çözümleme-
Kızılırmak
Kızdırmak gibi bendinden boşan
Sivastan mardinden hamaya döşen
Düldül eğerlendi zülfikar kusan
Al i'm ne yatarsın günlerin geldi
pir sultan abdal
Insanlar iki türlüdür. Birincisi inandığı gibi yaşayanlardır ki, insan olmayı gerçek manada temsil edende bunlardır, ikinci tür insanlar ise yaşadığına inanmak zorunda kalırlar. Bunları insan saymak biraz zor. Eğer siz, inandığınız gibi yaşamak istiyorsanız, bu kitabı okuyun. Ama,yaşadığına inanmak zorunda kalan tiplerden iseniz, lütfen bu kitabı bırakın. Çünkü bu kitap size göre değil!
Adres:
Ordu Cad. Ordu îşhanı
No:10 ERZINCAN
Tel:0(446) 2232285
Tele-Fax:0(446)2147388
1418 / 1998
Kısaltmalar:
(s) :Sallahu aleyhi ve alih '( O'na ve soyuna selam olsun)
(a) :Aleyhisselam (O'na selam olsun)
(a.f) Acellullahi ferec (Allah zuhurunu yakınlaştırsın)
(r) :Rahmetullahi aleyh (Allah O 'na rahmet etsin)
Yay. :Yaymcıhk, Yayınları
Mat. :Matbaacılık, Matbaası
Bkz. :Bakınız.
C. :Cilt.
S. :Sayfa.
ÖNSÖZ
Hamd alemlerin Rabbi ve din gününün sahibi olan Allah'a mahsustur; selam ve salat onun peygamberlerine, son Resulüne ve tertemiz Ehl-i Beyt'e ...
l. (KULLANILAN METODA DAÎR)
îmdi...
Alevilik iki yönlüdür. Teorik yön ve sosyolojik yön.
Bugüne kadar Alevilik hakkında araştırma yapan insanlar,
daha çok Aleviliğin sosyolojik yönüne eğilmiş
ve dolayısıyla Aleviliğin teorik kısmıni ihmal
etmişlerdir. Olayın sosyolojik yönüne eğilen insanlar
ise, bir dizi anlamsız tartışmanın ortasına
itilmiştir. Mesela Alevilik hakkında araştırmalarda
bulunan yazar, Alevilik konusunda bir gazete ile yaptığı röportajda
Alevilik hakkında uzun süredir çalışıldığıni,
ancak Aleviliği çözemediğini ifade ediyordu. Birkaç
Alevilik araştırmacısı ile Aleviliği bir "sır"
olarak tanımlıyor, kimileri ise Aleviliğin net bir tanımı
yapılamayacağıni iddia ediyordu. Başka bir zevat ise,
ortada birden fazla Alevilik olduğunu söylüyor, Alevilikten değil
Alevilikler"den bahsetmenin daha doğru olacağıni belirtiyordu.
Olayı daha rayından çıkaranlar, Alevilik şeklinde
bir tartışmanın gereksiz olduğunu, ortak bir mutluluk
projesi olarak Sosyalizm 'i öneriyordu.
Elbette Alevilik hakkında yapılan bu spekülasyon: ve'demagejileri uzattıkça uzatabiliriz. Ancak günümüzde Alevilik hakkında ne kadar karmaşık şeyler söylendîğini ifade etmek açısından bu kadarı yeterli.
Evet Alevilik noktasında yaşayan bu çok yönlü
tartışmalara geçmeden önce, bu tartışmaların
sebebine inmek gerekiyor. Bize göre bunun sebebi çok basit! Sorun
araştırmalarda kullanılan metodolojiden kaynaklanmaktadır.
Yani ortada metod yanlışlığı var.
Ruhlanmız O'na feda olsun, Alevilerin birinci îmamı ve Allah'ın
galip aslanı Hz. îmam Ali aleyhisselam bir keresinde şöyle
buyurmuşlardır."Allahın dini kişilerle tanınmaz.
Hakkın nişaneleri ile tanınır. Hakkı tanı
Hakka uyanları da tanırsın." îşte Alevilik
araştırmalarında metodoloji bu olmalıdır.
Yani Aleviliğin orijinleri tanınmalı, bundan sonra insanları
değerlendirilmelidir. Yoksa insanlara bakarak, Alevilik tanınmaz.
Aksi taktirde yapılan araştırmalar sağlıklı
sonuç vermeyecek, havada kalacaktır. Sonrasında yukarıda
sayılan demagojiler yapılacak ve mutluluğu arayan insanlar
bir dizi anlamsız tartışmanın içine sürüklenecektir.
Biz bu kitapta, insanları bu anlamsız tartışmaların
içine sürüklemeden, olanı değil olması gerekeni
anlatmaya çalışacağız. Hz. îmam Ali'nin
deyimi ile "Hakkın nişaneleri " ne bakacağız
. Dolayısıyla bu risalenin ilgi alanı, Aleviliğin teorik
yapışı olacaktır. Olayın sosyolojikboyutuna
ele almak bizi yukarıda sıraladığımız
bir dizi anlamsız tartışmanın içine sürükleyecek,
bu kısır döngü bu süratle şurup gidecektir.
Diğertaraftan bazı insanların kendi kafalarında uydurduğu
asılsız düşünceler bize zamanımızı
kaybetmekten başka bir şey sağlamaz. Asıl olan insanların
kendi zihinlerinde uydurduğu asılsız ve kof düşünceler
değil, Aleviliğin bağlılarından istedikleridir. Insanların
Aleviliğe teslim olmalarıdır.
2.
(KÎTABADAÎR)
Elimizdeki eser, Aleviliğin tarihsel temelleri üzeride yeniden inşası olarak değerlendirilmelidir. Bu inşada ki bütün dinamikler Aleviliğin kendi tarihinden ve bu tarihi oluşturan insanların yaşam ve düşünce biçimlerimden kaynaklanmıştır. Yani zorlamalarla ve ihraç fikirlerle meydana getirilmeyen bu eser, Aleviliğin kendi içerisindeki bir devinimidir. Olaya böyle bakılmalıdır.
Bu kitap, Alevilik etrafinda değişik zamanlarda yazılmış altı tane makaleyi kapsamaktadır. Bu makalelerin yazılış amacına gelince, Aleviliği kendi temelleri üzerinde yeniden yapılandırmaktır.
Son olarak, yazdıklarımda yanlışlıklar ve yanılmalar bulunabileceğini ifade etmek istiyor; iyi niyetle yapılan tüm eleştirileri bekliyorum.
Elhamdülilah Rabbil alemin.
Ali Rıza OZDEMÎR
Ocak l998
Hayat Inanmak ve mucadele etmektir.
Imam Hüseyin (a)
ALEVÎLIK NEDIR?
-Bir Tanımlama Denemesi –
Giriş
Yaşadığımız zaman diliminde, Alevilik etrafında- bir hayli şeyler yazılmakta ve çeşitli çarpıtmalar île Alevilik kendi temel kaynaklarmdan koparılmaya çalışılmaktadır. Aleviliğe yalan-yanlış fikirler nisbet edilmekte ve bu suretle muhtevası bozulmak istenmektedir. Alevi Aydını (!) diye öne atılan, ama Alevilikle alakası olmayan bazı insanlar Aleviliğe çeşitli tamınlar getirmekte ve bu suretle insanların beynini karıştırmaktadırlar. Bunun doğal bir sonucu olarak da, insanlar Alevilikten uzaklaşmaktadırlar. Mesela Ö.ULUÇAY adında bir yazar yazdığı bir makalesinde Aleviliğe yirmiden fazla tanım getirmekte ve O 'nü kavramlaştırmaktadır.(l1) Kimi yazarlar ise Alevilik ile Bektaşîliği birleştiriyor ve bunları yerleşim birimlerine göre kavramlaştırıyorlar. Alevilik "Köy Bektaşîliği" olarak kavramlaşırken, Bektaşîlik ise bir anda "Kent Aleviliği" oluyor. Durum o kadar vahimdir ki Alevilik konusunda araştırma yapan bütün yazarların tanımlarım bir araya gelirsek işin içinden çıkamayız. Alevilikte insanı mutluluğa götüren, sağlam bir düşünce sistemi ve yaşam programı arayan insanlar ise, bundan vazgeçerler.
Bu durumda bizim yapmamız gereken ilk şey ortaya atılan belli-başlı tanımlar etratında konuşmak, bu tanımları değerlendirmek ve son olarak da, kendi Alevilik tanımımızı ortaya koymaktır. Bununla başlıyoruz...
Kavramsal alanda Aleviliğin birkaç tanımı yapılmakta
ve bunun doğal bir sonucu olarak Alevi kelimesi birkaç topluluğa
nisbet edilmektedir. Birinci olarak Aleviliği Türkçe telaffuzu
iledeğerlendiren görüş etrafında konuşacağız.
Buna göre Alevilik, Ali ile evi kelimelerinin birleştirilmesinden
meydana gelmiştir. Ali + evi şeklinde bir araya getirilen kavramda,
aradaki "i"
harfi düşmüş ve anlatılmak istenilen şey
Alevi olarak kavramlaşmıştır. Alevi kavramı
ise yalnızca îmam Ali Aleyhisselam' in soyundan gelen insanları
kapsamaktadır. (22)
Ikinci olarak etrafında konuşacağımız
görüş, Aleviliği Arapça telaffuzu ile ele alan görüştür.
Arapça' da Alevi kavramı "Ali 'ye ait","Ali 'ye
mensup" anlamına gelmektedir. (33) Nasıl Hıristiyanlara
Hz. îsa(a) 'a bağlı olmalanndan dolayı- daha doğuşu
onlar böyle iddia ediyorlar - îsevi ; Yahudilere de Hz. Musa (a)
'a bağlı olmaları sebebiyle Musevi deniyorsa, aynı şekilde Hz. Ali (a) 'a bağlı olanlara da, Alevi denmektedir.
Buna göre, sondaki "i" harfi sahiplik anlamı taşır
"v" harfi ise arada kaynaştırma harfidir. Sonuç
olarak Alevilik, Ali taraftarlığıdır -
Bu iki görüşten en uygunu ikincisi olmakla birlikte, birinci görüşünde belirli oranda doğruluk payı vardır. Birinci görüşün doğruluk payının en iyi ispatı, bugün dahi sıkça rastladığımız "soydan gelme" olayıdır. Soydan gelme; yani bîr kişinin Alevi olabilmesi için anne ve babasının Alevi olma zorunluluğu... Eğer Alevi kavramım birinci görüş doğrultusunda kullanır "Alevi kavramı îmam Ali. (a) 'm soyandan gelen insanları kapsar" dersek doğal olarak bir Alevi'nin de Alevi anne ve babadan gelmesi şarttır. Kaldı ki Islam Tarihi'nin ilk zamanlarında Alevi kavramı, îmam Ali (a) 'in soyundan gelen insanlar için kullanılıyordu.,
Bugün ise Alevi Cemaatinin büyük bir çoğunluğu îmam Ali (a) 'm soyundan gelmemektedir. Bu insanlar, kendilerin; ifade ederken de "Alevi" kavramım kullanmaktadırlar. Işte burada ikinci görüşün savunduğu şeye ulaşıyoruz' ve anlıyoruz ki sonraki dönemlerde Alevi olmayan bir çok insan kendini bu kavramla ifade etmiş ve Alevî kavramı " Ali (a) taraftarlığı" anlamında en geniş boyutlarına ulaşmıştır.
Yeri gelmişken burada soydan gelme hakkında biraz konusalım. Yukarıda da anlattığımız gibi günümüzdeki kullanılış şekli ile Alevilik kavramı, îmam Ali (a) 'in takipçisi, taraftarı ve hizbi demektir. Taraftar olmak için belli bir soydan gelme şartı aranmaz. Burada önemli olan kişinin niyetidir. Öyle ise bir kişinin Alevi olabilmesi için belli bir soydan, gelmesi gerekli değildir. Nitekim tarih boyunca değişik uluslardan ve kabilelerden bir çok kişi eski dinlerinden vazgeçerek Alevi olmuşlar ve Alevi Cemaati de bunlara bağrım açmıştır. Ancak bir kişinin " Seyyid-i Saadet, Evlad-ı Resul" olması için Imam Ali soyundan gelmesi şarttır ve kanaatimizce soydan gelme yalnız bununla sınırlıdır.
Bize ulaşan kaynaklara dayanarak yaptığımız araştırmalar, Alevi kavramının tarihsel süreç içerisinde geçirdiği aşamaları bize şöyle öğretmektedir: Alevi kavramı ilk zamanlarda îmam Ali (a) 'in soyundan gelen insanlar için kullanılıyordu ve kavram tam olarak bunu karşılıyordu, îmam Ali (a) 'in taraftarları ise, "Şia" veya "Şia-ı Ali" kavramlarıyla ifade ediliyordu.
Resulallah'ın (s.a.v.) hayatında dahi Şia kelimesi bu anlamda kullanılıyordu.(44) Bu süreç böylece devam etti ve Çaldıran Savaşı' na kadar geldi. Şiiler' in Çaldıran' da yenilmesi ile ve daha çok iran'da Safeviler 'in yönetimden alaşağı edilmeleriyle bîr kısım Şia - ki bunlara " Kızılbaş" adı nisbet ediliyordu - Anadolu coğrafvasma hapsedildi. Bu hapis ile Anadolu da kalan bu Şialara "Alevi " ismi nisbet edildi. Zaten yapılan tetkikler Alevi kavramının Anadolu ya hapis olan Şialar için iki yüz elli yıl, belki de daha az bir süredir kullanıldığım ' ortaya koymuştur. Günümüzde de kavram, bu anlamda kullanılmaktadır.
Alevilik hakkında araştırma yapan bir dizi araştırmacının ortaya attığı bir görüşe göre, Alevilik bir dindir. Ancak burada din kavramıyla anlatılmak istenilen Aleviliğin îsîam Dini olduğu değil, Islamiyet in dışında başka bir din olduğudur. Şimdi, bu görüşün savunucularından birisi olan Prof. Dr. Fuat BOZKURT 'a kulak kabartalım ve O nü dinleyelim :
"Bizim inancımıza göre Alevilik, Anadolu'nün toplumsal olaylarınm ortaya çıkardığı Orta Asya 'dan Ön Asya 'ya değin bir çok dinlerin izini taşıyan bir Anadolu dinidir. Islamlık, O 'nün üzerine çekilen bir örtüden ileriye gidememiştir. "(55)
Yukarıya aldığımız pasajda BOZKURT'un demek istediği oldukça nettir. BOZKURT 'a göre, Alevilik, çeşitli dinlerin sentezinden oluşan ve Islamiyet 'inde O 'na sadece bir örtü olduğu, yepyeni bir dindir. Daha geniş bir kadronun (66) yazdıklanndan hareket edecek olursak, Alevilik; Hinduizm, Zerdüştlük, Şamanizm, Yeni Eflatunculuk, Hıristiyanlık, Yezidîlik,. Yahudilik, Manilik ve daha adım burada söyleyemediğimiz onlarca dinin karması ve sentezinden oluşan, yapma ve ilkel bir dindir.
Kadroyu teşkil eden, ama profesör olan veya olmayan, bu yazarlar
kendi görüşlerini desteklemek için iki tane delil (!)
ortaya koymuşlardır.
^
Birinci delilleri, Yunus Emre ( r), Pir Sultan Abdal ( r) gibi ariflerin irfanî
özle yazılan şiirlerim tevil etmek ve çarpıtmak
sureti ile ortaya koydukları düşünceleridir. Ancak biz,
bunların bu düşüncelerini delil ol'arak kabul etmiyoruz.
Çünkü bu yazarların irfanî seviyeleri mezkur ariflerin
şiirlerin! anlayacak kadar güçlü değildir. Hatta
bunların irfanla bir ilgileri yoktur. Bu yazarların pek çoğunun
Allah 'a inanmadığı, Resulullah (s) 'i bir dahî, bir
filozof olarak gördükleri, Ehl-i Beyt 'e- iman etmediği - ki bütün
bunlardan Allah 'a sığınırız - herkes tarafından
bilinmektedir. Şimdi, nasıl olurda Allah 'a, Resulüne ve Ehl-i
Beyt 'e düşman olan bu insanlar, Allah 'a, Resulüne ve Ehl-i
Beyt 'e gönül veren kişilerin şiirlerin; doğru biçimde
yorumlayabilirler? Açıktır ki, bu yazarların anlayacakları şeyler, Ehl-i Beyt Dostları 'nin anlattıklarının
tam tersi olacaktır. Bu konu etrafında son olarak şunu söylemeliyiz
ki, Ehl-i Beyt Mektebi 'ne mensup olan kişilerin yazdığı şiirleri, ancak Ehl-i Beyt Mektebi 'ne mensup olan diğer kişiler
anlayabilir, başkaları değil...
ikinci delillerine gelince, bu delillerin eski Anadolu dinleriyle Alevilik arasında bir dizi benzerlik ortaya koymalarıdır. Bilimsel ve objektif bir platformda ortaya konulduğu iddia edilen bu deliller, gerçekte bilimdışlılık ve sübjektifliğin en çarpıcı örnekleridir.
