|
Ne ilginçtir ki, Ehl-i
Sünnet’in önde gelen müfessirlerinden Kurtubî, kendi tefsirinde bu ayeti tefsir
ederken, Mucahid ve Katade’nin, ayette geçen “imamlar”dan maksadın, insanın kendine önder kabul ettiği liderler
olduğunu, hak ehlinin kıyamet günü peygamberlerinin önderliğinde ayağa kalkarak
amel defterlerini sağ ellerinden alacaklarını ve batıl ehlinin de dalâlet
liderlerinin önderliğinde ayağa kalkarak amel defterlerini sol ellerinden
alacaklarına dair görüşlerini naklettikten sonra Hz. Ali (a.s)’ın da; “Ayette
geçen ‘imamlar’dan maksat, her asrın imamıdır.” buyurduğunu kaydetmiş, sonra da
Hz. Ali’nin Allah Resulü’nden naklettiği şu hadise yer vermiştir: Allah Resulü buyurmuştur
ki:
“Kıyamet günü herkes kendi zamanının imamı, Rabbinin kitabı ve
peygamberinin sünneti ile çağrılacak ve denilecek ki: ‘İbrahim’in takipçilerini
getirin, Musa’nin takipçilerini getirin, İsa’nın takipçilerini getirin ve
Muhammed’in takipçilerini getirin.’ Böylece hak ehli ayağa kalkacak ve amel
defterlerini sağ ellerinden alacaklar. Sonra; ‘Şeytanın takipçilerini ve sapık
önderlerin takipçilerini getirin.’ denilecektir. Evet imam, ya hidayet imamı
olur, ya da sapıklık imamı.” [3]
Bu gerçeği ortaya koyan diğer
bir ayet de Allah Tealâ’nın; “Yarattıklarımız
içerisinde bir topluluk vardır ki, hak ile hidayet eder ve onunla hükmederler.”[4]
ayetidir.
Bu ayet-i kerime, her zaman
için insanlar içerisinde hak üzere olup hakka hidayet eden ve hak ile hükmeden
masum önderlerin var olduğunu ve var olmaya devam edeceğini açıkça ortaya
koymaktadır. Nitekim Ehl-i Sünnet’in önde gelen müfessirlerinden Fahr-i Razî de
bu ayetin tefsirinde Cübaî’den naklen der ki: “Bu ayet, yeryüzünün hiçbir zaman
hak üzere olup hak ile amel eden ve hak ile hükmeden kimselerden boş
olmayacağını ve onların hiçbir zaman batıl üzere birleşmeyeceklerini göstermektedir...”[5]
Fahr-i Razî, Allah
Tealâ’nın; “O gün her ümmetten bir
kişiyi onlara şahit tutarız; seni de bunlara şahit getiririz...”[6]
ayetinin tefsirinde de der ki:
“Yeryüzünde var olan her topluluk içerisinde ve her asırda onlara şahitlik
yapacak biri olmalıdır. Allah Resulü’nün asrındaki şahide gelince o, Allah
Tealâ’nın; “Böylece sizi insanlara şahit
olmanız için orta bir ümmet kıldık, Peygamber de size şahittir...”[7]
ayetinin mucibince Resul’ün kendisidir. Allah Resulü’nün zamanından sonra da
her zaman için bir şahidin var olması gerektiği ispatlanmıştır. Bu, hiçbir
asrın insanlara tanıklık edecek bir şahitten hali olmadığı sonucunu doğurur. Bu
şahit de caiz’ül-hata olmamalıdır. Aksi takdirde onun kendisi de başka bir
şahide muhtaç olur ve bu sonsuza kadar teselsül edip gider. Teselsül ise
batıldır. O hâlde, her asırda sözleriyle hücceti tamamlayan bir topluluğun var
olduğu sabit olmuştur...”[8]
Sonuç olarak
naklettiğimiz bu ayet ve hadisler, her zaman ve asırda insanların tanıyıp itaat
etmesi gereken masum önderlerin var olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Allah
Resulü de; “Zamanının imamını tanımadan veya boynunda biat olmadan ölen, cahiliye ölümü
ile ölür.” buyururken mutlaka böyle bir imamı kastetmiştir. Yoksa Allah
Resulü’nün, insanlara zamanın imamı olarak diktatör sultanları ve zalim
yöneticileri tanıyıp onlara biat etmelerini söylemesi ve onları tanımayıp
onlara biat etmeyenlerin cahiliye ölümü ile öleceklerini buyurması düşünülemez;
böyle bir şeyi düşünmek küfür ve inançsızlık olur.
Kısacası; zalim
yöneticileri tanımamak ve onlara biat etmemek, ne cahiliye ölümüyle ölme
sonucunu doğurabilir, ne de ahirette kör ve şaşkın olarak haşr olmayı. Aksine,
onlara gönül vermek ve onlara biat ederek yaptıkları mezalime katkıda bulunmak,
böyle bir sonuç doğurabilir. O hâlde, tanınması ve biat edilmesi farz olan
imam, Allah Resulü’nün; “Benden sonra
hepsi Kureyş'ten olan on iki halife gelecektir.”[9],
“Kureyş'ten on iki halife oldukça bu din,
düşmanlarına karşı hep muzaffer olacak ve hiçbir muhalif ve münafık ona zarar
veremeyecektir.”[10], “Benden sonra halifelerin sayısı, İsrail
oğullarının reisleri gibi, on ikidir.”[11],
“Benden sonra imamların sayısı, İsrail
oğullarının reisleri ve İsa’nın havarîleri gibi, on ikidir.”[12],“Benden sonra Ehl-i Beyt’imden on iki imam
gelecektir.”[13],“Ben peygamberlerin efendisiyim, Ali bin Ebu
Talip de vasilerin efendisidir; benim vasilerim on iki kişidir. Onların ilki
Ali, sonuncusu da Kaim’dir.”[14]
gibi tabirlerle ümmete muştuladığı kimseler, Ehl-i Beyt’inden olan On İki
İmamlardan gayrisi olamaz.
Ama ne var ki,
Allah Resulü’nün ümmetine hidayet meşalesi ve kurtuluş gemisi olarak tanıttığı
Ehl-i Beyt İmamları'ndan on biri, kendi dönemlerinde Hz. Resulullah’tan sonra
fırtınalara kapılan İslâm ümmeti gemisine kaptanlık yapmış ve hidayet
arayanları selâmetle kurtuluş sahiline hidayet etmişlerse de, sonunda onların
on biri de zalimler tarafından katledilerek veya zehirlenerek şehit
edilmişlerdir. Sadece Ehl-i Beyt İmamları’nın sonuncusu olan on ikinci imam Hz.
Mehdi (a.s), bir takım bizce bilinen
ve bilinmeyen neden ve hikmetlerden dolayı şimdilik gözlerden ırak olsa da, Allah
Tealâ’nın özel korumasıyla hayatta bulunmakta ve Hz. Resul ve Ehl-i Beyt
İmamları'nın belirttiği üzere, yeryüzünü dinsizlik, zulüm ve haksızlık
sardıktan sonra, Allah Tealâ'nın izniyle bir gün zuhur edip haksızlık ve
zulümle dolan bu dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracak ve Allah’ın kesin vaadi
olan ilâhî dinin bütün cihana egemenliğini sağlayacaktır.
