Özel naiplerin üçüncüsü Hüseyin b. Ruh Nevbahtîdir. O, Bağdat Şiileri arasında tanınmış bir isim ve Muhammed b. Osman Amrinin güvendiği şahıslardan biriydi.
Muhammed b. Osman ölümünden iki üç yıl önce, Şiilerden humus veya diğer şeri borçlarını bazılarını Hüseyin b. Ruh Nevbahtîye vermelerini istiyordu. Böylece onun Hz. Mehdi aleyhis-selâm tarafından naiplik etmesi için ortamı hazırlıyordu. Bu konuda şüpheye düşenlere de bunun Hz. Mehdi aleyhis-selâm ın emri olduğunu özellikle belirtiyordu.
Bazı rivayetlerden Muhammed b. Osmanın, Hz. Mehdi aleyhis-selâmın emriyle ölümünden iki veya üç yıl önce, Hüseyin b. Ruhu kendisinden sonra İmam Mehdi aleyhis-selâmın naibi olarak Şiilere tanıtmış olduğu anlaşılmaktadır.
Bunun sebebiyse açıktır. Çünkü Hüseyin b. Ruhun güvenilir, emin biri olduğu ve Naipliği hakkında İmamlardan herhangi bir nass gelmemişti. Öte yandan Bağdat naipleri arasında Muhammed b. Osman ile daha fazla irtibatı olan kişiler vardı. Bu sebeple Şiilerin birçoğu Hüseyin b. Ruhun naipliğe seçilebileceğini tasavur etmiyorlardı.
Bu nedenle ikinci naip Muhammed b. Osman, kendisinden sonra onun Hz. Mehdi aleyhis-selâm tarafından naipliğe seçilmiş olduğunu her fırsattan istifade ederek açıklamaya çalışıyordu.
Bu konuyu daha güzel bir şekilde açıklayan hadislere değinmek istiyoruz:
1) Ahmed b. İbrahim, Abdullah b. İbrahim ve Nevbahtî evlatlarından bir grup şöyle nakleder: [1] Muhammed b. Osman ölüm yatağındayken Ebu Ali b. Hemman, Ebu Abdullah b. Muhammed Katib, Ebu Abdullah Baktani, Ebu Sehl İsmail b. Ali Nevbahti, Ebu Abdullah b. Vecna gibi Şiilerin bazı tanınmış isimleri hep birlikte Muhammed b. Osmanın yanına giderek şöyle sordular: Eğer sizin başınıza bir şey gelecek olursa sizden sonra yerinizi kim alacaktır? Muhammed b. Osman: Benden sonra şu Hüseyin b. Ruh b. Ebi Bahr benim yerime oturacak olan ve sizinle İmam-ı Zaman arasında ki sefir, onun güvendiği, itimat ettiği naipdir. Benden sonra ona başvurun ve önemli işlerinizde ona güvenin. Bana bu emredilmiş ve ben de onu iletmiş bulunuyorum.
2) Ebu Ali Muhammed b. Hemmam şöyle rivayet etmekte: Muhammed b. Osman (Allah ondan razı olsun) ölümünden önce Şiilerin ileri gelen büyüklerini toplayarak şöyle dedi: Eğer benim ölümümden sonra, yerime geçecek olan Hüseyin b. Ruh Nevbahtîdir. Ben onu kendi yerime tayin etmekle görevliyim; artık sizler de ona başvurun, işlerinizde ona güvenin. [2]
3) Cafer b. Muteyyil şöyle rivayet eder: Muhammed b. Osmanın (Allah ondan razı olsun) ölümü esnasında onun baş tarafında oturmuştum ve onunla konuşarak soru sormaktaydım; Hüseyin b. Ruh ise onun ayak tarafında oturmuştu. O esnada Muhammed b. Osman bana dönerek şöyle buyurdu: Vasiyetlerimi Hüseyin b. Ruha etmekle görevliyim. Bu sözden sonra ben yerimden kalkarak Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh un elinden tutarak kendi yerime oturttum ve kendim ayak tarafına geçtim.
Ebu-l Abbas b. Nuh şöyle diyor: Ahvazdan Muhammed b. Nefisin kendi hattıyla şöyle yazmış olduğunu gördüm: Kutsal taraftan (Hz. Mehdi tarafından) Hüseyin b. Ruh hakkında gelen ilk tevki şu şekildeydi: Biz onu (Hüseyin b. Ruhu) tanıyoruz yüce Allah tüm iyilikleri ve Rızasını ona tanıtsın ve ona başarılar versin, saadete eriştirsin; onun mektubundan haberimiz vardır; o her yönüyle bizim güvenip, emin bildiğimiz biridir. Onun bizim yanımızda, kendisini mutlu edecek bir makam ve derecesi vardır. Allah nimet ve ihsanını daha bir fazlalaştırsın... [3]
Bu tevki pazar günü Şevval ayının altısı, 305 yılında gelmiştir. Bu tevkiden, naipliğinin ilk dört ayında, Hüseyin b. Ruhun Hz. Mehdi aleyhis-selâm la yazılı irtibat olmadığı anlaşılmaktadır.