Bu deliller iki açıdan eleştirilebilir. Birinci olarak, bu araştırmacılar Müslüman değillerdir ve bundan dolayı Islam'i evren tasavvurundan yoksunlardır. Kendi kısır dünya görüşleri ile Aleviliğe yaklaştıkları için Alevilik hakkındaki görüşleri de yetersiz kalmaktadır. .Eğer bu araştırmacılar îsîami evren tasavvuruna sahip olsalardı, Aleviliği hep eski Anadolu dinlerine yamamaz, varolan bazı benzerlikleri de hep Islam dışı yollardan aramazlardı. /
Biz şuna inanıyoruz ki. Uz. Adem (a) 'dan Resulullah (s) 'a kadar yüz yirmi dört bin peygamber aynı ilahi programı insana tebliğ etmişlerdir. Yeryüzündeki ilk din, tek tanrılı din, yani tevhid dinidir. Bundan sonra insanlar, değişik ve çok tanrılı dinler icat etmiş, ama tektanrılı dinin bazı inançlarım da bu uyguladıkları yeni din içerisinde yaşatmışlardır; Alevilik ta'zim inancımıza göre Resulullah 'in tebliğ ettiği dinin ta kendisidir. Hz. Adem 'den Resulullah 'a kadar uzanan nübüvvet zincirinde olan bazı inançlar, bu Eski Anadolu dînlerinde elbette olacaktır, îşte Alevilik ile Eski Anadolu dinleri arasındaki kimi benzer inançlar, ancak böyle açıklanabilir.
Bu delile getirilecek ikinci eleştiri ise, bu yazarların kültür ile inanç arasındaki farkı bilmemeleridir. Ayrıca yazdıkları de gösteriyor ki, bu araştırmacılar Islamiyet 'in yabancı kültürlere karşı olan tavrım bilmiyorlar. Bu delile ikinci eleştirimiz genel olarak şudur: Alevilik doğal olarak toplumsal yaşantıda az veya çok kendînden önce gelen kültürleri yaşatmıştır. Yoksa inanç yönünden bir şey yaşatmamıştır. " Kültür insan tarafmdan üretildiği için sürekli bir şekilde üretilmelidir. Bu nedenle kültür yapıları, doğal olarak^ değişmeye müsait ve mahkumdur. "(77), Halbuki inanç nassdir, yani kesinlikle değişme kabul etmez.Öyle ise Alevi Topluluğu 'nda yer yer görülen kültürel farkları, nasıl Aleviliğin inanç sistemine koyabiliriz? Sünnîlik dinle beraber kültürü de alırken, Alevilik yalnızca dini düşünceyi referans olarak almıştır. Referans olarak aldığı bu dini düşünceyi de yaşamı île bütünleştirmesini bilmiştir. Yani Alevilik, Islamiyet 'e ters olmayan kültürleri yaşatmıştır. Bu işe îmam Ali (a) 'a kadar uzanan köklü bir pratiktir. Nitekim îmam Ali (a), Malik Bin Ester ( r) 'i Mısır 'a vali olarak tayin ederken O 'na halkın Islamiyet 'e ters olmayan kültürleri yaşatmasına izin vermesi yönünde direktifler vermiştir.(88) Peki, bu pratikten sonra, toplumun ürünü olan kültürü yaşatmanın Islamiyet 'e ters olduğunu söylemeye kim cür 'et edebilir?
Kaldı ki, bu yazarların getirdiği delillerin pek çoğu çeşitli zorlamalara dayanmaktadır. Mesela birisi çıkmış diyor ki, bilmem Zerdüştlük'te ateş kutsalmış, Alevilik 'te ise çerağ kutsal. Alevilik 'te çerağın kutsal olması ise Aleviler 'in eskiden cemlerde çerağ 'ı aydınlatmada kullanmaları imiş (?) Yahu, ne yapalım yani ateş Zerdüştlük 'te kutsal diye etrafı aydınlatmak için ateş kullanmayalım mı? Şimdi biz, aydınlatmada tlorasal kullanıyorsak Horasalın kutsal olduğunu mu iddia edelim?
Üstadımız, Pir Sultan Abdal güzel şiirinde şöyle demektedir:
"Bizim dine yeni bir din demişler
Bir lokmayı kırk can ile yemişler
Erenlerde doğru yolu komuşlar
Biz gidelim gitmeyenden bize ne?"(99)
Yani, bizim dinimiz Tevhit dinidir; yoksa bazılarının dediği gibi yeni bize doğru bir yol da gösterilmiştir. Biz bu yoldan bir din değildir. Üstelik gidelim. Bizimle gelenler gelsin, gelmeyenler ise ne halleri var ise görsünler.
Alevilik ^etrat'ında tartışılan konulardan biride Aleviliğin bir mezhep olup olmadığı noktasında yoğunlaşmaktadır. Kanıya göre Alevilik, tıpkı Hanefi, Maliki,Hambeli ve Şafii mezhepleri gibi bir mezheptir.
Öncelikle kelimenin etimolojisine bakmalı. Mezhep kelimesi Arapça 'da "gitmek" anlamına gelen "zehebe" kelimesinden türetilmiştir. Mezhep kelimesi Arapça 'da "gidilen, tutulan yol" anlamına geliyor.
Konuya tarihsel açıdan yaklaşırsak Resulullah (s) zamanında konularda herhangi bir itilaf yoktu ve hiç kimse ibadete veya inanca dair içtihat yapma yetkisine sahip değildi. Çünkü, herkes karşılaştığı sorunları Resulullah (s) 'a götürüyor, sorun hakkında ki hükmü de öğrenmiş oluyordu. Islam Dünyası 'nda ilk anlaşmazlıklar, Peygamber (s) 'in şehadetinden Sonra, güya bazı müslümanların Gadir-i Humm biatim bozarak, Imam Ali (a) 'in velayetin; inkar etmeleriyle başladı. Resulullah (s) 'in şehadetinden sonra müslümanlar Sünni (Amme) ve Şii (Hasse) olmak üzere iki kısma ayrıldı.(lO10)
Şiiler, Kur'an-ı Kerim 'de Ehl-i Beyi hakkında nazil olan ayetlere ve Resulullah (s) 'in "Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır.","Ehl-i Beyt 'im Nuh 'un gemisi gibidir.","Size iki ağır emanet bırakıyorum." gibi sayışım ' yüzlerle ifade edebileceğimiz hadislere dayanarak Resulullah (s) 'tan sonra ümmetin halifesinin îmam Ali (a) ve O 'nün soyundan gelen diğer On Bir îmam 'in halife olması gerektiğim' savunuyorlardı. Sünnîliğin çekirdeğim' temsil eden• bir gurup ise Resulullah'(s) 'in kendisinden sonra ümmete bir halife tayin etmediğin! söylüyor, Ben-i Sakife 'de bir oldu bitti ile veya Ikinci Halife Ömer Bin Hattab 'm deyimi ile "bir ayak sürçmesi" ile, Ebu Bekir Bin Kuhafe 'yi halifelik makamına /getiriyorlardı. Hem de Resulullah (s) 'in cenazesini yerde bırakmak pahasına! Sonraki zamanlarda Muaviye Bin Ebu Süt'yan buna kesin adım vererek "Biz Ehl-i Sünnetiz" diyor.
Devam edem zamanlarda, Ehl-i Sünnetin içerisinde her sahabenin ve her tabiinin bir kendine has mezhepleri oldu. Hanefi Mezhebi gibi bazı mezhepler zamanın hakim otoritesine sırtım dayayarak daha fazla bağlı buldular ve daha geniş coğrafyalara yayıldılar. Daha sonra Ehl-i Sünnet kendi içerisindeki bu dağınıklığım toparlamak amacıyla mezhepleri sınırlandırdı. Hicri altı yüzlü yıllarda bağlılannın fazla olmasından hareket edilerek mezhepler sınırlandırıldı ve Maliki, Hanefi,Hambeli ve Safî mezhepleri "dört hakk mezhep" adı altında pazarlandı. Bu dört mezhebin dışında kalan diğer mezhepler ise zamanla terk edildi.
Her ne kadar, Ehl-i Sünnet kendi içerisindeki itilafları gidermek maksadıyla mezhepleri sınırlandırsa da bu itilaflar tam olarak kaldınlamadı. Bu dört mezhep arasındaki itilaflar bu gün dahi devam etmektedir. Hatta bize ulaşan rivayetlere göre, mezhepler sınırlandırmadan önce, Hanefîler ve Şafiiler birbirlerinin kanım helal biliyorlar ve birbirlerinin mahallelerine saldırarak talan ediyoriarmış.(ll11) Mezheplerin sınırlandırılmasından sonra, Sünnîlik 'te içtihat kapışı kapatıldı. Ancak birkaç Sünni alim bu yasağı deldiler.(1212)
Şiilik ise, en son imam, îmam Mehdi (a.t) 'in zamanına kadar Zeydilik ve îsmaililik diye birkaç kola aynlarak geldi.
Şimdi, söz buraya gelmişken, Aleviliğe Caferi Mezhebi denilmesinin sebepleri üzerinde biraz konusalım, îlk önce şunu bilmemiz gerekiyor ki, Aleviliğe Caferi Mezhebi denilmesi -haşa - îmam Cafer -i Sadık (a) 'in bir mezhep kurmuş olmasından dolayı değildir. Bunun temelinde yatan sebep, îmam Sadık (a) 'in yaşadığı zaman diliminin, Emeviler 'in yıkılış dönemine rastlamasıdır. Emeviler Abbasoğullan ile uğraşmaktan Şia üzerinde bir baskı kuramamışlar ve îmam Sadık (a) Ehl-i Beyt Mektebim bütün yönleri ile açıklamıştır, îşte Aleviliğin Caferi Mezhebi olarak adlandırılmasındaki temel sebep budur. Caferi Mezhebi şeklindeki kullanım, genelde tarafların belli olması açısından diğer hiziplerce yaygınlaştırılmıştır. Bize göre, Alevilik bir mezhep değildir. Çünkü mezhep, kişilerin Kur'an-ı Kerim ve hadislere dayanarak bir yol çizmesidir. Yani bunlar Islam 'in bir yorumudur. Halbuki Alevilik Islam'ın bir yorumu değil. Islam'm ta kendisidir. Bununla birlikte biz Aleviler, Aleviliğin fıkhım yalnızca Imam Caferi Sadık (a) 'dan değil, bütün On Bir îmam 'dan aldığına ve Ehl-i Beyt Imamları 'nin ise birbirinden farklı görüşler atmadığına inanıyoruz. Yine biz On iki imamların (a) Allah tarafından tayin edildiğine dolayısıyla ilimlerinin Allah tarafından verildiğine iman ediyoruz. Bundan dolayı, bütün Kur'an-'î ilimler ile Resulullah (s) 'in Sünnet' inin herkesten' daha iyi bildiklerim ve bütün konulara eksiksiz olarak vakıf olduklarına inanıyoruz. Buna delilimiz Resulullah (s) 'm Ehl-i Beyt îmamlanmn (a) On ikisin; de isimleriyle teker teker müjdelemesi ve bunların Ehl-i Sünnet kaynaklarında dahi yer almasıdır(1313)
Buraya kadar yazdıklarımız bizi şu sönuçlara ulaştırıyor. Alevilik Islam 'in ta kendisidir ve Ehl-i Sünnet meselesi ile Islam'dan kopmaya başlamışlardır.Mezhepleri halifelik Devam eden zamanlar da ise bu kopuş hızlanmıştır. Çünkü Ehl-i Sünnet Mezhepleri Resullah (s.a.s) 'in bize bıraktığı iki ağır emanetten birisi olan Ehl-i minberlerden Ehl-i Beyt'e lanet okuma cüretinde Beyt'i terk etmiş, hatta bazıları dahi bulunabilmişlerdir. Allah 'm laneti Ehl-i Beyt'e lanet okuyanların üzerine olsun!
Aleviliğin bir tarikat olup olmadığı konusunda ki tartışmalar son zamanlara doğru, Orta ve Batı Anadolu da ki Alevilerin Sünni fıkhım kabul etmeleriyle gündeme geldi. Tarikat da Arapça da "yol" anlamın geliyor, tıpkı mezhep gibi.. Ancak yüklenen mana itibari Ile mezhepten daha küçük kolları ifade eder.
Bu konuştuklarımızı şekilde dökecek olursak aşağı da ki gibi bir şekil çıkar.
SERIAT
MEZHEP
TARIKAT
Diğer taraftan tartışmanın komikliği ortadadır. Alevilik Hanefi Mezhebine bağlı bir tarikat olduğunu söylemek, gerçekte böyle bir tartışmanın komIkliğini ortaya koymaktadır. Çünkü Alevilik ile Sünnîlik arasında ki fark ortadadır. Böyle bir çaba ise sadece Aleviliğin Sünnîliğin içerisinde asimile etmekten başka bir amaç taşımamaktadır.
Bize göre Aleviliğin bir tarikat olarak algılanmasındaki
en güçlü etken, Alevilik ile Bektaşîliğin karıştırılmasıdır.
Şimdi ise bu konu etrafında konusalım.
Son zamanlar da Alevilik ile Bektaşîlik kavramlannın eş anlamlı olarak kullanılması bizi ister istemez böyle bir başlık zorunda bıraktı. Bu kullanım için yakın bir altında konuşmak zamanda yazılan herhangi bir kitaba veya yayın organına bakmamız yeterlidir.
Konuyu daha iyi anlamak ve konuya vakıf olabilmek için Alevlik ile Bektaşîlik arasında ki tarihsel bağlantıları ve ilişkileri iyi bilmek gerekiyor.
'Her ne kadar bir gurup araştırmacı Bektaşi Tarikatı'nın Hacı Bektaş- ı Veli tarafından kurulduğunu iddia ediyorlarsa da (1414) günümüzde bu tartışmalar bitmiş gibidir. Bu gün yapılan araştırmalar sayesinde birçok araştırmacı Bektaşi Tarikatı 'nin Hacı Bektaş-ı Velî tarafından kurulmadığı noktasında birleşmiştir. Buna göre, Bektaşi Tarikatı Balım Sultan tarafından kurulmuş ve Hacı Bektaş 'm öğretileri toplu bir revizyondan geçirilmiştir.(1515)
Gerçekten de tarihi kaynaklar, bize öğretmektedir ki. Hacı Bektaş-ı Veli ( r) hiçbir zaman bir tarikat kurmamıştır. Hacı Bektaş-ı Veli' nin yaptığı şey, Babai Halk Hareketine katıldıktan sonra (1616), bu.gün kendi adıyla anılan yerleşmedebir tekke açmak ve Ehl-i Beyt dostlarım bu tekke etrat'ında toplamaktır, onları örgütlemektir. Şunu unutmamak gerekiyor ki. Hacı Bektaş-ı Veli bir tarikat kurmamış ve hiçbir zaman kendi zamanında ki zalim otoriteye bağlanmıştır. Aksine O, hep zalimlerle savaş halinde olmuştur.
Hazret-i Pir, vefat edinceye kadar dağılan Ehl-i Beyt dostlarım
örgütlemiş ve onları eğitmiştir. Hazret-i Pir
'in bu Faaliyetleri müteakip zamanlar da meydana gelecek olan Alevi Ay
aklanmaları'n a da ortam hazırlamıştır. Hazret-i
Pir 'in vefatından, birkaç yüzyıl sonra Alevi Kıyamları
hızlı bir ivme kazanmış, Osmanlı ise bunların
önüne geçmek için, bir dizi hilenin peşine düşmüştü:
Kimilerine göre bir Sırp devşirmesi, kimilerine göre
Mürsel Bali ( r) 'nin oğlu olan Balım Sultan, Osmanlı
'nin yardımı ile Tekke 'nin basma geçti. Bundan sonra Balım
Sultan, Hacı Bektaş' m öğretilerini toplu bir ', revizyondan
geçirdi.(1717) Ancak Balım Sultan 'dan sonra Tekke 'nin basma
geçen Kalender Çelebi (r),
bu revizyonlara karşı mücadele ederek, Tekke 'yi Hazret-i
Pirin çizgisine getirmek için çalıştı.
Bundan sonra Tekke devrimci kişiliği ile buluşarak, Osmanlı 'ya karşı Kalender Çelebi'nin komutanlığında
kıyam etti. Ancak, Osmanlı bu kıyamı bastırmayı
başardı.
Bu tecrübe Osmanlı'ya daha kesin tedbirler almaşı gerektiğin;
gösterdi. Kalender Çelebi 'nin şehadetinden tam yirmi üç
sonra yıl - sonra(:1818) "Balım Sultan 'a mürid olmakla
şöhret kazanmış" olan Sersem Ali Baba 'yi (1919)
tekkenin basma getirdi. Daha doğrusu. Sersem Ali Baba 'yi Osmanlı
Tekkenin basma atadı. Bundan sonra Balım Sultan 'm pratikleri
yeniden uygulamaya konuldu ve Hazret-i Pir 'in öğretileri terk edildi.
Yani Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi, Bektaşi Tarikatı
oldu.