Evet, yukarıda
zikrettiğimiz ayet ve hadisler, bu zamanda onu tanımayı ve ona biat etmeyi
herkese farz kılmaktadır. Onu tanıyan ve ona biat eden basiret ehli; onu
tanımayan ve ona biat etmeyen ise, bu dünyada kör olduğu gibi, ahirette de daha
kör ve daha şaşkın olacaktır.
Bu
konu, öyle hafife alınabilecek bir konu değildir. Özellikle de Hz. Resulullah
(s.a.a)’ın sadece yukarıda işaret ettiğimiz hadiselere iktifa etmediğini ve
bizatihi Hz. Mehdi (a.s)’ın kıyamını
zikrederek onu inkâr edenlerin İslâm’ından şüphe edilmesi gerektiğini buyurduğunu
görmekteyiz.
Cabir
bin Abdullah’tan; dedi ki: Allah Resulü şöyle buyurdu:
1- “Mehdi’nin
çıkışını inkâr eden, Muhammed’e indirileni inkâr etmiştir...”
2- “...Mehdi’yi
inkâr eden, şüphesiz kâfir olur...”[15]
Evet, Mehdi’yi inkâr etmek insanı küfre bile
düşürebilir. Çünkü Mehdi’yi inkâr
eden kimse, eğer bilinçli olarak inkâr ediyorsa, Allah Resulü’nün ahir zamana
ait sözlerini inkâr etmektedir, Kur’an-ı Kerim’in ahir zamanda salih insanların
önderliğinde mutlak hâkimiyetin Allah’ın dinine ait olacağı vaadini inkâr
etmektedir. İşte bunun içindir ki, Ehl-i Sünnet’in önde gelen alimlerinden olan
Alaüddin Muttakî Hindî, bu hadisi naklettikten sonra, Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhurunu inkâr etmenin küfre sebep olmasının
tevcihinde Ehl-i Sünnet’in büyük fakihlerinden Ahmed bin Hacer Heytemî’nin
sözlerine de değinmiş ve özetle onun şöyle dediğini kaydetmiştir: “İnkâr eden
şahıs, Mehdi’ye inanmanın Nebevî
sünnette yer aldığını biliyorsa, bu gerçek anlamda küfür olur; çünkü bu, onun
kesin olan sünnetten saptığının ve yalan saydığının belirtisidir.”[16]
İslâm Peygamberi
ve Ehl-i Beyt İmamları defalarca çeşitli münasebetlerle Hz. Mehdi (a.s)’ın gaybeti, zuhuru, kıyamı ve diğer özelliklerinden
bahsetmişlerdir. Hz. Mehdi (a.s)
hakkındaki bu hadisler hem Ehl-i Beyt, hem Ehl-i Sünnet’in en muteber hadis,
tefsir ve siyer kitaplarında yer almış ve her iki fırkanın birçok büyük alimi
bu hususu konu edinen müstakil kitaplar yazmışlardır. Ehl-i Sünnet’in önde
gelen alimlerinden olan Ali Muhammed Ali Dahil’in yazdığı el-İmam’ul-Mehdi kitabı bu mevzuu ele alan onlarca cilt kitaptan
sadece birisidir. Yalnızca bu eserde Hz.
Mehdi (a.s) ile ilgili hadisleri nakleden sahabe ve tabiînden ellişer
kişinin ismi kaydedilmiştir.[17]
Hz. Resul-i
Ekrem ve Ehl-i Beyt İmamlarından Hz. Mehdi (a.s) hakkında gelen hadisler
öyle birkaç kişinin nakliyle sınırlı kalan ahad türünden hadisler de değildir.
İleride göreceğimiz üzere bu hadisler tevatür haddini bile aşmıştır. Asr-ı
saadetten itibaren bu hadisler yaygın bir şekilde İslâm ümmeti içerisinde
bilinmekte ve dilden dile dolaşmaktaydı. Öyle ki, Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhur edeceğine dair olan inancın ve onun teşkil
edeceği vadedilen adalet düzenine duyulan özlemin henüz o hazret dünyaya
gelmeden bile İslâm ümmetinin kültürel, siyasî, ekonomik ve toplumsal
sahalarını etkisi altına aldığını ve asr-ı saadetten itibaren İslâm ümmetinin
büyük şairlerinin son kurtarıcı olan Mehdi
inancını ve bu müjdeyi ifade eden hadislerin taşıdığı manayı şiirlerinde
dillendirmeye başladıklarını görmekteyiz.
Örneğin; Hz. Mehdi (a.s)’ın doğmundan onlarca yıl
önce vefat etmiş olan Ehl-i Beyt ekolunun mücadeleci ve yorulmaz şairi
Kumeyt’in (Ö: Hicrî 126) İmam Muhammed Bâkır (a.s)’ın huzurunda Kerbelâ
şehitleri hakkında okuduğu şiirinde vadedilen İmam Mehdi (a.s)’ın ne zaman kıyam edeceğini sorduğunu görüyoruz.
Kumeyt’in şiiri
şöyledir:
“Zaman beni güldürdü ve
ağlattı; zira ki, zaman türlü türlü, rengarenk olaylarla doludur.
Benim ağlamam o dokuz yiğit içindir ki, Kerbelâ
çölünde bırakıldılar, hepsi de kefenlere bürünmüş bir hâlde.
Yine ağlamam o altı yiğit içindir ki, hiç kimse
onlara ulaşamaz; Akil oğullarını diyorum, o en hayırlı süvarileri.
Sonra benim ağlamam, onların en hayırlısı, yani efendileri
içindir; ki onları hatırlamak benim dertlerimi coşturmaktadır.
Eğer birisi size ulaşanlardan dolayı sevinir, yahut
zaman içinde bir gün alay ederse, (buna şaşmam).
Zira ki, siz izzetten sonra zillete düştünüz; benim
de sizi savunmaya gücüm yoktur.
Peki ne zaman hak sizde ayağa kalkacak, ne zaman
ikinci Mehdi’niz kıyam edecektir?” [18]
Açıktır ki, şairin İmam Mehdi
(a.s)’ın doğumundan onlarca yıl önce o hazretin ne zaman kıyam edip de hakkı
ortaya koyarak Ehl-i Beyt’e yapılan zulümlerin intikamını alacağını sorması, o
zamandan beri Mehdilik inancının toplum içinde yaygın olduğunu ortaya koymaktadır.
Yine, büyük Şair
Kumeyt’in aynı dönemlerde yaşayan kardeşi Verd bin Zeyd-i Esedî, İmam Muhammed
Bâkır (a.s)’ın medhinde okuduğu şiirinde sözü İmam Mehdi (a.s)’a getirerek İmam (a.s)’a aynı soruyu sormaktadır.
Verd’in şiiri
şöyle başlıyor:
“Sizi görmek için, nice yüksek tepeleri aştım da
geldim.
Size olan aşk ve iştiyakımdan, nice çölleri aştım da
geldim.”
Sonra şair şöyle
devam ediyor:
“Ne zaman Samirra bina
olacak da o çocuk, gecenin parlak yıldızı gibi tulu edecek?