Ebu Cafer Amrinin ölümünden ve onun vasiyeti üzerine Hüseyin b. Ruhun Hz. Mehdi aleyhis-selâmın naibi olarak seçilmesinden sonra, Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh Bağdatta bulunan Darun-niyabeye gelerek resmen göreve başladı ve Şianın ileri gelen şahsiyetleri onun etrafına toplandılar. Ebu Caferin hizmetçisi olan Zeka Ebu Caferin asası ve sandığının anahtarı elinde olduğu halde içeri girerek: Ebu Cafer kendisini toprağa verdikten ve siz onun yerine geçtikten sonra bu eşyaları ve içerisinde İmamların mühürleri bulunan bu sandığı size teslim etmemi emretti. dedi.
Hüseyin b. Ruh Bağdattaki on naibi ve öteki şehirlerde bulunan diğer naiplerinin yardımıyla İmam-ı Zaman aleyhis-selâmın naipliği vazifesine başladı. Mantıklı ve akıllı bir program izleyerek kendisini dost ve düşmana kabul ettirdi. Nevbahtî Ailesine yakınlığından ve onların Abbasiler yönetiminde nüfuzları olduğundan, öte yandan Şiiliğe eğilimli olan Fırat Ailesinden bazılarının yüksek devlet kademelerinde bulunduğundan dolayı ilk başlarda devlet engellemeleriyle karşılaşmadı. Öte yandan Muhammed b. Osman ölmeden önce onun kendisinden sonra naip olduğunu birçok yerde vurgulayarak belirttiğinden dolayı Şiiler onun naipliği hakkında en küçük tereddüde kapılmadılar. Bundan dolayıdır ki, onun zamanında, Şelmağaninin dışında, yalan yere naiplik iddiasında bulunanlara rastlamamaktayız.
Hüseyin b. Ruhun İslam beldelerinin birçoğunda halkın kendisiyle irtibatını sağlayacak naipleri vardı. Ahvazda onun milletle irtibatını sağlayan Muhammed b. Nefis bu görevi yapıyordu ki, İmam-ı Zaman aleyhis-selâmın Hüseyin b. Ruhûn hakkındaki ilk tevkii de onun vasıtasıyla yayınlanmıştı. Hüseyin b. Ali Vecna Nuseybinde faaliyet gösteriyordu. Mısırda da bu görevi üstlenen elamanları vardı. Azerbaycanda Kasım b. Ala ve onun yardımcıları Ebu Hamid İmran b. Müflis ve Ebu Ali Hacder, ondan sonra da oğlu Hasan bu görevi yapıyorlardı. Reyde Muhammed b. Cafer Esedi Razi, Belhide ise Muhammed b. Hasan Sayrefi, halkın Hüseyin b. Ruh ile irtibatını sağlıyorlardı. [4]
Önceden de belirtmiş olduğumuz gibi Hüseyin b. Ruhun, Nevbahtî ailesine mensup olmasından dolayı Muktedir zamanında (H. 295- 320) Abbasi yönetiminin saygı duyduğu bir şahıstı.
Onun Abbasi yönetiminin yanındaki saygınlığı büyük ölçüde vezirlerin izlediği politikaya bağlıydı. Güç, halifeden çok vezirlerin elindeydi. Özellikle küçük yaşta hilafete yetişmiş olan Muktedirin döneminde son kararı vezirler vermekteydiler. Bu nedenle vezirlerin değişmesiyle siyasi ortam da değişmekte ve yeni bir siyaset izlenmeye başlanmaktaydı. Bu sebeple Hüseyin b. Ruhun siyasi yaşantısı da değişmekteydi. Bazen açıkça faaliyet gösterir, bazen de gizli çalışmak zorunda kalıyordu. Muktedirin düştüğü zamanlar bile olmuştu. Birinci ve ikinci naibin aksine Şii ve Sünni tarihçiler Hüseyin b. Ruhun hayatını genişçe yazmışlardır.