Müteakip yıllarda Osmanlı 'nin oyunu tepti. Alevi yığınlara ulaşmak ve onları pasif hale getirmek için kurulan Bektaşi Tarikatı, Osmanlı yönetiminde yer alan önemli kişileri etkiliyor, dolayısıyla yönetimi tehdit ediyordu. Osmanlı imparatorluğu ilk çözüm olarak Tarikatı Sünnileştirme yoluna gitti. Bunun içinde Tarikat' in basma Nakşibendî şeyhler atandı.(2020) Bununla birlikte Tarikat 'in fikir babası olarak gösterilen Hünkar 'a nispet edilen kitaplar yazdırıldı. Bu suretle O 'nün Sünni olduğu yaymaya çalışıldı. Mesela bu gün bizlere "Hacı Bektaşi Veli 'ye ait" diye yutturulmaya çalışılan "Makaalat" ve "Şerh-i Besmele" gibi bir dizi kitap Hünkar 'a mal edilen uyduruk kitaplardır.
Aleviliğin tanımı hakkında konuşulan konulardan birisi de Aleviliğin Kızılbaşlık olup olmadığıdır. Araştırmacıların çoğunluğu Kızılbaşlık Aleviliğin bir koludur der.(2121) Bazıları ise Şiiliğin bir kolu olduğunu söyler.(2222) Diğer bir grup ise Anadolu Alevilerinin diğer bir adinin da Kızılbaşlık olduğunu da savunur.(2323)
Tarihsel verilere dayanılarak, Kızılbaşlığın
kökeni hakkında beş tane görüş ortaya atılmıştır.
Bunları başlıklar altında sayacak olursak;
1- Ebu Dücane ( r) 'den kalmıştır.
2- imam Ali (a) 'dan Kalmıştır.
3- Şamanizm 'deh Kalmıştır.
4- Zerdiişlükten kalmıştır.
5- Safeviler'den Kalmıştır.(2424)
Rivayete göre Ebu Dücane ( r) Uhud savaşında şehit
olmayı çok arzuladığı için basma kızıl
bir bez bağlamış ve Kızılbaş kavramı
ilk kez burada kullanılmıştır.
îkinci görüş ise Kızılbaşlığın imam Ali (a) 'dan kaldığım savunmaktadır. Rivayet edildiğine göre îmam Ali (a) Hayber Kalesi'ni fethettîğinde basma kızıl bir bere bağlamış ve bunu gören Yahudiler "Kızılbaş Ali geldi " demişlerdir. Böylece Kızılbaş ismi ilk kez burada kullanılmıştır. Ancak bu iki görüşte -doğru7 değildir ve daha çok işin hikaye kısmım teşkil etmektedir. Birincisi, kavramın îmam Ali (a) 'dan kaldığına dair ortaya atılan görüşün sağlam bir dayanağı yoktur, îkincisi, bu kavram Asr-ı Saadet' ten günümüze kadar kesintisiz bir şekilde kullanılmamıştır.
Kızılbaş kavramının Şamanizm ve Zerdüştlük 'ten kaldığına dair ortaya konulan iki görüş temelde bir dizi zorlamalara dayanmaktadır. Bundan dolayı bu iki görüş üzerinde durmadan geçiyoruz.
Bu durumda geriye bir şık kalıyor. O 'da Kızılbaşlığın Safeviler 'den kaldığım savunan bir görüştür. Gerçekten tarihsel veriler bize Kızılbaş kelimesinin Safeviler 'den kaldığım öğretmektedir. Bun a göre Şeyh Haydar'ın halifeleri on iki dilimli kırmızı başlıklar takmış ve Kızılbaş ismi buradan kalmıştır.(2525) Kızılbaş ismi, Osmanlılar zamanında Ehl-i Beyt Dostlarım küçümsemek amacı ile-de kullanılmıştır.
Ortaya atılan bir diğer bir görüşe göre," Her kim ki Ehl-i Sünnet tir, Alevidir; her kim ki Alevidir, gerçek Ehl-i Sünnet tir."(2626) Kimi Alevi kökenli ilahiyatçı akademisyenlerde Diyanet/ Vakfı çevresiyle Aleviliğin Sünnîlik olduğunu savunmaktadırlar (2727)
Bize göre, bu görüş yanlış olduğu kadar,
komik bir yapı da taşımaktadır.
Neden mi?
Çünki Alevilik ile Sünnîlik arasında ki itilafın
tarihsel olduğu kadar inançsal, ibadetsel, siyasal sebepleri vardır
da ondan. Şimdi burada bunları ortaya koymak uzun bir iştir
ve bu makalenin kapsamı dışında kalmaktadır.
-Bundan dolayı burada sadece takip ettiğimiz insanlara bakacağız.
Çünkü Alevilik ile Sünnîlik arasında ki itilaf
bu kişileri tanımakla açığa çıkacaktır.
Biz Aleviler, tıpkı Dertli ( r)'nin dediği gibi îmam Ali (a) ve O 'nün soyundan gelen diğer On Bir îmam 'in velayetine bağlıyız.
"Biz guruba sorsa/ar: "Eykavm, siz kimlersiniz"
"Tabı/Şah-] Velayet Mürteza derler bize "(2828)
Işte biz On iki îmam (a) 'a bağlı iken ve onları takip ederken, Sünniler Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Muaviye gibilerim talip Açıktır ki bu kişiler, aydınlık ve karanlık, izzet ve etmektedirler! zillet gibi zıt kavramları temsil etmektedirler. Diğer taraftan îmam Hüseyin (a) 'a -Haşa - "asi" diyen ve bunu için gerekli altyapıyı oluşturan bir zihniyetle bir bağımız olmadığı îmam Hüseyin (a) 'in masumiyetine inandığımızdan dolayı açıktır.
Bununla birlikte bütün Sünnüerin kendi karşımızda bir düşman olarak görmediğimiz! belirtmek istiyoruz. Bizim karşısında olduğumuz Ehl-i Beyt dostlarım dindışı sayan, kafir olarak gören ve kanımızı helal bilen Ebusuud Efendi gibi- yezitlerdir. Diğer taraftan,^ aramızd a inanç ve ibadet konülarında farklılıklar bulunan Sünni kardeşlerle, bir arada yaşamanın yollarım bulmak zorundayız.
Bazı Sünni ve Şii araştırmacılarına göre Alevilik^ Hz. Ali (a) ve Ehl-i Beyt sevgisînde aşırıya gitmiş, îmam 'Ali (a) 'in - Haşa - Allah île hulul ettiğine inanan sapık bir taifedir.(2929) Bu tür bir inanç güden kişilere ise "Gulat" ismi nisbet. edilmektedir.
Halbuki bu, Aleviliğe atılmış bir iftiradır. Ve hiçbir sağlam dayanağı yoktur. Bu, yazarların yaklaşımı nefsani, mutaassıpça ve daha açıkçası sapık bir yaklaşımdır. Alevilik îmam Ali (a) 'in taraftan demektir, yoksa - Haşa - îmam Ali (a) ile Allah'ın hulul ettiğine inanmak değildir.
Eğer Aleviler arasında birkaç kişi çıkmış ve Imam Ali (a) ile Allah'ın hulul ettiğin! iddia etmişse, bu sadece faillerim bağlar,, yoksa bütün Alevileri bağlamaz. Biz açık konuşuyoruz, eğer isterseniz Aleviler arasında îmam Ali (a) ile Allah'ın hulul ettiğine dair bir inancın yaygınlığım araştırmak amacıyla bir anket yapalım ve sonucu birlikte görelim. Kaldı ki önemli olan insanların görüşü değil, Aleviliğin orijinlerinin bize öğrettikleridir.
Revaçta olan bir diğer görüşte Aleviliğin kültür olduğunu iddia ediyor. Bu tez, hem Sünnilerce ve hem de Sosyalistlerce ortaya atılmış olup, yine bu görüş sahibi insanlar tarafından savunulmaktadır. Alevi Aydını (!) diye öne atılan bir dizi araştırmacıda bu görüşü paylaşmaktadırlar. Hatta hadlerini aşarak, Diyanet işleri Başkanlığı'nın " Alevilik bir din değildir, mezhep de değildir. Folklor oyunlarıyla, türküleriyle, gazıyla, Bektaşi fıkralarıyla bir kültürdür."(3030) diye üslubunu bulan ve kendi gerçeğinden başka bir gerçek tanımayan bu zihniyete hak verircesine"Anadolu Aleviliği başlı basma bir kültürdür. "(3131) diyebilecek kadar işi ileriye götürebilmişlerdir. Aleviliğin kültür otduğunu iddia eden bu zevatın, kültürsüzlüğünü anlatmaya gerek yoktur sanırım. Amaçlar aynı olunca, haliyle eylemlerde aynı oluyor.
Burada bir soru sormak gerekiyor. Aleviliği kültür olarak tanımlayan bu zevatın maksadı nedir? Niçin Aleviliği bir kültür olarak tanımlıyorlar? Sebebi çok basit ! Sosyalistler ve Kemalistler bu yolla Alevi kültürünü kullanacaklar, binlerce ve belki de milyonlarca taraftar kazanacaklar. Böylece Alevilik ; Sosyalizm'i, Laikliği. Kemalizm'i, Demokrasi'yi, Hümanizm'i. Çağdaş Yaşam 'ı, îlericiliği ve bunlar gibi bir dizi kof ve Alevi^düşüncesi karşısında, çocuk düşüncesi gibi kalan bu ideolojileri beslemek suretiyle tarihe karışacak ve yok olup gidecektir. Sünniler, daha doğrusu her zaman hakim otoritenin yanında olan bir kısım Sünniler de bu yağmaya katılacak , taraftar kazanacak ve Alevilik Sünnîliği besleyerek yok olacaktır. Böylece Sünnîlik, Anadolu coğrafyasında Ehl-i Beyt Mektebi 'nin temsilcisi olan Aleviliği yenmeyi, O'nü yok etmeyi becerecektir. Yüz yıllar boyunca kurduğu düş, gerçek olacaktır.
Aleviliği kültür sayan bu zevatın amaçları üzerinde yüzeysel olarak konuştuktan sonra, Aleviliğin bir kültür olup olmadığım inceleyelim. "Bir kısmı maddi ve bir kısmı da manevi olan kültür,"(3232) insanın ürettiklerinin toplamındanibarettir. Bu nedenle kültür değişmeye müsait ve mahkumdur. Bunlardan yola çıkarak Aleviliğin bir kültür olmadığım, ama inanç sistemi etrafında meydana gelen bir kültürden bahsedebiliriz. Çünkü kültür değişkendir, ama inanç sabittir, yani değişmez. Tarihi boyunca Alevi kültüründe değişen bir çok şeye örnek verebiliriz, ama Alevi inanç sisteminde bir değişiklik meydana geldiğin! söyleyemeyiz. Misal olarak Alevi Edebiyatı'nda çoğunlukla işlenen konu Allah - Muhammed - Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi ve bunların bize öğrettikleridir. Işte, Alevi Kültürü 'nün bir unsuru olan bu edebi eserlerde işlenen konunun inanç sistemi olması, bize Aleviliğin kültür olamadığım ancak, inanç sistemi etrafında oluşan bir kültürün varlığım ispatlamaktadır. O da "Alevi Kültürü" 'dür.
Alevilik Bir Yaşam Biçimi midir?
Değildir! Bu iddia da az önce konuştuğumuz iddia gibi çeşitli kasıt ve zorlamalara dayanmaktadır. Çünkü yaşam biçimi de, tıpkı kültür gibi inanç sisteminin etrafında oluşur.
' Mesela;
Alevi helal kazanır.
Alevi hakkını alır.
Çünkü bunu emreder Alevilik.
Alevi içki içemez.
Alevi zina işleyemez.
Alevi hırsızlık yapamaz.
Çünkü bunu emreder Alevilik.
îşte bu emir ve yasaklar etrat'ında oluşur yaşam
biçimi. Öyle ise burada Aleviliğin bir yaşam biçimi
olduğundan değil de, Alevi inancı etrafında oluşan
bir yaşam biçiminden bahsedebiliriz.(3333) Bu Alevi yaşam
biçiminin de Aleviliğin sadece bir parçası olduğunu
belirtmek yararlı olacaktır.
Buraya kadar konuştuklanmızı toparlayacak olursak çıkan sonuç şudur: Alevilik çeşitli kişilerce ve çeşitli yollarla - çoğu zaman zorlama ve iftiralar ile - hep Islam dışında aranmıştır. Hikmet-i sebebi ne ise Alevilik hiçbir zaman îsîam dairesine sokulmamış islamiyet'in Aleviliğe bir örtü olduğu ileri sürülmüştür. Bunları hep, Aleviliği yok etmek isteyen düşmanlar söylemiştir. '
Bakış açılarımızın farklı olmasıyla birlikte, bizim Alevilik tanımımıza yakın olan Alevilik tanımları da vardır.(3434) Ancak bu tanımlar bize göre yetersiz ve kısırdır.
Bize göre Alevilik; Allah tarafından Cebrail (a) vasıtasıyla ve diğer yollarla Resulallah 'a (s) vahyedilen Kur'an- ı Kerîm ile Ehl-i Beyt-i kendine rehber edinen; yaşam ve akıl ile bütünleşen; kendisin! yaşamın her sahasına koyduğu kanunlarla hissettiren emir ve yasaklar bütünüdür.
Bunu biraz açalım: "Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla ve diğer yollarla Resulallah'a (s) vahyedilen Kur'an-ı Kerîm ve Ehl-i Beyt'i kendine rehber edinen" yargısmı, inşaallah daha sonraki zamanlarda "Aleviliğin Kaynakları" adlı bir makalede açıklayacağız.
Ikinci olarak, "yaşam ve akıl île bütünleşen "dedik. Çünkü insanı Allah yaratmıştır; nefsinin insana ne fısıldadığım bilir ve Allah insana şah damarından daha yakındır.(3535) Yoksa burada ki yaşam ve akıl île bütünleşmesinden kastımız, dinleri kurallı ve kuralsız dinler olarak ayırıp da, Aleviliği her çağda değişen kuralsız dinler sınıfına koyan, akıl ve yaşam île bütünleşme değildir.(3636) Çünkü kuralsız dinler, doğası gereği kaypak, dönek ve tutarsızdır. Bu gün savunduğu bir görüşü, elli yıl sonra en sert şekilde eleştirebilir. Örneğin .bundan dört yüzyıl önce Pir Sultan Abdal ( r) bir kahraman olurken, bu gün bir gerici veya yobaz olabilir. Çünkü Pır Sultan Abdal, temelde dini motiflerle işlenmiş ve dini bir düzen için başkaldırmıştır. Yanı Pir Sultan Abdal'ı, Pir Sultan Abdal yapan O 'nün dinidir. Nitekim bunu O 'nün şiirlerinde çok net bir şekil de görebiliriz. Ama biz bu gün Aleviliği kuralsız dinler sınıfına koyup, Aleviliği Laiklik veya Demokrasi olarak tanımlarsak, Pir Sultan Abdal 'a yobaz veya gerici dememiz gerekmektedir. Bu ise, bir çelişki ve kendi değerlerimize bir nankörlüktür.
"Kendisin! yaşamın her sahasına yaydığı
kanunlarla hissettiren emir ve yasaklar bütünüdür."
dedik. Çünkü Alevilik ekonomiden, hukuka, eğitîme,
siyasete yani kısaca yaşamın her sahasına yaydığı
kanun ve prensiplerle insanlığın hem maddi ve hem de . manevi
alandaki mutluluğunu vereceğini vaat etmiştir. Çünkü
bütün bu kanunlar yaşam ile akıl île bütünleşerek
insana kurtuluşu sunmuştur. Çünkü Allah, insana
yakındır ve O 'nün bütün gereksinimlerîni
bilir.
Biz inancımızı şu cümlede özetliyoruz.
"LA ÎLAHE ILLALLAH MUHAMMEDEN RESULLÜLLAH; ALÎYYEN
VELÎYULLAH"
Çağrımız bu şiar etrafinda birleşmeyedir!
Giriş
Kaynak sorunu her açıdan önemli bir konudur. Özellikle Alevilik açısından, Aleviliğin sahip olduğu değerler orjinini bu kaynaklardan alacak ve günümüz problemlerine üretilecek çözümler, bu alt yapı üzerinde yükseltilecektir. Bu yüzden, bizde Aleviliği gerçek manada öğrenmek istiyorsak, hayat programımızı Aleviliğin sahip olduğu değerlere göre ayarlamak istiyorsak Aleviliğin kaynaklarım bilmek zorundayız; Hatta bu kaynakları ciddi biçimde tetkik etmeliyiz. Edindiğimiz bilgiler ve uyguladığımız pratiklerin havada kalmasını istemîyorsak, bunu yapmalıyız.
Biz de, bu makaleyi, bu bilinçle yazma işine koyulduk. Yaptığımız araştırmalar sonucunda îse, Aleviliğin kaynaklannın iki ana başlık altında töplanmasının en doğru yöntem olduğunu öğrendik. Bunlar:
1. Genel kaynaklar
2. Özel kaynaklar 'dır.
