Bugün İslam’da mezhep kargaşası yaşanmaktadır, aslında mezhep denilen
şey içtihattır. İçtihat ise Kur’an’da ve hadiste müteşabih olan hükümleri ve
meseleleri yorumlayarak bir emir meydana çıkarmaktır. Bu hususta “Bilmiyorsanız zikir ehline sorun”
ifadesiyle Ehlibeyt işaret edilmiştir. Çünkü bu sırra agah onlardır. Onlar Hz.
Muhammed (s.a.a)’in sırrının heybeleridirler. Hz. Muhammed (s.a.a.) de Hakk’ın
sırrının heybesidir. Yani sır kapısının anahtarı Ehlibeyttir ve o kapı onlara
açılır. Kalplerinde eğrilik olup şüphe perdeleriyle örtülmüş, kararmış, envar-ı
ilahiden mahrum kalmış zahiri ve batını cem etmeden Hak yolundan çıkmış
kişilerin, heva-yı hevasatına uyanların müteşabih ayetleri çözmeleri ne mümkün.
Dolayısıyla bunlar ayet-i ilahiye değil, nefislerine tabi olurlar ve nası
fitneye sürerek akidelerini bozarlar. Bu sırra nail olan masum imamlardır
dedik. Çünkü onlar tathir olduklarından sırat-ı müstakim üzere hidayet
olmuşlardır. Onların Allah’a münacatları her zaman şöyle olmuştur: “Ey neş’e-i tevhidinle bizi terbiye eden
Rabbimiz! Bu kadar geniş lütfunla bizi sırat-ı müstakime hidayet ettikten sonra
bizim kalbimizi oradan ayırma… Bizi, bize bırakma. Ba-husus menba’-ı hidayet
olan Resulullah’a ve Kitabullah’a kavuştuktan sonra bizi ondan uzak kılma.
Ezelen ve ebeden istemeden bağışlayan Rabbimiz! Bize taraf-ı Sübhaninden
rahmetin bağışla! İvasız ve garazsız ancak sen ihsan edersin. Ey Rabbimiz,
Halikimiz, Hadimiz! Bizim heva-yı hevesatamızın, şehevatımızın, tabayiimizin
karanlığı ile senin zirve-i tevhidine gelecek yolu karartma… Sen ezelde ebedde
Vehhab olan Allah’sın.” İşte onların bu münacatları üzere cenabı Hak,
Bakara suresindeki 124. ayetin hükmüyle İbrahim soyu olan Ehlibeyt’i ahzap
suresinin 33. ayetinin hükmüyle tathir eyledi ve o makama uygun hale getirdi,
Enbiya suresinin 73. ayetiyle de imam tayin eyledi.
Gelelim oruç konusuna, orucun zahiri manasını Bakara suresinin 183.
ayeti şöyle buyurmaktadır: “Ey iman
sahipleri! Oruç sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de
yazılmıştır. Bu sayede korumanız umulmaktadır.”