Doğumundan bir süre sonra gaybete çekilecek;
yeryüzünü kat edip dolaşacak.
Musa ve İsa’nın gaybete çekilmesi gibi; eğer onların
ömürleri kadar yaşasa da ölüm ona gelip çatmayacak.
Benim ümidim onu görmek, ona ulaşmaktır; ki onun en
hayırlı yaranından olayım.
Bunu bize ravilerden bir grup haber vermiş; onlar
Allah’tan korkan ve çok itaat edenlerdir.
Babalarınızın getirdiği kanunları nakleden hak
ravileri bunu sizden bize bildirmiş; şüphesiz onlar, en hayırlı babalar ve en
hayırlı kanun koyanlardır.” [19]
Verd’in bu şiiri
bu manayı ortaya koyan açık bir belgedir.
Keza, İmam Mehdi (a.s)’ın doğumundan onlarca yıl
önce Emevîler’den Kerbela şehitlerinin intikamını almak için kıyam edip,
savaşan ve sonunda da canını bu yolda feda eden Zeyd bin Ali bin Hüseyin bin
Ali bin Ebu Talib, (Ö: Hicrî 122) Hz. Resul-i Ekrem’e intisap etmesinden ve
vadedilen Mehdi (a.s)’ın kendilerinden
olmasından dolayı iftihar ettiği şiirinde şöyle demektedir:
“Biz Kureyş’in
efendileriyiz; hak bizimle ayakta durur.
Biz öyle nurlarız ki, halkın yaratılmasından önce
vardık.
Bizdendir seçilmiş Mustafa, bizdendir Mehdi.
Allah bizimle tanınır, hak bizimle ayakta durur.
Bugün bizden yüz çeviren, yarın cehennem ateşini
boylaya durur.” [20]
Burada dikkate
şayan nükte şudur ki; anlaşılan, Zeyd’in Emevî zulmüne karşı olan bu kıyamından
heyecana kapılanlar ve hatta onun vadedilen Mehdi olduğunu sananlar bile olmuş ki, Benî Ümeyye’nin meşhur şairi
Hakim bin Abbas Kelbî, Zeyd’in şehit edilip cansız bedenin asılmasından sonra
Benî Haşim’e hitaben okuduğu bir şiirinde Zeyd’in Mehdi olduğunu sananları alaya almıştır. Bu şiirin bir bölümü
şöyledir:
“Sizin Zeyd’i hurma ağacına asıverdik; doğrusu ben
hiç ağaca asılan bir Mehdi’yi
görmemiştim.”
Adı geçen Benî Ümeyye şairi bu şiirini, Hicrî ikinci asrın başlarında
okumuştur. Bu, o zamandan beri Mehdi
inancının Müslümanlar içerisinde yaygın olduğuna dair tarihî bir belgedir. Zira
bu şiir, insanlardan bazıları mısdakında yanılmış olsalar bile, Mehdi inancının o zamandan beri toplum içerisinde
var olan yerleşik bir inanç olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Yine, İmam Mehdi’nin doğumundan onlarca yıl önce
yaşayıp vefat etmiş olan Araplar’ın cahiliye ve İslâm döneminin önde gelen üç
büyük şairinden biri olan İsmail Himyerî’nin (Ö: Hicrî 173) [21]
İmam Sadık (a.s)'ın huzuruna varıp o hazretin eliyle hidayet bulduktan sonra
hazretin huzurunda okuduğu uzun bir kasidesi vardır. Onun da bu kasidede İmam
Mehdi (a.s)’dan söz ettiğine şahit
oluyoruz. İşte aşağıdaki beyitler bu kasidenin bir parçasının tercümesidir:
"Allah'ımı şahit tutarım ki, senin (İmam Sadık’ın)
sözün, ister boyun eğer olsun, ister günahkâr, bütün mahluklara hüccettir; hani
buyurdunuz ya:
Kalben arzuladığım veliyy-i emir ve Kaim’in bir gaybet dönemi olacak;
şüphesiz o gaybet edecektir, Allah'ın selâmları o gaibe olsun.
Bir müddet gaybet perdesi ardında kalacak, sonra
zuhur edecek ve dünyanın doğusunu ve batısını adaletle dolduracaktır.
Gizlide ve açıkta ben buna inanıyorum, kınansam da
ondan vazgeçmem." [22]
Görüldüğü üzere şair İmam Mehdi
(a.s)’ın dünyaya gelmesinden bir buçuk asır öncesinden o hazret hakkında tam
bir basiretle söz etmektedir. Elbette şair, dipnotta naklettiğimiz bu şiirinin
başlangıcında itiraf ettiği üzere, İmam Sadık (a.s)’ı mülâkat ettikten sonra
böyle bir basirete ulaşabilmiştir. Yoksa şair şiirinin dipnottaki bölümünde
belirttiği üzere daha öncelerden Mehdilik inancına sahipti. Ancak onun
mısdakında yanılmış ve vadedilen Mehdi’nin
Muhammed Hanefiye olduğunu sanmıştı. Bu da Mehdilik inancının o zamandan beri
toplumda yaygın olduğunun açık bir kanıtıdır.
Bu şairlerden
biri de Ebu Muhammed, Süfyan bin Mus’ab Abdî Kufî’dir. Bu şair, İmam Sadık
(a.s)’ın döneminde yaşamış Ehl-i Beyt’in methinde, özellikle de Hz. Ali
(a.s)’ın faziletlerini içeren güzel şiirler okumuştur. O, Hz. İmam Sadık
(a.s)’dan Ehl-i Beyt’in faziletleri hakkında öğrendiği hadisleri şiir hâlinde
dillendirmiştir. İmam Sadık (a.s) da onun bu hizmetini takdir etmiş ve; “Ey
Ehl-i Beyt takipçileri, Abdî’nin şiirlerini çocuklarınıza öğretiniz ki, o
Allah’ın dini üzeredir.” buyurmuştur.[23]
Abdî’nin “Gadiriyye” ismiyle bilinen uzun bir
kasidesi vardır. O bu kasidesinin bir bölümünde On İki İmamları teker teker
isimleriyle saymıştır. Onun bu şiirini okuduğu zamanda İmam Mehdi (a.s) da dahil olmak üzere o
mübarek zatların bir kısmı henüz dünyaya bile gelmemişlerdi. Abdî’nin adı geçen
şiirinin bir bölümü şöyledir:
“Sevgimi onlara (Ehl-i
Beyt’e) verdiğim andan beri bana Rafızî ismini taktılar; oysa ki bu isim, en
güzel ismimdir benim.
Arş sahibinin kesintisiz salâtı olsun, o gamlara
deva olan Fatıma’nın oğluna.
Onun o iki oğluna ki, birini zehir ile yok ettiler,
diğeri de yüzünü toz kaplamış hâlde topraklar üstünde yatmaktadır.
Ondan sonra abit, zahit olan Seccad’a; sonra ilmin
sonuna yaklaşan Bakır’ul-Ulum’a.
Cafer’e, oğlu Musa’ya, sonra da ihsankâr Rıza’ya ve
zahmet çeken abit Cevad’a.