Genel kaynaklar ana başlığı altında toplanan kaynaklar, dünya ölçüsünde bütün Ehl-i Beyt dostlarının ortak olduğu kaynaklardır. Çünkü Alevilik doğru değerlendirecek olursak, yalnızca Anadolu'ya hapis olmuş bir inanç değil,, aksine dünya müslümanlarınn üçte birini teşkil eden büyük bir okuldur. Dünyanın çeşitli yerlerinde On Iki îmam (a) 'm velayetine inanan çeşitli ırk ve uluslardan yüz milyonlarca insan, genel kaynaklar ana başlığı altında toplanan Kur'an-ı Kerim 'in ve Ehl-i Beyt'in öğrettiği yolda ilerlemektedirler.
Özel kaynaklara gelince, bunlar, Anadolu coğrafyasında yaşayan Ehl-i Beyt dostlarinın, genel kaynaklara bağlı olarak ortaya çıkardığı, ürettiği kaynaklardır. Üzücüdür ki, bu kaynaklar dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Ehl-i Beyt dostları tarafından yeterince tanınmamaktadırlar. Çünkü tarihsel süreç içerisinde, koparılan ilişkiler, aynı îmamlara (a) elini uzatmış bu insanları bir birine yabancı bırakmıştır. Bu kopan ilişkileri yeniden canlandırmak ve bu yabancılaşmayı ortadan kaldırmak ise, bizim çabalarımızla olacaktır. Umulur ki bu işi başarırız.
Şimdi ise bu kaynaklar hakkında detaylı şekilde konusalım.
Aleviliğin genel kaynakları iki tane olup, Kur'an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt tarafından temsil edilmektedir. Bu sözümüzün delili ise gerek Ehl-i Sünnet ve gerekse de Ehl-i Beyt kaynakları n d an mütevatir olarak bize ulaşan efendimiz Muhammed (s)'in ; "Şüphesiz, ben sizlere iki ağır emanet bırakıyorum; bunlardan biri Allah'ın kitabıdır ki, onun bir ucu Allah'ın elindedir ve bir ucu da sizin elinizdedir. En büyük emanette budur. Diğeri ise, öz soyum, Ehl-i Beyt 'imdir. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz. Bu ikisi bana ulaşıncaya kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Rabbim den ben bunu istedim; O da kabul etti. Bu yüzden asla onlardan ileriye geçmeyin ki, helak olursunuz ve onlara bir şey öğretmeye kalkmayın, çünkü onlar sizden daha çok bilgindirler." şeklinde rivayet edilen Sekaleyn Hadisi 'dir.(11)
Bu genel delilimizi getirdikten sonra, bu iki kaynak hakkında konuşmaya devam edelim.
a. Kur'an-ı Kerim : Alevilik, Kur'an-ı Kerim 'in dinin temel kaynağı olduğuna, Allah tarafından Cebrail (a) vasıtasıyla vahy edildiğîne, bu güne kadar en ufak bir değişikliğe uğramadığma ve bundan sonrada uğramayacağın a, ve Kur'an-ı Kerim 'in Ehl-i Beyt ile bir bütünlük arz ettiğine inanır.
Alevilik'te Kur'an-ı Kerim dinin temel kaynağım oluşturur ve her Alevi 'nîn başı bu itibarla Kur'an 'a bağlıdır. Kur'an-ı Kerim de ki bir haramı helal, helali de haram ilan; O'nda ki her hangi bir ayeti ve hükmü inkar edemez.(22)
Pirimiz, Pir Sultan Abdal ( r), Kur'an-ı Kerim 'e bağlı olduğunu ve Aleviliğin temel kaynağının Kur'an-ı Kerim olduğunu, şu mısralarla dile getirmektedir:
"Pir Sultanım Haydar heman
Dağları bürüdü duman
işte Incil, işte Kur'an
Seçebilirsen gel beri".(33)
Elbette, Kur'an-ı Kerim 'in Alevilik 'te dinin temel kaynağım oluşturması, Kur'an-ı Kerim'in Allah kalından insanlara bir rahmet olarak vahy edilmesine dayanmaktadır. Çünkü insanı yaratan Allah, insanı daha iyi tanımaktadır. O 'nün güçlü ve zayıf noktalarım iyi bilmektedir. Insanın mutlu olması içinde ona uyması gereken bir programı göndermiştir. Bu ise Allah 'in Rahim şifalının bir gereğidir.•
Allah O 'na rahmet etsin, Üstadımız Kul Himmet, bu gerçeği
yani Kur'an-ı Kerimin vahy edildiğin; şu dörtlükle
dile getirmektedir:
"Hakkın emri île Cebrail indi
indi de n amma Sultanı sundu
Allah Muhammede selam gönderdi
Muhammedsün deyü bendin çözündü"(44)
On yedinci yüzyılda'yaşayan Alevi şairi Derviş Mehemmed ( r), güzel bir dörtlüğünde Kur'an-ı Kerim ve diğer üç ilahi kitabın vahy edildiğin; şöyle anlatmaktadır:
"Yaratmıştır on sekiz bin alemi
Cebrail arştan indi rdi kelamı
Dört kitabın yazıldığı kalemi
Deyen bilmez, bilen demez ne seyran ".(55)
Kur'an-ı Kerim hakkın da konuşuyorken, burada ilginç
bir konuya değinmek yerinde olacaktır. Pek çoğunuzun da
bildiği gibi son zamanlarda Aleviler arasmda bazı insanların
Kur'an-ı Kerim 'in bozulduğuna, Ehl-i Beyt hakkındaki bazı
ayetlerin Kur'an-ı Kerim 'den çıkarıldığına
dair bazı iddiaları ile karşı karşıya
kalıyoruz. Bu iddianın ilginç olması son zamanlarda
meydana çıkmasmda kaynaklanmaktadır. Gerçekten de
Aleviler arasmda bu iddianın on en fazla yirmi yıllık bîr
tarihi vardır. Halbuki bundan on veya yirmi yıl öncesine
kadar bu tür iddialar yoktu. Bu iddialar bir yana Kur'an-ı Kerim
el üstünde tutulurdu (ki günümüzde de bu devam etmektedir),
îmam Alî (a) •m konuşan Kur'an olduğu söylenerek
bütün Aleviler 'in Kur'an-ı Kerim 'i öğrenmesi ve
O 'nü kendi hayatına tatbik edilmesi gerektiği öğütlenirdi.
Nitekim Alevi şairlerînin Kur'an-ı Kerim 'den saygıyla
bahsetmeleri ve bugüne kadar Aleviliğin temel orjinlerinde bu tür
bir iddiaya rastlanmaması, bu sözümüzün en iyi kanıtıdır.
Muyhittin şöyle der:
"Sarımda inmiştir ahsenülkısas
Budur gökten ı'nen fıırkan dediler.
Sıfatı yüzünün evrakı gibi
Yüz on dört sureye Kur'an dediler. "(6)
Kur'an-ı Kerim' in 6666 ayetten müteşekkil olduğu yolundaki iddia . bizi ilgilendirmez, sadece Ehl-i Sünnetli bağlar. Çünkü bu idia Ehl-i Sünnet kişi ve kurumlarınca savunulmaktadır. Halbuki Aleviliğe göre, Kur'an-ı Kerimin 6666 ayetten müteşekkil değildir. Ve gerçekte olanda budur. Bazı Alevi araştırmacılarda bu hataya düşüyorlar. Ehl-i Beytle bir bütünlük arz eden Kur'an-ı Kerimi Ehl-i Sünnet 'in anladığı gibi j anlıyorlar. Gerçekte ise bunların yapması gereken şey, Kur'an-ı Kerimi anlamak için îmam Ali (a)'a, yani O 'nün bize bırakmış olduğu bilgisine ; başvurmalarıdır. Çünkü Imam Ali (a) kendi deyimi île "Konuşan Kur'an" dır.(77)
Bir diğer iddia ise, Kur'an-ı Kerim 'in, Üçüncü Halife Osman Bin Aftan zamanında ı toplanırken, Ehl-i Beyt hakkında bazı ayetlerin çıkarıldığı yolmdadır. Bu da temelden yanlış bir iddiadır. Çünkü Kur'an-ı Kerim ilk kez Hz. ı Muhammed (s) zamanında îmam Ali (a) ; tarafından bu günkü şekli île toplanmış ve Resulallah'a sunulmuştur.(88)
Burada özellikle altını çizmek gerekiyor. Alevilere çeşitli kararlarla enjekte edilmeye çalışılan, Kur'an-ı Kerim 'in bozulduğu veya bazı ayetlerinin çıkarıldığı yönündeki iddialara karşı halkımızın çok uyanık olması gerekiyor. Çünkü bu iddia aramızdan çıkan veya aramıza giren ama Alevilik ile. On iki îmam (a) ile. Hacı Bektaş-ı Veli ( r) ile bir alakası olamayan düşmanlarca ortaya atılmıştır ve bu günde bunlar tarafından desteklenmektedir. Dikkatli olmalıyız, çünkü düşman uyanık ve işini biliyor Kur'an-ı Kerim 'in bozulduğunu iddia ederek Aleviliği temelden yıkmak istiyor.
Bu durumu, bir vadinin ortasından akan bir akar suya benzetebiliriz. Düşünün ki, bir vadi boyunca akan akarsu bu vadiyi kaplayan çiçekleri ve bitkileri beslemektedir. Onlara hayat vermektedir. Bu su kuruduğu takdirde, vadiyi kaplayan çiçekler ve bitkilerde kuruyacaktır. Işte Alevilik tıpkı bunun gibidir. Dinin kaynağı da Kur'an-ı Kerim 'dir. Eğer o kaynak kurursa dinde yok olur, gider. Bitkilerin kuruması gibi inananlar da dağılır. Zaten yaşadığımız şu dönemde aynı tecrübeleri geçirmiyor muyuz? Görüyorsunuz, halkımız çeşitli ideolojilere ve dinlere eğilim gösteriyor; onlara tabiî oluyorlar
Neden?',
Çünkü kaynağın-uzi kurutmak istiyorlar da ondan. Eğer biz bu dağılmayı durdurmak ve Aleviliği yeniden tarihin sahnesine çekmek istiyorsak, bu kaynağı korumak zorundayız. Izzetin, zaferin ve kurtuluşun yolu Kur'an-ı Kerim 'den geçer.
Diğer taraftan Kur'an-ı Kerim 'den nasıl istidafe edeceğimizi bilmek zorundayız. Yine bilmek zorundayız ki, Kur'an-ı Kerim muskalar yapıp, insanların arasına mutsuzluk ekmek için indirilmemiştir. Çünkü bu tür uğraşlar şeytani özellikler taşıyan insanlar tarafından yapılmaktadır. Bunlardan korunmanın yolu ise, Kur'an-ı Kerim 'in emirlerin yeri getirmek, yasaklarina uymamak, kisacasi onu pratize etmektir.
Nitekim Muhyiddin söyle der:
„Kilariz namazi, kilmayiz degil
Biz hakkin emrini bilmeyiz degil
Kur-an kitabimiz Islam dinimiz
Haditen ayetten almayiz degil“(99)
Son olarak şunu söylemek yerinde olacaktır. Alevilik açısından,
Kur'an-ı Kerim insanların hidayeti için yalnız basma
yeterli değildir. Hidayet için Kur'an-ı Krim ile Ehl-i Beytin
birlikteliği gerekmektedir zaten Allah'ın son Resulü (s); "
Bu ikisî bana ulaşmcaya kadar birbirinden aynlmazlar."(1010)
diyerek bu gerçeğin altını çiziyor. Biz bu hadisten
şunu anlıyoruz ki, Kur'an-ı Kerim 'in basma gelenler Ehl-i
Beyt 'in, Ehl-i Beyt 'in basma gelenler de Kur'an-ı Kerim 'in basma gelecektir.
Tarih gerçekten de bize öğretmiştir ki, Kur'an-ı
Kerim ve Ehl-i Beyt aynı kaderi paylaşmışlardır.
Nitekim hem Resulullah (s) 'in ve hem de îmam Ali (a) 'm şehadetlerinin
hemen ardından bazıları Kur'an-ı Kerim 'i kendi
nefislerine göre yorumlamışlardır. Hatta bazıları
Kur'an-ı Kerim 'in sayfalarım mızraklarımn ucuna
takma cüretinde dahi buluna bilmişlerdir. Bu günde aynı
zevatın bir devamı olan îlhan ARSEL,1 Turan DURSUN ve Erdoğan
AYDIN gibi Kur'an-ı Kerim 'in batınından - zahirinden,
muhkeminden- müteşabbihinden, nasihinden - mensuhundan, tevilinden
- tefsirinden, bilgisi olmayan bu insanlar, Kur'an-ı Kerim 'i kendi keyifleri
doğrultusunda yorumlamaktadırlar. Biz rahatız. Çünkü
tarih, bunları da tıpkı fikirsel alandaki ataları
gibi, çöplüğünde hak ettikleri yere atacaktır.
b. Ehl-i Beyt: Kur'an-ı Kerim 'den sonra Aleviliğin ikinci genel kaynağım Ehl-i Beyt teşkil eder. Nitekim Alevi Edebiyatı bu konuda oldukça zengin bir külliyata sahiptir. Örnek olması açısından aşağıya Pir Sultan Abdal 'dan bir dörtlük alıyoruz:
"Pir Süit anı m bun a can mı dayanır
Bir dostum var gah uyur, gah uyanır
Eh]-/ Beyit a] kanlara boyanır
Düşün Ehl-i Beyt'isabretbakalım"(l l11)
Ehl-i Beyt (a) hakkında konuşuyorken, Ehl-i Sünnet 'in bazı tahriflerle Ehli Beyt (a) 'in islam'da ki makamım düşürmeye çalışmaların^ da değinmek yerinde olacaktır. Bunu zaten hilafet meselesiyle, vasiyetname sorunuyla ve nihayet Kerbela Katliamı ile pratiğe döktüler. Fazla bir zaman geçmeden Kur'an'ı yanlış yorumlayarak ve Resulullah •ın hadislerim- tahrif ederek bu uğraşlarım devam'ettirdiler.
Resulullah 'm hadislerim- tahrif etmelerinin en güzel örneği, Sakaleyn Hadisı-'nde ki " öz soyum, Ehl-i Beyt 'im " yerine " sünnetim " ibaresin; yerleştirmeleri dir. (1212) Bunu bir tahrif olduğu "öz soyum, Ehl-i Beyt'im" ibaresinin hem Ehl-i Sünnet ve hem de Ehl-i Beyt kaynakların da yer almaşı ve bu hadîsin tevatür halinde bize ulaşmasmdan dolayı açıktır
Diğer taraftan Sekaleyn Hadisi, mutaassıp Sunnilerin söylediği
şekilde ise, yani Resulullah (s) bızlere Kur'an'ı ve kendi
sünnetim- bırakmışsa bu durumda Alevilik, yine haklıdır.
Çünkü Resulullah (s) bizlere kendi sünnetini bırakmıştır;
Ebu Bekr, Ömer, Osman, ve Muaviye'nin sünnetim değil. Ehl-i Sünnet
'in (Sünniler 'in) değerli bildiği bu insanlar bir çok kez
Resulullah (s) 'in Sünnetine uymamış ' ve sünnetten saparak,
uyduruk uygulamaları devreye sokmuşlardır. Bunlar çeşitli
kitaplarda detaylı olarak . incelenmiştir. (1313) biz burada konuyu
uzatmamak için iki örnekle yetineceğiz.
Birinci örnek: Mervan îbn-i Hakem tarafından rivayet edilir
ki, Osman kendi hilafeti döneminde, hacc ile umreyi birlikte yapmayı
yasaklıyor, Imam Ali (a) ise hacc ile umreyc niyet ederek "Lebbeyk,
Ben Resulullah (s) in sünnetim kimsenin sözüyle terk etmem!"
diyor. (1414)
îkinci örnek: Ehl-i Beyt Imamları'nın beşincisi olan Imam Muhammed Bakır (a) 'a Abdullah Bin Muammer adında ki bir Sünni, Imam (a) 'in mut'a nikahı hakkında ki hükmünü soruyor, îmam (a) ise "Allah onu kitabında helal kılmıştır; Peygamberin sünnetinde yer almıştır; ashabı da onunla amel etmiştir." diye cevap verince Abdullah, " Fakat îkinci Halife (Ömer) onu yasaklamıştır." diyor. Imam (a) ise, " Sen kendi dostunun fetvasına uy, bende Resulullah(s) 'm hükmüne."(1515)
Bu iki örnek bize gerçekte Ehl-i Sünnet 'in kimin sünneti üzerinde olduğunu bize açıkça göstermektedir. Ehl-i Beyt ise her zaman, sapmalara karşı Resulullah (s) 'in sünnetin; korumuştur. Bundan dolayı Ehl-i Beyt sünnetin takipçisi temsilcisi ve koruyucusudur. Zaten Allah Resulü (s), "Ali bendendir, ben Ali 'denim; benim eda edeceğimi yalnız Ali eda eder ve ben eda ederim."(1616) diyerek sünnetin temsilcisin; bize gösteriyordu.