Yani oruç tutma süresince
orucu bozan şeyler olan yemekten, içmekten, cinsi münasebetten nefislerinizi
menetmekle mükellefsiniz! Bu süre imsak vaktinden başlayıp (oruca başlama zamanı) iftar vaktine kadar devam eder. Ancak bir de
mutlak olan oruç vardır ki, o da Hak’tan gayrisinden i’raz olunan oruçtur ki, o
daimidir. Onun süresi ancak ölümle biter. Ey Ehlibeyt muhipleri! Oruç kelimesi
iki mana teşkil eder ki, bunlardan biri zahiri, diğeri de batınidir. Zahiri
manası, oruç süresince bedenin yemeden, içmeden ve cinsi münasebetten
kesilmesidir; batıni manası ise, cismani ruhun her türlü kötülüğe karşı
perhizli olmasıdır ki, bu daimidir. Yani zahirdeki bütün azalara ve batındaki
bütün sıfatlara oruç farz kılınmıştır. Şunu iyi bilmeliyiz ki, bir adet edilen
oruç ve namazın kimseye bir faydası olmaz. Fayda, onların gerçek manalarını
anlamak ve anladıklarını yaşama geçirmektedir. Yani asıl gaye kalbin, ruhun ve
sırrın oruçları olup envar-ı huzur-i ilahide bulunmalarıdır. Oruç, bir
ibadettir ve ibadet anlaşılmışsa anlam kazanır. Aksi takdirde Hz. Ali (as.)’ın
buyurduğu gibi “ibadet üç türlüdür,
kölelerin ibadeti, tacirlerin ibadeti ve hürlerin ibadeti” Burada
kastedilen birinci ibadet, anlamı anlaşılmamış, içinde Allah rızası bulunmayan
sadece şekilden ibaret olan içi boş bir ibadettir; ikincisi ise, nefsin
arzularına dayalı, cennet ve cehennem pazarlıklı olan ibadettir; bunda da Allah
rızası yoktur, sadece nefsin rızasını kazanmak ve onun isteklerini elde etmek
istenmektedir; ama üçüncüsü, nefsin esirliğinden, ve köleliğinden kurtulmuş
hiçbir menfaat kokusu almaksızın Allah’a aşık olanların ibadetidir; zaten
makbul olan da budur. Şimdi diyeceksiniz ki, öyleyse neden cennet ve taamları
ödül olarak vadedilmiştir? Cevabı şudur ki, yeni okula başlayan bir çocukta
talim ve terbiyenin şevkini meydana getirmek için ona birtakım hediyeler
vadedersiniz, ama zamanla ilim ve terbiyenin hazzını alan olgunlaşmış kişi bu
geçmiş hallerine güler. İşte bu derece ariflik mertebesidir ve aşklık
makamıdır. Bu makamdakilerin tek arzusu didardır, görmektir. Mevlana Celaleddin
Rumi hazretlerinin buyurduğu gibi:
Yani, ibadeti idrak etmeyen akılsızların namazı sevhi secde ile
uğraşmak, anlayışlıların namazı ise kendinden geçmektir. Evet abdest, namaz,
oruç, ve zekat avam halk için beden amelleridir. Aşıklar için bir de can ameli
vardır. Aşıkların can amelinde güsul, gönlünü Hak’tan gayrı her şeyden
yıkamaktır. Gönlünde şerre dair bir nesne kalmışsa o kimse cünüptür. Bu
kirlilikle yüz bin yıl başını secdeden kaldırmasa da sevgilinin makbulü
değildir. Aşk abdest-i iki cihan sevgisi ve düşüncesinden el ve yüz yıkamaktır.
Bu yolda gerçek kıble inanmış kimsenin kalbidir. Çünkü inananlar müminlerdir.
Müminler Hak ile hak olanlardır. Onların gönül kıblesine yönelenler Hakk’a
yönelmiştir. Çünkü onlar meleklerin secde ettiği Adem misalidirler. Adem
Hakk’ın tecellisiyle eylemdedir. Sonuçta yöneliş bedenin perdelediği Hakk’adır.
Aşığın buyurduğu gibi:
“Vechi Adem Hak
duruptur aleme, Hakk’a erdi secde eden Adem’e”
Orucun da amacı anlaşılırsa
oruç ibadetin en büyüğüdür. Zekat, bir malı meşrulaştırmak ve onu helal
dairesine çekmektir. Oruç da bedenin zekatı ise, o zaman hakiki oruç, bedenin
eylemlerini daimi olarak oruçlu tutarak bedeni, eylemleriyle birlikte helal
olan işlere yönlendirmektir. Avamın orucu, iki yolunu kaza-ı şehvetten
korumaktır. Yani yemek içmek ve cinsi münasebetten sakınmaktır.