Merhum İkbal bu konuda şöyle yazıyor:
Hüseyin b. Ruh naipliğe seçildiği günden itibaren, Hamid b. Abbas ın vezirliğine kadar [5] tam bir saygınlıkla Bağdatta yaşamaktaydı. Evi amirlerin, siyasi, içtimai şahsiyetlerin ve azledilmiş vezirlerin gidip geldiği bir yer idi. [6]
Önceden de belirtmiş olduğumuz gibi, Fırat hanedanı onun şahsına ve görüşüne ihtiram gösterdikleri ve İmamiye mezhebinin takipçileri sayıldıkları için bu hanedan iş başında bulunduğu sürece, hiçbir kimse Hüseyin b. Ruhu, ashabını rahatsız etmiyor ve Şiiler ona vermekle görevli oldukları malları dört bir yandan ona getiriyorlardı. Ama Fırat hanedanı Hamid b. Abbas tarafından görevden alınıp mallarını ve kölelerine el konulunca, Hüseyin b. Ruh oldukça zor anlar yaşadı. Bu konuyu ayrıntılarıyla aktaran bir belge elimize ulaşmamıştır. Şu kadarı kesindir ki, üçüncü naip bu tarihten zindandan çıkış tarihi olan 317 yılına kadarki yaşantısı tarihte açıklanmamıştır. Tarihçilerin belirtmiş olduklarından üç noktayı anlamak mümkündür:
1- Hüseyin b. Ruh, Devlet Mahkemesinin kendisinden belli bir mal istemesinden dolayı 312 yılında hapse düştü. Onun hapse düştüğü yılın 312 olduğunu iki yoldan elde etmek mümkündür:
a) Şia rivayetleri, Hüseyin b. Ruhun, 312 yılının zilhicce ayın da Halife Muktedirin zindanında olduğunu bildirmektedir. [7]
b) O hapiste beş yıl kaldı; [8] 317. yılının Muharrem ayında hapisten çıktığına göre [9] 312 yılında hapse düşmüş olmalıdır.
2- Hüseyin b. Ruh bir süre gizli şekilde yaşadı. O bu müddet zarfında İbn-ul Azakır lakabıyla tanınan Ebu Cafer b. Ali Şelmağani yi kendi yerine naip olarak atadı. Şelmağani onunla Şiiler arasında vasıta ve elçi durumundaydı. [10] Anlaşılan onun gizli şekilde yaşaması hapse düşmeden önce başlamış; çünkü bu tarihten önce Şelmağani doğru akide üzerinde bulunmaktaydı ve o zamana kadar sapıp peygamberlik iddiasında bulunmamıştı. Onun doğru yoldan sapması 312 yılına denk gelmektedir ve aynı yılın zilhicce ayında Hüseyin b. Ruh aracılığıyla onu lanetleyen bir tevki gelmiştir. [11]
Hüseyin b. Ruh hapisten çıktıktan sonra, Bağdatta eskiden olduğu gibi izzet ve ihtiram ile Şiilerin işleriyle meşgul oldu. [12] Şiiler yine ellerindeki İmam malını ona veriyorlar ve Nevbahtî ailesine mensup Ebu Yakup İshak b. İsmail (ölm. H. 322), Ebu-l Hüseyin Ali b. Abbas (244-324) ve Ebu Abdullah Hüseyin b. Ali Nevbahtî (ölm. H. 326) devletin önemli makamlarında oldukları için kimse Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruhu zorluğa düşürecek sorunlar çıkaramıyordu. Bu tarihlerde onun evi Bağdat zenginlerinin, saray adamlarının ve eski vezirlerin gidip geldiği bir yer durumundaydı. Hatta bunların bazıları Halifenin ve vezirlerin yanında işlerini yürütebilmek amacıyla Hüseyin b. Ruhtan yardım istemekteydiler.
Örneğin: Ebu Ali b. Mugle (İbn-i Mugle Hicri 316-318 yıllarında Muktedirin veziri idi.) 325 yılında ondan yardım istedi. Hüseyin b. Ruh ise onun işini halletmek amacıyla, İbn-i Raikın veziri olan Ebu Abdullah Hüseyin b. Ali Nevbahtî, ile sohbet etti ve Ebu Abdullah onun sorununu çözdü. [13]
İlk asrın tarihçileri ve hadisçilerinin açıklamalarına göre, Hüseyin b. Ruh asrının en akıllı ve dost düşman arasında en bilgili şahıslardan sayılmaktaydı. Onun naiplik zamanlarında yapmış olduğu ilmi tartışmalar ve sorulan sorulara güzel bir şekilde cevap vermesi o büyük şahsiyetin ilim derecesinin yüceliğini göstermektedir. Onun ilmi makamını açıklayan bazı rivayetleri burada nakletmek istiyoruz.