Ehl-i Sünnet 'in Ehl-i Beyt 'in makamım düşürmek için, Kur'an-ı Kerim 'i .kasıtlı yorumlamalarına verilecek en . açık . örnek ise, Ahzap Suresi 'nin otuz üçüncü ayetinde geçen Ehl-i Beyt kelimesinin kimleri kapsadığı noktasında ki yorumlardır. Bîr çok Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt kaynağı bu noktada birlik olmuşlardır ki, bu ayet imam Ali (a), Hz. Patıma (a), îmam Hasan (a) ve Imam Hüseyin (a) hakkın da nazil olmuştur. Ancak Ehl-i Sünnet 'ten bir, gurup mutaassıp kişiler Ehl-i Beyt 'e Resulullah (s) hanımlarım da eklemişlerdir. Ancak bu apaçık bir tahriftir.
Hem Ehl-i Sünnet ve hem de Ehl-i Beyt kaynaklarından mütevatir olarak, ayetin nüzul sebebi şöyle anlatılmaktadır: Resulullah (s) bir gün günden, siyah renkli bir elbise (aba) onuzuna almış, sonra Hasan (a), Hüseyin (a), Fatıma (a) ve Ali (a) 'ı da elbisesi 'nin altına almış ve mezkur ayeti okumuştur.
Ümmü Seleme (r), " Ya Resulullah (s), bende onlardan mıyım?" diye sorunca Resulullah(s), " Hayır! Sen hayır üzeresin." diye karşılık vermişlerdir.(1717) Ayrıca bunu Hz. Aişe de tasdik etmistir. (1818)
Özel kaynaklar ana başlığı altında, Ehl-i Beyt Mektebi 'nin Anadolu coğratyasrnda ürettiği ikincil kaynaklar etrafında konuşacağız. Bu kaynaklar genel olarak Kur'an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt 'in öğrettiği şekilde ortaya konulmuştur. Şimdi atalanmızın ürettiği ve*bize kadar ulaştırdığı bu kaynaklar etrafında konusalım.
a. Hüsniye: îmam Cafer-i Sadık (a) 'in hizmetinde bulunma saadetine ulaşmış bir cariyenin serüvenim ve Sünniler 'in önde gelen alimleriyle tartışmalarım ihtiva eden muhteşem bir eserdir. Alevilik genel hatları île bu eserde buluna bilir. Genelde Sünnîlik ile Alevilik arasında ki ayrılıklar tartışılmış ve Hüsniye her seferinde galip gelmiştir. Ancak bu kitabın tek eksik noktası eserde kullanılan dilin esTd olmasıdır. Kitap sadeleştirilmek ve gerekirse şerh edilmek suretiyle etkin biçimde kullanılabilir.(1919)
b. Buyruk: Safeviler döneminde ve Bisati adında biri tarafından yazıldığı tahmin edilmektedir. Kitap îmam Cafer Buyruğu adıyla da meşhurdur. Kitap genel yapısıyla Resulullah 'in doğumu ile Imam Hüseyin (a) 'in Kerbela da şehit edilmesinin ardından intikamının alınmasına kadar ki. Islam Tarihi'ni işlemektedir. Ancak kitaba zamanla bazı hurafeler eklenmiş, bu suretle de kitabın muhtevası bozulmuştur . Ana metne bağlı kalınarak, bazı düzeltmeler yapılarak ve belirli bir plan çerçevesinde yeniden yazılarak kitap verimli hale getirilebilir.(2020)
c. Alevi Edebiyatı: Bunlar daha çok
Alevi şairlerinin şiirlerinden oluşmaktadır. Çok
harika olan bu şiirler, Ehl-i Beyt Mektebi'nin birer klasiği gibidirler.
Ancak, üzücüdür ki, son zamanlarda Aleviliği kendisine
kalkan olarak kullanmak isteyen bazı insanlar, bu nefis şiirleri
kendi neva ve heveslerine göre yorumlamakta ve bu suretle halkımızı
sömürmektedirler. Bizim yapmamız gereken şey, bu şiirleri
belli bir metodolojiye göre toparlamak ve bu şiirleri şerh
etmek sureti ile arka planlarım açıklamaktır Böylece
Aleviliği bu adi insanların elinden
kurtarmış olacağız.
d. Risaleler: Alevi ariflerinin yazdığı risaleler ise özel kaynakların bir başka grubunu teşkil etmektedir. Özellikle Kaygusuz Abdal (r) gibi ariflerin yazdığı bir çok risale vardır. Bu ve buna benzer bir çok risale kütüphanelerde ve arşivlerde Osmanlıca'dan günümüz Türkçe'sine çevrilmeyi beklemektedirler.'Ancak bu tür çalışmalar gunumüzde Sünni akademisyenler tarafmdan yapılmakta ve bize ' ulaşan bilgiler cüzi bir miktardan ileriye gidememektedir. (2121) Bunlara bir an önce el atıp, verimli şekilde kullana biliriz.
e. Diğerleri: Bu özel 'kaynaklar, bizi tanımadığımız bir dizi kaynakla tanıştırmaktadır. Mesela îmam Cafer Buyruğu'nda "Namaz ne zaman farz olundu, kaç vakittir?"şeklîndeki bir soruya cevap verilirken " Kafi, Fakih, Tensip, Ayaşi ve Safi Tefsin" isimli bazı kitaplardan bahsedilmekte ve bunlardan yapılan alıntılar(2222) doğru olarak değerlendirilmektedir. Bu dabizi başka kaynaklara ulaştırmaktadır. Yani atalarımızın itibat ettiği ama bizim tanımadığımız kaynaklar...
Biz yaptığımız araştırmalarla bu kitaplar hakkında biraz da olsa bilgi bulabildik. Şimdi ise bunlar hakkında konusalım.
Kafi, Fakih ve Tehzip bu gün Şia ,'nın (Anadolu dışında yaşayan Ehl-i Beyt dostlannın) "Kitab 'ül Erbaa" ( Dört Kitap) olarak adlandırdığı dört güvenilir hadis kitabından uçunun adıdır.
Kafi, üç kitabın ismidir: "Usul-u Kafi", "Furu-u Kafi" ve "Ravza-i Kafi". Bu üç eserin yazarı ise, Şia'nın en büyük alimlerinden El K-uleyni'dir. Usul-u Kafî'nin birinci cildinin birinci kısmı Adil Ali ATALAY editörlüğünde Can Yayınları arasında çıkmıştır. Ilgilenenler bakabilir.
Tehzip adlı kitabın tam ismi "Tehzib'ul Ahkam" ve yazarı ise Kumi 'dir. Fakih adlı kitabın tam ismi ise " Men La Yehdurel Fakih" 'dir. Bu eserin yazarı'da Şia'nın önde gelen alimlerinden El Kumi 'dir.
Ayaşi'ye gelince, Ayaşi 'nin tam adı Ebu'n Nasr Muhammed
Bin Mesud Bin Muhmmed Bin El Ayaşi Es Seleme 'dir. Hicri Üçüncü
yüzyılın (miladi dokuzuncu yüzyıl oluyor) büyük
müfessir, muhaddis ve alimlerinden biridir. îki yüzden fazla
kitap yazmıştır. Bu kitapları özellikle astronomi,
tıp, rüya ve fıkıh dallarında
yoğunlaşmıştır. En meşhur eseri "Tefsir-ul
Ayaşi" adlı -ki buyrukta bu tefsirden bahsediliyor. - iki
ciltlik tefsir ( Kur'an'ın açıklaması) kitabıdır.(2323)
Safi 'ye gelince, bir tefsir kitabinin adıdır. Bunun yazarı tam adı Muhammed Muhsin Bin Murteza Fayd El Kaşanidir. Ayrıca "El Asfa" adlı kitabı da meşhurdur. Kaşani hicri 1091 de vefat etmiştir. (2424)
Öyle görülüyor ki, Aleviliğin kendi temel orjinleriyle
buluşturmak ve bir öze dönüş hareketi başlatmak
''ı;in bir hayli çalışmak, araştırmak
ve bu sonuçları yığınlara aktarmak gerekiyor.
Halkımız kendisine miras bırakılan değerleri
tanımalı ve öğrenmeli, gerçekleri bilmelidir.
Mutluluğu ancak bundan sonra elde edebiliriz.
Allah'm rahmetine muhtaç kulu Ali Rıza ÖZDEMÎR.
Giriş
Alevîlik, insanı eğitmeyi ve insanda olumlu yöndeki davranış değişikliklerim' meydana getirmeyi amaçlar. Alevilik adlı insan fabrikasının giriş kapısından iki el, iki ayak, bîr baş,bir gövde ve diğer uzuvlarından meydana gelen biyolojik hammadde, bu mezkur Fabrikanın çıkış kapısından insan olarak veya kelimenin tam anlamıyla "adam" olarak çıkar. Çünkü bu fabrikada insanın doğuştan getirdiği iyilik yapmaya yönelik eğilimler yüceltilmiş; kötülüğe yönelik eğilimleri ise törpülenmiştir. Yani bu biyolojik yaratık, Alevi Okulu 'nda eğitilmek sureti ile insan olmuştur.
Bunu bizden daha iyi bilen ve bu bilgiyi kendi bünyesinde yerleştirerek, bir davranış biçimi haline getiren atalanmız; yaratılışta farklı fakat eşit eğilimlere sahip olan bu biyolojik yaratığı eğitmek amacıyla, genelde dünya ölçüsünde ve özelde ise Anadolu ve çevresinin değişik yerlerinde tekkeler ve medreseler açmışlardır. Bu tekke ve medreselerin en önemli iki fonksiyonu vardır: Birincisi insan eğitmek; ikincisi ise zalim otoriteye karşı başlatılan başkaldırıları yönetmek... Bu tür çabaların bir sonucu olarak Anadolu'da iki tane okul.halk üzerinde etkin rol oynamıştır:
1-Hacı Bektaş-ı Veli( r)0kulu
2-Şah ismail Hatayi( r)0kulu (l1)
Anadolu'nun muhtelif yerlerinde görülen ve halkı zalim otoriteye
karşı örgütleyen diğer
küçük tekke ve medreseler ise bu iki büyük okulun
şubeleri olarak açılmıştır. Şimdi
bu iki okul hakkında ayrıntılı biçimde konusalım.
l.Hacı Bektaş-ı Veli ( r) Okulu
Allah ondan razı olsun,Hacı Bektaş-ı Veli bilgiyi ibadeti ve kılıcı kendi kişiliğinde birleştirmiş devrimciliğim olgunlaştırmış bir Alevi alimidir. yamanla Hünkar, Baba îlyas ( r) hareketme katılmış (22) yenilgiye uğrayan hareketin ardından.dağılan kitleleri yeniden örgütlemek amacıyla Suluca ICarahöyük 'te - şimdiki Hacı Bektaş' da - kendi tekkesin; açmıştır. Gerçekten de Baba îlyas ( r)'ın kıyamından sonra, etrat toz - duman olmuş, Moğol îstilası da ortalığı iyice karıştırmıştır. Işte böylece dağınık, insanların başsız olduğu bir dönemde Hünkar, Ehl-ı Beyt dostlarım kendi tekkesi etrat-ında toplamış ve onları eğiterek, yeniden örgütlemiştir. Hayatı boyunca birçok öğrenci yetiştiren Hünkar, bunları Anadolu'nun ve çevresinin değişik yerlennc yayarak, bu tekkeler (okullar) etrafında Ehl-ı Beyt dostlarım yeniden toparlamıştır. Bu suretle, sonraki dönemlerde meydana gelecek olan Alevi Başkaldırıları'na ortam hazırlamıştır.
Burada Hacı Bektaş-ı Veli hakkında konuşuyorken, Hünkar 'a yapılan bir eleştiriyi cevaplamak yerinde olacaktır. Bundan yaklaşık dört yıl önce güya Alevilik adına çıkan Kervan adındaki bir dergide Emekçi adlı bir şarkıcının, yaptığı bir konuşmada Hacı Bektaş-ı Veli ( r) 'ye"korkak" dediğini okumuştum. Sebebi ise mezkur şarkıcıya göre, Hacı Bektaş-ı Veli'nin BabaIlyas Hareketi'nden sonra bir daha başkaldırmaması ve eceli ile ölmesi imiş (!).
Birinci olarak, eğer Hünkar, hiç ortalığa çıkmayıp. Baba ,îlyas 'in yenilgiye uğramasından sonra izini kaybettirse idi, belki bu şarkıcının dediği doğru olabilirdi. Ancak Hazret-i Pir, hiçbir zaman ömrünü saklanarak geçirmemiş, aksine yeniden mücadele meydanlarına koşarak Ehl-i Beyt dostlarım örgütleme işine koyulmuştur. Çünkü o zamanda yapılması gereken, bundan başka bir şey değildi. Bildiğiniz üzere, başkaldırının koşulları vardır. Eğer koşullar yerine gelmeden başkaldırı. yapılırsa, hiç şüphesiz bu başkaldırı yenilgi ile sonuçlanır. Koşullar yerine geldiğinde yapılan başkaldırının zaferle sonuçlanma ihtimali ise, her zaman daha yüksektir.
Aslında konuyu baştan almalı bu şarkıcıyı hataya düşüren noktayı açıklayarak, sorunu çözmeliyiz. Bizce, bu şarkıcıyı ve bu şarkıcı gibi bir gurup insanı hataya düşüren nokta, bunların Marksist devrimcilik ile Alevi devrimciliği arasındaki farkı görmemelerinden kaynaklanmaktadır. Marksist devrimcilik Kari MARX ve Friedrich ENGELS 'In metinlerinde de olduğu üzere, mideye ve metaya endeksli bir devrimciliktir. Marx ve Engels bir devrimci olan tek sınıfın proleterya olduğunu kitaplarında söylemişlerdir. Köylülerin, orta sınıfların, esnafın ve tüccarların ise kaypak oldüğunu ve her an proleteryaya ihanet edebileceklerim belirttikten sonra, kazaran bu sınırların devrimci olmasını ise kendi ellerindeki malları kaybetmekten kaynaklandığına bağlamışlardır. Proleteryayı devrimci, yapan etken ise " zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmaması" dır. (33)
Bu iki arkadaşın yazdıklarından anlaşılıyor ki, Marksist devrimcilik metaya endeksli bir devrimcilik olup, bu itibarla, insani bir vasıf taşımamaktadır. Evet, Marksist devrimcilik, kısır ve yalancı bir devrimciliktir.
Halbuki Alevi devrimciliğin olgun, dengeli ve kelimenin tam anlamıyla "insani" bir devrimciliktir. Çünkü Alevilik kendi bağlılarım sadece insani vasıflar için başkaldırmaya teşvik eder. Sadece mideye endekslemez kendi devrimciliğim. Ayrıca bazı Marksistler, hayvani bir bakış açısıyla içlerinde bulunduğu durumu değerlendirirken. Aleviler herşeyi geniş ölçekte değerlendirir. Pirince gideyim derken evdeki bulgurdan olmaz, îşte bu şarkıcı bunları anlamadığı için, böyle hatalara düşüyor. Çünkü Aleviliği temel oriinleri ile tanımıyor.
Ikinci olarak. Hacı .Bektaş-ı Veli ( r) 'nin eceliyle ölmesi bunun korkak oldüğunu göstermez. Elbette savaş meydanlarında şehit olması, eceli ile ölmesinden daha iyidir; ama eceliyle ölmesi onun korkak olduğuna delil olamaz. Çünkü daha öncede anlattığımız gibi Alevi, içinde bulunduğu durumu geniş ölçekte değerlendirir. Ortaya zamanlı zamansız atılıp ucuz kahramanlık yaparak, ölüme koşmanın şehadet değil, enayilik olduğunu bilir. Bu, kişinin kendisin! ateşe atmasından başka bir şey değildir.
Neyse....
Konuyu fazla dağıtmayalım ve şarkıcıya olan cevabımızı burada bitirerek konuya kaldığımız yerden devam edelim.
Hacı Bektaş-ı Veli (r) çelışmalanna devam ettiği bir sırada, Hakk 'a yürüdü. Bundan sonra okulun basma, sırasıyla Seyyid Ali Sultan, O 'nün oğlu Resul Bali ve yine Seyyid Ali Sultan 'in öteki oğlu Mürsel Bali geçti. Mürsel Bali 'nin Hakk 'a yürümesinden sonra Osmanlı Sultanı 11. Beyazıt 'in çabalarıyla bir Sırp devşirmesi olan Balım sultan okulun basma geçti Hacı Bektaş-ı Veli 'nin öğretilerinde tahrifler meydana getirerek"mücerretlik" gibi bir dizi hurafeyi okulun eğitim müfredatına katmış ve kendi döneminde bunu uygulamıştır. Ancak Balım Sultan 'dan sonda okulun basma geçen Kalender Çelebi (r) bu hurafeleri büyük çapta kaldırmıştır.
Allah O 'na rahmet etsin, Kalender Çelebi kendi deyimi ile "îsîamı ve Hilafeti yüceltmek için"(44)kıyam etti ve savaş mcydanlannda mertebesine yükseldi. Kalender Çelebi 'nin şehadet şehadetinden sonra, okul yirmi - yirmibeş yıllık bir süre başsız kaldı. Sonraki yıllarda Osmanlı Imparatorluğu "Balım Sultan 'a mürid olmakla şöhret bulan" Sersem Ali Baba 'yı(55) tekkenin basma geçti. Bundan. sonra Hacı Bektaş Tekkesi, «Bektaşi Tarikatı" olarak değîştirildi ve Osmanlı 'ya bağlandı.