Havass’ın orucu ise, bu
esaslara riayet ile beraber aklını, gözünü, kulağını, dilini, elini, ayağını ve
diğer azalarını günahtan korumaktır. Ahassü’l-Havass’ın orucu ise, bütün
bunlara riayet etmekle beraber, hasis ameller, dünya düşüncelerinden ve
Allah’tan başka her şeyin haramından kendini çekerek bütün mevcudiyetiyle
Allah-u Teala’ya bağlanmaktan ve hatırına O’ndan başkasını getirmemekten
ibarettir. Bu gibilerin gönlüne Allah’tan başka bir şey geldiği anda oruçları
bozulur. Ancak dünyanın ahirete yarayışlı kısmını düşünmek mani değildir. Hatta
bu aşamadaki zatların akşam iftarımı neyle açarım düşüncesine kapılmaları bile
onları günaha sevk eder. Hz. Resulullah’ın oruçla ilgili şu hadisi çok
önemlidir, buyuruyor ki: “Oruç yiyip
içmekten kesilmek değil, sözün kötüsünden, nefsi emmarenin çirkinlik ve
rezaletinden münkatı olmaktır. Biri sana taaruzda bulunuyorsa, sen kendi
kendine ben oruçluyum de.” buyurmuştur. Yani taaruz, kötülüğü meydana
getiren bir eylemdir. O eyleme karşı korunmak ve onun seviyesine inmemek ise
oruçtur. Oruç, hem bedensel bir eylemdir, hem de ruhani olgunluktur.
Kötülükten, kibirden, kinden, gıybetten, haram kazançtan, küfürden, zinadan,
alay etmekten, yalandan ve benden meydana gelebilen her türlü kötü eylemden
arınmaktır.
Oruç, bütün azaların
günahından korunmaktır demiştik, bu korunma yedi hal ile mümkün olur: 1- Akıl,
2- Göz, 3- Dil, 4- Kulak, 5- Kalp, 6- El, 7- Bel şehveti.
1- Aklı korumak: Aklın Hak’tan gayrı bir şeyi tasarlamasına, yani kötü şeyleri
düşünmesine olanak tanımamaktır.
2- Gözü korumak: Gözü, kalbi meşgul edecek, insanı Allah’ı hatırlatmaktan alıkoyacak
şer’an bakılması mezmum ve mekruh olan her şeye bakmaktan sakındırıp
korumaktır. Peygamber efendimiz buyurur ki:
“Şehvet nazarı ile bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Allah
korkusundan kim onu terk ederse, Allah-u Teala ona öyle bir iman nasip eder ki
zevkini kalbinde duyar.”
3- Dili korumak: Dili, hezeyan, yalan, gıybet, kovuculuk, ağız bozukluğu, dokunaklı söz
ve mücadeleden koruyarak bu gibi hallerde dili susturmaktır. Cabir (r.a) Enes
(r.a)’den rivayet eder ki, Resul-i Ekrem (s.a.a): “Beş şey orucu bozar: 1- Yalan konuşmak 2- Gıybet etmek 3- Kovuculuk
etmek 4- Yalan yere yemin etmek 5- Şehvetle bakmak.” buyurmuşlardır. Oruç,
insanın cehennemini hazırlayan bütün kötülüklere karşı gerçek bir siperdir.
Resul-i Ekrem’in (s.a.a) zamanında oruç tutan iki kadın, akşama doğru, yani
iftar vakti oruçlarını açmak için Resul-i Ekrem’den (s.a.a) müsaade almak üzere
bir kişi gönderirler. Peygamber efendimiz kadınların gönderdiği bu kişiye bir
boş çanak vererek şöyle der: “O
kadınlara söyle, yediklerini bu bardağa kussunlar.” O kişi, çanağı alıp
gider ve kadınlara der ki; Resul-i Ekrem (s.a.a) buyurdu ki, yediklerini bu
çanağa kussunlar. Bu kadınlardan biri safi kan ve et kusar ve diğeri de aynı
şekilde çanağı doldururlar. Bu duruma herkes şaşırır, bu şaşkınlığa Peygamber
efendimiz şöyle buyurur: “Bunlar, Allah
Teala’nın kendilerine helal kıldığı şeylere karşı oruç tuttular, fakat haram
ettiği şeylerle iftar ettiler.” Bu manalı cümleleri anlamayan insanlar, Hz.
