitapları: 1- Hülasatus-Seyri fi Ehvali Seyyidil-Beşer. 2- Gayetul-Ahkam fi-l Ehadis vel Ahkam, Elamul-Muncid
[15] Zehairul-Ukba, bu konuyla ilgili bazı hadisleri zikretmiştir 4-21.
Zikredilenlerin haricinde Kisa hadisini nakleden kaynaklar: Müsned-i Ahmed. 4:107 ve 6:292,304; Mesabihus-Sünne, 4:183/4796; el-Müstedrek, 2:416 ve 3:148; el-İhsan bi tertibi sahih-i İbn-i Hebban. 9:61/6937; Seyr-i Elam un-Nubela, 3:283; el-Sevaikul-Muhrika, 11. bab, 1:143. bölüm; el-Hasais-i Nesai, 4 ;Şevahid ut-Tenzil, 2:92/637-774; Usdul-Gabe, 4:29; el-Hasaisul-Kubra-i Suyuti, 2:464; Mecmeuz-Zevaid, 9:167.
[16] Şura/23.
[17] Tefsirul-Keşşaf, 4:219-20. Bu hadis şu kaynaklarda da yer almıştır: Fevazilus Sahabe, 2: 499/1141; Şevahidut Tenzil, 2: 130, çeşitli yollarla es-Sevaikul Muhrika: 11. bab, 1. fasıl: 170, 14. ayet; Tefsir-i Razi, 27: 166, Mecmeuz Zevaid, 5: 168 ve diğer kitaplarda da yer almıştır.
[18] Araf/157.
[19] Nur/63.
[20] Tefsir-i Razi, 27/661.
[21] Ahzap/56.
[22] Sahih-i Buhari, 6:217/291; Tirmizi, 5:359/3220; Bu hadis kaynağa lüzum duyurmayacak kadar meşhurdur.
[23] Savaiku-l Muhrika, 11. bab, 1. fasıl, s. 148
[24] İnsan/11 ve 12.
[25] Zemahşeri, Tefsir-i Keşşaf, 4: 670; Tefsir-i Razi, 30: 243. O ayrıca şöyle demektedir: Vahidi de el-Basit adlı kitabında bunu zikretmiştir; Şevkani, Fethu-l Gadir, 5: 349; Ruhu-l Meani, 29: 157 ve 158; Bağavi, Mealimu-t Tenzil, 5: 498; Tefsir-i Ebu-s Suud, 9: 73; Tefsir-i Beyzavi, 2: 552; Tefsir-i Nesefi, 3: 628; Şeyh İsmail Hakkı, Ruhu-l Beyan, 10: 268da ayrıca bu konuyu geniş bir şekilde araştırmaya tabi tutmuştur.
[26] Nur/36, 37 ve 38.
[27] Durru-l Mensur, bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: İbn-i Merduye, Enes bin Malik ve Bureydeden bunu nakletmiştir; Hakim Şevahidu-t Tenzil, Nur suresinin tefsiri, 567 ve 568. hadiste; Alusi, Ruhu-l Meani, 18: 174te bunu zikretmiştir.
[28] Tarihi Taberi, 2. c. 216. s. Kamilu İbni Esir, 2. c. 24. s. Sireyi Halebi, 1. c. 321. s. Şerhu Şafi-i Kadı İyaz, 3. c. 37. s.
[29] Kenzu-l Ummal, 405. s. 137. hadis. Tefsiri Razi, 12. c. 26. s. Tefsiri Nişaburi, 6. c. 154. s.