Buna yer yer tepkiler gelmeye başlamıştı Nitekim Üstadımız, Pir Sultan Abdal ( r) •m şu şııri buna güzel bir örnektir.
"Hacı Bektaş oğlun günahkar gördüm
Aradım isyanım özümde buldum"(66)
Yani Hacı Bektaş 'in oğulları veya O 'nün yolunu
sürdürdüğünü iddia edenler, tekkeyi bir tarikata
dönüştürerek, yolumuzda olmayan inançları
yola katarak, Hacı Bektaş •m mırasına sahip
çıkmayarak ve tekkeyi Osmanlı -yayanı zalim
otoriteye bağlıyarak büyük bir günah işledi
Ama oraya gerektiği gibi sahip çıkmayarak asıl sucu
biz işledik.
Sersem Ali Baba 'nm başa gelmesi ık[yeniden başlayan bu bozulma süreci Cumhuriyet In ilanına kadar devam etti. Bu süreç içerisinde Balım Sultan' m başlattığı bu hurate, inançlar,yeniden uygulamaya koyuldu. Sünni Fıkhı yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Tarikat Masonların ve bunlar gibi bir dizi batıl inançlara sahip insanların yatağı oldu. Öyle ki herşey karıştı ve karmakarışık bir yapı ortaya çıktı.(77)
1920'li yıllarda ise Çorum Mutassamfı (valisi) Cemal BARDAKÇI, Hacı Bektaş Tekkesi'ne gittiğini,burada Çelebi Cemalettin Efendi' yi bir güzel işlediğin! ve O 'nü Mustafa Kemal'e bağladığım itiraf etmiştir; Işte bundan sonra Aleviler arasında Atatürk sevgisi yayılmışJç Anadolu Bölgesi 'nde yaşayan Aleviler üzücüdür ki, Atatürk 'ün Koçgiri' de yüzlerce Alevi'yi katletmesine, Çelebi Cemalettin Efendi'nin direktifleriyle seyirci kalmışlardır.(88) sonraki zamanlarda Bektaşî Tarikatı, Türkçülük, Laiklik, Demokrasi, Kemalizm gibi bir çok unsuru bünyesine almış ve bugünkü durumuna gelmiştir.
Buraya kadar konuştuklarımız Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi ile Bektaşi Tarikatı'mn farklı şeyler olduğunu ortaya koydu. O yüzden Hacı Bektaş-ı Veli 'yî Bektaşi Tarikatı 'ndan ayırmak gerekiyor. O 'nün kurduğu okulu Osmanlı, Mason, Nakşi, Türkçü ve Laik unsurlardan temizlemek bu suretle okulu kendi özüyle birleştirmek, bizim açımızdan bir başka zorunluluk. Okulun bu işgalden kurtulması Alevilik açısından büyük bir kazanım olacaktır.
2. Şah Ismail Hatayi (r) Okulu
Şah îsmail Hatayi ( r) Okulu, bir yandan Hoca Ali, SeyyId Ibrahim, Şeyh Cüneyt, Şeyh Haydar ve nihayet kendisinin basma geçtiği Safevi Tekkesi ile, diğer taraftan kendisinden 250 - 300 yıl önce kurulan Hacı büyük tekkenin mirası üzerine kuruldu;Bektaşi Veli Tekkesi gibi iki
Nitekim Şah ismail. Hacı Bektaş-ı Veli'ye bağlılığım ve O 'nün mirası üzerine hareket ettiğini şu mısralarla anlatmaktadır:
Hatayı'bîçare kuldur şahma
Hünkar Hacı Bektaş nazargahma
Deli gönül hak ile düş dergahına
Er olayım dersen er ile görüş "(99)
Bir başka yerde, örgütlenmenin, yani davetin tamamlanıp sıranın kıyama, yani devlet aşamasma geldiğini şöyle anlatıyor:
"Tuttuğumuz bir gerçeğin elidir.
Gittiğimiz imamların yoludur.
Ser çeşmemiz Hacı Bektaş Velidir.
Mihman canlar bize sefa geldiniz. "(1010)
Şah ismail Hatayı ( r) kısa süren bir saklanış döneminden sonra, on beş yaşında, On iki imam (a) adında hutbe okutarak ve para bastırarak Safevi devletin! kurduğunu ilan etti. iran, Azerbaycan, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerin bulunduğu coğrafyada yoğun bir Şiileştirme- Alevileştirme politikasına girişti. Kerbela ve Necef'ten alimler getirerek, burada Şii-Alevi medreselerinin kurulmasında kolaylık sağladı bu gün dahi bu medreseler îran gibi bazı ülkelerde bulunmaktadır.
Safevi Devleti kurulduktan sonra, bu okula bağlı olan insanlarda, büyük bir hareketlilik başladı. Nur Ali Halife ( r), Sivas, Tokat ve Amasya da, Şah Kulu Sultan (r) Teke ve Burdur yöresinde başkaldırdılar. Ancak bu iki komutan kısa sürede yenildiler. Bundan sonra Suikun Hoca (r) ile Şah Kulu Sultan'ın halifesi Baba Zunun (r) Samsun ile Adana arasında kalan geniş coğrafyada- yani kuzey ve güney Anadolu oluyor - kıyam ettiler. Bu komutanlar Osmanlı ordularım birkaç kez yendikten sonra, Hacı Bektaş Tekkesi 'nin ünlü şiması Kalender Çelebi (r) Hacı Bektaş-ı Veli Okulu, merkez olmak üzere, Kırşehir ve Ankara civarlarında ayaklandı. Bu olaylar üzerinde Osmanlı Imparatoru II. Süleyman Macaristan' Seferi 'ni yarıda keserek geriye döndü ve başkaldırılar çeşitli yollarla bastırıldı.
Ancak, iç ayaklanmaların ardı arkası elmiyordu. Nitekim Bozoklu Celal 'in başlattığı ve geniş bir zaman dilimine yayılan Celali paklanmaları, Osmanlı'nın basını bir hayli ğrıtmıştır. Bundan sonra Pir Sultan Abdal (r) ibi bazı insanlar Osmanlı'nın bozuk düzenine arşı başkaldırmışlardır. Ancak bunların hepsi, eşitli hilelerle bastırılmıştır.
iran'da Safeviler 'in yönetimden zaklaştırılmalarıyla Sünni bir hanedan başa geldi. bu hadiseden sonra Anadolu 'da ki Kızılbaşlar 'in Iran' daki, Irak 'daki ve diğer ülkelerdeki Ehl-i beyt Dostlarıyla (Şiilerie) bağları koptu ve Anadolu da ki Şiiler (Kızılbaşlar) adeta hapis edildi, îran daki Şiilerin kendi kabuklarına çekilmeleri ise bu ise bir açıdan destek oldu. Günümüzü ise hepimiz biliyoruz
Pir Sultan Abdal, güzel bir şiirinde şöyle demektedir:
"Gelin canlar bir ol al ı m
Münkire kılınç alalım
Hüseynin kanın alalım
Tevvekkeltü tealallah "(1111)
Yani canlar, insanlar, gelin Ehl-i Beyt Mektebi'nde birleşelim. Münkirlere
( yani îsîamı inkar edenlere), zalimlere kılınç
çalarak Hüseynin kanım alalım. En azından kendi
sorumluluklarımızı yerine getirmeye çabalayalım.
Sonucu ise şanı yüce olan Allah'a tevekkül edelim. Çünkü
işler O 'na döner ve sonuç O 'na aittir.
Allah'ın izni ve yardımı ile bu makale burada bitti. Bütün övgüler alemlerin Rabbi ve din gününün sahibi olan Allah'a mahsustur.
DÖRT : ALEVÎLIĞIN INANÇ VE
IBADET ESASLARI
- Alevi Teori ve Pratiğin Temelleri -
Giriş
Her inancın ve düşünce sisteminin kendine özgü
inanç temelleri (teori) ve ibadet şekilleri (pratik) vardır.
Bu inanç temelleri ve ibadet şekilleri ise, bir inancın
veya düşünce sisteminin temelini teşkil ederler. Insanın
kişiliği ve yaşadığı hayatta mutlu olup- olmadığı
ise, bu esaslara bağlılığı nisbetinde ortaya çıkar.
Buradan hareketle bizimde Aleviliğin inanç ve ibadet esaslarım,
yani teori ve pratiğin; ortaya koymamız ve bunların etrafında
konuşmamız yerinde olacaktır.
Aleviliğin inanç ve ibadet esasları bizden önce bazı araştırmacılar tarafından belirtilmiş(l1), bazıları ise Aleviliği hep Islam dışında aradıkları için bu konunun üzerinde durmamışlardır. (22) Demişlerdir ki, "Alevilik, eski Anadolu dinlerinin bir sentezidir" veya "Anadolu Aleviliği başlı basma bir kültürdür." Bunurila da Alevileri, temel inanç ve ibadetlerinden kopararak Kemalizm 'in ve Marksizm 'in içerisinde asimile etmeyi murat etmişlerdir. Halbuki biz, biliyoruz ki, atalarımız, tarihimiz boyunca başkaldırmış, dünyada tanrılık taslayanlara, zalimlere, sömürgecilere ve kan içicilere karşı savaşmışlarsa, bunun temelinde yatan şey, eski Anadolu'nun içi boş hurafe inançları değil insanları adalete, barışa, hayata ve mutluluğa çağıran tertemiz vahiydir ve bu vahyin bize öğrettikleridir.
îşte günümüzde Aleviler, adalete, barışa, hayata ve mutluluğa ulaşmak için bu inanç esaslarım bilmeli ibadet şekillerini yapmalıdırlar. Çünkü bizim için adaletin, barışın, hayatın ve mutluluğun en güzel örneği olan îmam Ali (a), bunun sırrım açıklarken "Gerçekten de Rabbime iyiden iyiye inanmışım ben; Dinimde şüphe yok." (33) buyurmuşlardır.
Aleviliğin beş tane inanç esası vardır. Yalnız bunlar üzerinde konuşmaya geçmeden önce, önemli bir konunun altını çizmeliyiz. Her Alevi, Aleviliğin bu beştane inanç esasım bilmeli, aklında en küçük bir şüphe kalmayıncaya kadar araştırmaya devam etmelidir. Yani bu inançlar hakkında kendi varlığından emin olduğu kadar, emin olmalıdır.(44) Bu durum, Alevi inancına göre bir zorunluluktur.
Bu önemli konuyu belirttikten sonra Aleviliğin inanç esasları hakkında kısaca konusalım.
l.Tevhid veya Allah Inancı:
Alevilik, Allah'ın varolduğuna, tek olduğuna, eşi ve ortağı
olmadığına, maddi ve manevi alemin yani var olan her şeyin
Allah tarafından yaratıldığına, mutlak manada
her şeye hakim olduğuna her şeye gücü yettiğine,
doğmadığına, ihtiyaç sahibi olmadığına
ve vasıf edilmekten yüce olduğuna inanır.
Allah 'a ulaşmanın iki yolu vardır : Birincisi dışsal yoldur. Yani evrenin yaratıldığım düşünerek, yaradılıştaki mükemmelliğe, mevcut düzene ve dengeye bakarak, bu yolla gücü her şeye yeten ve her şeyi bilen mükemmel bir yaratıcının varlığım akılla idrak etmektir. Allah'a ulaşmanın ikinci yolu ise, içsel yoldur. Yani insanın zor durumlar ile karşı karşıya kaldığı durumlarda, sel, deprem, fırtına gibi aciz kaldığı zamanlarda, kendisinden üstün bir güce yalvarması ve ondan yardım dilemesidir.
Insan, Allah 'in zatı hakkında düşünmemelidir.
Çünkü insan, Allah'ın zatı hakkında düşünürse,
işin sonunda inkara sapar; işin içinden çıkamaz.
Bundan dolayı insanlar, Allah'ın sıfatları hakkında
düşünmelidirler; Allah'ın yarattıkları
üzerinde düşünerek Allah'ın sıfatlarım
tasdik etmelidirler. Rivayet edilir ki, Ehl- i Beyt îmamlarının
altıncısı olan îmam Cafer-i Sadık (a) huzurunda
birisi "Allah büyüktür." deyince, îmam Sadık
(a) bu şahısa bir soru yönelterek"Allah neyden büyüktür
?" buyurmuşlardır. Adam, "Her şeyden" deyince,
îmam Sadık (a) " Böyle demekle O 'nü smırlandırdın."
diye cevap vermişlerdir. Bunun üzerine adam "Anam, babam sana
feda olsun ya îmam, doğrusunu bana öğret!" diye bir
ricada bulunmuş. Imam Sadık (a) ise " Allah vasıf
edilmekten büyüktür, de." buyurmuşlardır.
Tevhid ise, Allah'ı bir bilmek, O 'nü her şeyden tenzih etmek,
hiçbir şeye benzetmemek, ibadeti yalnız Allah için
yapmak, ona eş ve ortaklar koşmamaktır.
Şah Ismail Hatayı', bir şiirinde şöyle demektedir:
"Şah Hatayım te vhid derya denizdir
Tevhid etmeyenler bizim nemizdir
Pirim Şeyh Safî 'den sermayemizdir
On iki îmam 'in erkanı tevhid."
2. Nübüvvet veya Peygamber Inancı: Alevilik, bütün kainatı yaratan, insanlara sayılamayacak kadar rızık veren Allah'ın Rahmet sıfatı gereği, insanların mutlu olmalarım sağlayacak mükemmel bir programı peygamberler vasıtasıyla insanlara öğreftiğine inanır. Eğer insanı yaratan Allah, evreni ve insanı yarattıktan sonra, insana mutlu olacağı yolu göstermezse, Allah'ın adalet ve rahmet sıfatları yerine gelmez. Ilk peygamber olan Hazret-i Adem (a) ile başlayan ve Hazret-i Muhammed (s) ile biten peygamberlik zincirinin yüz yirmi dört biri halkasına (yani yüz yirmi dört bin peygamberin hepsine) inanmak, Aleviliğin ikinci inanç esasıdır.
17. yy. Alevi şairlerinden Derviş Mehemmed bu konu hakkında şöyle demektedir.
"Yüz yiğirmi dört bin peygamber haktır
Onların ervahı ezelden paktır
illa Muhammed 'in menendi yoktur
Incil, Zebur, Tevrat, ka f Kuran indi. "(55)
Peygamberler, insanları iyiliğe kanalize etmek ve onları mutluluğa ulaştırmak için Allah tarafından seçilmiş ve görevlendirilmiş insanlardır. insanların ıslah edilmesi noktasında peygamberlerin belli başlı iki tane görevi vardır.
Birinci olarak, kanun koymak ve bu kanunları halka öğretmek suretiyle yaygınlaştırmak; ikinci olarak ise, bu kanunlara sadık kalmak ve bu kanunları en iyi şekilde kendi hayatlarında pratiğe dökmektir.
Peygamberler, dini tebliğ etmeleri sırasında insanların karşısına iki delille çıkarlar. Bunlardan birincisi, insanlara tebliğ ettiklerinin mükemmelliğiyle ve akıl yoluyla karşısında ki insanları ikna etmeleridir. Nitekim Ebu Zerr Gıflarî, Ammar Bin Yasir gibi bazı değerli sahabeler bu yolla Resulullah (s) 'a iman etmişlerdir. Ancak bazı insanlar, înad ederler. Ebu Cehil ve diğer bazıları gibi peygamberden olağan üstü olaylar yapmasını isterler. Burada mucize dediğimiz ikinci delil devreye girer. Resulullah(s)'ın yaptığı mucizeler, değişik siret ve siyer kitaplarında anlatılmıştır. Ancak biz bunlardan birkaçım aşağıya alalım.
Rivayet edilir ki, hicretten sonra Resululla(s) ve müslümanlar, Medine
de çeşitli binalar inşaa ediyorlardı. Bir gün
Ammar Bin Yasir rahatsızlık ve hastalık sebebiyle çalışmaya
katılamadı. Bunun üzerine Ammar 'in birkaç kişinin
saldınsına uğrayarak öldürüldüğü
söylendi. Peygamber (s) münafıkların bu sözlerim
duyar duymaz, bu söylentinin yalan olduğunu anlatmak maksadıyla
elinde tutuğu taşı yere attı ve "Yazık!
Ey Sümeyye'nin oğlu! (yani Ammar) Seni isyankar bir grup öldürecek!"
dedi.(66) Gerçekten, de Resulullah 'in vefatından sonra, Ammar
Bin Yasir'i, îmam Ali (a) île Muaviye arasında çıkan
savaşta, Muaviye 'nin askerleri öldürmüşlerdir.