Resul’den (s.a.a) anlayacakları şekilde bir cevap isterler; Hz. Resulullah
(s.a.a) bu konuşmasının devamını şöyle tamamlar: “Bunlar, bir araya gelerek halkın gıybetini ettiler, işte şu gördüğünüz
etler yedikleri (gıybet ettikleri) insanların etleriydi.” buyurdular.
Hucurat suresinin 12. ayeti de gıybeti şöyle dile getirir: “Ey iman edenler! Birçok zandan uzak durun. Çünkü zanların bir kısmı
günahtır. Gizli sırlarınızı araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın.
İğrendiğiniz halde, biriniz kardeşinin etini yemek ister mi? Ve Allah’ın
yasalarını çiğnemekten sakının. (ve bilin ki) Allah, tövbeleri kabul eden ve
acıyandır.” Bu ayette dikkate değer dört konu var. Bu ayet; 1- Gıybet
edenin günahkar olduğunu, 2- Sinsi casus, yani şeytan gibi olduğunu, 3-
Gıybetin ölü etini çiğnemek ve yemek kadar tiksindirici olduğunu, 4- Bu hal ile
hallenenlerin mutlaka tövbe etmeleri gerektiğini bildirmektedir.
Hal böyleyken yılın on bir
ayını her türlü çirkeflik içerisinde geçirenler bir ay ağzını ve midesini
bağlasalar ne olur, bağlamasalar ne olur?
4- Kulağı korumak: Şer’an dinlenmesi caiz
olmayan ve mekruh olan her şeyden kulağı çekmektir. O kulak, Hakk’ı işitmek
için verildi, konuşulması Hak Teala tarafından men edilen şeyleri dinlemek için
değil. Bu gibi şeyleri dinleyenlerle haram yiyenler aynı suça ve cezaya
tabidirler. Maide suresinin 42. ayeti yalana ve gıybete kulak verenler için
şöyle der: “Onlar yalana iyice kulak
verirler, haramı tıka basa yerler…”Aynı surenin 63. ayetinde gıybet
edenleri ve haram yiyenleri uyarmayan alimleri ikaz eder; şöyle ki: “Uleması, fukehası onları günah
söylemekden, haram mal yemekten men etmeliydi.” Gıybete susmak haramdır ve
o sohbetleri duyduğunuz yerde men ediniz; aksi takdirde sizler de günahta
onlara ortak olursunuz ki, bu da iki yüzlülüktür. Yani insanlara yüz yüze iken
dost görünüp arkasında da gıybet edenler iki yüzlülerdir.
Yüce Allah (s.a.a) bu
kişiliktekilere 4. surenin 138. yüce ayetinde şöyle buyurur: “İki yüzlülere şunu muştula (müjdele):
Kendileri için korkunç bir azap öngörülmüştür.” Hz. Resulullah (s.a.a) bir
hadisinde buyurur ki: “Gıybet eden ve dinleyen günahta ortaktırlar.” Çünkü bu
tür gıybetler nice ocaklar söndürmüş ve nice cinayetlere sebep olmuş şeytani
fiilerdir. İşte oruç bu tür hallerden arınmak için vesiledir.
5- Gönlü korumak:Yani gönlünden dünya sevgisini çıkarıp Hak sevgisinden gayrı bir şey o
gönülde bırakmayacak ve her türlü vesveseden gönlünü pak edecek.
6- Eli korumak: Yani kendisine ait olmayan bir şeye el uzatmayacak, eliyle kan
dökmeyecek, yıkıcı olmayacak, yapıcı olacak. Elini hayır için, yaşatmak için ve
dertlilerin yaralarını sarmak için uzatacak, yara açmak için değil. Rahmani
olacak, şeytani değil.