1- Muhammed b. ibrahim b. İshak Talegani (Allah ona rahmet etsin) şöyle diyor: Ben Şeyh Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruhun yanında, aralarında Ali b. İsa Kasrinin de bulunduğu bir cemaatle birlikte oturmuştuk ki bir şahıs kalkarak Hüseyin b. Ruha hitaben:
-Sizden bir konu hakkında soru sormak istiyorum; dedi.
Hüseyin b. Ruh: İstediğini sor; dedi.
O şahıs: Acaba İmam Hüseyin aleyhis-selâm Allahın velisi miydi? diye sordu.
Hüseyin b. Ruh: Evet; dedi.
O şahıs: Acaba Allahın, düşmanını dostuna musallat etmesi doğru mudur? diye sorunca Hüseyin b. Ruh şöyle cevap verdi: Sana söyleyeceklerimi dikkatle dinleyerek aklına yerleştirmeye bak! Bunu bil ki, yüce Allah insanlarla açık bir şekilde sohbet edip karşı karşıya konuşmaz. Onlara kendilerinden ve onlar gibi beşer olan peygamberleri gönderir. Eğer Allah insanlara kendi türlerinden olmayan peygamberler gönderseydi, onlardan yüz çevirir, sözlerini dinlemezlerdi. Buna rağmen kendi türlerinden olan, onlar gibi yemek yiyip, pazarda dolaşan biri onlara gelince; Sizler de bizim gibi beşersiniz. Sizlerden bir şey kabul etmeyiz. O nedenle öyle bir şey getirin ki, biz onu yapmaktan aciz olalım ve böylece anlayalım ki siz bizlerin göremediği bir şeyler görmektesiniz. dediler. Yüce Allah da onlara, insanların aciz olduğu mucizeler verdi. Onlardan biri (Hz. Nuh aleyhis-selâm) mucizesini tufan ile gösterdi ki, kavmi uyarıp korkuttuktan sonra ve mazeretlerini ortadan kaldırdıktan sonra gerçekleşmiştir. Bu vesile ile hakka baş kaldıranlar suda boğuldu. Diğeriyse (Hz. İbrahim aleyhis-selâm), ateşe atıldı ama, ateş ona soğuk ve selamet oldu. Bir başkası ise (Hz. Salih aleyhis-selâm), sert kayadan bir dişi deve çıkardı ki memelerinden süt akmaktaydı. Bir başkası ise (Hz. Musa aleyhis-selâm ), Allahın izniyle denizi parçalayıp taştan çeşmeler akıttı ve kuru ağaç olan asasını canavara dönüştürdü ve böylece asası sihirbazların tüm sihirlerini yuttu. Bir diğeri (Hz. İsa aleyhis-selâm) kör olarak dünyaya geleni ve abraş hastalığına duçar olanı iyileştirdi ve ölüyü diriltti. İnsanlara evlerinde yemiş oldukları ve depoladıkları şeyleri haber vermekteydi. Onların sonuncusu ise (Peygamberi Ekrem sallâllâhu aleyhi ve alih), Ayı ikiye böldü. Hayvanlar, örneğin deve, kurt vb. onunla sohbet etmekteydiler.
Peygamberler böyle mucizeler getirdiler ve insanlar bu mucizeler karşısında aciz kaldılar. Yüce Allah, lütuf ve hikmetiyle mukadder kıldı ki, böyle mucize ve kudretlere sahip olmalarına rağmen peygamberleri bazen galip, bazen de mağlup oluyorlardı. Bazen zafere ulaşıyor, bazen de yenilgiye uğruyorlardı. Eğer yüce Allah her zaman onları zafere ulaştıracak ve yenilgiye uğratarak imtihan etmeyecek olsaydı insanlar onları ilah edinirlerdi, onların belalara imtihanlara karşı sabırdaki makam ve dereceleri belli olmazdı.
