|
“Ey Müslümanlar! Aranızda benimle savaşacak kimse
yok mu?” diye feryat ediyor, Müslümanlardan karşısına çıkan birinin olmadığını
görünce daha da küstahlaşıyordu. Hatta İslam diniyle alay edecek kadar küçülerek
Müslümanlara kahkaha altında kaba bir sesle şöyle sesleniyordu:
“ ‘Bizim ölülerimiz cennete,
müşriklerin ölüleri de cehenneme gidecek’ diyen sizler değil misiniz?’ İçinizde
yok mu öyle biri? Onu cennete göndereyim; ya da o beni cehenneme göndersin?”
Bu sözleri yetmiyormuş gibi,
bir taraftan da Müslümanları tahkir eden beyitler dizeliyordu:
“Benimle savaşacak yok mu diye,
Bağırmaktan boğazım patladı!
Şu anda öyle bir yerde duruyorum ki,
Kahramancıklar (bulunduğum yerde) durmaktan korkarlar
Şüphesiz ki yiğit insanların cesareti
En güzel ödevlerindendir...”
Amr b. Abduved’in yakışıksız narasından haberdar olan Peygamber-i Ekrem
(s.a.a), İslam askerlerinden birinin, Müslümanları onun şerrinden kurtarması
için emir verdi. Ancak her zor işte olduğu gibi Hz. Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın
dışında kimse böyle zor bir görevi kabul etmedi. Resulullah (s.a.a), Hz. Ali
(a.s) gönüllü olarak ileri çıktığında nasihatte bulundu ve kendisine hayatî bir
olayda taktikler verdi.
“Karşında çarpışacak
kimsenin, Amr b. Abduved olduğunu unutma ve...”
Hz. Ali (a.s) ise,
fedakârlığını ve cesaretini bir kez daha tescil etme fırsatı bulmuş ve hiç
düşünmeden şöyle seslenmişti: “Ben savaşa hazırım, karşımdaki Amr bile olsa...”
Bunun üzerine Peygamber
(s.a.a) ona yakınına gelmesini buyurdu. Kendi sarığını başına sarıp özel kılıcı
Zülfikâr’ı verdikten sonra onun için şöyle duada bulundu: “Allah’ım! Bedir’de
(amcam oğlu) Ubeyde b. Haris’i, Uhud’da (amcam) Hamza’yı benden aldın. Şimdi
ise Ali b. Ebu Talip meydanda. Rabbim, beni tek başıma bırakma ve onu önden,
arkadan, sağdan, soldan, yukarıdan ve aşağıdan koru.”
Hz. Ali (a.s) hızla savaş
meydanına doğru ilerleyerek heybetiyle yerini aldı. Hz. Ali (a.s) bir taraftan
müthiş görkemiyle, diğer taraftan da fasih ve akıcı diliyle Amr b. Abduved’in rengini
değiştirecek şiddette şiirler okuyordu.
“Acele etme! Davetine karşılık veren
Cesur adam meydana geldi
Öyle biri ki, temiz niyetli ve basiretlidir
Doğruluğu, galip insanı kurtuluşa erdirir
Ağıt yakanların, feryatlarını cenazenin baş ucunda
Yükselteceğime
inanıyorum
Öyle bir darbe indireceğim ki,
Yankısı savaş meydanlarında kalacak
Ve her yerde yayılacaktır.”
Resulullah (s.a.a)’ın
Hz. Ali (a.s)’ı kendinden emin bir şekilde
meydanda görmesi, nurlu gözlerine ışık getirmiş ve ümitli bir ifadeyle tarihe
kaydedilecek meşhur cümlesini işte böyle bir anda sahabelerine söylemişti:
“İmanın bütünüyle şirkin bütünü karşı karşıyadır.”[1]
Hz. Ali (a.s) ile Amr b.
Abduved arasında kısa ama hararetli bir konuşma geçmesi, iki Arap pehlivanının
mücadelesinin ne denli zor geçeceğinin habercisiydi.
Amr, karşısına geçmeye
cesaret edenin Hz. Ali (a.s) olduğunu fark ettiğinde kendisini bu işten
alıkoyacak cümleler sarf ediyordu:
“Ey Ali! Amcaların arasında
sen pek de naçiz bir savaşçısın. Müslümanlar arasında senden büyük başka bir
kimse yok muydu? Ağzından süt kokusu gelmekteyken, kendini aslanın pençesine
niye atıyorsun?...”
Hz. Ali (a.s) ise, beklemeden küstah Amr b. Abduved’e cevabını verdi:
“Ey Amr! Boş konuşuyorsun. Ölümün benim elimden olacak ve toprağı senin kanınla
boyayacağım.”
Ve dövüş başlamıştı... Atağa
ilk olarak kalkan Amr bin Abduved idi. O, kılıcıyla Hz. Ali (a.s)’ın başına
büyük bir darbe indirmek istese de, İmam savaş mahareti ve çevikliğiyle bu ağır
darbeyi atlatmıştı. Ne var ki, Amr’ın darbesi öyle ağır ve şiddetliydi ki,
imamın zırhını ikiye bölmüş, başını yaralamıştı.