İki Askerî’ye ve Kaimleri olan Mehdi’ye; ki işin sahibidir ve yeni hidayet elbiseleri giyecektir.
O kimse ki, yeryüzünü zulümle dolduktan sonra, tekrar
onu adaletle dolduracak; sapıklık ve fitne ehlinin kökünü kesecek.
O; korkusuz, silâh kuşanmış dilâverlerin önderi ki,
yararsız otları kazımak için tuğyan ehli ile savaşacak.
Hidayet ehlidirler, Kayyum Allah’ın dinini, dünya ve
dünya makamlarına satan insanlar değillerdir.
Eğer onların gazabı cehennem ateşinde gizlenirse,
artık cehennem ateşini alevlenen odundan bî-niyaz eder." [24]
Görüldüğü üzere şair, şiirinde On İki İmamı birer birer isim veya
lakaplarını anarak saymıştır. Oysa ki, şairin yaşadığı o dönemde ismini veya
lakabını zikrettiği imamların bir kısmı henüz dünyaya bile gelmemişti. Yine
şair, açıkça İmam Mehdi, yaranı ve
yüklendikleri misyondan açıkça bahsetmiştir. Bu da o dönemde halkın Mehdilik
akidesi ile aşina olduklarını ve özellikle de Ehl-i Beyt İmamları’nın
takipçilerinin bu hususta tam bir basiret içerisinde olduklarını
göstermektedir.
Bu şairlerden bir diğeri de, Hicrî üçüncü yüzyılın büyük şairi Ebu Ali
Muhammed bin Rezin Di’bel Huzaî’dir. O, Hicrî 148 yılında Kufe’de dünyaya gelmiş,
orada büyümüş, sonra da Bağdat’a yerleşmiştir. O, gençliğinin ilk yıllarında
Müslim bin Velid’in terbiyesi altına girmiş ve ondan şiir sanatını öğrenmiştir.[25]
Di’bel, genellikle Bağdat’ta yaşamıştır. Ancak ara sıra oradan ayrılarak
seyahate çıkmıştır. Ebu’l-Ferec demiştir ki: “Di’bel yıllarca evinden ayrılır
ve yeryüzünde seyahat yapardı. Her defasında da büyük faydalarla dönerdi.”[26]
Di’bel, Ehl-i Beyt aşığı idi. O, bu sevgisi nedeniyle Ehl-i Beyt’i
metheden, Ehl-i Beyt düşmanlarını da yeren şiirler söylemiştir. Bu nedenle de
Ehl-i Beyt karşıtı güçlerin düşmanlığını kazanmıştır. Öyle ki, artık emniyeti
elden gitmiş ve canını koruyabileceği bir sığınağı kalmamıştır. Bilâhare canını
kurtarmak için kaçmak ve çöllerde gizlenmek zorunda kalmıştır. Onun kendisi
demiştir ki: “Elli yıldır ki, kendi dar ağacımı sırtımda taşıyorum, ama beni
asacak birini bulamıyorum.” Onun Ehl-i Beyt’in methinde okuduğu en güzel
kasidelerinden biri, “Taiyye”
kasidesidir. O, bu kasideyi İmam Rıza (a.s)’ın huzurunda okumuş ve hazretin beğenisini
kazanmıştır. O, bu kasidede Ehl-i Beyt’e yapılan mezalimden söz ettikten sonra
İmam Mehdi’nin zuhuruna olan
özlemini ortaya koymuştur. Yüz beyitten fazla olan bu kasidenin bir bölümü
şöyledir:
“(Kur’an) ayetlerin öğretildiği medreseler tilâvetten yoksun olmuş;
vahiy evi yıkılmaya yüz tutmuştur.
Resulullah’ın Ehl-i Beyt’inin Mina’daki Hîf’i, Rükn’ü, Arafat’ı,
Cemreleri.
Ali’nin, Hüseyin’in, Cafer’in, Hamza’nın ve alnı nasır bağlayan
Seccad’ın evleri.
Kınanmam Peygamber’in Ehl-i Beyt’inden dolayıdır. Oysa onlar
yaşadıkları sürece, benim dostlarım ve güvendiklerimdir.
Ben onları işlerimin önderi olarak seçtim; zira onlar her hâlde
hayırlıların en hayırlısıdırlar.
Ey Rabbim! Yakinimde basiretimi artır; ve ey Rabbim! Onların sevgisini
benim hayırlarıma ekle.
Görmüyor musun ki, otuz senedir ki, gece gündüz daim hasret içindeyim.
Onların servetinin başkaları arasında paylaşıldığını, onların ellerinin
ise kendi servetlerinden kesildiğini görüyorum.
Resulullah’ın Ehl-i Beyt’inin cisimleri zayıf düşmüş; Âl-i Ziyad ise,
şiştikçe şişmiştir.
Ziyad’ın kızları kasırlarda koruma altındayken, Resulullah’ın Ehl-i
Beyt’i çöllerde avare ve perişandır.
Zulme uğradıklarında açarlar zalimlere ellerini; yardımcı ve
koruyucudan yoksun olarak.
Bugün veya yarın gerçekleşmesine ümitli olduğum şey
olmasaydı,
Kalbim onların (Ehl-i Beyt’in) kederinden parça
parça olurdu.
Allah’ın adı ve bereketiyle şüphesiz kıyam edecek
İmam’dır ümidim.
Aramızda hak ve batılı birbirinden ayıracak, ödül ve
ceza verecek İmam’dır özlemim.
Ey nefsim, sevinçli ol; sonra ey nefsim, muştular
olsun sana ki, o gelecek olanın gelmesi uzak değildir.
Zulmün sürüp gitmesinden de sabırsızlığa kapılma ki,
gücümün sabitleşeceğini görüyorum.
Eğer Rahman zamanımı ona yakınlaştırır, ömrümü biraz
uzatır, vefatımı da biraz geciktirirse,
Öcümü alırım, artık bir gamım da kalmaz; kılıcımı
zalimlerin kanıyla kana kana bir sulayıp da giderim.” [27]
Görüldüğü üzere,
büyük şair Di’bel, Ehl-i Beyt’e yapılan mezalimden duyduğu elem karşısında,
İmam Mehdi (a.s)’ın zuhur edip
zalimleri yok edeceği muştusuyla kendisine teselli vermektedir. Bu şiir de,
İmam Mehdi (a.s)’ın zuhur edeceğine
dair inancın o zamandan beri Müslümanlar arasında yaygın bir inanç olduğunun
ayrı bir belgesidir.
Nakledilir ki,
Di’bel bu beyitleri okuyunca İmam Rıza (a.s) başını doğrultarak ona: “Ey Huzaî! Bu şiirleri Ruh’ul-Kudüs senin
diline getirdi.” buyurmuş, sonra da eklemiştir: “O imamın kim olduğunu biliyor musun?”