7- Beli korumak: Kendi helalinden ayrısına kuşak çözmeyecek ve herkesi kardeşi gibi,
kızı gibi, oğlu gibi, annesi gibi ve babası gibi bilecek ki, kimseye şehvet
sevgisi beslemeye ve sırat’ül-müstakim üzere ola.
Evet, değerli canlar, bir
insanın aklı baliğ çağına erdiği andan itibaren bu anlamda oruç tutmak (ahlaklı
olmak) ona farz olur. Yani aklı baliğ çağına eren bir kişi, iyi ve kötü
eylemlerinden dolayı, günaha ve sevaba tabi olduğundan dolayı kötü
eylemlerinden korunması için ahlak orucu ona farz kılınmıştır. Ayette de,
“O sayılı günlerde oruç tutmak size farz
kılındı.” buyurur. Bize verilen ömür sayılı günlerden ibaret değil midir?
İşte bu sayılı günlerde ahlaksal değerler bizden önceki ümmetlere farz
kılındığı gibi bizim üzerimize de farz kılınmıştır. Hakiki oruçlular azalarını
günahlardan koruyanlardır, sırf âdet yerini bulsun diye oruç tutanlar değil.
Haram, kişinin imanını öldüren zehir misalidir. Helalın aşırı yenilmesi ise
oburluktur ve zararlıdır; ölçülü olanı ise faydalı olan bir ilaçtır. Nitekim
Peygamber Efendimiz: “Nice oruç tutanlar
vardır ki, tuttukları oruçla açlık ve susuzluktan başka bir şey elde etmezler.”
buyurmuşlardır.
Oruçlu kişi sessizdir, sükun
içerisindedir; yüzü asık değildir, mülayimdir ve oruçlu olduğuna dair gösteriş
yapmaz. İftar vakti beden temizliğini yapar, ev halkıyla niyazlaşır, sofrasının
başına oturur, tuttuğu orucun ve bütün inananların oruçlarının kabulü için
Allah’a münacatta bulunur. İftarını az bir yemekle açar, sofradan kalkmadan
Allah’ın verdiği nimetlere şükreder, bu nimetlerden muhtaç olanların da
nasiplenmesi için Allah’tan niyazda bulunur ve bütün müminlerin mağfiretini
dileyerek duasını bitirir, kalkar. Allah katında kapların en kötüsü helalden
tıka basa dolmuş olan midedir. Gündüz yemediğini akşam toplayıp yerse, artık şehvetini
yenmek ve Allah-u Teala’nın düşmanı olan şeytanı kahretmek nasıl mümkün olur?
Kimileri, yıl içinde en güzel yiyecekleri Ramazan ayı için ayırıp saklar;
çeşitli, mütenevvi ve nefis yemeklerle akşam sofrasına oturup diğer aylarda
yemediklerini bu ayda yemeyi alışkanlık haline getirmişler. Bu hal, kişiyi
Allah’tan istediği neticeye erdirir mi? Malumdur ki, oruçtan maksat, takvaya
ulaşmak için biraz acıkmak ve şehveti kırmaktır. Orucun ruh ve sırrı fenalığa
baş vuran nefsin gücünü zayıflatıp kuvvetini yok etmektir. Aksine iki öğünlük
yiyeceği akşam iftarda mideye indirip vaktin bir kısmını da uykuda geçirmek
değildir.
Hatta oruçlunun açlığı
tatması ve bedeninin zayıfladığını görmesi için gündüzleri uyumaması orucun
adabındandır. İşte o vakit kalbi cilalanır, her gece biraz daha hafifleşir.
Teheccüdünü, gece namazını
ve evradını kolaylıkla yapar. Umulur ki bu sayede şeytan kalbine yaklaşamaz da
melekut aleminin gizliliklerini görmüş olur.