Hz. Ali (a.s) ise, hiç beklemeden kendine özgü bir taktikle çatal kılıç
Zülfikar’ı, Amr’ın atının ayaklarına doğru kuvvetlice savurdu. Beklemedik hamle
karşısında atı sendelemiş ve kendisini yerde bulmuştu. Koca gövdesiyle yere
yığılıp kalmıştı.
Bu sırada, savaş meydanını büyük bir toz bulutu kaplamış, her iki
tarafın askerleri de sesli düşünmeye başlamışlardı. Bir taraftan Amr b. Abduved
gibi Arapların en büyük pehlivanı, diğer taraftan da düşmanlarını iki darbeye
fırsat kalmadan tek darbeyle öldüren Hz. Ali (a.s). Her iki taraf da bu
çarpışmanın, savaşın kaderini etkileyeceğini düşündüklerinde bakışları daha da
keskinleşiyor, eller gökyüzüne duaya kalkıyordu.
Toz bulutu içerisinde
yapılan kıyasıya mücadelede kimin üstünlük sağladığı belli olmazken, münafıklar
Amr’ın, kendilerine en büyük engel gördükleri Hz. Ali (a.s)’ı öldürdüğü hissine
kapılmışlardı. Onların bu zanları, Hz. Ali (a.s)’ın tekbir sesine dek sürdü.
Zira Hz. Ali (a.s)’ın tekbir nidası, zaferin de habercisiydi.
Hz. Ali (a.s), toz bulutu
içerisinde mübarek alnından süzülen kan damlaları ve ince bir tebessüm ile ağır
ağır İslam Peygamberi’ne doğru gelirken, Müslümanlar Şah-ı Merdan’ı tekbir
nidalarıyla karşılıyorlardı.
Toz yığını yavaş yavaş kalkarken, Amr’ın başsız bedeni meydanın orta
yerinde gözükür olmuştu. Müslümanlar akıllardan silinmeyecek bu tabloyu
görmelerinden sonra, yüzlerindeki cesaret çizgileri daha da belirginleşmiş,
ifadeleri daha da sertleşmişti.
Şirk ordusu tarafındaysa, meşhur kahramanlarının cansız bedenini
görmelerinden sonra ürpertici bir sessizlik hâkim olmuş, Mekke’den Medine’ye
dek süren sevinç ve haykırışları, yerini gözle görülen tedirginliğe ve endişeli
bakışlara bırakmıştı.
Hz. Ali (a.s), müşrikleri bir kez daha ümitsizliğe ve manevî çöküntüye
mahkûm etmişti. Mutlak zafer parolasıyla gelen müşrikler, Amr’ın öldürüleceğini
hiç de hesap etmemişlerdi. Arapların meşhur pehlivanının ölümü, şirk ordusuna
telâfisi mümkün olmayan bir darbe indirmiş, ümitlerini boşa çıkarmıştı.
Bu zaferden dolayı sevincini
izhar eden Resulullah (s.a.a) Hz. Ali (a.s)’a hitaben şöyle buyurdu: “Senin bu
zaferin, Muhammed ümmetinin amellerinin tümüyle kıyas edildiğinde, şüphesiz
senin bu müthiş zaferin ağır gelecektir. Çünkü Amr’ın öldürülmesiyle, zilletin
girmediği müşrik evi ve izzetin girmediği Müslüman evi kalmamıştır.”[2]
Ehl-i Sünnet alimlerinden
Hâkim-i Nişaburî bu sözü başka bir tabirle şöyle naklediyor: “Ali b. Ebu
Talib’in Hendek günü, Amr b. Ahduved ile yaptığı savaş, ümmetimin kıyamete
kadar yapacağı amellerden daha üstündür.”[3]
Müşriklerin, Amr b. Abduved’in gölgesinde İslam’ı yok etme hedefiyle
Medine sınırlarına kadar gelmeleri ve bitmez tükenmez ısrarlarının son bulması,
yukarıdaki tarihî sözün hikmetini ortaya koymaya yetecektir. Diğer taraftan bu
hadisenin gerçekleştiği zaman diliminde, İslam’ın yeni filizlenen bir din
olması ve içinde barındırdığı münafıkların sinsi planlarının gerçekleşememesi,
bu zaferin ne denli öneme sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Hz. Ali (a.s)’ın hem
Peygamber’in hayatı içerisinde, hem hayatından sonra defalarca İslam dinini yok
olmaktan kurtardığını, böylelikle tarihî bir seyirle incelemiş olduk.
Peygamber’in Medine’ye hicret ettiğinde ölüm yatağında yatan, Bedir’de
müşriklerin büyüklerini öldürerek şimşekleri üstünde toplayan, Uhud’da
Müslümanlar müşriklerin çemberi altında kalmasıyla firar ederken Peygamber’in
yanından ayrılmayıp, kendisini ona siper eden, Hayber’de Yahudilerin geçit
vermez kalesini fetheden ve kapısını zırh olarak kullanan ondan başkası
değildi. Onun fedakârlık ve kahramanlıkları, ormanlar kalem, okyanuslar
mürekkep olsa yazmakla bitmez, bitirilemez...