Di’bel:
“Bilmiyorum; yalnız o imamın sizin soyunuzdan çıkacağını ve dünyayı adaletle
dolduracağını duymuşum.” diye cevap verince, İmam:
"Ey Di’bel! Benden sonra oğlum Muhammed, ondan
sonra oğlu Ali, ondan sonra oğlu Hasan, imamdır. Hasan’dan sonra da oğlu Hüccet-i
Kaim imamdır ki, gaybete çekildiği zaman insanlar onu bekler, zuhur
ettiği zaman da ona itaat ederler. Eğer dünyanın sonuna bir gün kalsa dahi,
Allah o günü o kadar uzatacaktır ki, o kıyam edecek ve dünyayı zulümle dolduğu
gibi adalet ve eşitlikle dolduracaktır." [28]
buyurmuştur.
Bu şairlerden
bir diğeri de, İmam Rıza (a.s)’ın ashabından olan Ali bin Abdullah Huvakî’dir.
Bu şair, Hicrî 203 yılında vefat etmiştir. O, İmam Rıza (a.s) için okuduğu bir
mersiyede Ehl-i Beyt İmamlarının isimlerini andıktan sonra şöyle devam ediyor:
“Her asırda sizden bizim
için bir hidayetçi imam vardır; zaman sizi tanımakta ve size me’nustur.
Allah’ın semasının yıldızları batmış, aslanlar ağaçların
arasında kaybolmuştur.
Sizden sekizi gaip olup gitmiş, dördü ise hayat
devam ettiği sürece beklenmektedir.
Ne zaman aydınlatıcı hak sizinle zahir olacak? Sizden
gayrilerinde hak batıp sönmüştür.” [29]
Görüldüğü üzere bu şair de henüz İmam Mehdi (a.s) dünyaya gelmeden önce, o hazretin ne zaman zuhur edip
hakkı galip kılacağını sormaktadır.
Bu şairlerden
biri de, Hicrî 220 yılında vefat eden Abdullah bin Eyyub Huzeybî’dir. İmam Rıza
(a.s)’ın aşıklarından olan bu şair, İmam Rıza (a.s)’ın şehadetinden sonra oğlu
İmam Muhammed Taki (a.s)’a hitaben okuduğu bir şiirinde şöyle demiştir:
“Ey Allah yolunda kurban
olanın oğlu, ey Ebu Turab’ın oğlu ki, temiz ve yüce soylusun.
Ey vasinin oğlu, resullerin efdalinin, doğru konuşan
ve doğrulanan peygamberin vasisinin oğlu,
Ey sağlam ip, ne zaman sığınacağım, sarayına ve orayı
güvenilir bulacağım.
Ben kıyamet günü sana sığınacağım, kurtuluş yolunu
senin yanında arayacağım.
Yarın şefaat edilmekte kimse benden öne geçmeyecek,
kimse sizi sevmekte benden öne geçemez.
Ey gurup eden sekiz imamın oğlu, ey doğacak üç
imamın babası,
Doğular batılar sizindir; Kitap (Kur’an) hakkınızda
bunu tasdik etmektedir.” [30]
Görüldüğü üzere, bu şair de İmam Muhammed Taki’nin kendinden sonra
gelecek üç imamın babası olduğunu beyan etmekle birlikte kinaye ile İmam Mehdi (a.s)’ın döneminde gerçekleşecek
olan güven ortamının ne zaman vaki olacağını sormaktadır. Bu, o insanların On
İki İmam hakkında tam bir basiret içerisinde olduklarının ayrı bir kanıtıdır.
Bu şiirin bir
benzerini de Mus’ab bin Vaheb Nüşcanî inşa etmiştir. Onun şiirinde Allah
Resulü’nden sonra ilâhî önderler olan On İki İmama işaret edilmekle birlikte
onlardan sekizinin Rabbin mülâkatına kavuştuğu, dördünün ise beklendiği
kaydedilmiştir.
Mus’ab’ın şiiri
şöyledir:
“Eğer benim neye inandığımdan
sorarsan, açıkta söylediğim inancım gizlide dediğim gibidir.
Ben Allah’a inanırım, ondan gayri bir ilâh yoktur; o
güçlüdür, izzet sahibidir, yaratıkları zayıf olarak yaratandır.
Yine inanırım ki, Resulullah en üstün resuldür, geçmiş
ümmetler sağlam kitaplarında onu müjdelemiştir.
Ondan sonra Ali’dir, sonra da on bir imam; bu Allah’ın
aksaması olmayan kesin vaadidir.
Bunlar, Muhammed’den sonra bizim hidayet imamlarımızdır;
benim halis sevgim hayatta olduğum sürece onlaradır.
Onlardan sekizi vefat edip gitmiş, geri kalan dördü
sayıyı tekmil için beklenmektedir.” [31]
Şairin şiirinde on iki Ehl-i Beyt İmamlarından söz edip, onlardan
sekizinin dar-i faniyi terk ettiklerini, dördünün de beklenmekte olduğunu
belirtmesi, onun İmam Mehdi de dahil
olmak üzere, Ehl-i Beyt İmamları hakkında tam bir basiret sahibi olduğunu
açıkça göstermektedir. Bu şiir, On İki İmam ve İmam Mehdi inancının o zamandan beri bilinmekte olduğunun ayrı bir
belgesidir.
Bir diğer şair
de, Hicrî 254 yılında vefat etmiş olan İsmail bin Salih Saymerî’dir. O İmam
Rıza (a.s)’ın mersiyesi olarak Hz. İmam Hasan Askerî’nin huzurunda okuduğu bir
şiirinde İmam Mehdi’ye kadar birer
birer Ehl-i Beyt İmamlarının isimlerini saydıktan sonra şöyle der:
“On yıldız kendi medarında
gurup etmiştir; Allah onların benzerini bize doğuracak.
Ebu Muhammed, Hasan’ül-Hadi (Askerî) aracılığıyla,
hidayet takipçileri arzularına kavuşacak.
Ondan sonra seyahatiyle çölleri kat eden kimsenin
doğumu beklenir.
Hak ve uzun olan iki gaybet sahibidir ki, Allah
gaybetinin uzamasını isteyenden amelini kabul etmez.
Ey Allah’ın on bir hücceti, ümit gözleri on ikincisine
dikilmiştir.” [32]
Görüldüğü üzere bu şair de henüz İmam Mehdi (a.s) dünyaya teşrif etmeden önce, o hazretten ve gerçekleşecek
olan iki gaybetinden söz etmiştir. Bu şiir de, Ehl-i Beyt izleyicilerinin o
hazret hakkında tam bir basiret içinde olduklarının ayrı bir kanıtıdır.
Bu şairlerden
bir diğeri de Hicrî 221 yılında dünyaya gelip, Hicrî 283 yılında şehit edilen
İbn-i Rumî ismiyle meşhur olan Ali bin Abbas bin Carih’tir. Babası Rum asıllı
olduğu için ona İbn-i Rumî denilmiştir. Bağdat’ta dünyaya gelmiş, orada da
şehit edilmiştir. Gerçekten Arap edebiyatının şaheseri sayılacak güzel şiirlere
sahiptir. Ona Mutezid’in veziri Kasım bin Abdullah’ın meclisinde İbn-i Feraş
tarafından zehir yedirilmiştir. O, bunu fark edip meclisi terk edince, vezir
Kasım bin Abdullah ona: “Nereye gidiyorsun?” diye sormuş, o da: “Gönderdiğin
yere.” cevabını vermiştir. Vezir ona: “Babama da selâmımı ilet.” Deyince;
“Benim yolum cehenneme düşmez.” cevabını vermiştir. [33]
İbn-i Rumî’nin,
Abbasî hilafeti ve onların Horasan’daki yöneticileri olan Tahirîler aleyhine
kıyam edip şehit edilen Yahya bin Ömer bin Hüseyin bin Zeyd bin Ali’nin
mateminde okuduğu bir Cimiyye kasidesi vardır. O, bu kasidesinde Abbasî
halifelerini Ali evlatlarına karşı yaptıkları zulümlerden sakındırırken, kinaye
ile onlara bir gün son kurtarıcı olan Mehdi’nin
zuhur ederek bütün zalimlerin kellesini uçurup hakkı sahibine döndüreceğini
hatırlatıyor.