Bu sebeple yüce Allah bu hususta onları da diğer insanlar gibi karar kılmıştır ki, imtihan ve deneme anlarında başarılı olduklarını gösterebilsinler ve düşmanlarına karşı kazanmış oldukları üstünlük ve zaferlerde şükredenlerden olsunlar, her hallerinde tevazu etsinler, itaatsizlik ve zulmedenlerden olmasınlar. Böylece kulları bilsinler ki, onları yaradan bir Allah vardır, bütün işlerin tedbiri Onun elindedir. Böylece Ona ibadet etsinler ve göndermiş olduğu emirlere uysunlar. Bu vesileyle hadlerini aşarak peygamberlik ve ilahlık iddia edenler, keza inat edip Allahın emrini görmezlikten gelerek günaha koşanlar, melekleri ve peygamberlerinin Allah tarafından getirmiş oldukları dini inkar edenler için hüccet tamamlanmış, bahane yolları kapanmış ve sonuçta iyiyle kötü ortaya çıkmış olsun. Fakat helak olanın, apaçık bir delil görerek helak olması, diri kalanın da gene apaçık bir delil görerek diri kalması için Allah, olacak bir işi yerine getirmek üzere bunu böyle yaptı ve şüphe yok ki Allah, mutlaka her şeyi duyar, bilir. [14]
Muhammed b. İbrahim b. İshak diyor ki: Ertesi gün Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruhun yanına gittim; içimden kendi kendime: Acaba o, dün söylediklerini kendisinden mi söylüyordu? diyordum. O esnada Hüseyin b. Ruhun bana hitaben: Ey Muhammed b. İbrahim! Ben gökten düşerek uçan kuşların yemi olmayı veya kasırgalara maruz kalmayı, Allahın dini hakkında kendi yanımdan bir şey söylemeye tercih ederim! Bu sözler başka bir yerden kaynaklanmaktadır, Allahın Hücceti olan İmam-ı Zamandan işittim. [15]
2- Türk Herevi olarak tanınan kelam alimlerinden biri, Hüseyin b. Ruha şöyle sordu: Peygamber-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve alih in kaç kızı vardı? Hüseyin b. Ruh: dört diye cevap verdi.
-Bunlardan hangisi daha faziletliydi?
-Fatıma selâmullahi aleyha
-Niçin o? Oysa o kızların en küçüğü, dolayısıyla da Peygamberle en az birlikte olanıydı?
-Fatıma selâmullahi aleyhanın daha faziletli olmasının sebebi, onun iki özelliğindendi. Birincisi, Peygamberden miras alan oydu. İkincisi, Peygamberi Ekremin soyu onun vasıtasıyla devam etmiştir. Yüce Allahın bunu ona vermesinin sebebi, Fatıma selâmullahi aleyhanın ne kadar halis ve temiz olduğunu bilmesindendir.
Türk Herevi şöyle belirtmektedir: Bu konuyu Hüseyin b. Ruh gibi özet ve açık bir şekilde açıklayan kimse görmedim.
Naiplerin faaliyetlerinden biri de, Şiilerin onların naipliği hakkındaki şüphelerini gidermeye yönelikti. Bu da bazı sırları, alametleri açıklamak ve delil talebinde bulunanlara Hz. Mehdi aleyhis-selâm tarafından açık deliller göstermekten başka bir yolla mümkün değildi. Üçüncü naip Hüseyin b. Ruh da bu kaideden müstesna değildi. Bu hususta kaynaklarımızda birçok kıssalar vardır. Örnek olarak birkaçını burada aktarıyoruz.
1- Hüseyin b. Ali b. Babevey (Şeyh Sadukun kardeşi) şöyle nakletmektedir:
Karamitenin hacılara saldırdığı yılda (H. 311) Kum ahalisinden bir grup bana şöyle anlattılar: Babam (Ali b. Babevey) Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruha bir mektup yazarak hacca gitmesi için Hz. Mehdi aleyhis-selâm dan izin almasını istedi. İmamdan şöyle emir geldi: Bu yıl hacca gitme! Babam ikinci bir mektup yazarak Haccımız farz olduğu halde erteleyebilir miyiz? diye sordu. Cevaben: Eğer gitme mecburiyetinde isen son giden kervanla git.