İşte Kadir gecesi, melekut
aleminin esrarından bazı sırların keşfolunduğu gecedir. Allah-u Teala’nın
“Biz onu kadir gecesinde indirdik”
buyruğundan maksat da budur. Kalbi ile göğsü arasındaki yemek torbasını
bulunduranın ve onu tıka bas doldurmaktan başka gayesi olmayanların melekut
aleminin esrarını müşahede etmesi mümkün mü? Bununla berarer yalnız mideyi
boşaltmak da kafi değil, aradan perdenin kalkması için, himmetini de
Allah’tan gayrısından kesmesi lazımdır.
Eğer oruç iki öğünlük yemeği geciktirmek olsaydı, Peygamberimiz (s.a.a)’in
“Nice oruç tutanlar vardır ki, açlık ve
susuzluktan başka bir şey elde edemezler.” buyruğunun bir manası kalmazdı.
Ebu’d-Derda; “Akıllı adamların uykuları
da, yemeleri de ne güzeldir. Ahmakların oruç ve uykusuzluklarını nasıl
ayıplamazlar? Yakin ve takva sahiplerinin bir zerre ibadetleri, ahmakların
dağlar kadar ibadetlerinden daha efdal ve daha üstündür.” demiştir.
Yine alimin biri oruç
hakkında şöyle buyurur: “Birçok oruç tutan vardır ki, orucunu bozmuştur; nice
yiyen de vardır ki oruçludur.” Yediği halde oruç tutmuş sayılan, yiyip içerken,
kendisini günahtan koruyandır. Oruçlu olduğu halde orucunu bozan ise günah
şirkinden el ve eteklerini çekmeyen ve nefisine hakim olmayandır. Orucun mana
ve sırrını böylece anlayan kimse bilir ki yemek, içmek ve cinsi münabesebetten
çekindiği halde fenalıklardan sakınmayan kimse, abdest alırken su dökmeden
azasını kuru kuruya üç kere mesheden kimseye benzer; görünüşte sayıya uymuştur,
ama asıl mühim olanı kullanmamıştır. Şemseddin Yeşil’in Füyuzat tefsirinin 205.
sayfasında Bakara suresinin 183. ayetinin tefsirinde şöyle bir yazı ilgimi
çekti; yazıyor ki: “Âdet halindeki Müslümanlıktan hayır gelmez. Ruhun orucu
naimi değil, Mün’imi arayacak. Sırrın orucu Hak’tan gayrı göreceği kalmayacak.
İşte orucun afakını (zahiri) ve enfüsünü tatbik ederek saim olan kimseye
Likaullah güneşi tulû eder. Yoksa bir âdet olarak oruç tutup gönül kıracaksa ve
fenalıktan arınmayacaksa bu oruçtan ona bir fayda gelmez. Oruç tutan kimse Hak
sıfatlı olur. İşte bunun için Cenabı Allah: “Oruçlunun nefesinin kokusunu
severim” buyurmuştur. Sen bu kokunun açlık kokusu olduğunu zannetme! Cenabı Hak
buyuruyor ki: “Essavmü li ve ene eczi bih” yani oruç benim içindir, onun ecrini
ben veririm.”
Allah (c.c) cümlemizin
orucunu kabul edip hakiki oruçlardan eylesin. Değerli dostlar, bu açıklamalardan
da anlaşılan şudur ki her ibadetin zahiri ve batını, kabuğu ve özü vardır.
Kabuğun da dereceleri ve her derecenin tabakaları vardır. İnsan oğlu manevi
yükseliş derecesinde özgürdür. İsterse dinin sadece kabuğunda kalır, isterse
öze dalarak basiret sahiplerinin arasına karışıp irfan ehli olur. Yüce Allah
dileyicinin dileğini istediği doğrultuda kabul buyursun. Orucun manası çok
teferruatlıdır, ama biz anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az
düşüncesiyle konumuzu burada noktalıyor ve hafif nesneler misali yüceliğin
doruğuna erişmemizi niyaz ediyoruz…