İbn-i Rumî’nin
adı geçen kasidesinin bir bölümü şöyledir:
“Ey Benî Abbas,
düşmanlığınızdan gücünüz yettiğince cinayet edin, bağlayın çantanın ağzını, sımsıkı
sarın.
Kötü yöneticilerinizi ve sapıklarını bırakın ki,
onlar oluşturdukları fesat dalgalarında boğulmaya layıktırlar.
Bekleyin o hakkı ehline döndürecek olanın gününü; o
gün siz de üzdüğünüz gibi üzüleceksiniz.
O vakit ki, artık özür dileyeninizin bir mazereti kalmaz,
sizin Allah’ın hücceti karşısında bir çıkış yolunuz olmaz.
Öyleyse düşmanlık tohumunu daha fazla kendinizle
onlar arasında ekmeyin ki, tohumlar ürün verir.
Eğer bu durumun sizin için baki kalacağını
sanıyorsanız, aldanmışsınız; çünkü zamanın iki rengi vardır.
Belki de onların gizlide bir intikam alanı var ki,
size galip gelecek; bilin ki, her zaman sabah gecenin ardından gelir.” [34]
İmam Mehdi (a.s)’ın dünyaya
teşrif etmesinden yıllarca ve hatta onlarca yıl önce okunan bu şiirler ve
benzerleri, o zamanın toplumunun Mehdilik itikadıyla kâmilen aşina olduklarını,
bu inancı taşıdıklarını, Ehl-i Beyt taraftarlarının ise bu açıdan tam bir
basiret içerisinde olduklarını açıkça gözler önüne sermektedir.
Yine çoğu zaman
pak Ehl-i Beyt İmamları’ndan, “Kaim-i
Âl-i Muhammed” ve “Mehdi-i Muntazar”
siz misiniz?” gibi sorular sorulduğuna, onların da uygun durumlarda Hz. Mehdi
(a.s)’ı tanıttıklarına şahit oluyoruz.
Bütün bunlar,
son kurtarıcı olan Hz. Mehdi
(a.s)'ın geleceği konusunun asr-ı saadetten itibaren İslâm ümmeti arasında
kuşku götürmeyen kesin bir itikat olduğunu göstermektedir.
Bazılarının Hz. Mehdi (a.s)’ın doğumundan önce bile Mehdilik iddiasında bulunmaları da bunun
ayrı bir kanıtıdır.
Örneğin:
“Keysaniye” fırkasının İmam Mehdi
(a.s)’ın doğumundan iki asır önce “Muhammed-i Hanefiye”yi İmam ve zuhuru
beklenen “Mehdi” olarak görmelerini,
onun gaybete çekildiğine ve bir gün zuhur edeceğine inanmalarını, iddialarına
delil olarak da Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’ten Hz. Mehdi’nin gaybeti hakkında nakledilen hadisleri göstermelerini
başka şekilde yorumlamak mümkün değildir.
Keza Abbasî
halifelerinden Mehdi Abbasî’nin de kendisine “Mehdi” adını vermesinin arkasında
bu gerçek yatmaktaydı. O halkın Hz. Mehdi'yi
bekleyişinden su-i istifade ederek kendisini vadedilen "Mehdi" olarak lanse etmeye çalışıyordu. [35]
İmam Mehdi (a.s)’ın geleceğine dair akidenin
asr-ı saadetten beri İslam toplumu içerisinde yaygın olan yerleşik bir akide
olduğunun diğer bir delili de, Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt alimlerinin yazmış
oldukları hadis kaynaklarıdır. Bu kaynaklardan; Müsned-i Ahmed bin Hanbel (Ö: Hicrî 241) ve
Sahih-i Buhari (Ö: Hicrî 256) gibi bazıları, Ehl-i Sünnet’in İmam Mehdi'nin (a.s) doğumdan önce yazılmış
hadis kitaplarıdır. Bu kitaplar, İmam Mehdi
(a.s) hakkındaki hadisleri toplayan Ehl-i Sünnet'in itibarlı kitaplarındandır.
Hasan bin
Mehbub’un eseri olan Meşihe kitabı da
bu konuyu ele alan Ehl-i Beyt kitaplarından biridir. Bu kitap, İmam-ı Zaman’ın
gaybet-i kübrasından (büyük gaybetinden) yüz küsur yıl önce yazılmıştır. Bu
kitapta İmam Mehdi'nin (a.s) gaybeti
hakkındaki hadisler zikredilmiştir. [36]
Yine Ehl-i Beyt mektebinin
önde gelen şahsiyetlerinden olan merhum Tabersî, İman Bâkır ve İmam Sadık (a.s)
zamanındaki hadis ravilerinin gaybet hadislerini, yazdıkları kitaplarda
zikrettiklerini kaydetmiştir. [37]
Ehl-i Beyt ve
Ehl-i Sünnet alimlerinden birçoğu, yalnızca Hz. Mehdi’yi konu edinen kitaplar da yazmışlardır.[38]
Bu kitaplardan bazıları Hz. Mehdi (a.s)’ın
doğumundan önce yazılmıştır. Ehl-i Sünnet alimlerinden olan “Revacanî” (Ö:
Hicrî 250) Ahbar’ul-Mehdi adındaki
İmam Mehdi hakkındaki kitabını İmam Mehdi (a.s)’ın doğumundan önce yazmıştır.