Babam en son kervanla gittiği için saldırıya maruz kalmadı, ama diğer kervanlarda bulunanların tümü öldürüldü. [16]
2- Ebu Cafer Muhammed b. Ali Esved şöyle nakletmektedir: Muhammed b. Osman Amrinin ölümünden sonra Ali b. Hüseyin b. Musa Babaveyh (Şeyh Sadukun babası) benden Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruha Hz. Mehdi aleyhis-selâmdan ona (Ali b. Babeveyhe) çocuğu olması için dua etmesini istemesini söylememi istedi. Ben, Ali b. Hüseynin ricasını Hüseyin b. Ruha ilettim. O da durumu İmam aleyhis-selâma arz etti. Üç gün sonra Hz. Mehdi aleyhis- selâm ın Ali b. Babeveye dua ettiğini ve kısa zamanda Yüce Allahın ona insanlara faydalı olacak erkek bir çocuk vereceğini ve ondan sonra da başka evlatlarının olacağını bana haber verdi. Ebu Cafer Muhammed b. Esved şöyle diyor: Hüseyin b. Ruhtan İmamın benim hakkımda da böyle bir duada bulunmasını istedim, ama o benim ricamı kabul etmeyerek şöyle dedi: Bu isteğin mümkün değildir. Bu olaydan sonra bir yıl geçmeden Ali b. Babeveyhin oğlu Muhammed (Şeyh Saduk) ve ondan sonra ise diğer evlatları dünyaya geldi; ama bana evlat nasip olmadı. Şeyh Saduk Ebu Cafer b. Babeveyh şöyle belirtmekte: Ebu Cafer Muhammd b. Ali Esved benim Muhammed b. Hasan b. Ahmed b. Velidin ders toplantılarına gittiğimi ve ilmi kitapları okumaya karşı aşırı ilgim olduğunu gördüğü her defasında şöyle diyordu: Senin ilme karşı böyle büyük bir ilgi göstermen şaşılacak bir şey değildir; sen Hz. Mehdi nin duasıyla dünyaya gelmişsin. [17]
3- Ebu Ali Bağdadi olarak tanınan Hüseyin b. Ali b. Muhammed Kummi şöyle demekte: İbni Cavşir diye tanınan bir şahıs Buharada bana on külçe altın vererek onu Bağdatta Şeyh Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruha vermemi istedi, ben de onları alarak yola koyuldum Amviye [18] şehrine yetiştiğim zaman onlardan birini, farkında olmadan kaybettim. Bağdata ulaştığım zaman onları teslim etmek için çıkardığımda onlardan birinin kaybolduğunu fark ettim. Gidip aynı ağırlıkta bir külçe altın aldım ve öteki dokuz külçeyle birlikte Hüseyin b. Ruha götürdüm; önüne koyduğumda Hüseyin b. Ruh eliyle benim aldığım altın külçeyi göstererek şöyle buyurdu: Kendi aldığın o külçeyi kaldır. Zira kaybetmiş olduğun o külçe bize ulaştı. sonra onu çıkararak bana gösterdi; gördüm ki gerçekten de benim kaybettiğim külçedir.
4- Ebu-l Abbas b. Nuh, Ebu Abdullah Hüseyin b. Muhammed b. Sure Kummiden şöyle rivayet etmektedir: Serve isminde abid birini Ahvazda gördüm. Nereli olduğunu unutmuşum. O şöyle diyordu: Ben dilsizdim, asla konuşamıyordum. Babam ve amcam üç dört yaşlarımda beni Şeyh Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruhun yanına götürdüler ve ondan dilimin açılması için Hz. Mehdi den duada bulunmasını rica etmesini istediler. Hüsyin b. Ruh: Sizin İmam Hüseyin aleyhis-selâmın haremine (Kerbelaya) gitmeniz emrolundu. dedi. Ben, babam ve amcam Kerbelaya gittik, ziyaret guslü alarak ziyarete gittik. Ziyaret esnasında babam ve amcam Server! diye beni çağırdılar; ben de evet diye cevap verdim. Babam; Allah aşkına, sen konuşuyor musun dedi. Ben de, Evet, konuşuyorum dedim. [19]
Bizim itikadımıza göre Hz. Mehdi aleyhis-selâmın özel naipleri ki onlardan biri de Hüseyin b. Ruhtur, İmamla aracısız olarak irtibat içerisindeydiler ve İmamın izniyle, bazı maslahatlardan dolayı, birtakım gizli şeylerden haber vermelerinin hiçbir sakıncası yoktur.
Hüseyin b. Ruh, Ebu Cafer Muhammed b. Osman Amrinin vefatı Hicri 305 yılında Hz. Mehdi tarafından naipliğe tayin olundu ve Hicri 326 yılında açıklayacağımız gibi dünyadan göçtü. Buna göre onun naipliği yirmi bir yıl sürmüştür. Kabrinin Bağdatta olduğu kesindir, ama Bağdatın neresinde olduğu hususunda ihtilaf vardır. Şeyh Tusinin naklettiğine göre, kabri Nevbahtîya da bulunmaktadır ve Nevbahtî de naklolunan alametlere göre Bağdatın batısında olmalıdır. Ama günümüzde Bağdatın doğusunda bulunan kabrin nişaneleri Hüseyin b. Ruhun kabrinin nişanelerine daha çok benzemektedir. [20]