Resulullah 'm (s) en büyük mucizesi Kuran 'dır. Kuran da günümüze kadar ulaşan bazı mucizeler vardır. Mesela Firavun 'un cesedini Kuran-ı Kerim 'de haber verildiği şekilde yakın bir zamanda bulunması Resulullah (s)'ın günümüze ulaşan mucizelerinden sadece birisidir. Firavun 'un Kızıldeniz 'de boğulması şöyle anlatılır:
" Bunun üzerine Musa 'ya; "Asanı denize vur." diye vahyettik. Vurunca parçalandı, her biri kocaman dağ gibi oldu"(77) "îsrailoğullaruiı denizden geçirdik."(88) "Denizi de açık bırak; çünkü onlar (açık görecekleri bu yola girip) bir ordu halinde boğulmuş olacaklardır."(99) "Firavun ordusuyla onları takip etti. Deniz de onları içine alıverdi. Hem de ne alış" (1010) "îsrailoğullaruiı denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla ardlarına düştüler. Firavun boğulacağı anda « îsrailoğullarmın îmam ettiğinden başka Allah olmadığına inandım, artık bende müslümanlardanım." dedi".(ll11) "O'na: "Şimdi mi inandın; daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin." dendi."(1212) " Biz de bu gün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki arkadan geleceklere bir ibret olasın."(1313)
Yukarı da anlatılan ve yapılan tarinere aynen .uyan bir ceset, 1981 yılında Kızıldeniz kenarın da, Cebelein Mevkiinde bulunmuştur. Secde vaziyetinde buluna cesedin bütün organları tamdır. Hatta basında ki ağarmış saçları ve sakalları bile görünmektedir. Yapılan tetkikler cesedin en .az üç bin yıl önceye ait olduğunu ortaya koymuştur. Mumyalanmadan üç bin yıl kadar hiçbir zarar görmeden günümüze ulaşan ceset Londra'da Biritish Museum 'da sergilenmektedir. Bu cesedin Firavun 'a ait olduğu artık kesinleşmiştir.
3' Imamet veya On iki Imam Inancı:
Aleviliğin bir diğer inanç esasım imamet, daha açık
bir ifade ile On îki îmam inancı teşkil eder. Çünkü
peygamberin görevi sadece insanlara dini tebliğ etmek ve uyarmaktır.
Nitekim Allah Teala, Kuran-ı Kerim 'de "Sen ancak bir korkutucusun,
her kavmin bir hidayet edeni var." buyurmaktadır. Bu, birinci delildir.
Ikinci delil ise, ilayi sünnet gereği Allah'ın her Resul'un
ardından dini koruyacak ve insanları dosdoğru yola hidayet
edecek, bir veya birkaç nebi göndermesidir. Ancak, Resulullah (s)
son peygamber olduğundan artık peygamber gelmeyecektir. Bu durumda
dini koruyacak ve insanları doğru yola hidayet edecek olanlar Imamlar'dır.
Ehl-i Sünnet kardeşlerin, en itibar ettikleri hadis kaynağı olan Buhari 'nin Sihah 'inda Cabir Bin Sümerre 'den şöyle bir hadis nakledilmektedir: "Resulullah(s) şöyle dedi: " Bu iş (yani inanların ve müslümanlığın yüceliği, insanlığın düzgün bir halde bulunuşu) sürer, gider ve On îki kişi onlara halife olur; işlerim düzene sokar; hepsi de Kureyşten 'dir."(1414) Ayrıca On îki Imamın geleceğin! müjdeleyen bir çok hadis Müslim, Tirmizi, Ebu Davut ve Ahmet Bin Hambel gibi Sünniler 'in önde gelen alimleri tarafından da nakledilmiştir. Yine Sünniler 'in diğer kaynaklarında, Resullullah (s) 'm On îki Imamın(a) isimlerini teker teker müjdelediği hadisler nakledilmiştir.(1515)
On îki imam (a) lar sırası ile şunlardır.
1. Hz. tmam Ali
2. Hz. îmam Hasan
3. Hz. îmam Hüseyin
4. Hz. imam Ali Zeynel Abidin
5. Hz. îmam Muhammed Bakır
6. Hz. îmam Cafer Sadık
7. Hz. îmam Musa Kazım
8. Hz. tmam Ali Rıza
9. Hz. îmam Muhammmed Taki
10. Hz. îmani Ali Naki
11. Hz. îmam Hasan Askeri
12. Hz. îmam Muhammed Mehdi ( Ruhlanmız onlara feda olsun)
Üstadımız Pir Sultan Abdal ( r) bir şiirinde şöyle demektedir:
"On îki îmamm bizdedir nuru
Şah-ı Velayetin bizdedir sırrı
Açıktır aynamız, gönlümüz duru
Sedefli mercanlı gönüllerimiz. "(1616)
4. Mead veya Ahiret Inancı : Alevilik, insanların Öldükten sonra dirîleceğine ve dünyada yaptıkları işlere göre cezalandırılacağına veya ödüllendirileceğine inanır, înançlarımızdan birisini de bu teşkil etmektedir.
Insanı Ahiret' e inanmayı sevk eden bazı sebepler
vardır. Bunlardan birincisi, akli sebeplerdir. Buna göre, dünya
hayatmdan sonra başka bir hayatın olmaması bu hayatı
da anlamsız kılacaktır. Böylece iyi ve kötü
kavramları ortadan kalkacak, herkes kendi çıkan peşinden
koşacak ve dünya günümüz kapitalist toplumunda olduğu
gibi büyük bir kargaşanın eşiğine itilecektir,
îşte bu hayatı anlamlı kılma ve dünyada
adaletli bir düzen kurmada Ahiret'e inanmak önemli bir etkendir. Tarih
boyunca bütün kavimlerin, kesintisiz bir şekilde Ahiret inancına
sahip olması ise, her açıdanüzerinde durulması
gereken önemli bir konudur.
Ikinci olarak, fıtrî sebeplerden bahsedelim. însan yaradılışı gereği bazı şeyleri sever, bazı şeyleri ise sevmez. Işte yok olmakta, insanın yaradılışı gereği sevemeyeceği bir duygudur. Eğer bir insan, yok olmayı sevdiğin; söylüyorsa ya bunalımdadır. Yada aptal. Zaten bu inancın tarih boyunca bütün kavimlerde görülmesi, insanın yaradılışından (fıtratından) kaynaklandığım göstermektedir.
Bilim açısından ise, telepati, hipnotizma, rüya, ruhlarla ilişki gibi hadiseler ruhun pozitif ispatları, dolayısıyla Ahiret 'in habercileridir.
Pir Sultan Abdal ( r), güzel bir şürinde şöyle demektedir:
"Pir Sultan 'im dünya Fanidir fani
însana verdiler emanet canı
Dünyadan Ahret 'e uludur yolu
Bundan gayrı yol yok, dönesin ger!"(l 717)
5. Adl veya Adalet Inancı: Aleviliğin inanç esaslarının sonuncusu ise adalet inancıdır. Adalet inancı Iki yönlüdür; ilahi adalet ve toplumsal adalet...
îlahi adalete göre, Allah mutIak manada adildir; hiç kimseye zulüm etmez. Insanların basma .gelen kötü olaylar, ancak insanların kendi elleriyle kazandıklarıdır. Allah hiçbir şeyi adaletsizce ve boşu boşuna yaratmamıştır. Hiç kimseye kazandığından azmi vermez. Itaat edenleri ödüllendirir, isyan edenleri cezalandırır.
Allah Teala, Kuran-ı Kerim 'de şöyle buyurmaktadır: •
"Allah zerre kadar dahi zulüm etmez. "(1818)
Adalet en basit anlamı ile, her şeyi yerli yerme koymaktır. Doğada ve toplumda her şeyin yer ı yennde elması... Doğada, her şeyin bir düzen. bağlantı ve denge içerisinde olması adaletin dogadaki yanslmasldlr. Toplumdada ise, adaleti tesis etmek Allah in kanunlarım uygulamakla insana düşer, insan kendi iradesin; kullanarak, sömürüşüz ve zulumsüz, mutlu bir dünyayı tesis eder.
Alevilisin iman? esaslanndan sonra, şimdi- de Aleviliğin ibadet esasları
etrafında konusalım Alevi teori ne kadar önemli ise. Alevi
pratikte en azından o kadar önemlidir, çünkü pratiğe
dökülmeyen bir teori, boş boğazlıktan- ve gevezelikten
başka bir şey değildir. Üstelik, pratiğe dökülmeyen
teorik bilgiler insanın zihninden çok çabuk silinmektedir.
Nitekim îmam Cafer-i Sadık (as) bir keresinde şöyle
buyurmuşlardır:
"Teori, pratik ile olmalıdır. Gerçek teorinin alameti pratiktir. Teori insanı Pratiğe çağırmaktadır, insan bu çagnya olumlu cevap verirse teori onda kalır; , yoksa ondan ayrılıp gider. "(1919)
Şimdi biraz da, Aleviliğin pratiği hakkında konusalım.
l. Namaz veya Salat: Alevilik, beş vakit namazın ilahi bir emir olduğunu. On îki imamların hepsinin namaz kıldığım ve bundan dolayı Alevi olan herkesin, beş vakit namaz kılması gerektiğin! söyler.
Allah Teala Kuran-ı Kerim 'de şöyle buyurmaktadır:
Namaz belirli vakitlerde olmak üzere mümînlere Farz kılınmıştır. "(2020)
Üstadımız, Pir Sultan Abdal, güzel bir şiirinde Resulullah (s) ve îmam Ali (a) 'm namaz kıldığım şu mısralarla anlatır:
"Kanı bizden evvel gelen
Beş vaktin! tamam kılan
On parmağı pınar olan
E] Muhammed Ali'nindir. "(2121)
Asıl adı Mustafa olup, 19.yy.'da yaşamış olan Alevi şairlerinden Deliktaşlı Ruhsati, her Alevinin namaz kılmasını gerektiğini şu mısralarla dîle getirir:
înşaalallah eylemez imana muhtaç
Eğer bir kişide irfan oldukça.
Beş vaktine devem edip kış ve yaz
Dilinde zikrile Kuran oldukça. "(2222)
2- Oruç veya Savm: Aleviliğin ikinci
ibadet esası Ramazan Ayı'nda farz olan otuz gün orucu tutmaktır.
Bu ayda her Alevi oruç tutmakla yükümlüdür. insanlar bu ayda oruç tutmak sureti île kendi içinde bulunan kötü eğilimleri törpülerler ve Allah'a yakınlaşırlar.
Dertli (r) bir şiirinde şöyle demektedir:
"Sanma sofi bizim ruzemîzyoktur
Ramazan-ı aşkın siyamıyız biz.
Söyletme derundederdimîz çoktur
Dertte noksan değil tamamıyız biz. "(2323)
3. Hacc: Alevi inancına göre, şartlar yerine geldiğinde her Alevi'niri Hacc 'a gidip, Kabe'yi tavaf etmesi farzdır. Hacc, Allah'ın evini ziyaret etmek, emredilen amelleri yerine getirmek ve Alllah'a olan ahdimizi tazelemektir.
Pir Sultan Abdal bir şiirinde şöyle demektedir:
"Kabe'nin yapışı bina yapışı
îman etse asilerin hepisi
Beş vakit okunur ayet el kürsi
YaMuhammed sana imdada geldim. "(2424)
4. Tevella: Tevella, Aleviliğin ibadet esasları arasında yer alır. Genel .anlamı "Allah için sevmek" olan kavram, özele indirgendiğinde, "Ehl-i Beyt-i sevmek" anlamım karşılar. Ayrıca Allah istediği için Ehl-i Beyt'i seven herkesi, sevmeyi de kapsamaktadır.
Allah Teala.Kuran-ı Kerim 'de şöyle buyurur:
"De ki: Ben sizden risaletime karşılık akrabalanma sevgiden başka bir şey istemiyorum. "(2525)
5. Teberra: Teberra, anlam itibari ile Tevella 'nin tam tersidir. Allah'ı ve Ehl-i Beyt'i sevmeyenleri, sevmemektir. Tevella ve Teberra esasları ile insanlar Allah'a gerçek manada teslim olacak, Allah'tan başka otorite tanımayacak ve kelimenin tam anlamı ile özgürleşecektir. Erzurumlu Ceyhuni şöyle demektedir:
"Rah-ı hakikate dil oldu bende
Bifz sirri ilanin tevellasıyız
Merdolan namerde olmaz semende
Biz onların evvel teberrasıyız. "(2626)
6. iyiliği Emretmek: Aleviliğin ibadet esaslarından birisi olan iyiliği emretmenin arka planında, sağlıklı bir toplum oluşturmak yatar. Gerek bireysel anlamda ve gerekse de toplumsal anlamda iyiliği emretmekte kullanılan yol, delil getirme ve nasihat verme şeklinde olmalıdır. Bu metodu Pir Sultan Abdal, bir şiirinde şöyle kullanmaktadır:
"Pir Sultanım Haydar heman
Dağları bürüdü duman
işte incil işte Kur'an
Seçebilirsen gel beri. "(2727)
7. Kötülükten Sakındırmak: Oluşan sağlıklı bir toplumun bozulmaması ve kokuşmaması için, insanları kötülükten sakındırtmak gerekir.
Nitekim Allah Teala Kur'an-ı Kerim 'de şöyle buyurmaktadır:
"Sizden iyiliği emreden, (...), kötülükten alıkoyan
bir topluluk olsun. "(2828)
8. Zekat: -Aleviliğin ibadet esaslarından birisi de zengin bir Alevi 'nin belli bir kısım malım, fakir olan bir Alevi'ye vermesi şeklinde gerçekleşen zekat ibadetidir. Zekat zenginin bir lütfü değil, fakirin hakkıdır.
Allah Teala Kur'an-ı Kerim 'de şöyle buyurmaktadır:
Namazı kılın, zekatı verin, . önceden kendiniz için yaptığınız her iyi Allah'ın katında bulacaksınız. "(2929)
9. Humus veya Çerağhk: Humus, her Alevî'nin yıllık kazancının beşte birini Ehl-i Beyt 'e Ve onların varisleri olan adil fakihlere vermeleridir.
Allah Teala Kur'an-ı Kerim 'de şöyle buyurmaktadır:
"Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah 'a, Resulüne, onun akrabalanna yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir."(3030)
10. Cihat : Aleviler 'in onürunu ve şerefin! korumak için cihat, yani savaşmak, bütün Alevilere farzdır. Şartlar yerine geldiğinde her Alevi savaşmakla yükümlüdür. Cihat, saldırı değil, savunmadır.
Pir Sultan bir şiirinde şöyle buyurmaktadır:
"Gelin canlar bir olalım
Münkire kılınç çalalım
Huseynîn kanın al alım
Tevekkeltü tealallah."(3131)
Selam, hidayete tabii olanlaradır!
BEŞ : ALEVÎLIK SON GÜNLERDE NEDEN BU KADAR ÇOK TARTIŞILIYOR?
Alevîlik, son yıllarda sıkça hem de çok sıkça
tartışılan ve bu tartışmalara bağlı
olarak üzerinde yeni yeni oyunlar oynanan konulardan birisi haline gelmiştir.
Elbette bunun toplumsal .ve siyasal alanda belli-başlı bazı
dinamikleri vardır. Doğal olarak biz, burada Aleviliğin son yıllarda
neden bu kadar sıkça tartışıldığı
konusunda ki tarihsel bağları unutmuyoruz.
Bu durum tarihsel bağları var dedik;
Neden?
Çünkü Alevilik, bugünkü durumuna birdenbire gelmedi
de ondan. Aleviliğin tarihi boyunca içine girdiği siyasal, toplumsal,
ekonomik,sosyal, kültürel süreçler ve bu süreçler
boyunca Aleviliği sıkı sıkıya kuşatan
bağlar var. Bu bağlar, tarih boyunca O 'nü kuşattığı
için, günümüzde Aleviliği anlamak, O 'nün tarihini
anlamakla eş anlamlıdır.