[39]
Yine İmamların
(a.s) ashaplarından "Enmatî" ve "Muhammed bin Hasan bin
Cumhur" gibi bazıları Hz. Mehdi
(a.s)'ın doğumundan önce o hazret ve gaybeti hakkında kitap yazmışlardır. [40]
Evet, Hz. Mehdi (a.s) hakkındaki
hadisler o kadar yaygın ve o kadar fazladır ki, İslâmî meselelerden çok azı
hakkında bu kadar hadise rastlanılır. Ne Ehl-i Sünnet, ne de Ehl-i Beyt
ekolünde bu hadislerin kesinliği hususunda şüphe yoktur. Hatta Ehl-i Beyt alimlerine
ilâveten birçok Ehl-i Sünnet alimi de bu hadislerin mütevatir ve kesin olduğunu
açıklamışlardır. Onlardan biri olan Menakib'uş-Şafiî
kitabının sahibi "Secezî" (Ö: Hicrî 363) der ki: “Hz. Mehdi (a.s)'e ait aziz İslâm
Peygamberi’nden nakledilen hadisler tevatür haddini bulmuştur.”[41]
El-İmam’ul-Mehdi kitabının yazarı der ki: “Ehl-i Beyt ve
Ehl-i Sünnet kaynaklarında mevcut olan İmam Mehdi hakkındaki hadisler, eğer sayılacak olursa, İmam Mehdi (a.s) hakkında binlere varan
rivayet ile karşılaşırız ki, bunun büyük bir rakam olduğu açıktır. Hatta
Müslümanların asla şüphe etmediği ve herkesin kabul ettiği kesin İslâmî
meseleler hakkında dahi, bu kadar hadis mevcut değildir.” [42]
Bütün bunlar,
İslâm tarihinin başlangıcı olan asr-ı saadetteki Müslümanların ve onları takip
eden nesillerin Hz. Mehdi'nin kıyam
vaadi ile aşina olduklarını, bu husustaki inançlarının yaygın ve şüphe götürmez
olduğunu, özelikle de Ehl-i Beyt mektebinde yetişmiş olanların bu hakikate
sarsılmaz ve sağlam inançlarının olduğunu ve o dönemde yaşayan bütün
inananların hayatları boyunca o mübarek zatın doğuşunu beklediklerini açıkça
ortaya koymaktadır.
Hz. Mehdi (a.s) hakkındaki gelen hadislerde
onun Haşim oğullarından, Hz. Fatıma (s.a) evlatlarından ve İmam Hüseyin (a.s)’ın soyundan olduğu, babasının adı
“Hasan”, kendi adı Peygamber (s.a.a)’in adı, künyesi Peygamber (s.a.a)’in
künyesi olduğu ve gizli dünyaya gelip
gizli yaşayacağı, biri kısa müddetli, diğeri uzun müddetli olmak üzere iki
gaybeti olacağı, Allah’ın istediği zamana kadar gizli kalacağı ve sonunda
Allah’ın emriyle zuhur ve kıyam edeceği ve İslâm dinini tüm dünyaya hâkim
kılacağı ve dünyayı, alabildiğine zulüm ve kötülükle dolduktan sonra, tekrar
adalet ve eşitlikle dolduracağı açıklanmıştır.
Bu hadislerde on ikinci imamın şahsî ve cismî hususiyetleriyle
hazretlerine ilişkin diğer meseleler de açıklanmıştır.
Bütün bunlar Mehdilik akidesinin kesin İslamî bir
akide olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu açık delillerden sonra fazla bir
şey eklemeğe gerek görmüyoruz. Hidayet Allah Tealâ'nın elindedir. Deliller
açıklandıktan ve yol gösterildikten sonra dileyen hidayet yolunu, dileyen de
gayrisini seçer. Dönüş Allah'adır; ihtilaf edilen konularda da hakemlik yapacak
olan O’dur.
[1]
- Usul-u Kafi, c. 1, s. 377, Bihar-ül-Envar c.23, s.77. hadis no: 4, 5, 66, 78.
Kenz’ul-Ummal, c.1, s. 103, hadis no: 463-464, Müsned-i Ahmed, hadis no: 16271,
5631, Sahih-i Müslim, hadis no: 3441, Müsned-i Teyalisi, s. 259, Nefehat-ül
Lahut, s. 13, Yenabi’ül-Meveddet, s. 117, Mucem’ül-Kebir, c. 10, s. 350,
Müstedrek’üs-Sahihayn, c. 1, s. 77, Hilyet’ül-Evliya, c. 3, s. 224, el-Küna
ve’l Esma, c. 2, s. 3, Sünen-i Beyhaki, c. 8, s. 156, Cami’ül-Usul, c. 4, s.
70, Şerh-i Sahih-i Müslim, Nevevi’nin, c. 12, s. 440, Mecme’üz-Zevaid,
Heysemi’nin, c. 5, s. 218, 219, 223, 225, 312, Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 1, s.
517.
[3]
- Bkz. Tefsir-i Kurtubi, mezkur ayetin tefsiri.
[5]
- Tefsir’ül-Kebir, c. 15, s. 72.
[8]
- Tefsir-i Kebir, c. 20, s. 98, 99.
[9]
- Sahih-i Buhari, hadis no: 6682 “Tarih’ul-Kebir” c.1, s.466. Sünen-i Tirmizi,
hadis no: 2149, Müsned-i Ahmed, c.5, s.92, hadis no: 19920, 19944, 19946,
19956, 19978, 19991, 20036, 20105, 20142. Ebu Nuaym; “Hilyet’ul-Evliya, c.4,
s.323; Tabarani; “Mucem’ul-Kebir”, s.94. Menavi; “Kenz’ul-Hakayık” s. 208,
Müsned-i Ahmed'in haşiyesinde basılan Münteheb-ü Kenz’ül-Ummal c. 5 s. 312,
Tarih-i Bağdat, c. 14 s. 353, hadis no: 7673, ve c. 6, s. 263, hadis no: 3269,
Yenabi-ül-Meveddet, İstanbul baskısı, s. 445. Bkz. Münteheb’ül-Eser, s. 13,
[10]
- Sahih-i Müslim, hadis no: 3393, 3394, 3395, 3396, 3397, 3398, Sünen-i Ebu
Davut, hadis no: 3731, 3732, Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c.5, s.87-88, hadis no:
19875, 19884, 19887, 19892, 19901, 19914, 19922, 19925, 19943, 19963, 19964,
19991, 20000, 20001, 20017, 20018, 20019, 20021, 20022, 20032, 20034, 20046,
20061, 20112, 20125, 20131. Müstedrek’üs-Sahihayn Haydarabat baskısı, c. 3 s.
617, 618, Teysir’ül-Vusül İla Cami’ül-Usül, c. 2 s. 34, Tarih’ül-Hülafa, s. 7.
Bkz. Müntehb’ül-Eser s. 12, 13.
[11]
- el-Cami’üs-Sağir, c. 1, s. 91, Müsned-i Ahmed, hadis no: 3665, 3593.
[12]
- Keşf’ül-Estar, s. 74.
[13]
- Abakat’ül-Envar, c. 2, s. 249.
[14]
- Yenabi’ül-Meveddet, s. 258, 445, Keşf’ül-Estar, s. 74.
[15]
- Bkz. “Fevaid’ul-Ahbar” (Ö:279), İkd’ud-Durer, fi Ahbar’il-Muntazar”, s. 157
(Ö:685). Feraid’us- Simtayn, c.2, s.337, No: 585 (Ö:730), Lisan’ul-Mizan, c.4,
s.147 (Ö:852). el- Fetave’l-Hadise, s.37, ve Kavl’ül-Muhtasar Fi Alamet’il-Mehdiyy’il-Muntazar, s. 21 (İbn-i
Hacer-i Mekki), Arf’ül-Verdi Fi Ahbar’il-Mehdi,
el-Havi Li’l-Fetavi kitabına ek, c. 2, s. 161, Yenabi’ül-Meveddet, s. 447,
el-Burhan fi Alamati Mehdiyy-i
Ahir-iz-Zaman, 12.bab.