Hüseyin b. Ruhun naiplik döneminde ona karşı çıkanlardan biri, Ebi-l Azakır diye tanınan Ebu Cafer Muhammed b. Ali Şelma-ğanidir. O Şelmağan köyüne mensuptur. (El kelam , c. 8, s. 290; Mucemul Edab , c. 1, s. 235; El Bab , c. 2, s. 206) O ilk önceleri Şianın ileri gelen alimlerinden ve yakın ashaptan biriydi (Rical-i Necaşi , c. 2, s. 235) ve Bağdatın katiplerindendi (Mucemu Edba , c. 1, s. 235) ve birçok kitap yazmıştır. İlk başta Hüseyn b. Ruhtan emir alan Şelmağani bir müddet sonra kıskançlık yüzünden doğru yoldan sapıp mezhep değiştirdi. Onun yüzünden bir çok insan doğru yoldan saptılar (El fihrist, s. 305; Rical el necaşi, c. 2, s. 293-294). Şeyh Tusi Fihrist isimli kitabında şöyle yazmaktadır: Muhammed b. Ali Şelmağani Mekeni Ebu Cafer ve İbnil Ezakır olarak tanınır, oldukça fazla rivayet ve kitapları vardır, başlangıçta hak yolu seçmişti sonra onu bırakarak saçma sapan sözler konuşmaya başladı, öyle ki Bağdatın halifesi onu tutuklayarak dara astırdı. Necaşi Ricalinde belirtmektedir ki ibnul Ezakir olarak tanınmış olan Ebu Cafer Muhammed b. Ali Şelmeğani bizim büyük alimlerimizden sayılmaktaydı. Ama Hüseyin b. Ruha karşı duymuş olduğu aşırı kin ve kıskançlık onun hak olan Şia mezhebini bırakarak yanlış bir mezhebe yönelmesine sebep oldu. Akıbeti öyle bir yere ulaştı ki onun hakkında Hz. Mehdi aleyhis-selâm tarafından lanet fermanı yayınlandı. Zamanın halifesi de onu öldürerek dara astırdı. Şelmağaniyi lanetleyen ferman Hz. Mehdi aleyhis-selâm tarafından 312 Hicri yılında Hüseyin b. Ruha gönderildi. Hüseyin kendisi Abbası halifesi olan Muktedirin evinde hapis olduğu için bu ferman Ebu Ali Muhammed b. Hemama gönderdi. Hüseyin b. Ruh düşmanların elinde zindanda olduğu için Hz. Mehdi aleyhis-selâm a bir mektup yazdı ve fermanı yayınlamamak için izin istedi. Ama İmam, fermanın yayınlanma emrini verdi ve kimseden korkmamalarını istedi, ayrıca o kısa bir zamandan sonra serbest bırakılacağı müjdesini de Hüseyin b. Ruha verdi. [21]
(El ihticac, c. 2, s. 474- 475; El geybe, s. 410)
(Allah senin ömrünü uzun ve iyiliklerin sırlarını sana inayet etsin.) Dinlerine ve bağlılıklarına mutmain olduğun kimselere İlan et ki Şelmağani olarak meşhur olmuş olan Muhammed b. Ali, Mürtet olup İslam dininden çıkmıştır kafir olmuştur ve öyle şeyler iddia etmektedir ki, Allahı inkarı gerektiriyor, Allaha yalan ve iftira atmaktadır, büyük günaha düşmüştür. Allahtan yüz çevirmiştir, yalancıdır ve büyük bir sapıklığa düşerek Allahın rahmetinden ayrılıp büyük bir zarara uğramıştır.
Allah ve onun peygamberinin huzurunda (Şelmağaniden ) ilişkimizi kesip ondan uzak olduğumuzu ilan etmekteyiz; ona lanet etmekteyiz; açıkta ve gizlide, her yerde ve her zaman Allahın laneti onun takipçilerinin ve destekçilerinin üzerine ve bu açıklamayı duyduktan sonra yine de onunla ilişkide bulunanlara olsun.
Bu sebeple onlara (tüm Şiaya) haber ver ki, biz onunla dostluğu kesip ondan uzaklaşmış bulunmaktayız. Şerii Nemiri, Hilali ve Bilali vb. den uzak olduğumuzu bildirdiğimiz gibi ondan da uzağız ve biz Allahın sünnetlerine razıyız.
Allaha güvenip ondan yardım diliyoruz o her işte bize yardımcı olarak yeterlidir ve en güzel koruyucudur . Ebu Ali Muhammed b. Hamam, bu fermanı alıp Şianın tüm Şeyhlerini ve büyüklerini davet ederek onlara okudu sonra onun aynısını yazarak diğer şehirlere gönderdi. Böylece her kes ona lanet okuyarak ondan uzaklaştılar.