Aleviliğin son yıllarda sıkça tartışılmasmın bir başka sebebi ise, yukarıda da değindiğimiz gibi toplumsal dinamiklerdir. Bu dinamikler, özel anlamda Türkiye'nin sosyo-kültürel yapısından kaynaklanmaktadır. "Anadolu'nun zengin bir kültürel birikime sahip olduğu", "Anadolu 'nün bir kültür mozaiği olduğu" gibi bazı teranelerle hareket eden yerli ve yabancı birçok bilim adamı (!)Alevilik üzerinde araştırma ve gözlemlerde bulundu. Bu tür, ideolojik kaygılarla ve sloganik alt yapı île yapılan araştırmalar, yanlış bir noktadan hareket ettiği için, kaba, kısır ve doğal olarak havada kaldı. Bir "Alevi Kültürü" 'nden bahsedilmedi. Aksine yıllarca "Aleviliğin bir kültür olduğu" yazıldı, çizildi. Çünkü, onlara göre Alevilik, "zengin Anadolu kültürünün bir parçası" idi. (1)
Aleviliğin sıkça tartışılmasında ve zaman zaman ön plana çıkmasında bir başka ve bize göre en önemli dinamik Aleviler 'in bir kimlik arayışı içersine girmeleridir. Artık modern zamanlarda her grup,her toplum ve her topluluk kendi kimliğin! açık açık ortaya koyarken.biz de böyle bir kimlik netleşmesinden bahsetmek imkansız gibi—Hala bir karmaşanın ortasındayız. Ortaya atılmış elli belki yüz tane Alevilik tanımı var. Hemen hemen yapılan bütün tanımlar birbiri ile çelişiyor. .Alevilik adına ortaya çıkan bütün araştırmacılarAleviliği kendi mensup, olduğu ideolojiye yamamaya çalışıyor. Genel olarak birçoğu Aleviliği modern dünyada popüler olan kavramlarla tanımlama yoluna gidiyor. Yani her şey karmakarışık... Sağlam bir düşünce yapışı dahi ortada yok. Diğer taraftan Alevilerin bu durumundan istifade etmek isteyen bir dizi sahtekar.geçimlerini bu yolla temin etmektedirler. Bu çıkarlarım temin etmek için de Aleviliği sömürmektedirler (2)
Aleviliğin bu hızlı yükselişinin temelinde yatan bir başka dinamik ise,siyasal sebeplerdir. Bu siyasal sebeplerden bir tanesi,Türkiye'nin özel koşullarında değerlendirecek olursak, Kürt Hareketi 'dir. Günden güne büyüyen ve her geçen gün, devletin basma bir az daha bela olan Kürt Halkı 'nin kimlik arayışı tam da Türkiye'nin gündemine oturmuşken ve bit kısım Alevi « Kemalizm 'in ve Laiklik 'in bekçisi " olmaktan çıkıp, ulusal kimliklerinin etkisiyle yavaş yavaş Kürt Hareketî'ne kayarken devlet, bir şeyler yapmak zorundaydı. Bunu yapmaması demek, ağır bir faturayı ödemek gibi bir tehlikeyle karşı ka'rşıya kalması demekti. Sonuçta, kendine göre bir şeyler yaptı ve zaten Türkiye'nin toplumsal sorunlar içerisinde yer alan Alevilik konusunu ön plana çıkardı. Kolaylıkla Alevilik konuşu ön plana atıldı ve Kürt konuşu kısa bir süre içinde olsa geri plana çekildi. Zaten bunun zeminim daha önceden kurulan dernek, vakıf, gazete ve dergi gibi kurum ve kuruluşlar hazıriamıştı. Açıktır ki, buda 12 Eylül öncesi hızlı bir ivme kazanmış olan sağ - sol olaylarım, Aleviliğin ön plana çıkarılması suretiyle yavaşlatmak için girişilen bir dizi faaliyettir. Burada ulaştığımız nokta şudur: Türkiye'nin özel koşullarım kriter alarak düşünecek olursak, Aleviliğin ön plana çıkmasında etkin olan siyasal dinamikler iki tanedir:
1. Sağ - Sol Olayları
2. Kürt Hareketi
Zaten Türkiye'de devletin kendine biçtiği rol, en azından bu alandaki rolü, ülkedeki toplumsal teraziyi dengede tutmaktır. Yanî sağ - sol olayları artınca Kürt - Türk olaylarım ortaya atmak, bunun tadı kaçınca da dinci - laik çatışmasını gündeme getirmek... ve bu böyle şurup gider. Yeter ki "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ülkesi ve milleti île bölünmez bütünlüğüne" zarar gelmesin. "Ülkenin bölünmez bütünlüğü" ve "Türk Bayrağı'nm dalgalanmağı" pahasına yapılan her şey yasaldır. (!)
Devlet, Alevilik üzerînde bu oyunları oynarken ve bizi Laiklik ve Demokrasi 'nin koltuk değneği gibi kullanırken Sosyalistler, Sünniler, Türkçüler ve Kürtçüler de boş durmadılar. Arka arkaya kitap, dergi v.s. çıkardılar. Kendi akıllarınca Aleviliği kullanıp, kendi çıkarlarına alet etmeye çalıştılar.(3)
Görülüyor kî Alevilik, günümüzde çok yönlü bir sömürünün odağı halindedir, îster içimize sindirelim, ister sindirmeyelim Alevilik, bu gün gerek bireysel ve gerekse de toplumsal alanda çok yönlü bir çözülmeyi yaşıyor. Çünkü ortada sağlam bir düşünce yok; insanlar folklörle mutlu olmaya çalışıyorlar. . Daha açık konuşmak gerekiyorsa, bu sürecin devam etmesi halinde, yüz yıl sonra Alevilik denilen bir'şey ortada olmayacak. Alevilik yok olup gidecek. Öyleyse, Alevilik noktasında samimi olan insanlar, bu durumda ne yapmalıdırlar?
Bize göre bu durumda yapılması gereken şey, Aleviliği
her yönü ile - inançsal, ibadetsel, ahlaki, iktisadi, hukuki,
siyasi, felsefi, sosyolojik, irfan; vs. - yeniden toparlamak; O' nü Kur'an
'a ve Ehl-i Beyt 'e döndürmek; daha net ifadelerle Cumhuriyet öncesi
Alevilik 'le buluşturmaktır, Fikirsel altyapısı oluştuğunda
Aleviliği, çağdaş ideoloji ve satsataların zindan,
zincir ve prangalarından kurtarmak daha kolay olacaktır. Burada
bahis ettiğimiz Aleviliğin yeniden yapılanması hiç
şüphesiz ilk önce fikirsel anlamda olmalı. Bunun toplumsallık
kazanması ise, daha sonraki aşamalarda Aleviliğe gönül
veren savaşçı insanların eliyle gerçekleştirilecektir.
Bilmeliyiz ki Alevilik, günümüzde hangi sebepten dolayı tartışılıyorsa tartışılsın, kim hangi çıkarından dolayı Aleviliği ön plana çıkarıyorsa çıkarsın, önemli olan bu değildir. Bundan daha önemlisi, bizim bu süreci nasıl kullanacağımızdır. Bazıları bazı tuzaklar kurmuş olabilirler. Önemli olan, bizim bu tuzaklara karşı dikkatli olmamızdır. Çünkü "onlar tuzak kurdu, Allah'da onların tuzaklarım başlarına geçirdi."
Kainatın merkezinde insan vardır ve bu yüzden her şey insan eksenlidir. Bütün düşünce sistemleri, felsefe ekolleri, ideolojiler ve dinler kozmosun merkezine yerleştirilmiş insanın mutluluğunu temin etmek için uğraştırmışlardır Bunun içinde çeşitli öneriler, yani yaşam biçimleri sunmuşlardır. En ruhban hayat tarzından(1) tutunda, en sorumsuz ve başıboş hayat tarzına kadar(2) çeşitli alternatifler ortaya koymuşlardır Kimileri ise güçlü olan insanların her zaman zayıf olanları ezmesi gerektiğim, düşene bir tane daha vurulması gerektiğin (3) söyleyebilecek kadar işi ilenye gidebilmişlerdir. Daha başkaları hiçbir ahlakı sınır tanımayarak, aile içi cinsel ilişkinin "hak ve ödevleri « olduğunu söyleyerek(4), hiçbir insanın yapamayacağı işler tavsiye etmişlerdir Daha bir başkaları ise, kendi şahsi çıkarları için dünyayı ateşe verebilecek kadar adıleşebılmışlerdîr.(5) Bütün bu alternatiflerden başı ağrıyan bir dizi insan ise, "böyle gelmiş, böyle gider" gibi teslimiyetçi ve yenilgiyi baştan kabul eden bir mantıkla hareket ederek, yaşadıkları düzene ayak uydurmuşlardır. Inandığı gibi yaşaması için yaratılan insanoğlu, yaşadığına inanmak zorurida kalmıştır.
Öyle görülüyor ki, insanın mutluluğu için bir dizi projeler üretilmiş ve insanın hizmetine sunulmuştur. Ama burada sorgulanması gereken bir şey vardır ki, o da, insanın bütün bu alternatifler arasında mutluluğu bulup bulmadığıdır. Bizce bu sorunun cevabı oldukça nettir. Çünkü, Egr çok tecrübelerle ispatlandığı üzere, insan bütün alternatifler arasından seçtiği herhangi bir alternatite bağlı kalmış, ama mutlu olamamıştır. Bir insanın bağlandığı bir alternatifte mutluluğu bulup - bulamadığı en iyi şu kriterlerle açığa çıkar.
1. Savunduğu ideolojiden dönmek
2. Psikolojik bunalımlar
3. intiharlar
Şu noktayı da unutmamak gerekir ki, bazı insanlar bu ideolojilerin kendilerine verdiği, yalancı mutluluklarla yetinmiş, kendini mutlu sanmıştır. Halbuki bu sahte ve yalancı bir mutluluktur. Nitekim bu insanların en küçük bir sarsıntıyla dahi yı'kılması, bu mutlulukların sahte ve yalan olduğunu en güzel şekilde ispatlamıştır.
Örnek olarak bir kapitalisti ele alalım. Kapitalist insan mal ve para kazandıkça mutlu olur; gururlanır ve kibirlenir. Çünkü nihai hedefi kazanmak, kazanmak ve yine kazanmaktır. Çünkü hayatın amacı budur ve kapitalist insan kendisini buna adar. Hayatinin belirli bir döneminde inişe geçebilir ve mal kaybede bilir, işte bundan sonra kapitalist insanda mutsuzluk başlar. Malım her kaybettiğinde mutsuzluğu biraz daha artar. Psikolojik sorunları başlar ve nihayet çözümü intihar etmekte bulur, îşte bunların mutluluğu böyle yalancı bir mutluluktur.
"Sadece kapitalistler mi?" diyeceksiniz. Elbette hayır! Bu,
bütün ideolojilerde böyledir. Bütün ideolojilere mensup
insanlar, hayatlarında meydana gelen çok küçük
hadiselerde ve iniş - çıkışlarda psikolojik sorunlarla karşılaşmış, kendi yollarından
ayrılmış ve intihar etmişlerdir.
Bu konu etrafında konuşurken, ikinci bir örnek olarak da Sosyalistleri
(Marksistleri) ele alalım. Marksistlerde en çok görünen
sapma, belirli zaman geçtikten sonra, kendi ideolojilerim terk ederek
başka ideolojileri benimsemeleridir. Mesela gençlik yıllarında
çok hızlı ve aktif olan bazı Marksistler, birde
bakıyorsunuz ki,gençlik heyecanım yendikten sonra kapitalist
veya Kemalist oluyor. Nitekim bunlara oldukça sık rastlıyoruz.
Hatta bunların bazıları şimdi çeşitli
kapitalist kuruluşlarda, yüksek mevkilerde bulunuyor. Peki, bunun
sebebi nedir? Bunun sebebi, hiç şüphesiz bu insanların
gençlik heyecanlarım Marksizm ile tatmin etmeleridir; olgun düşünceleri
ve davranış biçimlerim' kendi bünyelerine yerleştirememeleridir.
Halbuki Alevilik, bütün insanları mutluluğa, banşa, hayata ve kurtuluşa çağırıyor. Bu mutluluk sadece dünyada değil, öldükten sonrada devem eden bir mutluluktur. Yoksa Kapitalizm ve Marksizm'in birkaç yılla sınırlı, sahte ve yalancı mutluluğu değil. Kapitalizm 'in ve Marksizm'in birkaç yıllık sahte mutluluğu nerede, Aleviliğin sonsuz mutluluğu nerede?
Bizim bu iddiamızı atalarımız en iyi şekilde ve pratiğe dökmek suretiyle ispatlamışlardır. Mesela Imam Ali (a)'ı düşünelim. Düşünün ki bu insan savaşta -barışta, açlıkta - toklukta, varlıkta - yoklukta, yani hayatinin her iniş çıkışında ve hayatinin her anında, inandığı değerlerden ödün vermiyor. Hangi şartlar alında olursa olsun, mutluluğu iliklerine kadar hissediyor. Düşünün ki ölümün sıcaklığım bütün hücrelerinde hissettiği an "Kabe'nin Rabbine andolsun, kazandım!" diyor. Bu nasıl bir imandır; bu nasıl bir mutluluktur? Bu mutluluğu hangi vicdan sahibi diğer yalancı mutluluklarla denk tutabilir. Sadece îmam Ali (a) değil, diğer On Bir imamda'da hayatlannın bütün iniş çıkışlarında bir değişiklik görülmüyor. Resulullah (s) 'a baskı ve eziyetlerin en yoğun olduğu bir dönemde, bu davadan - yani islam'dan - vaz geçtiği taktirde yığınla para, onlarca kadın ve Mekke'nin reisliğin! teklif ediyorlar. Ama Resulullah (s), "Bir elime ayı ve bir elime güneşi verseniz dahi, ben bu davadan vazgeçmem." diyerek bu teklifi reddediyor. Yine imam Hüseyin (a) ve ashabı, Kerbela 'ya, şehadet meydanına koşuyorlar. Her biri şehid olmak için yarışıyor. Bir bakıyorsunuz ki, Hacı Bektaş-ı Veli Babailer Ayaklanmasi'na katılıyor ve yeniliyor. Ama yenilgi O 'nü kendi inancından döndüremiyor, pes etmiyor. Dağılan yığınları kendi çatışı altında yeniden toparlıyor. Ve yeni ayaklanmalar için ortam hazırlıyor. Kalender Çelebi binlerle başlattığı savaşta iki yüz kişi ile kalıyor; ama O teslim olmuyor. Aksine savaşarak şehadet şerbetin; içiyor. Yine Pir Sultan Abdal, içinde "şah" kelimesi olmayan üç şiir söylediği taktirde ölümden kurtulacağım bildiği halde, zalimlerin dediğin! yapmıyor.
Burada Resulullah (s) 'ı, On Iki Imamlar 'ı ve diğerlerini mutlu kılan ve böylesine sarsılmaz yapan altyapıyı bilmemiz gerekiyor. Biraz da bunun etrafından konusalım.
Kurtuluş ilk önce bireyde başlar. Birey kendini gerçek manada kurtararak kendini mutlu kılar. Bunun birinci aşamasında birey insanı tanır. Yani düşünerek insanı tanımak ve insanın genel özelliklerini tespit etmek. Sonra anlar ki, insan çift kutuplu bir yaratıktır. Kutbun bir uçunda iyi davranış ve arzular, kutbun öteki uçunda ise kötü davranış ve istekler vardır. Elbette ki her aklı başındaki insan gibi, birey kendisinde varolan iyi davranış biçimlerini geliştirmeyi arzular. Bunun yolu ise eğitimden geçer. Kendisinde iyi davranış biçimlerini geliştirmek ve üstadlar gibi olmak için"Alevi Okulu" na kayıt olur. Kayıtın ilk şartı ise, "LA ÎLAHE ILLALLAH ; MUHAMMEDEN RESULULLAH; ALÎYYEN VELÎYULLAH" cümlesini tasdik etmektir. Birey bu cümleyi söyleyerek kurtulmaz yani mutlu olmaz ; aksine kurtuluş, bu cümlenin altında sıralanmış olan maddeleri pratiğe dökmekle gerçekleşir. Yani iş, henüz başlamıştır. Bu anlaşmanın birinci maddesi Allah'ın varlığına inanmak, buna kalbi ile iman etmek ve aklı ile tasdik etmektir. Yani düşünmek ve araştırmak suretiyle, Allah hakkında, kalbinde en ufak bir şüphe kalmayıncaya kadar buna devam etmektir. Aynı yol peygamber inancı, On iki îmam inancı, Adalet inancı ve Ahiret inancı hakkında da takip edilir. Bütün bunlar bittikten sonrada iş pratiğe gelir. Çünkü birey mutluluğun Allah'ın emir ve yasaklarına uymakla mümkün olacağım kavramıştır.
Pratikte yapılacak ilk şey bireyin beş vakit namazım kılmasıdır. Çünkü insanın kötü eğilimlerinin önüne geçen en iyi araç namazdır. Nitekim Imam Muhammed Mehdi (a.f) "Hiçbir şey namaz gibi insanın burnunu yere sürtmez. Öyle ise namaz kıl ve şeytanın bumunu yere sürt" (6) buyurarak bu gerçeğin altını çizmişlerdir. Yine üstadımız pir Sultan Abdal ( r) ise;
"Pir Sultan Abdalım ölürüm deme
Kıl beş vakit namaz kaza koma"
diyerek namazların kazaya dahi bırakılmamasını istemektedir. Daha sonra Ramazan ayında farz olan orucu tutmak, zekat, hacc, humus, cihad, tevella, teberra, iyiliği emir ve kötülükten nehy gibi bazı ibadetleri yerine getirmek suretiyle bu pratikler devam etmektedir. Dikkat edilirse, bu ibadetler hem bedeni, hem maddi ve hem de kalbi ibadetlerdir, îşte bu, çok yönlü eğitimin en mükemmel biçimidir. Ancak bundan sonradır ki insan, yalnızca Allah'a ibadet etmenin tadına varacak, kölelikten kurtulacak ve özgürler arasına katılacaktır.
Kendi bünyesinde mutluluğu kuran birey, bu mutluluğu başkalanna taşıyacak ve toplumsal kurtuluşun tesisine başlayacaktır. Böylece anlaşılıyor kî, toplumsal kurtuluşun öncülü bireysel kurtuluştur. Yani insanların eğitilmesidir
Kurtuluşun toplumsallık kazanması, doğal olarak bazı yapılanmaları ve örgütlenme biçimlerim de beraberinde getirecektir. Toplumsal kurtuuştan sonra, zalim yönetimlere karşı başkaldırılar başlayacak ve davet aşamasından devlet aşamasına geçilecektir. Bundan sonra malumların, yalın ayaklıların, mahrum bırakılanların yanmda safımızı belirleyecek ve dünyada tanrılık taslayanlara karşı savaşacağız imam Muhammed Mehdi (a.f.)'in zuhuru ile butun kainat kurtulacak ve özgürleşecektir.
O günün ümidi ile...