[16]
- el-Burhan fi Alamet’il-Mehdiyyi
Ahirezzaman, Tas. Prof. Ğaffari, s. 170 ve Tas. Al-i (il) Yasin, c. 2s. 844.
[17]
- “el-İmam’ul-Mehdi” Ali Muhammed Ali Dahil’in eseri, s.40-47 “Nevid-i Emn ve Eman” kitabı, s.91’de ise
sahabeden 33 kişinin adı zikredilmiştir.
[18]
- el-Gadir, c.2 s. 201- 203 Beyrut
baskısı, Kifayet’ül-Eser, s. 248, el-Edep fi Zill’it-Teşeyyu, s. 180.
[19]
- el-İmam’ül-Mehdi, s. 243, el-Edep
fi Zill’it-Teşeyyu, 181, 183.
[20]
- el-İmam’ül-Mehdi, s. 251.
[21]
- Ebu Amir İsmail bin Muhammed bin Yezid bin Vida Himyeri, Himyer halkındandır.
Seyyid lakabını almıştır. O 105 Hicrî yılında Umman’da dünyaya gelmiş, Abbazi mezhebine
mensup olan babası ve annesinin terbiyesi altında Basra şehrinde büyümüştür.
Rüşt çağına ulaştığında ise baba ve annesinden ayrılarak Basra’nın valisi olan
Akaba bin Müslim’in emrine girmiştir. Sonra Basra’dan ayrılarak Kufe’ye gelmiş
ve orada Amaş’den hadis eğitimi almış ve ömrünün geri kalanında Basra ile Kufe
arasında gidip gelmeyle geçirmiş ve bilahare Bağdat’ın Remile mahallesinde
vefat etmiştir. (el-Ğadir, c. 2, s. 272) Himyeri iyi konuşuklu insanların önde
gelenlerindendir. O Arap dilinin cahiliye ve İslâm döneminde en çok şiir
söyleyen üç şairden biridir. En çok şiir söyleyen diğer iki şair ise, Bişar ve
Ebu’l İtahiya’dır. Merzbani diyor: “Himyeri’den gayri hem güzel hem de bu kadar
fazla şiir söyleyen başka bir şair görülmemiştir.” (aynı kaynak, s. 244)
Himyeri uzun bir müddet Kisaniyye itikadına sahip olmuş ve Muhammed bin
Hanefiye’nin imam ve gaip olduğuna inanmıştır. Onun bu konuda bir çok şiiri
vardır. Nihayet o Hz. İmam Sadık (a.s)’ın bereketi ile hidayet bulmuş ve hakkı
anlayarak Ehl- Beyt hakkında çok şiirler okumuştur. İmam Sadık (a.s) da onun bu
şiirlerini beğeniyor ve okumasını istiyordu. (aynı kaynak, s. 235, 244)
Himyeri’nin metinde naklettiğimiz kasidesinin ilk mısraları şöyledir: “Ey büyük deveye binip de çölleri Medine’ye
doğru kateden kimse, eğer Allah seni hidayet eder de, Cafer’i (İmam Sadık’ı)
ziyaret edersen. Allah’ın velisine ve o Pak’ın oğluna de ki; ey Allah’ın emini
ve emininin oğlu. Ben Rahman olan Allah’a tevbe ediyor ve dönüyorum. Sana
uğruna mücadele ettiğim şeyden, onun için her fesih sözlüyle savaşıyordum.
Ancak benim bu İbn-i Hule hakkındaki sözüm, Pak nesle içimde beslediğim
düşmanlıktan değildi. Sadece bize Muhammed’in vasisinden bir şey nakledilmişti;
o söylediğinde yalancı da değildi. Ki, işin sahibi gaip olacak ve gözlere
görülmeyecek; yıllarca korku beklentisi olan kimse gibi gizli kalacak. Onun
malı bu dikili gök altında kayıp insan gibi taksim edilip bölünecek. Bir süre
bekleyecek sonra da çeşmenin coşması gibi coşacak. Kutup yıldızı gibi ufuktan
tulu edip zahir olacak. Allah’ın yardımıyla Rabbinin evinden hareket edecek;
ilâhî bir riyasetle ve hazırlanmış sebeplerle. Elinde Rabbinin bayrağıyla O’nun
düşmanlarına karşı harekete geçecek, susamışcasına gazeple onları katledecek.
Bu meyanda bize İbn-i Humle gaybe çekilmiş diye nakledilince, biz sedaketle ona
inandık. O, her yokluğa düçar olan fakirin yaşayacağı Mehdi ve Kaim’dir dedik. Şimdi ki, böyle değildir buyurdun.
Taassupsuz olarak senin söylediğin haktır; senin emrettiğin kesindir. Ve..”
[22]
- el-Gadir, c.2 s. 247. Beyrut
baskısı.
[23]
- el-Gadir, c. 2, s. 295, 297.
[24]
- el-Gadir, c. 2, s. 293.
[25]
- Tarih’ül-Edeb-il-Arabi, c. 2, s. 284, Tarih-i Edebiyat-i Zeban-i Arabi, s.
372.
[26]
- el-Eğani, c. 18, s. 38.
[27]
- el- Edeb’üs-Siyasi el-Mültezem fi’l İslâm, el-Gadir, c.2, s.353, 355..
el-Fusul’ul-Muhimme,
s.249.
[28]
- el-Fusul’ul-Muhimme, s.251.
[29]
- el-Edep fi Zill’it-Teşeyyu, s. 183, el-İmam’ül-Mehdi, s. 245.
[30]
- el-Edeb fi Zill’it-Teşeyyu, s. 185, 186, el-İmam’ül-Mehdi, s. 245.
[31]
- el- Edeb fi Zill’it-Teşeyyu, s. 183.
[32]
- el-Edeb fi Zill’it-Teşeyyu, s. 186.
[33]
- Luğatname-i Deh Huda, c. 1, s. 314, el-A’lam, c. 5, s. 110.
[34]
- el-Gadir, c. 3, s. 39, el-İmam’ül-Mehdi,
s. 246.
[35]
- A’lam’ul-Vera, s.443.
[36]
- A'lam'ul -Vera, s. 444, İsbat'ul-Huda
c. 7. s. 53
[37]
- A'lam'ul -Vera, s. 443
[38]
- “Nevid-i Emn ve Eman” kitabının
95.sayfasında 32 kitabın adı zikredilmiştir. “Mehdi-i Ehl-i Beyt” kitabında ise 41 Ehl-i Sünnet ve 110 Ehl-i Beyt
kitabı zikredilmiştir. "El Mehdi'yul
-Muntazar" kitabının 21 ve 24 sayfalarında ise 14 kitabın ismi yer
almıştır. Son zamanlarda yazılan “Kitabname-i
Hz. Mehdi (a.s)’da da Hazret
hakkında yazılan 2500 kitabın ismi kaydedilmiştir.
[39]
- el-Mehdi’yul-Muntazar,
s. 21 El fihrist-i Şeyh Tusi kitabı.
s. 176, Meşhed Üniversitesi.
[40]
- Fihrist'i Şehy Tusi, s. 284 ve 301.
[41]
- "el-Mehdi’yul-Muntazar" kitabı s. 85.
[42]
- “İmam Mehdi” kitabı, s. 66.