Şelmağaninin davası ve akidesi tam belli değildir; çünkü ondan ve takipçilerinden bize bir kaynak eser ulaşmamıştır. Şu bir gerçektir ki, Şelmağani de aynen Hüseyin b. Mensur Hallac gibi Hulula inanıyordu ve onun bir çok akaidi Hallacın akaidinden farksızdı. Şelmağani bu yönden Hallacın yolunu takip etmekteydi ve Hüseyin b. Ruh açık ve kesin bir şekilde onun Hallacın sözüne uyduğunu belirtmektedir. [22]
Şelmağaninin akaidini şu bir kaç maddede özetlemek mümkündür:
1- Allah her şeyde, o şeyin kapasitesine göre ona hulul etmede ve Şelmağani öyle bir kimsedir ki Allahın tüm ruhu ona yerleşmiştir. Çünkü Şelmağani bu konuda Mesihe ve Hallaca benziyor; onu Ruhul kudus, (el Fireku bey nul Firek, s. 265; Asa rul Bagiye, s. 214), Mesih (Mucemul Adab, c. 1, s. 243) ve Hallac (Mucemul Adab, c. 1, s. 235; Elgeybe, s. 405) diye anılmıştır.
2- Onun Akidesine göre Melekler nefsin dizginini eline geçirip hakkı tanıyıp gören kimselerdir. Cennet onları tanıyıp ve onların mezhebine göre hareket etmektir. Cehennemse o topluluğu tanımayan ve onların yolundan dönenlerindir.
3- Azagirye Namazı, orucu ve boy aptesini terk etmeye inanıyor ve tüm kadınları kendilerine helal bilirlerdi.
4- Şelmağaninin önemli inançlarından biri de onun zıtta (karşıta), inanışıydı. Yani o iddia etmekteydi ki, Allah kendi zıttını yani şeytanı yarattı ki onun vasıtasıyla Allaha karşı çıkanlar belli olsun ve hatta Şelmeğaniye göre Zıtların makamları evliyaların makamından daha yücedir. Çünkü zıtlar vasıtasıyla evliyaların makamı anlaşılır.
Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh, Şelmağaniyi lanetleyen ilanı açıkladıktan sonra bu ilan her tarafta şöhret buldu, millet ondan uzaklaşmaya başladı ve böylece tüm Şiiler ondan sakındılar, artık hile ve kurnazlıklarına devam edemez oldu. Çok geçmeden El Razı billahın emriyle tutuklanarak öldürüldü böylece Şiiler onun şerrinden kurtuldular. [23]
[1] - el-Gaybet, s. 371, hadis: 342; Biharûl-envar , c. 51, s. 355.
[2] - el-Gaybet, s. 371, hadis: 341; Biharûl-envar , c. 51, s. 355
[3] - el-Gaybet, s. 372, hadis: 314.
[4] - Tarihi Siyasiyi Gaybeti İmamı Devazdehum, s.196-198.
[5] - Cemadiul Ahîrdan 305 ta Rebi ul Ahır 311 .
[6] - Bu konu Tarihi islâmı zehebide Havedis ve vifayat, s.m 321-330; Seyrul Elamul Nebaî, c. 15, s. 222; el-Vefa Bil vefayet, c. 23666-367da nalk olunmuştur.
[7] - el Gaybet, s. 410.
[8] - Onun beş yıl hapiste kalmasını zehbi ve diğerleri zikretmişlerdir. Bkz. Tarihi İslâm, H. 221-330 olayları, s. 190; el-Vafi bi-l vafeyat, c. 12, s. 366-367.
[9] - Siretu Tarih-ut Taberi, s. 98.
[10] - el Gaybet, s. 303. Hadis: 256.
[11] - el Gaybet, s. 410.
[12] - Tarihi islam zehebi havedis ve vafiyat 321- 330 h-p 190. sayfa.Elvafi bil vafiyat 12. cilt 366- 367. sayfalar.
[13] - Ahbar-ur Razi Billah ve-l Muttaki Lillah Min Kitab-il Evrak, s. 87.
[14] - Enfal/42.
[15] - el-Gaybet, s. 324, hadis: 293; İsbatul Hudat,c. 1, s. 117, hadis: 168; Kemal-ud Din, c. 2, s. 507, hadis: 37.
[16] - el-Gaybet, hadis: 270; Biharul-envar, c. 51, s.293, hadis: 1.
[17] - el-Gaybet, s. 320, hadis: 266; Kemal-ud Din, c. 2,s. 502, hadis 31, Babu tugiat; Biharul-envar, c. 51, s. 335.
[18] - Tebristan bir şehrin ismi Kemal-ud Din, s. 518, dipnot.
[19] - El-Gaybet, s. 309, hadis: 262; Bihar-ul Envar, c.51, s. 325..
[20] - Tarih-i Siyasi-yi Gaybeti İmam-ı Devezdehum , s. 209, 82. dipnotunda; Ayan-uş Şia , c. 6, s. 21
[21] - el-Gaybet, s. 410.
[22] - el-Gaybet, s. 405.
[23] - el-Gaybet, s. 406 ve 412.